YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
69206028084bc
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 4 8
Bugün : 19808
Dün : 45549
Bu ay : 872532
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45276353
IP'niz : 216.73.216.128

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

ABD’nin de PKK’sı ve Öcalan’ı vardı ve “Texas Açılımı” niye yapılamazdı?
Amerika’nın aziz misafiri Fetullah Gülen, Acaba Obama Hazretlerinden, niye Texas Açılımı istemiyordu?
ABD’de Republic of Texas (Texas Cumhuriyeti) diye bir örgüt bilinmektedir. Lideri ise Richard McLaren adında birisidir.
Bütün dünya ve bizdeki Fetullahçılar; Kürt örgütlerini ve liderlerini ezbere sayarlar, ama Teksas ayrılıkçı hareketlerden hiç haberdar değildir.
Texas, ABD’nin güneyinde bir eyalettir. Türkiye’ye yakın büyüklükte toprağı vardır, nüfusu 24 milyona erişmiştir. Bunun yüzde 83’ü beyaz, yüzde 17’si siyahîdir.
ABD’nin en zengin eyaletlerindendir. Ülke petrolünün yüzde 40’ını Texas üretir. Hayvancılık ve tarımda oldukça ileridir.
Texas tarihi boyunca hep bağımsız olmak istemiştir. Bazen başarmıştır da; 1836 yılında, bağımsızlık savaşını vererek Meksika’dan ayrıldı. Ancak bu durum 9 yıl sürebildi. 1845’de ABD’nin istilasına uğradı.
ABD’nin ilhakı Texas’ı böldü. Bazıları federasyon içinde kalmayı desteklerken bir grup ise bağımsızlıktan yanaydı. Bu tartışmalar 150 yıldır sürüyor. Ayrılık fikri bazı yıllarda artıyor; gizli örgütler kuruluyor.
Son yıllarda Texas’ın bağımsızlığı için mücadele veren bir örgüt oldukça önemlidir:
Republic of Texas (Texas Cumhuriyeti)…
Lideri ise Richard McLaren’dir.
Texas halkının esir tutulduğu gibi tezlere sahip olan Republic of Texas 1995 yılında geçici bir hükümet teşkil edildi. Texas bağımsızlığının sembolü olan 1836 Anayasası’na bağlılıkları yinelendi.
Örgüt üyeleri hayli aktifti. Amerikan polisinin şiddet yanlısı tavırları karşısında mecburen silahlanıp dağa çıktılar! Kendileri için “Texas Cumhuriyeti’nin Askerleriyiz” sıfatını kullandılar. 1997 yılında Joe ve Margaret Ann Rowe isimli iki Amerikan vatandaşını esir aldılar; karşılığında ise hapisteki arkadaşlarının serbest bırakılmasını şart koştular.
İşte bizdeki açılımların tapındığı ve sığındığı ABD, böyle bir kalkışmaya “demokratik açılım”la karşılık vermedi. Çok sert güç kullanımıyla Texas Cumhuriyeti Askerleri’ni yakalayıp cezaevine tıktı. Örgüt militanlarının hepsi “bölücülükten” yargılandı ve çok ağır şartlardaki cezaevlerine yollandı.
Örgütün lideri Mc Laren ise tam, 99 yıl hapis cezasına çaptırıldı. Yardımcısı Robert Otto şanslıydı; 50 yıl hapis cezasıyla sıyırdı!
Mc Laren’in cezaevi koşulları
Texas Cumhuriyeti örgütü elebaşısı, militanları cezaevine atıldı ve sorun bitti sanmayınız.
Texas’ta bu yıl yapılan anketlerde Başkan Obama hükümetini üzecek sonuçlar çıktı: Texas halkının yüzde 35’i bağımsız Texas Cumhuriyeti’nde yaşamayı tercih ederken, bu oran Cumhuriyetçiler arasında yüzde 48’e kadar fırlamıştı.
Uzatmayalım… Türkiye’deki “Kürt Sorunu” gibi ABD’nin de bir “Texas Sorunu” vardı.
Gerek Ermeni gerekse Kürt açılımı konusunda çok talepkar olan ABD, kendi toprağındaki Texas Açılımı’na nedense hiç yanaşmamaktaydı!
Ve keşke Başbakan Erdoğan ABD’ye gitmişken, Mc Laren’in cezaevi koşullarına da bir baksaydı; Öcalan mı rahat, Mc Laren mi rahat, karşılaştırma olanağı bulacaktı!..[1]
Suikast senaryosunun sahtekârlığı sırıtmaktaydı!
Vahim olan ‘suikast’ iddiasından çok, Başbakanın bunu doğruymuş gibi yansıtmasıydı!
Her şey açıktı: İddia edildiği gibi özel kuvvetlere mensup subaylar, Bülent Arınç’a yönelik bir suikast timi kurmuş olsalar, aldıkları eğitim gereği, amaçlarına varmaları oldukça kolaydı ve böyle basit ve gülünç durumlara asla düşmeden bu işi başarırlardı. Yani, karar verirler ve yaparlardı. Ve emin olun, ellerinde tutup aceleyle yedikleri kâğıt eşliğinde yola çıkmazlardı!?
İşin önemli ayrıntısı da buradaydı. Özel kuvvetlerden “bazı personelin” Arınç’a suikast girişiminde oldukları bizce tartışılmayacak kadar “asılsız”, komik ve sadece cahillerin ve hainlerin iddiası olabilecek kadar içi boş iddia ve iftiralardı… Fakat çok ciddi sorgulanması gereken başka bir detay vardı:
Recep Erdoğan bu hadiseyi duyar duymaz, neden gerçekmiş gibi orduyu suçlu ve sorumlu göstermeye çalışmıştı?
Açılım safsataları ve kamuoyu aldatmaları!
AKP Hükümeti aylar önce “Kürt Açılımı” için “elini taşın altına koyunca”, nihayet bunca iktidarları boyunca “tarihe not düşülecek bir meseleyi halledecekler” diye sevinenler yanılmıştı. Fakat Kandil ve Mahmur’dan gelen 34 terör örgütü üyesinin şehre inmesiyle işin vahameti ortaya çıktı. Madem hükümet bu işi bir “projeyle” değil, duygusal olarak çözmeyi amaçlamıştı. Ortaya çıkan bu tabloya saygılı ve sabırlı davranmalıydı!
DTP kanadına gelince; önce Emine Ayna’nın pişkin pişkin sırıtarak, “Açılım bittiii, bittiii…” açıklamasıyla olmayan açılıma çelme takıldı. Sonra DTP kapatıldı. Daha sonra partileri kapatılan DTP’liler, “Abdullah Öcalan’ın talimatıyla” BDP’ye katılarak siyasete devam edeceklerini, Ahmet Türk’ün ağzından haykırmışlardı…
Gelinen nokta!.. 9 ilde eş zamanlı olarak yapılan KCK Operasyonu sonucu gözaltına alınmalara kızan Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir, açtı ağzını yumdu gözünü!.. “Has…tir diyorum, has…tir” diyerek, hükümete ve dahi devlete restini çekip meydan okumaktaydı. Hızını alamadı BDP’nin amblemindeki “Meşe ağacının hangi dalları nerenize battı?..” diyerek “bip”li hezeyanlarına yenilerini katmıştı.
Anlayacağınız, “Açılım” meselesi, tarafların da gayretleriyle çözümsüzlük rafına kaldırılmıştı. 2 dönemdir tek başına iktidar olan AKP Hükümeti; milli ve haysiyetli icraatlara imza atamamış, fakat oluşturduğu medyatik gündemlerle çok güzel “curt-cart” yapmıştı… Haklarını yemeyelim, tahribatlarını kahramanlık gibi sunmada, gayet başarılıydı.
Patrikhane açılımı
Atatürk 25 Aralık 1922’de Lozan’da izlenecek politikayı anlatırken, Patrikhane’nin “fesat ocağı” olduğunu söylüyordu:
“Rum Patrikhanesi için Türkiye’nin kendi arazisi üzerinde bir sığınak göstermeye ne mecburiyeti var?! Bu fesat ocağının hakiki yeri Yunanistan’da değil midir?..” diye soruyordu. Ama şimdi AKP demokratik açılım safsatası, Avrupa ve Amerika’nın dayatmasıyla Patrikhanenin 2. Vatikan olmasına yol açacak “ekümenlik” sıfatını tanımaya hazırlanıyordu!
Necati Doğru gibi sormadan edemiyoruz: Yoksa Postallılar ortalıyor, Makosenliler voleliyor muydu?. Amigolar niye sevinç çığlıkları atıyordu? Bazı postallı ayaklar, siyah makosenli ayaklara “top ortalamıyor” olsalardı; bugüne kadar 4 defa kalkışıldığı iddia edilen “AKP iktidarını devirme teşebbüsünden” hiç değilse birinin ete-kemiğe bürünmüş belirtisine tanık olunurdu!
Bazı postallılar, makosen demokratlarına top ortalamamış olsalardı; “İstihkâm binbaşı ile topçu Albayımız, acaba Bülent Arınç’ın sokağında yakalanmış olur muydu? TSK’ya yönelik ithamlar ve çamur atmalar Trabzon’da savaş gemisi sırtında değil, Türkiye’nin Anayasası ile kurulmuş Milli Güvenlik Kurulu toplantılarında “Ne yapmaya çalışıyorsunuz” diye, hesabı-kitabı niye sorulmuyordu? Makosenli ayaklar da gerçekten demokrasi volesi atıyor olsalardı “Mağdur edildik” edebiyatını ve bazı kirli ve gizli yapılanmalar bahanesiyle bütün orduyu yıpratma kampanyasını bırakıp niye “Mason”ların ve mafyanın üzerine gitmiyordu?
Maalesef: “bazı postallar top ortalıyor. Makosenler voleyi çakıyor. Amigolar da makosenli ayakların her topa çıkışını; “darbeciliğe karşı demokrasi volesi” diyen alkışlı yandaş yazılarla süslüyordu. Tümörlü, küflü bir oyun sürüp gidiyor ve ne yazık ki, ordumuz da Milli onurumuz da yara alıyordu.
“Tek Dünya Devleti ve ERDOĞAN” başlıklı yazısında oldukça önemli tespitler ve gerçekçi tahliller yapan Zahide Uçar’ın bu yorumlarını, bazı ekleme ve düzeltmelerle, okurlarımızla paylaşmak istiyorum.
“Küresel baronların acelesi vardır, çünkü Dünyanın kaynakları sınırlıdır. Ve Siyonist Patronlar bu kıt kaynakları “değersiz ve basit varlıklar” olarak gördüğü insanlarla paylaşmak istemiyorlar.
Dünyanın efendileri(!) olduğunu düşünen küresel baronlar, yeryüzünü kısa sürede “küresel bir köy” haline getirmek istiyorlar.
AB, Kuzey Amerika Birliği, Afrika Birliği, Asya Birliği ve BOP (Büyük Ortadoğu) projeleri ile bütün ulus devletleri eritip, milli bilinci köreltip dört devlet haline sokmayı, en sonunda da dört devletten tek devlet çıkarmayı planlayan küresel Siyonist güç, bu birlikler eliyle bütün devletleri kontrolüne geçirmeyi planlıyor. Birliklere katılan devletler önce parasını, sonra ordularını kaybedecek, NATO benzeri birlik orduları yutturmacası ile yutulmaları daha kolay hale geliyor.
Ambalaj çok iyi; öyle ya, sınırların kalktığı savaşsız bir dünya kuruluyor! Kulağa ne hoş geliyor değil mi?
Oysa tek dil, tek din, tek banka sistemi ile gücü tek merkezde toplamayı hedefleyen küresel eşkıya, ya da Şeytanın temsilcileri olan Siyonist odaklar, tek güç merkezi olarak insanoğluna dünyayı açık hava hapishanesi yapmayı planlıyor.
Proje hızlı yürüyor. Dünya nüfusunu yarı yarıya azaltmayı amaçlayanlar, insanları bu ölümlere alıştırıyor. Son yıllarda ki bütün toplu ölümlere dünya kayıtsız kalıyor farkında mısınız? Uzak doğu, Endonezya, Pakistan, Japonya… Oralarda yaşanan toplu ölümlere dünyanın ne kadar kör ve vurdumduymaz kaldığını hatırlayın! İşte bu tepkisizlik yürütülen proje gereğidir. Dünya insanları ölümlere, toplu yok oluşlara alıştırılıyor. Toplu katliamlar yapıldığında, laboratuvarlarda ölümcül mikroplar üretilip insan ırkı kırıldığında da maalesef duyarsız kalabalıklar böyle umursamazca seyredeceğe benziyor!
“Çipli nüfus cüzdanı” da tek dünya devleti için gerekli projenin bir ürünü olarak yürütülüyor. AKP bu projeyi Bolu’da uygulamaya koydu. İleriki zamanlarda bu çiplere kişilerin bütün bilgileri kopyalanacak. Tek dünya devleti olduğunda ise tek banka sistemine geçecek olan federal rezerv banka sahipleri para yerine bu çiplerin kullanılmasını sağlayacak. Her birey ücreti kadar bu çiplerle alışveriş yapacak. Bu çipler sayesinde insanların her davranışı kontrol altına alınacak; zulme ve Siyonist sermaye hakimiyetine isyan etmeye kalkan kişilerin çipi kapatıldığı için yolculuk bile yapamayacak. “Kaybolan çocuklara çip takalım” önerileri ne kadar masum geliyor değil mi? Oysa insanlar alıştırılıyor. Kendi kölelikleri önce zihinlerde onaylatılıyor.
GDO vasıtası ile insanlar gırtlaklarından yakalanırken bir kelepçe de çip’lerle takılmış oluyor. GDO insanların genetiğini bozarken kısırlaştırmaya, yani nüfusu azaltmaya da yarıyor!?
Şu anda ülkemizde olan her faaliyet, baronların yönetiminde köleleştirilmiş insanlardan oluşan “tek dünya devleti” hedefi için yürütülüyor. Rahmetli Erbakan’ın ısrarla vurguladığı gibi: Erdoğan “tek dünya devletinin kurulmasına” hizmet etmek ve kendi ülkesini pazarlamak için seçilmiş bir aktördür. O sadece kendine verilen rolü oynuyor. Bu rolün karşılığını da, makam, menfaat ve madalya olarak alıyor.
Tek dünya devletinin “tek dinli” bir devlet olması hesaplanıyor. Erdoğan “dinler arası diyalog” un eş başkanı olarak Kabala öğretisi ile harmanlanmış evangelist Protestan Müslümanlık dinini yerleştirmeye uğraşıyor.
Kelime-i Şehadet’ten Peygamberimizin adı bu yüzden çıkarılıyor. Lucifer’in (Şeytan iblisin) çocuklarının kurmak istediği tek dinli, aslında dinsiz devletin kurulmasına yardım ediliyor!
Dinler arası diyalogun eş başkanlarından biri de İspanya başbakanıdır. İspanya’da dinler arası diyalog için yapılan heykel her şeyi çok açık anlatıyor. Secdede olan Müslüman’ın yanında İncil bulunuyor, Müslüman‘ın sırtında elinde Tevrat olan bir Hıristiyan oturuyor, Hıristiyan’ın sırtında ise elinde Kuran olan bir Yahudi sırıtıyor!?
Müslüman en altta görülüyor. Bütün dünyaya gelmiş son kâmil ve Hak bir dinin mensubu en altta ve ayaklar altında resmediliyor. İşte bu heykelin temsil ettiği hedefin Eş Başkanıdır Erdoğan!..
Erdoğanizm dini haline gelen bu Erdoğan Müslümanlığının ve ılımlı İslam sahtekârlığının mensupları, Allah Ve Resulüne elbette hesap verecekler; ama önce istismar ettikleri mazlum halklarca hesaba çekilmeleri gerekiyor!
Diyalogcular şeytanın ateşine odun taşırken, insanlığa en büyük ihaneti yapmaya da devam ediyor.
Erdoğan’ın gelişini hatırlayın. Siirt seçimlerinden hülle ile vekil seçilirken ağız birliği etmişçesine herkes, her kurum susmuştu. ABD Büyükelçisi Siyonist Yahudi Edelman; Baykal’dan başlayarak YSK’ya kadar ziyaret edip her birini de “sihirli gücü ile” tatmin etmeyi başarıyordu! Böylece ikna olan her kurum ve şahış aslında kendi canavarına onay vermiş oluyordu. O günden beri de “tatmin” olma seansları devam ediyordu!..
Atatürk’ün şaibeli ölümü üzerine karanlık ellerde masonik ve münafık mahfillerce hazırlanan “Yecüc-Mecüc”ün kapağı da böylece açılmış bulunuyordu.
Hatırlayın; başında ABD’nin çuvalı ile gezen, milletin vicdanında çoktan mahkûm edilen Hilmi Özkök, Genel Kurmay Başkanı olduğu dönemde KKK brövesinden Atatürk resmini çıkarmaya kalkışıyordu ve aslında bu bile ortak bir projeyi haber veriyordu.
Atatürk bağımsız bir ulus devleti milli haysiyeti ve hürriyeti temsil ediyordu. Atatürk emperyalizmin yenilebileceğini bütün dünyaya ispatlayan, mazlum milletlere direnme azmi kazandıran, bağımsızlık şuurunu uyandıran bir lider olarak hatırlanıyordu. O zaman, bu simgenin değersizleştirilmesi, zihinlerden silinmesi gerekiyordu.
Erdoğan Dersim kalkışmasını dillendirirken Atatürk’ü sanık sandalyesine oturtmayı işte bu yüzden istiyordu!
ABD Donanması Haber alma Servisinin 1979 yılında ele geçirilen raporundan beyin yıkama teknikleri hakkında şunlar yazılıyordu:
“Tarih ve hukuku bozup yeniden yazmak ve halkı sağlam inancından koparıp sapkın yaradılış safsatalarının ve inkarcılığın hükmü altına sokmak…”
Erdoğan ve ekibi tarihi gerçekleri sürekli saptırarak bu projeyi yürütüyor. Seçimde kazanırlarsa hukuku yeniden yazmaya hazırlanıyor. Aslında Silivri senaryoları ile GUANTENAMO hukuku zaten uygulanıyor. TSK’ya ve Milli düşünen kafalara ölümcül darbe ise seçimden sonraya bırakılıyor!..
Gallipoli diye film yapanlar, sözde “insan Mustafa” diye belgesel yapıp Mustafa’yı Atatürksüz hale getirenler de yürütülen psikolojik savaşın birer figüranları oluyor. Atatürk Silivri davalarına öyle sehven bir numara olarak girmiyor… Atatürk’ü zihinlerde dönüştürüp silmek isteyenler: “T.C. Devletinin kurucusunu tartışmalı hale getirip yok edersen T.C. diye bir devletin meşruluğu da tartışmalı hale getirilebilir.” Gerçeğini çok iyi biliyor.
Çanakkale ve Kurtuluş Savaşını tartışarak değersizleştirmeye çalışanlar da, tek dünya devletini planlayanların taşeronluğunu yürütüyor.
2006 yılında İtalya’dan Türkiye’ye gelen Türk Hava yolları uçağındaki bir yayında Türkiye haritasında Güneydoğu “Kürdistan” olarak gösteriliyor. Tepki üzerine “sehven oldu” deniyor. Siirt’ten Edelman’ın teveccühü ile “sehven” seçilen Erdoğan, sehven yargılamaların da başbakanı olarak tarih ve vicdanlardaki yerini alıyor!
Erdoğan’ın; tasada ve kıvançta kaynaşmış; ortak inanç, amaç ve ihtiyaç etrafında kenetlenip kucaklaşmış, aynı ülke ve ülkü birliğini başarmış Türk Halkını etnik kaşımayla provoke etmesi de görevi gereği yapılıyor. Gene Alevi-Sünni kaşıması, Aleviliği seçim meydanında yuhalatması da etnik ve dinsel boğazlaşmayı planlayan küresel güçlerin projesine hizmeti hatırlatıyor.
Şöyle diyordu David Rockefeller:
“Düşmanı yok etmenin yolu onların birbirini öldürmesini sağlamaktır. Ordusunu ikiye bölersin, iki tarafa da yardım edersin. Sonra ülkeyi ele geçirirsin.” İşte Recep T. Erdoğan hem ülkemizde, hem de örneğin Libya işgalinde aynı Siyonist projelere piyonluk ediyor.
Türkiye’de asker polis birbirine kışkırtılıyor. Ülkemizde planlanan boğazlaşma ise Kürt-Türk çatışması oluyor. Bu çatışmanın zeminini çıkardığı yasalarla AKP hükümeti oluşturuyor. Kürt-Türk çatışması çıkarsa BM-NATO tezgahı ile ülkenin üzerine çökmeye hazırlanıyor.
Polis ve Orduyu karşı karşıya getiren Erdoğan hükümeti, bütün kurumlara olan güveni bitirip bütün kavramların içini boşaltma görevi de yapıyor. Dün söylediğini hiç sıkılmadan bugün inkar eden, yalan satmaktan hayali projelerle HAYAL satmaya terfi eden bir Erdoğan ekranlarda dolaşıyor. Erdoğan sadece milli güçlere saldırmıyor, aynı zamanda “MUHAMMEDİ AHLAK” prensiplerine de saldırıyor. Bu cümlemi sakın unutmayın!
Bütün kurumların çökertilmesi aslında Cumhuriyetin çözülmesinin alt yapısını oluşturuyor. Devlete Kandilden gelen katiller önünde diz çöktüren ve ülkenin bayrağını teröriste kıyak olsun diye indiren ve YSK’nın veto kararlarını, PKK’dan zoru görünce iki saatte toplanıp kararını değiştiren yargının başbakanı olma şerefine(!) nail olan Erdoğan. Mukadder akıbetine doğru hızla koşuyor!
Küresel Sermaye adına bütün ülkeyi Hasdal-Silivri hattına hapseden Erdoğan…
9 yıldır herkesle kavga ediyor. Kışkırtıyor, bölüyor, ayrıştırıyor. Sürekli kaos çıkartıyor. Sürekli suni gündemler yaratıp toplumu gerçeklikten koparıp sanal bir dünyaya hapsediyor.
Gene ABD Donanması Haber Alma Servisinin raporundaki 3 maddeyi hatırlatalım:
“Genel Kural
1- Düzensizlik ve belirsizlik oluşturmak:
Ülkelerde düzensiz çıkarmakta yarar vardır. Daha fazla karışıklık ABD hesabına daha fazla kar sağlayacaktır. Bu nedenle en iyi yaklaşım, önce problem yaratmak ve sonrada kendimize uygun çözümler sunmaktır.”
Erdoğan bu maddeyi 9 yıldır başarı ile uyguluyor. Yani görevini iyi yapıyor(!)..”
2-Medya marifetiyle kafaları bulandırmak: Yetişkin nüfusun dikkatini dağıtıp sosyal sorunlardan uzak tutarak gerçekte hiçte önemli olmayan meselelerle toplumu oyalayıp avutacaktır.
AKP medyası 9 yıldır bu maddeyi de başarılı bir şekilde uyguluyor.
3-Okulları kısırlaştırmak: Genç nüfusu gerçek matematikten, gerçek ekonomiden, gerçek hukuktan ve gerçek tarihten habersiz tutmaktır.”
Bu madde yıllardır ağırlaştırılarak birçok hükümet tarafından uygulandı, uygulanıyor.
Dünyanın çoktan terk ettiği modern matematik okutularak matematik aklı yok ediliyor. Okul ve dershane kıskacına hapsedilen öğrencinin verilen ders dışındaki konuları araştırma imkanı bırakılmıyor ve bağımsız düşünme yeteneği kısırlaştırılıyor. Koyu bir beyin kirlenmesi ve körlenmesi yaşanıyor. “
Türkiye’de olanlara içeriden bakarsak, kavram kargaşası ile gerçekleri gözden kaçırırız. Gerçek olansa; tek dünya devletine giden yolda Türkiye’nin nasıl dizayn edildiğini görmek ve millet olarak artık kendimize gelmektir.
Türkiye’nin dizayn edilmesi ve küreselleşme adına Siyonist sömürü düzenine demokrat köle haline getirilmesi için de Erdoğan görevlendirilmiştir.
BOP, GOP ve Dinler arası diyalog EŞBAŞKANI olmayı kabul ederek Lucifer’in çocuklarının “TEK DÜNYA DEVLETİ” ni kurma projesinde figüranlık etmektedir.
Şeytani güçlerin insana hükmedebilmesini sağlayacak olan Tek Dünya Devleti olsa olsa Nemrut’un Firavun’un ve Karun’un ülkesi haline gelir ve ılımlı İslamcı din hocaları da BEL’AM gibi bu zulüm ve esaret düzenine fetva verir.
Gün, Nemrut’un yaktığı ateşe odun taşıyanlarla, bu ateşi söndürmek için su taşıyanların saflarını seçtiği gündür. İnsan olmakla köle olmak arasında yapılan tercih kişilerin kedi kaderini de belirleyecektir.”
Hürriyetin havarisi Ertuğrul Özkök, kökünden kopan Recep T. Erdoğan’la, aynı hedefleri, ama farklı beklentilerle savunmaktadır. Hürriyet yazarı Özkök özlemlerini şöyle sıralamaktadır:
Mini etekle namaz kılınsın!
Başörtüsü ile şarap içilip şampanya patlatılsın!
Kilisede cenaze merasimi yapılsın!
Kilisedeki cenaze törenini de bir imam yönetip günah çıkartsın!..
Evet, seyrine ve keyfine doyum olmaz değil mi? İşte ılımlı İslamcıların ve Dinler Arası Diyalogcuların sonunda varmak istedikleri nokta burasıdır. Öz(Sabatay)kök, bunu kestirmeden açıklamıştır. Recep Erdoğan ve Fetullah Gülen gibi dolaştırıp durmaya gerek duymamıştır.
Bütün bu acı gerçeklere ve sancılı gelişmelere rağmen, hala “bizi CHP zihniyetinden kurtaracak” diye AKP’ye can simidi gibi sarılanlar… Hatta daha da beteri, Siyonist sömürü şebekesinin ve küresel çetenin madalyalı taşeronu ve tahsildarı olan Recep T. Erdoğan Bey’i ve AKP’yi “Erbakan’ın devamı, Milli Görüşün aynısı” sanıp savunanlar, bu gafletlerinin ülkemizi hangi felaketlere sürüklediğini artık görmeleri lazımdır. Çünkü yarınlar çok geç kalınmış olacaktır ve çok daha ağır bedeller ödemek durumunda kalınacaktır. Bu arada, laiklik ve Kemalizm adına hala imam hatiplilere, başörtülülere ve dindar kesimlere sataşmak için çırpınanlar da, toplumu ürkütüp AKP’ye sığınmalarını sağlamaktadır ve AKP’ye mazeret ve meşruiyet kazandırmaktadır. Yani katı ulusalcılarla ılımlı İslamcılar, sözde karşıt cephelerde, ama aynı şeytani odaklara hizmet sunmaktadır.
Ey AKP’liler ve tüm dinlerini ılımlaştırıp dejenere etmiş kesimler ve onlara mazeret kazandıran Kemalist geçinenler!
Sizlerin Batılda, yanlışta, haksız ve dayanaksız bir yolda olduğunuz ve şeytani güçlere kulluğunuz, öyle kafadan değil, Kur’an’la ortaya konulmakta ve uyarılmaktadır.
“O (Kur’an ki) bütün alemler için bir zikir (ve hatırlatmadır). Onun haberinin (ve hükümlerinin gerçek ve geçerli olduğunu) bir zaman sonra kesinlikle bilip anlayacaksınız (Ama iş işten geçmiş olacaktır)” (Sad: 87-88)


[1] odatv.com / S. Yalçın

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Subscribe
Bildir
0 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Picture of Nail KIZILKAN

Nail KIZILKAN

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...