YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
69206d5beee37
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 4 8
Bugün : 22115
Dün : 45549
Bu ay : 874839
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45278660
IP'niz : 216.73.216.128

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

Çağımızın en önemli ve en verimli (üretken) ilim adamlarından Muhterem Süleyman Karagülle’nin, Metin Bey Kardeşimizle selam ve dua ile birlikte gönderdiği;

“Fetullah Gülen Amerika’da esir tutulmaktadır. Cemaat ve teşkilatı da maalesef işgal altındadır. Birtakım yanlışlık ve yamukluklar, Onun adına malum merkezlerce yapılmaktadır. Bu nedenle haklarında daha dikkatli ve rikkatli bir dil kullanılmalıdır” anlamındaki teklifleri Ahmet Akgül Hocamıza iletilince:

“Üstadın tespit ve tenkitleri yerindedir, tavsiyeleri baş göz üzerinedir” yanıtını vermişlerdi. Ancak; “Fetullah Gülen’in de bu tahribatlara bile bile alet olmaması, artık gereken dirayet ve cesareti gösterip, Siyonist ve Masonik odaklara karşı camiasını uyarması ve kamuoyunu rahatlandırması gerektiğini, aksi halde, bir kişinin hatırı için Dinimize ve devletimize yönelik derin tahribatlara göz yummanın insana çok büyük vebal yükleyeceğini” belirtmişti. İnancımıza göre; “Tenkit meşru (caiz ve gereklidir), tahkir ise memnudur (yasak edilmiştir)” prensibine uyarak, ama “Haksızlıklar karşısında susan dilsiz Şeytandır” hadisi şerifinin tehdidinden de sakınarak, bu konudaki bazı gerçekleri ortaya koymamız gerekirdi.

Cemaat, artık CIA’nın yan kuruluşu muydu?

CIA Ortadoğu Masası eski şefi, CIA’ya yakın Rand’ın uzmanlarından Graham Fuller yeni bir kitap çıkarıyordu. ABD’nin Yeşil Kuşak Projesi’nin mimarlarından Fuller’in kitabının adı “A World Without Islam (İslam’ın Olmadığı Bir Dünya).”

Gülen cemaati ile oldukça derin ilişkileri bilinen, Fethullah Gülen’e ABD’de kalması için referans veren Fuller, kitabında “Eğer İslam olmasaydı dünya dengeleri nasıl olurdu?” konusunu irdeliyordu. İslamsız bir dünyada terörizm, medeniyetler arası çatışma gibi konuların olup olmayacağını sorguluyor, Ilımlı İslam olursa dünyada huzurun artacağını söylüyordu.  Fuller, söz konusu kitapta Hazreti Muhammed’den Osmanlı ve Cumhuriyet dönemine kadar inceliyor ve kafasına göre yorumlayıp çarpıtıyordu.  İslam’daki, zulme karşı cihat şuurunu, medeniyet ve hâkimiyet ruhunu kötü gösterip körletmeye çalışıyordu. Elbette, Fuller’in asıl amacı Ilımlı İslam’ın lideri olması gereken Türkiye’ye roller biçiyordu. Fuller’in kitabına cemaatin ABD’deki başka bir temsilcisi, Gülen’e referans veren bir başka isim John Esposito’nun da tanıtım yazısı dikkat çekiyordu.

Peki, eski CIA’cı, Siyonist Yahudi kurmayı Fuller’in kitabının tanıtımı nerede yapılıyordu? 23 Eylül günü Washington’da Fethullah Gülen’in onursal başkanı olduğu Rumi Forum’da!?.

Yani Cemaat, Siyonizmin Türkiye kolu ve CIA’nın sivil kuruluşu gibi kullanılıp istismar ediliyordu.

Ağızbirliği etmişçesine herkes “Fetullah Gülen’in Pensilvanya’daki yüzlerce dönümlük bakımlı arazi ve onlarca özel villadan oluşan mütevazı(!) çiftlikte inziva hayatı yaşadığını” söylüyordu. Köşe yazarlarından holding patronlarına, yüksek bürokratlardan siyasi parti kurmaylarına bir sürü insan Türkiye’den kalkıp sürekli Onu ziyarete gidiyor, sohbet ve röportajlar yapıyor, ama O hala inzivada gösteriliyordu. Üstelik bütün bu astronomik masrafları kimin karşıladığı bir türlü yanıtlanmıyordu!..

Fetullah Gülen inzivada ise, bu kadar geniş bir yapıyı nasıl, hangi şahıslar ve oluşumlar eliyle yönetebiliyordu? Yoksa Cemaati başka güçler yönetiyordu da O sadece bir vitrin mankeni olarak mı kullanılıyordu? Ve bunun için mi Pensilvanya’da esir tutuluyordu?

Ve yine kendisi Yahudi Lobilerinin ve CIA yetkililerinin güdümünde siyasi ve içtimai bir figüran yapıldığı halde, “manevi bir şahsiyet” havası verilmek için mi, hep inzivada gösteriliyor, yani kamuoyu ve mensupları aldatılıyor muydu?

İlkokul diplomasını bile dışarıdan almış, normalde 20 yılı bulan klasik medrese tahsilini bile yapmayıp sadece birkaç yıllık özel dersler almış, ama Risale-i Nur Külliyatını okuyup aktararak ve pek çok kısmını da ABD’nin ve zalim dünya düzeninin keyfine ve kendince yorumlayıp çarpıtarak, etkileyici hitabet yeteneği ve cerbeze-i lisaniyesi sayesinde “büyük ilim adamı” havaları atmaya başlayan, her konuda, çoğu fasit fetvalar uydurmaktan sakınmayan… Ancak

1-   Dinde müçtehit

2-   Müntesip müçtehit

3-   Mezhepte müçtehit

4-   Tercih ehliyetli alimler

5-   İstidlal yetkili alimler

6-   Huffaz (mezheplere ait birçok hüküm ve rivayetleri ezberleyen ve doğru şekilde nakledebilen) Hüccet sahibi alimlerdir ki, İbni Abidin Dürül Muhtar, El-Vikaye ve El-Mecma gibi muteber eserlerin müelliflerini bu son tabakadan saymaktadır.

7-   Mukallit kesim (Prof. Muhammed Ebu Zehra’ya göre bunlar, farklı kitapları okuyup, kaynak ve dayanaklarını bilmeden aktaran, laf kalabalığı ve hikaye vaazlığı sayesinde bilgiçlik taslayan tiplerdir ve bunlar asla ilim erbabı sayılmamaktadır) ki, işte Fetullah Gülen bu sınıfa dahildir. (Bilgi için Bak: İslam’da Fıkhi Mezhepler Tarihi, M. Ebu Zehra, Hisar yy, 1976, Sh. 136 ve devamı-Sh.127-137)

Ama buna rağmen Fetullah Gülen, büyük bir otorite havasıyla günümüzü yorumluyor, geleceğe yön veriyor… Bunlarla da yetinmeyip geçmişi ve tarihi bile yargılayabiliyordu veya mel’un merkezlerin hazırladığı metinler O’nun adına piyasaya sürülüp, sevenleri ve destekleyenleri yönlendirilip yamultuluyordu. Örneğin:

“Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail’le askeri tedbirler yerine, diplomasiyi tercih etseydi, bugün Alevi-Sünni münasebetleri daha başka türlü olacaktı” gibi yüksek perdeden ahkamlar kesiyor ve daha önceleri Risale-i Nur’dan kendi malı gibi naklettiği “kader hakikatine” de ters düşüyordu…

Tarihi olayların kavga ve kamplaşma yerine diyalog ve diplomasiyle çözüleceğini söyleyen Fetullah Gülen, nedense Referandumda olduğu gibi; Türkiye’de halkın “Evet”çi “Hayır”cı olarak kutuplaşmasına özellikle katkı sağlıyor ve “gerekirse mezardakilerin bile kabirden kalkıp evet demesi gerekir” diye kışkırtıyordu.

Fetullah Gülen şunları anlatıyor; merhamet propagandasıyla keramet sergiliyordu:

“Odama bir arı girmişti. Uçamıyordu, felç geçirmiş gibi bir hali vardı. Belki açlıktandır deyip bir kaşık balın içine bıraktım, olmadı. Yanına su koydum, iyileşmedi. Ne yapsam düzelmiyordu. Aldım, bahçeye bıraktım. Sonra oturdum yarım saat ağladım”. (Zaman yazarı Hüseyin Gülerce’nin yazısından alınmıştır).

Eğer “kanadı kırık zavallı bir arı” için yarım saat ağlanacaksa… Ergenekoncu damgasıyla Silivri zindanında suçlarını bile bilmeden tutuklu olarak yatan insanlar için ağlama süresi ne kadardır acaba?

Eğer “kanadı kırık zavallı bir arı” için yarım saat ağlanacaksa… “Ortamımı dinliyor olabilirler”, “Mahremime kamera dayamış olabilirler”, “Özel görüşmelerime kulak kabartmış olabilirler” diye tedirginlik yaşayan ve psikolojisi bozulan insanlar için ağlama süresi ne kadardır acaba?

Eğer “kanadı kırık zavallı bir arı” için yarım saat ağlanacaksa… İsrail askerleri tarafından öldürülen Mavi Marmara gemisindekiler için ağlama süresi ne kadardır acaba?

Eğer “kanadı kırık zavallı bir arı” için yarım saat ağlanacaksa… “Yoksa beni de karalayıp itibarsızlaştıracaklar mı?” diye şüphe ve endişe içinde kıvrananlar için ağlama süresi ne kadardır acaba?

Eğer “kanadı kırık zavallı bir arı” için yarım saat ağlanacaksa… Kendilerini “cemaat mağduru” sayan ve bu tezgâhın kahrına uğrayan bürokrat, siyasetçi ve askerler için ağlama süresi ne kadardır acaba?” diye soran Ahmet Hakan haksızlık mı ediyordu?

Bu cıvık cıvık riyakârlıkla, bu yapmacıklıkla, bu sahte evliyalık taslamalarla, bu merhamet istismarıyla; iman, ihlâs ve ittika nasıl bir arada barınabiliyordu?

Fetullah Gülen’in otorite saydığı İsrail’i Haham Ovadya, Yahudilerin gerçek içyüzünü bir kez daha ortaya çıkarıyordu!

Şalom gazetesinin bülten haberine göre (23 Ekim 2010) İsrail’in önde gelen dini liderlerinden, koalisyon ortağı Şas Partisi’nin ruhani lideri Haham Ovadya Yosef, Yahudi olmayanların varlık sebebinin “Yahudilere hizmet olduğunu” belirtiyordu. İsrail’de partilerin ayrıca ruhani liderleri bulunuyor ve partiler dini özellik taşıyordu. Hahamların verdiği demeçler siyasi partileri de bağlıyordu. Bunlardan biri Ovadya Yosef’in can alıcı demeci oluyordu. Jerusalem Post’un haberine göre: “İsrail’deki Yahudi olmayanların da, Yahudiler zarara uğramasın diye, Tanrı tarafından korunduklarını” öne sürüyordu. Neden mi? Düşünün ki, eşeğiniz öldü. Ne olur? Sıkıntıya uğrarsınız. Çünkü o hizmetkârınızdır. İşte onun için yaşaması lazımdır. Yahudiler için iyi çalışsınlar diye başka insanlara ihtiyaç vardır. Çünkü çalışıp ezilecekler, ekip biçecekler. Biz de efendi gibi oturup yiyeceğiz. Goyların (Yahudi olmayan diğer bütün ırkların) yaradılış sebebi budur.”

Haham Ovadya Yosef bununla yetinmiyor, Yahudi olmayanları bakın nasıl niteliyordu: “Goylar (Yahudi olmayanlar) bize hizmet için doğarlar. Yalnızca İsrail halkına kölelik için yaşama hakkına kavuşurlar. Bunu yapmazlarsa dünyada yerleri yoktur.”

İşte Amerikan Yahudi Lobilerinin Pensilvanya’daki esiri Fetullah Gülen’in “Büyük otorite” dediği bunlar oluyordu.

Bizim bön Müslümanlarımız onları “ehli kitap ve İbrahim’i din” olarak niteleyedursunlar, sonuç onlara hizmetkârlığa çıkıyordu.

Fetullahçı Önder Aytaç nasıl böyle saldırıyordu?

Taraf Yazarı, Polis Akademisi Hocası ve Kültür Bakanı danışmanı ve Fetullahçı badigartı Önder Aytaç:

Hanefi Avcı’ya şöyle küfrediyordu:

“Senin g…ü biz kaldırdık. Ama kalkan g…ü indirmek de benim boynumun borcudur, ey Hanefi Avcı…”

Hızını alamayıp bazı gazeteleri hedef gösteriyor:

“Hatta medyatörlerin, DNA ve NTV’yi bile Hanefi Avcı’ya kullandıranların ve buralarda Ergenekonvari çalışma yapanların sorgulanması söz konusu olacaktır.”[1]

diye gözdağı veriyordu.  İşte hoşgörü ve diyalog düdüğü çalanlar, biraz palazlanınca görün, nasıl da şımarıp saldırganlaşıyordu!

Hani, edep hayâ nerede kalıyordu?

Kanun yasa bunlara niye işlemiyordu?

Önder Aytaç’ın kendisi bile, polisteki Fetullahçı yapılanmanın en canlı kanıtı gibi sırıtıyordu.

Amerikan amcalarına güvenen amigoların bir emniyet müdürüne: “Senin (bilmem nereni) biz kaldırdık, gerekirse biz indiririz” gibi köprü altı ağzıyla söyledikleri, bunların daha önce kullanıp yararlandıkları bazı kişileri, işleri bitince nasıl ucuza harcadıklarını da gösteriyordu..

 

Abant Platformlarının perde arkasında Yahudi patronlar sırıtıyordu!

Fetullahçıların Erbil’de yaptığı Abant toplantısının ardından gelen Türkçe gazete “Hewler Post” yayın yaşamına işbirlikçiliğinin tescilliğiyle başlıyordu. Hewler Post’un yayın yaşamına atılması, PKK’nın siyasallaştırılması sürecinde ve Erbil’de yapılan Fetullahçı-Amerikancı Abant toplantısından sonraki sürece denk düşmesi dikkat çekiyordu. Gazetenin finansmanının İsrail’li ve ABD’li Yahudi sermayedarlarca karşılandığı biliniyordu. Hewler Post, Irak’taki tüm muhalif grupları, aslında tüm unsurları, işbirlikçi Kürt Amerikan çizgisine yaklaştırarak dönüştürmenin ayaklarından sadece bir tanesini oluşturuyordu. Ali Babacan’ın: “Terörle mücadelede 2007 sonundan itibaren Türkiye’de yeni bir dönem başlamıştır. Bu bölücü terör örgütü artık ne bugünün Türkiye’sinde ne bugünün Irak’ında yeri olmayan bir örgüttür. Bunun da herkes daha çok farkına varıyor. Buna kalıcı bir çözüm bulabilmek için de bir yandan Türkiye, bir yandan Irak, bir yandan ABD aynı zamanda bu üçlü mekanizma içinde de çalışmalar yapıyoruz. Ama bu bir süreç. Hemen elde edilecek sonuçlar değil bunlar”[2] diyerek kamuoyunu Amerikancı “çözüm”e alıştırmaya çalışıyordu. Öte yandan bu süreçte başkaca ilginçlikler yaşanmakta: Tez Koop-İş Sendikası, Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) İdaresi’nin Şanlıurfa’ya taşınmasıyla ilgili Bakanlar Kurulu kararını; “GAP’ın Ankara’dan taşınması federatif bir idari sistemi anımsatmaktadır” diye uyarıyordu.  Merkezin yetkisini ve etkisini yerele devrederek federatif yapının temellerini sağlamlaştırmak, AKP’nin GAP Eylem Planı’nda geçen “yerel ve merkez arasındaki koordinasyonun merkez teşkilatı tarafından yapılacağı” görüşüne de ters düşüyordu. Ancak proje Siyonist damgalı ve Büyük İsrail amaçlıydı ve Atlantik ötesinden yürütülüyordu. “Adem-i Merkeziyetçilik, merkezden yerele yetki aktarımı, 21. yüzyılın yerel gündemi” gibi kavramlar tam da Yeni Osmanlıcılık politikası bağlamında kullanılıyor ve emperyalist planlara demokratik kılıflar geçiriliyordu. Hewler Post’ta yazan Remzi Peşeng, yerelleşmeye tarihsel bir arka plan çiziyor: “Osmanlı yönetimi Kürdistan’la ilk adımını siyasal ilişkiler sonucu attıktan sonra, Kürt unsurlara verdiği bir çeşit ayrıcalığa ya da “Otonomiyi” kontrol altına almak için merkezden resmi sıfatla gönderilen unsurların “memurların” sayısını giderek arttırır” diyerek tarihi bir gerçeği çarpıtmaya çalışıyordu. Hewler Post’un yayın yönetmeni Fetullahçı Rebwar Kerim Weli yazısında: “Kürtler bir gün Türkiye yoluyla Avrupa Birliği’ne girmenin hayalini kuruyor. Onlar düşünüyor ki eğer bir gün Oraklı Araplarla yaşayamazlarsa konfederal bir yapıyla Türkiye’ye bağlanabilirler.”[3] diyordu.

Aynı yazar enerji hatlarının güvenliği ve Kürdistan’ın Avrupa’yla petrolle doğal gaz acısından ilişkileri boyutunda, Barzanici bir bakışla şunları söylüyordu: “Başkan Barzani, Avrupa’nın bazı ülkelerine düzenlediği ziyaretlerinde Kürdistan petrolünün ve doğal gazının Türkiye yoluyla Avrupa ülkelerine ulaşması meselesinden çok ciddi bir şekilde bahsetmiş. Kürdistan 50 milyar ham petrole ve Ortadoğu’nun en büyük 3. doğal gaz rezervine sahiptir. Bu açıdan Kürdistan Bölgesine bakarsak, bu bölge Türkiye ve Avrupa enerjisinin büyük bir bölümünün temini için önemli bir kapıdır.”[4]

Aynı gazetede yazar olan KYB Basın Yayın Bürosu Sorumlusu Azad Cundiyani, üçlü olarak ifade etmiş olduğu çözüm süreci konusunda: “Diyarbakırlı yazar ve aydın Altan Tan, ABD Başkanı Obama’nın Türkiye ziyareti hakkında bana şunu söyledi: “Kürt meselesinin çözümü konusunda üç aşamalı bir plan var. Bunlardan ilki Kürt meselesinin çözümü konusunda şu ana kadar yapılanlar ülkenin anayasasına koyulmalı. Kültürel alanda henüz yapılmayanlar yapılmalı ve ‘vatandaşlık’ tanımı konusunda gereken değişiklikler yapılmalı. İkincisi Kürdistan Bölgesi hükümeti tanınmalı. Üçüncü aşamaysa PKK’nın dağlardan inmesi, etkili ve kabul edilir bir afla silahlar atılmalı.” diyerek PKK’nın siyasallaştırılıp, Türkiye’nin federasyonlara ayrışma aşamalarını özetliyordu.

Cumhurbaşkanı Gül’ün ağzından tescillenen ‘Kürdistan’ Hewler Post’ta şöyle övüyordu: “Barzani, Türk Cumhurbaşkanı Gül’ün kendisiyle görüşmesinin Türkiye’nin ‘Kürdistan Bölgesini’ tanıması anlamına geldiğini açık bir biçimde belirtti.”[5] Gazetenin yazarlarından Remzi Peşeng’in tespitiyle: “Kürdistan ifadesinin siyasi terminolojide belirtilmesi, peşin bir ayrılık alameti sayılmasa da uzun senelerin baskıları sonucu tabu haline getirilen bu kavramların önünün açılması, Türkiye’ye özgü çözüm önerilerine siyasal bir süreç kazandırması bakımından da önemlidir”[6] sözleri gizli ve kirli hedefleri deşifre ediyordu. Barzani’nin Hewler Post’a yazılan görüşleri, Irak’taki Kürtleşme hareketinin, Uluslararası Kürt Konferansıyla ‘reorganize’ edilerek, yani Amerikan siyasetine evrilerek yeniden organize olmasını yansıtıyordu.[7] Genel Yayın Yönetmeni Rebwar Kerim Weli, 1 Mart Amerikan askeri işgalini onaylayan tezkerenin geçmemesinin, Kürtler için fırsat olduğunu söylüyordu: “Kürtler 1 Mart tezkeresi parlamentodan geçmediği için şanslıydılar. Amerikan askeri o dönem Türkiye’den o kadar nefret ediyordu ki, neredeyse  Türkiye’ye de saldıracak bir duruma geldik’ diyorlardı. Bu, Kürtlerin tarafına doğru olumlu olarak döndü ve Kürtler Amerikalılar için ev sahibi oldu.”[8]

Gazete’de yazan İsmail Beşikçi de: “ABD; kendi çıkarları doğrultusunda Irak ‘a silahlı müdahale etti. ‘Kutsal statüko’da önemli bir gedik açıldı. ABD şüphesiz bunu, Kürtlerin hakkı-hukuku için yapmadı. Ama müdahale, Kürtler için olumlu bir ortam hazırladı. Artık, tarih bu doğrultuda ilerleyecektir. Geriye gidiş artık olası değildir.”[9] diyerek, şimdiden bağımsız Kürdistan’ı kutluyordu.

Yine gazetede Prof. Dr. Ümit Yazıcıoğlu: “Peter Galbraith, birleşik Irak oluşturma çabalarının başarısızlığa uğradığını savunarak, Irak’ın bölünmesini ve bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasını haklı olarak önerdi. Türkiye bu reel gelişmeyi diplomatik düzeyde artık kabullenmelidir. Irak’ta bir Kürt devletinin oluşumu 1990’ların başından beri yaşanıyor. Dolayısıyla Ortadoğu’da büyük ekonomik yatırımları bulunan Türkiye’nin Irak Kürdistan’ında kurulması mümkün olan bağımsız bir Kürt devletini potansiyel müttefik olarak görmesi Türkiye’nin iç ve dış güvenliği açısından zaruridir.”[10] diyerek gizli ve kirli mahiyetini ortaya koyuyordu. Amerikan güdümlü ‘özgürlük’ işgalini onaylayarak, işbirlikçi tavrını gösteriyor ve Irak’ın Atlantik ötesi işgali için ev sahibi olduğunu belirtiyordu.

Başka bir Amerikan işbirlikçiliği örneği de İlnur Çevik’in sözleriydi. Irak’ın işgal sonrası kıt kaynaklarını Amerikan savaş ekonomisi için hazırlayanların başında gelen İlnur Çevik, Fetullahçı Hewler Post’a şu açıklamaları yapıyor: “PKK, Ankara Erbil ilişkilerinin daha sıcak ve çok daha verimli bir ortama çıkarılmasındaki tek ve ciddi bir engel olarak durmaktadır. Artık ilişkilerdeki PKK gölgesi kalkmalıdır. Genel af yapmasa bile Türkiye, PKK’lıları dağdan indirecek ve onları evlerine gönderecek bir formül bulmalıdır. Yani Türkiye ve Irak dağlarındaki PKK militanlarına yeni bir beyaz sayfa açacak, liderlik kadrolarını da bir Avrupa ülkesinde barındıracak bir formül bulunmalıdır.”[11] sözleriyle ayarını ve amacını ortaya koyuyordu.

Sürecin analizi çok basit aslında; 15 yıldır Türkiye’ye bela olan PKK’nın tasfiyesi görüntüsüyle siyasallaştırılıp meşrulaştırılması karşılığında belki daha da tehlikeli olan “Kürdistan”ın tanınması, “Kürdistan”a olabilecek her türlü, kültürel, siyasi, enerji, eğitim, sağlık, alt yapısının geliştirilmesi ve Amerikan destekli yönetime koşulsuz desteğin sağlanması amaçlanıyordu. Ergenekon operasyonu da, bu Atlantik ötesi projeye karşı yine Atlantik ötesinin kurguladığı ve uyguladığı, kendilerine ayak bağı olacak tüm kadroların kontrol altına alınması için bir fırsat olarak kullanılıyordu.

Ergenekon’daki CIA Maşası ve Yahudi Hahamcığı kim oluyordu?

1972 doğumlu Tuncay Güney, Çorum’un Kargı ilçesi nüfusuna kayıtlı bulunuyordu. 2001 ‘de aldığı 10 yıllık ABD vizesiyle 7 yıldır New York’ta yaşıyordu. Tuncay Güney, CIA denetimindeki “New York Institutcs” adlı web sitesinin Genel Yayın Yönetmeni olarak tanıtılıyordu. Tuncay Güney’in babası çok küçükken ölüyor, yetim ve yoksul kalıyor, Çorum’da okurken İmam Hatip Lisesi’nde “ağabeyler” tarafından fark ediliyor, İstanbul’a getiriliyor, ünlü “babalar ve oğullar” uygulamasına maruz kalıyor, kişiliği yok ediliyor, suç işleyecek bir makine haline getiriliyordu. Bunlar da yetmiyor ırzına geçilerek eş cinsel yapılıyordu. Önce İsmailağa dergâhına yerleştiriliyor, sonra hızla ilerliyor ve Fetullah Gülen tarikatına dahil oluyordu. 1989-1991 yılları arasında Fetullah Gülen’in özel kalemi olarak cemaatte görev yapıyor, Altunizade’deki FEM Dershanesinin en üst katındaki Fetullah’ın bürosundaki randevuları o düzenliyordu. Görüşmelere katılıyor,  Samanyolu televizyonunun kurulmasını sağlayan ekipte yer alıyordu. O dönemde Samanyolu televizyonunda programlar yapıyor, hatta Başbakan Tansu Çiller ve Bülent Ecevit’i bile programına konuk ediyordu. 1993-1996 yıllarında Akşam gazetesinde muhabirliğe başlıyor, 1998 Ocak’ında haftalık Strateji dergisinin Haber Koordinatörü görevini yürütüyordu.

Tuncay Güney’in o dönemde yaptığı eylemleri kendi ağzından dinleyelim:

“Doğu Perinçek’in Bekaa kampında Abdullah Öcalan’la yaptığı görüşmelerin fotoğraflarını PKK’dan alıp MİT’e getirdim. Lübnan’da PKK’nın adamıyla buluşup, fotoğrafları alarak getirip teslim ettim, Fetullahçıların Erbil’deki kolejinin kapanmasını önlemek için PKK’ya 15.000 doları ben götürüp verdim. Tansu Çiller ile Abdullah Çatlı’yı birlikte gösteren fotomontaj fotoğrafı DYP milletvekiline 2.5 milyar lira karşılığında ilettim. Büyük Birlik Partisi’nin kuruluşu için Fethullah Gülen’in verdiği para destesini Muhsin Yazıcıoğlu’na teslim ettim.”

Bilinen ve görünen nitelikleriyle Tuncay Güney yeminli bir CIA ajanı (yeminli tercüman deniliyor) olarak Ergenekon soruşturmasında yerini alıyordu. En başından beridir, Tuncay Güney’in şizofrenik ifadelerine dayanarak birçok insan tutuklanıyor ve sorgulanıyordu. ‘Ergenekon’un gözaltı ve tutuklamalarıyla, sahte haham Güney’in şantaj ve suçlamaları uyum içinde dans ediyor, Fetullah Gülen hareketinin ve arkasındaki Yahudi Lobilerinin bu senaryoda etkin rol oynadığına dair şüpheler büyüyordu. Fetullah hoca üzerinden Siyonist odaklar ve Masonik mihraklar, milli ve haysiyetli çıkışlar yapan herkesten intikamını alıyor, iktidar da işine geldiği için frene basmıyordu. Bu saptamalarla maşa olan şizofrenik bir ajan tiplemesinin en nadide örneği olan Tuncay Güney, Atlantik ötesine hizmet ederek, görevini layıkıyla yerine getiriyordu.”[12]

Fetullahçı Üniversiteliler “Siyaset İlmini, Siyonist güdümlü ABD Mutfağında Öğreniyordu”

Türkiye’nin geçmişinde ‘Liderlik Eğitimi’ diye bir konu hiç yoktu; ama “Amerika ile entegrasyon” akımıyla birlikte ABD ile işbirliği, siyaset biliminin önemli bir amacı durumuna geliyordu. Öncelikle “entegrasyona” uygun önderler yetiştirmek amacıyla program düzenlemek zorunluydu.

Önderlik; ülkede olağan çalışmalarla, üretim ve tasarım bilgisi ve başarısıyla, kitle içinde siyasal itibarla kazanılmak yerine, kestirmeden öğretilebilir ya da yabancı kişilerden kopyalanabilir hale getiriliyordu.

F. Sena Çelik haber yorumuna: Fatih Üniversitesi gençlerinin Amerika serüvenini anlatırken “Onlar, geleceğin liderlerini yarınlara hazırlayacak ortamı sağlamak ve dünyayı algılamada geniş bir ufuk kazanmak için yola çıktılar, kendilerini bir anda Beyaz Saray’da buldular” diye başlıyordu.[13]

Fatih Üniversitesi’nde de “Öğrenci Etkinlikleri” adı altında kurulan birçok kulüpten biriydi ‘Politika Kulübü.’ Kulüp ‘Siyaset Okulu’ ve ‘Seminer’ diye adlandırılan toplantılarda deneyimli ve birikimli kişileri konuk ediyordu. ‘Amerika’da Liderlik Programı’ ise 2008’de başlatılıyordu. Üniversitenin önderleri, Amerika’da 10-12 gün sürecek gezinin “Bu formatta dünyada başka bir benzeri olmayan Amerika’da Liderlik Programı sonunda verilecek sertifikaların profesyonel yaşamda [gençlere] ayrıcalık ve prestij” sağlayacağını söyleyip onları katılıma özendiriyordu.

Politika Kulübü’nün yöneticilerine, İstanbul Amerikan Başkonsolosluğu ve AKP Başkanı Dış İlişkiler Danışmanı Egemen Bağış yardımcı oluyordu. Gezilecek yerler arasında Georgetown, George Mason, American Catholic, Maryland, Columbia, George Washington üniversiteleri bulunuyordu. Kolayca Thin-Tank’ ya da ‘Düşünce Kuruluşu’ olarak nitelenen bu Siyonist örgütlerin lider adaylarını tanımaları, gençlerin geleceği için gerçekten yararlı oluyordu!?

Gençlerin “takdim edildikleri” Woodrow Wilson Center, GMF, AEI, Brookings Institution, Hudson Institute, Rumi Forum, WINEP vb. Örgütlerin ABD’nin dünya egemenliği kurmasındaki etkileri de düşünülürse Fatih Üniversitesi öğrencilerinin kazançlarının büyük olduğu sırıtıyordu.

Gençlerin ABD Dışişleri yetkilileriyle görüşmeleri de programın bir parçasını oluşturuyordu. Haberde bu kişiler özellikle yüceltiliyordu. “Kimler yok ki listede. Rice’lar, Albright’lar, Wilcox’lar, Rozell’ler… Dünyanın en prestijli üniversitesi Georgetown University’nin siyaset bilimi hocaları Clyde Wilcox ve Mark Rozeti’den; Amerikan seçimlerine ve ılımlı İslami siyasete yönelik dersler almış bu azimli öğrenciler kendilerini şanslı sayıyordu. ‘[14]

Gençler, eski bakanlardan, NED ve NDİ’nin yönetici kadrolarından, Irak operasyonunun mimarlarından, İsrail merkezli politikaların en önemli savunmacılarından ve WWW (Kadınlarla Kazan) dünya şebekesinin kurucusu Madeleine Albright adlı Yahudi diplomatla tanışma şerefine erişiyordu.

Madeleine Albright aynı zamanda ABD’nin yayılma politikasının; etnik ayrıştırmayla birlikte en önemli araçlarından olan  ‘Uluslararası Din Hürriyeti’  yasasının da mimarı olarak biliniyordu. Senatoda yasa tasarısını savunurken söyledikleri ABD’nin başka ülkelerin içişlerini karıştırma felsefesini de açıklıyordu: “Dinsel özgürlük taahhüdümüz Amerikan ideallerinin ifade edilmesinin de üstündedir ve dünyadaki gücümüzün temel kaynağıdır.”

Madeleine Albright’ın Fatih Üniversitesinin gençlerinden duymak istedikleri de bakanlığı döneminde en önemli ilgi alanı olan Türkiye’deki din hürriyetiyle ilgili konuydu. Yani Siyonist Yahudi güdümlü ABD, ırkçı emperyalist amaçlarına hizmetkâr bir “ılımlı İslam” düşüncesini ve “Yeni Osmanlıcılık” projesini açıkça destekliyordu.

Mormonlar ve Türkiye’nin “sivil” ilahiyatçıları Haçlı-Siyonistlere mi hizmet ediyordu?

Siyonist Yahudi projesi ve Korkut Özal destekli “Ahir Zaman Azizleri”; halkı içerden yönlendirmek için düzenlenen “Uluslararası Din Hürriyeti” programıyla bağlantılı toplantıları tertiplemişti. Bunlardan en yenisi, 2-4 Mayıs 2010’da Cordoba’da ‘BM Medeniyetler Dayanışması’ ile AB’nin yönlendirdiği ‘Demokratik Toplumlarda Din Hürriyeti’ konferansı idi. BYU’nun değer verdiği toplantıya Türkiye’den de şunlar iştirak etmişti:

Ahmet Hadi Adanalı: Ankara İlahiyat’ı bitirdi; Chicago [1995-2008], Roma Gregorian üniversitelerinde akademik çalışmalara gönderildi; Anadolu Ajansı YK üyeliğine (2007-2010) ve Başbakanlık Danışmanlığına getirildi.

Veysel Filiz; Strazburg Üniversitesi Etnoloji Bolümü ‘AB Sivil Toplum ve Demokrasi Komitesi’ 2. Başkanlığını yürütmekteydi.

Ömür Orhun: Emekli Büyükelçi. Özel Danışmanlık görevindeydi.

Mustafa Akyol: Boğaziçi Üniversitesinde Osmanlı tarihçisi, ‘Kürt Sorunu’ kitabının kâtibiydi. Star gazetesi yazar ekibindendi.

Türkiye’nin ilahiyatçı yazarları, kilisenin “hayırseverlik” çalışmalarıyla sağladığı gelişmeyi bile Laik Cumhuriyetin din üstünde kurduğu baskıya bağlarken, cemaat yöneticilerinin “ılımlı İslam” projesiyle ülkedeki her türlü yerli yabancı Haçlı örgütlenmeyi açıkça desteklediklerini görmezden gelmekteydi. Laik Cumhuriyeti eleştirme bahanesiyle, Türkiye’yi bölme ihanetine alet edildiklerini anlamayan İlahiyatçı yazarlar, konuyu sadece cemaatin çıkarları düzleminde irdelemeye çalışırken, misyonerlerin kendi devletlerinin yayılma politikalarının önemli araçları olduğunu da gizlemekteydi.

Mormonları inceleyip yazan, Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden Ramazan Işık’ın yorumu; toplumun, dinsel yaşam özgürlüğü bahanesiyle, nasıl dış güdümlü bir gizli dikta rejimine “demokrat köleler” haline getirilmek istendiğini göstermektedir:

“Şüphesiz Türk gençlerini Mormon olmaya iten veya onları kendi dinlerinden soğutan nedenlerin: Türkiye’deki taklitçi ve şekilci din anlayışının bir sonucu yaşandığı ve cemaatçi din yaklaşımının modernleşmenin önünde bir engel olarak görülmesinden kaynaklandığı belirlenmiştir. Dolayısıyla, bu geleneksel cemaatçi din anlayış içerisinde kendine bir yer edinememiş olan Türk gençlerinin diğer dinlere yöneldiği görülmektedir.”[15]

Sivil ilahiyatçılar, bir yandan “dinler arası diyalog” örtüsü altında yabancı devletlerin yayılma politikalarının yedek gücü olan misyonerlere hoşgörüyle yaklaşırken, öte yandan Haçlı Siyonistlerin ekonomik zayıflık içinde kıvranan ve sürekli saldırı altında bulunan bir devletin yurttaşları arasında “inanç özgürlüğü” maskesiyle örgütlenmelerine de ses etmemekteydi.

Fetullah Gülenin Fetvası, ayarını ortaya koyuyordu!

Türkiye’de ‘NATO Genişleme Programı’, Amerika’daki kadar bile sorgulanıp eleştirilmemişti. Tam tersine üniversitede okuyanlara ve subay adaylarına; “müttefikliğin barış ve demokrasiyi koruduğu, hatta biricik kaynağı olduğu” benimsetilmiş, NATO’da somutlaşan ABD-Türkiye dostluk ilişkileri, Irak’ın işgaliyle birlikte yeni bir evreye yükseltilmişti. ABD ile öylesine tek beden olmak için çırpınıldı ki emniyet üst düzey bürokratları, TSK komutanları, ABD istihbaratından yararlandıklarını abartılı, övünç dolu sözlerle açıklama yarışına girmişti.

Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök’ün sözleri, ilişkilerin askeri müttefikliği nasıl da aştığını, yeni küresel egemenlik döneminde ne gibi “ortak değerlere” dayandığını ve 1946’da başlayan ve hiçbir dönemde sorgulanmayan bağlılık ve bağımlılık yolunda TSK’yı hangi noktaya taşıdığını göstermekteydi:

“Bugün sahip olunan teknolojinin, bilginin ve hatta güvenliğin çoğu NATO ülkeleri tarafından el birliğiyle üretilmektedir. Bu ülkeler ve yakın işbirliği içindeki diğer ülkeler dünya üzerinde ‘işleyen merkez’ olarak adlandırılmakta, geri kalan ülkeler ise ‘bütünleşememiş boşlukta’ gösterilmektedir. Ve ikinciler için gelecek, bir kâbustan ibarettir. Her biri kısırlaştırılarak, etkisizleştirilerek dünya kovanının işçi arıları yapılmak mecburiyetindedir.”

‘İşleyen merkez’ ile “bütünleşmeye yanaşmayan, yani bağımsızlığından vazgeçip tek beden olamayan ve “boşlukta” kalan ülkeler tezi, Org. Özkök’ün konuşmasında belirtmediği bir kaynağa aitti. Savunma Bakanlığında ve orduda güvenlik danışmanı olarak çalışan Thomas P. M. Barnet, ‘The Pentagon’s New Map: Pentagon’’un Yeni Haritası’ kitabında dünyanın yeniden kolonileştirmesine böyle bir kılıf biçmişti. Org. Özkök ‘işleyen merkez’ [çekirdek] İle bütünleşme zorunluluğunu açıkladığında ondan görevi devir alacak olan Org. Mehmet Yaşar Büyükanıt: “Sayın Genelkurmay Başkanım yapmış oldukları konuşmada, güvenlik konusunda, bölgesel ve küresel anlamda çok önemli tespit ve analizlerde bulunmuşlardır. Bunların, objektif ve büyük bir birikime dayalı fevkalade isabetli değerlendirmeler olduğu muhakkaktır” derken ‘işleyen çekirdek’ tezini bir bakıma tasvip ve tasdik etmekteydi. İki yıl sonra görevi Org. Büyükanıt’tan devir alan Org. İlker Başbuğ ise çok daha açık ve netti:

“Türk Amerikan ilişkileri iki ülkenin ortak değerleri üzerine inşa edilmiştir, köklüdür ve tarihidir. Bugün bu ilişkiler, iki ülke için her zaman olduğundan çok daha önemlidir. Türkiye’nin ABD ile olan ilişkileri, belirli bir konuya bağlanamayacak kadar geniş ve kapsamlıdır.” diyecekti.

Aslında Fetullah Gülen TSK komutanlarından yıllar önce ‘işleyen çekirdek’ten yani Siyonist Lobilerin güdümündeki Emperyalist ABD’den ayrı düşülmemesi gerektiğini Yasemin Çongar’a şöyle özetlemişti:

“Batı’yı bugün Batı yapan; eşya ve hadiseleri hallaç edip araştırması, varlıkların altından vurup üstünden çıkması, kâinatı yorumlaması, Allah’ın kudret ve iradesinden gelen ‘şeriat’ı fıtri’ diyeceğimiz Kâinat Kitabını, fiziğin, kimyanın, matematiğin, astrofiziğin kaynağı sayılacak bu besteyi, senfonizmayla seslendirme başarısı, Müslümanların da bir meselesidir bence. Biz bunu yapamamışsak büyük kusur etmişiz. Bunu yapmak milletimize karşı büyük bir vefa borcudur. Bu manada, inanmış bir insanın Batının karşısında, Batı’yla entegrasyonun karşısında, Amerika ile entegrasyonun karşısında olması düşünülemez.”[16] [17]

Sözleriyle, Batının (Avrupa ve Amerika’nın) müspet bilimler ve teknolojiler konusundaki araştırma ve geliştirmelerini gerekçe göstererek; Bütün Müslümanların, Haçlı Avrupa Birliği içerisinde ve Amerika Birleşik Devletleri himayesinde entegrasyona; yani siyasi, iktisadi, askeri, ahlaki, sosyal ve kültürel yönden yozlaşmış Batının bir parçası ve payandası olmasına fetva vermekteydi. Oysa hem Kur’an-ı Kerim ayetleri, hem hadisi şerifler, hem tarihi tecrübeler, hem de akli ve vicdani kanaatler buna asla müsaade etmemekteydi. Ama Fetullah Gülen, hiç Allah’tan korkmadan ve Müslüman halklardan utanmadan: “inanmış bir insan, Batıyla entegrasyona karşı çıkamaz” diyebilmekteydi… Eh, elin gavuru Fetullahçılara, ılımlı İslamcılara ve AKP yandaşlarına  boşuna mı bu kadar yatırıma girişmişti?!…

 

 

 



[1] Bak. samanyoluhaber.com – 11.10.2010 Akşam Serdar Akinan

[2] Cumhuriyet, 19.03.2009, s.18

[3] Rebwar Kerim Weli, Hewler Post, 18.04.2009, s. 9

[4] Rebwar Kerim Weli, Hewler Post, 28.03.2009, s.2

[5] Hewler Post, 28.03.2009, s. 3

[6] Remzi Peşeng, Hewler Post, 18.04.2009, s. 11

[7] Hewler Post, 05.04.2009

[8] Rebwar Kerim Weli, Hewler Post, 11.04.2009, s. 8

[9] İsmail Beşikçi, Hewler Post, 16.05.2009, s.5

[10] Hewler Post, 16.05.2009, s. 8

[11] Hewler Post, 28.03.2009

[12] Kaan Turhan, Ergenekon ve Fetullah, Asya Şafak yy. 1. Basım. Sh.89-103

[13] 30.09.2008 Zaman

[14] (a.g.y.) Mark Rozell, 2004’te Katolik Üniversitesi’nden George Mason Üniversitesine geçti. Rumi Forum [Washington], Rozell’in de aralarında bulunduğu bir grubu, 15-23 Mayıs 2008 arasında “Dinlerarası ve Kültürlerarası Program” adı altında İstanbul’da konuk etti. Konuklar, İzmir, Efes, Urfa, Kayseri, Kapadokya (Göreme)’ya da götürüldüler. Rozell, 12 Mayıs 2008’de Fatih Üniversitesi’nde “ABD’de Din ve devlet Ayrımı” konusunu anlattı

[15] Dr. Ramazan Işık, Mormonluk ve Mormon Kilisesi Üzerine Bir Araştırma, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Haziran 2006, Cilt X/1,s. 165-190.

[16] Milliyet, 2.9.1997

[17] Mustafa Yıldırım, Ortağın Çocukları, Sh. 264

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Subscribe
Bildir
8 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

görünen teslimiyet kılavuz istemez
Otorite çocuğu bir hocaefendiyi hala Allah dostu evliya sanıyorsanız çok yazık. insan biraz akleder; insanların bu kadar düşünme zafiyeti göstermesinden dolayı neredeyse evrim teorisine inanasım geliyor!

görünen teslimiyet kılavuz istemez
Otorite çocuğu bir hocaefendiyi hala Allah dostu evliya sanıyorsanız çok yazık. insan biraz akleder; insanların bu kadar düşünme zafiyeti göstermesinden dolayı neredeyse evrim teorisine inanasım geliyor!

CEVAP
SİZ HEM KARAGÜLLEYE AĞIR HAKAETLER EDİYONUZ HEMDE ÜSTAD DİYONUZ VALLA HANGİ SÖZÜNÜZÜN DAHA GERÇEK OLDUĞUNU ÇÖZEMEDİK İŞİNİZE GELİNCE HAKARET İŞİNİZE GELİNCE ÜSTAD HELAL BE NE AYAR AMA

CEVAP
SİZ HEM KARAGÜLLEYE AĞIR HAKAETLER EDİYONUZ HEMDE ÜSTAD DİYONUZ VALLA HANGİ SÖZÜNÜZÜN DAHA GERÇEK OLDUĞUNU ÇÖZEMEDİK İŞİNİZE GELİNCE HAKARET İŞİNİZE GELİNCE ÜSTAD HELAL BE NE AYAR AMA

CEVAP
SİZ HEM KARAGÜLLEYE ZAMANINDA AĞIR HAKAETLER EDİYONUZ HEMDE ÜSTAD DİYONUZ VALLA HANGİ SÖZÜNÜZÜN DAHA GERÇEK OLDUĞUNU ÇÖZEMEDİK İŞİNİZE GELİNCE HAKARET İŞİNİZE GELİNCE ÜSTAD HELAL BE NE AYAR AMA

CEVAP
SİZ HEM KARAGÜLLEYE ZAMANINDA AĞIR HAKAETLER EDİYONUZ HEMDE ÜSTAD DİYONUZ VALLA HANGİ SÖZÜNÜZÜN DAHA GERÇEK OLDUĞUNU ÇÖZEMEDİK İŞİNİZE GELİNCE HAKARET İŞİNİZE GELİNCE ÜSTAD HELAL BE NE AYAR AMA

kardeşlik hukuku
yorumlar yazılıyor makaleler yazılıyor.ancak biz müslümanız ve müslüman gibi düşünüp müslüman gibi yazmalıyız.kardeşlik hukukunu rencide edec3k tutum ve davranışler bizlere yakışmaz..ayrıca düşmanlık bizi adaletten ayırmasın

kardeşlik hukuku
yorumlar yazılıyor makaleler yazılıyor.ancak biz müslümanız ve müslüman gibi düşünüp müslüman gibi yazmalıyız.kardeşlik hukukunu rencide edec3k tutum ve davranışler bizlere yakışmaz..ayrıca düşmanlık bizi adaletten ayırmasın

Picture of Mikail YILMAZ

Mikail YILMAZ

YORUMLAR

Son Yorumlar
8
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...