YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6920001b2ff1a
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 4 7
Bugün : 5054
Dün : 45549
Bu ay : 857778
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45261599
IP'niz : 216.73.216.128

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

“ALİ”SİZ ALEVİLİK TUZAĞI

        

Peşinen şu gerçeği vurgulayalım ve samimi kanaatimizi paylaşalım ki: Alevilik; güzel ahlâka ve insani olgunluğa ulaşma gayesi ve gayreti güden bir Türk-İslam geleneğidir. Bilindiği gibi, ağaçların kökleri, gövdeleri, dalları ve yaprakları güzel ve gerekli olsa da, asıl özlenen ve gözlenen onun meyveleridir. Meyvesiz ağaç, görkemli ve gölgelik olsa da, sonunda odun olmak üzere kesilecektir. Hz. Peygamber Efendimizin hadislerine göre güzel ahlâk; İslam Dininin meyveleri ve beklenen kutlu neticeleri yerindedir. Şimdi, Anadolu İslam geleneğinin bir irfan mektebi olan Aleviliği; Allah’tan, Resulüllah’tan ve Kur’an’dan koparmaya… Hz. Ali’den ve Ehl-i Beyt’ten ayırmaya… İslami köklerinden, Hacı Bektaş-ı Veli gibi zatların öğüt ve öğretilerinden soyutlamaya ve “Birtakım ritüellerden ibaret, din dışı bir kültür” olarak tanıtmaya çalışanlar, hem Alevi kardeşlerimize hem de Milli birlik ve dirliğimize yönelik çok tehlikeli ve sinsi bir oyun içerisindedir.

Alevi kardeşlerimizi; Allah inancından, ahiret ve hesap sorumluluğundan uzaklaştırıp, sadece şu üç beş yıllık dünya hayatının geçici nimetleriyle oyalamak, onlara yapılacak en büyük kötülüklerden birisidir. Çünkü insan tabiatı, tüm sevdikleriyle beraber sonsuz ve kusursuz bir hayatı arzulamak ve ona hazırlık yapmak üzere dizayn edilmiştir. Hz. Ali Efendimiz, yanına gelip: “Ya Ali, size üzülüyorum. Pek çok dünyalık zevkleri haram sayıyor, ibadet diye bir sürü zahmetlere katlanıyorsunuz. Oysa ahiret diye bir şey yoktur!” diyen inkârcıya şöyle buyurmuşlardır:

“Eğer ahiret yoksa, siz de biz de ölüp toprak olacağız. Ancak İslamiyet’in temizlik, iyilik ve güzel ahlâk prensiplerinin bize kazandırdığı mutlulukla ömrümüzü tamamlayacağız. Yani ahiret yoksa siz de biz de yaptıklarımızla kalacağız… Ama iyice bir düşün bakalım: Ya ahiret varsa, o durumda siz ne yapacaksınız ve Allah’ın elinden nasıl kurtulacaksınız?” deyince o inkârcı şaşırıp kalmış ve üç gün sonra gelip:

“Ya Ali, benden öyle bir şey sordunuz ki, üç gündür uyku tutmuyor… Binde bir ihtimal bile olsa, tehlikeye karşı hazırlıklı olmak gerektiğini düşünüyorum ve şahit ol ki ben de Müslüman oluyorum.” diyerek şehadet getirmişlerdi.

Ahi Evran-ı Veli, bir İslam bilgesi ve Alevi rehberidir!

Şanlı Malazgirt Zaferi’nden 100 yıl sonra (1171’de) İran-Batı Azerbaycan’ın Hoy kentinde doğan ve asıl adı MAHMUT olan Ahi Evran-ı Veli büyük bir İslam âlimidir. Meşhur Kur’an müfessiri Fahrettin Razi’den akli ve nakli bilimlerde dersler almış, ayrıca İbn-i Sina ve Sühreverdi’den oldukça yararlanmıştır. Moğol istilasına karşı halkı uyarmış, kendisi de tedbiren Anadolu’ya göçüp, Kayseri’de dericilik atölyesini kurmuşlardır. Örnek sanat ve esnaflık anlayışı ile büyük saygı ve hayranlık uyandıran Ahi Evran Hz.leri, meşhur Ahilik teşkilatını kurup 32 çeşit esnaf ve sanatkârların, hem meslek ve ticaret ahlâkını hem de tanışma, dayanışma ve Moğol gibi düşmanlara karşı vatanı savunma esaslarını öğretip uygulamıştır. Bu nedenle Anadolu’nun İslamlaşmasının ve Türk’e vatan olmasının temel taşlarından sayılmıştır.

Hanımı Fatma Bacı ise; Müslüman Türk kadınlarını sanat ve ticarete ve her türlü hizmete yöneltip onları disipline eden BACİYAN teşkilatını kurarak, Hz. Peygamberimizin unutulan bir sünnetini ihya etmiştir. Çünkü Peygamberimiz Hicret’ten sonra Medine çarşısının kontrol ve intizamı için Semra binti Nuheyk isminde bir hanım sahabiyi tayin etmiştir. Ahi Evran Hz.leri daha sonra ailesiyle Kırşehir’e yerleşmiş, hikmet öğretilerini ve hizmetlerini orada devam ettirmişlerdir. Bu olumlu ve onurlu sosyal girişimleri yanında siyasal gayretlere de yönelmiş; yöresel ve genel idari haksızlık ve baskılara karşı gelmiş, halkı uyarması ve adalet arayışları bazı çevreleri rahatsız etmiştir.

Çıraklara, Ahilik bünyesinde; Sanat sırları, Meslek ahlâkı, Muâşeret adabı öğretilirdi. Çırak kalfalığa, kalfalık ustalığa erişirdi. Sonra kendilerine icazet ve ehliyet verilirdi. Yeni ustaya ortak yardımla, dükkân ve tezgâh açılıp yerleştirilirdi.

Sabah pazara çıkıldığında;

“Kolay gelsin: Eyvallah!

Ne güzel yapmışsın: Evvel-Allah!

Allah bereket versin: İnşaallah!” denilirdi.

        

Ahilerin dillerinde okunan şu şiirdi:

“Biz Ali deriz, dokuz makamdır

Muhammed söyleriz, otuz manadır

Allah bir çekeriz, doksan dokuz esmadır.”

      

Ahilik düsturu ise şu idi:

“Bütün insanlar, yaratılışta eşitimizdir.

Tüm Müslümanlar, Dinde kardeşimizdir.

Ehl-i Beyt-i Mücteba, yolda rehberimizdir.

‘Hû’ çekip devrana girelim dostlar!”

      

Aynı çarşıda: Terzi Sünni, Derici-Ayakkabıcı Alevi-Bektaşi, Demirci Ermeni, Semerci Rum, Kuyumcu Süryani, Aşçı-Kebapçı ise Hacı Mehmet Efendi idi. Herkes birlikte barış ve huzur içerisindeydi.

TV’lerde izlediniz; annesi kabul etmeyince yırtıcı aslan yavrusu, kendi terbiyecisi olan veterineri nasıl annesi gibi görüp sarılıyorsa, bütün insanlar da iyilik ve şefkat gördüklerine böyle sevgi besleyeceklerdir. Hacı Bektaş-ı Veli’nin bir dizinde geyik, bir dizinde aslan yatması bu sevginin kerametidir.

Ahilik geleneğinde; camilerin, Bektaşi tekkelerinin, kiliselerin bir köşesinde; sadaka-iyilik taşları yerleştirilmişti. Maddi durumu iyi olanlar buralara para yerleştirirdi. Gece kimse görmeden fakirler gider, ihtiyacı kadar alır, gerisine ilişmezdi.

Çürük mal ve pahalı satış yapanlar Lonca Başı’na iletilir, ustalar önce ikaz edilir ve zararı ödetilirdi. Peki şimdi niye hırsızlar-arsızlar türedi? Çünkü baştakiler de öyleydi. Bu nedenle gelin başları değiştirelim, bu sefer Millet İttifakı’na ve Kılıçdaroğlu’na fırsat verelim.

Milli Görüş’ün: “Halka hizmet Hakka hizmettir”, “İyi Müslüman iyi insan demektir” düsturları Ahi Evran’ın da öğretileridir. Ona göre: “Yüce Yaratıcı’ya gerçekten iman ve hürmet eden, bütün yaratıklara şefkat ve merhamet edecektir.” Biz Adil Düzen’i hazırlarken pirimiz ve bir örneğimiz de Ahi Evran-ı Veli’dir!

Zaten bu nedenle Kur’an-ı Kerim’e göre: “(Savaş ve Milli Savunma dışında) Bir insanı haksız yere öldüren bütün insanları öldürmüş gibidir. Ve yine, (savaşları ve kavgaları önleyerek, veya tıbbi tedavi ve müdahale ederek) bir insanın hayatını kurtaran da, bütün insanları ölümden kurtarmış gibidir.” (Bakınız: Maide Suresi 32. Ayet)

Değerli dostlar! Ali’siz, yani İslam’dan ilgisiz bir Alevilik çok sinsi ve tehlikeli bir tuzak gibidir.

Bilirsiniz maddenin üç hali vardır. Buz ısıtılırsa su… Su kaynatılırsa buhar olur. Buhar kimyasal ayrışıma tâbi tutulsa H2O olur. Hidrojen ve oksijenin atomları parçalansa ENERJİ açığa çıkar… Hani nerede kaldı madde? Çünkü Nûr-u İlahi, Nûr-u Muhammedi şeklinde tezahür ve tecelli etti. O Ezeli ve Ebedi Nurun farklı yoğunlaşma ve zuhuratından; melekler, nebiler, veliler, mü’minler, beşer, hayvanlar, bitkiler, toprak ve madenler yaratılıp meydana geldi.

En mükemmel bilgisayar için, öyle tesadüfen, tabii sebeplerle; “yer sarsıldı, yağmur yağdı, şimşek çaktı, madenler birbirine karıştı, işte bu teknoloji harikası ortaya çıktı” demek, nasıl gülünç ve manasız ise… Veya “Bu 10 ciltlik ansiklopediyi şu iki maymun yazdı” sözüne inanmak nasıl mantıksız ise… Şu mükemmel kâinatın, şu muhteşem fabrika olan insanın, şu harika organların ve varlıkların öyle tesadüfen veya kendiliğinden olduğunu iddia etmek de öyle akıl ve vicdan dışıdır.

Evet, Kâinat ve Tabiat; Yüce Yaratıcı’nın Esma ve sıfatlarının yansımasıdır; ama Kâinat ve Tabiat hâşâ Allah sanılmamalıdır. Bir insanın aynadaki görüntüsü, onun tıpkısıdır, ama aynısı olamayacaktır!

      

Hak yolunda, kıldım feda

Buldum vücudumdan necat!..

Ben içmişim âb-ı hayat

Ermez bana, artık memat!..

      

Her nere baksam tecelli

Sırrıyla buldum teselli

Âlem görüntü temelli

Bin bir Esma’dır kâinat!..

      

Ben Dost ile, dost olalı

Kesrette vahdet bulalı

Hem Hak aşkıyla dolalı

Hasretimdir, her an vuslat!..

      

Cem Vakfı Genel Başkanı, Alevi Vakıfları Federasyonu Onursal Başkanı, Rahmetli Erbakan Hocamızın gıyabında iltifat buyurdukları Prof. Dr. İzzettin Doğan Dede, CEM TV’de 11 Ekim 2022’de şunları söylemişti:

“Bulgaristan’daki Cemevi temel atma törenine davet edildim. Oraya gittiğimde, ziyaretine vardığım Türkiye Büyükelçisi, bize Atatürk’ün Bulgaristan’da görevli iken kaldığı özel odayı ziyaret etme fırsatı verdi. Orada Atatürk’ün bir kısmını Fransızca yazdığı bilgilerde, özellikle Kur’an üzerinde yoğunlaştığını görüp hayret etmiştim. Tüm İslam ülkelerinin bir çeşit emperyalist kuşatma ve yozlaşma altında olduklarını ve İslam’ın özünden uzaklaştıklarını fark edip evrensel prensiplere ve İslam’ın temel esprisine; sevgi ve adalet sistemine uygun yeni ve çağdaş bir düzen kurulması gereğine karar vermişti. Laik ve demokratik Cumhuriyet fikri daha o süreçte gelişmişti.”

Saygıdeğer İzzettin Doğan Dede:

“Aleviliği İslami köklerinden ve Ehl-i Beyt çizgisinden koparmaya ve “Ali’siz Alevilik” uydurmaya kalkışanların, asla iyi niyet taşımadıklarını, hem Alevi toplumuna hem tüm halkımıza büyük bir kötülük yaptıklarını” açıklayarak oynanan oyunlara dikkat çekmişlerdi.

Canlar; Aleviliğin Esası, Güzel Ahlâka ve İnsanî Olgunluğa Erişmektir.

İbadetler ağaç ise bunun gövdesi ve dalları da gereklidir, ama aslolan güzel ahlâk meyvesidir. Hz. Peygamber’in ilgili Hadisleri, Alevi kültüründe: “Eline, Diline, Beline sahip çık!” şeklinde öğütleştirilmiştir.

Dünya Ehl-i Beyt Vakfı Genel Başkanı Fermani Altun Bey’in: Erbakan Hoca’yı ziyareti ve çiçek demeti!?

Adıyaman E. İlçe Başkanımız değerli Adnan Uyar kardeşim aktarmıştı. Bizim de özel yakınlığımız ve gönül bağımız bulunan, Dünya Ehl-i Beyt Vakfı Genel Başkanı Fermani Altun Bey, “Alevi sorununu görüşmek, kalıcı ve kucaklayıcı çözümler üretmek” niyetiyle, yazlığındaki Erbakan Hocamızı ziyarete varmışlardı. Hal hatır sorduktan sonra, “Hocam, bu Alevi sorununa, artık insaflı ve akılcı bir çözüm bulmamız konusunu konuşmaya geldim…” deyince, Erbakan Hocamız; yarıya kadar su doldurulmuş bir vazo isteyip, Fermani Altun Bey’e; “Bahçedeki çeşitli çiçeklerden bir demet hazırlayıp bu vazoya yerleştir ve evin balkonunda bu konuyu özel görüşmek üzere lütfen oraya getir!” ricasında bulunmuşlardı. Elinde çeşitli çiçek demeti konulan vazoyla balkona gelen Fermani Bey’e Erbakan Hocamız; “Bu, her biri ayrı özellik ve güzellikte yaratılan çiçeklerin hangisi sorun ve sıkıntıdır?” diye sorunca, Fermani Bey: “Bunların her biri renkleriyle, rayihaları ile mükemmel bir görüntü sunuyorlar, sorun değil uyum içinde bulunuyorlar…” şeklinde yanıtlamışlardı.

Bunun üzerine Erbakan Hocamız: “Evet değerli kardeşim, Aziz Milletimizi oluşturan ve cennet ülkemizde bulunan Aleviler-Sünniler, Türkler-Kürtler, Göçmenler-Yerliler hepsi işte bu vazodaki farklı çiçekler gibidir. Dokularıyla, kokularıyla her biri ayrı özellik ve güzelliktedir. Asıl sorun, Alevileri ve Kürtleri sorun gören hastalıklı zihniyettir. Bizleri kardeş yapan, Milli birlik ve dirliğimizin mayası olan İslam bilincini körletmeye ve böylesi suni ve sinsi sorunlar üretmeye kalkışanlara asla fırsat vermemeliyiz, bizler de bu kasıtlı ve ayrıştırıcı sahte kavramları kullanıp hain güçlerin oyununa gelmemeliyiz!” buyurmuşlardı.

Sözün özü: Türkler-Kürtler, Aleviler-Sünniler, Göçmenler-Yerliler, sağcı geçinenler-solcu bilinenler, dindar kesimler-çağdaş kimseler… Evet hepsi aynı Milletin ayrılmaz parçaları, aynı devletin eşit vatandaşları, aynı ülkenin onurlu evlatlarıdır. Kürtleri ve Alevileri AZINLIK statüsüne sokmak ve ayrılığa zorlamak tek kelime ile şeytanlık ve şarlatanlıktır. Çünkü bunlar azınlık değil, bu Aziz Milletin aslî unsurlarıdır! Bir bakıma bütün Aleviler Sünni, bütün Sünniler Alevi sayılır. Çünkü Aleviler de Hz. Peygamber’in Sünnetine saygılıdır, bütün Sünniler de Hz. Ali’ye ve Ehl-i Beyt’e sahip çıkmaktadır.

Bu muhabbet bağımız kopmasın diye diyoruz ki; İslam’sız, Kur’an’sız, Muhammed’siz, Ali’siz ve Ehl-i Beyt’siz Alevilik iddiası bir tuzaktır! Elbette bir kişi şahsen Ateist olabilir, farklı din ve görüş benimseyebilir, herkesin inanç tercihine saygı gösterilir. Ama İslam’sız Alevilik kötü niyetli bir girişimdir.

Bizim inancımıza göre; İslam araç, insan amaç yerindedir. Çünkü Kur’an; en mükerrem ve muhteşem varlık olan insana, kullanma kılavuzu olarak gönderilmiştir.

Elazığ-Palulu Haydar Baba ve Alevi Köyünü Ziyareti!

İrşat gezilerine başlayan Palulu Haydar Efendi, Karakoçan’la Kığı arasında bir köy yakınından geçerken, etrafındaki yârenleri:

“Baba, bu köye girmeyelim, çünkü Alevi köyüdür, bizi terslemelerinden korkarız” derler… Hacı Haydar Efendi ise:

“Hayır, tam aksine bu kardeşlerimizi özellikle ziyaret edeceğiz. Ehl-i Beyt’i ve Resulüllah’ı yürekten seven ve Pirimiz Hz. Ali Efendimiz’in yolundan yürüyen, ama maalesef asırlar boyu ilimden ve ilgiden mahrum edilen bu kardeşlerimizden gidip özür dileyeceğiz” der ve köye girerler.

Köy halkı kendilerini çok candan bir misafirperverlikle karşılar ve koyunlar kesilip akşam yemeği hazırlığı başlar. O sırada köyün ileri gelenleri, Rahmetullah Haydar Efendi’ye şunları söyler:

“Yıllardır, nice âlimler, mürşitler köyümüzün yanından geçip giderler ve Aleviyiz diye bize yüz göstermezler. Siz, bize kıymet ve rağbet edip köyümüze şeref verdiğiniz için müteşekkiriz ve ne buyurursan söyle, emrindeyiz. Ancak unutma ki, bizler Caferi’yiz!..”

Bunun üzerine Haydar Efendi, “Siz İmam-ı Cafer-i Sadık’ın, biz ise onun talebesi İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin mezhebindeyiz. Bu her ikisi de, Hz. Ali’nin, o da Hz. Muhammed’in, O da Kur’an-ı Kerim’in talebesi ve tebliğcisidir.

Biz, bir anlık Ebu Hanife’yi bırakalım, siz de İmam Cafer’i bırakın… Gelin hep beraber Hz. Kur’an ne diyorsa onu yapalım!..”

Bu samimi teklif üzerine o köyün ileri gelenleri ve Alevi dedeleri:

“Efendi bu daveti nasıl kabul etmeyiz ki; Kur’an bizim Yaratanımızın kelâmıdır. Kur’an bize, Rabbimizin armağanıdır. Kur’an bütün insanlığın, saadet ve selâmet programıdır. Kur’an’ı kabul etmezsek, bizde İslamlık ve insanlık kalır mı?

Bu çağrına evet demezsek Allah-u Teâlâ, Muhammed Mustafa, Sadık Sahabe ve Raşit Hulefa ve Ehl-i Beyt-i Pür Sefa, bizim yüzümüze bakar mı?” diyerek, o gece kendilerini misafir eder, Kur’ani sohbetlerini ve tasavvuf hikmetlerini dinlerler… Ve hemen ardından o köye yakışır bir mescit ve Kur’an medresesi inşa ederler…

Birlik ve Dirlik mesajı:

“Camilerde cem oluruz

Cem evinde, dem soluruz…

Ayrı-gayrı, görme dostum

Kuru çölde, nem buluruz…”

Tasavvufta “Dem”: Zikir ve hikmetli şiir ve terennüm nefesleri; vuslat ve huzur süreçleri demektir.

Kardeşlerim, elbette bir Yüce Yaratıcı vardır… O’nun Kitabı ve Peygamberi de Hak’tır!

Hacı Bektaş-ı Veli; sarı sinek olan arı bal, inek süt, böcek ipek, çiçek esans yapıyor. Oysa insanoğlu bunların formülünü bile bilmiyor. Öyleyse ya bütün bunların Allah tarafından yaptırıldığına inanmamız gerekiyor… Ya da inkârcıların; “biz hâlâ ineklerin, sineklerin ve böceklerin seviyesine gelemedik” diye itiraf etmeleri bekleniyor.

Seyyid Nesimi:

“Hem nakkaş bilindi, her nakş içinde

Gör lâl oldu ayan, bedahş içinde

Bu mısranın izahı:

“Her nakış nakkaşını (onu yapan hünerli yapımcısını), her resim ressamını, her san’atlı eser ustasını, her saray mimarını hatırlatıp tanıtmaktadır. Ancak çakıl taşları içindeki elmas ve yakutları seçip ayıramayan kimselere laf anlatmak boşunadır, çünkü israf haramdır.”

      

Varlık ikilikten, hep oldu hali

Baki Ehed oldu, hem la-yezali

Uykudan uyan ki, gör mahşer oldu

Zamane insanı, hep pür-şer oldu.

        

Şeytan-ı Laine, uyma ha zinhar

Anın yalanına, inanma ey yâr…”

      

Yunus Emre: “Yaratılanı severiz, Yaratan’dan ötürü!” buyurmuşlardır. Evet yaratılanı gerçekten sevmek için, önce Yüce Yaratıcı’ya inanmak lazımdır.

Yusuf Has Hacip ne güzel söylemiş…

“Göklere yükselsen de

Sonunda yer, yer seni…

Boş gururla, gezsen de

Azrail, eyer seni…

      

Elbet Allah, var iken

En hakiki, Yâr iken

İman büyük, kâr iken

Kim yener, meğer seni…”

        

İnsanın maymundan türediği veya tesadüfler sonucu meydana geldiği iddiaları safsatadır! Çünkü insan genindeki kromozom üç boğumludur. Oysa bitkilerin tek boğumlu, hayvanların ise iki boğumludur. Bunların değişmesi imkânsızdır. Peki öyleyse “Niye maymunlar bir insan daha çıkarmıyorlar?” sorusu hâlâ yanıtsızdır.

İşte Vücudumuz! Allah Tarafından Yaratılmış Harika Bir Fabrika Gibidir!

Vücutlarımız; dünyada rahatça yaşayabilmemiz, koşup-oynayabilmemiz, okuyup-yazabilmemiz, kısacası her işi yapabilmemiz için tasarlanmış kusursuz makinelerdir. Bu makineler öyle harikadırlar ki, en ileri teknolojilerle bile bir benzerleri yapılamayacaktır. Yıllarca hiç durmadan, bozulunca kendi kendisini tamir ederek çalışan vücudumuz tam bir yaratılış harikasıdır ve Allah’ın en mükemmel yapısıdır. Bu harika vücutlarımızın kendiliğinden ortaya çıktığını iddia etmek akla aykırıdır.

• Dünyaya Açılan Pencerelerimiz: Gözler ve Harika Yapısı

Vücudumuzdaki her organ bizim için çok önemlidir. Bir tanesinin bile eksik olması bütün hayatımızı değiştirebilir. Örneğin gözlerimiz… Gözünüz olmadığında ne yapardınız hiç düşündünüz mü? Anne ve babanızın, kardeşlerinizin, arkadaşlarınızın yüzlerinin nasıl olduğunu bilemezdiniz. Güzel olan hiçbir şeyi göremezdiniz. Oyuncaklarınızla oynayamazdınız. Bir kitaptaki renkli resimlerin hiçbirini göremezdiniz. Örneğin; bir köpek neye benzer, bir tavşan nasıldır? Hiç aklınızda canlandıramazdınız. Televizyonda sevdiğiniz çizgi filmleri seyredemezdiniz. İşlerinizi kolaylıkla yapamazdınız. Yolunuzu evin içinde bile bulamayabilirdiniz. Renklerin, şekillerin hiçbirini göremez, ışığın ne olduğunu bilemez ve bunların hiçbirinin ayrımını yapamazdınız. Ve bu liste saymakla bitmez. Allah insanların hepsini görebilecekleri gözleri ile yaratmıştır. Bu, Allah’ın insanlara verdiği çok önemli bir güzelliktir. Ayrıca göz çok önemli işler gerçekleştiren bir organdır. Biz hiç farkında değilken gözlerimiz bu önemli işlemleri yaparlar ve biz ancak ondan sonra etrafımızı görebiliriz.

Şimdi nasıl gördüğümüze çok kısaca bakalım:

Dünyada her cismin çevresine yaydığı bir ışığı vardır. Örneğin; siz bir şeye bakarken bu cisimden gelen ışık şu anda sizin göz bebeğinizin içinden gözünüzün arka kısmına giriyor. Gözünüzün arka kısmında birçok işlem gerçekleştikten sonra bu ışık, elektrik sinyaline dönüşüyor. Elektrik sinyali ise beyninize gidiyor. Beyninizin arka kısmında ise görmenizi sağlayan bir yer (görme merkeziniz) bulunuyor. Görme merkeziniz ise küçücük bir noktayı oluşturuyor. İşte elektrik sinyalleri bu küçücük noktanın üzerinde sizin bakmakta olduğunuz kitabın görüntüsünü oluşturuyor ve siz o cismi o anda görüyorsunuz. Bunları çok basitleştirerek anlatmak bile bu kadar uzun sürüyor, ama görmeniz bu kadar uzun sürmüyor. Bu işlemler o kadar hızlı gerçekleşiyor ki, kitaba baktığınız anda onu görebiliyorsunuz.

Çok mükemmel bir sistem değil mi? Buna rağmen evrimciler; dünyanın, evrenin, yıldızların ve tüm canlıların kendi kendine tesadüfen meydana geldiğini söylemektedir. Şimdi bu yalan söyleyen insanlar, gözlerimiz için de aynı yalanı söylerler. Derler ki: Gözler tesadüfen, kendi kendine meydana gelmiştir. Oysa bu kadar karmaşık, bu kadar mükemmel bir sistem hiç kendi kendine oluşabilir mi? Bunun ne kadar saçma bir iddia olduğunu daha iyi anlamak için gelin bir örnek verelim:

Mühendisler, fotoğraf makinelerini ve kameraları insan gözlerini taklit ederek üretmişlerdir. Ancak bu aletlerin hiçbiri gözünüz kadar güzel bir görüntü vermemektedir. Şimdi başınızı kaldırın ve çevrenize bir bakın. Ne kadar net görüyorsunuz değil mi? Görüntünüzde hiçbir bulanıklık yok. Karlanma veya kayma da yok. Ama bir de televizyon ekranına bakın. Çoğu zaman karlanmalar olabiliyor veya görüntü kayıyor. Bunlar olmadığı zamanda bile asla gözünüzün oluşturduğu kadar güzel bir görüntü oluşturamıyorlar. Artık anlıyoruz ki gözümüz kameralardan, fotoğraf makinalarından veya televizyondan çok daha kaliteli bir alet. Şimdi biri size gelip şöyle dese ne yaparsınız?

“Evde duran elektrik kabloları, vidalar, çekiç, tornavida, kapı, pencere vs. bir fırtına sonucu bahçeye uçup bir araya toplandılar. Daha sonra bunların üzerine şimşekler çaktı, yağmur yağdı, biraz toprakla karıştılar, aradan biraz vakit geçti ve derken bir de baktım ki bir televizyon ortaya çıktı. Ben de onu aldım, getirip eve koydum.”

Herhalde o kişinin aklının çalışmadığını veya yalan söylediğini düşünürsünüz. Çünkü televizyonlar yüzlerce mühendis ve uzman kişi tarafından çok büyük fabrikalarda yapılır. Tesadüfen ve kendi kendine oluşması imkânsızdır. Öyle ise televizyondan daha kaliteli olan “gözlerimiz” kendi kendine oluşmuş olabilir mi? Elbette ki olamaz. Nasıl ki televizyon kendiliğinden ortaya çıkmıyorsa, birileri tarafından yapılıyorsa, göz de tesadüfen oluşmamıştır. Gözlerimizi bu kadar net, 3 boyutlu ve renkli görecek şekilde yaratan ise elbette Allah’tır. Bu nedenle gördüğümüz her güzel şey için Allah’a şükretmeliyiz.

• Hışırtısız İşiten Kulaklarımız

Allah kulaklarımızı da aynı gözlerimiz gibi mükemmel yaratmıştır. Örneğin bir müzik setini düşünün. En iyi müzik setini açtığınızda bile bir hışırtı veya cızırtı duyarsınız. Sık sık radyonun kanalları da karışmaktadır. Şimdi hiç konuşmayın ve dinleyin: Hiçbir hışırtı duyuyor musunuz? Kulağınız asla hışırtı çıkarmaz. Sesleri çok güzel, tam oldukları gibi net duyarsınız. Bir düşünsenize, kulaklarınız da müzik setleri gibi hışırtılı çalışabilirdi. Ama Allah kulaklarımızı kusursuz yaratmıştır ve biz hiçbir rahatsızlık hissetmeden çevremizdeki sesleri duyabiliriz.

Allah kulaklarımızı bizim rahatsız olacağımız bazı sesleri de duymayacağımız şekilde yaratmıştır. Örneğin; vücudumuzda kan çok hızlı akar ve bu akışı sırasında çok fazla gürültü çıkarır. Ama onun çıkardığı sesi bizim kulağımız duyamaz. Veya dünyamız dönerken de çok güçlü bir ses çıkartır. Ancak Allah, kulağımızı o kadar mükemmel yaratmıştır ki, biz o sesi de duymayız. Allah bize karşı çok merhametlidir. Onun için ömür boyu rahatsız olacağımız sesleri bize duyurmaz. Bizim ise Allah’ın merhametine karşılık olarak Allah’a şükretmemiz gerekir. Kur’an’da bir ayette Allah şöyle bildirmektedir:

“Allah, sizi annelerinizin karnından hiçbir şey bilmezken çıkardı ve umulur ki şükredersiniz diye işitme, görme (yetenekleri) ve (idrak etmek için) gönüller verdi.” (Nahl Suresi, 78)

• Hiç Yorulmayan Kalbimiz ve Damarlarımız

Kalbimiz bizim için çok önemli bir organdır. Kalbimiz dakikada yaklaşık 72 kere, yılda ise 40 milyon kere pompalama yapar. Bunun ne kadar yorucu bir işlem olduğunu anlamak için elinizi yumruk yapın ve sonra açıp kapamaya başlayın. Sizce böyle bir hareketi kaç dakika boyunca yapabilirsiniz? Yaklaşık yumruğunuz kadar olan kalbiniz bu hareketi sizin yaşamınız boyunca ve bir kere bile durmadan yapar. Bizler uyuduğumuz zaman bile kalbimiz hiç durmaz. Biraz heyecanlansak kalbimiz daha hızlı atar, dinlenirken yavaşlar. Tüm bu ayarlamaları kalbimiz biz hiç farkında değilken, otomatik olarak yapar.

Kalbimiz her atışında vücudumuza kan pompalar. Ve bu kanın içinde yaşamamız için gerekli olan maddeler vardır. Bu sayede vücudumuzdaki her hücre, ihtiyacı olan oksijene ve besinlere kavuşur. Kalbimiz her gün 7200 litre kan pompalamaktadır. Kalbimiz bu işi biz doğduğumuz günden beri her gün yapar ve öleceğimiz güne kadar da yapacaktır. Üstelik hiç ara vermeden çalışmaktadır. Örneğin; siz bir iş yaparken yorulursanız dinlenmek için ara verirsiniz. Gidip yatarsınız veya uzanırsınız. Kalbimiz ise hiç yorulmaz. Çünkü kalp bizim yaşamamız için çok önemlidir. Küçüktür ama yaptığı iş çok büyüktür. Bu yüzden Allah onu hiç yorulmayacak gibi güçlü yaratmıştır. Bu nedenle Allah’ı inkâr, en büyük nankörlük ve akılsızlıktır.

• Vücudumuzda Bizi Mikroplara Karşı Koruyan Bir Ordu Bulunduğunu Unutmayalım.

Biz hiç göremeyiz ama oturduğumuz yer, soluduğumuz hava, tuttuğumuz yerler mikrop ve virüslerle doludur. Mikroplar ve virüsler insanlarda hastalığa neden olan minik varlıklardır. Biz onları gözümüzle göremeyiz ama onlar bizi hasta yapıp güçsüzleştirebiliyor. Ancak gözümüzle göremediğimiz başka canlılar da vardır. Bunlar da bizim içimizde yaşayan ve bizi bu mikrop ve virüs düşmanlarımıza karşı koruyan bir ordudur. Bu ordunun adı “Savunma ve Bağışıklık Sistemi”dir.

Savunma sistemimiz vücudumuzda kanın içinde yaşar. Savunma sistemimizi oluşturan hücrelere akyuvarlar denir. Vücudumuza bir düşman girdiğinde, kanımız tıpkı bir laboratuvar gibi çalışır. Hemen bu düşmanla savaşmak üzere çok özel maddeler üretir ve bunların sayısını düşmanın gücüne göre çoğaltır. Ve vücudumuzda kıyasıya bir savaş başlar. Bazen biz bu savaşı hiç hissetmeden vücudumuzdaki ordu savaşı kazanır, mikroplar ve virüsler ölür, biz de hastalıktan kurtuluruz.

Bazen de bu savaşı hissederiz. Nasıl mı? Ateşlenerek! Şimdiye kadar mutlaka birkaç kez ateşiniz çıkmıştır. İşte bu sırada vücudunuzdaki ordunuzla düşmanlarınız savaşıyorlardı. Savaş sırasında vücudunuz, sahip olduğu bütün enerjiyi kullanır ve daha fazlasına ihtiyaç duyar. Vücudunuz savaşırken eğer siz gidip bahçede koşarsanız, ordunuzun kullanacağı enerjiyi kullanmış olursunuz. Bu durumda ordunuz savaşı kaybeder ve siz hastalanırsınız. Ama ateşiniz çıktığı zaman doğal olarak yatarsanız, o zaman tüm enerjinizi ordunuz kullanır. Böylece ordu düşmanlara karşı zafer kazanır. Yani aslında ateşimiz çıktığında vücudumuz bize “dinlen” mesajı vermektedir.

Eğer bizim bir savunma ve bağışıklık sistemimiz olmasaydı, ne olurdu biliyor musunuz? Doğduktan çok kısa bir süre sonra vücudumuza giren ilk mikrop yüzünden ölürdük. Allah, her insanı bir savunma sistemi ile birlikte yaratır. Çünkü Allah insanlara karşı çok merhametli ve şefkatli olandır. Evet biz; dünyada varlığımızı, her an yaşamamızı, güzel şeyler görmemizi, güzel yiyecekler yememizi Allah’a borçluyuz. Onun için gördüğümüz her şeyde hemen Allah’ı düşünmeliyiz ve şöyle demeliyiz: “Allah’ım, bana bunları verdiğin için Sana şükrediyorum.”

Hacı Bektaş-ı Veli, Kur’an bağlısı ve tasavvuf erbabı bir hikmet önderidir!

(1209-İran (Nişabur) – 1271 Hacı Bektaş)

Ona atfedilen “Makalat”ta ve Menkıbe kitaplarında şu sözleri aktarılır:

• “Okunacak en hikmetli kitap insandır. İnsan Yüce Yaratıcı’nın halifesi ve temsilcisi makamındadır. Meleklerin bile kıblegâhıdır, çünkü Adem’e hürmet secdesi ile emrolunmuşlardır.

• Kur’an, insanı doğruya ulaştırma ve olgunlaştırmak üzere yollanmıştır.

• Kadın-Erkek ayrımı ayıptır; her biri kendi fıtratında kalmalı ve kadınlar mutlaka okutulmalıdır.

• Adalet her işte Hakka uymak ve halka şefkatle yaklaşmaktır.

• İlimle varılmayan ve irfan okutulmayan yolun sonu karanlık ve pişmanlıktır.

• Başkasının sırtından geçinenler, insan kılıklı sırtlandır…

• İnsanın ayarı, sözlerinin uygunluğunda saklıdır.

• Doğruluk, dost kapısının anahtarıdır.

• İnsan her ne ararsa, kendinde aramalıdır.

• Yaratanını tanımayanın, yaratılanı sevmek iddiası yapmacıktır.”

Dostlar, yaşadığımız ortam; hesaplaşma değil, helalleşme zamanıdır!

Bu konuda Sn. Kılıçdaroğlu tarihi bir adım atmıştır ve desteklenmesi lazımdır.

Bakınız Sn. Erdoğan, zalim dediği Sisi ile tokalaşıyor. Katil dediği Suud Kralı’yla kucaklaşıyor. Terörist dediği İsrail’in terör başı Herzog’u Saray’da ağırlıyor. FETÖ’cü dediği BAE Emiri’nin ayağına koşuyor… Ama ülke muhalefetine ve Sn. Kılıçdaroğlu’na yapmadığı hakaret kalmıyor. Bakınız toplumun yarısına: İllet İttifakı, Zillet İttifakı, Rezalet İttifakı diye hakaret ediliyor!..

6 yaşındaki kız çocuğunun istismarına karşı çıkan Kılıçdaroğlu’na, “PKK, 14 yaşındaki kızları kaçırırken neredeydin?” diye soruyor! Ama Bay Kemal’in, başörtüsü güvencesi ve EYT sistemi gibi tekliflerini uyguluyor.

Tarihi yaraları kaşımak ve toplumu intikam hırsıyla kışkırtmak değil, irtibat kurmak ve empati yapmak lazımdır. Çünkü; sürekli geçmiş yaraları kaşımak, bizi intikam duygusuyla kışkırtmak da çok yanlıştır. 1400 sene önce yaşanan ve bizim hiçbir suçumuz ve sorumluluğumuz bulunmayan Kerbela olayını… Veya Dersim Harekâtı’nı sıkça hatırlatıp birbirimize sataşmak akıl dışıdır. Biz intikam değil, ıslah ve barış elçileri olmalıyız. Mekke Fethi’nde Hz. Peygamberimizin can düşmanları dahil herkesi bağışlaması unutulmamalıdır. Yüzüne tüküren düşmanı bırakan Hz. Ali’nin tavrı örnek alınmalıdır.

Canlar, bize sürekli intikam ve düşmanlık aşılayanlar asla dostumuz değildir. Çünkü onlar bugünümüzü ve geleceğimizi zehirleyen kimselerdir. Bu kardeşiniz; Sünniyim, Kur’an bilginiyim ve Erbakan Hocamın talebesiyim. Ama ta başından beri, Millet İttifakı’nın Sn. Kemal Kılıçdaroğlu’nu Cumhurbaşkanı adayı göstermesini sıkça dillendiren ve gündeme getiren tek kişiyim. Çünkü hakkaniyet bunu gerektirir.

Müslümana ve olgun insana, duygusallık değil duyarlılık lazımdır. Tunceli Öğretmen Okulu’nda, “Kayalara dökülen yemek artıkları, yöredeki fakir ve garip kimselere dağıtılsın” dediğimiz için bize Solculuk damgası vuruldu. O süreçte okul duvar gazetesinde çıkan şiirlerimi, Eski Çankaya Belediye Başkanı ve okul arkadaşımız rahmetli Doğan Taşdelen çoğaltıp dağıtırdı.

      

KOKARYAKIT TEZEK!

      

Ben kokaryakıt tezek

Bir gün gelecek

Akaryakıtlar, tüpgazlar

Tutup elimi öpecek…

      

Ben kokaryakıt tezek

Bir gün gelecek

Elbet Hasanlar da

Fatmalar da gülecek…

    

Ben kokaryakıt tezek

Ey ülkemi yöneten zevzek…

Hiç haberin var mı

Ne haldedir Mazgirt

Ve Çemişgezek…

        

Ben kokaryakıt tezek

Ey sağcı-solcu

Alevi-Sünni diye

Uğraşan gerzek…

Bak Millet perişan

Hâlâ birbiriyle boğuşan ahmaktır…

Artık akıl

Ve vicdan olsun süzek…

Çünkü inançtır, ahlâktır

İnsana yakışan bezek…

      

 Ahmet AKGÜL
(1965 Tunceli Öğretmen Okulu)

        

Şimdi vatandaşımız, elektrik faturası ödeyemediğinden sokaklardan tezek, kepek, ekmek toplarken; tüyü bitmemiş yetim hakkından ve devlet kasasından şahsına, çocuklarına ve yandaş takımına yüz milyarlarca doları çalıp çırpanlar “Dindar Kahraman!” sayılacak… Ama Kurtuluş Savaşı sırasında, “evde hiç yiyecek kalmadı” diye telgraf çeken Annesi Zübeyde Hanım’a; “Cephedeki askerim ve Milletim daha önceliklidir. Evdeki halı ve kilimleri satıp idare ediniz!” diyen… Ve tüm mal varlığını Ordu’ya ve diğer devlet kurumlarına bağışlayan Atatürk “kötü adam” olacak öyle mi?

Bütün masrafını kendi cebinden karşılayıp, hatta idam fermanını imzalayanlardan birisi olmasına rağmen, Elmalılı Hamdi Yazır’a KUR’AN-I KERİM MEALİ yazdıran… Aile kurumunu ve namus kavramını korumak için 1926 senesinde “Evli Erkek ve Kadınların zina yapması durumunda 3 yıla kadar hapisle cezalandırılması” hususunda özel kanun çıkartan Atatürk din düşmanı olacak; ama bugün zinayı suç olmaktan çıkaranlar hâlâ “Dindar Kahraman!” sayılacak öyle mi? Bu soruları elbette soracağız. Çünkü biz Hakkın tercümanı, halkın avukatıyız!..

İktidarın enflasyon ayarı ve zam oranı; şu fıkrayı hatırlatıyor: Tek çocuğu olarak; uzun zamandır yatalak babasına ölüm raporu çıkartıp mirasına konmak isteyen oğlu, canlanıp “ben hâlâ yaşıyorum” diyen babasına:

“Yahu sen doktordan iyi mi biliyorsun, ölmüşsün işte!..” diye çıkışıyor…

Bakınız TÜİK’e göre son 6 ay enflasyon %15 imiş, İTO’ya göre %50 imiş… Ama gerçekte %125 yıllık ise %250’dir. Bunun onda biri yani %25 zam veren Sn. Erdoğan, “Artık nankörlük etmeyin, mutlaka bana oy verin!” demek istiyor!..

Cumhuriyet boyunca yıllık gelişme hızı (DPT rakamları):

– Atatürk dönemi, her yıl= %7,5 büyümüşüz.

– 1947-2002 arası= Ortalama %5,2 büyümüşüz.

– AKP iktidarlarında 2002-2022 arasında ise sadece %5,1’e düşmüşüz!..

– Son yirmi yılda: Toplam 2,8 trilyon dolar ithalat yapmışız. Ama sadece 1,4 trilyon dolar ihracat yapmışız. Yani 1,4 trilyon açık vermiş durumdayız.

– Ve zaten resmi açıklanan dış borç, 609 milyar dolardır. Gerçek dış borç ise 1,5 trilyonu aşmıştır. Ülkemiz bir nevi rehin alınmıştır.

Bu arada; Alevi-Sünni, Sağcı-Solcu çatışmalarını körükleyen dış güçlerdir. Maraş, Sivas ve Başbağlar Katliamları onların işidir!

12 Eylül öncesi öz kardeşimin evine bombalı suikast düzenlendi. CHP Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş’in ablası ve yakınları komşularımızdı. Malum bir partinin aldatılmış tetikçisi çocuk; hakkında verilen idam kararı öncesi, o bombayı kendisinin koyduğunu itiraf etti. Bu karar ABD Adana Konsolosu’nun Elazığ ziyaretinden sonra verilmişti. O çocuk, “Bu suikast, komşuları olan Aleviler’den bilinsin, Milli Görüşçülerle Aleviler birbirine girsin diye” yaptırıldığını söylemişti. Bu durum mahkeme kayıtlarında bulunabilirdi.

Alevi ve Bektaşi Pirlerinin öğretilerine dayanan, Selçuklu ve Osmanlı dönemi Esnaf ve Sanatkârları mesleki ve ahlâki olgunlaştırma ve dayanışmayı sağlayan Ahilik ve Baciyan teşkilatlarının hizmet ve Hakka hürmet prensiplerini, hazırladığımız Adil Düzen’de; çağdaş ihtiyaçlar ve standartlar ölçüsünde, Odalar ve Sendikalar gibi kurumlara da yansıtmaya gayret ettik.

Peki nedir Adil Düzen ve hangi değerleri esas alarak üretilmiştir?

Adil Düzen; doğruları esas alan, yanlışları bırakarak hazırlanan ilmi, insani ve İslami bir medeniyet projesidir. 1- Aklıselimin. 2- Müsbet Bilimin. 3- Tarihi Tecrübe ve Birikim. 4- Vicdani Kanaat ve Tatmin. 5- Kur’an-ı Kerim’in ve diğer kutsal metinlerin, hepsinin ortaklaşa ve ittifakla: “Bu iyidir, güzeldir, hayırlıdır ve yararlıdır” dedikleri şeyler “DOĞRU” kabul edilir. Ama bu beş değer ölçülerinin, ittifakla: “Bu kötüdür, çirkindir, zararlıdır ve fitne çıkarıcıdır” dedikleri şeyler ise “YANLIŞ” kabul edilir. Aklı ve vicdanı olan hiç kimse bu tarif ve tespitlere karşı gelemeyecektir.

Aleviliği Hz. Ali’den koparıp din dışı bir kültür etkinliği gibi gösterenlere, değerli bilim adamı Prof. Dr. İzzettin Doğan’ın uyarıcı tavrı ve tepkisi oldukça yerindedir!

Self Determinasyon; yani “Azınlık halklarının kendi kaderini tayin hakkı” Türkiye’yi karıştırma ve parçalama aracı olarak kullanılmaktadır. Self Determinasyon; BM tarafından “Sömürge halklarının kendi kaderlerini tayin hakkı” olarak çıktı. Daha sonra, ülkelerde iç savaşlara ve isyanlara kılıf yapılmıştır. Alevi kardeşlerimizi İslam’dan soyutlama girişimleri de bu şeytani amacı taşımaktadır.

2007 yılında bu self determinasyon kışkırtmasıyla farklı ülkelerde tam 26 silahlı ayaklanma yaşanmıştır. Türkiye 40 yıl bunu kabule yanaşmamıştır. 15.08.2000 tarihinde, AB’nin dayatmasıyla Ecevit-Bahçeli Hükümeti bunu onaylamışlardır. İkiz Yasaların özeti: “Bir ülkede önce yapay azınlıklar oluşturup kışkırtmak suretiyle, suni ayrışmalar sonucu yeni devletçikler üretme çabasıdır.” Oysa Türkiye’den ayrıştırılmaya çalışılan Kürtler ve Aleviler, bu tezgâha asla kapılmayacaklardır. Çünkü Aleviler ve Kürtler asla AZINLIK değil, bu Milletin ve bu ülkenin asli unsurlarıdır.

Aleviler İçerisinde Ali’sizlik Sinsi ve Siyonist Bir Projedir!

Çepni Dernekleri Federasyonu tarafından İstanbul’da düzenlenen Yörük Türkmen Çepni Toyu’nda, Alevilikte asimilasyon çabaları, siyasallaşma ve Ali’sizlik tartışılmıştı. 5-8 Ocak 2023 tarihlerinde İstanbul’un Maltepe ilçesinde Yörük Türkmen Çepni Toyu ayarlanmıştı. Bu kapsamda düzenlenen konferansta Alevilik ve Alevilerle ilgili konular da masaya yatırılmıştı. Düzenlenen konferansta, Pir Hünkâr Hacı Bektaş Veli Dergâhı Serçeşme Vakfı Başkanı Hüseyin Hürrem Ulusoy, Ocakzadeler Meclisi Sözcüsü Ali Timurtaş Özmen ve Cem Vakfı Genel Müdürü Ali Rıza Özkan “Aleviliğin asimilasyonu, siyasallaşması ve Ali’sizlik” başlığı altında birer konuşma yapmışlardı.

Konferansta ilk sözü alan Pir Hünkâr Hacı Bektaş Veli Dergâhı Serçeşme Vakfı Başkanı Hüseyin Hürrem Ulusoy, baskın bir unsurun kendisinden daha zayıf olan bir kültürü kendine benzeştirmesinin asimilasyon olarak tanımlandığını belirterek, Almanya’da yeni bir Alman Aleviliği yaratılması sürecini, asimilasyon örneği olarak hatırlatmıştı.

Konuşmacılardan ikinci olarak söz alan Ocakzadeler Meclisi Sözcüsü Ali Timurtaş Özmen, “bu konferansın konu başlıklarının, Ocakzadeler Meclisi’nin kuruluş gerekçeleri olduğunu” belirterek, Ali’sizliğin temel nedeninin imansızlık olduğunu vurgulamıştı.

“İman etmeyen kişi, bilerek ya da bilmeyerek inanmadığına karşı direnir ya da inanmayanlarla birlikte olur” diye konuşan Özmen, Hz. Ali’yi tartışma konusu yapan, Alevi ibadet erkânlarını değiştirmeye kalkışan, Aleviliği bir kültür ve yaşam biçimi düzeyine indirgemeye kalkışan çevrelerin, Alevilikte asimilasyonun figürleri olduğunu vurgulamıştı.

Konferansın üçüncü konuşmacısı Cem Vakfı Genel Müdürü Değerli Ali Rıza Özkan ise, “Ali’sizliğin iman ve itikatla ilgili bir tartışma konusu olmadığını, tam tersine emperyalistler tarafından hazırlanan siyasi bir proje olduğunu” aktarmış ve oldukça şuurlu ve sorumlu bir tavırla ilgilileri uyarmıştı.

1993 yılında yaşanan Sivas katliamı ertesinde Alevilerin şehirlerde ibadet mekânları kurarak kendilerini görünür hale getirdiklerini söyleyen Özkan, ağırlıkları süreç içerisinde giderek daha fazla hissedilmeye başlanan Alevilerin toplumsal hayata katılımlarını etkisizleştirmek, dejenere etmek, hatta önlemek ve bir çatışma unsuru olarak istismar etmek amacıyla “Ali’siz Alevilik” diye bir proje üretildiğini açıklamıştı.

“Ali’siz Alevilik” fitnesini ortaya ilk atanların Alevi olmadığını, ama bu projenin öncelikle Alevi aydınları manipüle etmek üzere sistematik ve organize bir saldırı olduğunun altını çizen Özkan, “Yapılmak istenen Alevilerin şehirlerdeki varlığının bir şekilde dejenere edilmesidir. Asimilasyon dediğimiz şey tam da bunu hedeflemiştir. Ali’sizlik esasen bir asimilasyon projesi, Alevilerin yok edilmesi projesidir.” yorumunu yapmıştı.

Bu projenin Emevilerin İslam içerisine soktuğu Hz. Ali ve Ehl-i Beyt düşmanlığı fitnesi ile örtüştüğüne dikkat çeken Özkan, bugün de küreselci emperyalist çevrelerin, bütün Orta Doğu’ya ve Türkiye’ye karşı projelerinde etnik çatışmalar çıkarmak ve buradaki ulus devletleri yıkmak üzere hazırladıkları projede aynı fitneyi kullandıklarını vurgulamıştı. Alevilerin Cumhuriyet’e sarılmalarının ve Mustafa Kemal Atatürk’ü sahiplenmelerinin temelinde hukuk devleti içerisinde güvenli yaşama arzusu olduğunu belirten Özkan, “Ali’sizlerin Aleviler içerisinde Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlığı yapmalarının da emperyalist projenin parçası olduklarını kanıtladığını” açıklamıştı.

Özkan, “Geçen haftalarda Yenikapı’da adı “Kurultay” olan bir şey gördük. O kurultayın sonuç bildirgesi PKK’nın sloganıyla bitiyor. Yani Aleviyim diye toplanan insanlara PKK’nın sloganı attırılıyor. Bu projenin sinsi ve siyasi bir proje olduğunu anlamamız için bu açık bir örnektir” diye uyarmıştı.

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Subscribe
Bildir
0 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Picture of Nevzat GÜNDÜZ

Nevzat GÜNDÜZ

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...