Amerika bütün dünyayı ayağına çağırıp “nükleer zirve” toplamıştı. Genel ve görünen amaç: “nükleer silahların eski sahiplerinde kalması ve yeni-tehlikeli ellere ve terör örgütlerine geçmesine engel olunması”ydı. Ama özel ve gizlenen amaç ise “İran’ı nükleer bomba üretmekten caydırmak” bahanesiyle, Aslında İran’a yönelik bu yaz başında yapılması tasarlanan bir saldırıya gerekçe hazırlamaktı. Bu saldırının başlatılıp başarılması için, Türkiye kilit konumdaydı ve Recep Başbakan Washington’da en çok pohpohlanıp peşinden koşulan kahramandı(!). Oysa Türkiye’de Donkişotluk yapan Recep Başbakan Amerikalılara: “Yahu, bu nükleer silahları önce sizin elinizden kurtarmak lazım. Çünkü “Nükleer silahı bir tek siz kullandınız!” hatırlatmasını yapamamıştı.
ABD Başkanı Barack Obama, ”El Kaide gibi örgütlerin nükleer silah ve başka kitle imha silahları elde etmeye çalıştığını, elde edebildikleri durumda da bu silahları tereddüt etmeden kullanacaklarını” söylüyordu. Washington’da 50’ye yakın ülkenin temsilcilerini bir araya getirecek Nükleer Güvenlik Zirvesi için gelen bazı liderlerle ikili görüşmelerde bulunan Obama, yaptığı açıklamada, ”Nükleer Güvenlik Zirvesi’nin, dünyadaki nükleer depoların ve materyalin güvenliğinin sağlanması yollarının bulunmasını amaçladığını” itiraf ediyordu.
Obama, ”Sadece ABD’nin güvenliği için bile kısa, orta ve uzun vadede en büyük tehdit, bir terör örgütünün nükleer silaha sahip olma ihtimalidir. Bu olasılık gelecek yıllarda bu ülkedeki ve dünya genelindeki güvenlik şartlarını değiştirebilir” diyordu.
Görüştüğü liderlerin nükleer güvenlik konusuna duyarlı yaklaşımlarından memnuniyet duyduğunu belirten Obama, nükleer güvenliğin sağlanması sürecinde büyük bir ilerleme elde edileceğine inandıklarını belirtiyordu.
Obama’nın Beyaz Saray yakınında olan ve devlet konukevi olarak kullanılan Blair House’da görüştüğü liderler arasında Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev, Güney Afrika Cumhurbaşkanı Jacob Zuma ve Hindistan Başbakanı Manmohan Singh, Pakistan Başbakanı Yusuf Rıza Gilani de bulunuyordu.
Japonya’ya atom bombası atarak yeryüzünde bu silahı kullanan tek ülkenin Amerika olduğunu görmezden gelen Obama, Müslüman soykırımını öngören politikalarına kılıf bulmak için terör korkusu pompalıyordu: “El Kaide gibi örgütler nükleer silahları tereddüt etmeden kullanabilir” diyerek, saldırılarına bahane üretiyordu.
Bizzat Obama’nın organize yetkililerinden birisi, Habertürk TV Washington temsilcisi bayana: “47 ülke başbakanının katılacağı nükleer zirvenin asıl amacının, İran’a yönelik caydırıcı bir yaptırıma yandaş toplama, özellikle Rusya ve Çin’i (ve tabi Türkiye’yi) kendi yanına alma çabası” olduğunu açıklamıştı.
ABD’de iken: “Bölgemizde nükleer silah yapımına ve yığınağına karşıyız” gibi; İran’ın mı yoksa İsrail’in mi hedef alındığı anlaşılmayan ve İran’ı da İsrail’le aynı kategoriye koyan yuvarlak ve kaçamak sözler sarf eden Recep Başbakan, nedense “nükleer zirvesinde” İsrail’i açıkça tenkit eden ve tehdit olarak gösteren çıkışlardan özenle sakınmıştı. Bu tutarsız tavırlar bize Hz. Ali’nin: “Konuşulacak yerde susmak korkaklık, susulacak yerde konuşmak ise ukalalıktır” sözlerini hatırlatmıştı.
Başbakan’ın: “Bugünkü yönetimiyle İsrail’in barışa katkı sağlamasını zor görüyoruz” anlamında asıl sorunun Siyonist ve işgalci Yahudilerin ideolojisinden değil de, bugünkü hükümetten kaynaklandığını ima ederek İsrail’i temize çıkarmaya ve meşrulaştırmaya yönelik sözleri ise, talihsizlikten de öte, tam bir çarpıtmaydı.
Üstelik, kendi ülkesinde İncirlik hava üssünde, hem de ABD’nin kontrolünde tam 90 adet atom bombasına 8 yıldır bedava bekçilik yapan ve hiçbir itirazda bulunmayan bir başbakan’ın; “Biz bölgemizde hiçbir ülkede nükleer silah istemiyoruz” sözleri:
- a) Ne denli tutarlı sayılırdı?
- b) Bunlar samimiyet ve cesareti mi, yoksa şovmenliği mi yansıtırdı?
- c) Bu çıkışları hangi odaklar ve ne oranda ciddiye alırdı?
Ayrıca Ermenistan Başbakanı ve diplomatlarıyla buluşmalar ve “tarihi yaftalı Açılımlar” da, ülkemizin güvenliğini ve geleceğini tehlikeye sokacak adımlardı. Örneğin; Kars Anlaşmasının: “taraflar birbirlerinden, savaş ve saldırılar sırasındaki kayıplar nedeniyle, karşılıklı hiçbir hak talebinde bulunmayacaktır” şeklindeki 15. maddesinden Türkiye aleyhine fiilen vazgeçilme olasılığı hiç hesaba katılmamış ve gündeme taşınmamıştı. Çünkü Ermenistan’la yapılan protokol her iki ülke meclisinde kabul edilirse, Ermenistan’la aramızdaki sınırları ve sorumlulukları belirleyen Kars ve Gümrü anlaşmaları yok sayılacaktı. Bu durumda Nahçıvan’ın varlığı, meşruiyet şartları ve Kars anlaşmasıyla varılan mutabakatlar ortadan kalkacaktı.
Ve zaten şu anki Ermenistan anayasası, bu iki anlaşmanın reddedilmesini şart koşmaktaydı.
TRT 1 mi, İsrail TV mi?
Recep T. Erdoğan’ın ABD’de bulunduğu sırada 12 Nisan 2010 akşamı TRT 1 Enine Boyuna programı Washington’dan canlı yayınlanmıştı. Katılımcılardan meşhur Siyonist stratejist Prof. Hanry Barkey:
“AKP Hükümeti Amerika’ya yaklaşmak için büyük çaba harcıyor, ama anti Amerikancılığa karşı gerekli tepkiyi koymuyor ve yeterli tedbirleri almıyor!”
diyerek bir yandan Türk toplumu nazarında AKP’ye puan kazandırmaya çalışmakta, bir yandan da Recep Erdoğan’a aba altından sopa gösterip hizaya sokmaktaydı.
Bu sinsi Siyonist:
“Sanki dünyada başka problem yokmuş gibi, Başbakan’ın İsrail karşıtı, hatta kışkırtıcı konuşmaları kafa karıştırıcıdır. Üstelik İsrail’in nükleer silahlarını hedef alması yanlıştır. Çünkü İsrail, aynen Pakistan ve Hindistan gibi “nükleer silahları önleme anlaşmasını” imzalamamıştır. Oysa İran bu anlaşmayı imzalamış ve yükümlülük almıştır. Bu nedenle takip altındadır. Türkiye’de bile 90 adet nükleer silah bulunmaktadır. Kaldı ki, gidip körfez ülkelerine sorduğunuzda göreceksiniz ki, İsrail’in değil İran’ın nükleer silah yapımına karşı çıkılmakta ve kuşku duyulmaktadır”
gibi tam bir Yahudi mantığı ve küstahlığı ile “canavarı değil canını koruyanı suçlamaktan” utanmamıştı. Program sunucusu sünepe ise: “Yahu, körfez ülkelerinde yaşayanlara, İran’ı tehdit ve tehlike olarak gösteren ve güdümünüzdeki medya ve despotik sultanlıklar marifetiyle halkı yönlendiren de yine Amerika’dır” hatırlatmasını bile yapamamıştı. Sanki TRT, İsrail ve Yahudi Lobilerinin Türkiye’ye ve İslam Ülkelerine hakaret aracıydı!?
Siyonist Henry Barkey’in:
“Irak biraz kanlı ve sancılı bir sürecin sonunda da olsa, şimdi Şiiler, Sünniler ve Kürtler kendi özgürlüklerini kazanma ve hür seçimlerle kendi yöntemlerini oluşturma yolunda önemli bir başarıya ve huzura doğru yol almaktadır. (Ama ne huzur, ne başarı!.?)
AKP iktidarının özellikle son yıllardaki Kuzey Irak politikası oldukça yapıcıdır ve Amerika’yı rahatlandırmaktadır.”
sözleri ise, yıllardır dillendirdiğimiz ama kimseye dinletemediğimiz acı gerçeklerin dolaylı itirafıydı.
Aynı programa katılan Sabah yazarı ve Brokings Enstitüsü Türkiye pazarlayıcısı Ömer Taşpınar ise:
“Öyle sanıldığı gibi, Türkiye Amerika’nın gündeminde ve güdümünde değildir. Dış politikada Amerika için önemli 10 ülke içine bile giremeyecektir. Türkiye’deki: “ABD ve AB (Batı) bizi bölmek istiyor” saplantısı gereksiz ve geçersizdir. Hatta bazıları “ABD’yi Yahudi Lobileri yönetiyor, Amerika Kürdistanı kurmak ve ülkemizi parçalamak istiyor. Ilımlı İslamcılık ve Fetullahçılık eliyle dini yozlaştırmaya çalışıyor” gibi komplo teorileri üretmektedir.”
diyerek ülkemize ve bölgemize yönelik, öyle gizli değil, ABD’nin BOP gibi resmi projelerini bile “gereksiz kuşku ve kuruntular” şeklinde saklayıp Amerika’yı aklamaya çalışmıştı.
Bu kiralık yalakanın:
“Başbakan Erdoğan’ın, İsrail konusunda üslubunu ve metodunu yumuşatması, İran konusunda ise daha temkinli konuşması halinde hiçbir sorun kalmayacaktır” tavsiyeleri ise AKP iktidarının İsrail’e özde değil, sadece sözde tavır aldığını yansıtmaktaydı. Üstelik bu ifadeler Başbakanından bürokratına, diplomatından yazar ve yorumcusuna kimin nerede ve ne konuşacağının kendilerine pompalandığının da ispatıydı.
SETA Washington temsilcisi Nuh Yılmaz’ın:
“Amerika’daki bazı etkili kesimler, (Yahudi Lobileri) AKP iktidarının ve özellikle Recep T. Erdoğan’ın İsrail’e karşı bazı sert çıkışlarını; ABD’nin iç dengeleri nedeniyle yapmaktan sakındığı “buz kırma (rahat hareket alanı açma), İsrail ve ABD’ye yönelik öfkeleri yumuşatma, (yani Filistin halkının ve Müslümanların havasını alma) açısından yararlı bulmaktadır.”(!?.)
Mayıs ayında BM genel kuruluna gelecek İran’a yaptırım oylamasında, AKP Türkiyesi çekimser kalacaktır (yani ABD’nin elini rahatlandırıp işini kolaylaştıracaktır).”
itirafları ise, hem yüz kızartıcıydı, hem de AKP’nin ve Fetullah Gülencilerin gerçek niyetini ve tiyniyetini ortaya koymaktaydı.
İslamcı ve Amerikancı medya mostraları:
“Erdoğan’ın çıkışları İsrail’de panik yarattı.” “İsrail geri adım atmaya başladı.” “Netanyahu korkusundan nükleer zirveye katılamadı” başlıklı yazılarla oynayadursunlar, İsrailli yetkililer işgal altındaki Batı Şeria’da ikamet eden binlerce Filistinliye karşı etnik temizlik hamlesini uyduruk gerekçelerle hayata geçirmek için plan yapmaktaydı. Bu gerekçelerin birisi, bazı Filistinlilerin Gazzeli olması veya Batı Şeria’da yasadışı oturmasıydı. Bu kişilerin tutuklanması, hapse atılması veya sınır dışına çıkarılması yönündeki askeri emri veren bir komutandı. Gazzelilerin hedef alınması, bu kişileri ve Gazze’yi Batı Şeria’daki kardeşlerinden ayırma amaçlıydı. Bu mazlum müminlere yabancı bir ülkenin vatandaşı gibi muamele edilmesi karşısında Erdoğan neden sessiz kalmıştı?
Binyamin Netanyahu hükümeti bu ırkçı ve siyonist kararıyla Filistin halkına yeni bir savaş açmıştı. Uluslararası camiayı, bütün insan haklarını ve özellikle de savaş esirleriyle işgal altındaki bölgelere dair dördüncü Cenevre anlaşmasını takmadığı halde hiçbir şey yapılmamasından cesaret alan İsrail, yeni bir tehcir operasyonuna hazırlanmaktaydı. Bu kimselerin ‘sızma’ ve İsrail yasalarına uymama bahanesiyle tehcir edilmesi, “yabancı oldukları için Yahudi devletinde kendilerine yer olmadığı” düşüncesiyle, daha büyük çaplı bir tehcir hazırlığının ilk adımıydı. Bu karar aynı zamanda, Batı Şeria ve Gazze’de kurulması öngörülen yeni devlete dönüş hakkının da iptali ve kaybıydı.[1]
Evet, İsrail yeni bir insanlık dramına hazırlanmakta ve Erdoğan hala ciddi ve caydırıcı hiçbir adım atmayıp sadece horozlanmaktaydı. İşte bu kof kabadayılıklardan İsrail çok fena tırsmıştı(!) ve Filistinlileri öz yurtlarından sürmeye başlamıştı.
Yoksa bütün bunlar; İran’ı, Türkiye’ye güvenip rahat davranmaya ve bir saldırıya bahane olacak yanlışlıklar yapmaya sürükleyecek tezgâhın bir parçası mıydı? Recep Bey’in bu sinsi senaryoları ve sonuçlarını anlaması da gerekmiyordu.. O sadece rolüne ve şov maçında alkış toplayacak golüne bakardı! Ancak Obama’ya: “İran’la ilgili sorunlar diyalog yoluyla çözülmeye çalışılmalıdır” sözlerinin, İran’ı peşinen suçlu ve sorumlu saymakla aynı anlam taşıdığına herhalde aklı yatardı…
Bölgemiz çok sıcak bir yaza, İran saldırısına yaklaşıyor
İran’ın “tehlikeli bölge” ilan edildiği açıklandı ve ABD, İran harekâtının ön hazırlıklarına başladı.
ABD sinsi bir aranın ardından yeniden İran’a yöneliyor. İran’la ilgili son gelişmeler, önümüzdeki dönemde konunun dünya, siyasetinde ağırlıklı yer tutacağını gösteriyordu. ABD’nin, Körfez ülkelerine silah yığınağının yanı sıra, Nisan ayı başında Suudi Arabistan ile ortak tatbikatı sırasında İran’a karşı nükleer füze denemesi yaptığı biliniyordu.
Bu arada, İngiltere’nin büyük sigorta borsası Lloyd’s, İran’ı “tehlikeli bölgeler” listesine ekliyordu. ABD etkisiyle alınan karar, İran karasularına girecek gemilerin sigorta ücretlerinde artışa ve İran dış ticaretinin de zarar görmesine yol açıyordu.
Mart ayı başında; petrol şirketleri Shell, Vitol, Glencore ve Trafigura “siyasi risk” nedeniyle İran’a, akaryakıt satışını durdurduğunu açıklamış bulunuyordu. Son olarak da, sigorta piyasasında İran’ı “riskli bölge” kapsamına aldırıyordu.
Lloyd’s, Londra’da yer alan ve sigorta teminatı veren kuruluş ve şahısların oluşturduğu bir Siyonist Yahudi kuruluşu oluyordu. Aynı zamanda dünya denizcilik istihbaratı konusunda bir merkez oluşturuyordu.
Üyesi olan kuruluş ve şahısların toplam sigorta üretimi yaklaşık 53 milyar TL’yi geçiyor. (Siyonist Sömürü düzenini anlatırken, bu kuruluştan Erbakan Hoca özellikle bahsediyordu)
İran’a
Lloyd’s sigorta topluluğu için teknik bilgi sağlayan alt kuruluş Lloyd’s Piyasa Birliği’nin Ortak Savaş Komitesi, İran’ı “Gemiler için Belirlenen Savaş, Darbe, Terör Bölgeleri ve Diğer Tehlikeli Bölgeler Listesi’ne eklediğini açıklıyordu. Lloyd’s Piyasa Birliği Genel Sekreteri Neil Roberts, “Bölgeden transit geçerken, İran kıyısına en fazla 12 deniz mili mesafede seyir yapacak gemiler, sigortacılara bilgi vermek durumundadır. Sigortacılar, ABD’nin İran’a uyguladığı ve uygulayabileceği yaptırımlara karşı ticari anlamda kendileri korumak durumundalar” diye uyarıyordu. Roberts, ayrıca ABD Hazine Bakanlığı bünyesindeki Yabancı Varlıkların Kontrolü Ofisi’nin, “yaptırımları ihlal eden işletmelerin dolar işlemlerini engelleyeceği” konusunda tehditte bulunduğunu da hatırlatıyordu.
Petrol Yaptırımı Yasası
ABD’de ayrıca, Temsilciler Meclisi’nden geçen ve ABD Başkanı Obama’nın imzasını bekleyen İran’a Rafine Petrol Yaptırımı tasarısı yasalaşırsa, İran’a rafine petrol ürünleri taşıyan gemilere “suçlu” muamelesi yapılacağı ve sigortalanmayacağı bildiriliyordu. Tasarı, İran’a petrol ve türevlerini taşıyan gemilerin yanı sıra gemi sahiplerini, işletmecilerini ve mürettebatı da “suçlu” olarak tanımlıyor.
ABD’ye İran’ın cevabı gecikmiyordu. İran Petrol Bakanı Mesut Mirkazimi, İran’a karşı ambargolarda Amerika’nın yanında yer alan ülkelerin, İran petrol sanayi tarafından ambargoya tabi tutulacaklarını, ABD’nin siyasetlerini izleyenlerin İran piyasasına girmelerine izin verilmeyeceğini belirtiyordu.[2]
İran Kara Kuvvetleri Komutanı Tuğgeneral Ahmet Rıza Purdestan
Saldırganları destekleyenleri de düşman göreceğiz
İran, ”olası bir saldırıda saldırganların yanı sıra onları destekleyenlerin de düşman kabul edileceğini” belirtmişti. İran Kara Kuvvetleri Komutanı Tuğgeneral Ahmet Rıza Purdestan, düzenlediği basın toplantısında İran’a yönelik olası askeri saldırı tehditlerini değerlendirmişti. Düşmanların süregiden psikolojik savaş taktikleriyle İran halkını korkutmak istediğini belirten Tuğgeneral Purdestan, ”ABD’nin Afganistan’daki kayda değer güçleri bizim için bir tehdit olarak değerlendirilebilir. Bu konuda da gerekli önlemler alınmış durumda” demişti.
Ordunun her türlü saldırıya karşı hazırlıklı olduğunu ve olası bir savaşın uzun süreceğini kaydeden Purdestan, ”Düşmanla savaşımız sadece iki gücün karşı karşıya savaşı şeklinde olmayacak. Saldırgan ülkenin tüm menfaatleri hedefimiz dahilinde olacak. Saldırgan ülkeyi destekleyen her ülkeyi de düşman olarak göreceğiz ve onlara gereken cevap verilecek” diyen Tuğgeneral Purdestan, ordunun savunma kabiliyetini artırmaya yönelik olarak bu yıl içinde deniz ve kara tatbikatları yapılacağını söyledi. ABD, İsrail ve müttefikleri, ”İran’a karşı askeri saldırı seçeneğinin gerektiğinde kullanılmak üzere masada tutulduğunu” açıklamışlardı. İran ise ”olası her türlü saldırıya tüm imkânlarını kullanarak cevap vereceğini”, ”ABD’nin bölgedeki tüm üsleri ile İsrail’in her noktasını hedef alacağını” belirtmişti.
Washington yönetiminin, nükleer silahların kullanımına ilişkin yeni stratejisinde ”İran’ı nükleer saldırı kapsamı dışında tutmaması” Tahran yönetimince tepkiyle karşılanmış ve ABD’nin BM’ye resmen şikâyet edileceğini söylemişti.
Yani üslerini Amerika ve İsrail’e kullandırması ve düşmanlarına kolaylık sağlaması durumunda Türkiye ve Irak’ın da hedef alınacağını ima etmiş ve dolaylı bi biçimde AKP iktidarına “düşmanımızla işbirliği yapmayın!” mesajı verilmişti.
Evet, öyle anlaşılıyor ki, bu yaz çok sıcak geçecekti.. İran’a bir saldırı olasılığı oldukça yüksekti. Bunun sonunda, sadece bölgemizde değil, bütün yeryüzünde ve özellikle de ülkemizde mevcut dengeler temelinden değişecekti.
“Savaş, hoşunuza gitmediği halde, üzerinize yazıldı (takdir edildi). Olur ki, hoşunuza gitmeyen bir (çok) şey, sizin için hayırlara (vesile olabilir) ve olur ki sevip-istediğiniz (birçok) şey de sizin için bir şer (sıkıntı ve kötülük sebebi)dir. (Hadiselerdeki bu gizli hikmet ve hayırları) Allah bilir, siz bilemezsiniz” (Bakara: 216) ayetinin işaret ve beşaret ettiği hakikatler, herhalde zuhur edecekti.
[1] Bak: Londra’da Arapça yayımlanan Kuds ül Arabi gazetesi, başyazı, 12 Nisan 2010
[2] Ahu Yalçın / 11 Nisan 2010 Aydılık

GERÇEK KAHRAMAN ERBAKAN
İNSANLIĞIN KURTULUŞU İÇİN ÇABALAYAN
GERÇEK KAHRAMAN ERBAKAN
TEK BAŞINA SİYONİZME BAŞ KALDIRAN
GERÇEK KAHRAMAN ERBAKAN
YILMADAN ŞEYTAN VE DÜZENİYLE SAVAŞAN
HER SÖYLEMİNDE HAK VE MİLLİ GÖRÜŞ KONUŞAN
AHLAK VE MANEVİYAT TEMELLERİNİ ATAN
GERÇEK KAHRAMAN ERBAKAN
O GELİNCE DURACAK GÖZYAŞI VE KAN
HERKES NASİBİNİ ALACAK HAK DAVADAN
KAZANACAK ONA HAKKIYLA SADIK KALAN
GERÇEK KAHRAMAN ERBAKAN
TAYYİB ABDULLAH BÜLENT NUMAN
ÇIKACAK ELBET FOYANIZ YAKINDIR ZAMAN
GELİYOR OLAYLARA ERCE BAKAN
GERÇEK KAHRAMAN ERBAKAN
GERÇEK KAHRAMAN ERBAKAN
İNSANLIĞIN KURTULUŞU İÇİN ÇABALAYAN
GERÇEK KAHRAMAN ERBAKAN
TEK BAŞINA SİYONİZME BAŞ KALDIRAN
GERÇEK KAHRAMAN ERBAKAN
YILMADAN ŞEYTAN VE DÜZENİYLE SAVAŞAN
HER SÖYLEMİNDE HAK VE MİLLİ GÖRÜŞ KONUŞAN
AHLAK VE MANEVİYAT TEMELLERİNİ ATAN
GERÇEK KAHRAMAN ERBAKAN
O GELİNCE DURACAK GÖZYAŞI VE KAN
HERKES NASİBİNİ ALACAK HAK DAVADAN
KAZANACAK ONA HAKKIYLA SADIK KALAN
GERÇEK KAHRAMAN ERBAKAN
TAYYİB ABDULLAH BÜLENT NUMAN
ÇIKACAK ELBET FOYANIZ YAKINDIR ZAMAN
GELİYOR OLAYLARA ERCE BAKAN
GERÇEK KAHRAMAN ERBAKAN
israil ve amerikanın sonu geiyor.
israilin ve abd nin irana saldırısı siyonizmin ve abd nin bitişi ve hazin sonlarını hazırlamaları demektir. erbakan hocanın iran gezisinde islam dünyasının birlik ve beraberliğinden söz ederek ince mesaj vermeside bunun kanıtıdır. erbakan hocanın siyonizmin şeytani saltanat dünyasının nasıl yıkılacağını bilip bunu gerçekleştirecek teknolojik hazırlıklarında tamamlandığınında mesajlarını vermesi israilin korkulu rüyası haline gelmiş ama korkunun ecele faydası yok misali gibi artık israil ve abd nin sonunun geldiği açık ve net olarak görülmektedir. ne mutlu milli görüş ve rebakan hocanın belirlediği safta yer alanlara.
israil ve amerikanın sonu geiyor.
israilin ve abd nin irana saldırısı siyonizmin ve abd nin bitişi ve hazin sonlarını hazırlamaları demektir. erbakan hocanın iran gezisinde islam dünyasının birlik ve beraberliğinden söz ederek ince mesaj vermeside bunun kanıtıdır. erbakan hocanın siyonizmin şeytani saltanat dünyasının nasıl yıkılacağını bilip bunu gerçekleştirecek teknolojik hazırlıklarında tamamlandığınında mesajlarını vermesi israilin korkulu rüyası haline gelmiş ama korkunun ecele faydası yok misali gibi artık israil ve abd nin sonunun geldiği açık ve net olarak görülmektedir. ne mutlu milli görüş ve rebakan hocanın belirlediği safta yer alanlara.