YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
69183221eeb9c
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 2 6
Bugün : 11007
Dün : 37133
Bu ay : 612812
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45016633
IP'niz : 216.73.216.10

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

“İlericilik, eşitlik ve kardeşlik” gibi yaldızlı sloganların arkasına sığınarak ve Avrupa’daki Siyonist Haçlıların ajanı gibi çalışarak Osmanlı’nın içten yıkılışını kolaylaştıran ve İsrail’in kuruluşuna zemin hazırlayan JÖNTÜRK’lerin, İTTİHAT ve TERAKKİ’cilerin elebeşlarının hemen tamamı Yahudi asıllıdır. Bunun en açık ve kesin ispatı ise ALLİANCE ISRAÉLİTE UNİVERSELLE (Evrensel Musevi Birliği) okullarıdır. Çünkü İttihatçıların başı sayılan, Türkiye Büyük Mason Locasının ilk Üstadı Azamı yapılan ve Osmanlı’yı kendi sinsi ve Siyonist amaçları uğrunda 1. Dünya savaşına sokup parçalanmaya taşıyan ve savaşı kaybedip amacına ulaşınca da adice ve haince yurtdışına kaçan Mehmet TALAT PAŞA’dan, eski Cumhurbaşkanı CELAL BAYAR’a kadar, bunların büyük kısmı, Yahudi cemaatine bağlı, İbranice eğitim veren ve Siyonist ajan yetiştiren Alyans okullarında ders almışlardır.

Başka din ve kavimlerden asla talebe almayan bu Alyans Yahudi Okullarının hangi maksat ve programlarla çalıştığını ise, aynı takımdan olan Rıfat N. Bali’nin yayına hazırladığı Esther Benbassa ve Aron Rodrigue adlı Yahudi tarihçilerin yazdığı “Türkiye ve Balkan Yahudileri Tarihi”[1] kitabında detaylarıyla açıklanmaktadır.

Bu iki Yahudi tarihçinin itiraflarından da anlaşıldığı gibi, ülkemizde İslam’ı dışlayan veya sadece aksesuar gibi kullanan “Türk Milliyetçiliği” kılıflı ırkçılık ve din düşmanlığı da, yine aynı Yahudi Alyans okullarının saçtığı kirli ve tehlikeli bir akımdır. Ayrıca bu Yahudi Alyans okulları mensuplarının çıkardıkları: ÇAĞ, TAN, ZAMAN, SÖZCÜ ve ULUS isimli gazetelerin bugün bize neleri hatırlattıkları da enteresandır![2]

Bu Yahudi tarihçilerin isim vermeden ama 1923–1938 yıllarını hedef gösterip, bu dönemde “Siyonizmin devlete ihanet şeklinde değerlendirildiği[3] , “1935 yılında İsrail’e göç sağlayan Filistin Yahudi bürosuna yasak getirildiği”[4] ve “ülkenin yoğun bir antisemitizm zihniyetiyle yönetildiği, ama 1938’den sonra Yahudilere ve Siyonistlere doğrudan ve dolaylı kolaylıklar getirildiği” iddiaları ise, çok gizli ve derin bir ATATÜRK DÜŞMANLIKLARINI açığa vurmaktadır. Bu taifenin O’nun aziz hatırasını istismar ve suiistimal için, Atatürk’ü kendilerinden göstermeye, hatta bizzat kapattığı MASON LOCALARIYLA ilişkilendirmeye kalkışmalarının da, tam bir sahtekârlık olduğu sırıtmaktadır.

Alliance İsraelite Universelle (Evrensel Yahudi Birliği) Okulları hıyanet ocaklarıydı!

Bu okulların temeli Paris’te dünya Yahudilerine yönelik bir çağrıyla atıldı. Fransız Yahudi örgütü Alliance İsraelite Universelle, 1860’taki çağrısında şöyle diyordu:

“Çok sayıda dindaşımızın yirmi asırdır türlü acılar, yasaklamalar ve hakaretlere maruz kaldığına, ama birer insan ve vatandaş olarak haysiyetlerini yeniden kazanabileceklerine inanıyorsanız; yoldan çıkmışları kınamak yerine ıslahına çalışmak, körleşmişleri bir başlarına bırakmak yerine aydınlatmak, bitkinlere acımak yerine onları tutup ayağa kaldırmak gerektiğine inanıyorsanız; bütün dünyanın Yahudileri, eğer tüm bunlara inanıyorsanız gelin, çağrımıza kulak verin…”

Paris’ten dünyaya yayılan bu çağrıya ilk yanıtı veren Selanik Yahudileri olacaktı. Özellikle 1860’lı yıllarda pamuk ticareti nedeniyle hayli zenginleşen Selanikli Yahudiler, cemaatlerinin önündeki en büyük engelin eski alışkanlıklar, boş inançlar olduğuna; bunların yerini üretken, faydalı bireylerin alması gerektiğine inanıyorlardı. Alyans okulları, Fransa kültürünü benimseyecek liberal Yahudi burjuvazisi yaratmayı amaçlamıştı. Bu nedenle batılılaşmak şarttı. Amacı Yahudileri bulundukları ülkenin en zengin ve etkin insanı ve seçkin vatandaşı yapmaktı. Selanikli Yehuda Nehama, 14 Nisan 1863’te alyans’ın Paris’teki merkezine mektup yazarak ilk resmi ilişkiyi başlatacak; okulların açılması için ardı ardına komiteler oluşturacaktı: Selanik, İstanbul, İzmir, Gelibolu, Volos, Edirne, Bağdat, Şam. Alyans okulları kısa zamanda Osmanlı’nın önemli kentlerinde sırayla açılmaya başlandı. Pek çok Yahudi bu okullarda öğrenim görecek ve Osmanlı’yı yıkıp İsrail’in kuruluşuna katkı sunacaktı.

İttihat ve Terakki’nin sivil lideri sadrazam Talat Paşa Edirne alyans okulunda öğretmenlik yapacaktı. İttihatçıların sadrazamı suikasta kurban giden Mahmud Şevket Paşa; üçüncü Cumhurbaşkanı Celal Bayar; siyasetin ve düşünce hayatının “yaramaz feylesofu” Rıza Tevfik, milli eğitim bakanı Dr. Reşid Galib, “Türkçü” Çınaraltı dergisinin yazarlarından şair Yusuf Ziya Ortaç, sosyalist Mihri Belli, ressam Avni Lifij gibi birçok tanınmış isim bu okullarda Siyonist eğitim alacaktı. Rifai Şeyhi Kenan Rifai de bu tezgâhta olgunlaşacaktı.[5]

Osmanlı İmparatorluğu’nda keskin bir antisemitizm olmamıştır, hele Hıristiyan Batı’da yaşananlarla kıyas kabul etmeyecek kadar, Yahudi ve Hıristiyanlara hoş davranılmıştır. Diğer bütün gayrimüslim cemaatler gibi Yahudi cemaati de sosyal ve hukuksal eşitlikten yararlanmaktadır, özellikle merkezi iktidarın çalkalandığı ve güç kaybı yaşadığı dönemlerde, yöneticilerin tavırlarından tedirginlik yaşansa da. yine de, modern çağa gelinene kadar İslam topraklarında inanca dayalı ideolojik antisemitizme rastlanmamaktadır.” (sh: 337)

1934 yılında Mustafa Kemal’in talimatıyla 2733 Sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 2510 sayı ve 14 Haziran 1934 tarihli Devlet İskân Kanunu çıkmıştır. Bu kanun anadili Türkçe olmayanların yoğun gruplar oluşturmalarını, yeni bir köy ya da mahalle kurmalarını, işçi ve esnaf dernekleri oluşturmalarını, herhangi bir iş ya da mesleği tekellerine alıp kendi kökenlerinden olanlara aktarmalarını yasaklamıştır. Aynı kanun Türk kültürüne asimile olmayanlara ya da asimile olsa da Türkçeden başka bir dil konuşanlara karşı önlemler öngörüyordu. Ve son olarak, bir kasaba ya da kentteki yabancıların oranını % 10 ile sınırlandırıyordu.” (sh: 343) Bu durum ise Yahudilerin Siyonist planlarını zorlaştırıyor ve tabi Atatürk’e düşmanlıklarını artırıyordu.

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, Atatürk emperyalist ve Siyonist faaliyetlere fırsat tanımıyor ve göz açtırmıyordu.

İsmet İnönü’nün Masonluğa katkıları!

“Kemalist Cumhuriyetin ilanından sonra, Türk Yahudiliği Siyonist hareketin yönetim mercileriyle resmi bağlarını koparır. Fakat bu kopma, Siyonizmin yeraltında devamını engellemez. Hatta 1920 yılından itibaren İstanbul’da bir Filistin Yahudi Bürosu kurulur. Büro, özellikle transit geçen Rus Yahudilerin durumları başta olmak üzere, Filistin’e göçle ilgilenir. Büyük sorunların yaşandığı dönemlerde, göç edenlere az sayıda yerli Yahudi de katılır. Bu büro çeşitli Siyonist akımların temsilcilerinden kuruludur ve Londra’daki merkeze bağlı çalışmaktadır. Haziran 1920 ve Haziran 1921 tarihleri arasında 4.200 göçmene yardım eder. Bu göçmenler genellikle, Besarabya ve Romanya üstünden geçerek İstanbul’a gelen ve burada, Filistin’e göç izni almak için İstanbul’da bekleyen Ukraynalılardır. Filistin Bürosu kapanma da dahil olmak üzere çeşitli aşamalar geçirir. Rus Yahudilerin Kemalist Türkiye’ye girmeleri yasaklanınca, amacı göçmenlere yardım etmek olan bu büro Seferadlara yönelir. Sefaradların Filistin’e göçü için elde az sayıda göçmen izin belgesi olması milliyetçi projenin etkilerinin azalmasına neden olur. Zaten bu Yahudiler, Siyonizmi devlete ihanet olarak değerlendiren (Mustafa Kemal önderliğindeki) otoritenin yarattığı korkuyla yaşamaktadır. (sh: 291)

(İsmet İnönü güdümündeki) Türk hükümeti, 1941 yılında yayınladığı bir kararnameyle Yahudilerin kendi topraklarından transit geçiş yapmasına izin verir. Bunun için aranan tek şart göçmenlerin Filistin vizelerinin olmasıdır. İkinci Dünya Savaşı boyunca Türkiye’nin, hem ülke içindeki hem de yurtdışındaki Yahudilere, karşı takındığı tavır için söylenebilecek tek şey çelişkili bir tavırdır. (İsmet İnönü Yahudi aleyhtarı görünerek göçmenlerin Türkiye yerine İsrail’e yerleşmesini sağlamıştır.) Yine de, 1934 ve 1944 yılları arasında 37.000 Avrupalı Yahudi Filistin’e yollanmıştır. İsmet İnönü’nün 1939-1943 arası İsrail’e gönderdiği Türkiye Musevi sayısı 5 bine yakındır.

1935 yılında (Mustafa Kemal’in) Türk yönetiminin kapattığı Siyonist amaçlı Filistin bürosu ise diğer kurtarma merkezleriyle olan ilişkilerin yürütülmesi sorumluluğunu üstlenmektedir.

Savaşın son yıllarında, işgal altındaki ülkeye yönelik operasyonlar ertelenir. O zaman bu büro yerli Yahudilere yönelerek onlarla ilgilenir. Genel olarak bakıldığında, Balfour Deklarasyonu sonrası, Siyonizmin resmî kurumlarının yerli Yahudiler üstündeki ilgisinin sistematik bir şekilde azaldığı görülür. İlgilendikleri daha iyi bir seçenekleri olmadığı için, anarşik bir tavır içine girilmiştir. Her şeye rağmen, bu büro ülkede Siyonizmin canlı tutulmasını sağlamıştır. Aslında, hem kuruluş aşamasında hem de savaş yıllarında çokta işe yaramıştır. Otuzlu yılların sonuna kadar ülkedeki tek Siyonist kurum, bu temsil bürosudur. Yani Filistin hakkında bilgi verecek tek kurumdur. Kemalist Cumhuriyetin ilanından önceki dönemde geçen sürede Siyonist faaliyetler ne kadar zenginse, bunu izleyen dönemde, tam tersine, bir ölüm sessizlisine bürünür. Kemalizm’in kendine özgü milliyetçiliği başka bir milliyetçiliği kabul edecek yapıda değildir, hele eski zimmîlerden kaynaklı ise.” (sh: 293)

Yazar Gülsev Eyüboğlu İrhan’ın Kurtuluş Savaşı’na giden günlerdeki  “WikiLeaks belgelerini”  derleyen yazısında, Kurtuluş Savaşı öncesi ve sonrası dönemde Alyans mezunu Sabataistlerin hıyanetleri ortaya konulmaktadır:

Bakın, o günlerde ne yazışmalar olmuş..

1) “Elimizde uslu ve namuslu bir memur sınıfı yok. Özellikle Ordu tepeden tırnağa yeniden ıslah edilmelidir. Ordunun yeniden tanzim edilmesi için bütün umudum Almanya’dır. Bize yardım edin, ıslahatçı heyetler gönderin.”

“Gizlidir” 24 Nisan 1913 Sadrazam Mahmut Şevket Paşa..

Bu Mahmut Şevket Paşa Mason İttihatçıların Sadrazamıdır ve kendisi Sabataist olup Alyans Yahudi okullarında eğitim almıştır.

17 Temmuz 1913 tarihinde Almanya’nın İstanbul Büyükelçiliğinin gönderdiği YANIT; “Majeste İmparator Kayser, Osmanlı Hükümetinin Ordusunu ıslah heyeti gönderme isteğini kabul etmek tenezzülünde bulunmuştur..”

2) “Medeni Avrupa’ya kılıçla gelen Türkler, şimdi kılıçla yok edileceklerdir. Bundan kimsenin şüphesi olmasın..”

23 Kasım 1914 İngiliz Kraliyet Naibi ve İngiltere Başbakanı Lloyd George..

3) “Kozmopolit ve Uluslararası bir şehir olan Konstantinopolis(İstanbul)in; Medeni Avrupa’nın hayatını yaklaşık 500 yıldan beri zehirleyen Türklerin elinden alınma fırsatı kesinlikle gelmiştir. Ayasofya 900 yıl öncesinde olduğu gibi yeniden Yüce Hristiyan Kilisesi yapılmalıdır..”

30 Kasım 1914 İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curson…

4) “Hıristiyanlığın en büyük düşmanı İslamiyet’tir. İslamiyet’in en güçlüsü Türklerdir. Türkiye Devletini yıkmak için, buradaki Ermeni ve Helen dostlarımıza sahip çıkmamız gerekir. Hıristiyanlık için Ermeni ve Helen dostlarımız çok kan ve can feda etmiştir. İslamiyet’e karşı mücadelede ölmüşlerdir. Asla unutmayalım ki; kutsal vazifemiz sona erinceye kadar daha pek çok kan akıtılması lazım gelir.”

1918 yılında Merzifon Amerikan Koleji Müdürü Georgie Whit’in Amerikan Hükümetine gönderdiği rapor…

5) “Görünürde Türkiye’yi işgal etmediğimiz halde; Valilerini tayin ediyor, görevlerinden uzaklaştırıyoruz. Polis Teşkilatını yönetiyor onlara istediğimiz her şeyi yaptırıyoruz. Gerekli gördüğümüz her şeye el koyduruyoruz”.

İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Webb’in İngiliz Hükümetine gönderdiği 19 Ocak 1919 Tarihli rapor..!!

6) “Türk Hükümeti ile uyumlu çalışmamıza engel olacak ya da olabilecek asker, polis, gazeteci, siyasetçi, esnaf ve halktan 200’e yakın kişiyi tutuklattık..!”

Amerika Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe’nin, Hükümetine gönderdiği 24 Ocak 1919 tarihli rapor.

9) “Askeri Doktor Süleyman Numan, Harbiye Nezareti İstihbarat Şefi Seyfi, Eğitim Bakanı Şükrü, Ankara ve Konya Valilerinin derhal tutuklanmalarının gerçekleştirilmesinin temini..”

Amerikan Hükümetinin, İstanbul Hükümetine 14 Şubat 1919 Tarihli İvedi Notası…

10) “Yunanlıları, kendi yurtlarında her şeye hakim duruma getirmek için İzmir ve civarının Yunanistan’la ivedilikle birleştirilmesi gereklidir..”

21 Nisan 1919. Amerikan Başkanı Woodrow Wilson..

11) “Maraş’la birlikte Kilikya’yı, Erzurum, Bitlis, Van, Harput, Sivas, Diyarbakır Vilayetlerinin tamamı ve Trabzon Vilayetinin bir kısmının derhal Ermenistan’a verilmesinin sağlanmasını ve Osmanlı Hükümetinin yetkililerinin Ermenilerin azınlık olduğu konusundaki beyanlarının katiyen kabul edilmemesi gerekir..”

26 Şubat 1919 Tarihinde Paris’te toplanan 10’lar Konseyinde Ermeni Birliği Delegesi Bogos Nubar Paşa (ki kendisi Osmanlı Devletinde birçok Nazırlıklarda, üst düzey bürokrat olarak çalışmıştır. Bir de üstelik Paşa unvanı almış.)

Yukarıdaki belgeler, ancak binlerce belgenin sadece bir kısmıdır(!)…

Allîance İsraelite Universelle (Evrensel Musevi Birliği)nin sinsi tahribatı!

Sefaradların bulunduğu topraklarda misyoner okulları, dinî okullar ve laik okullar eğitim veriyor olsa da, kitlelerin Batı tarzında bir eğitim ve öğretimden geçmeleri görevi Alyans’a bırakılacaktır. 1860 yılında Fransız Yahudiler tarafından Paris’te kurulan Alyans, Batı Yahudiliğinin reform yanlısı yönünü Doğu’daki din kardeşleri arasında canlandırır. Dünya yüzeyindeki bütün Yahudilerin haklarının korunması konusunda oldukça parlar. Yine de esas hizmetini eğitim ve öğretim alanında yoğunlaştırır.

1862 yılında, Fas’ın Tetuan kentinde başlayan Alyans’ın eğitim çalışmaları sonucu, bütün Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da ilkokullar, peşinden de Yahudi kız ve erkek ortaokulları açılır. 1913 yılında, ağ 183 kurumdan oluşmaktadır, batıda Fas’a, doğuda İran’a kadar uzanır. Öğrenci sayısı 43.700’e ulaşır. Birçok Sefarad kuşak eğitimini Alyans kurumlarında alır. Bu okullarda esas olan Fransızca eğitimine zamanla Yahudi tarihi ve Yahudi din dersi ile İbranice dersleri de katılır. Bu sayede Alyans, Sefarad Yahudiliğinin Batılılaşmasında önemli bir rol oynayacaktır.

1865 yılında Volos’ta (Yunanistan) kurulan okul, Osmanlı topraklarında Sefarad Yahudisi kültürel çevrenin merkezinde kurulan ilkokuldur. Bunu, 1867’de Edirne’de ve 1870’de Şumla’da (Bulgaristan) kurulan okullar izler. 1870’li yıllarda İstanbul, İzmir ve Selanik’te de Alyans’ın kız ve erkek okulları açılır. 1911 yılında, günümüzde Türkiye sınırları içinde olan bölgelerde bu okullara kayıtlı öğrenci sayısı 9.441’e ulaşır.  Kurulmalarından Birinci Dünya Savaşı’na kadar geçen süre içinde Selanik’te toplam 10.000 civarında öğrenci Alyans okullarından geçer. 1912 yılında, nüfusu 1.000 kişi civarında olan her İspanyol Yahudi cemaatinde en az bir Alyans okulu vardır.” (sh: 210-211)

Yüzyıl değişirken, Alyans’ın okulları hızla çoğalmıştır. İstanbul İzmir, Selanik ve Sofya gibi büyük merkezlerin her birinde birden fazla kız ve erkek okulları açılmıştır. Önceleri ilkokul olarak hizmete giren birçok kurumun, zaman içinde ortaokul da açtığı birçok örnek vardır. Hem kız hem de erkek öğrencilere muhasebe dersleri, meslek sahibi olmaları için dersler de okutulmaktadır. Okullar bünyesinde gençlik kolları, mezun dernekleri, karşılıklı yardım kolları, kütüphaneler kurulur. İbranice öğretiliyor olsa da, sözü geçen etkinliklerde kullanılan dil Fransızcadır. Zaten İbranicenin öğretilmesindeki temel amaç çocukların Eski Ahit’i, din ve ibadet kurallarını anlamalarıdır.

Alyans’ın yayılma merkezi Osmanlı İmparatorluğu olmaktadır. İyice zayıflamış ve Sabataistlerin işgaline uğramış devlet teşkilatı ve Avrupalı güçlerin sömürgesi haline gelmiş ekonomik yapısıyla oldukça uygun bir ortamdı. Böylesi bir durumda yerel otoritenin karşı koyma riski bulunmamaktaydı. Esas olarak kitleleri hedefleyen Alyans’ın, orta sınıftan da katılımcıları artmıştı. İmparatorluk sınırlarında varlık gösterdiği yarım asırdan az bir süre içinde, yerli elitin de desteğini alan Alyans okulları; gelenek ve çağdaşlık arasında gidip gelen bir Yahudiliğin oluşumunda etkili olmaktaydı. Gönderilen öğretmenler çağdaşlaşmayı yayacak kanal görevini yapmışlardı. Yerli cemaatler içinde yalnızca Alyans ideolojisi değil, aynı zamanda beraberinde getirdiği Batılı eğitim sistemi ve Batılılaşma hevesi de yaygınlaşmıştı.” (sh: 213)

Yahudi militan eğitmen kadrosu da zaten Kuzey Afrika ve Ortadoğu Yahudilerinden oluşmaktaydı. Alyans’ın Paris’teki Doğu Musevi Öğretmen Okulu’nda (Ecole Normale Israelite Orientale. Bundan sonra ENIO olarak geçecektir) eğitilen bu kadrolar, katıldıkları öğretiden kazandıkları yeni kültürü yaymakla görevlendiriliyorlardı. Alyans’ın eğitmenleri sayesinde Doğu’nun yerlisi Yahudiler arasındaki entelektüel zümre, ilk entelektüel eliti oluşturmuşlardı. 1869 ve 1925 yılları arasında ENIO’dan mezun olan dört yüz otuz genç kız ve erkek arasından hakkında bilgi sahibi olabildiklerimizin çoğunluğu Osmanlı İmparatorluğu’nda, bugün Türkiye, Yunanistan ve Bulgaristan sınırları içinde kalan ve Yahudi İspanyolcası konuşan Yahudilerin yaşadığı bölgelerde doğmuşlardı. Yalnızca bu üç ülkeden gelenlerin sayısı eğitmen kadrosunun % 60’ını bulmaktaydı. Selefleri de dikkate alındığında bu sayı % 70’e varır. Buna karşın Alyans’ın en uzun süreden beri faaliyet gösterdiği yer olan Fas kökenli öğrencilerin oranının % 10.1’de kalması şaşırtıcıdır.

Alyans’ın okullarının çoğunluğu kasıtlı ve planlı olarak, özellikle Osmanlı İmparatorluğu topraklarında ve özellikle Sefarad Yahudisi cemaatlerin bulundukları bölgelerde konuşlanmıştı. Bu noktadan hareketle eğitmenlerin çoğunluğunun bu yerlerden gelmesi de doğaldır. Alyans’a yirmi yıl ve hatta daha fazla süreden beri hizmet veren bu kişiler, eğitim ağının temel direğini oluşturuyorlardı. Aralarından birçokları gazeteci, cemaat önderleri, cemaat eşrafı ve politikacı çıkmış, oluşturdukları Batılılaşmış grupla yerel yetkililer ve cemaatin yöneticisi elitle sıkı işbirliği içinde işlevlerini sürdürmeyi başarmışlardı.

Gelecekte cemaatlerin ilerici kadrolarını oluşturacak olan kişilerin çoğunluğu ki, bunların bazıları 20. yüzyılın başlarında Siyonistlere katılmışlardır, eğitim hayatlarının bir döneminde Alyans kurumlarında okumuşlardı. Alyans yalnızca gençlerin eğitilmesi, onlara meslek kazandırılması konusunda çalışmakla kalmamıştı. Okul süresini kapsayan, hatta okul sonrasına da uzanan değişim sürecini hızlandıracak sosyal yaşam seçenekleri sunulmaktaydı. Alyans’ın yerleştirdiği bu ağ zamanla siyasallaştı ve Alyans’ın, önemli bir fikir odağı, bir düşünce platformu olarak camianın siyasi arenasındaki Hilfersverein der Deutschen Juden, Dünya Siyonist Örgütü ve 1911 yılı itibariyle Osmanlı başkentine ilk localarını kuran Bene Berit gibi diğer gruplarının arasında yer almasını sağladı.

Ulus-devletin eğitim ve entegrasyon gibi kimi ayrıcalıklarını kendine mal eden Alyans, cemaatin kan kaybeden kurumlarının yerini aldı. Yahudi Cemaat yöneticilerinin bazıları bu konumlanmadan hoşnut olmasalar da, çoğunluğunu Frankoların oluşturduğu “Alyans’çılar” (Alyans’a bağlı olanlar, Alyans taraftarları) cemaat yönetiminin çevresinde örgütlenmeyi başarmıştır. Jön Türk Devrimi ve Alyans yandaşı olan Haim Nahum’un Osmanlı Yahudilerinin başına gelmesiyle, hemen 1908 yılı itibariyle bu liderler ve onların himayesindekiler iktidarı ele almışlardır.” (sh: 217)

Oligarşik sistemin yapısı çoğulcu siyasete (ve Yahudi etkinliğine) fırsat vermiyordu.  Oysa mutlakıyetçi rejime nokta koyan Jön Türk devrimi siyasette açıklık dönemini başlatacaktır. Bu değişimlerin etkisinde kalan Yahudiler de politize olacaktır.”(sh: 218)

Yahudi Sefarad kültür alanında yaşanan Önsiyonizm çok farklıdır. Edirneli Baruh ben İzak Mitrani’nin bakış açısı Y. Alkalay modeline yakındır. Diğer yandan, farklı çizgilerdeki birçok kişi ve modeller sayesinde yelpaze oldukça açılmıştır. Önsiyonizmin az tanınan siması Reuven İzak Perahia, Sırp H. G. Nahmias, eylemci militan Marko Baruh (1872-1899) gibi bazı kişiler, fikrin gerçekleşmesi, hayata geçmesi için somut yollar bulmaya çalışmışlardır. İşte bu noktada, onlara oranla daha pasif olan seleflerinden ayrılmışlardır. Koloniler kurma ve yerleştirme amaçlı cemiyetler de bu akımdan çıkmışlardır. Böylesi açık faaliyet modelleri Bulgaristan’da daha rahat çalışmıştır. Osmanlı egemenliği altındaki komşu topraklarda, ulusun yeniden doğuşu fikrinin benimsenişi aydın çevrelerde yaşanmıştır. Daha sonra da bu oluşumlar milliyetçiliğin serpilip yayıldığı yerler halini almıştır. Kısacası, Osmanlı topraklarındaki uygulamaların şekilleri ve kullanılan araçlar komşu ülkedekilerden apaçık farklıdır. (Irkçılık ve din karşıtı milliyetçilik akımlarını Alyans mezunu Sabataistler kışkırtmıştır)

Jön Türk Devrimi Siyonist amaçlıydı!

1881-1882 yıllarında Rusya’da yaşanan Yahudi kıyımı, kimi bölgelerde sürekli ve sistemli bir zulümle karşılaşan Yahudilerin “yerleşecek bir topraklarının olmaması” hikayesini körüklemiş ve Yahudileri İsrail’e göçe yöneltmiştir. Bu sarsıcı şartlardan doğan “Hibat Tsion” (Sion Aşkı) hareketi, Yahudi ulusunun tarihi vatanında yerleştirilip korunması yolundaki fikirleri alevlendirmiştir.

Osmanlılara karşı savaş vermiş Bulgar milliyetçiliğinin bundaki rolü de unutulmamalıdır. Kazanılan ulus-devlet statüsü ve tam bağımsızlık, Bulgaristan’da Yahudi milliyetçiliğinin uyanmasında etkili olacaktır. Bu ulus-devlet, Osmanlı egemenliğinin parçalanmasıyla sonuçlanacaktır. Bulgar milliyetçiliğinin geçirdiği bu tecrübenin Filistin konusuna ve Yahudi kimliği sorununa yansıtılması kaçınılmazdır. Buna karşılık, 19. yüzyılın sonundan itibaren Ermeni milliyetçiliğin Osmanlı İmparatorluğunda yaşadığı dalgalanmalar, Yahudi milliyetçiliğinin o yörelerde açık açık ortaya çıkması için gerekli cesareti kırmaktadır. Bunun için, Dünya Siyonist Örgütünün temsilcisi olan ilk Siyonist şubenin İstanbul’da açılacağı 1908 yılını beklemek mecburiyetinde kalınmıştır. (Jön Türk devrimi Siyonist Yahudilerin Osmanlıdaki ilk ciddi ve organizeli siyasi devrimidir) Gelişmesinde hep ülke dışından gelen desteğe ihtiyaç duyulmaktadır. Osmanlıda organize bir antisemit hareketin bulunmaması, bu hareketin başarısını kolaylaştırmıştır.” (sh: 271-273)

Osmanlı İmparatorluğu’nda, Jön Türk Devrimi’nden (1908) hemen sonra, Siyonizme hareketlilik gelir. O güne kadar Siyonizm, İbrani dilinin ve kültürünün yayılması konusunda çalışan aydın cemiyetlerinde gizlice dile getirilmektedir. Devrimden birkaç ay sonra İstanbul’da kurulan Siyonist irtibat bürosu sayesinde Siyonizm gizlilikten kurtulur. Bu büro, Viktor Jacobson (1869-1935) yönetiminde bir banka kisvesi altında, Anglo-Levantine Banking Company adıyla faaliyet gösterir. Viktor Jacobson Rus tarzında uygulanan Siyonizmin temsilcisidir. Rus tarzı Siyonizm büyük çalışmalar gerçekleştiriyor, Filistin’e göç için bulunduğu bölgedeki güçlü siyasi ilişkilerin şekillendirilmesine çalışıyordu. Zaten, geçici olarak İmparatorluk topraklarına yerleşmiş olan bütün Siyonistler aynı akımın temsilcileriydi. (sh: 277)

Yoğun bir Yahudi göçü ve İsrail’in kurulması; Sultan II. Abdülhamid’in sürdürdüğü Panislamizm siyasetine sekte vurabilecek bir girişim oluyordu. Çöküşe geçmiş İmparatorlukta sosyopolitik bir bütünlüğün kurulması gerekiyordu, işte Sultan’ı Panisiamizmi uygulamaya iten stratejik neden buydu. Zaten daha sonraları, bu kısıtlamalar Arap nüfusun baskısıyla yoğunlaşıyor, fakat umulan sonuçlar alınamıyordu. Çünkü Kutsal Topraklardaki Yahudi nüfusu, 1882 ve 1908 yılları arasında üçe katlanıyordu. Bu da Yahudi-İsrail sorununun acil bir çözüm gerektirdiği bahanesine haklılık kazandırmayı amaçlıyordu. Siyasal Siyonizmin kurucusu Theodor Herzl 1896 ve 1902 yılları arasında gerçekleştirdiği beş ziyarete rağmen, Sultan’la yaptığı görüşmelerde başarılı olamıyordu. Siyonistler, imparatorluğun içinde bulunduğu zor şartlardan faydalanmak istiyordu. Daha liberal olan yeni rejimin çatısı altında ve Jön-Türklerin katkısıyla Filistin sorununda yeni gelişmeler kaydetmeyi umuyordu.” (sh: 278)

1909’dan itibaren milliyetçi Türk gazetesi Le Jeune Turc’e bağışta bulunulması bu amaç için kullanılan propaganda yollarının açılması, işlerini kolaylaştırıyordu.

Filistin’de, bölgenin tek hakimi gibi davranır hale gelen 4. Ordu komutanı Cemal Paşa’nın kurduğu bağımsız düzen 1915-1916 yıllarında da sürüyordu. 1917 yılında Yafa halkı, Yahudi olsun olmasın, kuzeye gönderiliyor, bu durum Yahudi nüfusu derinden yaralıyordu. 2 Kasım 1917’de yayınlanan Balfour Bildirisini izleyen İngilizlerin Filistin’i işgalinin (9 Aralık 1917) ardından Osmanlılar kimi ödünler vermeye razı oluyordu. Ama artık çok geçtir, çünkü 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi, Osmanlı’nın Filistin’de asırlardır süren egemenliğine son veriyordu.”[6]

 



[1] İletişim yy. 2. Baskı. 2001. İST.

[2] Bak. 284-289

[3] Sh: 291

[4] Sh: 293

[5] Efendi 2, beyaz Müslümanların Büyük Sırrı – Soner Yalçın, sf. 114.

[6] Sh: 279

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Subscribe
Bildir
0 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Picture of Mikail YILMAZ

Mikail YILMAZ

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...