TESETTÜR KAVRAMI; İNKÂRI VE İSTİSMARI!
“Tesettür” ve “Başörtüsü”; ikisi de Kur’an kaynaklı olmakla beraber, yanlışlıkla ve bilgi noksanlığıyla, aynı şeyler sanılmasına rağmen, aslında farklı kavramlardır. Anlamları da amaçları da ayrıdır. Pek çok yanlış tavır ve takıntı, bunların aynı sanılmasından dolayıdır. Çünkü:
a) Tesettür genel, başörtüsü ise özeldir.
b) Tesettür fıtri ve ahlâki, başörtüsü ise içtimai bir emirdir; simgesel özelliği önemlidir.
c) Tesettür;
1- Karşı cinslerin zinaya yol açan şehvet tahrikini ve namus-iffet tahribini önlemek,
2- Soğuk, sıcak, güneş, rüzgâr gibi iklim ve mevsimlerin tabii tesirlerden vücudu esirgemek,
3- İnsanlık psikolojisine yakışan ve Allah’ın nimetini hatırlatan bir ziynetle süslenmek gibi hikmetleri taşıdığı halde,
d) Başörtüsü ise;
1- Mü’min ve müstakim (istikametli) bilinmek,
2- Bununla, muhtemel sarkıntılık ve sataşmalardan korunup rahatsız edilmemek,
3- Böylece Müslüman kadınların toplum ortamına; bilimsel, kültürel, siyasi ve ekonomik hayata; daha emin ve etkin biçimde katılımlarına kolaylık getirmek üzere emredilen bir “sosyal statü” niteliğindedir.
Elbette “Tesettür” de, “Başörtüsü” de Kur’an’ın emridir. Mü’minler bu emirlere uymakla görevlidir. Ancak bu iki emrin değeri ve derecesi aynı değildir. Örneğin: “…Kiminiz kiminizin gıybetini de yapmasın (arkasından çekiştirmesin.) Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi?..” (Hucurât: 12) anlamındaki emri de Kur’an ayetidir. “…her kim (haksız yere) bir kişiyi öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir…” (Maide: 32) anlamındaki emri de Kur’an’ın ayetidir. Ama bu ikisinin önemi ve önceliği asla bir gösterilemeyecektir. Zaten gıybet ve cinayet için verilen hukuki ve uhrevi cezalar bile, bunların değer ve derece farkını gözler önüne sermektedir. Bizim dikkat çekmek istediğimiz husus; bir kızın, kadının bacaklarını, kalçalarını açmakla, saçını açmasının aynı derecede günah olduğu algısının yanlışlığını göstermektir.
Allah’ın bir hikmet ve fazilet emri sayılan, inancımızın tezahür eden simgesi ve İslam’ın edep ve izzet göstergesi olan başörtüsüne düşmanlık yapmak ve başörtülüleri dışlamak ne denli kasıtlı, haksız ve dayanaksız ise; başörtüsünü sanki imanın esası ve İslam’ın şartı gibi sunmak ve çeşitli gerekçelerle başını örtmeyenleri “İslam dışı, din karşıtı ve kötü ahlâklı” sanmak da, o denli yanlış ve yakışıksızdır. Bizzat Atatürk tarafından Türkçe tefsir ve tercümesi yaptırılan ve elbette içindeki hükümlere samimiyetle inanılan büyük İslam âlimi Elmalılı Hamdi Yazır’ın, Kahraman Yusufoğlu tarafından sadeleştirilen “Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Meali”ndeki: “Mü’min erkeklere de mü’min kadınlara da söyle; gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar ve ırzlarını (iffet ve namuslarını) korusunlar. (Mecburen) Görünen kısımları müstesna olmak üzere, ziynetlerini(n takıldığı gerdan gibi yerlerini) teşhir edip açık bırakmasınlar. Başörtülerini de yakalarının üzerlerine kadar indirip kapatsınlar”[1] kaydına ve uyarısına rağmen; hâlâ tesettürü ve başörtüsünü Atatürkçülüğe aykırı görenlerin bu tutarsız tavrı da, tam bir çifte standarttır ve Kemalizm’in istismarıdır.
İslami şuur, sırasıyla şu basamaklardan geçerek oluşmakta ve olgunlaşmaktadır. “7-İ” Formülü olarak hatırda tutabileceğimiz bu aşamalar şunlardır:
1- “Tağut”u inkâr; Emperyalizmi ve Siyonizmi reddedip dik durma:
“…Artık kim tağutu (İslam dışı sistemleri ve zalim kişileri terk ve inkâr ederek) tanımayıp Allah’a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur (Kur’an’a tutunanların mahrum ve mahcup olma endişesi kalmamıştır)…”[2] ayeti, Allah’a imandan önce tağutu inkâr etmek gerektiğini şart koşmaktadır. Çünkü Allah, bir göğüste iki kalp yaratmamıştır. Tağut’la Ma’bud’un sevgisi aynı gönülde birlikte barınamayacaktır. Tağut: İnsani ve İslami olmayan, haksızlık ve ahlâksızlık temeline dayanan, bütün şeytani sistemlerin ve despot şahsiyetlerin ortak adıdır. Bugün Siyonist ve emperyalist güçlere teslimiyet ve hizmet gösterenler, imanın bu temel basamağına bile ulaşamamışlardır.
2- Zalime ve zulme itiraz: Saldırı ve sömürü düzenine tavır koyma, Yahudi ve Hristiyanları veli (yönetici, yönlendirici) tanımama:
“Ey iman edenler (fitne çıkarmamak, anarşi ve ahlâksızlığı kışkırtmamak ve karşılıklı hak ve hürriyetlere saygılı bulunmak şartıyla; onlarla birlikte yaşayın, komşuluk yapın, ülke ve bölge nimetlerini paylaşın, ilmi ve iktisadi konularda yardımlaşın, ama gerçekten iman ediyor ve gereğini yapmaya razı ve hazır bulunuyorsanız, sakın) Yahudilerin (ırkçı emperyalist kesimlerini ve yine haksızlık ve ahlâksızlık hedefleyen bazı) Hristiyan (merkezlerini) veliler (yöneticiler) edinmeyin. (Onları dost ve dürüst zannedip, kendinize idareci, karar verici olarak kabullenmeyin. Zulüm ve hıyanet örgütlerine ve girişimlerine destek vermeyin.) Onlar, (sizin değil) birbirlerinin dostları ve destekleyicileridir. (Artık) Sizden her kim onları dost ve rehber edinip (peşlerine giderse), kesinlikle o da onlardandır. Şüphesiz Allah (Siyonist Yahudilere ve emperyalist Hristiyanlara değer ve destek veren ve Müslümanlara hıyanet eden) zalimler topluluğuna hidayet etmez (onların iman nurunu karartır). [Not: Bu ayet Yahudi ve Hristiyan kimselerle iyi ve insani ilişkileri, ticari ve bilimsel işbirliğini değil; zulüm sistemlerinin ve oluşumlarının güdümüne girmeyi yasaklamaktadır.]”[3] ayeti bu gerçeği anlatmaktadır.
3- Mü’mine ve mazluma itimat ve itibar: Müslümanların ve mağdur insanların yanında olma:
“Allah’a ve ahiret gününe (gerçekten) iman eden hiçbir kavim (ve kesim) bulamazsın ki; Allah’a ve Resulüne başkaldıran, (ayet ve hadislere dayalı İslam düzenine ve Müslüman ülkelere savaş açan) kimselerle bir sevgi ve işbirliği bağı kurmuş olsunlar. Bu (zalim ve hain çevreler), isterse kendi babaları, ister çocukları, ister kardeşleri (veya tarikat-cemaat ihvanı); isterse aşiretleri (partileri, müttefikleri) olsun… (Yine de şuurlu mü’minler asla onlara destek çıkmaz ve saygı duymazlar.) İşte bu (sadık ve sağlam Müslümanlar), öyle(sine nasipli) kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı yazıp (yerleştirmiş) ve onları Kendinden (İlahi izzet ve inayetinden) bir Ruh ile desteklemiştir. (Ahirette de) Onları altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacak ve orada süresiz kalacaklardır. Allah onlardan razıdır, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte bunlar, Allah’ın hizbi (partisi, takipçisi, ekibi ve taraftarları)dır. Dikkat edin (kesinlikle bilin ve bekleyin)ki; şüphesiz Allah’ın fırkası olanlar, felaha ulaşacak (dünyada zafer ve devlete, ahirette cennet ve saadete kavuşacak)lardır”[4] ayeti bu hakikati vurgulamaktadır.
4- İslam ahlâkına ve Kur’an ahkâmına ittiba: Haksız ve ahlâksız kanun ve kurumlara karşı çıkma:
“(Ey Resulüm) Sana indirilen (Kur’an’a) ve Senden önce gönderilen (Kitaplara), sözde inandıklarını öne süren (sahtekâr münafıkları) görmez misin? Ki bunlar, (hak ve adalet ölçüleriyle değil) tağutun önünde (zalim ve bâtıl düzenlerin kurum ve kurallarıyla) muhakeme olunmak (şeytan fikirli Yahudi ve Hristiyanların hükmü altında yaşamak) istemektedirler?! Oysa (mü’min ve Müslüman sayılmak için) onu (tağutu ve süper güç putunu) red ve inkâr etmekle emrolunmuşlardır. Şeytan onları derin ve dönüşü olmayan bir sapkınlığa sürüklemek istemektedir.”[5] ayeti bu durumu ve münafıkların tutumunu açığa vurmaktadır.
5- Hak ve adaletin hâkimiyeti ve insanlığın selameti için cihad; dünyalık rahatına ve menfaatine tapınmaktan istiğna: Barış ve bereket düzeninin kurulması, mazlumların esaret ve sefaletten kurtulması için çalışma:
“(Ey Müslümanlar) Size ne oluyor (ve nasıl bir vicdani sorumsuzluğa kayıyorsunuz) ki; ‘Ya Rabbi, ehli ve idarecileri zalim olan şu ülkeden (ve şu düzenden) bizi kurtar, bize Kendi katından bir sahip gönder ve bize Kendi rahmetinden bir yardımcı ver’ diye yalvarıp duran erkek, kadın ve çocuklardan oluşan aciz ve çaresiz kimseleri kurtarmak için Allah yolunda çalışıp çarpışmıyorsunuz? (Bu duyarsızlık ve nemelazımcılık imani ve vicdani bir tavır değildir). İman edenler; Allah yolunda (Hakk ve adalet hâkim ve Müslümanlar galip olsun diye) çarpışıp çırpınırlar. İnkâr edenler (ve münafık kimseler) ise, tağut yolunda (zulüm ve sömürü düzenleri sürsün diye) çırpınıp çarpışırlar. O halde (siz mü’minler) iseniz; şeytanın dostları olan (inkârcılar ve münafıklarla) çarpışın. Ve (Allah’a güvenerek) şeytanın hile ve tuzağının pek zayıf olduğunu (bilerek hareket edin).”[6] ayetleri, bize bu insani ve imani sorumluluklarımızı hatırlatmakta; zalimlerin ve tağuti düzenlerin davulunu çalanların, görünüşte Müslüman ve muttaki geçinseler de, gerçekte gizli inkâr içinde olduklarına işaret buyurmaktadır.
6- Nehiylerden ictinab: Allah’ın, haram kıldığı evrensel ve doğal kanunların yasakladığı kötülüklerden sakınma:
İslam dininde ve Kur’an’ın ahlâk eğitiminde; haram yemek, haksızlık ve hırsızlık yapmak, yalan söylemek, iftiraya yeltenmek, kul hakkını gözetmemek, içki içmek, zina ve fuhuş işlemek, ülkesine, devletine ve milletine sırt çevirmek, korkuyla veya çıkar umuduyla gerçekleri gizlemek gibi günah ve kötülüklerden vazgeçmek; ibadetlerden ve hayır hizmetlerinden önemli ve öncelikli sayılmıştır. Zaten Kur’an’da yüzlerce ayette övülen ve öğütlenen “takva” kavramı, gizli açık her türlü kötülüklerden sakınmak ve Allah’tan korkup kurallarına saygı duymak anlamındadır.
7- Emirlere ittiba ve itaat:
Kur’an’ın huzur ve mutluluk kaynağı emirlerine ve vicdanın sesine uyarak; ibadet, istikamet ve iyi niyet üzerinde bulunmak; yaratılışımızın amacı, manevi hastalıklarımızın ilacı, ruhumuzun gıdası ve bizleri Mevlâ’mıza ve maksadımıza ulaştırma aracıdır. İşte İslam’da örtünmek de, bu yedinci sınıf içindeki yüzlerce İlahi emirlerden birisidir ve elbette geçerli mazeret ve mecburiyetler dışında, yerine getirilmesi gerekir. Ancak, bizim dinimizde, hizmet ve ibadetlerin önem ve öncelik sırasını gözetmek oldukça mühimdir.
Herkesin hatırlayacağı ve anlayacağı bir şekilde vurgulayalım:
Elbette örtünme hem Kur’an’ın emridir, hem de fıtratın ve tabii hayatın gereğidir. Ama genel örtünme içinde başörtüsü özeldir. Sosyal bir statü ve izzet simgesidir ve mü’minlerin edep ve erdem tercihidir. Allah’ın emri ve gerekli olduğuna inandığı halde mazeretsiz olarak veya şahsi kanaat ve içtihadıyla öyle uygun bulmak dışında başını açarak dolaşmak vebaldir ve vicdani bir sıkıntı ve laubalilik getirecektir. Ama başörtüsü; imanın altı esası içinde gösterilmemiştir; İslam’ın beş şartından değildir. Peygamber Efendimizin Hadiste haber verdiği günahı kebair (yedi büyük günah) arasında zikredilmemiştir. Peki, buna rağmen başı açık gezenlere kötü gözle bakmak, “namazları, oruçları, hayırları da makbul değil” iddiasında bulunmak, onları aşağılamaya ve dışlamaya kalkışmak hakkını bize kim vermektedir?
Yukarıda saydığımız ve Kur’an ayetlerine dayandırdığımız yedi basamaktan ilk beş sıradan sınıfta kalan; yani:
1- Tağutlara ve şeytani odaklara taraf çıkan,
2- Zalimlere ve işgalcilere alkış tutan,
3- Mü’minlere ve ezilen mazlum kesimlere destek yerine köstek olan,
4- Faizci, rantiyeci ve kan emici sömürü düzenlerine ve baskıcı sindirme sistemlerine rıza gösterip, adil bir düzene düşmanlık yapan,
5- Rahatına ve menfaatine tapınıp cihad (milli savunma ve düşman güçlerle uğraşma) sorumluluğundan kaçınan; ama başörtüsü takan ve türban kahramanlığıyla gâvur uşaklığını gizlemeye çalışan kimseler, insafla söyleyin, Allah’a mı yoksa Amerika’ya mı hizmet ve ibadet etmektedir? Ve unutmayınız ki, İslam şekil değil şuur dinidir!
Ve yine AB hayaliyle egemenliğimiz haçlı Siyonistlere devredilirken… Fabrikalarımız, limanlarımız, maden ocaklarımız ve topraklarımız satılırken… Sevr’i dayatan güçlerce, şimdilik ismen ve resmen olmasa da, “demokratik federatif” şeytanlıklarla, fikren ve fiilen ülkemiz parçalanmaya hazırlanırken… Ekonomimizden eğitim sistemimize, hukuk düzeninden ahlâki prensiplerimize, her şeyimiz çürüyüp dökülürken… İnsanımız açlık ve anarşi gibi acılar içinde kıvranırken. Bütün bunları dert etmeyip ve hiç dile getirmeyip: “Aman başörtüsü yaygınlaşıyor, İmam Hatipler çoğalıyor ve laiklik elden gidiyor” diyerek tepinenler, AKP’nin ekmeğine yağ sürmek, ABD ve İsrail’e dolaylı hizmet etmek gaflet ve cehaletine, hatta dalâlet ve hıyanet çirkefine düşmek densizliğini işlemezler mi? Ve hele bunların üstelik; Kemalist ve sosyalist geçinmeleri, şeytanları bile kendilerine güldürmez mi?
Milli mütefekkirimiz ve İstiklal Marşı şairimiz rahmetli Mehmet Akif’in şu dizeleri ne kadar manidardır:
“Medeniyet dediğin, soymaksa bedeni
Desene, hayvanlar senden, daha medeni”
Tekrar hatırlatalım; İslam şekil değil, şuur dinidir. Bu uyarımız, “şekil önemli ve gerekli değil” anlamında kesinlikle söylenmemiştir. Nasıl ki, bir meyvenin asıl değerli olan kısmı; içi, vitaminleri ve besleyici lezzetidir. Ama onun kabuğu da güzel ve gereklidir. Çünkü kabuğu soyulan meyvenin çürümeye ve özelliğini yitirmeye başlaması kaçınılmaz hale gelmektedir. Ama içi harap olup çürümüş bir elmanın parlak kabuğu, sanki sadece bir münafıklık maskesi gibidir. Anadolu’muzdaki; “Eteği ile başını örtüyor. Saçını kapatıp, kıçını açıyor!” tabiri bu gerçeği özetleyen bir özdeyiştir.
Tesettür (örtünme) ile ilgili ayetlerin ilmi tahlil ve tasnifi (incelenip derecelendirilmesi) lazımdır:
Dikkatle ve ilmi bir titizlikle tetkik edildiği (araştırılıp irdelendiği) zaman; tesettür (örtünme) ile ilgili Kur’an ayetlerinin ve sahih (senedi sağlam ve gerçek) hadislerin üç ana kategoriye ayrıldıkları görülecektir.
1- Doğal örtünme (Fıtri bir vecibedir).
2- Sosyal örtünme (Simgesel anlam ve önem içerir. Farziyetten farklı, fazilet göstergesidir).
3- Ruhsal örtünme (Takva elbisesi ve İslami şuur meselesidir ve ayetlere göre en önemlisidir).
1- Doğal örtünme:
Tesettür; açık saçık gezmemek, şehvet ve edep bölgelerini örtmek, hicap ise; kadınların nikâhlanıp evlenebileceği kimseler yanında kaba avret yerlerini göstermemektir. “Mü’min kadınlara da söyle: “Gözlerini (kasıtlı ve şehvet uyandırıcı, cilveli bakışlardan) kaçındırsınlar ve ırzlarını-namuslarını korusunlar; ziynetlerini (cezp edici şekilde süslerini) açığa vurmasınlar; ancak kendiliğinden görünen (toplum hayatında tabii olarak açılması gereken yerler) hariçtir…”[7] ayetinin buraya kadar olan kısmı genel örtünmeyi emreder, başörtüsünü değil… Ama bundan sonra, özel başörtüsü istenmektedir.
2- Sosyal örtünme:
Yukarıdaki ayetin devamında gelen: “…(Gereğince kapansınlar) Ve bunun için başörtülerini (genel dış giysileriyle birlikte) yakalarının üzerine salsınlar…”[8] emri; “Ey Nebi, kendi hanımlarına, kızlarına ve mü’min kadınlara: Dış elbiselerinden (cilbablarından) üstlerine giymelerini söyle; (bu) onların, (hürriyet ve iffet sahibi olarak) tanınması ve (her türlü taciz ve) eziyete uğramaması için en uygun olanıdır…”[9] ayetiyle, bir nevi açıklığa kavuşturulup asıl amacı bildirilmiştir. O da başörtüsünün “iyi ve iffetli tanınma ve tacizlerden korunma” hikmetli olup, fıtri farziyetten ziyade, ayırt edici bir fazilet simgesi olarak emredilmiştir. Başka türlü, kadının bütün güzelliğini ve çekici özelliğini barındıran yüzünün değil de, şehvet azdırıcı hiçbir cazibesi bulunmayan, hatta kıl olarak mide bulandıran saçların kapatılmasının istenmesi, hangi İlahi ve ahlâki hikmetle izah edilecektir? Ve tabi başörtüsü faziletini; bir farklılık fantezisine, üstünlük ve ayrımcılık psikolojisine, riyakârlık ve istismarcılık dürtüsüne de alet etmemek gerekir.
3- Ruhsal örtünme:
“Ey Adem oğulları, Biz sizin çirkin yerlerinizi (ön ve arka avretlerinizi ve görüldüğünde şehveti ve fitneyi tahrik eden vücut bölgelerini) örtecek bir elbise ve (ayrıca) size süs ve saygınlık kazandıracak bir giyim (imkânları ve arzuları) indirip var ettik. Takva elbisesiyle (imani bir şuur ve ahlâki bir huzurla donanıp kuşanmak) ise, işte bu daha hayırlı (Allah’ın rızasına daha yakın)dır. Bu, Allah’ın ayetlerindendir. Umulur ki, tezekkür ederler (araştırıp, aklını ve vicdanını çalıştırıp, ibret ve hikmet öğrenirler diye gönderilmiştir).”[10] ayeti, öyle felsefi bir durum ve şahsi bir yorum olarak değil, bizzat Allah duyurusuyla; ruhsal örtünmenin, manevi ve ahlâki eğitim ve öğretimin, yani takva elbisesinin, diğer örtünme ve giyinmelerden daha hayırlı ve yararlı olduğunu haber vermektedir.
Başörtüsü sosyal bir simgedir:
“Ey Nebi, kendi hanımlarına, kızlarına ve mü’min kadınlara: Dış elbiselerinden (cilbablarından) üstlerine giymelerini söyle; (bu) onların, (hürriyet ve iffet sahibi olarak) tanınması ve (her türlü taciz ve) eziyete uğramaması için en uygun olanıdır. Allah Gafûr ve Rahim’dir.”[11]
Örtünme, İslam öncesinde kadınlar için; hürlük ya da cariyelik konumlarını belirleyen bir simgeydi. Bu ayette, Peygamber eşlerinin, kızlarının ve İslam’ı kabul etmiş tüm mü’min kadınların, dışarıya çıktıklarında dış giysilerini üzerlerine almaları emredilmektedir. Çünkü kadın dışarıya dış elbisesini almadan çıktığında, cariye sanılıp rahatsız ediliyordu. Toplumsal bir kategori olarak yerleşik uygulamanın kurbanı olan cariyelerin dezavantajlarıyla sokakta karşılaşılmaması için bu ayetin uyardığı bildirilmektedir.[12] “…Onlar sizin örtüleriniz, siz de onlar için (birer) örtü-elbise (yerindesiniz).”[13] ayeti, erkekle kadının ahlâki ve insani yönden birbirini tamamlayıp evlilikle denkleşip bütünleştiklerini; “Kadınlar erkeklerin benzerleridir (birbirinin yarısı gibidir)”[14] hadisi de yaratılıştaki birlikteliği ve eşitliği vurgulamaktadır.
Bu denli açık ifadeleriyle Kur’an; erkek ve kadınları her hak karşısında ve iş konusunda teker teker anmakta ve insan tanımının, ancak ikisinin (kadın ve erkeğin) bütünlüğü göz önüne alınınca, mümkün olabileceğine işaret ederek, detaylandırmaktadır: “Şüphesiz, Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, gönülden (Allah’a) itaat eden erkekler ve gönülden (Allah’a) itaat eden kadınlar, sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla (Allah’tan) korkan erkekler ve saygıyla (Allah’tan) korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah’ı çokça zikreden erkekler ve (Allah’ı çokça) zikreden kadınlar; (işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır.”[15] ayeti bunun ispatıdır.
Atatürk’ün, Peygamber sünnetine saygısı ve sahip çıkması!
Kadınların mescitlere gitmelerini onların doğal hakkı gören ve buna izin veren Hz. Peygamber’in bu uygulaması, ülkemizde de hâlâ bazılarınca hazmedilebilmiş değildir. Atatürk 2 Şubat 1923’te İzmir’de halk ile yaptığı konuşmasında bu hazımsızlığı bir an önce Türk Milletinin aşması gerektiğine işaret etmiştir. Atatürk’ün Hz. Peygamber’in uzak vizyonunu dile getiren bu ileri görüşlülüğü, henüz ülkemizde tam olarak anlaşılmadığı için, maalesef başörtülü hanımlarımız ve kızlarımız kamu kurumlarından ve okullardan dışlanma süreci yaşamışlardı. AKP ise sadece istismar ve suiistimal peşindeydi.
Ve tabi, tesettür ve takva bahanesiyle “Kadının sadece saçının teli değil; sesi de haramdır, nefesi de günahtır, dış elbisesinin güzel olması da yasaktır, kadının kalktığı yere oturmak bile sakıncalıdır” gibi kısıtlamalar ve kısırlaştırmalarla, Müslüman kadınları toplum yaşamından, doğal ve sosyal ortamdan tamamen dışlamayı hedefleyen ve adı konulmamış bir hapis hayatını reva görenlerin, kadınların beş vakit aynı camide ve erkeklerin gerisinde namaz kılmasına izin veren Hz. Peygamber Efendimizin yaklaşımından ve yaşam tarzından ne denli uzaklaştıkları da açıkça görülmektedir.
Başörtüsünün dayandırıldığı dini gerekçeler şunlardır:
Kur’an kronolojisini araştıran ilim adamlarına göre, Nur Suresi, Hicret’in beşinci yılının son aylarında indirilmiş Medeni bir suredir. Siyer ve iniş nedenleri (Esbab-ı Nüzul) ile ilgili bilgilerden, başörtüsüne gerekçe teşkil ettiği öne sürülen Ahzâb ve Nur Surelerinin hemen hemen aynı zaman diliminde ve aynı atmosfer içinde indiği bilinmektedir. Çünkü Ahzâb Suresi, Hicret’in beşinci yılı Şevval ayında başlayan Hendek/Ahzâb Gazvesi’nin (savaşının) hemen ardından inmeye başlamış ve surenin tamamlanması yaklaşık dokuzuncu yıla kadar devam etmiştir. Nur Suresi ise, Hendek Gazvesi’nden kısa bir süre önce veya sonra vukû bulan Beni Mustalik Gazvesi’ni takiben inmiştir. Vahyin başlangıç tarihi olan Miladi 610 yılı ise bu iki surenin iniş zamanı arasında on yedi yıllık bir zaman diliminin bulunması, örtünme ile ilgili ayetlerin oldukça geç bir dönemde geldiğini göstermektedir. Bu sureler içinde özellikle kadının örtünmesi ve başörtüsü kullanmasına gerekçe olarak gösterilen iki ayeti dikkatle incelemek gerekir:
“Mü’min (erkek)lere söyle: ‘Gözlerini (haram olan kadınları ve ahlâksız yayınları seyretmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu onlar için daha temiz (ve hayırlı) olandır.’ Gerçekten Allah onların (bütün) yaptıklarından (en ince ayrıntısına kadar) Habir’dir.” Mü’min kadınlara da söyle: “Gözlerini (kasıtlı ve şehvet uyandırıcı, cilveli bakışlardan) kaçındırsınlar ve ırzlarını-namuslarını korusunlar; ziynetlerini (cezp edici şekilde süslerini) açığa vurmasınlar; ancak kendiliğinden görünen (toplum hayatında tabii olarak açılması gereken yerler) hariçtir. (Gereğince kapansınlar) Ve bunun için başörtülerini (genel dış giysileriyle birlikte) yakalarının üzerine salsınlar…”[16]
“Ey Nebi, kendi hanımlarına, kızlarına ve mü’min kadınlara: Dış elbiselerinden (cilbablarından) üstlerine giymelerini söyle; (bu) onların, (hürriyet ve iffet sahibi olarak) tanınması ve (her türlü taciz ve) eziyete uğramaması için en uygun olanıdır. Allah Gafûr ve Rahim’dir.”[17]
“Cilbab” kavramı, kadınların örfe göre üzerlerine aldıkları herhangi bir dış elbise değil, başörtüsü üzerine alınan ve tüm vücudu örten örtü;[18] hatta çarşaf olarak tefsir edilmiştir. Hâlbuki başörtüsü üstüne yeniden bir dış örtü zorlama bir te’vildir. Kaldı ki cilbab, zamanın ve koşulların belirlemesine bırakılmış bir giyim tarzıdır ve Kur’an’da çarşafı mecbur eden hiçbir belirti de bulunmamaktadır.
Fıtraten ve örfen, insan bedeninde ayıp sayılan yerlerin örtülmesi ve iffetin korunması, Nur Suresi’nin 30. ayetinde de geçtiği gibi her iki cinsi de bağlayıcı bir kapsamdadır.
“Mü’min erkeklere söyle, gözlerini çeksinler… Ve ferçlerini (ön ve arkalarını) korusunlar” ayeti, “başkalarının ferçlerine ve avret yerlerine bakmayın” emrini de içeren bir anlam taşımaktadır. Ferç, avret, sev’e (çoğulu sev’at)’den maksat, kadın ve erkeğin genital organları ve makatlarıdır. “Mü’min kadınlar, ziynetlerinden görünen kısmından başkasını açmasınlar” ayetindeki ziynet, bazen kadının açması uygun olmayan yerleri, bazen de kullandığı süs, takı ve çeşitli ziynet eşyası şeklinde yorumlanmıştır. İslam öncesi Araplar, bazen örneğin Kâbe’de iken, en mahrem yerlerini (ferçlerini dahi) örtmeden ibadet etmeyi doğru bir davranış saydıklarından, örtünme emirleri ile kadının başörtüsü ya da çarşafa bürünmesi anlamında değil, her iki cinsin de avret yerlerinin ve şehveti tahrik eden diğer bölgelerinin öncelikle ve önemle kapatılması, kadınlık onuruna ve toplum ahlâkına uygun bir giyim tarzının korunması gereği üzerinde durulmuştur ki, farz ve doğru olan doğal örtünme de böyle anlaşılmalıdır.
Nur Suresi 30 ve 31. ayetlerde, “kadınlar ziynetlerini göstermesinler”, (la yübdine ziynetehunne) ifadesindeki ziynet: Ayıp yerlere, gizli görkem ve güzelliklere; örfen de gösterilmesi uygun olmayan bölgelere işaret etmektedir. “Başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar” (ve’l-yadribne bi humurihinne ala cuyubihinne) ifadesinde geçen “başörtüsü” (humur), esasen başörtüsü anlamında değildir. Bu sözcük, “örtmek, gizlemek, gereksiz yere sokaklara dökülmemek, utanmak, sarhoş etmek” manalarına gelir. Ayette başörtüsü olarak çevrilen hımar/humur, genel anlamda “örtü”dür, yani özellikle ve kesin olarak başörtüsü kastedilmiş değildir. Başörtüsü anlamı, örften çıkarılan bir te’vildir. Örften çıkarılan ve örfen yaygınlaşan bir yorumla, başörtüsünün farz kılınması ise münasip düşmemektedir. Kaldı ki, İslam öncesi Arap kadınları, başörtüsü bir yana, ağır avret mahallerini ve göğüslerini bile örtmekte gevşeklik gösterirlerdi. Başörtüsünün göğüsleri, gerdanı, boyun ve kulakları örtecek şekilde sıkıca başa sarılması yolundaki görüşler, ayette açıkça zikredilmeyen kişisel yorumlardan ibarettir.[19] Cahiliye kadınlarının başlarının üzerindeki örtü, açık göğüslerini örtmeye hizmet etmiyordu. Burada örtülmesi hedeflenen ve istenen bölge, baş değil, göğüslerdir ve göğüsler de ferç kadar ağır avret bölgesi içindedir. Kaldı ki, başın örtülmesi bu denli kesin bir farz ve dinin vazgeçilmez bir emri olsaydı, “baş” (ra’s) ve “saç” (şa’r) sözcüklerinin ayetlerde geçmesi gerekirdi. Kur’an, pek çok konuda ayrıntılı olarak sözcük zenginliğini sergilemekten kaçınmazken, böylesine ciddi olduğu iddia edilen bir farzın en önemli bu iki sözcüğünü neden telaffuz etmekten kaçınmış olsun? “Bir sivrisineği bile örnek vermekten çekinmeyen Rabbimiz,[20] neden ‘baş’ ve ‘saç’ sözcüklerini örnek vermemiştir? Demek ki Kur’an, başın örtülmesini, başı şu ya da bu şekilde örtmeyi tamamen kadınların kendi iradelerine ve yaşadıkları sosyo-kültürel çevrelerinin koşullarına bırakmış gibidir ve bunun adı ise gelenektir.”[21] Peki o halde, Müslüman kadınların ve kızların kendi iradeleriyle tercih ettikleri başörtüsüne niye yasak getirilmektedir? Veya kadınların göğsü, göbeği, kalçaları ve bacakları açık olarak gezmesi caiz ve münasip midir?
Göğüsleri örtmek için mutlaka “hımar” (başörtüsü) kullanmanın gerekmediğini söyleyen çağdaş İslam düşünürlerinden Muhammed Esed şu izahı yapmaktadır:
“Hem İslam’dan önce, hem de İslam’dan sonra Arap kadınlarının kullandıkları geleneksel başörtüsü idi. Klasik Kur’an yorumcularına göre, bu başörtüsü kadınlar tarafından İslam öncesi dönemde az-çok süs giysisi olarak kullanılır ve uçları, örtünen kadının sırtına serbestçe bırakılıverilir. O günün yaygın modasına göre, kadınların giydiği gömleğin ya da bluzun önünde genişçe bir açıklık bulunur ve böylece göğüsler örtülmezdi. Bunun içindir ki göğsün ‘hımar’ ile örtülmesinin emredilmesi, bu iş için mutlaka hımar kullanılmasının gerektiğini ifade etmez; fakat yalnızca kadınların göğüs kısmının, örfen açık bırakılmasında sakınca bulunmayan yerlerden olmadığını ve dolayısıyla örtülmesi, gösterilmemesi gerektiğini ifade eder.”[22]
Muhammed Esed, “(örfen) örtülmemesinde sakınca olmayan yerler, ya da kendiliğinden görünen kısımlar hariç” (illa ma zahara minha) ifadesine de şöyle yorum getirmektedir:
“’Örfen’ sözcüğüyle yaptığımız ilave, İslam âlimlerinin ve özellikle (Razi’nin kaydettiğine göre) el-Kifaali’nin yaptığı ‘kişinin hâkim örfe’ (el-adetu’l-cariye) uyarak açık tutabileceği, yani ‘örtmemesinde sakınca olmayan yerler’ şeklindeki açıklamayı gündeme getirmektedir. İslam hukukunun geleneksel temsilcileri ‘görünmesinde örfen sakınca bulunmayan’ ifadesinin tanımını her ne kadar kadının yüzü, elleri ve ayaklarıyla sınırlı tutma eğilimini göstermiş, hatta sınırlamayı daha da ileri götürmüşler ise de, “illa ma zahara”nın anlamı, bizce çok daha geniştir; nitekim, kullanılan ifadedeki kasdi belirsizlik yahut çok anlamlılık da bu hususta insanın ahlâki ve toplumsal gelişiminin gereği olarak ortaya çıkan zamana bağımlı değişikliklerin göz önünde bulundurulduğunu göstermektedir. Burada hem erkeklere hem de kadınlara ulaştırılmak istenen mesajın özü, onların “haramdan gözlerini çevirmeleri ve iffetlerini korumaları” noktasında düğümlenmektedir ki, kişinin yaşadığı çağda, Kur’an’ın toplumsal ahlâk konusunda getirdiği ilkeleri göz önünde tutarak, dış görünüşünde, giyim kuşamında göstermek zorunda olduğu dikkatin sınırlarını da bu ölçü belirlemektedir.”[23]
Kanaatimizce Muhammed Esed’in, genel ve fıtri tesettürle, özel ve ictimai başörtüsünü ayırması; farklı anlam ve amaçlar taşıdıklarını vurgulaması isabetli bir yaklaşımken; “Başörtüsü takınmanın çok da gerekli ve her zaman geçerli bir emir olmadığı” şeklinde algılanacak bir tavır içinde bulunması ise münasip düşmemektedir.
Örtünme bütün dinlerde vardır:
Yahudi ve Hristiyanlıkta örtünme:
“Erkekler bazen başlarını kapatırlar bazen de kapatmazlardı; fakat kadınların başları daima kapalı idi…”[24]
“Mişna zamanında kadınların başlarını kapatmaları genel bir uygulamaydı.”[25]
“…Geleneksel Yahudi uygulamasına göre, kadına başı açık bir şekilde dışarı çıkması yasaklanmıştır.”[26]
“Kitab-ı Mukaddes, havari Pavlus’tan Korintoslulara yazdığı mektupta örtünmeyi emreder: Ben Mesih’e uyduğum gibi, siz de bana uyun. Bilmenizi isterim ki her erkeğin başı Mesih ve her kadının başı erkek ve Mesih’in başı Allah’tır. Erkek Allah’ın sureti ve izzeti olduğu için başını örtmemelidir. Fakat kadın erkeğin izzetidir. Bu nedenle ve melekler uğruna kadın, bir yetki işareti olarak başını örtmelidir. Kadının örtüsüz Allah’a dua etmesi yakışır mı?”[27] Çünkü örtünme, tabii ve ahlâki bir gereksinimdir.
Kur’an-ı Kerim’in Nur Suresi 31. ayette: “…başörtülerini (genel dış giysileriyle birlikte) yakalarının üzerine salsınlar…” kısmında geçen “Humur-Başörtüsü” kavramını, aynı kökten türeyen kelimelere bakarak daha iyi anlama imkânımız olmaktadır.
Hamire: Gizlenmek, değişikliğe uğramak.
Ahmere–hammere: Hamur ve şırayı mayalamak.
El-hamiyretü: Maya.
İhtemere: Mayalanıp şarap olmak.
İhtemere: Kadının başına, yaşmak ve başörtüsü takmak.
İstahmere: Birini kendine âşık etmiş gibi, kul köle olacak şekilde ve samimiyetle bağlamak.
El-himrü: Kin ve haset duygusu taşımak.
El-hamerü, El-hamirü: Bir insanı örtüp saklayan, görülmesine perde olan, sık ağaçlık ve çalılık.
El-hameretü: Kötü kokuyu örten, güzel ve tatlı koku, esans.
El-hamriyyü, Humeyra: Şarap rengine çalan, kırmızımtırak. (Hz. Aişe validemizin bir lakabı).
El-Muhammeretü: Vücudu başka renk olan koyun ve atın beyaz başlısı.
Marazül-hamiyreti: Buğday ve arpa gibi bitkilerin başaklarına musallat olan ve üst kısmını kaplayıp örten beyaz bir mantar hastalığı.
Aynı kökten gelen bütün bu kelimelerin; müfessirlerin ve İslam âlimlerinin, özellikle Arapça dilbilimcilerin tariflerinden anlaşılıyor ki, ayette geçen “Humur”: Mü’min kadınların fark edilip-seçilip tanınmasına, Allah’ın emrine gönülden bağlı olduğuna, cehalet ve zilletten uzaklaşıp ruhen başkalaşıp olgunlaştığına, kem nazarlardan ve kötü arzulardan onu koruyacak manevi bir perde anlamı taşıdığına işaret eden bir alâmettir. İşte bu nedenle başörtüsü mü’min kadınlara bahşedilen çok anlamlı bir özellik ve güzelliktir, İlahi bir nimettir ve İslam simgesidir. Başörtüsünün inkârı nasipsizlik, istismarı ise basitliktir.
Ama iddia ve iftira edildiği gibi, başörtüsü bir üniforma değildir. Örneğin:
a. Lütfen dikkat ve edep buyurun: Başörtüsü, öyle köşe yazılarında ve TV tartışmalarında gündeme gelmemiştir; Kur’an’ın emridir.
b. Başörtüsü geçici değil, süreklidir.
c. Tek tip ve tek renk değil, çeşitlidir.
d. Resmi değil sivildir.
e. Başörtüsü özenti neticesi ve modernizmin ürettiği bir olgu değildir.
f. İnsanlık ve İslam tarihi boyunca varlığını ve kutsallığını koruyan evrensel bir değerdir.
Başörtüsü niçin bir üniforma olarak gösterilmeyecektir? Çünkü;
• Asker kıyafetli birilerini gören, bunlar subay mı, astsubay mı, karacı mı, havacı mı? Bilebilir.
• Polis mi, komiser mi, bekçi mi? Ayırabilir.
• Hastanede hemşire mi, hademe mi? Bir bakışta karar verebilir.
Ama başörtülü bir hanım gördüğümüzde:
• Bu hangi görüşten, hangi partiden olduğuna başörtüsüne bakıp karar veremeyiz.
• Hangi bölgeden, hangi ilden ve hangi mahalleden olduğunu bilemeyiz.
• Şu tarikattandır, şu mezheptendir, şu taifedendir diyemeyiz.
• Başörtüsüne bakıp hangi görevde, hangi eğitimde olduğunu seçemeyiz.
Çünkü başörtüsü bir üniforma değildir, ama elbette bir kimlik ve kişilik göstergesidir. O da, asla bir partinin, tarikatın, cemaatin veya ideolojinin değil; bizzat ve ancak İslam’ın simgesidir. Ve zaten pek çok kesimdeki başörtüsü alerjisi, İslam’la ilgili gereksiz korkuların ve önyargıların oluşturduğu gizli antipatinin bir neticesidir. Başörtüsünün Kur’an’da emredilmediğini söyleyecek ve laiklik bahanesiyle İslâm Dini konusunda laubalilik edecek kadar şaşkınlaşanlara şunu sormak yerindedir:
Yahu, bizzat Atatürk’ün tercüme ve tefsir ettirdiği Elmalılı Hamdi Yazır Kur’an mealine bakıp, başörtüsüyle ilgili ayetlere nasıl bir mana verildiğini öğrenmeniz ve o doğrultuda hareket etmeniz gerekmez miydi? Elmalılı Tercümesi aynı zamanda, Mustafa Kemal’in de, kabulü değil miydi? Buna asla yanaşmadığınıza göre, sizin Müslüman geçinmeniz de, Kemalistliğiniz de tam bir sahtekârlık örneği miydi? Ama artık, din istismarcılarının da, devrim simsarlarının da pilleri bitmek üzereydi!..
- (Nur Suresi 30 ve 31 ayetleri ve 550-551 dipnot izahları s. 212)
- Bakara: 256
- Maide: 51
- Mücâdele: 22
- Nisa: 60
- Nisa: 75-76
- Nur: 31
- Nur: 31
- Ahzâb: 59
- A’raf: 26
- Ahzâb: 59
- Bak. Hülasatül Beyan. Mehmet Vehbi Efendi. c. 11. s. 4467
- Bakara: 187
- Ebu Davut. Taharet. 95
- Ahzâb: 35
- Nur: 30-31
- Ahzâb: 59
- (Bekir Topaloğlu-İslam’da Kadın)
- Nisaburi Taberi; Tarihinin Kenar şerhinden
- Bakara: 26
- Doç. Dr. Şahin Filiz-Bilim ve Ütopya Ocak 2007
- Muhammed Esed – Kur’an’ın Mesajı – Cahit Koytak – İşaret yy.
- S. 713
- Talmud Bavli, Nedarim, 306
- Talmud Bavli, Nedarim, 306
- Talmud Bavli, Kethuboth, 726
- Bab: 11-1/6

İSLAM ŞEKİL DİNİ DEĞİL, ŞUUR DİNİDİR
Toplumda bilinen yaygın hastalıklardan bazıları; gösteriş, kendini beğenme, kibir, enaniyet ve kendini herkesten üstün görme hastalıklarıdır. Başörtüsünü inancının ve namusunun korunması gereği şeklinde görmeyip, sadece aile ve mahalle baskısıyla ve dikkat çekecek şekilde kapanma olarak kabullenip algılayanlar, şehveti rezalet ve ahlaki yıkımın hızlanmasında önemli rol oynadıklarını unutuyor olsalar da, bu hakikat maalesef bir ur gibi toplumun baş hastalığı olarak yayıldıkça yayılmaktadır. Namus kavramı o kadar basitleşmiş ki, islami çerçevede emredildiği ve usulüne göre kapanıp tesettüre bürünmekten uzak olan günümüz kadınlarının büyük bölümü maalesef attikları adımı resimleyerek ve video görüntüleriyle sosyal medyada ve sanal alemde, bir uçtan diğer uca tüm dünyanın görmesine zemin oluşturarak, namahremlik ve namus kavramını ne kadar basite aldıklarını bu şekilde ortaya koymuş oluyorlar. Kadınların, erkeklerin giyim tarzlarına özenerek onlara benzemeye çalıştıkları şu dönemde, batının dayattığı algı sözde müslümanların yaşadığı topraklarda karşılık bulmuş ve insanlar, ahlaki ve manevi yönden büyük bir çöküntü içerisinde rotasını şaşırmış, istikameti bozulmuş, kalpleri kararmış ve ucu görünmeyen bir çıkmaz yola girmişlerdir. Yani bugünün müslümanları, süslümanlık yarışında nefislerinin ve tuzağına düştükleri şeytanın kölesi olmuşlardır. Mesela günümüzde en sık yapılan hata ve yanlışlardan birisi de, insanların kendi günahlarını görmeyip, başkalarının günahlarıyla onları yargılama hastalığıdır. Toplum içinde öyle insanlar var ki, alkol veya farklı bağımlılık maddeleri kullanan insanları dışlayıp küçümsemeye çalışırlar, ama kendilerinin; ahlak ve maneviyata en büyük darbeyi vurmaya yeltenen, zinayı serbest eden, faizi yaygınlaştıran, milyonlarca mazlumun kanının akmasına ve namuslarının kirlenmesine yol açan, yolsuzluk ve yoksulluğa zemin hazırlayan, işsizlikte zirveye merdiven dayıyan, ekonomide çöküntüyü hızlandıran, adaletsizlikte sınır tanımayan yönetimleri ve yöneticileri tam destek koşuluyla alkışlayıp, oy verip, yanlarında yer alarak, onların tüm günahlarına ortak olduklarını ise nasıl oluyorsa ya unutuyorlar, yada bu yolla hem kendi günahlarına kılıf uyduruyorlar, veyahut körelmiş olan vicdanlarını bu şekilde rahatlatmayı düşünüyorlar. Hangi tarafın daha kârlı olduğu hesap günü ortaya çıkacak. Burada bilinmesi gereken hakikat şudur. Kendi günah ve hatalarımızı tartmadan ve görmeden, başkalarının yanlışlarını ortaya koymak erdemliğe, ciddiyete ve şuurlu bakış açısına aykırı bir durumdur. İnşallah bu tür hastalıklardan uzak, Allah’a hakkıyla kul, Resûlüllaha hayırlı ümmet, Kur’an yolunda davamıza gerçek er, liderimize sadık mücahitler olabilme yolunda çaba sarfedenlerden olabilme duası ve temennisi ile, Allaha emanet olun.
“TESETTÜR KAVRAMI; İNKÂRI VE İSTİSMARI!” makalesi ancak yüksek bir ilimle böylesine tastamam kaleme alınabilirdi.
Milli Çözüm, İslam’daki “tesettür” ve “başörtüsü” farklığını ve anlamlarını itiraz edilemeyecek tarzda ortaya çıkartarak:
A) İslam’ın emirlerini samimiyetle yaşamaya çalışan duyarlı kesimin “başörtü takmayanları neredeyse İslam dışı, dinin en birinci ve en mühim vazifesini yapmamış kişi, bu kişilere öncelikli başörtü taktırılmalı” kanaatlerinin yanlışlığını fark etmelerine, bu yanlış-yıkıcı fikirlerden ve tavırlardan kurtulmasına vesile olacağına inanıyorum.
B) Başörtüsü, çarşaf takmanın; En yüksek şuur göstergesi, dinin en ehem vazifesi olduğunu gösterip bu gayeyi önceleyerek mücadelelerini şekillendirenler, İslami şuurun oluşması sırasının son sırasından (yedinci basamağından) başlamak suretiyle diğerlerini (gerçekte en ehemleri) göz ardı etmeye çalışmaktadırlar.
Dinin öncelikli hedeflerini kasıtlı olarak yanlış gösterme suretiyle İslam düşmanlarının ekmeğine yağ süren ve bendelerini insani tavırlardan uzaklaştırarak, toplumdan uzaklaşmasına, yobazlaşmasına vesile olan bu gafillerin, hainlerin, ajanların, istismarcılar oyunlarını bozmaktadır.
C) İstismarcıların, münafıkların bu konuda yaptığı yanlışları da fırsat bilerek; başörtüsü görüntüsünde, bazen de Kemalist kılıfında İslam’a saldırmak isteyen sahtekârlarında hesaplarını alt üst etmekte.
Dikkatle baktığımızda daha birçok hakikati içerisinde barındıran bu muhteşem makale özellikle Müslüman alemi için ufuk açıcı, toplumları uzlaştırıcıdır.
“Allah-u Teâlâ Hz. her yüzyılın başında bu dini ikame edecek birini bahşeder.”
Yani: “Her yüz sene başında bir müceddid (yenileyici, düzeltici, devrimci) gelir. Esasta değil uygulamada çok gerekli ve önemli değişiklikler gerçekleştirir. Asrın icabına göre bazı teşkilat, tedbirler ve izahlar geliştirir. Muannidlere (inatçılara) cevap verir. Açıklaması kendi zamanına kalan bazı meseleleri açıklar. Bu vazifeyi yapan aynı zamanda Kutup’tur (Gavs da denir). Allah-ul âlem.”
Evet “TESETTÜR KAVRAMI; İNKÂRI VE İSTİSMARI!” makalesi ancak yüksek bir ilimle böylesine tastamam kaleme alınabilirdi.
Kavramlara Doğru ve Doyurucu İzahat Getirmek
Yıllardır hemen hemen her kesimin doğrudan veya dolaylı istismar ettiği “Başörtüsü” ve “Tesettür” kavramlarını; Kur’an’ı Kerim’in ışığında, diğer dinlerin kaynaklarındanda referanslar verilerek ve sadece müslümanları değil tüm insanlığın ihtiyaçlarına uygun halde; çağımızda en net ve artık istismara sebebiyet verilemeyecek kadar doğru ve doyurucu izahat getirilen muazzam bir makale olmuş.
Bu vesileyle bir kez daha anlıyoruz ki; kavramlara doğru ve doyurucu izahat getirmek tüm insanlığın huzuru ve barışı için ne denli önemler arz etmektedir.
MİLLİ ÇÖZÜM’ÜN REHBERLİĞİ!..
Ülkemizin,İslam coğrafyası ve insanlığın yaşadığı problemlerin,hastalıkların,hem en isabetli bir şekilde teşhis edilmesinde…Bunlara sebep olan mikropların,temel sebeplerin tespitinde…Hem de doğru ve uygulanabilir çözüm ve tedavi yollarının gösterilmesinde… Milli Çözüm -Üstad Ahmet AKGÜL öncü,gerçeği sunucu,sorunları çözücü ,hedefe götürürücü….bir tutumla MİLLÎ ve İNSANÎ anlamda bir REHBERLİK yürütmektedirler!..
Bu rehberlik çok yönlü bir niteliğe sahip olduğundan;
her ne kadar herkesin ve her şeyin bir şekilde irtibatlı olmak durumunda olduğu siyasal anlamdaki konular ağırlıklı olsa da…Makalede görüldüğü gibi sosyal ve ilmi meselelerde de kendini göstermektedir!
Yüksek ilmi bir derinlikle ele alınan konu üzerinde ;hayret ve hayranlık uyandıran tespitlerden bir kısmının tekrarını hatırlanması büyük önem arzetmektedir:
“Tesettür” ve “Başörtüsü”; ikisi de Kur’an kaynaklı olmakla beraber, yanlışlıkla ve bilgi noksanlığıyla, aynı şeyler sanılmasına rağmen, aslında farklı kavramlardır. Anlamları da amaçları da ayrıdır. Pek çok yanlış tavır ve takıntı, bunların aynı sanılmasından dolayıdır. Çünkü:
a) Tesettür genel, başörtüsü ise özeldir.
b) Tesettür fıtri ve ahlâki, başörtüsü ise içtimai bir emirdir; simgesel özelliği önemlidir.
c) Tesettür;
1- Karşı cinslerin zinaya yol açan şehvet tahrikini ve namus-iffet tahribini önlemek,
2- Soğuk, sıcak, güneş, rüzgâr gibi iklim ve mevsimlerin tabii tesirlerden vücudu esirgemek,
3- İnsanlık psikolojisine yakışan ve Allah’ın nimetini hatırlatan bir ziynetle süslenmek gibi hikmetleri taşıdığı halde,
d) Başörtüsü ise;
1- Mü’min ve müstakim (istikametli) bilinmek,
2- Bununla, muhtemel sarkıntılık ve sataşmalardan korunup rahatsız edilmemek,
3- Böylece Müslüman kadınların toplum ortamına; bilimsel, kültürel, siyasi ve ekonomik hayata; daha emin ve etkin biçimde katılımlarına kolaylık getirmek üzere emredilen bir “sosyal statü” niteliğindedir….
…Elbette “Tesettür” de, “Başörtüsü” de Kur’an’ın emridir. Mü’minler bu emirlere uymakla görevlidir. Ancak bu iki emrin değeri ve derecesi aynı değildir. Örneğin: “…Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın (arkasından çekiştirmesin.) Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi?..” (Hucurat: 12) anlamındaki emri de Kur’an ayetidir. “…her kim (haksız yere) bir kişiyi öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir…” (Maide: 32) anlamındaki emri de Kur’an’ın ayetidir. Ama bu ikisinin önemi ve önceliği asla bir gösterilemeyecektir. Zaten gıybet ve cinayet için verilen hukuki ve uhrevi cezalar bile, bunların değer ve derece farkını gözler önüne sermektedir. Bizim dikkat çekmek istediğimiz husus; bir kızın, kadının bacaklarını, kalçalarını açmakla, saçını açmasının aynı derecede günah olduğu algısının yanlışlığını göstermektir…
…Yukarıda saydığımız ve Kur’an ayetlerine dayandırdığımız yedi basamaktan ilk beş sıradan sınıfta kalan; yani:
1- Tağutlara ve şeytani odaklara taraf çıkan,
2- Zalimlere ve işgalcilere alkış tutan,
3- Mü’minlere ve ezilen mazlum kesimlere destek yerine köstek olan,
4- Faizci, rantiyeci ve kan emici sömürü düzenlerine ve baskıcı sindirme sistemlerine rıza gösterip, adil bir düzene düşmanlık yapan,
5- Rahatına ve menfaatine tapınıp cihat (milli savunma ve düşman güçlerle uğraşma) sorumluluğundan kaçınan; ama başörtüsü takan ve türban kahramanlığıyla gâvur uşaklığını gizlemeye çalışan kimseler, insafla söyleyin, Allah’a mı yoksa Amerika’ya mı hizmet ve ibadet etmektedir? Ve unutmayınız ki, İslam şekil değil şuur dinidir!…
…İslam şekil değil, şuur dinidir. Bu uyarımız, “şekil önemli ve gerekli değil” anlamında kesinlikle söylenmemiştir. Nasıl ki, bir meyvenin asıl değerli olan kısmı, içi, vitaminleri ve besleyici lezzetidir. Ama onun kabuğu da güzel ve gereklidir. Çünkü kabuğu soyulan meyvenin çürümeye ve özelliğini yitirmeye başlaması kaçınılmaz hale gelmektedir. Ama içi harap olup çürümüş bir elmanın parlak kabuğu, sanki sadece bir münafıklık maskesi gibidir. Anadolu’muzdaki; “Eteği ile başını örtüyor. Saçını kapatıp, kıçını açıyor!” tabiri bu gerçeği özetleyen bir özdeyiştir….
…Dikkatle ve ilmi bir titizlikle tetkik edildiği (araştırılıp irdelendiği) zaman; tesettür (örtünme) ile ilgili Kur’an ayetlerinin ve sahih (senedi sağlam ve gerçek) hadislerin üç ana kategoriye ayrıldıkları görülecektir.
1- Doğal örtünme (Fıtri bir vecibedir).
2- Sosyal örtünme (Simgesel anlam ve önem içerir. Farziyetten farklı, fazilet göstergesidir).
3- Ruhsal örtünme (Takva elbisesi ve İslami şuur meselesidir ve ayetlere göre en önemlisidir)….
Çünkü başörtüsü bir üniforma değildir, ama elbette bir kimlik ve kişilik göstergesidir. O da, asla bir partinin, tarikatın, cemaatin veya ideolojinin değil; bizzat ve ancak İslam’ın simgesidir. Ve zaten pek çok kesimdeki başörtüsü alerjisi, İslam’la ilgili gereksiz korkuların ve önyargıların oluşturduğu gizli antipatinin bir neticesidir. Başörtüsünün Kur’an’da emredilmediğini söyleyecek ve laiklik bahanesiyle İslâm Dini konusunda laubalilik edecek kadar şaşkınlaşanlara şunu sormak yerindedir:
Yahu, bizzat Atatürk’ün tercüme ve tefsir ettirdiği Elmalılı Hamdi Yazır Kur’an mealine bakıp, başörtüsüyle ilgili ayetlere nasıl bir mana verildiğini öğrenmeniz ve o doğrultuda hareket etmeniz gerekmez miydi? Elmalılı Tercümesi aynı zamanda, Mustafa Kemal’in de, kabulü değil miydi? Buna asla yanaşmadığınıza göre, sizin Müslüman geçinmeniz de, Kemalistliğiniz de tam bir sahtekârlık örneği miydi? Ama artık, din istismarcılarının da, devrim simsarlarının da pilleri bitmek üzereydi!..
Din istismarcılarının da, devrim simsarlarının da pilleri artık bitmek üzereydi…
Kim izzet ve şeref istiyorsa (bilsin ki) izzet ve şerefin hepsi Allah’ındır (ve O’nun yolunda aranmalıdır.). O (Rabbimize) ancak (tevazu ve teslimiyetle yapılan övgüler ve şükürler gibi) güzel sözler yükselir. (Bu güzel dua ve zikirleri de sadece) Salih ameller (ve halis niyetler kabul ettirip) Allah’a ulaştırabilir. Ama kötülükler (ve şeytani niyetler)le hile ve tuzak kuranlara (halkı aldatmak için dini duyguları ve değerleri istismara kalkışanlara) gelince, onlar için de çetin bir azap vardır ve tuzakları (şeytani tasarıları) boşa çıkacaktır. ( Fâtır suresi_10)
Huzur Bulmak Gerek
Ahır zamanda herşey ne çok yozlaştı!
Tesettür de malisef tam uygulanamadı…
Sanki moda gibi bir aksesuar …
Başını örtüyor fakat örtüden uzak…
Malisef bilinç yok kafalar bomboş!
Makyaj desen aslında ne kadar da kof…
Ya Settar ne kadar zor zamandayız ki…
Yaşamak isteyince de yadırganıyor!
Ya Rab zamanın fitnesinden koru!
Kalpler ancak zikrinle mesut olur!
Uygulansa tüm dünya huzur bulur!
ZINDANDIR BU DÜNYA!
Aklı olan kapılırmı
Dünyaya tapılırmı
İblis dost yapılırmı
Batıl yola sapılırmı
Ağırdır yükü, fani dünyanın
Sayılıdır günleri, vakti dolanın
Sonu hüsrandır, nefsine uyanın
Kurtaramaz asla, tapındığın putların
Maya bozuksa, tutmaz ayarı
Tarih affetmez, dava kaçarı
Sattı ülkenin, milli kaynaklarını
Emlak kralı yaptı, Hansı ve Katarlıyı
Irak, Libya, Suriye ve Lübnan
Gazze mahsun, perişan Afgan
Ümmet el açmış, bekler her an
Zafer kapısını, açsın Yaradan…
Mazlumun ahı, çıkar bir gün elbet
Yılma ve yorulma, hep mücadele et
Aşılır engeller, sen yeterki sabret
Haktan sakın ayrılma, adalette yönet
Öğretti dik durmayı, gerçek lider Erbakan
Ona hep düşmandı, Şeytan dostu Oğuzhan
Elli yıl ihanet edip, hâlâ gafilleri uyutan
Soysuzlara dur deyip, geliyor gerçek başkan
Harun tek kalsanda şu yeryüzünde
Sakın geri adım atma son nefeste
Adil Düzen kurulur Milli Çözümle
Selam olsun gerçek Milli Görüş erlerine
Doğru kavramlar, doğru yorumlar
Dinimizin emirlerinin yanlış yorumlanması kalbi İslam’a ve ibadete ısınacakları ötelediği gibi ibadet ve şiarlarımızın istismarına yol açmaktadır. Ülkemizde yaşadığımız başörtüsü problemi, hem karşı olanlar hem de tarafmış gibi gözükenler tarafından istismarı buna örnek gösterilebilir. Bir taraf Kemalizm adı altında kendine taraf toplamış, aynı zamanda haksız yere , yazıda da belirtildiği gibi Elmalılı’ya meal yazdıran Atatürk’ün milletimiz tarafından din karşıtıymış gibi gösterilmesine zemin hazırlamıştır. Böylece Atatürk karşıtlığı bağlamında karşı tarafta blok oluşturmaya gayret etmişlerdir. Diğer taraf ise güya başörtüsü taraftarlığı altında etrafına topladığı geniş halk kitlelerinin sürekli desteğiyle iktidarını sürdürmüştür. Kitleler, başörtüsünde yaşanan rahatlamayla AB’nin stratejik hedef, ABD’nin dost ve müttefikliğinin devamına ses çıkartmamıştır. Çünkü kitleler algı oyunuyla baş örtüsünün en önemli konu olduğu, AB’nin dayatmalarının kabulüyle aile yapımızda, dış politikamızda, içişlerinde, ekonomide vb. konularda gerçekleştirilen tahribatların İslam’ın bakış açısına göre çok ta önemli olmadığı konusunda bir nevi büyülenmişlerdir. Bu sebeplerle İslam’ın emirlerinin doğru kavramlarla, doğru bakış açısıyla yorumlanması milletimizin manupüle edilmesini engelleyeceği gibi ıslah konusunda da büyük katkı sunacaktır.
SİYONİST DİNE VE EMPERYALİSTLERİN İKİ FARKLI İŞBİRLİKÇİSİ: DÜŞMANLIK YAPANLAR VE SAHTE DİNDARLAR
SİYONİST VE EMPERYALİSTLERİN İKİ FARKLI İŞBİRLİKÇİSİ:
DİNE DÜŞMANLIK YAPANLAR VE SAHTE DİNDARLAR!..
İnsanlık tarihinin ilk dönemleri itibari ile din ve dinin kuralları var olmuştur!.
Tüm kainatı sonsuz bir mükellikte yaratan Yüce Rabbimiz dünyayı da insan yaşamına elverişli bir biçimde bir nevi insanın hizmetinde olarak yaratmıştır. Leziz yiyecekler!.. Mis gibi kokan çiçekler!. Bal yapan böcekler!.. Saman yiyip sağlığımız ve beslenmemiz için et süt veren inekler!.. Yaşayabilmemiz için olmazsa olmaz tertemiz hava üstelik bedava!.. Ez cümle Yüce Allah’ın lütfu merhameti yaratması yaşatması olmasa yeryüzünde hayat olmazdı. Kimse bunun aksini iddia edemez!.. İddia etse de (uydurmalarla bilim adına yapılan sahterkarlıklarla medya vb algı operasyonlarıyla göz boyamalarla yoğun gayretlere girilse de güneş balçıkla sıvanamayağı için yaratılış hakikati aklın mantığın vicdanın izanın bilimin ulaştığı tek gerçek olmaya devam etmektedir ) ispat edemez!..
Din denilince insanların uydurduğu bir takım inanışlar akla gelmemelidir.
Eski Yunandaki (Allah’ı tenzih ederiz çünkü o tek yaratıcı yaşatıcı kainatın işleyiş kurallarını belirleyici tek ilahtır) çok tanrılı batıl inanışlar ya da farelere ineklere tapan kalabalıkları gören ya da Hristiyanlık daki (Allah’ı tenzih ederiz) üçleme inancını görenler veya Yahudilerin seçilmiş ırk inancına dayalı milliyetçi din anlayışını inceleyebilir!.. Veya adı müslüman olan ve din adına aşırıcılık yapan veyahutta din kılıfına bürünerek insanları sömüren yönetici ya da din adamlarını gören birçok insan (şeytanın vesveselerinin filmlerin medyanın da etkisi ile) dinin özünü araştırmadan dinden uzak bir yaşam yaşamayı tercih etmektedir.
Oysa ki kainatı yeryüzünü denizleri havayı suyu..insanı… bu denli mükemmel ve örneksiz yaratan bir Yaratıcı (Allah) elbette ki tüm bunları sebepsiz yaratmamıştır. Kainatın dünyanın mükemmel dengeleri olduğu gibi toplumların insanların sağlıkla huzurla refah ve barış içinde yaşayabilmelerinin kanunlarını da Rabbimiz belirlemiştir!.. Hz. Adem’den Hz.Muhammed’e kadar tüm dinlerin ortak adı İslam’dır. Yani barış esenlik huzur yoludur. Ancak insanlar nefislerine uyarak ve şeytanın din adına aldatmalarına kapılarak Allah’ın dosdoğru yolundan ayrılmışlar ve dünyayı kaosa çatışmalara itmişlerdir!.
Yaşadığımız dönemde İslam ülkesi olarak adlandırılanlar dahil neredeyse hiçbir ülkeden Allah’ın Kur’an’da bildirdiği Resulullah’ın uyguladığı adil yönetim esasları uygulanmamaktadır!.
Örneğin ekonomide faiz karaborsa yandaşlara ihaleler döviz oyunları vb İslam dininin temel esaslarını bildirdiği Adil Bir Düzende asla yer almaz!. Hatta İslam dini tüm zulümleri haksızlıkları önleyecek bir yönetim ve ortam öngörür. O halde bir insanın bir partinin bir topluluğun dindar görünümlü olması ile gerçek bir mümin olması tamamen farklı konulardır!.. Din fıtri yani her insanın aklen vicdanen de hissedebileceği doğruları vazeder!
Örneğin her aklı başında vicdanlı bir insan rüşvete karşı çıkar!. Dinimiz; “Rüşveti alan da veren de bizden değildir!” buyurur!..
Örneğin her insanlığını kaybetmemiş insan çoğu bedenen zor işler yapan bir işçinin emekçinin hem hakkettiği kadar hem de zamanında maaş ödeme almasını öngörür! Dinimiz; ” İşçinin hakkını alın teri kurumadan ödeyiniz” buyurur!.
Örneğin her vicdanlı insan adalet mekanizmasının herkese eşit işlemesini ister!. Dinimiz; ” kendimizin yakınlarımızın aleyhine bile olsa adil şahitlik yapmanızı, hükmettiğimiz zaman ve davranışlarımızda Adil olmamızı” emreder..
Samimiyetle olaylara bakan herkes şu gerçeği görecektir ki Küresel güçler birçok ülkede kendi hedef ve menfaatlerine hizmet edecek parti lider ya da yöneticilerle çalışmaktadır. Onlar için işbirlikçilik yapan idarenin hiçbir önemi yoktur. Örneğin Suudi Arabistan güya şeriatla yönetilmektedir. Ama ABD vb için bu bir avantaj bile oluşturmaktadır!.. Ülkemiz vb ülkeler için Sağcı Solcu Muhafazakar vb takılan partiler perde arkasında bazen alenen desteklenmekte halk nazarında imajını yitirenlerin yerine işbirlikçilikte daha verimlilik vaad edenler getirilmekte ve halk bu vesile ile uyutulmaktadır.
Siyonizm elbette ki ekonomik sosyal ülkesel bölgesel ençok tahribatı yapacak ve sonuç olarak uyguladığı politikalarla ençok siyonist (büyük İsrail hedefi gibi) emellerin gerçekleşmesine (İslam aleminin bölünüp parçalanmasına vb) hizmet eden yönetimleri destekleyecektir.
Ülkemizde farklı fikirlerde görünüpte Siyonist ve Emperyalist talepler (Küresel Gizli Güçlerin istekleri) mevzu olduğunda itirazsız ve birlikte hareket edenler halk önünde kayıkçı kavgası ya da horoz döğüşü yaparak halkı kamplaştırırlar. Uyanmak lazım.
Rahmetli Erbakan’ın defaten vurguladığı gibi bunların arasında (temelde) fark yok!.. Bunlar Abd’ci Ab’ci faizci ahlak ve maneviyatı tahrip edici…
Bağımsız ön yargısız bir akıl ile (Aklı Selim ile) Vicdan ile bilim ile Kur’an’ı Kerim ile bakıldığında gerçekler gün gibi ortadadır!.. Din insanlığın mutluğu için vardır ve din Yüce Yaratanın’dır. O Yaratan ahirette hesabına katlandıktan sonra hiçbir insanın zorla kul yapılmasını yani dinde zorlamayı emretmemiştir. Haşa O’nun kimsenin ibadetine ihtiyacı yoktur ki bunu istesin. Ayette açıkça “Dinde zorlama yoktur” buyrulmaktadır. İslam dini insanların inanç özgürlüklerini de teminat altına almaktadır!.. Rahmetli Erbakan Hoca’nın temel taslağını oluşturduğu ve Düşünür Yazar Ahmet Akgül üstadın kitaplaştırdığı “Adil Düzen ve Yeni Bir Dünya” kitabı mutlaka incelenmeli ve bundan sonra yeni bir döneme geçilmelidir!. Ülkemiz yeni Adil Bir dünyayı kuracak tarihe de modernliğe de vizyona da sahiptir. Milletimizi birbirine kışkırtanlar bunu bizden daha iyi bilmektedirler. Bunun için de başörtüsü vb konuları tartışma ve zıtlaşma konusu yaparak milletimizi faizci kapitalizme sömürüye vb mahkum etmektedirler!.. Aziz milletimizin tüm vatanperver ve insaniyetli inançlı bireyleri olarak yeni bir şahlanışla şahlanmalı ülkemizden başlayarak adaleti barışı kardeşliği huzuru tüm yeryüzüne hakim kılmalıyız!..
Tesettür’ü , inkâr ve istismar edenlerin çıkmazı..
Elbette “Tesettür” de, “Başörtüsü” de Kur’an’ın emridir. Mü’minler bu emirlere uymakla görevlidir.
1- Tesettür ve başörtüsü konusuna inancı gereği sahip çıkan ve riayet edip de istismar etmeyen ve başı açıkları yargılamayan kesim…
2- Tesettür ve başörtülü olana saygı gösteren
kutuplaşma yapmayanlar…
3-Tesettürlu (başörtüsü) olup da istismar yapan kesim…
4-Tesettür konusunun inkârını yapan ve sataşan kesim…
Ülkemizde istismar ve inkâr edilen bu konu, ancak bu kadar net bir şekilde anlatılırdı.
İstismar ve inkâr eden kesimin ipliğini pazara çıkarırcasına apaçık bir şekilde izah edilmiş. Teşekkürler.
Emri doğru anlamak
Rabbim cümlemizi Allah in emirlerini dogru anlayıp uygulayanlardan eylesin, bu acidan harika bir yazi olmuş
Baş örtüsü İstismarcısı AKP VE ZİHNİYETİ…
Baş örtüsü İstismarcısı AKP VE ZİHNİYETİ…
Ümmetin lideri Erbakan hocamıza karşı kurulan akp, daha ilk yıllarında, Siyonistlerin emirlerini yerine getirmeye başlamıştı, ırak vebali bunun en büyük örneğidir. Akp tüm bu ihanetleri gerçekleştirirken en büyük istismarı Baş örtüsü ve 28 şubat üzerinden gerçekleştirdi. Bu iki kavram sayesinde parladılar. Akp li çarşaflı başörtülü ablalar ırak vebali karşısında susuyor ve oy veriyor idi. Aklı ve Vicdanı olan birinin zaten akp yi desteklemeyeceği açıkça ortada idi. Ne üzücü durumdur baş örtülü bacılar sürü halinde akp ye akın etti.
Şimdi soruyorum her türlü maddi ve manevi tahribatı yapan AKP iktidarına oy veren kardeşler dua edin de başınızdaki baş örtü cehennemde odun urganınız olmasın.
YÜCE RABBİMİN LANETİ ÜMMETİ BÖLENLERİN, HAK DAVAYA ENGEL OLANLARIN ÜSTÜNE OLSUN.
Dilinden şer akar, kalbinden fesat
Nefsinde sinsi şeytan, aklında Siyonist zat
Bak milli görüş e dil uzatır kancık zevat
Bu davanın yolu hak bu zevatların sonu helak…
Aklı olan düşünür, bunların neresi hak?
Kıblesi telaviv olmuş, kutsalı Tevrat,.
Aklı olan kanmaz, bunlarda ne akıl var nede fıtrat
Fıtratı bozulmuş, sütü bozuk zevat…
Erbakanca bakışı yansıtır Milli Çözüm
Ey insanlar, hiç şüphesiz Allah’ın va’adi Hakk’tır (her dediği olacaktır); öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın ve (şeytan gibi bir takım) aldatıcı(lar) da, (Kur’an’ın ayetlerini, Peygamberin hadislerini istismar edip eğrilterek ve kendisine Hakk dostu havası vererek) sizi Allah ile aldatmasın. (Bundan sakının ki, en yaygın ve maalesef saygın bir sahtekârlıktır.) (Fâtır 5)
İslam’da tesettür ve başörtüsü gerçeğini hakikatiyle (makalede anlatıldığı şekliyle) değil de, İslam düşmanlarının istediği şekilde gösterilmiş olması, ayette de bildirildiği gibi Hak dostu havasına giren sahtekâr insanlar veya tesirlerinde kalanlar eliyle olmuştur. Rabbime sonsuz şükürler olsun ki Milli Çözüm’ün öğretileriyle İslam’ın özünü öğreniyoruz.