YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
69208a7a48d86
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 4 8
Bugün : 28094
Dün : 45549
Bu ay : 880818
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45284639
IP'niz : 216.73.216.128

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

6 Şubat 2023 Maraş Merkezli

DEPREM SANCISI VE SONRASI

      

Bu büyük felaketin üç ana boyutu vardır:

1- İmtihan boyutu, 2- İktidar boyutu, 3- Islahat boyutu.

1- Depremin imtihan boyutu:

Duyarlı halkımız bu asrın felaketi karşısında; özündeki asaletle, Milli birlik ve dirlik bilinciyle kenetlenmiş ve yardıma koşmuşlardır.

a) Milli Çözüm İstanbul Ekibi 100 çadır hazırlamıştır. b) Konya Ekibimiz Maraş ve Hatay’la irtibat kurmuş, mağdurlara el atmışlardır. Ayrıca Konya Ekibimiz gönüllü olarak yetim depremzede çocukları sahiplenip, barındırma ve yine bölgedeki çocuklara kazak-külah örüp ulaştırma organizesi başlatmışlardır. c) Arama-kurtarma faaliyetleri için Gebze’den gönderilen iki Milli Çözüm Ekibi çok hayırlı hizmetlere vesile olmuşlardır.

5 yaşındaki kız çocuğunun: “Nurani bir amca su ve yiyecek getirdi” sözleri maneviyatımızı artırmıştır. Depremden 225 saat sonra bile bebeler, nineler, dedeler ve gençler çıkarılmıştır. Eceli henüz dolmayan, Allah’ın inayetiyle hayatta kalmaktadır.

2- İktidar boyutu: 1-2-3 yıllık ve 3-4 milyona satılan binalar neden yıkılmıştır? Müteahhit sizden, Belediye sizden, Hükümet sizden olduğu halde bu ihmalkârlıklar neden yapılmıştır? Kayıp 45 bin dense de, uzmanlar gerçek sayının, maalesef 2-3 katı olacağını hatırlatmışlardır.

Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de:

“İşte bu nedenle; İsrailoğullarına da yazmış (ve onların şahsında bütün insanlığı uyarmış)tık ki; -öldürdüğü başka birisine karşılık (kısasen), veya bulunduğu yerde çıkardığı fitne ve fesada (anarşi ve isyana binaen) olmaksızın- her kim (haksız yere) bir kişiyi öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de (bir masumun öldürülmesine engel olup, yaşamasını sağlayarak) onu diriltirse, bütün insanların hayatını kurtarmış gibidir. Andolsun, elçilerimiz onlara apaçık belgelerle gelmişlerdi. Sonra bunun ardından onlardan (İsrailoğullarından) birçoğu yeryüzünde ölçüyü taşırıp israf (ve insafsızlığa) yönelmişlerdir.” (Maide Suresi: 32) buyurmaktadır.

Bu iktidar defalarca imar affı çıkarmıştır. Yani para karşılığı vatandaşa tapu diye tabut satmıştır.

Depremin en kritik ilk 1,5 günü, TSK neden ve acilen devreye sokulmamıştır? Ardından bölgede en kurtarıcı ve yaraları sarıcı çalışmaları Ordumuz yapmıştır. Depremin 7’nci gününde çıkarılan kız çocuğu; “En büyük asker bizim asker” sloganını boşuna atmamıştır! Seyyar hastane, seyyar mutfak, seyyar tuvalet ve hasta nakil çalışmalarını Mehmetçik yapmıştır.

Deprem dolayısıyla maddi kaybın: 100 milyar doları bulacağı konuşulmaktadır.

Maalesef deprem yörelerinde 351 kadar hırsızlık ve yağmaya rastlanmış, 181 kişi tutuklanmıştır. Bazı hain çevreler: Yerli-Suriyeli-Göçmen-Türkmen düşmanlığını körüklemeye çalışmaktadır. İktidarın eğitime, kaliteye, kalifiye kimselere bakış açısını “Üniversitelerin ikinci yarıyılını uzaktan eğitimle tamamlama, Yurtlara deprem mağdurlarını taşıma” çabası ortaya koymaktadır.

3- Deprem sonrası ıslahat boyutu:

İhmalkârlıkların ve vurdumduymazlıkların yol açtığı bu büyük felaket sonrasında; artık hem toplum kesimlerinin şuurlandırılması, hem de sistemin ve yönetimin emin ve ehil ellerde yeniden yapılandırılması kaçınılmazdır. Çünkü topyekûn bir ISLAHAT hareketine (ıslah edip düzeltme, iyileştirme ve uygun şekilde yeniden düzenlemeye) acilen ihtiyaç vardır. Bu değişim ve dönüşümü gerçekleştirmedikçe huzura, rahata ve refaha ulaşmamız imkânsızdır. Bu köhnemiş zihniyeti de, bu istismarcı ve suiistimalci hükümeti de artık değiştirmek şarttır.

Değerli Yerbilimci Prof. Dr. Ahmet Ercan’ın saptamaları oldukça anlamlıdır.

Bu deprem sonrasında şu yanlışlar yapılmıştır;

1- Acil durum yönetiminde sınıfta kalınmıştır.

2- Yardım malzemeleriyle yardıma gelenlerin eşgüdümü sağlanamamıştır.

3- Kurtarmaya zamanında başlanamamıştır.

4- 1’inci gün, kurtarma takımı sayısı göçük sayısının çok altındadır. (245’e 6000)

5- Ordunun müdahalesi için 72 saat sonra karar alınmıştır. Bu nedenle birçok insanımız ölüme terk edilmiştir. Tek adam yönetiminin ne kadar kötü olduğu bir kez daha anlaşılmıştır.

6- Çok başarılı olan TTK maden kurtarmacıları, helikopter ya da uçakla alınmadıkları için 30 saat sonra işe koyulmuşlardır.

7- Kurtarmacılar ve yardıma gelenler için WC, barınma ile yemek ihtiyacı karşılanmamıştır.

8- Kızılay nedense alıştığımız başarılı bir görevi yapamamıştır.

9- Canla başla çırpınan AFAD görevlileri yetersiz kalmıştır.

10- Gelen yardımların çoğu yollara saçılmıştır.

11- Örgütlenme eksikliğiyle birçok kurtarmacı geri yollanmıştır.

12- İlk gün Twitter’ın yasaklanması, deprem gören ile kurtarmacı iletişimini koparmıştır.

13- İnternetin çalışmaması, enkaz altında kalan depremzedelerin konumlarını bulmayı zorlaştırmış, birçok kişinin ölümüne seyirci kalınmıştır.

14- İlk iki gün Adıyaman ile Hatay’a, köy ve kasabalarına hiç uğranamamıştır. Çok yazık olduğu açıktır.

15- Kurtarmacıların gece çalışması için elektrik yeterince sağlanamamıştır.

16- Temizlik ile su eksikliği yaşanmış ve yeterli tedbir alınmamıştır.

17- Salgın konusu umursanmamıştır.

18- Siyasiler yanlarına neden deprem bilimcileri almamışlardır?

19- Felaket bölgesindeki ihmallerin sonucu oluşan “Siyasi Heder” sorumluluğu “İlahi Kader” yorumuyla kapatılmaya çalışılmıştır.

Bu büyük felaket sürecinde, Milli birlik ve dirliğimizi zedeleyici değil, güçlendirici bir dil kullanmalıyız. İktidarı bile tenkit ederken tespit ve teşvik edici davranmalıyız. Enkazdan 9 bin kişi sağ çıkarılmış, ama 90 bin göçük altında kalmışsa; elbette bunun sebepleri ve ihmal zincirleri soruşturulmalıdır.

Sağlam yapabildiklerimiz yıkılmamıştı!

17 Ağustos 1999’da yaşadığımız deprem felaketinin üzerinden 24 yıl geçtikten sonra benzer manzaraların günümüzde de yaşanması, alınan önlemlerdeki eksiklikleri de gözler önüne çıkarmıştı. TOKİ’nin Kahramanmaraş’ta inşa ettiği 5 bin 545, Hatay’daki 8 bin 18, Osmaniye’deki 3 bin 323, Malatya’daki 20 bin 605, Şanlıurfa’daki 17 bin 261, Diyarbakır’daki 20 bin 912, Gaziantep’teki 27 bin 947, Adıyaman’daki 7 bin 65, Adana’daki 21 bin 154, Kilis’teki 1.929 konut, Kahramanmaraş merkezli depremlerde yapısal hasara uğramamıştı.

Binalarda uygulanan “radye temel”, “tünel kalıp taşıyıcı sistem”, “yüksek beton dayanımı” gibi depreme karşı çözümler içeren sistemler sayesinde 133 bin 759 konutta herhangi bir hasara rastlanmamıştı. Yani sağlam zemine, gerekli ve yeterli malzeme ile yapılan binalar bu depremi en az zayiatla atlatmıştı.

Memduh Bayraktaroğlu’nun iddiaları niye yanıtlanmamıştır?

“Olay şöyle efendim; bakın, ‘şöyleymiş’ demiyorum, bizzat yaşayan biri anlatıyor bunu. AFAD’da; meğer aynı Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nde olduğu gibi bütün yer koşullarını, yani deprem, sel, su, yağmur, kar, çamur gibi… Her şeyi anında bildiren bir yazılım mevcutmuş ve bu yazılım; o anda ve eş zamanlı olarak AFAD’ın sürekli açık olan, yani hiç kapanmayan bilgisayar ekranlarına, bilgileri geçiyormuş. AFAD, gelen bu bilgilerle tabii ki hemen çalışmalar başlatıyor. Durumu İçişleri Bakanlığı’na bildiriyor. Bakanlığa giden bilgi aynı anda Süleyman Soylu’ya ulaşıyor. Ayrıca Süleyman Soylu’nun talimatıyla Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’a ve Turizm ve Kültür Bakanı Mehmet Ersoy’a haber veriliyor. Üç Bakan bir araya geliyorlar ve hummalı bir faaliyete başlıyorlar. Hulusi Akar, deprem bölgesindeki Garnizon Komutanlarını arıyor. Süleyman Soylu da Jandarma Genel Komutanı’nı arıyor ve bölgeye talimat vermesini, Jandarma’nın teyakkuzda olarak hemen operasyon için kendilerine verilecek mahallelere gitmelerini söylüyor. Ancak henüz Cumhurbaşkanı’nın haberi yok. Cumhurbaşkanlığı’na bilgi veriyorlar. Cumhurbaşkanlığı’nda haberi alması ve Cumhurbaşkanı’na ulaştırması gereken kişi de, haberi Bakanlardan dinlediği şekilde, aynen aktarıyor. Süleyman Soylu tarafından AKP’li belediyelere telefon edildiği, belediyelerin derhal tedbirleri alması için harekete geçirildiği, belediyelerin itfaiyelere talimat verdiği, yani kendi sorumluluğu altındaki itfaiyelere talimat verdiği, Garnizon Komutanlarının keza Kara Kuvvetleri aracılığıyla Jandarma Genel Komutanı’nın da bölgedeki Jandarma Komutanlarına talimatı verdiği ve harekete geçirdiği haberi Erdoğan’a bildiriliyor.

Erdoğan, beklenen tepkiyi koyuyor. Ne söylediğini bana aktaran kişi, Erdoğan’ın telefonda Süleyman Soylu’ya net olarak neler söylediğini bilmiyor. Ancak Süleyman Soylu’ya da Hulusi Akar’a da, (Mehmet Ersoy’u arayıp aramadığını bilmiyor,) çok ağır sözler ettiğinden emin konuşuyor.

Yine bana aktarılan bilgiye göre; 5 Mart’ta 3 Bakanın bir araya gelerek siyasetten çekileceklerini ve artık siyaset yapmayacaklarını, Bakanlık görevlerinde seçim, yani normal zamanında yapılması gereken seçim tarihine kadar, seçim ertelenirse seçimin ertelendiği tarihe kadar görevlerine devam edeceklerini kamuoyuyla paylaşacaklar.”[1]

EMASYA Protokolü’nün kaldırılması ve acı sonuçları

Depremin ikinci günüydü. Muhalif ekran kanalında kadın meslektaşımın sitemine denk geldim, bağırıyordu: “Nerede asker? Neden deprem bölgesinde asker yok?” Kendimi tutamadım, “Sizin yüzünüzden!” dedim; “Siz kullanışlı aptallar yüzünden!” Niçin böyle dediğimi açıklayayım:

Genelkurmay Başkanlığı ile İçişleri Bakanlığı arasında 7 Temmuz 1997 tarihinde 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu 11/d maddesi gereğince alınması gereken müşterek tedbirlere ilişkin protokol imzalanmıştı. Adına kısaca “EMASYA” denilen protokol, “Emniyet-Asayiş-Yardımlaşma” ifadelerinin kısaltılmış adıydı. 27 maddeden oluşan protokol; terör, deprem, sel, yangın gibi doğal afet durumunda ilçe veya illerde yeterli müdahale kuvvetinin bulunmadığı durumlarda Valiliğin talebiyle askerden yardım alınmasını düzenleyen konulardı. Amaç, sivil otoritenin kontrolünde koordinasyon ve işbirliği ile kamu düzeni sağlamaktı.

Asker-polis yardımlaşmasını sağlayan EMASYA Protokolü ilk defa 17 Ağustos 1999 depreminde uygulandı. Mehmetçik deprem bölgesindeki çalışmalarıyla herkesin takdirini kazandı.

Sonra neler yaşandı?

FETÖ, Ergenekon kumpası için düğmeye bastığı süreçte, EMASYA Protokolü’nü hedefe koydu. Yalnız değildi FETÖ… AKP, Kandil’in sivil kanadı parti, dönek solcular, liboşlar, CHP’nin 10 Aralıkçıları ve bunların medya organları, FETÖ ile elbirliği yaparak, “EMASYA Protokolü’nün darbeye zemin oluşturduğu” propagandasına başladı. “Askeri vesayet” kara propagandasıyla Türk Silahlı Kuvvetleri’ne düşmanlıkta yarıştılar… Oysa birkaç yıl önce 2 Şubat 2004’te AKP’li İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu TBMM Genel Kurulu’nda şu konuşmayı yapmıştı:

“EMASYA planı, Türkiye’nin meşru güvenlik güçleri arasında işbirliğini en yüksek seviyeye çıkarmanın yasal dayanağı olan bir protokoldür. Özünde, İl Valisi’nin bölgesinde çıkan toplumsal olayları, afetleri, kendi gücüyle üstesinden gelemediği takdirde, kuvvet talep etmesidir. O günün şartları içinde birbiriyle görüşmeyen, yardımlaşmayan, istihbarat paylaşmayan, işlem yapmayan güvenlik güçlerini birlikte çalıştırma modelidir…”

Ancak: TSK içinde, müridi olmayan subayları tasfiye etmek isteyen FETÖ, kandırdığı “kullanışlı aptallar” ile birlikte, “Darbeye zemin hazırlayan EMASYA kaldırılsın” kampanyası başlattı…

Taraf gazetesinin, 20 Ocak 2010 tarihli “Fatih Camii Bombalanacaktı” manşeti üzerine, FETÖ savcıları harekete geçti. Kumpasın yarattığı siyasal iklim sonucu EMASYA Protokolü 4 Şubat 2010 tarihinde kaldırıldı. Ardından Balyoz Kumpası başlatılarak TSK hedef haline getirildi.

Gerçekten bunlar o kadar “kullanışlı aptallar” idi ki: EMASYA Protokolü sonra ne zaman hayata geçirildi biliyor musunuz?14 Temmuz 2016. Evet, FETÖ darbesinden bir gün önce!.. FETÖ, “darbeye zemin hazırlar” dediği EMASYA Protokolü’nde bir de değişiklik yaptı: Türk Silahlı Kuvvetleri’ne, mülki amirlere bilgi vermeden operasyon yapma yetkisi tanıdı! AKP, 15 Temmuz darbesini yaşayınca hatasını anladı, EMASYA Protokolü’nü hemen yürürlükten kaldırdı.

Sonuçta: Afetlerde halkının yanında olan Mehmetçik, FETÖ ve kullanışlı aptallar yüzünden bugün felaketlere müdahalede geç kalır konuma taşındı. Dün,“EMASYA kaldırılsın” diyenler bugün TV’de “Asker nerede?” diye bağırıyorlardı![2]

Daha önce Askeri tasfiye edip bugün; “Asker nerede?” diye bağıranlara hatırlatmak lazımdı!

Siz değil misiniz o askerin tasfiye edilmesini sağlayan? Emniyet-Asayiş-Yardımlaşma ifadelerinin kısaltılmışı olan ve 7 Temmuz 1997’de imzalanan EMASYA Protokolü kaldırılsın diye “bağıran!” ve 4 Şubat 2010’da kaldırmayı başaran? Ne oldu? Bugün “devlet” diyenler; o gün TSK’nın da devlet kurumu olduğunu unutmuş ve Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk gibi davalarla yurtsever subay ve sivili tasfiye etmeye başlamıştı.

Sivil toplumculuk (sivil toplum değil) bir kez daha çuvalladı. Kahramanmaraş merkezli yüzyılın felaketinde tedbirsizlik ve takipsizlik başımıza büyük belalar açmıştır ve iktidar enkazın altında kalmıştır. Üç saatte merkez kuran devletten, üç gün sonra plan yapan devlete dönüşmek ne kadar acıdır… Umarım buradan ders alınır. Ha bir not daha: TSK’nın görev alanı bellidir ve sivil otoritenin emrindedir. Bunu kimse reddedemez. Ancak… İktidar da emrindeki en güçlü kurumu harekete geçirmek için günlerce beklememeliydi.[3]

Rahmetli Erbakan Hükümeti Döneminde EMASYA Protokolü İmzalanmıştı.

İller İdaresi Kanunu’nda değişiklik yapan ve 29 Ağustos 1996’da Erbakan hükümeti döneminde çıkarılan yasa sonrası 1997’de, asker ve polis arasında EMASYA Protokolü imzalanmıştı. Protokolün bir maddesi de, terör şüphesi gibi olağanüstü bir durum algılaması varsa, askeri birliklere, Vali’den izin almaksızın olaylara el koyma yetkisi tanınmaktaydı.

EMASYA’ya Dayanak Yapılmıştı.

Yasanın 11. Maddesi; Valilere, ilde çıkabilecek veya çıkan olayların, emrindeki kuvvetlerle önlenmesini mümkün görmedikleri durumlarda Jandarma veya Kara Kuvvetleri birliklerinden yardım isteme yetkisi sağlamıştı. Valinin talebi olmadan askeri birliğin müstakilen görevlendirilmesi de mümkün bulunuyor. EMASYA Protokolü de bu madde uyarınca hazırlanmıştı.

EMASYA’nın iptalini isteyenler çıkmıştı!

Yasanın yürürlüğe girmesinin ardından maalesef Mümtaz Soysal ve arkadaşları 1 Kasım 1996’da iptal davası açmıştı. Başvuruda “Yasa, askerî kuvvetler ile sivil kuvvetleri işlevsel olarak karıştırmış, görevi dış güvenliği sağlamak olan asker, varlık nedenine aykırı olarak, iç güvenliğin sağlanmasında da etkin bir rol üstlenmiştir. Bu düzenleme, olağan dönemlerde bile, askerî otoriteyi, sivil otoritenin önüne geçirip, sivillerin, çözümleyemedikleri ülke sorunlarını askerlere havale etmektedir’’ diye karşı çıkılmıştı.

Sezer ve Kılıç da Vardı

İptal davasını 6 Ocak 1999’da ele alan dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer ile üyeler, Samia Akbulut, Haşim Kılıç, Yalçın Acargün, Mustafa Bumin, Sacit Adalı, Ali Hüner, Lütfi Tuncel, Rüştü Sönmez, Can Ilıcak, Fulya Kantarcıoğlu, istemi reddetmişti. “Askeri birliğin görevde kalış süresini birlik komutanının belirlemesi” hükmünü ise iptal etmişti.

Başkan Sezer ise aynı yasada yer alan ‘Mülki idare amiri, genel güvenlik ve kamu düzeni bakımından gerekli gördüğü hallerde, sivil hava meydanlarında, limanlarda ve sınır kapılarında, binaları, uçakları, gemileri ve her türlü deniz ve kara taşıtlarını, yolcular ile bunlarda görevli personelinin üstlerini, araçlarını ve eşyalarını aratabilir’ hükmünün, “Yargı kararı olmadan yapılamayacağını” belirterek, iptalini istedi. Diğer üyeler ise bu görüşe katılmamıştı.

Akif Beki’den RTÜK Başkanı’na: “Kimin moralini bozmayalım?” çıkışı!

Karar gazetesi yazarı Akif Beki, RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin’in depremle ilgili açıklamalarına karşı, “Kimin moralini bozmayalım?” başlıklı yazısında, RTÜK Başkanı Şahin’in “Moral bozucu yayınlar yapmak hiçbir medya kuruluşunun hakkı ve haddi değildir” sözlerine tepki koymuşlardı. Beki, “İktidar mazeretçileri, ağız açtırmıyor. Eksikliklerle, yetersizliklerle mücadele edeceklerine; bunların söylenmesiyle mücadele ediyorlar. Siyasi morallerini, makyajlarını korumaktan başka önceliği olmayandan vatan, millet fedaisi çıkmaz. Aman moralleri, makyajları bozulmasın; gerisi teferruat onlara! Kusura bakılmasın; gözeteceğim tek moral, depremzedenin moralidir. O da hâlâ sağsa canıyla boğuşuyor, ne moralinden bahsediyorsunuz siz?!” ifadelerini kullanmıştı.

İkinci güne girildiğinde, hâlâ şehir merkezlerinde ulaşılmayan enkaz, duyulmayan imdat çığlıkları, gidilmeyen deprem bölgeleri vardı. Bu sorunları söylemek, kimin moralini bozacaktı? Sorunların üstünü örtsek, yokmuş gibi yapsak bazılarının morali belki kurtulur ama depremzedelerin canını da kurtarır mıydı? Enkaz başında kurtarma ekibi bekleyenlerin feryatlarını yayınlamaktan kim, niye rahatsızlık duyardı? Aç, açıkta kalanlardan bahsetmek, yardım çağırmak kime, neden dokunacaktı?

“Nerede bu devlet?” diye bağıran bir depremzedeye mikrofon tutulması, milli güvenliği nasıl tehlikeye atacaktı? Arama-kurtarma ekipleri, başlarını kaldıracak da haberleri mi izleyip duracaktı? Ayrıca, yardım bekleyenlerin çığlıklarını dinlemek, yardım ekibinin moralini mi bozarmış!?

Kimin, moraline bu kadar düşkün olduğunu hepimiz biliyoruz. Hani 99’daki Gölcük Depremi, bir milat olacaktı. Hiçbir şey, bir daha eskisi gibi olmayacaktı. 24 yıl sonra neden hâlâ değişen bir şey yok da her şey eskisi gibi, bin perişanlık yaşanmaktaydı? Bunları sormayacak mıyız?

“Siyasi çekişmenin sırası değil, bir ve beraber olma günüdür” çağrısı doğrudur. Fakat “Cumhur İttifakı olarak teşkilatlarımızla sahadayız, herhangi bir eksiğimiz yok” diyen AKP Sözcüsü Ömer Çelik’e, aklı fikri propagandada ve Erdoğan’a yaranma yarışında olan Mehmet Metiner ve diğerlerine bu gerçeği hatırlatmalıdır. Yardımın nerede kaldığını sormanın, siyasi istismar sayılması akıl dışıdır.

Eksiklikleri, yetersizlikleri, organizasyon düzensizliğini görmek istemiyorlar diye susup kalmak vicdana aykırıdır. İktidar mazeretçileri, ağızlarımızı kapatmaya çalışmaktadır. Eksikliklerle, yetersizliklerle mücadele edeceklerine; bunları söyleyenlere savaş açmışlardır. Siyasi morallerini, makyajlarını korumaktan başka önceliği olmayanlardan, vatan ve millet fedaisi çıkmayacaktır.

CHP’li Başarır’dan Erdoğan’ın ‘şerefsiz’ sözlerine yanıt!

CHP’li Ali Mahir Başarır, AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın deprem bölgesindeki eksiklikleri eleştirenlere ‘şerefsiz’ demesine tepki koymuşlardı. Deprem bölgesi Hatay’a gelerek açıklamalarda bulunan AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, eleştirilere yanıt vererek ‘haysiyetsiz’, ‘namussuz’, ‘şerefsiz’ gibi ifadeler kullanmıştı.

CHP Mersin Milletvekili Ali Mahir Başarır, sosyal medya hesabında yaptığı paylaşımında Erdoğan’ın sözlerini şöyle yanıtlamıştı.

“Depremin 3. gününde yetersizlikleri nedeniyle, kendisine ve iktidarına eleştiri yapan insanlara; “şerefsiz” diyecek kadar küçülen Recep T. Erdoğan’ı 85 milyonun vicdanına bırakıyorum! Yazıklar olsun sana da zihniyetine de!”

George HW Bush uçak gemisi Türkiye’ye doğru yol almakta mıydı?!

ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) Sözcüsü Tuğgeneral Patrick Ryder, ABD’nin, 11 ili etkileyen Kahramanmaraş merkezli depremlerde arama kurtarma ve insani yardım çalışmalarına destek için USS George HW Bush uçak gemisinin Türkiye’ye gönderildiğini açıklamıştı. Ryder, Türkiye’nin uluslararası yardım çağrısı üzerine 7 Şubat’ta İncirlik Hava Üssü’nde konuşlu ABD unsurlarının ilkyardım ekiplerini deprem bölgelerine taşımaya başladığını aktarmıştı.

Pentagon’un ayrıca ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı’nın (USAID) gönderdiği arama kurtarma ekibini, Türkiye’ye C-17 uçağıyla taşıdığını belirten Ryder, şunları vurgulamıştı:

“ABD Avrupa Kuvvetleri Komutanlığı (EUCOM), USAID afet yardım ekibine destek vermek üzere bir takım yolladı. Bunların da 9 Şubat’ta orada olmalarını bekliyoruz. EUCOM ayrıca Türk hükümetinin olabilecek yeni talepleri ve yardım çabaları için ek unsurları konuşlandırmak üzere aktif bir şekilde çalışmaktadır. Tekrar taziyelerimizi iletiyoruz ve bu korkunç felaketin yaralarını sarmak ve insanları kurtarmak için müttefikimizin yanındayız.”

EUCOM’un tıbbi yardım ve su tedariği başta olmak üzere aktif bir şekilde çalıştığına işaret eden Ryder, “Akdeniz’deki USS George HW Bush Uçak Gemisi, olası ek destek talebi için Türkiye’ye doğru hareket ediyor. Yardım taleplerine olabildiğince hızlı yanıt vermek üzere hazırlanıyoruz” ifadelerini kullanmıştı.[4]

İspanya’nın, kurtarma çalışmalarına yardım için 500 denizcinin bulunduğu iki askeri gemiyi Türkiye’ye yönlendirmesi ne amaçlıydı?

ABD’nin ardından İspanya, Kahramanmaraş merkezli depremlerin mağdurlarına yardım için bölgede sahra hastanesi kuracağını duyururken, kurtarma çalışmalarına yardım için 500 denizcinin bulunduğu iki askeri gemiyi Türkiye’ye yönlendirdiğini açıklamıştı.

İspanya hükümeti, Kahramanmaraş merkezli depremlerin mağdurlarına yardım için bölgede sahra hastanesi kuracağını, sağlık personeli, lojistik ve koordinasyon çalışmaları için 70 kişilik profesyonel ekibin gönderileceğini aktarmıştı. Öte yandan, İspanya Savunma Bakanlığı, toplamda 500 kadar deniz subayının bulunduğu Juan Carlos I ve Galicia gemilerinin, depremde kurtarma çalışmalarına destek vermek için, Türkiye’ye doğru yolda olduğunu duyurmuşlardı.[5]

ABD ve İspanya’nın Türkiye’ye bu savaş gemilerini yollama amaçları bir muammaydı ve iktidarın bu konudaki suskunluğu kafa karıştırıcıydı!.. ABD ve İspanya savaş gemilerinin; İskenderun Körfezi’ne, yani Armageddon Savaşı’nın yaşanılacağına inandıkları Hatay Amik Ovası çevresine yığılması, bu şeytani hedefleri için olmasındı?

Uzaylılar ABD’ye saldırıya mı hazırlanmaktaydı!?

ABD’nin, Kuzey Amerika hava sahasında üç ayrı tanımlanamayan cismi düşürmesi tartışmalara yol açarken, ABD ordusundan dikkat çeken bir “uzaylı” açıklaması kafaları karıştırmıştı. ABD Kuzey Amerika Hava Sahası Savunma Komutanlığı Başkanı General Glen VanHerck, ABD savaş uçakları tarafından vurulan nesnelerin, Dünya dışından gelmiş olma ihtimalini dışlamadıklarını söyleyerek, “İstihbaratın bunu araştırmasını bekliyoruz. Hiçbir olasılığı göz ardı etmiyorum” dedi. Her türlü potansiyel tehdidi değerlendirdiklerini kaydeden VanHerck, ilk incelemelerde vurulan cisimlerin nereden geldiğinin belirlenemediğini aktarmıştı.

Kuzey Amerika Hava Savunma Komutanlığı (NORAD) Çin balonu ile Alaska ve Kanada üzerinde tanımlanamayan cisimleri düşürmesinin ardından, ABD ile Kanada sınırında uçan, tanımlanamayan bir cisim için hareket başlatmıştı. NORAD’ın, ABD-Kanada sınırında yer alan Michigan ve Huron gölleri bölgesini kısa süreliği uçuşa kapatmasının ardından, tanımlanamayan bir cismi daha düşürdüğü ortaya çıkmıştı.

Pentagon Sözcüsü Tuğgeneral Patrick Ryder, yaptığı yazılı açıklamada, ABD Başkanı Joe Biden’ın talimatı üzerine söz konusu cismin bir ABD F-16’sı tarafından düşürüldüğünü doğrulamıştı. Cismin 20 bin fit irtifada uçtuğunu belirten Ryder, “Rotası ve irtifası sivil havacılık için bir tehlike olabileceği de dahil olmak üzere bu cisim endişelere yol açtı” ifadelerini kullanması enteresandı.

Cumhuriyetçi Michigan Temsilcisi Emekli Korgeneral Jack Bergman, Twitter hesabından yaptığı açıklamada, ABD halkının söz konusu yüksek irtifalı cisimler hakkındaki sorulara yanıt beklediğini yazmıştı. NORAD, nükleer silahların konuşlu olduğu Montana Eyaleti üzerinde anormal radar hareketliliği tespit ettiği gerekçesiyle bölgeyi kısa süreliğine uçuşa kapatmış ancak yapılan incelemede radar tespitleriyle ilişkilendirilecek herhangi bir cisim bulamadığını açıklamıştı.

ABD ordusu, daha önce de Montana üzerinde tespit ettiği Çin’e ait bir yüksek irtifa balonunu 4 Şubat’ta Güney Carolina kıyılarında vurmuşlardı. Pentagon, ayrıca 9 Şubat’ta Alaska üzerinde tanımlanamayan bir cisim düşürmeyi başarmıştı. 11 Şubat’ta ise Kanada Başbakanı Justin Trudeau, ABD ile işbirliği içinde Kanada’nın Yukon bölgesi üzerinde bir cismi düşürdüklerini açıklamıştı. Pentagon’un son yıllarda UFO’larla ilgili araştırmaları hızlanmıştı. ABD ordusu yakın zamanda tanımlanamayan cisimlerle ilgili yüzlerce rapora dair açıklamalar yapmıştı.

Pentagon bünyesinde UFO’ları inceleyen bir birim de kurmuşlardı. Öte yandan uzaydan gelen yabancı varlıklara dair bir kanıt bulunduğu yönünde Pentagon’dan bugüne dek herhangi bir açıklama yapılmamıştı.[6]

Böyle felaketlerde nasıl davranacağımızı, ruhi ve akli marazlardan nasıl kurtulacağımızı anlatan şu ayetleri ibretle okuyalım:

“En güzel isimler Allah’ındır. Öyleyse O’na bunlarla dua edip yalvarın. O’nun isimleri (ve işleri) hakkında ‘aykırılığa (ve uygunsuz yorumlara) sapanları’ bırakın. Onlar yapmakta oldukları dolayısıyla yakında cezalandırılacaklardır.

Yarattığımız (insanlar)dan, Hakk ile hidayeti bulan, Hakka yöneltip (hidayete çağıran) ve Onunla (Hakk’la ve Kur’an’la) adaleti (kurup sağlayan) bir ümmet (seçkin bir şahsiyet ve hareket) vardır. (Ki bunlar kutlu ve mutlu bir tabakadır.)

(Ancak her türlü imkân ve iktidara kavuşturulduğu halde) Ayetlerimizi yalanlayanları (Kur’ani hükümleri gereksiz ve geçersiz sayanları, yetki ve fırsatları olduğu halde dini emirleri uygulamaya çalışmayanları) ise, onları bilmeyecekleri (ve fark edemeyecekleri) bir yönden derece derece (yükseltip, riyakârlık ve istismarcılıkla yüreklendirip, sonunda çok acı ve alçaltıcı akıbetlerine) yaklaştıracağız.

Ben onlara (şahsi ikbal ve ihtirası için dine ve davaya hıyanete kalkışanlara, bunların gerçek ayarları ortaya çıksın diye) belirli bir süre (mühlet ve fırsat) veriyor (yularlarını uzatıyorum. Ancak) Benim “keyd”im (planım ve tuzağım) sapasağlamdır. (Hiç kimsenin yaptığı yanına kâr kalmayacaktır.)

Bunlar sahiplerinde (yani hidayet rehberleri olan Hz. Peygamber’de) delilikten hiçbir eser olmadığını (bilmiyor ve) düşünmüyorlar mı? O, apaçık bir uyarıcıdan başkası değildir. (Bunları bile bile inkâra ve itiraza kalkışılmaktadır.)

Onlar, göklerin ve yerin melekûtuna (kâinatın ve tabiatın bağlı oldukları İlahi kudret ve kanunlara) ve Allah’ın yarattığı (bütün) eşyaya (tüm varlıklara…) Ve (kesin bir) ihtimalle, ecellerinin (ölüm gelip bu dünyadan göçmelerinin) de pek yakın olduğuna (hiç) bakmıyorlar mı? Bundan (Kur’an’dan) sonra onlar artık hangi söze inanacaklardır?

Artık, (bile bile dalâlete kaydıkları için) Allah’ın (Hakk yoldan) saptırdığı kimseye hidayet verecek de yoktur (böylelerine kurtuluş yolunu gösterebilecek kimse bulunmayacaktır) ve (Allah) onları tuğyanları (isyan ve azgınlıkları, tağutlara kullukları ve marazlı münafıklıkları) içinde şaşkınca dolaşır biçimde bırakır.

(Ey Nebim!) Senden; saatin (kıyametin) ne zaman gelip çatacağını (gerçekleşeceği anı) sorarlar. De ki: ‘Onun ilmi yalnızca Rabbimin katındadır. Onun süresini O’ndan başkası açıklayamaz. (Allah kıyameti tam vaktinde tecelli ve tezahür ettirecektir.) O, göklerde ve yerde ağırlaştı (yani kıyamet hadisesi ve öncesindeki İslami hâkimiyet müjdesi çok yaklaştı): O (kıyamet) size, ancak ansızın (hiç hesap edilmeyen ve beklenmeyen bir zamanda ve ortamda) gelecek (ve dünyanızı başınıza yıkacaktır.)’ Sanki Sen, ondan tümüyle haberdarmışsın gibi Sana sorarlar. De ki: ‘Onun ilmi yalnızca Allah’ın katındadır. Ancak insanların çoğu bilmezler (ve gerçeği araştırıp öğrenmezler, çünkü cahil ve gafil takımıdırlar).’” (A’raf Suresi: 180-187)

 


  [1] 14 Şubat 2023 – Memduh Bayraktaroğlu

  [2] 09 Şubat 2023 – Soner Yalçın

  [3] Aytunç Erkin – 09-10 Şubat 2023

  [4] Habertürk – 08.02.2023

  [5] AA – 07.02.2023

  [6] Milli Gazete – 13 Şubat 2023

 

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Subscribe
Bildir
0 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Picture of Necmettin BİŞKİN

Necmettin BİŞKİN

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...