Gerçek İnsan Haklarının Sağlayıcısı da
SİGORTASI DA İSLAM’DIR
Bizim inancımızda: İnsan, İslam’dan üstün sayılmıştır. Çünkü İslam, insana huzur sağlamak ve kurtuluşa ulaştırmak üzere yollanmıştır.
İnsana bütün haklarını sağlayan ve en hayırlı yaşam kurallarını koyan İslam’dır. Çünkü onu yaratan ve her türlü ihtiyacını hazırlayan Cenab-ı Hak’tır. Yeni bir elektronik ve teknolojik araç satın alındığında, onunla birlikte bir “Kullanma Kılavuzu” verilmesi doğaldır. Çünkü onu üreten ustaları ve fabrikası; ne maksatla yapıldığını, nasıl verimli çalışacağını, başlıca arızalarını ve giderme yollarını en iyi bilen konumundadır. İşte Kur’an-ı Kerim; bütün insanlığın hidayet rehberi, Hz. Peygamberimiz ise en mükemmel istikamet örneği olmaktadır.
Bizim “en hayırlı ümmet” olma şansımız ise, istisnasız bütün insanların hayrına ve huzuruna yarayacak niyet ve gayret içinde olmamıza bağlıdır.
“Siz (sadece Müslümanlar için değil, bütün) insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz. (Çünkü siz, ülkenizde ve yeryüzünde) Ma’rufu (Hakkı ve hayrı) emredip yürütecek, münkeri (zulmü ve kötülükleri) nehyedip önleyecek (bir Adil Düzen kurmaya) çalışırsınız. Ve Allah’a (tam) iman edip (bağlanırsınız). Şayet Kitap Ehli de (böyle) inanmış olsaydı, elbette kendileri için hayırlı olurdu. Onların içinden de (bazı) iman edenler vardır, fakat çoğunluğu fıska sapanlardır.” (Âl-i İmrân: 110) ayeti bu gerçeği hatırlatmaktadır.
Hz. Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır:
“(Ey insanlar) Rabbiniz Allah (aynıdır) birdir, atanız (Adem) de birdir. Arap’ın Arap olmayana, siyahın beyaza -takva (iyilikte yarışma, kötülükten sakınma) dışında- hiçbir üstünlüğü söz konusu değildir…” (Müsned. İbn-i Hanbel, c. 5, 411)
“Hizmetçileriniz (işçi ve ücretlileriniz) sizin kardeşlerinizdir. Onlara yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin. Ağır görevler yüklemeyin, zor işlerinde yardım edin…”
“Ey insanlar! Hepiniz (aynı) Adem’in neslisiniz. Bir ambar içindeki buğday taneleri gibisiniz!” (İbn-i Kesir, c. 4, no: 218)
“Bütün insanlar (temel hakları ve haysiyetlerinin korunması noktasında) bir tarağın dişleri gibi eşittir.” hadisleri gayet açıktır.
Hz. Peygamberimizin (SAV) yoldaşı, damadı, ilim ve hikmet ülkesinin kutlu kapısı Hz. Ali Efendimiz ise, Resulüllah’tan öğrendiği bu gerçekleri, Mısır’a Vali tayin ettiği Malik bin Haris’e yazdığı emirnamede şöyle özetleyip hatırlatmıştır:
“İnsanlar ya Dinde kardeşiniz veya yaratılışta eşitiniz (denginiz-benzeriniz)dir.”
Evet İSLAM’da; cenneti ve sonsuz-kusursuz saadeti kazanmak için elbette inanmak ve o doğrultuda çalışmak ve kötülüklerden sakınmak lazımdır. Ama, başkalarına zarar vermemek şartıyla; hangi inanış ve yaşayışta… Hangi ırk, renk, dil ve davranışta olursa olsun, Adil bir Düzen içerisinde bütün haklarına ve huzur ortamına sahip ve saygın biçimde yaşamak için, sadece İNSAN olmak yeterli sayılmıştır!
İslam’ın 14 asır önce bu yüksek ve örnek bakış açısının farkına, Çağdaş Batı Medeniyeti ancak 200 sene önce varmış, bu güya “insan hakları” slogan ve programlarını da yeni zulüm ve sömürü çarklarına kılıf olarak kullanmışlardır. İşte neredeyse 2 yıldır, sapkın ve azgın Batı’nın şımarık çocuğu Kuduz İsrail’in Filistin’deki barbar soykırımı karşısında, Batılı kapitalist ülke ve toplumların da, Doğulu sosyalist halkların da… Yani Amerika’sından Avrupa’sına, Çin’inden Rusya’sına… Hepsinin gözlerini yumması, kulaklarını tıkaması… Aynı canavarlık tavrının 30 sene önce BOSNA’dan hatırlanması, bunların insan hakları konusundaki çirkef sahtekârlığının ve çifte standartlarının en açık kanıtlarıdır! Hz. Peygamberimizin “İnsanların en hayırlısı, (başka) insanlara yararı dokunandır!” hadisinin ufkuna, bunlar asla varamayacaklardır.
Yeryüzünde “Kast Sistemi” ve İnsan Hakları Evrensel Yalanı
Kast; içine kapanmış ve dışlanmış toplum kesimlerinin mecburen sadece kendi aralarındaki evliliklerle (endogami ile) oluşan sosyal tabakalaşmanın bir çeşididir. UNICEF ve İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün verilerine göre dünya çapında yüz milyonlarca (aslında milyarlarca) insan kast ayrımcılığından etkilenmektedir. “Kast” terimi, Portekizce ve İspanyolcada “casta”; ırk, soy; Latincede ise “castus”; saf soy anlamına gelmektedir. Hindistan’ın ve Afrika’nın bazı bölgelerinde günümüzde de hâlâ resmen uygulanan bir sistemdir. Sınıf ayrılıklarına dayanan, insan haklarına aykırı bir düşünce ve sistemdir. Günümüzde Çin’de uygulanan “Hukou Sistemi” de kast sistemi olarak kabul edilmektedir. Kast sistemindeki sınıflandırma öncelikle evlilik ve iş bölümüyle ilgilidir. Bu terim, aynı zamanda argo dilinde geçmekte ve sosyolojik bir terim olarak da ifade edilmektedir. Hatta modern toplumlarda resmen ve ismen olmasa da, fikren ve fiilen yer alan bir terimdir.
Hindistan’da Kast Sisteminin Vicdansızlığı
Kast düzeni, Hindistan’da uzun süredir hüküm sürmektedir. Maalesef hayatlarının her alanında bu düzenin etkisi hâkimdir.
Eş ve İş Seçimi: Kast sisteminde grup içinde evlenmeler (endogami=akraba evliliği) bir mecburiyettir. Kimin hangi mesleği yapacağını kast sistemi belirlemiştir. Aynı kast içindekiler ancak birbirleriyle evlenebilirler.
Birlikte Yeme-İçme Yasağı: Hindistan’da önceden insanların hep birlikte yemek yemeleri yasaktı; çünkü üst kastlar bunu hoş karşılamıyorlardı. Kendilerini onlarla kirletme korkuları vardı. Bugün bu ayrım kısmen kaldırılsa da kırsal kesimlerde hâlâ eski kurallar uygulanmaktadır. Kast sisteminde sınıflandırma, zenginlik ya da fakirlik durumuna göre yapılmaz. Ritüel saflık ve meslek durumları ölçü alınır. Sınıflandırma, Hinduizm inançlarından kaynaklanmaktadır.
Kast Sisteminde Üst Tabaka, Alt Tabaka Şu Şekilde Oluşmaktadır:
1- Belli başlı dört ana tabaka (Varna) vardır.
2- Bu tabakalar da kendi aralarında alt tabakalara (Jatiler) ayrılır.
“Varna” Sanskritçe bir kelimedir. “Sınıf, statü, renk” anlamlarını taşımaktadır.
Bunlara Göre Dört Çeşit Varna (İnsan Tabakası) Vardır:
1- Brahmanlar (Entelektüel bir tabakadır. Kutsal yazıları (Veda) yorumlayan seçkin şahıslardır. Bilginler ve rahipler bu tabakada yer alır.)
2- Kshatriyalar (Kşatriyalar) (Askerlerin, prenslerin ve üst düzey bürokrasinin oluşturduğu bir tabakadır.)
3- Vaişyalar (Tüccarlar, büyük toprak baronları ve patronlardır.)
4- Şudralar (İşçiler, hizmetçiler, köylüler ve köleler tabakasıdır.)
Bunların dışında bir de kast sistemine dâhil edilmeyenler (dokunulması insanı kirletenler) vardır. Bunlar Paryalar olarak bilinir. (İnsanlığın en aşağı tabakasında yer alırlar ve hiçbir hakları bulunmamaktadır. Bunların toplam sayıları başta Hindistan ve Çin olmak üzere yüz milyonlara ulaşmaktadır. Birleşmiş Milletler’in ve sözde insan hakları örgütlerinin bu açık ve yaygın zulmü önleme, hatta gündeme getirme konusunda ciddi, gerçekçi ve netice verici hiçbir girişimlerine de maalesef rastlanmamıştır.)
Varna terimiyle ten rengi kastedilmektedir. Bu sistemde bir kişi ne kadar açık renkliyse o kadar üst tabakada yer alır. Ten rengi aynı zamanda göçmenlerin hangi ırktan olduklarının da kanıtıdır.
Varna sistemi, kast sisteminin entelektüel ve ideolojik düzeyi olarak tanımlanabilir; çünkü bu sistem toplumsal hiyerarşiyi sağlamaktadır. Kast düzeninin oluşması asırlar öncesine dayanır. Bununla ilgili ne bir kurum ne de bir belge vardır.
Kast sisteminin kuralları ilk olarak Manu Smriti’de (MÖ 200 ve MS 200 yılları arasında) yazılmıştır. Diğer tüm Hindu yazılarında kast sistemi, amaç edinmeye değer gerçekler olarak aktarılmıştır. Hinduizm’e göre; kozmik ve sosyal görevlerle (Dharma öğretisi) kast sistemine aitlik arasında bir bağlantı vardır. Bir Kshatriya’nın görevi topluma önderlik etmek, onu korumaktır. Brahmanların görevi ise; kutsal yazıları öğrenmek, öğretmek ve uygulamaktır.
Kshatriya (Kşatriyalar)
Kshatriya, Sanskritçede asker ve asil anlamını taşır. Hint kast sisteminde ikinci sınıfta yer alanlar (Varnalar) için kullanılan bir kavramdır. Askerler, soylular ve krallardan (Raja) oluşmaktadır. En önemli görevleri ülkeyi savunmaktır. Bu nedenle girişimci ruhları ve azimleri onların temel özellikleri sayılır. Kshatriyalar; sistemi, yasaları korumak, refah ve mutluluğu sağlamak için vardır. Ayrıca savunmasız ya da sıkıntı içinde olanlara yardım etmek, başlıca görevleri arasında yer almaktadır. Kshatriyalar eskiden çok önemli konumdaydı, ancak günümüzde artık eskisi kadar önemli sayılmamaktadır. Kshatriyaların asıl meslekleri politikadır. Bugün siyasette çıkarcılar çoğunluktadır.
“Jatiler”in Farklı Sınıfları:
Varnalar (Hindistan halk tabakaları), yüzlerce Jati’lere ayrılır. Jati kavramı “jan” sözcüğünden çıkarılmıştır. “Doğuş” anlamını taşımaktadır. Bu, Jati kavramının ne kadar zalim olduğunun kanıtıdır. Yani insanlar doğuştan aşağı ve suçlu sayılmaktadır. Jati’ler, kast sisteminin sosyal ve aile boyutlarıdır.
Birey, kast içindeki statüsüne doğuştan sahip olmaktadır. Bu statüyü değiştirmesi imkânsızdır. Jati’ler, hem profesyonel hem de etnik, sosyoekonomik ve kültürel farklılaşma için çalışıp durmaktadır.
“Harijanlar” Tabakası!
Bunlara “Dokunulmazlar” da denmektedir. Harijan kavramı, Hindistan’ın büyük milli lideri Mahatma Gandhi’nin soyundan gelenler için kullanılır. “Tanrı’nın çocukları” ya da “Vişnu-doğumlu” anlamını taşımaktadır. (Vişnu: Hinduizm’de Tanrı’nın bir şeklidir.) Hindistan’ın ilk Adalet Bakanı B. R. Ambedkar tarafından kast sistemine karşı Neobudizm hareketi başlatılmıştır. “Dalitlerin” (dokunulmazların) hareketidir (Dalit, zulüm ve baskıya karşı gösterilen köklü bir tepkidir). Neobudizm’in üyelerinin çoğu dokunulmazların eski üyelerindendir.
Saflık ve Kirlilik Kavramları
Farklı Jatiler (halk kesimleri) arasında saflık ve kirlilik kavramları tam bir zulüm aracıdır. Sınıflandırmada bunlar göz önüne alınır. Özellikle Brahmanlar ve rahipler “saf” olarak tanınır. Bulaşıkçılık, berberlik ve çöp toplama gibi kirli işleri yapanlar da “kirli” olarak sınıflandırılır. Saf tabaka kendilerini mümkün olduğunca kirli tabakadan uzak tutmaya çalışır. Bu bağlamda fiziksel temizlik ve kirlilik de önemli bir ölçüttür. Bu nedenle dokunulması ayıp sayılanların (aşağı sınıfların) tapınaklara girmeleri bugün hâlâ yasaktır. Ancak bu ayırım, sadece kırsal bölgelerde daha da yaygındır. Çünkü kentlerde, kast üyeleri kendi adlarıyla birlikte kastının adını da söylemek zorundadır. Bu ayrım, dünyanın her yerinde olduğu gibi ekonomik ve sosyal statüye göre yapılmaktadır.
Parya’lar ve Uğradıkları Barbarlıklar
Parya’lar, kast sistemine dahil edilmezler, “daha aşağı” olarak adlandırılırlar. (İnsanlığın en aşağı tabakasında yer alırlar.) Hindistan’da yüzbinlerce Parya yaşamaktadır. Ve bunlar eski kölelerden çok daha aşağı durumdadır.
Hindistan (Ayrıca Çin, Kuzey Kore ve Afrika’da) Yaygın Manu Yasalarına Göre Paryalar;
– Köy ve kasabaların dışında oturmaya mahkûmdurlar.
– Geceleri köylerde ve şehirlerde dolaşamazlar.
– Gündüzleri şehirlerde kendilerinin Parya olduğunu gösteren simge vb. şeylerle dolaşmak zorundadırlar.
– Sadece ölenlerden geriye kalan kıyafetleri giyebilecek konumdadırlar.
– Eşek ve köpekten başka hayvana sahip olamazlar.
– Kast sistemi içinde yer alan hiç kimseye ve hiçbir gerekçe ile dokunamazlar. (Hatta doktor-hasta ilişkilerinde bile buna uyarlar.)
– Kimsesizlerin cenazelerini kaldırmakla yükümlü sayılırlar.
– Kastlarda yer alan kişilerin yapmak istemediği en kötü ve zorlu işleri yapmakla yükümlü tutulurlar.
Kast Sistemindeki Bazı Kurallar ve Yasaklar
– Bir Hindu kendisinden aşağı kastta olan birisi ile aynı sofrada yemek yiyemez, zaten alt kasttan birinin pişirdiği yemeği yemesi de yasaktır. Bu sebepten olsa gerek zengin Hintliler yemeğini pişirmek üzere herkesin yiyebildiği Brahman sınıfından aşçı tutarlar.
– Üst kastlardan veya kendi kastından birini öldüren kimse idam cezası alır. Alt sınıftan birini öldüren kişi ise hafif cezalarla kurtulur.
– Brahmanlar 4, Kshatriyalar 3, Vayşiyalar 2, Sudralar ise 1 kadınla evlenebilir. Kastlar arası evlilik kesinlikle yasaktır.
– Eşi ölen bir kadının tekrar evlenmesi tüm kastlarda yasaktır.
– Kast kurallarına uymayanlara verilen en büyük ceza kasttan çıkarılmalarıdır. Bu da toplumdan dışlanma anlamını taşır. Kasttan atılan bir kişinin tekrar kasta alınması zordur, ancak bazı şartları yerine getirirse, tekrar alınabilir.
– Meslekler babadan oğula geçer.
Hindistan’da kast sistemi 1975 yılında çıkarılan bir kanunla sözde kaldırılmıştır. Ancak özellikle kırsal kesimde hatta tüm ülkede hâlâ fiilen uygulanmaktadır. Şehirlerde yaşayan insanlar ise evlilik ve yemek âdetleri bakımından sisteme bağlıdırlar. Bazı siyasi partiler de, seçim zamanlarında bazı kastların desteğini almaya çalışmaktadırlar.
Komünist Kuzey Kore’de Kast Sistemi Uygulanmaktadır!
Bugün hâlâ komünist Kuzey Kore halkı devlet tarafından Songbun adlı sistemle 3 ana sınıfa ve 51 kategoriye ayrılır ve her vatandaşla ilgili gizli bir dosya tutulmaktadır. Songbun derecesi, her Kuzey Korelinin yaptığı iş ve yaşam standartlarından evliliği, eğitimi ve devletten aldığı hizmete kadar tüm hayatını şekillendiren kurallardır. Kuzey Kore’de 12 yıllık zorunlu eğitim ve 3 ila 5 yıl askerlikten sonra üniversiteye gidilir veya çalışmaya başlanır. Ülkede kişinin mesleğine kendisi değil devlet karar verir ve bunda Songbun sisteminin rolü vardır. Songbun seviyesi düşük olanlar kentlerden uzakta kol gücüyle çalışılan işler yapar, yüksek olanlar ise üst düzey görevlere atanır.
Sri Lanka’da Kast Sistemi Vardır!
Sri Lanka’da iki büyük etnik grup vardır. Bu gruplar Tamil ve Sinhala gibi adlarla anılmaktadır. Ne Budizm’de ne de Hinduizm’de kast sistemi dinen meşrudur. Ancak kast sistemine karşı açık bir tepki yoktur. Jataka’larda (Buda’nın hayatını anlatan kutsal yazılar) kast sisteminin eski ruhunu yansıtan ayrıntılı bölümler vardır.
Bali’de Kast Sistemi Yaygındır!
Bali’de tüm insanların doğuştan dört ana kasta ayrıldığını savunan Varna sistemi hâkim durumdadır. Buna rağmen Bali’de Hint kast sistemi farklıdır. Göç efsaneleri, sosyal statü bakımından önemli bir rol oynamaktadır. Hindistanlı Jati’lerin bir ucunu da Dadya’lar oluşturmaktadır. Dadya’lar, unvanları olan gruplardır. Bir unvan grubunun statüsü, törenlerle alâkalıdır.
Bugün hâlâ Hindistan’da, Çin’de, Kuzey Kore’de, Sri Lanka’da, Bali’de ve bazı Afrika ülkelerinde resmen uygulanan, Amerika, Avrupa ve Rusya’da ise fiilen rastlanan bu KAST Sisteminin en katı ve en acımasız şekli Siyonist düşüncede saklıdır. Çünkü Yahudiler; sadece kendilerini seçkin ve gerçek İNSAN, diğer bütün dünya halklarına ise, kendilerine hizmet için insan suretinde yaratılmış HAYVAN statüsündeki varlıklar olarak bakmaktadır. İşte bu şeytani düşünce dolayısıyladır ki; Yahudi olmayan, farklı din ve kavimden herkesi ezmeyi, sömürmeyi, zulmetmeyi ve gerekirse vahşice öldürmeyi, kendilerine özel ve doğal bir hak, görev, hatta ibadet olarak saymaktadır.
Bu Siyonistlerin, Efsane Başbakanlarımızdan Rahmetli Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hocamıza yönelik asıl düşmanlıklarının altındaki neden ise, Onun bütün insanlığa temel haklarını sağlayacak Adil Düzen Projelerini hazırlayıp savunmasıdır. Milli Görüş Hareketinin genel amaçları ve kutlu yasaları sayılan, tüm dünyayı kucaklayıp kurtaracak olan Adil Düzen programlarının, Hocamızın vefatından sonra Oğuzhan-Temel ekibince gündemden çıkarılıp unutturulmaya çalışılması da bu Siyonist tahribatın bir devamıdır.
İslam’da İnsan Hak ve Özgürlükleri Kavramları
İslam’da insan hakları kavramı; eşitlik ve adalet ilkeleri ile birlikte değerlendirilir. Allah vergisi olarak doğuştan elde edilir. İnsan haklarının tanınmasında Müslüman-gayrimüslim, zengin-fakir, âmir-memur herkes eşittir. Can, mal, namus, akıl ve dinin korunması açısından insanlar arasında eşitlik ilkesi esas kabul edilmiştir. İslam ülkesinde herkesin canları, malları, namusları, dinleri ve akılları dokunulmaz kabul edilmiştir. Adalet ilkesi ise ehliyet ve liyakat göz önünde bulundurularak gerçekleşir. İnsanlara görev verilmesinde eşitlik değil, adalet ve liyakat ilkesi gözetilir ve layık olana görev verilir. Kur’an-ı Kerim’de “emanetlerin ehline verilmesi” yani kamu görevlilerinin belirlenmesinde adalete göre hareket edilmesi emredilmektedir.[1] Benzer şekilde “insanların emeğinin karşılığının verilmesinde de adalete göre hareket edilir” ve herkese emeğinin karşılığı verilir.
Hak ve özgürlük kavramları, görev kavramı ile de ilişkilidir. Çünkü bizim için hak ve özgürlük olan şeyler, çoğu zaman başkaları için bir görev teşkil etmektedir. Mesela, çocuğun hakları anne-baba için bir görevdir; kadının hakkı koca için bir görevdir, vatandaşın hakkı devlet için bir görevdir. Bu sebeple meşhur raiyet hadisinde haklar yerine görev ve sorumluluklara dikkat çekilmiştir:
“Hepiniz çobansınız ve hepiniz emriniz altındakilerden sorumlusunuz. Koca ailesinin çobanıdır ve onlardan sorumludur. Kadın evinin ve çocuklarının çobanıdır ve onlardan sorumludur. Devlet adamı da insanların çobanıdır ve raiyetinden sorumludur.”[2]
Batı’da İnsan Haklarının Tanınması
İnsan hakları, hukuk devleti gibi kavramlar Batı hukuk sistemlerinde çok geç tespit ve tescil edilmiştir. Avrupalılar kölelikten günümüzdeki insan hakları seviyesine gelene kadar asırlarca mücadele etmişlerdir. 1789 Fransız İhtilali’nin sloganı olan “hürriyet, eşitlik ve adalet” kavramları, Batılı insanın canı pahasına insan hakları mücadelesi verdiğini göstermektedir.
Batı’da insan haklarının gelişme süreci oldukça sıkıntılı bir süreçtir. Batı ülkeleri, tüm insanları kapsayan evrensel insan hakları anlayışına ancak 20. yüzyılın ikinci yarısında ulaşabilmiştir. Fransa, İngiltere, Almanya, Amerika Birleşik Devletleri gibi Batılı ülkelerde insan hakları konusunda çeşitli bildiriler kabul edilmişse de dönem dönem iktidara gelen baskıcı yönetimler hak ve özgürlükleri açıkça çiğnemişlerdir. Bu açıdan Batılıların insan hakları konusunda yaşadıkları en önemli problem, baskıcı yönetimlerin ortadan kaldıramayacağı hak ve özgürlüklerin kabul edilmesi meselesidir. Hitler, Mussolini, Lenin, Stalin gibi diktatörlerin hazırlamış oldukları kanunlar, hak ve özgürlükleri temelinden sarsmıştır. Bunun üzerine özellikle Almanya’da hukuk devleti ilkesi benimsenmiş ve kanunların eşitliğe, adalete ve insan haklarına uygun olması gerektiği üzerinde durulmaya başlanmıştır. Hukuk devleti ilkesine göre eşitlik, adalet, insan hakları gibi temel hukuk ilkelerinin varlığı, değiştirilemezliği ve ihlal edilmezliği esastır. Hangi yönetim iktidara gelirse gelsin bu ilkelere uymak zorundadır.
Batı’nın insan hakları serüveninde eşitlik, adalet, hukuk devleti gibi temel hukuk prensiplerinin kaynağı üzerinde farklı görüşler bulunmaktadır. Bazı filozoflar hukukun kaynağını sosyal sözleşme gibi muğlak bir kavramla temellendirmeye çalışmışlarsa da böyle hayali bir temel üzerine toplumu ayakta tutacak bir hukuk sisteminin kurulması mümkün olmamıştır. Pozitivizm, Marksizm gibi maddeci görüşler ise değiştirilemez, sabit temel hukuk prensiplerinin varlığını kabul etmeyip hukuku; sosyal ve ekonomik şartların belirlediğini savunmuşlardır.
İnsan Hakları Beyannamesi’nin Hazırlanması
Avrupa tarihinde ilk insan hakları metni 1215 tarihli Magna Carta’dır. Bu belge ile İngiltere’de Papa III. Innocent, Kral John ve baronlar aralarında yetki paylaşımı yapılmış, bu arada sıradan insanlara da cüz’i bazı haklar tanınmıştır. Aradan asırlar geçtikten sonra 1774 yılında Amerika kolonilerinin İngiltere’ye karşı verdiği bağımsızlık mücadelesi başarı ile sonuçlandırılmış ve 1776 tarihli Virginia Haklar Bildirgesi’nde yer alan insan hakları tanınmıştır. Amerikan bağımsızlık mücadelesinin de etkisi ile 1789 Fransız İhtilali gerçekleşmiş ve Fransa’da İnsan ve Vatandaşlık Hakları Bildirisi yayımlanmıştır.
İkinci Dünya Savaşı’na kadar, Batı ülkelerinde insan haklarının kabulü yukarıda anlatıldığı şekilde her devletin kendi sınırları içerisinde kalmıştır. Devletler insan haklarını kendi iç meseleleri olarak görmüş ve insan haklarını vatandaşlarına verdikleri bir lütuf saymışlardır. Nazizm, Faşizm gibi insanlık için tehlike arz eden rejimlerin Avrupa ülkelerinde iktidara gelmemesi, İkinci Dünya Savaşı’nda milyonlarca insanın ölmesi, Yahudiler ve Çingenler gibi bazı kesimlere soykırım girişimleri insan haklarının dünya çapında bir mesele olarak düşünülmesini zaruri kılmıştır. Bunun için İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Birleşmiş Milletler Teşkilatı 1948 tarihinde İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni kabul ettiğini açıklamıştır. Bu beyanname günümüzde hemen her ülkede kabul edilen insan hak ve özgürlüklerinin özeti sayılır. Otuz maddeden oluşan Beyanname’de temel haklar ve özgürlükler yer almıştır. Türkiye, İnsan Hakları Beyannamesi’ni 6 Nisan 1949 yılında onaylamıştır.

“İslam, bizim zamanımıza ve arzularımıza uymaya mecbur değildir. Herkes ve her şey İslam’ın adalet ve saadet prensiplerine uymakla mükelleftir. Çünkü İslam; değişen ve gelişen bütün zaman ve mekânların ve her türlü ihtiyaç ve sorunların ilahi reçetesi ve kurtuluş çaresidir.”
Dünya’nın Değişimi ve Erbakan Devrimi Ahmet Akgül
“SİYONİSTLERİN ASIL DÜŞMANLARI; ADİL DÜZEN’İ KURUP YÜRÜTMEK İÇİN ÇALIŞANLARDIR! “
“İnsanlar ya dinde kardeşiniz, ya da yaratılışta eşidiniz, denginiz ve benzerinizdir.
Öyleyse Hz. İsa’nın buyurdukları gibi gördüğü kardeşlerini, yeryüzünü beraber paylaştıkları diğer insanları; yani Allah’ın harika sanatı olan, yeryüzünde en mükemmel surette ve sıfatta yaratılan ve imtihana tabi tutulan bütün insanları, onların haklarına, onların haysiyetine saygı göstermeyen herhangi bir insanın Allah’ı sevmek iddiası sahtedir” diyor Hazreti İsa Aleyhisselam. “Niye sen gördüğün kardeşlerini ve yeryüzündeki diğer beşeri bütün insanlık âlemini gözünle gördüğün halde ve bunların Allah tarafından yaratıldığı ve imtihana tabi tutulduğunu bildiğin halde bunları sevemeyen, bunların hakkını gözetemeyenlerin Allah sevgileri sahtedir?”. Evet, İslam’da cenneti ve sonsuz saadeti, kusursuz bir âlemi kazanmak isteyen elbette inanmak ve o doğrultuda çalışmak ve tabii kötülüklerden sakınmak zorundadır. Ama başkalarına zarar vermemek şartıyla hangi inanış ve yaşayışta, hangi ırk, renk, dil ve davranışta olurlarsa olsunlar, adil bir düzen içerisinde bütün haklarına ve huzur ortamına sahip ve saygın yaşamak için sadece insan olmak yeterli sayılmıştır. İslam’ın 14 asırdan fazla bir süre önce bu yüksek örnek ve bakış açısının farkına, çağdaş Batı medeniyeti 150 sene önce ancak farkına varmış, bu güya insan hakları slogan ve programlarını da maalesef yeni zulüm ve sömürü çarklarına kılıf olarak kullanmışlardır. Neredeyse 2 yıldır sapkın ve azgın Batı’nın şımarık çocuğu Kuduz İsrail’in Filistin’deki barbar soykırımı karşısında Batılı kapitalist ülke ve toplumların da, Doğulu sosyalist halkların da (yani Amerika’sından Avrupa’sına, Çin’inden Rusya’sına hepsinin) bu acılara ve facialara gözlerini yumması, kulaklarını tıkaması; aynı canavarlık tavrının 30 sene önce Bosna’da hatırlanması, bunların insan hakları konusundaki çirkef sahtekârlığının ve çifte standartlarının en açık kanıtlarıdır. Hazreti Peygamberimizin “İnsanların en hayırlısı başka insanlara yararı dokunandır” buyurmaları ve bu hakikatin ufkuna insanlar, bu Avrupalıların varması asla mümkün olmayacaktır. Çünkü ancak imanla, Kur’an’la ve Resulullah’a tabi olmakla bu şuur ve huzur kazanılacaktır.
Kardeşlerim, Siyonist zalimlerin ve işbirlikçi hainlerin Erbakan Hocamıza karşı olmalarının asıl sebepleri, elbette kısa süren Refah-Yol Hükümeti döneminde havuz sistemiyle faiz ve sömürü çarkını bozması, sadece bir avuç azınlığın cebine akan devlet imkânlarını halkın tamamına yaygınlaştırması; ikincisi de D8’leri kurup arkasından D60’lara, D200’lere bütün dünyada Adil Bir Düzen kurma yolundaki çabaları yanında, Siyonizm’in, emperyalizm’in Erbakan Hocamıza asıl düşmanlıklarının sebebi, Adil Düzen projeleriyle tüm insanlığı kölelikten kurtarma çabalarıdır. Ama Erbakan’dan sonra maalesef partiye çöreklenenler özellikle Adil Düzeni unutturma çabasındadırlar. Bunu da esefle üzülerek takip ediyoruz. Bakınız, bunların genel merkez elemanlarından il ve ilçe başkanlarına Adil Düzenle ilgili 100 soru sorsanız 3 tanesine bile doğru ve doyurucu yanıt alamazsınız.
Oysa ülkemizde kararsız oyların %40’a yaklaştığı bir ortamda, milletin hem Cumhur İttifakı’ndan hem muhalefet kanadından ümidini kesip yeni bir arayış içinde oldukları böyle bir ortamda bile, Milli Görüşün farkını, faziletini ve Adil Düzenin neler getireceğini insanlara anlatmak ve onları uyarmak ve onları kazanmak için tam bir fırsat oluşmuşken hâlâ Adil Düzenden bahsedilmemesi, gündeme getirilmemesi, en etkili, yetkili, etiketli kimselerin bile Adil Düzenden habersiz bırakılmalarının iyi niyetle, gafletle izahı mümkün değildir..”
Gerçek İnsan Haklarının Sağlayıcısı da
SİGORTASI DA İSLAM’DIR.
İslam, insan haklarını beşerî ideolojilere veya siyasi kurumlara değil, yaratılışa (fıtrata) dayandırır.
İslam’a göre İnsan Hakları “verilen” değil, “yaratılışla gelen” haklardır.
Bu nedenle, İslam’da insanın;
– Yaşama hakkı,
– İnanç özgürlüğü,
– Eğitim hakkı,
– Mülkiyet hakkı,
– Onur ve haysiyetinin korunması, temel insan haklardır.
İslam’a göre hakların sigortası; Sadece kanun ile değil, takva ve vicdan ile de koruma altına alınır.
Yani hem bireyi hem de toplumu denetleyen bir iç mekanizma vardır: buda Allah korkusu ve ahiret inancıdır.
Batı sistemlerinde haklar, anayasa ve hukukla korunur.
Ancak bu mekanizmalar;
– İktidara gelenin değişimiyle değişebilir,
– Çıkar gruplarına hizmet edebilir.
İslam’da ise bu hakların sigortası:
– Allah korkusu (takva),
– Vicdan,
– Ahiret inancı dır.
Yani bir Müslüman, birine zulmetmeyi sadece “yasaya göre suç” olduğu için değil, “Allah katında hesap vereceğini bildiği için” yapmaz. Bu, hakların “vicdani korunmasıdır.”
Peygamber Efendimiz (s.a.v) Efendimiz, Veda Hutbesi’nde şunları söylemişti:
– Ey insanlar! Bugün sizin canlarınız, mallarınız, namuslarınız birbirinize haramdır.
– Kadınlar sizin emanetinizdir.
– Kimin yanında bir emanet varsa, onu sahibine versin.
Bu sözler, modern insan hakları beyannamesinden asırlar önce dile getirilmiş ve uygulanmıştır.
İslam’da adalet sadece Müslümanlara değil, tüm insanlara yöneliktir.
İslam, insan haklarını sadece tanımaz, onları korur ve güvence altına alır.
İnsan haklarının Sağlayıcısıdır; çünkü haklar ilahi kökenlidir.
– Sigortasıdır: Çünkü hem dünyada kanun, hem kalpte takva, hem ahirette hesap vardır.
Bu yüzden Batı’daki haklar (iktidar ve çıkar gruplarına göre değişken) devlet garantisiyle sınırlı iken, İslam’da hakların koruyucusu hem kanun, hem vicdan, hem de ilahi hesap endişesidir. Bu da İslam’ı eşsiz kılar.
Gerçek insan haklarını tam manasıyla bundan 1450 sene öncesinde veren islamdır. Pekela batının insan hakları ile alakalı aldığı kararlar ise sadece kağıt üzerinde ve lafta kalmıştır. Çünki geçtiğimiz seneler bize bunların hiç bir şekilde uygulanmadığını göstermiş hatta dışarıya değil kendi vatandaşlarına dahi bu çoğu zaman kâğıt üzerinde kalmıştır. Amerika’da siyahi vatandaşlarına uygulanan adaletsizlikler, Avrupa’da göçmenlerin uğradıkları haksızlıklar bize şunu gösteriyor batı kendi içinde bile daha insan haklarını tesis edememişti. İslam gerçek adalet ve insan haklarını Efendimizin şu sözleri ile O yüzdende yapılması gereken rahmetli Erbakan Hocamızın 2001 Amerika ziyaretlerinde birçok asker sivil bürokratında hazır bulunduğu toplantıda yanlış hatırlamıyorsam, Amerika terbiye edilmemiş bir aygırdır, o sebeple bugün dünya Amerikanın insafına terk edilemez. diyordu muhterem Hocamız. O zaman bütün insanlığa yapılacak en büyük iyilik biran evvel gerçek insan haklarının uygulandığı Adil Düzenin kurulmasıdır.
Şeytan, her taşın altındaydı ve Siyonist Yahudiler, insan suretli şeytanlardı!
Siyonistler ve işbirlikçileri tarafından yeryüzünün tamamında resmen veya fiilen “Kast Sistemi” uygulanmakta, “insan hakları” slogan ve programları da Siyonizm’in zulüm ve sömürü çarklarına kılıf olarak kullanılmaktadır.
KAST Sistemi, imkân ve iktidarlarıyla kibirlenip büyüklük taslayan yönetici üst tabaka ile ezilen, sömürülen ve sindirilerek zayıf ve çaresiz bırakılan, ama gaflet ve cehaletle yine de zalim yöneticilerin peşine takılan alt halk tabakasından oluşan bir sistemdir.
KAST Sistemi, bugün hâlâ Hindistan’da, Çin’de, Kuzey Kore’de, Sri Lanka’da, Bali’de ve bazı Afrika ülkelerinde resmen uygulanmakta, modern toplumlarda ise resmen ve ismen olmasa da, fikren ve fiilen yer almaktadır.
KAST Sisteminin en katı ve en acımasız şekli Siyonist düşüncede saklıdır.
Çünkü Yahudiler; sadece kendilerini seçkin ve gerçek İNSAN, diğer bütün dünya halklarına ise, kendilerine hizmet için insan suretinde yaratılmış HAYVAN statüsündeki varlıklar olarak bakmaktadırlar.
İşte bu şeytani düşünce dolayısıyladır ki; Yahudi olmayan, farklı din ve kavimden herkesi ezmeyi, sömürmeyi, zulmetmeyi ve gerekirse vahşice öldürmeyi, kendilerine özel ve doğal bir hak, görev, hatta ibadet olarak saymaktadırlar.
Siyonizm, “Dünya Hâkimiyeti” hedefine ulaşıp bütün insanlığı kontrol etmek için, gizlilik ve itaat esasına dayanan, en tepedeki yöneticilerin arzularının yerine getirilmesi, plân ve programlarının uygulanabilmesi için bütün dünyaya yayılmış olan 13 basamaklı piramit şeklinde bir teşkilat yapısı kurmuştur. Siyonizm’in kurduğu 13 kademeli piramit tam bir KAST Sistemidir.
En altta birinci kademe “HUMANÎSMUS” yani bütün insanlık…
En alttaki insanlığın üstünde, halkın içine giren ve yukarının emirlerini uygulayan kademeler…
3 kademe halindedir.
a.Rotary, Lion, Dıner, Propeller, Ymca
b.Mavi Localar
c.Önlüksüz Masonlar (İyi İnsanlar)
Ucu gözüken, büyük kısmı gizli olan kademeler. Bunlar 5 kademedir:
a.B’nai B’rıth, Bılderberg Teşkilatları: Bu kademe Ara Koordinasyon kademesi olup görünen en yüksek yönetim kademesidir.
b.Büyük Şark Locası : (Fransız Mason Locası teşkilatları)
c. Komünizm: (Rusya Mason Locası)
d. İskoç Locası Teşkilatı : l – 33° (İngiliz Mason Locası)
e. York Locası Teşkilatı : (Alman Mason Locası)
Ve hiç görünmeyen gizli kademelerden oluşmaktadır. Bunlar da 4 kademedir:
a. RT : (En üst gizli kademe: 3 Kabbalistten müteşekkil en üst komuta kademesi.)
b. 13’ler Meclisi
c. 33’ler Meclisi
d. 300’ler Kulübü Sanhedrin: (En üst yönetim meclisi).
Siyonistlerin, Efsane Başbakanlarımızdan Rahmetli Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hocamıza yönelik asıl düşmanlıklarının altındaki neden ise, Onun bütün insanlığa temel haklarını sağlayacak Adil Düzen Projelerini hazırlayıp savunmasıdır.
Milli Görüş Hareketinin genel amaçları ve kutlu yasaları sayılan, tüm dünyayı kucaklayıp kurtaracak olan Adil Düzen programlarının, Hocamızın vefatından sonra Oğuzhan-Temel ekibince gündemden çıkarılıp unutturulmaya çalışılması da bu Siyonist tahribatın bir devamıdır.
GÖRÜLEN BAZI HAKİKATLER…
Hz. Peygamberimizle başlayan en son İslam inkılabını merkeze koyup milat kabul edersek;
İslam öncesi ve sonrası BATI çifte standardı,
İSLAM ise İNSANI yani İnsanlığın tamamını merkeze almış ve liyakatına göre de ayrıca haklar vererek onurlandırmıştır.
Batı eşitlik dediği kavrama en kapsamlı olarak 2. Dünya savaşından sonra İnsan Hakları beyannamesiyle kendi hak ve hürriyetler kemaline ulaşmaya çalışsa da; İslam 1450 yıl önce bu mevzuya “Arabın Aceme, Acemin Araba üstünlüğü yoktur, üstünlük takvayladır!” manifestosuyla insanları eşit saymış ve takva ile tarif edilen erdem ve beceriyle insanlığa daha iyi hizmet sunsun diye ona ayrıca sosyal statü tanımıştır.
Bu ayrıcalığın;
özünü uhrevi olarak yanlız manevi kazanç olarak ahirette şahsa tanımış,
diğererini Liyakat kesbetmişse topluma örnek ve önder olarak yine toplumun hizmetinde olmak üzere dünyada da ona statü olarak tanımıştır. Yani “İnsana hizmeti, Hakka hizmet “olarak görmüş ve merkeze almıştır. Batı insan Hakları Beyannamesini yayınlasa da; 45 yıl önce Afganistan’da, 30 yıl önce Bosna’ da, günümüzde de Irak da, Filistin’de, Doğu Türkistan’da, Hindistan’da hala değil insanî seviyeye ulaşmak HAYVANİ seviyeye bile yaklaşamamıştır.
İşte yazının özeti olan son kısımda İslamın temel ölçüleri olan; Kuran, Sünnet, İcmai Ümmet, Kıyası Fukaha’ ya göre ve
1- Aklı selim 2- Müsbet Bilim 3- Tarihi tecrübe ve birikim- 4-İlahi din ( Kur’anı Kerim ve Hz. Peygamberin sünneti) ve ayrıca bütün dinlerin yozlaşmamış öğretilerini de kapsayan…5- Vicdani kanaat ve tatmin hatta; 6. Olarak evrensel Hukuk kaidelerini de içine alan bir ölçü birimiyle DOĞRU ve YANLIŞ tesbitlerini orjinal ve bilimsel olarak hakkaniyetle tesbit edip etmiş; bütün insanlığın huzur ve refahı için ADİL BİR DÜZEN kurma piensiplerinin ANAYASASI olarak ortaya koyan Prof Dr. Necmettin Erbakan Hocamızın 21.yy la damgasını vuran bu ADİL DÜZEN SİSTEMİ ne kadar da farklı ve en hayırlı bir sistem olduğu GÜN GİBİ açıktı. İşte Zalim bütün bir BATININ ittifakla ona düşman olmalarının da sebebi, asıl onun şahsından ziyade, BATIL DÜZENLERİ yerle-yeksan edeceği İLMİ, İNSANİ ve İSLAMİ olan bu EN BÜYÜK PROJEYE idi.Şimdi de bu hedefe tam kilitlenen MİLLİ ÇÖZÜM’e ve onun Şahsi manevisi ÜSTAD AHMET AKGÜL HOCAMIZA DÜŞMANLIK şeytanlığının hakikati de asıl onun misyonu olan İSRAİL’İ YIKIP ADİL DÜZEN KURMA hakikatini görüp ve buna tedbir olarak GÖRMEZDEN GELME şeytanlığıydı.
Tabi feraset ehli bunların MİLLİ ÇÖZÜM’Ü EN ÖNCE BÜYÜTEÇLE OKUDUKLARINI ve YILLARDIR TAKİP ETTİKLERİNİ FARKETMEKTEYDİ.
Anektod; Bir kardeşimiz nakletmişti.
Basında bir İsrail yalakasının kendince bir karalam olarak “İşte bakın falan kurumda Milli Çözüm Dergisi çıktı!..” ihbarlı gammazlığına yıllar önce yorumla bir kardeşimizin cevaben ona verdiği ” Milli Çözüm Dergisi Legal olarak çıkan ve Cumhurbaşkanı dahil Devletin en önde kurumlarına giden Haber, Yorum ve Kültür dergisidir.
Niye saklıyorsun Milli Çözüm Dergisi SENİN evinde de yok mu?!” sorusu bir hakikatin gönülleri serinleten ifadesiydi.
Selam hidayete tabi olanlara…
Selam sabredenlere…
Selam bu yolda yılmadan gayret gösterenlere…
İslam; Hayat, Huzur ve Kurtuluş Dinidir:
“… Bugün artık kâfirler, sizin dininizden (dininizi engellemekten ve daha üstün bir adalet ve ahlâk sistemi getirmekten) umut kesmişlerdir. Artık onlardan değil Benden korkup çekinin! (Zira) Bugün size dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamlayıverdim ve size din olarak İslam’ı seçip-beğendim. Kim ‘şiddetli bir açlıkta ve kaçınılmaz bir ihtiyaçla (zaruret durumuyla) karşı karşıya kalırsa’ -günaha kaymamak (ve aşırıya kaçmamak) şartı ile- (bu haram saydıklarımızdan bile yetecek kadar yiyebilir.) Çünkü Allah Bağışlayandır, Esirgeyendir.” (Maide: 3)
❖ İslam’sız insan, Kur’an’sız irfan ve imansız vicdan olgunlaşamaz… En büyük akılsızlık; başkalarına haksızlık ve ahlâksızlık yapmaktır.
❖ Düşman gibi dine sataşanlar, şeytan gibi din istismarı yapanlar ve dünyalık hesapları için kutsalını ve davalarını satanlar; hepsi aynı ayardadır.</strong
İslam, tüm insanlara iyilik içindir:
“Siz (sadece Müslümanlar için değil, bütün) insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz. (Çünkü siz, ülkenizde ve yeryüzünde) Ma’rufu (Hakkı ve hayrı) emredip yürütecek, münkeri (zulmü ve kötülükleri) nehyedip önleyecek (bir Adil Düzen kurmaya) çalışırsınız. Ve Allah’a (tam) iman edip (bağlanırsınız). Kitap Ehli de (böyle) inanmış olsaydı, elbette kendileri için hayırlı olurdu. Onların içlerinden de (bazı) iman edenler vardır, fakat çoğunluğu fıska sapanlardır.” (Al-i İmran: 110)
Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyurmuşlar: (Hepiniz birer çobansınız ve her çoban sürüsünden, güttüklerinden sorumlu olduğu kesimlerden dolayı hesaba çekilecektir. Onların sorumluluğu ona aittir.)
Anne baba çocuklarından sorumludurlar, cami imamı cemaatinden sorumludur, vali ilinden sorumludur. Devleti yönetenler bütün ülke halkından sorumludur.
Ancak şuurlu, onurlu, huzurlu ve Allah’a hesap vereceğinden dolayı kuşkulu olan seçkin müminler bütün 8 milyar insanlıktan sorumludur.
Bu sorumluluğunun gereği olarak bütün insanlar temel insan haklarına sahip ve saygın yaşayacak bir Adil Düzen kurulsun, bütün insanlık kurtulsun ve huzura kavuşsun diye çalışmak (Al-i İmran 110. Ayeti kerimenin gereği) en kıymetli; cihad budur, fazilet budur, Allah’a yakınlaştıran en makbul amel budur.
Rabbimiz, bu en kıymetli hizmetin içinde son nefese kadar olmayı ne büyük bir fazilet ve ne büyük bir nimet olduğunu idrak etmeyi ve bizleri nankörlükten arınmayı nasip etsin inşallah.
Temel insan haklarına saygın sahip bir dünyanın Adil Düzenle kurulacağı günler inşallah yakındır.
Batı ve Doğu medeniyetlerinin temelinin dayandığı ana eksen, bir nevi Firavunların zihniyetine dayanmaktadır.
Bugünkü Batı bloku, her ne kadar Müspet bilimler noktasında ileri bir seviye yakalamış olsa da “Kur’anla, İslamla ve Hz Resulüllahın modeliyle tetkikatı olmadığı için insanlığa gerçek bir Adalet ve Hukuk düzeni sunamamaktadır.
Ahmet Akgül Hocamızın şu anlamda çok önemli tesbitleriyle;
“Bugünkü Batı Medeniyeti, teknik ilerleme ve bazı demokratik uygulamalar noktasında, Türkiyeden çok öndedir.! Ancak aynı Batı Medeniyeti uygulama, seviye ve vizyon olarak İslamın fersah fersah gerisindedir. “
İnsanlığın her alanda büyük çıkmaza ve bunalıma girdiği bir ortamda, İslam alimlerinin ise sürekli artan, yığılan sosyal, ekonomik, ahlâkî, ve ilmi konulardaki bocalamaları sürecinde, yepyeni bir içtihat ve fütühatla İnsanlığın önüne çıkan, Adil Düzenin mimarı Prof Necmettin Erbakan Hocamızın yarım asırlık mücadelesi ne kadar da anlamlıdır..!
Ve İnşallah, tüm insanlığa temel insan hakları başta olmak üzere, orjinal esaslara dayanan, içtihata açık ve sürekli bir dinamik model olan Adil Düzenin ilk uygulama örneğini,Türkiye merkezli bir Millî Çözüm zihniyeti, tüm insanlığa öğretecektir.
Milli Çözüm’e asıl düşmanlıklarının sebebi ise;
Adil DÜZEN’İ kurup yürütecek çalışmalar yapmasıydı..
Milli Görüş adı altında, Adil Düzen’i unutturmaya çalışanların çocuklarına ise makam ve mevkii dağıtılmaktaydı!
“… Adil Düzenci Değilsen, Beş Para Etmezsin! ”