(Üstad Ahmet Akgül’ün Sohbet Notları)
İSLAM’DA ÇOCUK EĞİTİMİ
VE
SİYASİ SORUMLULUK BİLİNCİ
Soru: İslam’da Çocuk Hakları ve Terbiye-Eğitim kurallarıyla ilgili bizleri aydınlatır mısınız?
Çocuklarımız Rabbimizin bizlere en önemli nimeti ve emaneti sayılır. Hz. Peygamber Efendimiz çocuklara devamlı şefkat ve merhametle yaklaşmış, onların en önemli gıdalarının sevgi ve ilgi olduğunu bizlere fiilen öğretmiş ve öğütlemiş bulunmaktadır.
Hatta Mescid-i Nebi’de cemaate imamlık yaparlarken, dışarıda sürekli ağlayan bir çocuk sesi duyunca namazlarını kısa tutup, mescitten çıkarak onunla ilgilendiğini asla unutmamalıdır. Ve yine torunlarının ve başka çocukların, namazda secdeye vardıklarında Peygamberimizin sırtına oturdukları ve onlar düşüp üzülmesinler diye secdeyi uzattıkları aktarılmıştır. (İmam Nesai İftitah bölümü 1139 nolu hadis)
Hz. Aiyşe Validemiz, Peygamber Efendimize:
“Ya Resulüllah, bir kadının üzerinde en çok hak sahibi kimdir?” diye sorduklarında, Efendimiz: “KOCASIDIR!” buyurmuşlar ve babalık görevinin ağırlığını ve kutsallığını vurgulamışlardır.
Bu sefer Hz. Aiyşe: “Peki ya kocaların üzerinde en çok hak sahibi olan kimdir?” diye sorunca, Efendimiz: “ANASIDIR!” buyurmakla, sorumluluk dengesini ve kadın-erkek eşitliğini ortaya koymuşlardır.
“… Erkek ise kız (kadın) gibi değildir” (Âl-i İmrân: 36) ayeti, erkeklerin üstünlüğüne değil, kadın ve erkeklerin fıtrat farklılığına ve yaratılıştaki özellik ayrılıklarına dikkat çekme amaçlıdır.
İslam’da çocuk haklarını konuşurken, anne-baba haklarını da unutmamalıdır!
“Biz insana anne ve babasını (onlara iyilikle davranmayı) da emir ve tavsiye ettik. Çünkü annesi onu, zorluk üstüne zorlukla (karnında) taşımıştır. Onun (sütten) ayrılması ise, iki yıl içinde (tamamlanır). Bu nedenle ‘hem Bana, hem anne ve babana şükret ki, dönüş yalnız Banadır.’ (Şükür mü, nankörlük mü yaptığınızın hesabı sorulacaktır.)
Bununla birlikte, onların ikisi (annen ve baban), hakkında bir bilgin olmayan şeyi (körü körüne) Bana şirk koşman (ve isyana kalkışman) için, sana karşı (mücadele edip) çaba harcayacak olurlarsa, bu durumda onlara itaat etme; (onların isteği için Benim emrimi terk etmek, şirktir! Ama) dünya (hayatın)da onları iyilikle (ma’ruf üzere) sahiplenip (anne babanla iyi geçin) ve Bana ‘gönülden-katıksız olarak yönelen’ kimselerin (inabe ve itaat edenlerin) yoluna tâbi ol. Sonra dönüşünüz yalnızca Banadır, böylece Ben de size bütün yaptıklarınızı haber verip (hatırlatacağım).” (Lokman: 14-15) ayetleri üzerinde dikkatle durulmalıdır!
“Senin Rabbinin hükmü şöyledir: O’ndan başkasına kulluk yapmayın ve anne-babaya ihsan ve iyilikle davranın (diye emretmektedir). Şayet onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlılığa ulaşırsa, onlara: ‘Öf’ bile deme ve onları azarlama; onlara güzel (tatlı ve gönül alıcı) söz söyle (ki İslam ve insanlık bunu gerektirir).
Onlara acıyarak alçak gönüllülük kanadını ger ve de ki: ‘Rabbim, onlar beni küçükken nasıl (şefkatle) terbiye ettilerse Sen de onları esirge’ (diye dua etmeli, hürmet ve şefkat göstermelidir).” (İsrâ: 23-24) emirlerine mutlaka uyulmalıdır.
Ve asla unutulmasın ki; özellikle ANNE’lerin evlatlarından umdukları ve psikolojik gıdaları MUHABBET (yani sevilmek ve iltifat edilmek)tir. BABA’ların ise evlatlarından öncelikli beklentileri ve arzuladıkları HÜRMET (yani saygı göstermek)tir. Günümüzde HAÇLI ve ahlâksız Batı’nın ve AB dayatmalarının sonucu, güya özgürlük ve çocuk hakları kılıfıyla, anne-babayı takmayan ve ailedeki sorumluluk bilincini tanımayan yaklaşımlar ve yasalar; aslında bir nevi ebeveynleri devre dışı bırakmak ve evlatlarımızı fiilen öksüz ve yetim bırakmak anlamındadır.
Günümüzde çocuklarımızın eğitim ve öğretiminde, aile yuvasından ve anne-babasından ziyade, çevre, okul, televizyon ve internetli telefonlar etkili olmaktadır. Bunların ıslahı ve hayırlı yönde yayın yapmaları ise fertlerden ziyade hükümetlerin yetki alanındadır. İşte bu yüzden SİYASİ ŞUUR VE SORUMLULUK sadece günümüzü ve güvenliğimizi değil, geleceğimizi ve neslimizi de kurtarmanın en önemli aracıdır.
Hz. Peygamberimizin Çocuklara Yaklaşımı
Sevgili Peygamberimizin rahmet ve şefkat dolu hazinesinden belki de en fazla çocuklar nasibini almıştır. Zira O’nun müjdeleyici ve uyarıcı olarak geldiği cahiliye devrinde ne acıdır ki, kız çocukları bir utanç vesilesi olarak kabul ediliyor, diri diri topraklara gömülüyor, sevgi ve merhametten mahrum bir şekilde yetişiyorlardı. İslam Peygamberi tüm bu yanlışlıkları ortadan kaldırmış, çocuklara hak ettikleri değeri ve saygıyı kazandırmıştır.
Hz. Muhammed (SAV) Efendimiz iman, ibadet, ahlâk ve sosyal hayata dair çok doğru ve olumlu yenilikleri getirmesi yanında, çocuklarla iletişim, onların eğitimi, onlara verilecek değer, gösterilecek sevgi ve şefkat konularında da çok anlamlı yenilik ve güzellikler getirmiş ve uygulamıştır. Mesela bir seferinde, Temîm kabilesinden Akra’ b. Hâbis, Resulüllah’ın (SAV) torunu Hasan’ı öptüğünü görünce: “Benim on çocuğum var ancak hiçbirini öpmedim.” demiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber (SAV) ona bakmış ve “Merhamet etmeyene merhamet edilmez!” şeklinde karşılık vermiştir. (Buhârî, Edep, 18)
Evlatlarımıza karşı ana-babalık görevimiz yalnızca onları doyurmak, giydirip kuşandırmak demek değildir. Bunlarla birlikte, onlara değer ve saygı gösterilmesi, eğitim ve terbiyelerinin verilmesi, sevgi içinde manevi gelişimlerine dikkat edilmesi büyük önem arz etmektedir. Bu nedenledir ki, çocukların mektebe, medeni ilişkilere, toplum düzenine, manevi disipline ve ahlâki değerlere alıştırılmalarını, şefkatle kucağa alınıp sevgiyle okşanmalarını, ibadetlerin onlarla birlikte yapılmasını; her konuda çocuklara iyi örneklik yapılmasını ve kötü örneklikten sakınılmasını, bizzat Peygamberimiz öğütlemiş ve göstermiştir. Nitekim Hz. Zeynep’ten olan kız torunu Ümâme’yi omzunda taşır vaziyette namaza duran, rükûya varacağı zaman indirip kıyama kalkacağı zaman tekrar omuzuna bindirerek namazını tamamlayan ve bu şekilde cemaate imamlık eden bir Nebi’nin ümmetiyiz. Efendimiz, “Hiçbir anne baba çocuğuna güzel terbiyeden daha kıymetli miras bırakamaz” buyururken onların eğitimine verdiği önemi belirtmiştir.[1]
Hz. Peygamberimizin Mescidinde ve Mektebinde Çocuklar Vardı!
Kutlu hicret yolculuğunun ardından Medine’ye ulaşan Peygamber Efendimiz, devesi Kasva’nın çöktüğü yere en yakın evde konaklayacağını buyurmuşlardı. Kasva’nın çöktüğü bir arsada Peygamberimiz Mescid-i Nebevî’yi inşa etme kararı almıştı. Üzerinde hurma kurutulan bu arsa, Sehl ve Süheyl adındaki iki yetim çocuğun malıydı. Çocukları çağıran Allah Resulü, arsayı kendisine hibe etmek istemelerine rağmen onlara ödemede bulunacak ve İslam medeniyetinin kalbi olan Peygamber Mescidi, bu arsada kurulacaktı. (Buhârî, Menâkıbü’l-ensâr, 45)
Elbette çocuk çocukluğunu yapacak, hoplayıp zıplayacak, koşup oynayacak, namaz esnasında bile ağlayıp bazı hırçınlıklar yapacaktı. Ama Resul-i Ekrem (SAV) bütün bunlara hiç kızmamış, Onu örnek alan Ashab’dan da hiç kimse çocukları azarlamamıştı. Rahmet Elçisi’nin bu hoşgörülü, sabırlı ve anlayışlı tutumu nedeniyle Asr-ı Saadet boyunca çocuklar Mescid-i Nebevî’nin şerefli cemaati arasında yer almışlardı. (Buhârî, Ezân, 161; Ebû Dâvûd, Salât, 112)
Günümüzün mahrum olduğu bu tavrın altında kuşkusuz Peygamber Efendimizin ibadet terbiyesi konusunda izlediği duyarlılık ve eğitim anlayışı yatmaktaydı. Resulüllah’ın eğitim metodu emir, tembih ve ceza üzerine değil; tatlı nasihat, örneklik ve yumuşaklık esasına dayalıydı. Bir çocuğun, duyduğundan ve okuduğundan ziyade gördüğünü benimsediği ve anne babasını model alarak kendi davranışlarına yön verdiği düşünüldüğünde, bir diğer deyişle, “Her doğan fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi, Hristiyan ya da Mecusi yapar.” (Buhârî, Tefsîr (Kasas), 2; Müslim, Kader, 22) hadisi hatırlandığında, bizzat mescitte ibadet eden ve büyüklerini gören çocuğa maneviyat aşısı yapmanın ne kadar kolaylaşacağı açıktır. Ezanın birliğe çağrısını, tekbirin ve kıraatin coşkusunu, secdenin ve duanın huzurunu yaşayan bir çocuk için mescitler, sohbetler, Ramazan ve Bayram neş’eleri, bir başka yerde edinemeyeceği engin bir maneviyat tecrübesinin en güzel adresleri konumundadır.
Ashab-ı Kiram’ın anlatımlarına göre, bazen kız bazen de erkek torunlarını omzuna alarak namaz kılan Peygamberimiz (Ebû Dâvûd, Salât, 164, 165; Nesâî, Tatbik, 82) dahası bu şekilde imamlık yaparak (Müslim, Mesâcid, 43) bugün hayal bile edemeyeceğimiz bir görüntü ile inananlara örneklik ve rehberlik yapmıştır. Hz. Peygamber elbette annelerin mescide devamının ancak çocuklarını da yanlarında getirmeleriyle mümkün olacağının farkındadır. Kadını da çocuğu da eğitim halkasının ve ibadet ortamının içine çeken bu özel ve örnek anlayışın belki de en çarpıcı tavrını yine Peygamberimiz ortaya koymuşlardır: “Uzun uzun kıldırma isteğiyle namaza başlıyorum ki, o esnada bir çocuk ağlaması işitiyorum. Annesinin onun ağlamasından dolayı sıkıntıya düşeceğini bildiğimden namazı kısa tutuyorum.”[2]
Bütün bu sebeplerden dolayı:
Dinimizde, zaruret halinde çocuğu sırtına alıp namaz kılmak caiz sayılmıştır. Nitekim Peygamberimiz (SAV) de bu şekilde namaz kıldırmıştır. Ancak çocuğun üzerinde necaset olmamasına dikkat edilmesi lazımdır.
Soru: İslam’a göre, çocuk evlilikleri normal ve doğal bir yaklaşım mıdır?
Elbette hayır ve asla! Nisa Suresi 6. ayeti, evlilikte “RÜŞD” yani akli ve bedeni yeterlilik şartını koymaktadır. Bu Rüşd’e ulaşma, akil-baliğ olma yaşı, bazı sıcak iklim ve ülkelerde 14, orta kuşak bölgelerde 16 ve soğuk yerlerde 17-18 yaş olarak saptanmıştır.
“Yetimleri, nikâha erişecekleri büluğ çağına kadar (bekleyip-eğitip) deneyin; şayet kendilerinde bir ‘rüşd’ (fiziki ve akli olgunlaşma) gördünüz mü, hemen onlara mallarını (geri) verin. (Rüşde, yani bedeni ve beyni yetişkinliğe erişmemiş küçük yaştaki kız ve erkek çocukların evlendirilmesi caiz ve münasip değildir. Emanet aldığınız mallarını da) Büyüyecekler (ve geri isteyecekler) diye israf ile çarçabuk yemeyin. (Yetim malları konusunda) Zengin olan iffetli ve müstağni olmaya (hak yemekten sakınmaya) çalışsın, yoksul olan da artık ma’ruf (ihtiyaca ve örfe uygun) bir şekilde yiyip harcasın. Mallarını kendilerine (yetimlere geri) verdiğiniz zaman, onlara karşı şahit bulundurun. (Emanet mallarını korumayı üstlendiğinizde ve geri devrettiğinizde resmi kayıt tutun.) Hesap görücü olarak Allah yeterlidir.” (Nisa: 6) ayeti evlilik yaşında RÜŞD şartını öne çıkarmıştır.
İslam, Fıtrat esaslıdır, Vahye bağlı akıl ve vicdan dayanaklıdır. Şimdi içimizde, ilkokul, ortaokul hatta henüz lise çağındaki kızlarımızı gelin almak isteyenlere karşı tepkimiz ve tavrımız, fıtratın (yani doğal ve normal tavrın) icabıdır!..
İslam’da ergenlik yaşına kadar olan süre çocukluk sayılmakta ve çocuklar her türlü ibadet ve mesuliyetten muaf tutulmaktadır. İslam âlimlerinin çoğunluğuna göre erkek ve kız 15 yaşını tamamladıktan sonra mükellef sayılmakta ve çocuk sınıfından çıkmaktadır. (Bak. İbni Abidin. Reddül – Muhtar c. 1 s. 408) Çocuklarımızın anlayış ve kavrayış durumuna göre çocukluktan itibaren imana, güzel ahlâka, namaza ve sorumluluklara alıştırılması ise elbette yararlıdır.
Hz. Aiyşe Validemiz, Peygamber Efendimizle evlenirken 18 yaşını doldurmuşlardır. Çünkü ablası (ve Hz. Ebubekir’in kızı) ESMA 100 yaşına kadar yaşamıştır. (Vefatı Hicri 73) Hicrette iken 28 yaşındalardı. Hz. Aiyşe Validemiz ise kendisinden 10 yıl sonra doğmuşlardı. Yani Efendimizle evlenirken 18 yaşındalardı.
Siyasi Sorumluluk Bilinci
Rüyamda seçkin bir topluluğa şöyle hitap ediyorum:
“Çok önemli bir Zattan dinleyip öğrendiğim ve herkese haber vermekle görevlendirildiğim gerçek şudur;
“Bu çağımızda Dünyanın her tarafında işlenen bütün kötülüklerin; savaş, anarşi ve zulümlerin altında Siyonist Yahudi zihniyeti vardır ve onların akıl hocaları da bizzat şeytandır. Siyonist Lobiler, kontrollerine aldıkları ABD-AB, Rusya ve ÇİN gibi güçlü devletler ve İslam Ülkelerindeki İŞBİRLİKÇİ yönetimler eliyle, bu zulüm ve sömürü saltanatını yürütmeyi başarmaktadır. İşbirlikçi iktidarlar, üstelik dindarlık rolüyle; FAİZ, FUHUŞ, KUMAR, DIŞ BORÇ sarmalı ve lüks tüketim çılgınlığı yanında özgürlük ve demokrasi bahanesiyle eşcinsellik sapkınlığını, porno yayınlarını, modernlik diye çıplaklık modasını yaygınlaştırıp; toplumu iman, ibadet ve ahlâki istikametten uzaklaştırıp aile yapımızı ve bizi millet yapan mayamızı yozlaştırmaya çalışmaktadır. Bu işbirlikçi yönetimler, şahsi ikbâl ve iktidarları uğruna milli ve manevi değerlerimizin, hem de dindarlık kisvesiyle talan ve tahribatına göz yummaktadır. Öyle ise dindarından kalender halkımıza, sağcısından solcusuna, iz’an ve vicdan sahibi herkese haber verip uyar ki, bu işbirlikçi iktidarlara oy verip destek çıkmak, ülkemizdeki ve yeryüzündeki bütün zulüm ve kötülüklere dolaylı ortak olmaktadır ve tabi vebali de o denli ağırdır!..”
Soru: Müslüman, muttaki, hatta tarikat ve cemaat ehli birçok kardeşimiz bâtıl sistemleri ve bozuk yönetimleri destekliyorlar, bu çelişkiyi nasıl yorumlamalıyız?
Öncelikle, bu kardeşlerimizin:
1- İnsan olarak birtakım temel haklarına ve onurlarına saygı duymamız lazımdır.
2- Bu kimseler Müslüman ise, din kardeşlerimiz olarak, onlarla uhuvvet ve muhabbet bağımıza sahip çıkılmalı ve ona göre davranmalıdır.
3- Bu kardeşlerimiz, üstelik takva, tarikat ve hayırlı hizmet erbabı iseler, onların elbette özel hatırı sayılmalıdır.
4- Ancak siyasi tercihlerinde ve elbette birtakım mazeret ve gerekçelerle bâtıl zihniyetleri ve işbirlikçi hükümetleri sahiplenip savunuyorlarsa, onlara münasip şekilde, şu ayet-i kerimeler hatırlatılmalı, ancak kırıcı ve dışlayıcı tavırlardan mutlaka sakınmalıdır.
Ahirette hain yöneticiler, halk kesiminden neden kaçmaya çalışacaklardır:
“(Hesap gününde) Azabı (ve hak ettikleri cezayı) gördüklerinde, (dünyada iken) kendilerine tâbi olunan (ama Hakka ve halkına hıyanette bulunan lider ve öncü) kimseler, (maddi ve manevi va’adlere aldanarak) peşlerine takılan kesimlerden uzaklaşıp kaçmaya (çalışacak) ve aralarındaki bütün bağlar ve tanışıklıklar yokmuş ve kopmuş gibi davranacaklardır.
Bunun üzerine (böylesi zalim ve hain yöneticilere) uyanlar: ‘Keşke bir kere daha (dünyaya dönme) fırsatı verilseydi de, (orada bizi aldatıp,) şimdi bırakıp kaçtıkları gibi, biz de onlardan uzaklaşıp (Hakk elçilere, adil ve asil davetçilere destek çıksaydık!)’ diye (pişmanlık duyacaklardır). Böylece Allah onlara (zalim ve hain yöneticilere ve peşlerinden gidenlere; hayatları boyunca) işledikleri bütün amellerini, (ibadet ve hizmetlerini) çok derin bir hasretlik ve pişmanlık olarak gösterecek (milyonlarca insanın ezilmesine ve sömürülmesine vesile oldukları için, yaptıkları hayır ve hasenatlarına rağmen cehenneme girecekler)dir ve onlar artık ateşten çıkamayacaklardır.” (Bakara: 166-167)
Siyasi şuur ve sorumluluk taşımayanlar, ahirette pişman ve perişan olacaklardır!
“(Dünyada Siyonist Yahudiler gibi ğadaba uğramış ve emperyalist Hristiyanlar gibi sapıtmış zihniyet ve şahsiyetlere ve bunların işbirlikçilerine ve diğer tüm zalim münkir ve müşriklere uyarak, İslam’ın özünden ve Kur’an’ın izinden uzaklaşarak, doğrudan veya dolaylı biçimde küfre ve kötülüğe bulaşanların, cehennemde) Yüzlerinin (ve tüm bedenlerinin) ateşte çevrildiği gün: ‘Eyvahlar-yazıklar olsun bize! Keşke Allah’a itaat etseydik. Ve Resulüne uyup peşine gitseydik’ diyerek (pişmanlık duyacaklardır).
Ve diyecekler ki: ‘Ey Rabbimiz! Gerçekten biz ‘Sadat’ımıza (bazı tarikat ve maneviyat rehberlerimize ve hoca efendilerimize) ve ‘Kübera’mıza (devlet, siyaset ve servet büyüklerimize aldanıp haksız ve ahlâksız işlerine) itaat ettik. (Bu iki sınıfın vaazlarına ve va’adlerine inanıp peşlerinden gittik. Onlar ise bizim iyi niyetimizi ve teslimiyetimizi istismar edip, bizleri kâfir ve zalim sistemlere peşkeş çekip aldatmışlardı.) Böylece onlar bizi Hakk yoldan saptırmışlardı.
Ey Rabbimiz! Şimdi onlara (talebelerini ve tâbilerini hain ve zalim güçlere peşkeş çeken hoca efendilere ve dünyası için davasından dönen siyasetçilere, dünyamızı ve ahiretimizi mahveden bu din ve devlet büyüklerimize, bize vereceğin) azaptan iki katını ver ve onları büyük bir lanetle kahret’ (deyip kurtulmaya çalışacaklardır).” (Ahzâb: 66-67-68)
İktidarlarla halk tabakasının, ahirette birbirini suçlamaları:
“(… Şeytani inatları ve bozuk fıtratları yüzünden akılları yattığı halde, bile bile Kur’an’ın adalet hükümlerini ve ahlâki prensiplerini inkâr ve itiraz eden) Zalimleri, Sen Rableri huzurunda (yaptıklarının hesabını vermek üzere) tutuklanmış vaziyette (iken) eğer bir görsen! (Ki o zalimler: a- İmkân ve iktidarlarıyla kibirlenip büyüklük taslayan yönetici tabakası, b- Ezilen, sömürülen ve sindirilerek zayıf ve çaresiz bırakılan, ama gaflet ve cehaletle yine de zalim yöneticilerin peşine takılan halk tabakası olarak iki kısımdır.) Bunlar birbirlerini (suçlayıp) karşılıklı söz döndürüp laf dalaşı yaparak; müstaz’af zalimler, müstekbir zalimlere derler ki; ‘Eğer siz (başımızda) olmasaydınız (iktidar konumunda iken adil ve ahlâki esaslara göre davransaydınız,) herhalde bizler de (Hakka inanan ve hayra uyan) mü’min kimseler olacaktık. (Hain güçlerden ve şeytani çevrelerden de destek alarak; faiz ve sömürüye dayanan ekonomik sisteminizle… Ahlâki ve manevi değerlerden yoksun eğitim düzeninizle… Baskıcı ve barbar yönetim ve yöntemlerinizle bizleri yoldan çıkardınız. Ey Rabbimiz, asıl suçlu ve sorumlu olan bu gaddar ve hilekâr idarecilerimizdir!’ deyip kurtulmaya çalışacaklardır.)
(Bunun üzerine büyüklük taslayan) Müstekbir (ve mücrim yöneticiler), müstaz’af (zayıf sayılan halk kesimine dönerek) şöyle diyecekler: ‘Size hidayet (rehberi Kur’an ve hakikat önderi Peygamber) geldikten (Hakka ve hayra davet edildikten) sonra, biz mi sizi ondan (İslam’ın adalet nizamından zorla) çevirip alıkoyduk? Hayır! (Fikirlerimizin ve fiillerimizin bâtıl ve bozuk olduğunu bile bile, hidayet yolunu değil, bizi tercih edip seçtiniz, sevdiniz ve desteklediniz…) Aslında siz mücrim (suçlu ve hain) kimselerdiniz!..’
(Bu sefer zayıf bırakılan ve baskı altında tutulan) Müstaz’af (halk kesimi, imkân ve iktidar sahibi olan kibirli ve yetkili) müstekbirlere (dönüp) diyecekler ki: ‘Hayır! Sizler gece-gündüz (basın-yayın, televizyon ve internet yoluyla, kanun ve karakol zoruyla) hileli (ve tehlikeli) düzenler kurup, bizim Allah’ı (Kitabını ve bazı kanunlarını terk ve) inkâr etmemizi, (haksızlık ve ahlâksızlığa yönelmemizi ve hatta, düşünce ve davranışlarımızı yozlaştırıp ve sizleri putlaştırıp) O’na eş ve denk (kimseler) kılmamızı emrediyor (devlet ve hükümet gücüyle bizi sapkınlığa sürüklüyor)dunuz!.. (Evet, zulüm ve zorbalığa karşı çıkan şuurlu ve onurlu bir Müslüman olmamızı istemiyordunuz.’ diyeceklerdir. İşte bu müstekbir yöneticiler ve müstaz’af halk kesimleri ortak oldukları zulüm ve günahlarının karşılığı olarak girecekleri cehennem) Azabını gördüklerinde; pişmanlık (ve perişanlık)larını içlerine atarlar. (Sonsuz ve kahredici bir nedamet ve hasret içinde kıvranıp dururlar.) Biz de inkâr (ve isyan eden zalimlerin ve onları seçip seven hainlerin) boyunlarına halkalar geçirip (cehenneme sokarız. Böylece dünyadaki küfür ve kötülüklerinin, haksızlık ve ahlâksızlığı desteklemelerinin karşılığı olarak hak ettikleri cezaya çarptırırız. İşte bu İlahi adaletin gereğidir.) Yoksa onlar (dünyada) yaptıklarından başkasıyla mı cezalandırılacaklardı? (Hayır, herkes akıbetini ve ahiretini kendi eliyle hazırlamakta, küfre ve zulme taraf olanlar cehennemi, İslamiyet ve istikamete tâbi olanlar ise cenneti elde etmektedir.)” (Sebe’: 31-32-33)

CÜBBELİ AHMET “BEL’AM”CIK’I VE MAHMUT EFENDİ YAKINLARINA UYARI!
FETULLAH GÜLEN DOSYASI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
Dünyanın Fikri Değişimi Türkiye’den, FİİLİ DEĞİŞİMİ İSE FİLİSTİN’DEN BAŞLAMIŞTIR!
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’A İFTİRALARI
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
Bakara 152 O halde (siz yalnız Bana itaat ve ibadet ederek devamlı) Beni zikredin ki; Ben de…
Olaylar perde arkasındaki gizli amaçlar hedefler,gizli birliktelikler. Erbakan proje ve sistemlerini hayata geçirecek bir lidere…
Zikr eyle Hakkı her nefes, Allah bes bâki heves, Pes gayriden ümidi kes, Tekrâr-ı zikrullah…
Özgür Özel “lağım kimdeyse devletimizce araştırılsın, tüm lağımlar ortaya çıkarılsın” diye gerçek bir kampanya başlatmak…
En yaygın manipülasyon doğruyu yanlışla harmanlayıp sunmaktır. Bunu gerçeği gizlemek için yapmaktadırlar. Sebeplerden bağımsız olarak…
Kalpler Seninle huzur bulur Hakkel yakin tadar çoşulur Fikir zikir ilminle nurlanır İlim amele dönmezse…
21. yüzyılda hedeflerine ulaşması için, siyonizmin ana vazifesi Akp iktidarını uzun süre ayakta tutmasıdır. Geçen…
Aziz Erbakan Hocamız ın "Akp ve yöneticileri zat'ül hareke(bağımsız hareket edebilen) değildir, bunlar at yarışı…
Gerçeği anlayamayalım diye üstünü örtme gayreti güdenler; ya fiile destek olup organizasyonun içinde olanlar ya…
Aziz Erbakan Hocamızın "bunların arasında fark yok" buyurduğu, Ahmet Akgül hocamızın herkes en net şekilde…