YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6922a4cee2cc3
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 5 3
Bugün : 4782
Dün : 47039
Bu ay : 945744
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45349565
IP'niz : 216.73.216.189

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

Türkiye’deki Yahudi ve Hristiyan Tarikatleri ve
İSLAMCI CEMAATLERİN TEHLİKELERİ

Türkiye’nin en önemli sorunlarından birisi de “DİN İSTİSMARI”dır. Kontrol dışı ve Kur’ani kurallara aykırı bir sürü TARİKAT VE CEMAAT, toplum hayatını kısırlaştırmakta ve geleceğimizi karartmaktadır. Bu konuda, solcu salakların ve muhalefetin marazlı takımının gündeme taşımadıkları ve kabuklarını kaşımadıkları Yahudi ve Hristiyan Cemaatleri de maalesef çok gizli ve kirli TARİKATLAR kapsamındadır… Ve özellikle MASON LOCALARI da tam bir tarikat bağnazlığı içinde çalışmakta ve zehir kusmaktadırlar.

Sn. Erdoğan’ın; Cumhuriyet tarihinin ilk kilisesini açması… Açılışa bizzat katılması… Kapının önünde mum yakıp dilek tutması… Açılışta yaptığı talihsiz açıklamaları kimlere yaranma hesaplıydı? 179 yıl sonra Erdoğan desteği ile ve Erdoğan tarafından ibadete, ayine açılan Mor Efrem Süryani Ortodoks Kilisesi’nin amacını ve perde arkasını, karanlık bağlantılarını bilen var mıydı? Yusuf Çetin isimli şahsın, hangi odaklarca ve hangi yasalar hiçe sayılarak bu kiliseye Patrik atandığından Sn. Erdoğan habersiz olamazlardı!.. Allah aşkına, bu ülke, kimlerin eliyle ve hangi felakete doğru kaydırılmaktaydı?!. Üstelik, sözde İslami Tarikat ve cemaatler gibi, bu Yahudi ve Hristiyan Tarikatları ve cemaatleri de Erdoğan iktidarının özel himayesi altında ve bir nevi ÖZERKLİK kılıfıyla, talan ve tahribatlar yapmaktalardı.

Hatırlayınız; Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kahramanmaraş merkezli depremlerden etkilenen Hatay’a 20 Şubat 2023 tarihinde bir ziyarete katılmıştı!

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile Hatay’da incelemelerde bulunmuşlardı. Bu incelemelerinin ardından, Süryani Ortodoks Kilisesi Patriği Mor İğnatius II. Efram Kerim, Süryani Kadim Cemaati Patrik Vekili Yusuf Çetin, Metropolit Joseph Bali, Rahip Haitham Bahhu ve Ghassan Al Chami ile görüşen Cumhurbaşkanı Erdoğan, daha sonra sivil toplum kuruluşları temsilcileri ve kanaat önderleriyle buluşmuşlardı.

Hatay Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) Koordinasyon Merkezi’nde gerçekleşen toplantı sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan, bazı övücü, hatta bunlara kefil olucu açıklamalar yapmıştı. Yukarıda isimleri geçen ve Sn. Erdoğan’la görüşen bu Hristiyan Tarikatlarının, ülkemizde yasa dışı çalışmaları ve yurt dışı irtibatları neden hiç gündeme taşınmazdı?

Sn. Erdoğan’ın boynuna kollarını dolayan Hahambaşı!

Cumhuriyet Bayramı Resepsiyonu’nda tebrikleri kabul eden Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan ile İsrail’in Gazze’deki katliamlarını sözde kınayan Türkiye Musevileri Hahambaşı Rav İsak Haleva’nın görüntüleri gündeme taşınmıştı. Erdoğan, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı Resepsiyonu’nda tebrikleri kabul ederken Türkiye Musevileri Hahambaşı Rav İsak Haleva’nın cıvık hareketleri dikkatlerden kaçmamıştı. İsak Haleva’nın yakını, Yahudi iş insanı araştırmacı Doğan Kasadolu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı tebrik ederken, Haleva’nın hareketlerinin nedenini şöyle açıklamıştı: “Haleva’nın ellerini Başkan Erdoğan’ın omuzlarına koyması bir dua şeklidir. Yahudi inancında eller, dua edilen kişinin başına konur ve kendisine dua edilir.”

Yoksa; Cumhurbaşkanlığı makamına yönelik bu küstahlık ve şımarıklığın altında, başka Siyonist ilişkiler ve mecburiyetler mi saklıydı?

Mor Filüksinos (Yusuf Çetin) – İstanbul Metropolitini Kim Atamıştı?

1954 yılında Mardin’e bağlı Dargeçit (Kerboran) ilçesinde dünyaya gelmişti. İlköğretimini bitirdikten sonra Kilise öğretisine ilgi duymaya başlamış, bu nedenle Süryanice okumayı, yazmayı öğrenmişti. Bilgilerini daha da güçlendirmek üzere kendisini Mor Gabriel Manastırı’na adayıvermişti. Manastırda çok sıkı bir çalışma temposuna girmiş ve kısa bir sürede etrafındakilerin dikkatini çekmeyi ve kendini sevdirmeyi başarmış birisiydi.

Çalışmalarını ekseriyetle dini konularda yoğunlaştırarak deneyimini artıran Mor Filüksinos, 1971’de Rahip “Şarvoyo” rütbesine yükseltilmişti. Bu unvanla, eğitim ve öğretim dallarında hizmet vermişti. 1977 yılında da “kâhinlik” sıfatı ile takdis edilmişti. Günden güne yükselen çalışma grafiği sonucunda 1983 yılında Süryani Ortodoks Genel Patriği Moran Mor İğnatius I. Zekka Ayvaz tarafından Şam’a davet edilmişti. Bu şahsın, PKK ve YPG ile, hatta İsrail-MOSSAD ile irtibatları konusundaki iddialar nedense hiç incelenmemişti! Bu kentteki Aziz Mor Efrem Teoloji Okulu’na giden Mor Filüksinos’a, üç yıl süren teoloji eğitiminin yanında Süryanice ve Arapça dersleri de verilmişti. Okulunu başarıyla bitirmiş ve tüm bu dallardan birer diploma verilmişti. Hemen ardından eğitim gördüğü teoloji okulunun idareciliğine getirilmişti. İstanbul Süryani Cemaati’nin isteği üzerine 28 Eylül 1986 tarihinde Patrik Moran Mor İğnatius I. Zekka Ayvaz tarafından Metropolit olarak takdis edilmiş ve Mor Filüksinos Yusuf Çetin Patrik Vekili sıfatıyla İstanbul’a gönderilmişti.

Mor Filüksinos’un Şam’da bulunduğu süre içinde Kilise atalarına, öğrenim gördüğü ilahiyat okuluna ve Patrik hazretlerine ithaf ettiği Süryanice şiirlerine zaman zaman Patriklik mecmuasında yer verilmişti. Ayrıca Süryaniceden Türkçeye çevirdiği “Azizlerin Yaşam Öyküleri” isimli çalışmaları yürütmekteydi. Süryani Kadim Cemaati Ruhani Lideri ve Patrik Vekili Yusuf Çetin iyice küstahlaşıp: “Askeriyede, emniyette, mülkiyede neden yokuz?” diye sormaya başlamıştı! Herhalde daha kolay casusluk yapma hesabındalardı?!

“Biz farklıyız, lisanımızı, inancımızı, kültürümüzü yaşatmak istiyoruz. Bir Müslüman vatandaş hangi haklardan yararlanıyorsa biz de o haklardan yararlanmak istiyoruz. Azınlık sayılıp sayılmamak önemli değil, önemli olan eşit haklara sahip olmaktır. Eskiye oranla güzel gelişmeler var, geleceğe daha umutla bakıyoruz. Hani diyorlar ya; yetmez ama evet… Bizler, en az bir Müslüman vatandaş kadar bu ülkeyi seviyoruz. Peki, mülkiyede, askeriyede, emniyette neden farklı inanç sahiplerine görev verilmiyor? Bu ülkemiz için büyük bir eksiklik. Bunun altında sanki ‘devlet size güvenmiyor’ vurgusu da var… O güveni yıkacak ne yaptık ki… Bu bir suizandır. Anayasada herkes eşit, din, dil, ırk ayrımı yok, ama bunu uygulamada da görmek istiyoruz…” sözleriyle sinsi amaçlarını açığa vurmuşlardı.

“Bizimle ilgili bir haksızlığımız (Sn. Erdoğan tarafından) giderildi. Sevindik. Fakat Ruhban Okulu’na üzüldük. Biz bu ülkede statü peşinde değiliz. Anayasa’da hepimiz eşitiz. Gayrimüslim, Allah’a teslim olmayana söylenir. Biz Allah’a teslimiz. Biz de bir Müslüman vatandaş kadar bütün haklara sahibiz” diyen Yusuf Çetin, Haçlı Lejyonlarının yeni elemanı mıydı?

Süryaniler 30 yıl aradan sonra Adıyaman’daydı!

Yıllar önce Adıyaman’dan ayrılan Süryaniler, Mor Petrus – Mor Paulus Kilisesi’nin kuruluş günü nedeniyle 29 Haziran’da bir araya gelmişlerdi. 30 yıl aradan sonra bir araya gelen Süryaniler doğup büyüdükleri yerleri gezerek hasret gidermişlerdi. 29 Haziran’daki, Süryani ailelerin katıldığı Mor Petrus – Mor Paulus Kilisesi’nin Kuruluş Yıldönümü Ayini’ni Metropolit Filüksinos Yusuf Çetin yönetmişti. Ayine, Hollanda’dan Rahip Elio Öztaş, Mor Petrus – Mor Paulus kilisesinin rahibi Melki, İstanbul, Mardin ve Suriye’den çeşitli din adamları da gelmişti.

Pazar ayininde Metropolit vekili Rahip Melki Ürek, bugünün yıllardır birbirlerini görmeyen Süryaniler ve Adıyaman’daki dostlar için büyük bir önem taşıdığını belirtmişti. Yıllar önce Adıyaman’dan ayrılan Elizabeth, Hatun ve Rita Değirmenci yaklaşık 30 yıl aradan sonra Musalla Mahallesinde doğup büyüdükleri evi ve burada yaşayan dostlarını ve eski komşularını ziyaret etmişlerdi. Bütün bu ziyaretlerin, sadece saf ve samimi “geçmiş özlemi ve özentisi” olduğu zannedilmesindi. Bu girişimlerin vatan topraklarımız üzerinde gizli ve kirli emelleri olan çevrelerin bir hazırlık projesi olduğu sezilmekteydi!?

Tarikatlar bir ihtiyaçtı, ama disiplin altına alınmalıydı!

Tarih boyunca tarikat ve cemaatler, manevi ve ahlâki bir ihtiyacın eseri olarak ortaya çıkan doğal ve sosyal disiplin ocaklarıdır. Zamanla yozlaşıp yoldan çıkan ve istismar aracı yapılan bu kurumların yasaklanıp kapatılmasından ziyade, ıslah edilip resmen kontrol altına alınması ve çağın şartlarına ve standartlarına uygun kurum ve kurallara kavuşturulması daha yararlı bir yaklaşımdır. Aksi halde resmi ve disiplinli manevi yapıların yasaklanması sonucu, istismarcı ve suiistimalci sahtekârlara fırsat doğacaktır.

İşte bu konuda; ilmi, insani ve İslami prensiplere uygun bir “Ahlâki disiplin yapılanması” esaslarını hazırlayan Milli Çözüm Ekibi dışında, gerekli ve yeterli bir program ortaya koyan da çıkmamıştır.    

Menzil Tarikatı; tehlikeli yanları ve ıslahı!

Menzil Tarikatı bağlantılı Kızılay’ın yeni başkanının yönetim değişikliği ile bu konu tekrar gündeme taşınmıştı. “Fetullah Gülen Cemaati’nden daha tehlikeli bir cemaatle karşı karşıyayız. Gün geçtikçe de daha sıkıntılı bir hâl alacağını düşünüyoruz!” diyenlere kulak kabartmalıydı. Tarikatın geçmişine baktığımızda, içinde yaşanan durumların ve sıkıntıların derinleşeceği anlaşılmaktaydı. Şimdi bu tarikat; hem devlet içinde örgütlenen, hem gericiliği körükleyen, hem de bir ayağı Cihadcılarla benzeşen bir yapı olma yolundaydı. Bu tarikatın özellikle Suriye Savaşı’ndan sonra örgütlenen yapılarda gördüğümüz sorunları vardı. Bu tarikat giderek, Fetullah Gülen cemaatinden daha tehlikeli bir konuma taşınmaktaydı.

Bu Tarikatın; yurt içinde İstanbul’da, Ankara’da, Bursa’da, Mersin’de, Denizli’de, Konya’da şubeleri vardı. Sadece Adıyaman’ı düşünmeyin, yani çok yayılmış durumdaydı. Maraş, Malatya ve Karadeniz’de güçlü bir yapılanması vardı, ayrıca Eskişehir Sivrihisar’da yoğunlaşmıştı, özellikle bölünme sonrasında gelen bir yapılanma hızlanmıştı. Bunların bir ayakları güya şeriatın hüküm sürdüğü ve Cihadizmin devam ettiği, ama asla huzur bulmayan coğrafyalardaydı. Örneğin Afganistan’da Taliban’la dirsek temasları vardı. Suriye’de İdlib’te Cihadcılar ile yan yanalardı. Pakistan’da ve Malezya’da pek çok radikal dinci örgütlerle de iç içe bulunuyorlardı. Elbette bu iç içelik faaliyetlerini yardım konseptinde yapmaya devam ediyorlardı, ama bir yüzleri El Kaide’de, bir yüzleri Taliban’daydı. Beşir Derneği ile bu faaliyetleri sağlıyorlardı. Hem yurt içinde hem yurt dışında bu organizasyonları, bu dernekleri üzerinden yürütüyorlardı. Ama esas mesele, bu süreçte tartıştığımız, üzerinde dikkatle durmamız gereken; ekonomi ve holdingleşme hususlarıydı. Bir yanıyla da bu yapıların özellikle siyasallaşması kafa karıştırıcıydı. Bunlar, gerçek anlamıyla çok önemli noktalara, Türkiye içinde stratejik kurumlara yerleşiyorlardı. Bilindiği gibi bu tarikat, ulaşımdan sağlık hizmetlerine kadar ekonomik kaynakların pek çoğunu elinde bulunduran bir yapıydı.

Televizyon kanallarından turizm acentelerine, büyük hastanelerden iş adamlarına, bunların hepsi de tarikata çok büyük paralar kazandırmaktaydı. Ayrıca iş dünyasında ve ekonomik yapılanma içerisinde ne kadar etkin olduklarını gösteren durumlar da vardı. Hatırlayalım; Menzil cemaati lideri Abdülbaki Erol yaşamını yitirince kaos ve kavga hızlanmıştı. Sonra, 3 oğlu arasında halifelik savaşı başlamıştı. Büyük oğlu Muhammed Saki Erol kendisini Gavs ilan etmişti ama iki kardeş buna karşı çıkmıştı ve seydalar eliyle de yani; (masonların etkisindeki) ağır abilerin de tarikat içerisinde devreye girmesiyle oğullar arasında camiler, tekkeler ve şirketler paylaştırılmıştı. Üçüne de tövbe alma yetkisi tanınmıştı. Kimdi bu oğullar? 1- Muhammed Fettah, 2- Muhammed Saki, 3- Muhammed Mübarek… Camilerine gelen on binlerce kişiye ipler uzatmışlardı. Ve bu ipler tutularak tövbe ettirme seansı bir kere daha tekrarlanmıştı. Bunun çok ince bir ayarı, çok ince bir esprisi vardı. Ve bu da elbette ekonomik hatta siyasi yapılanmaya ulaşan bir halkaydı. Evet manevi ve ahlâki eğitim ocakları olan tarikatların bu gibi bid’at ve berbatlıklardan mutlaka kurtarılması lazımdı.

Bu tarikatın asıl çıkış noktaları Adıyaman sanılmasındı. Cemaatin lideri Seyyit Abdülhakim El Hüseyni olmaktaydı. Bu zat 1905 Bitlis Baykam ilçesine bağlı Bilvanis’te doğmuş, Mısır Ezher’de okumuş, Suriye’deki Haznevilerden tarikat ve icazet almıştı. 40 sene öncesinde bu şahsın İsmet İnönü’yle yakın dostluğu konuşulmaktaydı!.. Yani tarikatleşme Bitlis’te başlamıştı ama henüz adı konulmamıştı. Adıyaman’ın Kâhta ilçesine bağlı Menzil köyüne taşındıktan sonra ve özellikle Muhammed Raşit Erol tarafından, 1970’li yıllarda gerçekleştirilen faaliyetlerden dolayı meşhur olmuşlardı. Türkiye’nin farklı yerlerinden insanlar kimi zaman kafilelerle geliyorlar ve bu köyde bulunan şeyhi, Muhammed Raşit Erol’u zamanın büyük gavsı olarak gördükleri için ziyaret ediyorlardı. Ama burada tarikatın başka bir anlamı ve amacı da vardı. Tabiri caizse o dönem Tarikat bir AMATEM gibi kullanılmıştı. Neye karşı kullanılmıştı? Uyuşturucu batağında olanlar, alkol batağına bulaşanlar… Ama aynı zamanda kumar belası içerisinde kıvrananlar için de tarikat bir iyileştirici merkezi olarak tanıtılmıştı ve bu tuzaklara düşenler buraya koşmaktalardı. Ve tabi pek çok hayra ve yararlı işlere de vesile olmuşlardı.

O zaman Menzil özellikle bir dini cemaat olarak çalışmaktaydı. Yani çok fazla, para-pul ilişkileriyle ve siyasetle ilgilenmiyorlardı. Ama 12 Eylül sonrasında Raşit Erol bir süreliğine Gökçeada’ya sürgüne yollandı. Burada da çok ilginç bir hikâye anlatılırdı. Menzil, alkol bağımlılarını tedavi eden bir yer olarak tanıtılmıştı. Raşit Erol’u Gökçeada’da sürgünde olduğu zaman diliminde, bir şaraphanenin üstündeki taş binada tutmuşlardı. Yani kendisine imada bulunup aslında buradan bir şey söylemeye çalışılmıştı! Ama şanslıydı. Artık dönem iyice siyasallaşmaya, Dini açıdan da küpünü doldurmaya başlamıştı. Turgut Özal çıktı. Bu cezanın bitmesini Kenan Evren’den istediği konuşulmaktaydı. Ama Turgut Özal’ın istemesi yeterli olmamıştı. Turgut Özal da aynı zamanda bir Nakşi tarikatı bağlantılıydı. Milliyetçi Demokrasi Partisi lideri Orgeneral Turgut Sunalp da bu cezaların kaldırılmasını isteyince onaylanmıştı. Evet, Turgut Sunalp araya girince Raşit Erol’un cezası sonlandırıldı. Önce Ankara’ya aktarıldı, orada bir süre ağırlandı. Ardından da esas merkezi olan Menzil’e yollandı ve Menzil hızla büyümeye başladı. Bu devasa yapının, siyasi ve ekonomik bir imkân olarak kullanılması, yoksa içine sızan Masonların bir hesabı mıydı? “Ya, madem biz bu kadar güçlüyüz kardeşim, niye bu gücümüzü siyasette, niye bu gücümüzü holdingleşme meselesinde, parada kullanmıyoruz?” tartışmaları başlamıştı.

İşte bu noktada çok enteresan bir kırılma yaşanmıştı. Tarih 16 Mart 1991. Menzil’de toplu bir bayramlaşma töreni vardı. Ramazan Bayramı’nda Menzil Şeyhi Raşit Erol’un elini öpmek için sıraya giriyorlardı. Sıraya girenlerden biri de Denizli Babadağ’dan 17 yaşındaki bir genç olmaktaydı. İsmi de Raşit Erol’un soyadıyla benziyordu; Murat Erol! Evet, şeyhiyle arasında isim benzerliği olan bir genç sıraya giriyor, şeyhin elini öpmek için bekliyordu. Sıra geldi ve şeyhin ellerine kapandı. Ama ne olduysa tam da bu anda oldu. Ceketinin içine bir şırınga saklamıştı ve şırınganın içerisinde tarım ilacı vardı. Şeyhin eline birkaç kere batırdı o iğneyi ve herkesin şaşkınlığı içerisinde Raşit Erol eline batan o iğneden kurtulmak istedi, bağırdı, biraz kanadı eli, fakat kurtarılsa da, yani o kalabalıkta bulunanlar tarafından çekilip alınsa da, birkaç damla zehirli tarım ilacı Şeyh Raşit Erol’un kanına sızmıştı. Evet, Raşit Erol saldırıyı fark ettiğinde artık kanına zehir bulaşmıştı. Acıyla saldırganı itti ve bu arada müritlerden biri saldırıyı anladı. Bu da Adem Kazan’dı; Adem Kazan isimli bir mürit saldırıyı fark etmişti ve saldırganı, yani o 17 yaşındaki genci bıçaklamaya başlayıp defalarca saplamıştı. Ama sonradan polis oldukları ileri sürülen kişiler araya girdiler ve bu genci onların elinden kurtarmışlardı. “Öldürmeyin, bildiklerini anlatabilir!..” sesleri yükselince olay kapanmıştı. Evet, “Kimler var arkasında, bunu bilelim diye onu bırakın!” lafı çok anlamlıydı. Bu sayede kiralık Murat Erol, yani 17 yaşındaki Denizlili saldırgan linçten kurtulmuşlardı. Ne oldu sonra? Şeyh, o saldırıda ölmedi, uzunca bir süre hastanede kaldı. Ama ölümünün başlangıcı oldu. Yani o saldırıdan sonra aslında Raşit Erol bir daha hiç toparlanamadı. Saldırının ardından hemen hastaneye kaldırılmıştı, şikâyetçi de olmadı: “Takdiri İlahidir bu işler!” demiş ve ancak 2 yıl dayanmıştı. 1993 yılında 63 yaşındayken bu dünyadan ayrılmıştı ve ardından bu tarikat çok başka mecralara yelken açmıştı.

Şeyh Raşit Erol vefat edince yerine Abdülbaki Erol geçti, ama Abdülbaki Erol hemen mürşit olarak tanınmadı. Menzil’de kavgalar yoğunlaşmıştı. Raşit Erol’un oğlu, yani iğne ile şırıngadan sonra ölen Raşit Erol’un oğlu Feyzeddin Erol, amcası Abdulbaki Erol’un şeyhliğini kabule yanaşmadı. Babası şeyhti, kendisi ise onun en büyük oğluydu ve bu hakkı kendinde görüyordu, ama olmadı. Üstelik herkes Feyzeddin Erol’un şeyh olacağını beklerken, Raşit Erol’un kardeşi Abdulbaki Erol dergâhı ele geçirmeyi başarmıştı. Feyzeddin Erol başka bir şey yaptı. Amcası Abdülbaki Erol’un “Tasavvuf ehli olmak ve manevi irşatla uğraşmak yerine, başka işlere karıştığını” açıkladı. “Evet, biz tasavvuf ehli olarak yola çıktık, cemaatleşmek için yola çıktık, ama amcam bu yoldan ayrıldı, vakıflaştı, okullar kurdu, hastaneler kurdu, televizyon kanalları kurdu, alışveriş merkezleri kurdu ve dünyaya daldı!” gibi itiraflara başladı. Gerçi kavga, bunlar dile getirilmeden çok önce başlamıştı, iktidar hırsıyla yaygınlaşmıştı.

Şimdi Adıyaman Kâhta’da bir Menzil vardı, bir de Eskişehir Sivrihisar’daki Menzil vardı. Yani Menzil fiilen ikiye ayırılmıştı. Olayın perde arkası hiçbir zaman anlaşılmadı ya da çözüme yanaşılmadı. Menzil önce Adıyaman ve Eskişehir olarak ikiye ayrılmıştı, şimdi ise Adıyaman’da üçüncü dergâh açılarak dörde ayrılmıştı. Feyzeddin Erol Eskişehir Sivrihisar’a taşınmış ve o da şeyliğini açıklamıştı. Ancak, o da holdingleşmekten kurtulamamıştı. Yani “Ben holdingleşme nedeniyle bu cemaatten ayrıldım, amcamı terk ettim” diye yola çıkmıştı, fakat kendisi de hızla dünyaya dalmıştı. Yani Eskişehir Sivrihisar işte Sakarya Irmağı’nın kenarı yine o Menzil Tarikatından kopan ve kendini Menzil diye adlandıran şeyhin lüks villalarıyla özel ve geniş tarım alanlarıyla dolup taşmıştı.

Anlattığımız iğne hikâyesinden ve bu bölünmeden sonra Adıyaman ve Abdülbaki Erol döneminde Tarikatın siyaset ve para ilişkileri kurumsallaştı. Anlaşılan şeyhlerden ve müritlerden başka karanlık odaklar olaya el atmışlardı!.. Bildiğiniz gibi Sağlık Bakanlığı, Enerji Bakanlığı… İşte Recep Akdağ, Taner Yıldız gibi Bakanların ve yüksek bürokratların, bu tarikatın içerisinde oldukları da her zaman konuşulup yazılmıştı. Ama bu işin içinde İçişleri Bakanlığı da vardı, hatta çok kritik kurumlara, Jandarma ve İl Emniyet Müdürlüklerine de sızmışlardı. İddialara göre alt kademeleri tamamen ele geçirmiş durumdalardı. Adalet Bakanlığında da yoğun olarak örgütlendikleri tartışılmaktaydı. Bu anlamda elbette Fetullah Gülen yapılanmasıyla çok benzeşiyorlardı. Çünkü siyasette, bürokrasi içerisinde, güvenlik bürokrasisinde ve jandarmada örgütleniyorlardı. Jandarma içerisinde bir Menzil Sofi Timi kurmuşlardı. Hem de bu hikâyeyi kendi dergileri olan Gülistan’da 2016, yani Fetullah Gülen darbesinden hemen sonra yazmaktan sakınmamışlardı.

Zengin müritlerin ikram paraları, kendilerine aracılık ile verilen ihalelerden Tarikata katkı komisyonu olarak alınmaktaydı. Tabi tarikat kurmayları da ihale ve kredi alımlarına aracılık yapmaktalardı. Ama Menzil, yoksul müridi de boş geçmiyordu. Onlara da çorba içirip, manevi makamlar ikram edilip, sonunda iktidar partilerine oy devşiriyorlardı. Ama üst kademedeki halifeler, temsilciler lüks bir hayat yaşıyorlardı. İşte tam da rezillikler, kepazelikler de bu üst tabakalarda yaşanmaktaydı. Tuvaletlerine bile altın kaplama taharet muslukları koymuşlardı. Anlaşılan bunları kullanınca cennete gitmek herhalde daha kolaydı.

Bunlar TV’lerinde İsrail’e atıp tutarak: “Devletlerini kurdukları günden beri istedikleri şey aynıdır. Bu adamlar Nil ile Fırat arasında Büyük İsrail Devletini istiyorlar!” diyorlardı.

 “Müritlerini gaza getirip, gözyaşlarına boğan ve cami çıkışlarında “Kahrolsun İsrail” diye slogan attıran Menzil Tarikatı’nın, Amerika Birleşik Devletleri’nde hem de Yahudi zenginlerle bir petrol rafinerisine ortak olduğunu herkesten saklıyorlardı. Bir daha tekrarlayayım bunu; bu kadar şovu yapan, İsrail’e karşı çıkan, dünya malının önemli olmadığını ifade eden Menzil Tarikatı’nın, Amerika Birleşik Devletleri’nde bir petrol rafinerisine ortak olduğunu hiç anlatmıyorlardı. Yani Menzil’in böyle çok üst kademe yerlerinde değilseniz, Menzil’in şeyhlerine çok yakın değilseniz, aileye çok yakın değilseniz, Menzil’e biatlı üst kademe bürokrat-siyasetçi değilseniz, bu kirli ve gizli bilgiler size aktarılmazdı. Bir petrol rafinerisinin %50’si maliyetinin biraz daha üzerinde, 1 milyar 300 milyon dolara Abdülbaki Erol döneminde satın alındı. Bu ortaklık lobi faaliyetleri çok güçlü Siyonist Yahudilerle yapıldı. Yani bize böyle cami çıkışında; işte Siyonizm, Yahudilik falan naraları atan Menzil Tarikatı, ne ilginçtir ki, lobi faaliyetleri çok olan kuvvetli Yahudilerle petrol ortaklığı yapıyorlardı!”[1]

Ve tabi Türkiye’de bu tarikatın farklı illerde ve bölgelerde temsilciliklerini yapan halifelerin önemli kısmı, emekli subay ve emniyet amiri konumunda, ama MASON LOCALARIYLA irtibatlı özel adamlardı. (Veya maneviyat ajanlarıydı!..) Yani piyon müritler devamlı zikirle ve tarikat hikâyeleriyle uğraşırken, patron mürşitler(!) Amerikalı Siyonist sermaye baronlarıyla ortaklık kurmaktaydı!?

Bütün bu acı ve alçaltıcı gerçeklerin farkında olmak ve din istismarcısı tarikat ve cemaatlerin tuzağına kapılmamak için, elbette başta Kur’an-ı Kerim Meali olmak üzere, sağlam dini kaynakları okumak, ve herhalde aklımızı ve vicdanımızı kullanmak lazımdı. Çünkü “Talim etmeyen âlim olamazdı… Talip olmayan sahip olamazdı!..” Cahil ve gafil takımı ise, böyle din istismarcısı iktidarların ve tarikatlerin tuzağına kapılmaktan kurtulamazlardı!..

Bu din istismarcıları ve acı sonuçlarını daha iyi anlamak için Mücâdele Suresi 14-21 ayetleri üzerinde dikkatle durmak lazımdı:

“Allah’ın kendilerine karşı gazaplandığı bir kavmi (Siyonist Yahudileri, işbirlikçilerini ve zalim müşrikleri) veli (dost ve müttefik) edinenleri görmüyor (ve hâlâ anlamıyor) musun? Onlar ne sizden, ne de onlardandırlar. (Bunlar ortada kalmış hain ve gafil takımıdırlar.) Kendileri de (açıkça bu gerçeği) bildikleri halde, (Hakk ve hayır niyetli olduklarına) yalan üzere yemin edip durmaktadırlar (ve bunlar mü’minleri aldatıp oyalamaya çalışmaktadırlar).

Allah, onlara (hem dünyada hem ahiret hayatında) şiddetli bir azap hazırlamıştır. Doğrusu onların yaptıkları ne kötü (bir davranıştır).

Onlar (‘Biz İslam’a hizmet için Yahudi ve Hristiyanları oyalamaktayız,’ diyerek) yeminlerini bir siper edinip (dindarlıklarının arkasına saklanarak), böylece (mü’minleri) Allah’ın yolundan alıkoyup (Hakk’tan saptırmaya çalışmaktadırlar). Artık onlar için alçaltıcı bir azap vardır.

(Sakın, Din istismarcılarının ve Din düşmanlarının kazandıkları dünyalıklara imrenmeye kalkışmayın!) Kesinlikle ne malları, ne çocukları onlara Allah’a karşı hiçbir şeyle yarar sağlamayacaktır. Onlar ateşin halkıdır, içinde süresiz kalacaklardır.

Allah’ın onların hepsini dirilteceği gün; sizlere (yalan yere) yemin ettikleri gibi O’na (Allah’a) da yemin etmeye (ve hâşâ aldatıvermeye) kalkışacaklar ve kendilerinin (haklı ve akılcı) bir şey üzerine olduklarını (ve numaralarının tutacağını) sanacaklardır. Dikkat edin; gerçekten (bu münafıklar var ya) asıl yalancı onlardır.

(İşleri güçleri yalan olan ve bâtıla daldıkları halde kendi kendilerini hayırlı bir şey üzerinde sanan kimseleri) Onları şeytan kuşatmış (etkisi altına alıp ruhlarını kapsamış) ve kendilerine Allah’ı hatırlamayı (O’nun emir ve yasaklarına göre yaşamayı ve zikrullahı) unutturmuş (durumdadır). İşte (haramlara ve hayırsız yollara düşen) bunlar Hizbüşşeytan’dır. Ve Şeytan’ın partisi (tarafgirleri, ekibi, takipçileri) mutlaka hüsrana uğrayacaklardır.

Şu kesin bir gerçektir ki; (Hakkı ve hayrı tanıdıktan ve katıldıktan sonra, dünyalık hesaplarla) Allah’a ve Resulüne (muhalefet bayrağı açıp) karşı çıkarak (İslam davasına hıyanet edip ayrılanlar var ya) işte onlar mutlaka rezil ve zelil düşecek aşağılık kimseler arasındadırlar.

(Unutmayınız ki) Allah, ‘muhakkak Ben ve Elçilerim galip geleceğiz’ diye yazmış (ve kararlaştırmış)tır. (Allah’ın partisi ve Kur’an’ın takipçisi olanlar mutlaka kazanacak ve başarıya ulaşacaklardır.) Gerçekten Allah, en büyük Kuvvet sahibidir, Güçlü ve Üstün olandır.” (Mücâdele: 14-21)

  1. https://www.youtube.com/watch?v=r5FBXuQvcTQ (E. Acarer. 1 Temmuz 2023)
5 2 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Subscribe
Bildir
18 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Millî bir Çözüm, devletin bütün kademelerindeki kokuşmuşluğa ve yozlaşmaya karşı, şart olmuştur.Ve bu kaçınılmazdır….
Bir erkek el çıkacak, bu köhnemiş düzene “Ya Allah” deyip bir tekme atacak ve yerine yepyeni bir İslah ve imar düzeni olan Adil Düzeni kuracak inşallah!
Bu konu ile ilgili olarak başta, Adil Dini ve Ahlâki Düzeni…Adil Ekonomik Düzeni.. Adil Siyasi ve Hukuki Düzeni ve Adil İlmi Düzeni, çağın şartlarına en uygun yöntemlerle, büyük ve modern Türkiye’nin, maddi ve manevi gelişimine vesile olacak şekilde ve arkasından tüm insanlığa öncü ve örnek bir devlet yapılanması ile Yeni bir Dünyayı kuracaktır Allahın izniyle!
Her türlü hastalığın ve problemlerin çözümünün artık Millî Çözüm inancında olduğu netleşmiştir.

Faiz ve sömürü düzeniyle soyulan halkın Dindar ve Muhafazakar kesiminin uyutulması için sürekli fakirlik sanki Dinimizin emriymiş gibi çarptırarak bu kesimi narkozlamakta’lar. Halbuki Yüce Dinimiz Tüm İnsanlığın karnının doyacağı aç açık kimsenin kalmayacağı Adil Bir Düzen kurmamızı Kur’an_ı Kerim’de ve Sahih Hadislerde emretmektedir. Bu Muhafazakar kesim’in bu tuzağı görmesi için asrın idrakine söyletilmiş bir Meal-i Kerim okuması ve anlamaya çalışması bu oyunu bozacaktı. İşte Halkımız bu tuzaklara düşmesin diye Milli Çözüm tarafından Meal-i Kerim hazırlanmıştı.
Diğer taraftan bu sözde tarikatler’in bidat ve Din dışı uygulamalarını fırsat bilen zahiren demokrasi havarisi gerçekte İslam düşmanı kesime gün doğmakta böylelikle toplumda kutuplaşma yaşanmakta, Yüce Dinimiz kötü gösterilmekteydi.
Sonucunda ise siyonist plan tıkır tıkır işlemekte. Bir tarafta Din istismarcıları diğer tarafta sözde solcu sosyalistler eliyle halkımız gerçeklerden bi haber vaziyette uçurumdan aşağı yuvarlanmaktaydı.
Tüm bu felaketlerden kurtulmak, tarikat ve cemaatleri faydalı hale dönüştürmek başta olmak üzere bunun gibi derinleşmiş ve Ülkemiz’i dağılmanın eşiğine getiren sorunların gerçek çözümünü Milli Çözüm ortaya koymuştu. Acilen Milli Çözüm Önderliğinde Milli Restorasyon kaçınılmazdır.

Tarikatlar bir ihtiyaçtır, ama disiplin altına alınmalıdır!



Tarih boyunca tarikat ve cemaatler, manevi ve ahlâki bir ihtiyacın eseri olarak ortaya çıkan doğal ve sosyal disiplin ocaklarıdır. Zamanla yozlaşıp yoldan çıkan ve istismar aracı yapılan bu kurumların yasaklanıp kapatılmasından ziyade, ıslah edilip resmen kontrol altına alınması ve çağın şartlarına ve standartlarına uygun kurum ve kurallara kavuşturulması daha yararlı bir yaklaşımdır. Aksi halde resmi ve disiplinli manevi yapıların yasaklanması sonucu, istismarcı ve suiistimalci sahtekârlara fırsat doğacaktır.

İşte bu konuda; ilmi, insani ve İslami prensiplere uygun bir “Ahlâki disiplin yapılanması” esaslarını hazırlayan, Milli Çözüm Ekibi dışında, gerekli ve yeterli bir program ortaya koyan da çıkmamıştır.

***

Rabbimiz, bu nimetin farkında olmayı ve layık olabilmek için samimiyetle gayret edebilmeyi nasip eylesin.

Tarih boyunca tarikat ve cemaatler, manevi ve ahlâki bir ihtiyacın eseri olarak ortaya çıkan doğal ve sosyal disiplin ocaklarıdır. Zamanla yozlaşıp yoldan çıkan ve istismar aracı yapılan bu kurumların yasaklanıp kapatılmasından ziyade, ıslah edilip resmen kontrol altına alınması ve çağın şartlarına ve standartlarına uygun kurum ve kurallara kavuşturulması daha yararlı bir yaklaşımdır. Aksi halde resmi ve disiplinli manevi yapıların yasaklanması sonucu, istismarcı ve suiistimalci sahtekârlara fırsat doğacaktır.

İşte bu konuda; ilmi, insani ve İslami prensiplere uygun bir  “Ahlâki disiplin yapılanması”  esaslarını hazırlayan Milli Çözüm Ekibi dışında, gerekli ve yeterli bir program ortaya koyan da çıkmamıştır.   

 Bütün bu acı ve alçaltıcı gerçeklerin farkında olmak ve din istismarcısı tarikat ve cemaatlerin tuzağına kapılmamak için, elbette başta Kur’an-ı Kerim Meali olmak üzere, sağlam dini kaynakları okumak, ve herhalde aklımızı ve vicdanımızı kullanmak lazımdı. Çünkü   “Talim etmeyen âlim olamazdı… Talip olmayan sahip olamazdı!..”  Cahil ve gafil takımı ise, böyle din istismarcısı iktidarların ve tarikatlerin tuzağına kapılmaktan kurtulamazlardı!..

Vahsi canavarlar ve azılı düşmanlarla dolu ıssız bir ormanda ve zifiri karanlık bir gecede yolunu kaybeden insanların kurtuluşu için, şu beş şey mutlaka lazımdır. bunlardan birisinin eksik bulunması halinde kurtuluş mümkün olmayacaktır.

1- O bölgenin tehlike alanlarını ve selamet yollarını gösteren bir haritaya,

2- Yön tayinine yarayan bir pusulaya,

3- Önümüzü aydınlatacak bir ışık kaynağına,

4- Güvenilir ve tecrübeli bir kılavuza,

5- Ümit, cesaret ve şahsi çabaya ihtiyaç vardır.

Şimdi, imtihan için gösterdiğimiz bu dünyayı, nefsani hırs ve şehvetler, insi ve cinni şeytanlar gibi düşmanlarla dolu bir ormana benzetirsek, bu imtihanı başarmak ve kurtuluşa ulaşmak için mutla ka “dine ve vahye” ihtiyaç vardır.

İşte Kur’an’ı Kerim hem tehlike bölgelerine hem de emniyet çarelerine ve istikamet işaretlerini gösteren ilahi bir harita hükmündedir…

Akıl ise yönleri bulmamıza yarayan bir pusula gibidir. Önümüzü aydınlatacak ışık ise imandır.

O emin rehber ise en basta Aleyhisselatu Vesselamdır. Ve her asırda ki müctehit ve müstakim alimler ve mücahit dava komutanlarıdır.

Bütün bunlar hazır olsa bile karamsarlık ve kararsızlık içinde bulunan tembel ve gayretsiz kimselerin düşmanlara yem olacağı açıktır.

“İNSAN”IN YOZLAŞMASI AHMET AKGÜL

Tarikatlar bir ihtiyaçtı, ama disiplin altına alınmalıydı! En önemli sorunlardan birisi de “DİN İSTİSMARI”dır. Kontrol dışı ve Kur’ani kurallara aykırı bir sürü TARİKAT VE CEMAAT, toplum hayatını kısırlaştırmakta ve geleceğimizi karartmaktadır.
Yukarıdaki ölçüler çok isabetli, yoksa tarikatın varlığına neden karşı olunsun.Üstadımızın tespitiyle aç kalmak zehir yutmaktan hayırlıdır.İtikadın bozulduktan sonra sözde ritüeller kimseyi kurtarmayacaktır.İnternette var; bunların güya önderlerinden biri şöyle diyor:Biz gavsımıza o kadar bağlıyız ki namaz kılma dese kılmayız! Allah bu kafadan bırak müslümanları kafirleri de korusun. Özet: yoklukları bir dert, varlıkları iki dert.

Din İstismarına Karşı Kurtuluş Reçetesi: Kur’an, Akıl ve Vicdandır.

Makalede hem teşhis net bir şekilde konulmuş hem de tedavi yolu açıkça belirtilmiş Allah razı olsun. Günümüzde din adına konuşan herkese sorgusuz sualsiz inanmak, hakikatten uzaklaşmak demektir. Kur’an’a yönelmeden, aklı işletmeden ve vicdanı rehber edinmeden yapılan her tercih, bizi istismara açık hale getirir. Gerçek kurtuluş, Allah’ın ipine sımsıkı sarılmak, yani Kur’an merkezli, akıl ve vicdanla bütünleşmiş bir iman hayatı yaşamaktır. Bu reçete, bugünün en büyük manevi hastalıklarına karşı en etkili çözümdür.

Eskiden ,Türkiye’deki Yahudi ve Hristiyan Tarikatleri, “Erbakan hoca Başbakan olmasın ve Milli Görüş iktidara gelmesin”diye açıkça söylemde bulunurlardı,

Oysa Şimdi son 25 yıldır,Bu yabancı Yahudi ve Hristiyan cemaatler “AKP iktidarı olsun” diye beyanatta bulunuyorlar..

Türkiye deki; İslami camianın Tarikatleri ise ,Eskiden 1996 Yıllara kadar Refah yol Hükümeti kurulana kadar, ekseri çoğunluğu Erbakan Hocamızı ve Milli Görüş hareketini destekler veya destekler gözükmektelerdi.. Fakat 28 Şubat döneminde ve sonrasında, Fazilet Partisi kapatıldıktan sonra, 2000’li yıllarda İslami cemaat ve Tarikatlerin %95 i, Yahudi ve Hıristiyan cemaatlerle, Aynı güzergahda, ortak noktada! Buluştular..

Yani islami Tarikaatlerin büyük çogunluğu,Eksen kayması oldu, “İTİKAÂT”ta, yabancı Tarikatlerin Yanında yer aldılar..

Oysa İslami Tarikatler.. Zamanın Kutbu Asr-ı liderleri Erbakan Hocamızı dinlemeyip hem Maddi ,hem Manevi olarak Hüsrana uğradılar, Bu gerçekleri Anlatan Milli Çözüm’e de Kulak asmadılar…

Bütün bu acı ve alçaltıcı gerçeklerin farkında olmak ve din istismarcısı tarikat ve cemaatlerin tuzağına kapılmamak için, elbette başta Kur’an-ı Kerim Meali olmak üzere, sağlam dini kaynakları okumak, ve herhalde aklımızı ve vicdanımızı kullanmak lazımdı. Çünkü “Talim etmeyen âlim olamazdı… Talip olmayan sahip olamazdı!..” Cahil ve gafil takımı ise, böyle din istismarcısı iktidarların ve tarikatlerin tuzağına kapılmaktan kurtulamazlardı!..

Bu hususa Bakara Suresi 120. Ayeti çok açık bir örnek teşkil etmektedir.

Sen onların milletlerine (Siyonist ve emperyalist emellerine ve zulüm düzenlerine) tâbi olmadıkça Yahudi ve Hristiyanlar, kesinlikle Senden (ve Ümmet-i Muhammed’den) asla razı olacak (memnun kalacak) değillerdir. (Eğer Yahudi ve Hristiyanların zalim takımı, Müslüman bilinen kimselerden razıysa ve yardımcı oluyorlarsa, anlayın ki bunlar, kendilerinin güdümüne girmişlerdir.) De ki: Şüphesiz (tek) kurtuluş ve huzur yolu, Allah’ın yoludur (Peygamberin sünneti ve sistemidir). Eğer Sana gelen bunca ilimden (ve Kur’ani haber ve hükümlerden) sonra onların (yani Siyonist ve emperyalist odaklara yanaşanların) hevâlarına (ve şeytani arzularına) uyacak olursan, (artık) Senin için Allah (tarafın)dan ne bir dost, ne de bir yardımcı kalıverir.

Bir cemaat, cemiyet, dernek, tarikat ve siyasi oluşumların için en büyük eksiklik ve sıkıntı nedir diye sorulursa, galiba en net cevap şu olurdu. Bu cemaat, cemiyet, dernek, tarikat ve siyasi oluşum ve teşkilatların en önemli sorun ve sıkıntıları; söylemleriyle eylemleri, edebiyat kürsülerindeki metinleri ile yaşamları uyuşmuyor ve örtüşmüyorsa, oralarda güven zedelenmesi başlamış ve ahlaki çöküntü ve etiklik zaafiyeti başgöstermiştir…

SADIKLAR BİNDE BİRE İNMEDEN…

Siyonistlerin sinsi ve tehlikeli oyunlarının farkında olanlar sadece %5’tir.
%1’lik kısım bâtıla karşı direnirken geriye kalan %4 lük kısım ise Hakka hizmet edenleri bertaraf etmeye çalışır.
Bu süreçte %1, binde bir kaldığı zaman imtihan tamamlanacak ve zafer gelecektir Allah’ın izniyle.
%1 in binde biri ise Milli Çözümcü sadıklardır.
Milli Çözüm;
Bu tehlikelerin hepsini seziyor, uyarıyor ve tedbir alıyor.
Bâtılın bertaraf olması için iç ve dış mihraklarla mücadele ediyor.
Bâtılın yıkılışından sonra Kapitalizmin yerini alacak olan Adil Düzen’i ise bütün ilim ehline tanıyor.
Maalesef Milli Çözüm’den başka bu tahribatların önünü alabilecek ve ıslahını sağlayacak bir düzen ortaya koyabilen yok. Milli Çözüm’ün savunduğu düzeni savunan yok.
Allah’ın va’adine, Peygamberin müjdesine inanan da yok.
Sadıkları hayalperestlikle itham edenler ve bertaraf etmek için mücadele edenler var..
Asıl hayalperestler, Allah’ın nurunu üflemeyle söndürmek isteyenlerdir.
7 Ekim’den sonra herkes ayarını ortaya koymuştur ve artık kutlu devran için geri sayım başlamıştır.
Allah nurunu tamamlayacak!

Ne Büyük Nimetlere Vakıf Kıldın
Ki; bu hakikatleri öğretip hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan güzeli çirkinden, faydalıyı zararlıdan ayırmaya bu yolda mücadeleye memur kıldın şükürler olsun.
Allahım bu hakilatleri okuyup anlama, anladığımızı yaşayıp yayma konusunda Sen bizlere yardım et.
Senin va’din hak sen nurunu tamamlayacaksın. Bizlere yardım eyle… Bizlerde kendi nurumuzun arşı olan Rızana ve Cemaline ulaşalım. Sen bizlerin ayaklarını sabit kıl. Davanda mücahit kıl Allahım. Bozuk düzeni yıkıp Adil Bir Düzen kurmaya muvafık kıl, Razı ol Allahım…Amin…

İnsanı yaratan, onu en güzel sıfatlarla donatan, onun için dünyayı onun hizmetine musahhar kılan yüce Rabbimiz Hazretleri de insana bir nevi kullanma kılavuzu mahiyetinde bir Kitap göndermiştir. Bu da Kur’an-ı Azimüşandır. Eğer o Kitaba, O Kitaptaki kurallara, uyarılara uygun olarak insan şahsi hayatına, aile hayatına, çevresine, devlet hayatına, cemiyet hayatına yön verilmezse işte bugün insanlığın içine düştüğü sıkıntılar, belalar her tarafı kaplayacaktır. 
İşte Milli Çözümün farkı o kullanma kılavuzu mahiyetindeki Kur’an-ı Azimüşan’ı manasıyla, mesajıyla sürekli okuyarak bu gerçekleri başka insanlara hatırlatarak, aktarmaktadır. O kullanma kılavuzuna, Kur’an-ı Azimüşan’a uygun yeni ve Adil Bir Dünya kurma ihtiyacını duyan, bu konuda çaba harcayan, bu konuda hizmet sunan en seçkin ekiplerden birisi olmanın sevabını, şerefini elhamdülillah Rabbimiz Milli Çözüm ekibine lütfetmiş. 
 Bu nimetlere nankörlükten, bunların kıymetini bilmemekten Cenab-ı Hakka sığınıyoruz. Bizi affı mağfiret etsin. Bizi hidayette daim eylesin. Amiinn 

Üstad Ahmet Akgül Hocamızın sohbetinden istifade edilmiştir.

MASON LOCALARIYLA irtibatlı özel adamlar tarikat/cemaat/parti… temsilcileriydi!

Müritler (piyonlar) zikirle ve tarikat hikâyeleriyle uğraşırken, vicdanları ise İsrail aleyhine meydanlarda arada sloganlar(gaz) atıp “Filistin için elimizden geleni yapıyoruz” yalanlarıyla bastırılırken!… (Dünyanın dört bir tarafında, Hristiyan olduğu halde, İsrail aleyhine yürüyüşler ayrı bir kıymetti!)
Patron mürşitler(!) ise; Amerikan-Siyonist sermaye baronları ve işbirlikçileriyle petrol, makam, ihale ya da başka çıkar beklentileriyle ortaklıklar kurmaktaydılar! (Dikkat çekilen tehlikeli buydu!)

Yıkılsın Siyonistlerin ve işbirlikçi münafıkların(Kendisini ve çevresini kandıran, Allah’ı da kandırabileceğini zanneden iki yüzlülerin düzeni…) Mücadele Suresi 18. ayet bu bağlamda tekrar tekrar okunmalıdır.

Kurulsun Aziz Erbakan Hocamızın (anlattığı, sadık takipçisinin olgunlaştırıp tamamladığı) “Adil Düzen”i!

Evet, özlenen tarihi devrim, talihli dönüşüme ‘Kim buna inanıyorsa, kim buna hazırlanıyorsa, kimin bu yönde planı programı bulunuyorsa Allah işte zaferi onlara nasip edecektir’ Çünkü bu hizmeti bu gayeyi bu gayreti onlara nasip etmiştir Elhamdülillah.

“Allah, ‘Şüphesiz Ben ve Elçilerim mutlaka galip geleceğiz’ diye yazmış ve kararlaştırmıştır. Allah’ın tarafında olanlar ve Kur’an’ın izinden gidenler mutlaka başarıya ulaşacaktır. Gerçekten Allah, en büyük kudret sahibidir, güçlü ve üstündür.”
Mücadele Suresi, 21. Ayet

İlmi, insani ve İslami prensiplere uygun bir “Ahlaki disiplin yapılanması” esaslarını hazırlayan MİLLİ ÇÖZÜM EKİBİ dışında, gerekli ve yeterli bir program ortaya koyan da çıkmamıştır.

Kontrol dışı ve Kur’ani kurallara aykırı bir sürü TARİKAT VE CEMAAT, toplum hayatını kısırlaştırmakta ve geleceğimizi karartmaktadırlar.
Tarih boyunca tarikat ve cemaatler, manevi ve ahlaki bir ihtiyacın eseri olarak ortaya çıkan doğal ve sosyal disiplin ocaklarıdır.
Ülkemizde cemaat ve tarikatlarla ilgili mevzuat, tarikat ve cemaatleri yeraltında örgütlenen yapılar haline dönüştürmüştür.
Dinin sosyolojik bir gerçeklik olarak toplumsal alandaki etkisi nedeni ile Siyonist ve emperyalist işbirlikçisi iktidarlar ile tarikat ve cemaatler arasında karşılıklı çıkar ilişkileri gelişmiştir.
Siyonist ve emperyalist işbirlikçisi iktidarlar, dinin sosyolojik gücünden yararlanmak, toplumsal alan içerisindeki sosyal, siyasi ve ekonomik sermayelerinden faydalanmak için tarikatlara ve cemaatlere göz yummuş, maddi manevi destek vermeye başlamışladır.
Tarikat ve cemaatler ise varlıklarını gösterebilmek, devlet aygıtı olarak rol ve görev üstlenmek gibi istekleri nedeniyle Siyonist ve emperyalist işbirlikçisi iktidarlar ile karşılıklı çıkar ilişkisine girmiş, işbirlikçilerin zulüm ve ahlaksızlık düzenlerinin destekçisi olmuşlardır.
“DİN İSTİSMARI”, Türkiye’nin en önemli sorunlarından birisi olmuştur.

Sözde İslami Tarikat ve cemaatler gibi, Yahudi ve Hristiyan Tarikatları ve cemaatleri de mevcut iktidarının özel himayesi altında ve bir nevi ÖZERKLİK kılıfıyla, talan ve tahribatlar yapmaktadırlar.
Bu konuda, solcu salakların ve muhalefetin marazlı takımının gündeme taşımadıkları ve kabuklarını kaşımadıkları Yahudi ve Hristiyan Cemaatleri de maalesef çok gizli ve kirli TARİKATLAR kapsamındadır…
Ve özellikle MASON LOCALARI da tam bir tarikat bağnazlığı içinde çalışmakta ve zehir kusmaktadırlar.

Bütün bu acı ve alçaltıcı gerçeklerin farkında olmak ve din istismarcısı tarikat ve cemaatlerin tuzağına kapılmamak için;
Elbette başta Kur’an-ı Kerim Meali olmak üzere, sağlam dini kaynakları okumak ve herhalde aklımızı ve vicdanımızı kullanmak lazımdı…
Çünkü “Talim etmeyen âlim olamazdı…
Talip olmayan sahip olamazdı!..”
Cahil ve gafil takımı ise, böyle din istismarcısı iktidarların ve tarikatların tuzağına kapılmaktan kurtulamazlardı!..

Tarikatlar bir ihtiyaçtı, ama disiplin altına alınmalıydı!
Zamanla yozlaşıp yoldan çıkan ve istismar aracı yapılan bu kurumların yasaklanıp kapatılmasından ziyade, ıslah edilip resmen kontrol altına alınması ve çağın şartlarına ve standartlarına uygun kurum ve kurallara kavuşturulması daha yararlı bir yaklaşımdır.
Aksi halde resmi ve disiplinli manevi yapıların yasaklanması sonucu, istismarcı ve suiistimalci sahtekârlara fırsat doğacaktır.

Bu iktidar “dinler arası diyalog” sürecine hep sadık kaldı. Bunun neticesi olarak halkımızın bilerek sahipsiz bıraktığı ve aslında halkımıza uygulanan zulmün işaretlerini üstünde taşıyan yapıları, Akdamar kilisesi gibi, ihya ile meşhur bir iktidardır. Her işinde insana “acaba bunların niyeti maksadı ne ola?” sorusunu sorduran bu yönetimin elbette ki halkı asıl meseleden koparacak kendi ayarında sözde dini yapılara da ihtiyacı vardır. İşte yazıda ifade edilen o yapılar ancak kendi işleri ile meşgul, sahte kerametleri meşhur yapılardır. Tabi bu arada olan mazlum halka olmakta, biri maddiyatını sömürürken bir diğeri maneviyatı çökertmektedir.

Picture of Ömer ÇAĞIL

Ömer ÇAĞIL

YORUMLAR

Son Yorumlar
18
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...