HALİS ÖZDEMİR'İN HATIRALARI
VE
HATALARI
“Akıncılar” hareketinden gelen, Milli Görüş Partilerinde ve Derneklerinde çeşitli görevler üstlenen… Davası uğrunda birçok sıkıntılara göğüs geren… Sağcı Muhafazakâr bilinen ANAP, MHP gibi partilerle, Turgut Özal, Alparslan Türkeş, Muhsin Yazıcıoğlu gibi önemli şahsiyetlerle, samimi ve seviyeli münasebetler geliştiren Halis Özdemir Bey’le tanışıklığımız 42 yıl öncesine dayanır. Birkaç ay önce “Tarihe Düşen Notlar 3” (Makalelerim) kitabını bize yollamıştı. Yoğunluğum nedeniyle bakamamıştım, sonra Allah’ın lütfu olan hızlı okuma yöntemiyle bir-iki saat içerisinde okuyup bazı saptamalar yaptım. İçerisinde; yakın tarihimize ışık tutan, karanlık kalmış bazı olayların perde arkasını aralayan ilginç anıları ve samimi yorumları yer almaktaydı. Bunların yanında, bizi hayal kırıklığına uğratan, “Keşke bunları yapmamış ve yazmamış olsaydı” duygusuna yol açan hatalarını da, inşaallah pişmanlık duyacak ve telafi etmeye çalışacak umuduyla hatırlatmak zorundayım. İmam-ı Gazali gibi pek çok İslam âlimi “Gıybet sınıfına giren ve suizanna sebebiyet veren sözler, eğer cemaat ortamında söylenmişse yine onların huzurunda, yok yazıya ve kitaba dökülmüşse, aynı araçlarla duyurulup düzeltilmesi gerektiğini” vurgulamışlardır.
İşte Halis Özdemir’in aktardıkları ve atladıkları:
“Tevfik Rıza Bey Kayseri’den Milletvekilliğine aday adayı oldu, o zaman da Suudi Arabistan’da (Siyonist odakların güdümündeki Dünya Bankası’nda. A.A.) çalışmakta olduğu söylenen Abdullah Gül, merhum Korkut Özal tarafından getirtilip Oğuzhan Asiltürk’ün desteği ile Milletvekili seçilebileceği, kazanacağı sıradan aday yapıldı. Bizzat ben Oğuzhan Asiltürk’ü arayarak, Tevfik Rıza Bey’e bu haksızlığı yapmamalarını, aday gösterilmesinin daha adil olacağını söyledim.
Ayrıca Tevfik Rıza Bey ikinci defa gadre uğradı, halbuki Tevfik Rıza Bey teşkilat yoklamalarında Abdullah Gül’ün önünde çıkmıştı. Abdullah Gül aday yapıldı ve Kayseri’den Milletvekili seçildi.
Necmettin Erbakan Hoca’nın vefatından önce kendisine; “Hocam, Akıncılar ve MTTB Teşkilatı emektarı arkadaşları davet edelim, bir salona toplayalım ve arkadaşlarla hep birlikte birbirimizle helâlleşelim.” dedim. Hoca bana neden böyle söylediğimi sordu. Ben kendisine “Hocam, Akıncılar Teşkilatları ihtilalde kapatıldığında yan kuruluşları ile 1200 şubeye ulaşmış, MTTB Teşkilatları ise 250 şube civarındaydı. ‘Görev istenmez, görev verilir’ denildiği için arkadaşlarımız da görev konusunda bize ihtiyaç varsa çağırırlar düşüncesi ile talepkâr olmadılar. Sonuç olarak arkadaşlarımıza ne bürokraside ne de siyasette yol verilmedi.” (s. 310) Bu sözleriyle: “Erbakan Akıncıların kıymetini bilmedi, onlara Milletvekilliği vermedi, bizlere haksızlık etti ve borçlu gitti; ben de Hoca’ya bizlerden helâllik almasını söyledim!” anlamı çıkar ki, bu hem iftiradır hem de bir ayar itirafıdır.
“Bana sıkça sorulan bir soruya çok net cevap vereceğim. Mamak Askeri Mahkemelerinde yargılandığımız ve tutuklu olduğumuz süre içinde, içeride yatan arkadaşlarımızın bazılarına merhum Erbakan’ın emri ile çok cüz’i de olsa maddi destek ve avukat desteği sağlanmıştır.
Bunun dışında arkadaşlarımızın işten atılanları ve cezaevinden tahliye edilen süreç ve siyasi hayat içinde; maalesef ne merhum Erbakan ve ne de halen Devlet Başkanımız Sn. Erdoğan’ın sahip çıkıp çıkmadığı sorgulanmaktadır. Birkaç arkadaşımızın kişisel mücadeleleri sonucu bürokrasi ve siyasette bir yerlere gelmesi dışında…
Daha önce ifade ettiğim gibi merhum Erbakan’a Akıncılarla helâlleşmesini teklif etmiştim. Kendisi ise; ne münasebet, ne için böyle bir şey teklif ettiğimi sorunca gerekçelerimi söyledim. Bunun üzerine ‘Arkadaşları bir yerde toplayalım helâlleşelim.’ dedi. Fakat ömrü yetmedi Allah rahmet eylesin, mekânı Cennet olsun.” (s. 389-390) ifadeleri de aynı çarpıtma ve saptırmaların tekrarıdır. Erbakan Hocamız ne büyük insan ki, bu haddini aşan safsataları bile hoş karşılamıştır. El insaf!.. Kendi itiraf ve şahitliğinizle; Tevfik Rıza Bey (ve benzerlerinin) yerine Abdullah Gül (ve onun gibileri) Milletvekili adayı yapanlar, Oğuzhan Asiltürk ve Korkut Özal ekibi olacak, ama siz helâllik istemesi (yani özür dilemesi) için Erbakan Hocamızı sıkıştıracaksınız!?..
Özal’ın yaşadıkları (Türkiye’yi hangi güçlerin kontrolüne aldıkları)
Merhum Turgut Özal Cumhurbaşkanı olmuş, ANAP Genel Başkanlığına ise Mesut Yılmaz getirilmişti. Bir vesile ile Korkut Özal’ı ziyarete gitmiştim. O sırada ANAP Milletvekili merhum Erdem Beyazıt, 6 arkadaşı ile birlikte Korkut Bey’i ziyarete gelmişlerdi ve Parti konusunda Turgut Bey’in kendilerini tercih etmemesi, kendileri ile yakın çalışmaması sebebi ile partinin bugün Mesut Yılmaz’ın eline geçtiği şikâyetlerini arka arkaya sıralamıştı. Erdem Beyazıt ile 1978 yılında Sivas’ta Akıncılar Teşkilatı’nda vereceği konferans için birlikte otobüs yolculuğu yapmış, uzun süren yolculuğumuz sırasında uzunca sohbet etme imkânımız olmuştu.
Korkut Özal şikâyetleri dinledikten sonra: “Erdem Bey, ben Bakanlık yaptım, Milli Güvenlik Kurulu Üyeliği yaptım, ağabeyim Turgut Bey Cumhurbaşkanı olana kadar şöyle düşünürdüm; Türkiye’de siyaseti etkileyen faktörlerin %70’i yerli faktörler yani; basın – seçmen – ordu – iş dünyası, %30’u ise yabancı faktörler… Şimdi ise %70 yabancı faktörler, %30 yerli faktörler siyaseti belirliyor diye düşünüyorum” dedi ve devam etti. “Ben, ağabeyim Turgut Bey’le görüşmeye Çankaya Köşkü’ne gidiyordum. Ağabeyim beni merdiven altında dinliyordu, kenar köşedeki saksılara dinleme cihazı koymasınlar diye kaldırtmıştı. Bir defasında abdest almak için ağabeyim lavaboya geçti, ben de peşinden gittim lavaboda konuşalım diye… Semra Hanım geldi konuşamadık. Semra Hanım bizi hiç baş başa bırakmazdı.”
Bir başka şey daha anlatayım diyerek sözlerine devam eden Korkut Özal: “Ağabeyim Turgut Bey bana Çankaya Köşkü’nü tanıtıyordu. Koridorda yan yana 3 oda vardı. Turgut Bey, ‘Bak Korkut; kapısında B harfi olan oda Başbakanın çalışma odası ve anahtarı Başbakanda, kapısında da C harfi olan oda Cumhurbaşkanı çalışma odası, kapısında A harfi olan oda ise kimin çalışma odası bilmiyorum. Çankaya’ya geldim geleli soruyorum, bu oda kime ait, kimin çalışma odası? diye, henüz cevap alamadım” dedi. (s. 321-322) Peki bu acı gerçekleri bilen birisinin, Erbakan’ın hangi odaklara ve tuzaklara karşı o şanlı mücadelesini verdiğini ve nasıl bir hakkaniyetle ve ama dengeleri gözetme mecburiyetiyle hareket ettiğini düşünmesi ve ona göre değerlendirmesi gerekmiyor muydu?
Ziya’ül Hak’ın, Kenan Paşa’dan tutuklu Akıncılar ricası!
“Bu vesile ile ifade etmeliyim ki, merhum Muhammed Ziya’ül Hak 12 Eylül 1980 Askeri Mahkemelerinde görülmekte olan Milli Selamet Partisi ve Akıncılar Genel Merkez Davasında Mamak’ta idam cezası ile yargılanan bizler; Halis Özdemir (bendeniz), Tevfik Rıza Çavuş, Ali Çelik, Osman Yobaş’ın yargılanma maddeleri hususunda Ankara’ya Kenan Evren ile görüşmeye gelmiş, görüşmesi sonunda bizlerin yargılandığı maddeler değişmiş ve bizler idam edilecekken, 5-6 yıl ile hakkımızda hükümler verilmiştir. Merhum Ziya’ül Hak’ın, bizler üzerinde ödenemez hakkı vardır.” (s. 320) İyi de dolaylı şekilde vefasızlıkla suçlanan Erbakan Hoca’nın, tutuklu gençlerin kurtarılması için Ziya’ül Hak’ı devreye soktuğunu bile anlamamak nasıl bir iz’andı?
“Merhum Erbakan’ı kimileri çok zeki olarak tarif ederler. Ben ve Erbakan’ı yakın tanıyanlar Onun “dâhi” bir insan olduğunu, sadece bilim insanı olmayıp dini ilimlere sahip olduğunu bilirler.” (s. 302) Peki hem dâhi, hem dini-manevi ilim sahibi bir Zat’ın, Sn. R. T. Erdoğan’la ilgili uyarıları niye hiç hesaba katılmamıştı?
“Erbakan’ın vefatını memleketim Tokat’tan dönüşümde Alaca yakınlarında Radyo haberlerinden öğrendim. Beklemediğimiz vefattı! Aracımda merhum babam da vardı, haberi duyunca babam; ‘Eyvah! Dava öksüz kaldı, bu davayı sürdürecek kimse var mı? Nereden olacak, yetişmesi bakalım kaç yıl alır.’ diye hayıflandı ve Kur’an okuyarak yolculuğumuzu sürdürdük. Ankara’da SP Genel Merkezine uğrayıp başsağlığı dilemek ve bilgi almak istedim. Genel Merkez koridorunda ilk olarak Şevket Kazan Bey ile karşılaştım. Tam başımız sağ olsun diyecekken bana: ‘Erbakan’ın vasiyeti yok!’ dedi, anlam veremedim. O sırada Milli Birlik çalışmalarını yapıyorduk ve çalışmaları bizzat ben yürütüyordum. ‘Vasiyeti yok!’ sözü muhtemelen yürüttüğümüz ‘Milli Birlik Çalışması’ ile ilgili olabilir, kim bilir! Oysa vefatından önce hemen hemen ayda 2-3 defa beni davet ediyor, uzun uzun 4 saati bulan, ülkemizde neleri nasıl yapabiliriz ve dünyada ise Müslüman ve mazlum milletler ile ilgili neleri nasıl yaparız konusunda mütalaalar yapıyorduk.” (s. 302) Peki, on yıllarca yakinen tanıdıkları ve birlikte çalıştıkları Şevket Kazan gibilerin gerçek ayarını ve amacını niye anlayamamışlardı? Şevket Kazan’ın telaşından anlaşılıyor ki; Aziz Erbakan Hocamızın aslında bir VASİYET’i vardı, ama hem bu şaibeli kadroların hem de yakınlarının işlerine gelmediği için bu vasiyet kasıtlı olarak saklanmıştı!?
“Yeri gelmişken şunu ifade etmek isterim; 1990’lardaki durum şimdi de değişmemiştir. Akıncılara ve MTTB’de yetişmiş emektar arkadaşlarımıza nedendir bilinmez mesafeli duruş maalesef devam ediyor. Sayın Tayyip Erdoğan’ın emektar arkadaşlarımızı değerlendirmesi, arkadaşlarımızın da ülkemize birikimleri ile faydalı olma fırsatı verilmesi gerekiyor. Arkadaşlarımızın çoğunda bürokrasi tecrübesi vardır.” (s. 311) diyen yazarımız, Sn. Erdoğan’ın Dine, davaya ve camiaya karşı vefasızlıklarını niye saymamış ve onu helâllik istemeye çağırmamıştır?
“Bu toplantıda da Erbakan Hoca ittifakın gereğini, zaruretini anlattı. İmametimizde hep birlikte akşam namazını cemaatle eda ettik. Bu çalışmaları yaptığım sırada şöyle bir kanaate vardım ve kanaatimi Recai Kutan Bey ile paylaştım, ayrıca fikrimi uygun görmesi halinde desteğini istedim. Recai Bey’e: ‘Abi bu ittifakın başarılı olacağını düşünmüyorum ve bazı mahsurları da var. Hocam müsaade ederse Ben Tayyip Bey’e gideyim ve SP’ye kontenjan tanımasını isteyeyim. Seçilen bu Milletvekilleri AKP’ye gerekli yerlerde sayısal destek versin, yanlış yaptıklarını düşündükleri yerde muhalefetlerini yapar ve SP’nin Meclise getireceği konularda AKP’nin desteğini alarak hizmet etme imkânı bulur.’ dedim.” (s. 318) Yetmez, AKP iktidarının ve Sn. Erdoğan’ın bunca talan ve tahribatlarına rağmen, hâlâ SP’yi AKP’nin yedek lastiği yapma çabaları nasıl bir aklın ve vicdanın kurgularıydı?
“Bu düşüncem gerçekleşmiş olsaydı belki bugün sıkıntısı çekilen, Aileyi Koruma Yasası – İstanbul Sözleşmesi, domuz etinin kasaplık sayılması, Zina Yasası gibi yasalar çıkarılmamış olabilirdi.” sözleri, aslında Sn. Erdoğan’ın gerçek niyet ve zihniyetinden haberdar olduklarının, ama bile bile ona iltifatlar yağdırdıklarının kanıtıydı.
“Erdoğan’ın rakibi Erdoğan’dır!” (Pohpohlamaları…)
“Erdoğan, Trump, Biden ve diğerleri… Erdoğan’ın dışarıdaki ve içerideki rakipleri… Dışarıda; Trump, Biden, Makron, Putin, Merkel, İngiltere, İtalya… Yani kısaca; ABD + AB + Rusya + Çin… İçeride ise Kılıçdaroğlu, Akşener, HDP, Karamollaoğlu diyebiliriz. Şimdiye kadar seçim yarışında bunları yendi mi yendi. Çiçeği burnunda yeni muhalefet partisi liderleri Fatih Erbakan, Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan’ı da yener mi? Geçmiş performansına bakılırsa evet demek mümkündür. Ancak Siyasette 24 saatin uzun olduğunu unutmamak gerekir.
Biden, Türkiye’de Erdoğan’ı indirmekten bahsetti. Bunun için de Kürt unsurları ve muhalefeti destekleyeceğinden bahsetti. Trump: ‘Çok zeki insanlarla uğraşıyorsunuz. Bu ülkelerin dünya çapında satranç oyuncusu liderleri var, onları tanıyorum, mesela, Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan… Bu durumda (Biden için) nerede olduğunu dahi bilmeyen ve bodrum katından çıkıp konuşamayan birine (Başkan olarak) sahip olamazsınız.’ dedi. Öyle anlaşılıyor ki ABD Başkanlık Seçimlerinin önemli seçim taahhüdü Erdoğan’ı kim durdurabilir veya kim indirebilir üzerine kurulmuşa benziyor. Egemen sömürgeciler Erdoğan’dan hazzetmiyor, indirmenin yollarını arıyorlar.
Toparlayacak olursak; Erdoğan = ABD + AB + Rusya + Arap Birliği + Çin + Muhalefet Liderleri… Erdoğan’ın rakipleri sadece bunlardan ibaretse yine yener. Ancak Erdoğan’ın nur topu gibi taze rakipleri var.” (s. 349-350) İyi de Manyak Trump’ın geçen dönem yolladığı mektuptaki hakaretler nereye konulacaktı?
“Bugün Savunma Sanayinde övünç duyduğumuz gelişmeler merhum Hoca’nın temelini attığı, kuruluşlarını yaptığı kurumlar; ASELSAN, TEMSAN gibi kuruluşlardır. Fakat çok ilginçtir ki bu eserlerin Erbakan Hoca’nın eserleri olduğu millet tarafından bilinmemektedir.” (s. 294) Evet doğrudur, ama Erbakan’ın çok hayati ve hayırlı yatırımlarını, atılımlarını, hatta şerefli adını bile ağzına almayan ve unutturmaya çalışan başta Erdoğan’dır!
“Milli düşünce, vatan sevgisi, millet sevgisi yüreğini doldurmuş olan her kim olursa ve hangi parti mensubu olursa olsun, Devletimizin, hükümetimizin ve Cumhurbaşkanımızın 15 Temmuz’u aratmayacak heyecanla yanında olduğumuzun dünya âleme gösterilmesi ve milli birliğin tesis edilmesi, bunun için de her kime ne sorumluluk düşüyorsa, başta hükümet ve milli şuur sahibi muhalefet partileri ve vatandaşlarımız da hangi partili olursa olsunlar, ne görev düşüyorsa gereğini yapmasının vatandaşlık sorumluluğu olduğu zamandan geçmekteyiz.” (s. 261) Biz 15 Temmuz Kalkışması’ndan 7 yıl önce “Küresel Fesatçılık ve Fetullahçılık” kitabımızı yazıp uyardığımızda Erdoğan’la FETÖ’cüler kol kola ve koyun koyunaydı!?
“CIA Ajanı Siyonist Paul Bernard Henze’nin sanki Başkanlık Sistemi varmış gibi yaptığı açıklamasında; ‘Türkiye’nin bu parlamenter yönetim şekliyle, Amerikan politikalarının yanında olacağından emin olamayız. Ülkeyi kuranlar denetim mekanizmasını çok sıkı tutmuşlar. Hükümeti ikna ettiğimizde Meclis, Meclisi ikna ettiğimizde ordu, orduyu ikna ettiğimizde yargı karşımıza geçebiliyor. Eğer Amerika’nın çıkarı Türkiye’de bir federal devlet kurulması ise mutlaka ve öncelikle; yargı, ordu, Meclis ve hükümeti tek elde toplayan Başkanlık rejimine geçilmelidir. Bir kişiyi ikna etmek, birbirini denetleyen yapıyı ikna etmekten çok daha kolay olacaktır. Eğer o bir kişi Amerikan çıkarlarına yardım etmek konusunda tereddüt ederse, bir kişi üzerine kurulmuş yapıyı yıkmak Amerika için sorun olmaz.’ CIA Ajanı Siyonist Paul Bernard Henze’nin, Türkiye’nin parlamenter yönetim biçimi ile ilgili müdahaleci açıklaması çok ilginçtir.” (s. 142-143) Yahu, AKP tipi Başkanlık Sisteminin ABD, AB ve İsrail’e yaradığı için desteklenip getirildiğini bile bile, hâlâ Erdoğan’da ve işbirlikçi icraatlarında hikmet ve keramet aramak, gerçekten saflık mıydı yoksa fikri ve vicdani sakatlık mıydı?
“1994 yerel seçimlerinde Recep T. Erdoğan’ın Refah Partisi Belediye Başkan Adayı olarak İstanbul’da seçimi kazanmasından sonra devam eden süreç; kendisine Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı yolunu açmış, millet kendisine Reis hitabını yakıştırmış ve gönüllerinde yer vermiştir. Hâl böyleyken ne oldu, nerelerde yanlış yapıldı da 2019 yılına gelindiğinde AKP, başta İstanbul ve Ankara olmak üzere yerel yönetim seçimlerini kaybetti? Millet İttifakı’nın başarısının altında yatan faktörlerin göz ardı edilmemesi, incelenmesi çok çok önemlidir. Ancak ondan daha önemlisi ise; Cumhur İttifakı’nın seçimleri kaybetmesinin altında yatan gerçekleri konuşmaktır.” (Niye; senin görevin bunları korumak, talan ve tahribatlarını devamlı kılmak mıdır?)
“Ana hatları ile sesli düşünecek olursak; 1989 Yerel Seçimlerinde kazanılmış olan Sultanbeyli, Kâğıthane, Arnavutköy, Bahçelievler, Bağcılar Belediye Başkanlıklarının kazanılması ve İstanbul halkının Milli Görüş Belediyeciliği temsili olarak iftiharla gösterilen bu belediyelerde yapılan hizmetler; 1994’te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı Seçiminin kazanılmasını getirmiştir. Sayın Erdoğan daha sonra siyasal yol tarifinde Milli Görüş gömleğini çıkardıklarını söylemiş olsa da halk bu ve buna benzer sözleri genellikle kamuflaj olarak değerlendirmiş, referansını geçmiş siyasal yolculuğuna bağlamış ve öyle görmeye devam etmiştir.” (s. 110-111) Acaba Sn. Erdoğan’a ve Cumhur İttifakı’na bu denli bağlılık ve taraftarlığa rağmen hâlâ Erbakan’a saygınlık iddiası nasıl bir tutarlılıktır?
“Akit TV’de hazırlayıp sunduğum Vizyon programında 7 Aralık 2018 günü, konuklarım Anayasa hocası Prof. Dr. Ferman Demirkol ve Dr. Mehmet Hakan Sağlam ile ‘Hilafet Makamı ve Halifelik’ konusunu konuştuğumuz sırada Ferman Hoca: ‘Sn. Cumhurbaşkanımız Erdoğan halifedir.’ iddiasında bulundu. Ferman Hoca’nın Hilafet ve Halife konusundaki görüşlerini bildiğim için ne demek istiyor; anlıyor, biliyordum.” (s. 118-119)
Böylece Halis Özdemir hızını alamamış, Sn. Recep T. Erdoğan’ı, çağırdığı Prof. konuklarına “İslam Halifesi” ilan ettirecek kadar zıvanadan çıkmıştı.
Evet; faizi, fuhşu, loto, toto, piyango, kazı-kazan, at yarışı, it yarışı her türlü kumarı yaygınlaştıran… Kuduz katil İsrail’e, zahiren atıp tutarken gizlice ve nice aylar süresince silah ve mühimmat malzemesi dahil her türlü ticari desteği sağlayan, hatta İsrail’le Normalleşme Anlaşmasını bile askıya almayan bir şahsa, “Dindar-Kahraman ve Halife-i Ruy-i zemin ve zaman!..” unvanı nasıl da yakışmıştı… Haçlı AB kapısında 25 yıl sızlanan ve o güya tenkit ettiğiniz mel’un İstanbul Sözleşmesi’ni lafta feshettikleri halde resmen kanunlaştırıp uygulayan büyük Sultan!..
Halis Özdemir’in unuttuğu Hakkâri hatıramız!..
Yanılmıyorsam 1983 yılıydı. 80 İhtilalinde, EBK Personel Müdürlüğü’nden azılı solcuların işgalindeki İstanbul Zeytinburnu Et Balık Kombinasına sürgüne yollanmış, ardından Ankara’ya merkeze alınmıştık. Bunlarla istifa edeceğimiz sanılmış, olmayınca 10 günlük bir sağlık raporumuzun tarihleri okunmuyor gerekçesiyle memuriyetimiz sonlandırılmıştı. Aylar sonra bir yolunu bulup tekrar bir öğretmenlik kadrosu ayarlamıştık. İşte o sırada Elâzığ’a gelen Halis Özdemir “Hakkâri’de Akıncılar Teşkilatını kurmak için Genel Merkez’den bizim desteğimizi sağlamak üzere görev aldıklarını” belirtip bize haber salmışlardı. Kürtçü komünistlerin iyice azıttığı, maalesef devlet güçlerini bile çaresiz bıraktıkları o süreçte, Elâzığ’dan öte, Bingöl’e, Muş’a, Van’a ve Hakkâri’ye bizden başka kimsenin gidemeyeceğini biliyorlardı. Neyse, hemen hazırlanıp 4-5 günlük bir ziyaret kapsamında önce otobüsle Van’a vardık. O dönemde Van’dan Hakkâri’ye her gün sadece bir araba kalkmaktaydı, onu kaçırırsak Van’da otelde gecelemek zorundaydık. Oradaki dostlarımız bize Hakkâri’deki komünist militanların nasılsa bu ziyaretimizi haber aldıklarını ve can tehlikemizden dolayı iptal etmemizin yerinde olacağını söyleyip bizi uyarmışlardı. Allah’a sığınıp Hakkâri otobüsüne binerek yola çıktık. Arabanın yarıdan fazla koltukları boş durumdaydı. Bir müddet sonra bazı kişiler “bizi tanıdıklarını ve ne maksatla geldiğimizi haber aldıklarını” söyleyip tehditlere başlamışlardı. Cesaretli ve metanetli davranıp, hazırlıklı gittiğimiz tavrı takınıp onları atlatarak Hakkâri’ye vardık. Resmi Devlet binaları ve askeri kışlalar dışında, toprak damlı, taş ve kerpiç evlerden oluşan küçük bir kasaba görüntüsündeki Hakkâri’nin ortasındaki tek düzlük alanda temelleri atılmış sonra öyle bırakılmış bir yapının ne olduğunu sorunca “Futbol stadyumu olacakmış” yanıtını almıştık.
Hakkâri’de hem Halis Bey’e salık verilen kişilerin hem bizim tanıdığımız kimselerin hepsi “Burada Akıncılar Teşkilatını size kurdurmazlar… Başımızı belaya sokmayın… Hatta birkaç gün önce, dini eserler satan bir kütüphane açıldı, aynı gece orayı bile yaktılar…” şeklinde karşı çıkmışlardı. Ama biz son çare olarak müftülük binasına vardık. Alt katı hizmet binası, üst katı lojman olan kerpiç ve toprak damlı bir yapıydı. Yanlış hatırlamıyorsam 1983-1986 arasında Hakkâri Müftülüğü yapan değerli Hocamız Habip Görün, (veya 1978-1983 yılları arasında Hakkâri Müftülüğü yapan ilim ve irfan ehli muhterem Ali Akkaya Beyefendi de olabilirdi) bizi o akşam misafir etmesi ve bazı dostların sohbet için evine gelmesi ricamızı kırmadı. O akşam kırk kadar insanımız toplandık ve Allah’ın inayetiyle teşkilatımızı kurmayı başardık. Sabahleyin bu arkadaşlardan cesaret alan başkaları da katılarak Hakkâri’nin tek caddesinde bir gözdağı yürüyüşü yaptık. Ardından Yüksekova kazasına gidip orada da teşkilatımızı tamamladık. Hatta Müftü Bey Hocamız da bu gelişmelere sevinip, Hakkâri’nin yaslandığı Sümbül Dağı’na çıkmak üzere orada birkaç gün daha kalmamızı arzulamıştı. O yüksek ve dik yamaçlı dağa yürüyerek iki günde varılacaktı… Müftü Bey, bunu yaparsak güzel bir hatıra olacağını söylüyorlardı. Kendilerine, “Hocam, hatıra, hatta macera istiyorsan, gel Akıncılar Başkanımız ol, zaten memurlar katılabiliyor!” teklifini yapınca “Aman Ahmet Hoca, beni sürgün ederler!” diye latife yapmışlardı. Biz de kendisine, “Yahu, hem imkânlar hem huzur bakımından, ülkemizin en mahrumiyet bölgesindesiniz, buradan her nereye sürgün etseler size lütuf sayılır!” deyince hoşlanmışlardı.
Böylece ve elbette Allah’ın inayetiyle, o en tehlikeli dönemde ve Kürtçü komünistlerin üs bölgesinde teşkilatlarımızı kurup dönmeyi başarmıştık. Niye mi bunları hatırlattım? Kendi aklınca ve ayarınca Aziz Erbakan Hocamıza “Vefakârlık göstermesini ve güya sahip çıkmadığı Akıncı gençlerden helâllik istemesini” teklif edecek kadar safdillik yapan (bundan yumuşak kelime bulamadım) dostumuz, ciltler dolusu anılarını yazmışlardı ama, her nedense bu Hakkâri maceramızı hiç hatırlamamış ve yazmamışlardı… Çünkü Ahmet Akgül’den bahsetmek zorunda kalacaklardı… Yani, vefanın, vicdanın, vasıflı insan olmanın lafını yapmak ne kadar da kolaydı!..
Oysa asla Erbakan Hoca değil, çevresine sızan Oğuzhan Ekibi, özellikle Hoca’ya ve davaya sadık kimseleri dışlıyor ve kasıtlı olarak soğuyup uzaklaşmalarını istiyorlardı. Kaldı ki bunların sinsi niyetini ve mahiyetini yine 50 yıldır yazıp uyardığımız için en büyük düşmanlığı bize yapmışlardı. Yoksa Aziz Hocamız Sn. Halis Özdemir’i, hem MİLSAN Genel Müdür Yardımcılığına atamış hem Yeni Devir İmtiyaz Sahibi konumuna taşımışlardı. Hâlâ Erbakan Hoca’ya vefasızlık isnadını duyunca, Huneyn ganimetlerini bölüşürken Müellefetü’l Kulüp cinsinden bazı kişilere fazla pay ayırmasına itiraz edenleri hatırlarım.
Kaldı ki Rahmetli Tevfik Rıza Çavuşoğlu, tahminen 1984’te (veya 1985’te) “acil ve önemli bir görüşme” talebiyle bizi Kayseri’ye çağırmıştı. Oraya gidince kendi evinde bize “Artık bu partiden ayrılmanın ve yeni bir yapılanmanın gereği üzerinde fikir birliğine vardık. Elâzığ Bölge Başkanı olarak sizi de bu yeni yapılanmanın kurucuları arasında görmek istiyoruz!” deyince, kendisine: “Akıncılar zaten Milli Görüş Partileriyle resmi irtibatlı bir kuruluş değil… O halde kimden ayrılacağız, nasıl bir konuma taşınacağız ve Erbakan Hocamızla irtibatımız ne olacak?” diye sorunca; “Hele bir şu yapıdan ayrılalım, kervan göçte ve yol alırken toparlanır!” şeklinde gevelemeye başlamıştı.
Ardından yaptığım araştırmalar sonucu anladım ki; daha sonra Recep T. Erdoğan’a yaptırılan ve Milli Görüş’ü parçalayıp Erbakan’ı durdurmayı amaçlayan “Yenilikçi Hareketin” bir benzerini T. Rıza Çavuşoğlu’yla başlatmaya çalışmışlardı ama başaramamışlardı.

HADDİNİ BİLMEYEN, HUZURA ERMEZ!
“Edep ya Hu!..” dostum, şımarma sakın
Gafil cahil o ki; kalbini bilmez!..
Şeytana uzak dur, Rahman’a yakın
Haddini bilmeyen, Rabbini bilmez!..
O bilgiç geçinir, irfandan uzak
Dışını düzeltir, vicdandan uzak
Güçlüye tapınır, Hak dosttan uzak
Huzura erer mi, haddini bilmez!…
Mehmet Akif Avcı
SİYONİST CIA AJANIYLA AYNI ŞEYLERİ SAVUNMAK!..
Hem, AKP tipi Başkanlık Sistemini, tek adamı kandırıp yönlendirmek daha kolay olduğu için ABD’li (ve AB’li) Siyonist stratejistlerin dayatıp uygulattığını söyleyeceksin… Hem bu ABD istikametli Başkanlığı ve çok üstün başarılarını(!) öve öve bitiremeyeceksin… Hem de güya O çok sevdiğiniz ve beğendiğiniz Erbakan’ın Sn. Recep Bey’le ilgili uyarılarına hiç yer vermeyeceksin!? Buna Dinimizde ne ad verildiğini elbette bilirsin. Ama Aziz Hocamıza ve Kutlu Davamıza yönelik çiğ ve çirkin yaklaşımları karşılıksız bırakmayan Milli Çözüm’ün ne olduğunu da böylece öğreneceksin…
Orhan Atay
E. Türk Harb-İş Sendikası Gn. Bşk.
FERASET FUKARALIĞI
Rahmetli Ziya’ül Hak, Türkiye’ye gelip Kenan Evren Paşa’dan, idamla yargılanan Akıncı Gençler için ricacı olacak ve çok daha kolay maddelerden yargılanmalarını sağlayacak… Halis Özdemir Bey de bundan dolayı Ziya’ül Hak’ka minnettarlığını aktaracak, ama Ziya’ül Hak’kı kimin yönlendirip kendilerine sahip çıkılmasını sağlayan Erbakan Hoca’yı anlamayacak… Şu feraset fukaralığı ve vefa noksanlığı ne menem bir marazdır… Yazık… Aslında kendisini şefkat tokatlarıyla uyaran Üstadımıza minnettar olmalıdır…
Nail Kızılkan
BİZ DAVANIN DELİSİYİZ!
Sadık ve samimi mü’minliğin tavrı mertlik ve netliktir. Riyakârlık ve sahteciliğin tavrı ve tarzı ise göstermeliktir. Hem Resulüllah’a bağlılık gösterisi yapan, hem de Mescid-i Dırar sahiplerini sevip alkışlayan tipler son zamanlarda daha sık görülmektedir. 30 sene önce, düğünümde misafirler eğlenip nikâh törenini beklerken, ben bir fırsatını bulup kaçarak, Erbakan Hocamızın Mitingine gitmiş, sonra dönüp nikâhıma yetişmiştim. Bu yüzden bize “DELİ” demişlerdi… Yıllar sonra tanışmakla şereflendiğim Ahmet Akgül’ün ilim ve samimiyet seviyesini görünce onun “zır deli” olduğunu fark etmiştim. Çünkü Erbakan Hocamız “Asıl veliler, bu davanın delileridir!” demişlerdi… Halis Bey, bilmem anlatabildim mi?
Faruk Bulut
VAY ZAVALLI
Hem Milli Görüşçü, hem Erdoğancı!?
Nere müsaitse, orya kayarım…
Bazen kuyumcuyum, çoğu soğancı
Milli Çözüm açık, etti ayarım…
Haddimi bilseydim, mahcup olmazdım
Böyle pişman olup, saçım yolmazdım
Tökezleyip yarı, yolda kalmazdım
Ters çalışır aklım, bilgi sayarım…
Gerçeği görmezmiş, öyle her bakan
Münafık severler, boşa ter akan
Haksızlık eder mi, ulan Erbakan
“Özür dilyecekmiş!?..”, var mı yuların…
Ali Çağıl
BEN ŞAHSEN UTANDIM!
Hem Aziz Erbakan Hocamızı sevip saydığını ve en yakınlarından biri olduğunu söyleyeceksin… Hem de “Akıncı arkadaşlarımıza imkân ve fırsat tanımadınız, yani beni niye Milletvekili ve Bakan yapmadınız?” diye helallik istemesini, yani bir nevi sizden özür dilemesini isteyeceksiniz… Okuyunca vallahi utandım… Üstelik, yaptığı tahribatları ve karanlık odaklarla irtibatları ayan beyan olan Sn. Erdoğan’a gösterdiği hürmet ve iltifatın onda birini Erbakan’dan esirgeyeceksiniz… Ama inşaallah öğrenmiştir ki bu hadsizlikleri ve çifte standartlı riyakâr halleri tespit ve tedavi-terbiye eden Milli Çözüm Dergisi vardır!..
Osman Eraydın
İNŞAALLAH UYANIR!
Aslında Halis Özdemir’in Erbakan Hocamıza karşı bu haddi aşmaları, hatta küstahlaşmaları… Ve yine Sn. Erdoğan’a yönelik yalakalıkları nedeniyle, Üstadımız çok daha uyarıcı, hatta acı ifadeler kullanırdı. Ama yazının başında hatırlattıkları gibi, bazı hayırlı hizmetlerine bakıp, inşaallah hatasını anlar ve tevbekâr olur ümidiyle yumuşak davranmıştır. Ama hiç çaresi yok, herkes önünde sonunda içindekini kusacak ve gerçek ayarını ortaya koyacaktır.
Muhterem Üstadımıza saygılar sunar, Halis Bey’e ise, samimi pişmanlıklar, mert ve müstakim tavırlar dileriz. Saygılarımla…
Ufuk Efe
Bilişim Uzmanı, Kara Harp Okulu Mensubu
MARAZLI MANTIKLAR
Bu marazlı mantıklara göre, Rahmetli Erbakan Hocamızın; Parti teşkilatlarında, yan kuruluşlarında, MGV ve Anadolu Gençlik saflarında samimiyetle hizmet eden, ama Milletvekilliğine ve Belediye Başkanlığına getirilmeyen milyonlarca insandan helâllik istemesi lazımmış!.. Hâşâ… Yahu, bu hizmetler Allah rızası için yapılır, makam ve çıkar hatırı için değil. Oysa bizi bâtıl ve bozuk zihniyetlerin peşine takılmaktan kurtarıp İslami şuur ve huzura kavuşmamıza vesile olduğu için, biz Erbakan’a minnettarız ve medyun-u şükranız.
“(Ey Resulüm, bazıları da) Müslüman oldular (ve birtakım hizmet ve fedakârlıkta bulundular) diye (gelip başına kakmak niyetiyle) Sana minnet etmektedirler. (Uğradıkları sıkıntıların sorumluluğunu Sana yüklemektedirler.) De ki: ‘Müslümanlığınızı Bana karşı minnet (konusu) etmeyin. (Hizmet ve ibadetlerinize karşılık dünyalık makam ve menfaat beklemeyin, kendinizi ayrıcalıklı zannetmeyin!) Tam tersine, sizi imana yönelttiği (küfür ve kötülükten çekip çevirdiği) için Allah size minnet edip (verdiği nimet ve faziletlerin şükrünü isteyebilir). Eğer doğru sözlüler (ve temiz özlüler) iseniz (bunu böyle kabullenmeniz gerekir.)’” (Hucurât: 17)
Bir Allah dostu şair şöyle buyurmuşlardı:
“Davası ve sevdası olmayan öküzler, has bahçeye uçuşan bülbüller için: ‘Bunlar otlamaya gidiyor!’ derlerse şaşmayın… Çünkü onlar gonca güllerin koklamak için değil, otlamak için olduğunu sanırlar!..”
Ekrem Başaran
Üstat Ahmet Akgül, Halis Özdemir’e“Davası uğrunda birçok sıkıntılara göğüs geren” şeklinde insaniyet gereği bir övgüyü kendisini eleştirirken dahi ihmal etmemiş fakat Özdemir Ahmet hocanın uyarılarını etrafına, kitaplarına koymamış ama Özdemir’in kitabında Ahmet Akgül’e yer vermese de Sayın Akgül’ün HAKLI ÇIKTIĞI yine görülüyor:
“…Tevfik Rıza Bey Kayseri’den Milletvekilliğine aday adayı oldu, o zaman da Suudi Arabistan’da (Siyonist odakların güdümündeki Dünya Bankası’nda. A.A.) çalışmakta olduğu söylenen Abdullah Gül, merhum Korkut Özal tarafından getirtilip Oğuzhan Asiltürk’ün desteği ile Milletvekili seçilebileceği, kazanacağı sıradan aday yapıldı…”
İyi ki varsınız Akgül hocam,
Gül hocam!
Makalede anlatılan olayın saflıktan olmadığı belli ozaman neyin alameti farikasıydı? Asrın lideri Aziz Erbakan Hocamızın ekmeğini yiyen kudurmaktaydı. Herkeze mevki, makam ve cihad ortamı oluşturmuştur. Ancak kimileri kendi dünyevi menfaatleri için Hak davayı istismar etmektedir.Yıllardır Milli Çözüm bu münafık tiplere karşı bizleri uyarmış ancak hala gerçeklere gözü kulağını tıkayan bu zümre cihad kurumunda tefrikaya neden olmaktadır. Sadık samimi insanlar davadan bir şekilde uzaklaştırılmışlardır. Bu tiplerin kökenleri Oğuzhan Asiltürke ve Şevket kazana dayanmaktadır.Adil Düzen gibi bir kutlu projenin sahibine akıl vererek ahmaklıklarını kitaplaştırarak resmileştirmişlerdir.Siz kim Erbakan kim siz Erbakanı anlamak istiyorsanız önce Ahmet Akgül tedrisatından geçmeniz gerekir…! Hele önce Milli Görüş nedir?Adil düzen nedir bir öğrenin ve kendiniz inanın yeter..!
Faizi, fuhşu, loto, toto, piyango, kazı-kazan, at yarışı, it yarışı her türlü kumarı yaygınlaştıran… Kuduz katil İsrail’e, zahiren atıp tutarken gizlice ve nice aylar süresince silah ve mühimmat malzemesi dahil her türlü ticari desteği sağlayan, hatta İsrail’le Normalleşme Anlaşmasını bile askıya almayan bir şahsa, “Dindar-Kahraman ve Halife-i Ruy-i zemin ve zaman!..” unvanı nasıl da yakışmıştı… Haçlı AB kapısında 25 yıl sızlanan ve o güya tenkit ettiğiniz mel’un İstanbul Sözleşmesi’ni lafta feshettikleri halde resmen kanunlaştırıp uygulayan büyük Sultan!..
Arif olan anlar Faruk hocam selamlar saygılar
Ey can nicedir bu âlemde
Derdin bilmezlere kaldın
Sabır bilmez şükür bilmez
Hatır bilmezlere kaldın
Derya içre derya bilmez
Mizan bilmezlere kaldın
Yandın ey can
Yanmak bilmezlere kaldın
Ey can nicedir bu âlemde
Sükûnete hasret kaldın
Edep bilmez şefkat bilmez
Hak tanımazlara kaldın
Yandın ey can…
ERBAKAN KİMDİR!?
Tevhid tebliğcisi, varis-i Nebi
Merkez Kutbuz zaman, Erbakan kimdir…
Hakk’ın temsilcisi, hayrın sebebi
Resul halifesi, kaim-makam kimdir
Hak huzur rehberi, Erbakan kimdir…
Her tavrı bir ibret, her sözü kitap
Çağrısı evrensel, âleme hitap
Bıkıp usanmadı, düşse de bî-tap
Hak bâtıl ayıran, bu Furkan kimdir
Hâlâ anlamadın, Erbakan kimdir…
Eyvah bilinmedi, kadru kıymeti
Tarihlere örnek, kutlu hizmeti
Ruhen sadıklara, hazır himmeti
Bir ömür alnından, ter akan kimdir
Cidden düşün anla, Erbakan kimdir…
Rahmân’ın nefesi, rahmet gölgesi
Kur’an davetçisi, ibret belgesi
Hakk dava delili, hikmet bilgesi
Siyonist şeytana, recm çakan kimdir
Tanı ve tâbi ol, Erbakan kimdir…
Mü’min başa kor mu, öyle her kepi
Dostu arayanın, aşktır merkebi
İnsan-ı Kâmildir, irfan mektebi
Her iki cihanda, bir hakan kimdir
Anla ve uyan ki, Erbakan kimdir…
Her an Allah’la beraber olmak, her halde imtihan şuuru ile yaşamak şuurun ve huzurun kaynağıdır. Aziz Erbakan Hocamızın manevi mirasını ve haklı davasını takip ve temsil eden Milli Çözüm Dostları ve Yayınlarıdır. Bunun farkına varamayanlar ve şükrünü yapamayanlar, gaflette ve hüsrandadır.
Teşbihte hata olmaz, bir insanın Hz. Hüseyin ile Yezid’e aynı anda sempati duyması; bilmem ki cehaletten midir, gafletten midir?
Ey Halis Özdemir ve Benzerleri!..
İyi faturaları kendinize, kötü faturaları Erbakan Hocaya ve dönemin ve Asrın Tercümanı olan Zaatlara fatura etmek ; Hak davanın içindeki Marazlıların adetidir. Anlaşılıyor ki marazlı zokasını yutanlardansınız. Bu zokayı yutmamak için , bu marazlıları taaa işin başından itibaren sezen yüksek ferasetiyle çözen Ahmet AKGÜL’e kulak kabartmanız gerekirdi. Ama işte biraz niyetinizin biraz da samimiyetinizdeki olumsuzluklar yüzünden Cenabı Hakk size Hakkın içinde olduğunuz halde Haktan yana tavır sergileyemiyorsanız eğer, sizin anlayacağınız dilden konuşmak gerekirse gerçi zamanında ERBAKAN’I anlamış olsaydınız ( Erbakan’ı anlamanın yolu Ahmet AKGÜL’Ü dinlemekten geçer) , makalede geçen yanlışlara fırsat vermezdiniz ama yine de hatırlatmış olalım tekraren. Milli Görüş’ün KİMYASI diye anlatırdı Erbakan Hoca şunları :
1- Her şart ve durumda Hakkı üstün tutma … Yani, kuvveti (kuvvetliyim öyleyse haklıyım) , menfaati, imtiyazı, ve çoğunluk gibi şeyleri esas almak Batılı temsil eder. Müslüman bunları reddederse eğer, Hakkı üstün tutmuş olur. Kişi diliyle La ilahe illallah dediği halde gücün imtiyazın makam ve menfaatin ve de çoğunluk böyle yapıyor öyleyse bende uyayım derse Hakkı değil Batılı üstün tutmuştur. Çünkü güç kuvvet kudret sahibi yalnızca Allah’tır.
Put sadece betondan veya çamurdan veya herhangi bir madenden olmuyor malum. Put , Allah ile arana giren veya Allah’tan daha çok sevdiğin güvendiğin onayladığın destek verdiğin özlem duyduğun , arzuladığın her şeydir ve bunlar aynı zamanda şirktir …
2- Maneviyatçı olmak; yani insan bu dünyaya imtihan edilmek üzere gönderilmiştir, dolayısıyla mü’min ahiretin farkındadır, O yalnızca Allah’tan bekler, ancak sebeblere sarılır ve gereğini yapar. Hesap vermekten korkar, o nedenle hakkı olmayana tevessül etmez, kanaatkar olur, dünyası içinde çalışır ama ahiretini dünyası için feda etmez…
3- Nefis Terbiyesi; Nefis ilk 2 maddeye sürekli muhalif durumdadır. Hakkı üstün tutmak ve maneviyatçı olmak nefsin işine hesabına gelmez. İşte burada kişi nefsine karşı inatçı olacak yoksa bir anlık gaflete düşse kimyasının bozulacağını bilecek.
KİMYA’yı elde edince , Cenabı Hak Milli Görüş’ün FİZİĞİNİ başlatıyor. Yani Kimya kişinin gayretiyle oluşuyor, Fiziği ise Allah başlatıyor.
Fizik ise şunlar oluyor: Kimyadaki maddelere gayret çaba gösterdik ise Fizik olarak da:
1- Hidayet: Kimyamızın bozulmasına vesile olacak işlere yani nefsimize hoş gelen durumlara uyacak olursak yani dünyalık şeylere gönlümüzü kaptırırsak hidayetimiz kararır.
2- Feraset : Neyin hakka neyin şerre Batıla hizmet ettiğini ayırt edebilme kabiliyeti.
3- Dirayet: İkinci madde de ferasetin gereğini yerine getirirken gösterdiğin gayret ve çaba sırasında eşimiz dostumuz teşkilatımız veya teşkilat içindeki marazlılar rahat bırakmaz. Yani karşı çıkarlar yalnız bırakırlar fitneci diye adını çıkarırlar hayalci derler, demedikleri kalmaz. Ama içlerinden de size hayranlık duyarlar ama hissettirmezler çekinirler. İşte dirayet bazen fedakarlık, bazen umursamazlık, bazen inat ederek davanda ve inancında sebat etmektir. Her türlü zorluğa rağmen bileceğiz ve inanacağız ki; Biz elhamdülillah inançlı insanlarız , biz inanıyoruz ki Allah bize yardım eder ve Allah bize yardım ettiğinde ancak biz galip geliriz, kimse bize galip gelemez.
Ey Halis Özdemir ve Benzerleri!..
Yukardaki hakikatleri o dönem Aziz Erbakan Hocamız defaatle anlatmıştı hatırlayacaksınız. Kişinin en çok eleştirdiği şey ne ise, bu ondaki eksik maddeyi işaret ediyordur. Hocamızın anlattığı bu maddeler her derde deva ilaç gibidir. Ölçümüzdür. Hem bizim için hem de başkaları için çok önemli bir ölçüttür. Bu maddelerin gereğini yerine getirmenin sonunda dünyada izzet ve şerefe, ahirette ise huzur ve saadetimizin anahtarıdır desek yanlış olmayacaktır.
Hayatta olduğunuza göre hala Cenabı Hak size Milli Çözüm ve Üstad Ahmet AKGÜL hocamızın bu ikazları size bir fırsat niteliğindedir. Bu fırsatı değerlendirebilmek için niyetinizi ve samimiyetinizi yoklayıp tertemiz bir sayfa açabilirsiniz diye umuyorum…Ama büyük bir tövbe etmeli rabbimize yalvarmayla ve Erbakan Hocamızın Makamı Şeriflerine ( Merkez Efendi kabristanlığına) gidip af ve özür dilemeyle başlayabilirsiniz. Ve elbette akabinde Üstad Ahmet AKGÜL’e de hayatınızın ve ukbanızın huzurla dolmasına vesile olduğu içinde şükranlarınızı iletmelisiniz…
Halis Bey ve Benzerlerine samimi pişmanlıklar dilerken, mert ve olgun tavırlar ve tercihler de bulunması dileğimle!..
TAHRİM SURESİ 8. AYET
Ey iman edenler! “Tevbe-i Nasuh” ile (yani kesin bir niyetle, günahlara geri dönmemek azmiyle, samimi ve halis bir pişmanlık düşüncesiyle, açılan bir yarığı en sağlam bir iple ve bir daha kopmaz biçimde diker gibi) Allah’a tevbe edin (ve kötülüklerden vazgeçin. Günahına sevinmenin, günahıyla övünmenin, günahını küçümsemenin ve günahlarda ısrar etmenin Allah’ın kahrına uğratacağını bilin!). Umulur ki, Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter ve sizi altından ırmaklar (ve havuzlu şelaleler) akan cennetlere sokuverir. O gün (mahşerde) Allah, Peygamberi ve (kıyamete kadar) Onunla beraber iman edenleri (asla) utandırıp küçük düşürmeyecektir. (Mahcup ve mahrum etmeyecektir.) Nurları, önlerinde ve sağ yanlarında koşar-parıldar (vaziyette huzurla yürüyecekler ve): “Rabbimiz nurumuzu tamamla, bizi bağışla. Şüphesiz Sen, her şeye güç yetirensin” diyeceklerdir.
Bak: http://www.mealikerim.com
”AKILLI NEFSİNE KIZAR OLURMUŞ!”
Kalbi marazlı, vicdanı sakat, terazisi şaşmış, haddini aşmış..
Üstad Ahmet Akgül Hocamız, ayarın ortaya çıkarmış..
İmtihanı kazanmanın şartı nefsine kızmakmış!
Demek ki neymiş?
Erbakan Hocamıza edepsizlik yapmadan önce;
Milli Çözüm’ü hatırlamak lazımmış.
Halis Özdemir Bey, size yapılan bu şefkat uyarısını en yakınınız saydıklarınız dahi yapmaz.
Hem ahiretiniz hem haysiyetiniz için, İnşaAllah hatanızdan dönersiniz.
Erbakan Hocamız ve Milli Görüş sayesinde eriştikleri faziletlere teşekkür etmek yerine, Erbakan Hocamızı sorguya çekmek, suçlayıp sorumlu göstermek çabası MARAZLI bir mantıktır!
Bir dönem Milli Görüşçü oldular ve birtakım hizmet ve fedakârlıkta bulundular diye hala Merhum Erbakan Hoca’mızın başına kalkılmakta ve minnet edilmektedir. Uğradıkları bir kısım sıkıntıların sorumluluğu hala Erbakan Hocamıza yüklenilmektedir.
Milli Görüş’e bir dönem yaptığınız hizmetleri, çektiğiniz zahmetleri ve yüklendiğiniz külfetleri; “bunları başkaları yapamaz, kimse altından kalkamaz, bu iyiliklerimin karşılığı bulunmaz” diyerek, iyiliklerinizi gözünüzde büyütmeyiniz, insanlara minnet etmeyiniz, Erbakan Hocamızın ruhaniyetine sıkıntı vermeyiniz…
Milli Görüş’e yaptığınız hizmetlerinize karşılık dünyalık makam ve menfaat beklemeyiniz, kendinizi ayrıcalıklı zannetmeyiniz!
Tam tersine, Erbakan Hoca ve Milli Görüş sayesinde sizleri zulüm ve ahlaksızlık düzenlerin peşinden gitmekten çekip çevirdiği için Allah’ın sizlere verdiği nimet ve faziletlere şükrediniz…
Kaldı ki sizler, Erbakan Hocamızın bütün uyarılarına rağmen;
Milli Görüş’ü parçalayıp Erbakan’ı durdurmayı amaçlayan hainlerin işbirlikçi icraatlarına hikmet ve keramet uydurmakta, işbirlikçilerin bunca talan ve tahribatlarına rağmen, Dine, davaya ve camiaya karşı vefasızlıklarını hiç saymamakta ve işbirlikçileri helâllik istemeye çağırmamaktaydınız…
AZİZ ERBAKAN HOCAMIZIN YANINDAKİLERDE GERÇEK NİYETLERİ BELLİ OLDUKTAN SONRA VEFAT ETMİŞLERDİ. SİZDE İÇİNİZDEKİLERİ,NİYETLERİNİZİ BELLİ ETMİŞSİNİZ. AZİZ ERBAKAN HOCAMIZ ALEYHİNDE KONUŞANLARA, KARŞI ÇIKANLARA MAKAM VERİLDİĞİNİ DE ÖĞRENDİNİZ HERHALDE DİYE DÜŞÜNMEDEN EDEMİYORUM.
Şûrâ 20
Kim ahiret sevabını (ve ticaretini) isterse onun sevabını artırırız. (Dünyada da kendisine izzeti ve bereketi tattırırız.) Kim de (sadece) dünya (menfaatini ve) ekinini ister (dinini bile dünyevi beklentileri için istismar eder)se, ona da ondan (geçici makam ve çıkardan) veririz. Fakat ahirette ona hiçbir nasip yoktur (eli boş kalacaktır).
https://www.mealikerim.com/42/sura/20
ALİ İMRAN 77
Allah’ın ahdini (ve Hakk davasına bağlı kalacakları hususundaki sadakat) yeminlerini, (sonradan makam ve menfaat hırsıyla) az bir paha (yani dünyalık değersiz şeyler) karşılığı satanlar (var ya), işte onlar için ahirette hiçbir pay (paye ve şeref) olmayacaktır, kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak, yüzlerine bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar (dinlerini ve davalarını dünyalık çıkarına satanlar) için çok acı ve alçaltıcı bir azap vardır. (Dünyada zillet ve hezimeti, ahirette ise cehennemi hak etmişlerdir.)
https://www.mealikerim.com/3/ali-imran/77
AZİZ ERBAKAN HOCAMIZIN SAADET PARTİSİ KONGRESİNDE SÖYLEDİĞİ ŞU SÖZLER DE AKLIMA GELDİ;
“BİR AN SİZE ŞUNU SÖYLEMEK İSTİYORUM.
DİKKAT BUYURUYOR MUSUNUZ?
BİZ NERDEYİZ ? ONLAR NERDE?
BİZ YENİ BİR DÜNYANIN KURULMASINDAN BAHSEDİYORUZ, ONLAR BİTMİŞ BİR KUYUDAKİ SUDAN BİR KEPÇE BEN DAHA ÇOK KİM ALACAK ONLAR BUNUNLA MEŞGÜLLER…
İŞTE ARADAKİ BÜYÜK FARK BUDUR..”
PROF. DR. NECMETTİN ERBAKAN
İZLEMEK İÇİN ; https://www.youtube.com/watch?v=6xXjNqD0i9w
KEŞKE KİTABINIZI BASMADAN ÖNCE ÜSTAD AHMET AKGÜL HOCAMIZIN GÖNDERSEYDİNİZ DE BU DURUMLARA DÜŞMESEYDİNİZ. UMARIZ GEREKEN DERSLERİ ALIR YAPILMASI İCAB EDENLERİ YAPARSINIZ..
Tevbe 119
Ey iman edenler! (Her konuda) Allah’tan korkun (Kur’an’ın ve Resulüllah’ın yoluna uyun) ve (Hakk davasında sağlam duran) doğru (sadık)larla birlikte olun (ki iman; Hakka tarafgirlik ve davaya sadakattir).
https://www.mealikerim.com/9/tevbe/119
Bu tür insanlar güya bizim aklımızla dalga geçmeye çalışıyorlar. Güya Erbakan Hocamızı bazı yerlerde överek veya saygı duyduğunu anımsatarak kendi hakkında güven hissi uyandırıp asıl yönlendirmesini sinsi bir şekilde yapıyorlar. Gele gele lafı en son “ne olursa olsun şimdi başımızdakileri desteklemeliyiz”e getiriyorlar. İstanbul sözleşmesinden Lanzarote sözleşmesine, ikiz yasalara kadar birçok zararlı yapıyı hazırlayanları ne olursa olsun desteklemek hangi ruh halinin eseridir? Ve bir de bu yapıya Haklı davanın temsilcilerini yedek lastik olarak bağlamaya çalışmak nasıl bir izandır? Bu tipler güç merkezlerine eklemlendirilmiş, iliştirilmiş insanlardır kanaatimizce.
Ayrıca hani Allah rızası için yapılıyordu çalışmalar? Böyle düşünen biri kalkıp; Erbakan Hocamıza açıkça “adil davranmadın, bizi gözetmedin, bizim hakkımızdı ama sen bu hakkı bize vermedin” anlamına gelecek en haksız ithamları yapar mı? Yahu bize imanımızın gereğini hatırlatan ve öyle yaşamamızı öğreten bir insana bu nasıl söylenir? Bunun için sonsuz müteşekkir olmamız gerekmez mi? Çeşitli makamları kendimizde bir hak olarak görmek imanımızın neresiyle bağdaşır? Bu konuyla ilgili Ekrem Başaran Bey’in yorumunda da geçen ayeti Kerime bize nasıl davranmamız gerektiğini çok güzel hatırlatıyor;
“(Ey Resulüm, bazıları da) Müslüman oldular (ve birtakım hizmet ve fedakârlıkta bulundular) diye (gelip başına kakmak niyetiyle) Sana minnet etmektedirler. (Uğradıkları sıkıntıların sorumluluğunu Sana yüklemektedirler.) De ki: ‘Müslümanlığınızı Bana karşı minnet (konusu) etmeyin. (Hizmet ve ibadetlerinize karşılık dünyalık makam ve menfaat beklemeyin, kendinizi ayrıcalıklı zannetmeyin!) Tam tersine, sizi imana yönelttiği (küfür ve kötülükten çekip çevirdiği) için Allah size minnet edip (verdiği nimet ve faziletlerin şükrünü isteyebilir). Eğer doğru sözlüler (ve temiz özlüler) iseniz (bunu böyle kabullenmeniz gerekir.)’” (Hucurât: 17)
Bu tipler Ahmet Hocamızdan bahsedemezler. Çünkü eklemlendikleri merkezlerin ayarını ortaya koyan Ahmet Hocamızdır. Eğer bahsederlerse bağlı bulundukları güç merkezlerinden tokat yerler.
“Tarihe düşen notlar” kitabı dava arkadaşlarıyla olan geçmişi ve anıları anlatırken, olayları kişisel duygularıyla harmanlayarak , tarihe not düşmekten ziyade bir hesaplaşma hissi uyandırdı. Kiminin sadakati kiminin inkarı. Yalnız Aziz Erbakan Hocamızın aziz hatıralarına sahip çıkan, prensip ve projelerini sahiplenen, izinden giden Milli Çözüm’ün Şahs-ı manevisi Muhterem Ahmet Akgül hocamızın olduğunu unutmayın . Makalede sorulan soru ve içinde barındırdığı cevaplar zaten herkesin fikrinide zikrinide ortaya döküyor.
**Yahu, AKP tipi Başkanlık Sisteminin ABD, AB ve İsrail’e yaradığı için desteklenip getirildiğini bile bile, hâlâ Erdoğan’da ve işbirlikçi icraatlarında hikmet ve keramet aramak, gerçekten saflık mıydı yoksa fikri ve vicdani sakatlık mıydı?
**Acaba Sn. Erdoğan’a ve Cumhur İttifakı’na bu denli bağlılık ve taraftarlığa rağmen hâlâ Erbakan’a saygınlık iddiası nasıl bir tutarlılıktır?
***Evet; faizi, fuhşu, loto, toto, piyango, kazı-kazan, at yarışı, it yarışı her türlü kumarı yaygınlaştıran… Kuduz katil İsrail’e, zahiren atıp tutarken gizlice ve nice aylar süresince silah ve mühimmat malzemesi dahil her türlü ticari desteği sağlayan, hatta İsrail’le Normalleşme Anlaşmasını bile askıya almayan bir şahsa, “Dindar-Kahraman ve Halife-i Ruy-i zemin ve zaman!..” unvanı nasıl da yakışmıştı… Haçlı AB kapısında 25 yıl sızlanan ve o güya tenkit ettiğiniz mel’un İstanbul Sözleşmesi’ni lafta feshettikleri halde resmen kanunlaştırıp uygulayan büyük Sultan!..
Yoksa Aziz Hocamız Sn. Halis Özdemir’i, hem MİLSAN Genel Müdür Yardımcılığına atamış hem Yeni Devir İmtiyaz Sahibi konumuna taşımışlardı. Hâlâ Erbakan Hoca’ya vefasızlık isnadını duyunca, Huneyn ganimetlerini bölüşürken Müellefetü’l Kulüp cinsinden bazı kişilere fazla pay ayırmasına itiraz edenleri hatırlarım.
Alıntı
Sayın Halis Özdemir ve türevleri asıl Erbakan hocamızdan helallik alması gereken sizlersiniz,
Cennetmekan Erbakan hocamızın sizleri muhatap alıp partisine de görev verdiği ve belli kademelere getirdiği için Allah’a ne kadar şükretseniz azdır. Buna rağmen hala Erbakan hocamız suçlu gösterip haksızlık yaptığını savunuyorsunuz , unutmayınız ki kimse bu davaya şeref katamaz tam aksine bu davada olduğu Ve hakkıyla hizmet ettiği için şeref bulur. Bizim gayemiz Allahın rızasıdır ,herkes kendi ahiretini kurtarmak için çalışır, bu gerçekleri göz önünde bulundurursanız herhalde insanlığınızın gereği olarak Erbakan hocamdan özür dilersiniz.
Aziz Hocamıza ve Kutlu Davamıza yönelik haksız ve ahlaksız yaklaşımlar, asla gözünden kaçmayan ve karşılıksız bırakmayan “Aziz Erbakan Hocanın en sadık, bilge takipçisi” unutulursa, işte böyle şefkat şamarıyla hakikat bir kez daha hatırlatılır.
“(Bile bile inkâr, itiraz ve isyan ettiklerinden dolayı) Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerine de perde çekmiştir. Ve büyük azap onlar içindir.” (Bakara, 7)
Hakikate, doğru olana bile bile inkâr, itiraz ve isyan edenlerin kalpleri ve kulakları mühürlenir. Doğru ile yanlışı ayırt edemez hale gelirler; gözlerinin önünde cereyan eden yanlışlıkları göremez olurlar! Çünkü bunlar “hakkı” görecek, duyacak, hissedecek mekanizmanın ayarını, bile bile inkâr, itiraz ve isyanla bozmuşlardı!..
Ziya’ül Hak’ı kimin yönlendirdiğini ve kendilerine sahip çıkılmasını sağlayan Erbakan Hoca’yı anlamayanlar;
Hem o dönem de en büyük kahramanlıklara imza atan ve bugün hâlâ iftiralara ve haksızlıklara maruz kalan Hak davanın en delisini, en bilgesini, en sevdalısını, en cesaretlisini gördüğü halde dile bile getirememe bedbahtlığına düşeceklerdi.
Ve gerçekleri duyduğu halde duymamazlıktan gelenler, kalben haklılığını hissettikleri halde inkar edenler aslında kendilerine dünyadayken büyük bir ceza zaten verilmiş değil miydi?
Makale, olabilecek en şefkatli bir dille yazılmış ve hakikatler, hayranlık uyandıracak bir üslupla dile getirilmiştir. Duamız, Bakara Suresi’nin 7. ayetinin işaret ettiği “kalpleriyle gerçeğe taraf olamayan, gözleriyle hakikati göremeyen, kulaklarıyla hak sözü duyamayanlardan” olmamaktır.
Halis Özdemir’in kitabındaki bu çarpıtmalar gizli ve sanatlı Erbakan düşmanlığı kokuyordu.
Konya’da yakınen tanıdığımız ve uzaktan da akrabamız olan zat, halen Milli Görüşçü olduğunu SP’den başka partiye oy vermediğini söyleyip ardından da terör devleti İsrail ile en büyük anlaşmaların Refah-Yol döneminde Erbakan Hocamız tarafından yapıldığını kusacak kadar zehir saçıyordu. Bizde kendisine tüm köylülerin olduğu bi cemiyette cevabını vermiştik.
Üstadımız Ahmet Akgül’den dinlemiştim: Erbakan Hocamızın siyasi hareketi başlattığı dönemde memleketteki okumuş ve zenginlerin CHP’de, onun bi tık altının AP’ de olduğunu ve Erbakan Hocamıza ise toplumda horlanan, fakir-fukara, itilen kakılan kesimin kaldığını dinlemiştim.
Yine Ahmet Hocamızdan keramet arıyorsanız Erbakan Hocamızın en büyük kerametinin etrafındaki onca hain, münafık, vefasız çapsızlara rağmen bu davayı buralara getirmesidir diye işitmiştik.
Yine Erbakan Hocamızın dediği gibi en tehlikeli yanlış doğruya yakın yanlıştı.
Evet Erbakan Hocamızın sadık’ı gibi görünüp zehir kusmak alenen Hocamız’a düşmanlık edenlerden daha tehlikeli ve daha acıydı.
Birde Erbakan’a ihanet edenler ihanetlerinin ve tahribatlarının oranında siyonizm tarafından ödüllendirilmekteydi..!
İyi ki Milli Çözüm var. Muhterem Hocamız yapılan eski hizmetlerin hatırına ne güzel hatalarını hatırlatmış.
Mümine yakışan Hz.Adem gibi hatasından ders alıp tövbe etmektir diğer türlüsü ise iblis karakteridir.
Aziz Hocamızın senelerce yanında olupta, O’nu ve yanındakileri görememek dedikleri bu olsa gerek.
Feraset olmaz ise sinsi hain takımını bilemezsin ve Aziz Lider’e hatsizlik edip akıl verir helallik istedirsin.
Hâlis bey? ;
. Tevfik Rıza Bey’ (ve benzerlerinin) yerine Abdullah Gül R. T. Erdoğan (ve onun gibileri) Milletvekili adayı Belediye Başkanı yapanlar, Oğuzhan Asiltürk Şevket kazan ve Korkut Özal ekibi olacak, ama siz helâllik istemesi
(yani özür dilemesi) için Erbakan Hocamızı sıkıştıracaksınız!?
Bu olacak birşey değil!?adeta Akıl tutulması!
Böylece ve elbette Allah’ın inayetiyle, o en tehlikeli dönemde Hakkari’de ve Kürtçü komünistlerin üs bölgesinde teşkilatlarımızı kurup dönmeyi başarmıştık. Niye mi bunları hatırlattım? Kendi aklınca ve ayarınca Aziz Erbakan Hocamıza “Vefakârlık göstermesini ve güya sahip çıkmadığı Akıncı gençlerden helâllik istemesini” teklif edecek kadar safdillik yapan (bundan yumuşak kelime bulamadım) dostumuz, ciltler dolusu anılarını yazmışlardı ama, her nedense bu Hakkâri (1983-1986 )maceramızı hiç hatırlamamış ve yazmamışlardı…
Çünkü Ahmet Akgül’den bahsetmek zorunda kalacaklardı… Yani, vefanın, vicdanın, vasıflı insan olmanın lafını yapmak ne kadar da kolaydı!.
Kenan Paşa olayı anlamış ,Hocamızdan “Helallik ” isteyenler Anlamamış.!?
AZİZ HOCAM’A
Hakikat mesajına son tercüman gibiydin
Bu garip ruhumuza, taze güman gibiydin
Münafıklara maraz, bize derman gibiydin
Gönüllerin duası, gözlerin yaşı mıydın?
Ey şerefli şahsiyet, Sen sabır taşı mıydın?
Kesin olgunlaşmadan çıbanları deşmezdin
Teşhis, tespit olmadan, tedaviye geçmezdin
Hainlerin kurduğu, tuzaklara düşmezdin
Zalimlerin kâbusu, bilginler başı mıydın?
Bu ne soylu tavırdır, Sen sabır taşı mıydın?
Sen Hakka sevdalıydın, haksızı kayırmazdın
Ucuz kahramanlığa, tenezzül buyurmazdın
Uzun, ince hesaplar, şeytana duyurmazdın
Himmeti huzur veren, veliler şahı mıydın?
Yorulmaz ve yılmazdın, Sen sabır taşı mıydın?
Hiç bileğin bükülmez, devamlı dipdirisin
Sevgi bağın sökülmez, sadıkların pirisin
Sırrına akıl ermez, ulaşılmaz birisin
Dokunan cezbe alır, hikmet kumaşı mıydın?
Hiç acele etmezdin, Sen sabır taşı mıydın?
Siyonist canavarı, can evinden vuracak
Zulüm ve sömürüye, son verip durduracak
Türkiye eserinle, fermanlar buyuracak
Nebi ve sıddıkların salih yoldaşı mıydın?
Bu ne onurlu sebat, Sen sabır taşı mıydın?
Dünyayı değiştirmeğe, soyunan adam Sendin
Bıkmadan mazlumları, savunan adam Sendin
Has gönülde sevilip, sayılan adam Sendin
Ters görene sormalı: Yahu, Sen şaşı mıydın?
Ey korkusuz kahraman, Sen sabır taşı mıydın?
Zuhurat bekliyoruz, gayrı bitsin bu sancı
Nasipsiz nankörlerin, yüze vursun utancı
Sen Aziz Hocamızsın, başlarımızın tacı
Sohbetlerin sağaltır, ruhlara aşı mıydın?
O ne bitmez bereket, Sen sabır taşı mıydın?
Soruna ürkek değil, tam da erce bakardın
Saadet ikliminde, şimdi yüce Hakandın
Ey mutluluk müjdesi, çünkü Sen Erbakan’dın
Sen Süleyman mührünün, o sırlı kaşı mıydın?
Bu ne büyük dirayet, Sen sabır taşı mıydın?
Göklere mi çekildin, gaybubet mi başladı
Bu ne acı haberdir, beyin yürek haşladı
Gafiller ölüm sanır, hayat yeni taçlandı
Mübarek vücudunla, nur beden naşı mıydın?
Aziz Asil Hocamız; Sen Sabır taşı mıydın?
(Ocak 2004 MÇ)