Yapay Zekânın Akıl Kısırlığı
ve
İMANSIZLIĞIN CEHALET KARANLIĞI
Yapay Zekâ asla aklın yerini alamayacaktır!
Yapay zekâ pek çok alanda; matematik, mekanik ve mühendislik araştırmalarında, farklı konulardaki bilgi birikimine ulaşma hususunda büyük kolaylıklar sağlayacaktır. İnsanları zaman, eleman ve imkân israfından kurtaracak fırsatlar sunacaktır. Ama bu yararları yanında çok tehlikeli ve tahrip edici zararları da konuşulmaktadır:
1- “Yapay Zekâ”lar çok büyük maliyet oranlarını ve 100 milyarlarca dolarlık yatırımları gerekli kılmaktadır.
2- Bunlar oldukça aşırı miktarda enerji = elektrik kullanmakta, zaten dünyada yetersiz olan dengeleri daha da sarsmaktadır.
3- Yapay Zekâlar çalışırken, yüksek oranda ve hızla ısınmakta ve bunları soğutmak için, zaten su kıtlığıyla boğuşan dünyamıza, ekstra su kullanma külfeti oluşturmaktadır.
4- Yapay Zekâ bilemediği sorulara, alâkasız yanıtlar uydurmakta, yani bir nevi “HALÜSİNASYON”lara = hayali kurgulara başlamaktadır.
5- Yapay Zekâlar, dolandırıcılık, sahtekârlık, iftira tuzakları ve ahlâksız görüntü yansımaları gibi temel insan haklarına aykırı icraatlarda kullanılmaya çok müsait durumdadır.
6- Yapay Zekâ yaygınlaşırsa, çok tehlikeli boyutta işsizliğe yol açacaktır.
7- Yapay Zekâlar giderek beyin tembelliğine ve yetenek körelmesine sebep olacaktır.
8- Yapay Zekâ, Siyonist ve Emperyalist zalim odaklarca; tüm insanlığı “uzaktan kumandalı robotlara” daha doğrusu, insanlığı “kökten köleler konumuna” taşıyacaktır.
9- Yapay Zekâlar, her ne kadar ileri ve gelişmiş teknolojiler olarak sunulsa da, aslında insan beynine göre oldukça ilkel ve geri konumdadır. Çünkü insan beyninin en önemli fonksiyonlarından olan “kıyas ve muhakeme = karşılaştırma, doğru ve adil karar alma” kabiliyeti yapay zekâlarda bulunmamaktadır. Yani yapay zekânın gerçek anlamda aklı yoktur, vicdanı yoktur, maneviyatı ve sorumluluk hissiyatı yoktur, şefkat ve merhamet gibi duyguları ve duyarlılıkları yoktur. Bu nedenle hem kandırılmaya hem de şaşırtılmaya müsait durumdadır.
İnsan beyninin kapasitesi ve aklının yetenekleri evrenden de geniş kapsamlıdır!
Evren kuşkusuz çok geniştir ama, insan aklı evrenden de geniş donanımlıdır. İnsan aklının genişlemesi ise bilim ile olmaktadır. Böylece evrende görünmeyen nesneleri de görüp anlayan, ayrı boyutlardan sayısız evren dizisi olduğunu bulan, uzayın kuvvet alanlarının ve görünmeyen karanlık gök kapılarının erişilmez bölgelerine uzanan ve böylece tüme varan BİLİMSEL DÜŞÜNCE yeteneği kazanmaktadır. Böyle bir düşünce ise en büyük nimetimiz aklın sayesinde harika ve hassas bir sonucu olan BİLİM ile mümkün olmaktadır.
Çünkü Allah “Kalemle yazmayı” ve insana bilmediğini de talim buyuran EL-ÂLİM’dir. Bilimin öğretilmesini de öğrenilmesini de O emretmiştir.
Tarikat terbiyesi ve tasavvuf disiplini ile ve bilinen en hızlı hareket eden RUH ve AKIL vasıtasıyla, tayy-ı zaman ve mekân (zaman ve mekân kayıtlarını aşmak, Bak; Enbiya: 104, Zümer: 67) sayesinde evreni dolaysız keşfeden evliyalara “susması = sırlarını saklaması” yaraşır; evreni dolaylı olarak bilimle keşfeden bilginlerin ise “susmaması = bilimsel gerçekleri yazıp konuşması” lazımdır. Yazılarımızın ve kitaplarımızın bir başka amacı da bu yükümlülüğü yerine getirmektir.
İslam’ın ilk emri “Oku”maktır. Allah’ın adıyla yani Allah’ı araştırarak, Kâinat ve Kur’an Kitabından okuyarak aklen bulma yoluyla anlamaya çalışmaktır.
Bilim denen şey, aynı zamanda bir sonsuzluk kulesine tedricen tırmanmaktır. O kulenin ARŞ denen tavanında ne olduğunu merak edip anlamaya çalışmaktır. Bizler bu kulenin ARZ denen tabanında o kadar küçük irade sahibi biri olmamıza rağmen, aklımız bu gerçekleri araştırmaktadır. Ancak bu kulenin girişinde şöyle bir hadis bizi önceden uyarmaktadır:
“Allah’ın Zatı üstüne değil; yarattıkları üzerinde düşünüp yoğunlaşın!..” (Âclûnî – Keşfü’l Hafâ 1/357)
Böylece imkânsızlığın ardına geçmek, yani evrendeki farklı zaman ve mekân boyutlarında gezinmek için önümüzdeki rehberimiz KUR’AN-I KERİM’dir, bilimin yol göstericiliğidir.
Elbette, ALLAH’ın bilim hazinesindeki nasibimize ulaşmak öyle kolay değildir, ama gerçek bir bilgin bu zorluğu kolaylatabilmektedir. Çünkü bilgin eğer “Müslüman” olmuş ise artık “âlim” olmaya başlamış demektir. Müslüman bilginin ana kitabı ise kuşkusuz Kur’an-ı Kerim’dir.
Bu bağlamda Allah için yapılan çabaların, Allah’ın hoşnut olduğu kavramların en başında İLİM ve onun kaynağı Kur’an ve Meal-i Kerim gelmektedir. Öyleyse şimdi “Allah için ilim öğreniyorum” diyerek; Meal-i Kerim’e yoğunlaşmamız gerekir. Çünkü bilim; Allah için yapılanların en zahmetlisidir, gizli hazinenin bilinmesi için en önemlisidir.
Akıl, bilgi, kültür, inanç sahibi mü’min bir kişi olarak, bu dünyada ne alırsanız o kişilikle sonsuzluğa gideceksiniz. Evet, herkes kaldığı yerden devam etmek üzere dirilecektir. Şehit; akan kanıyla ve siz, dünyadaki bilgi-görgü donanımınızla ve şimdiki düşünceniz ve meşguliyetiniz neyse onunla dirileceksiniz, çünkü kabirden sonra orada kişilik değişikliği olmayacaktır. Yani, “canı çıkmış, ama huyu çıkmamış” olarak siz, siz olarak kabirden mahşere kalkacaksınız!..
Kopan film böylece yeniden bağlanmış olacak ve kaldığımız yerden, iyi-kötü mizacımız ve mizanınız, yani ayarınız, ahlâkınız ve amacınız neyse o davranışa göre değer bulacaksınız. O halde dünyadan bilim, irfan, âdab ve erkân elde etmeye ve onu götürmeye bakmalıyız.
Bilim; Allah’ı düşündürür ve boş zamanınızdaki içinize sinmeyen olayları, yasakları, günahları yapmaktan alıkoyar.
Hadiste: “Bir saat tefekkür bir yıllık ibadetten hayırlıdır.” (Suyuti – Camiüs Sair 2/127)
İlim öyle bir hakikat ve hikmettir ki, imansızı, dinsizi ya da bâtıl dindeki bir kimseyi ebedi cehennemden, ebedi cennete götürecek kadar büyük sırlar içerir.
“Göklerin ve yerin kilitleri (ve bunların içerisindeki tüm varlıklar ve olaylarla ilgili hard disk misali, çok özel ve gizli bilgi hazinelerinin açılış şifreleri) O’nun (kudret elindedir. Anahtarları ise imanla birlikte akıl ve ilimdir). Allah’ın ayetlerine (karşı çıkıp bunlara itiraz ve) inkâr edenler ise; işte onlar, hüsrana uğrayanlardır.” (Zümer: 63) ayeti işte bu gerçeği haber verir.
“Araştıran Batılılar niçin Müslüman oluyor? Gerçek ve örnek bilim adamı nedir, kimdir ve ne düşünür, nasıl düşünür?” bunları da Milli Çözüm öğretir.
Evren nedir, sırları ve sınırları nelerdir? Niçin ve nasıl yaratıldı? Nasıl yok olacak? Yaratan yaratmadan önce ne yapıyordu? Yüce Yaratıcı’nın özelliği, niteliği, niceliği, Asrın Sahibi ve öğretileri nelerdir?
İyi, kolay ve sabırlı yoldan bir akış içinde bu soruların cevabı da Milli Çözüm’de ve hazırladığı Meal-i Kerim’dedir.
Evren çok ama çok geniştir. Ancak onun dışındaki Evren ise ondan milyonlarca kez daha geniştir ve trilyonlarca yıl boyunca ve uçak hızıyla bile oraya ulaşılması mümkün değildir.
Akıl ve Evren Kavramı
Bilinen ve keşfedilen Evren, bilinmeyen Evren’e nazaran, bir stadyumdaki belki de bir futbol topu kadar küçük sayılır.
“Kün = Ol!” emriyle iğne ucu gibi bir noktadan yaratılan Evren, Allah’ın dilemesi ve takdir etmesi ile sonra bir bilye, daha sonra futbol topu, sonra dünyamız kadar ve böylece sürekli genişleyerek, şimdiki akılalmaz devasa büyüklüğe ulaşmıştır.
İşte bu oluşu bir filme-videoya çektiğimizi varsayalım. Bu filmi yeniden (video bandı tersinden izlemek gibi) fakat ters olarak oynatalım.
O zaman Evren genişleyeceğine büzüşüp daralmaya başlamış olacaktır. Bu arada soğuyacağına ısınacak; kararacağına aydınlanacak, büyüyeceğine küçülmeye başlayacaktır. Bu durumda birbirinden uzaklaşan galaksiler de tersine birbirine bitişmeye yanaşacaktır. Üstelik galaksilerin giderek küreleştiğini ve içlerinden birer “Kuazar” (aşırı parlak ve çok uzak yıldız adaları) çıktığını görecek ve şaşıracaktık. Artık yıldızlar yerine sadece ateş-enerji bulunacaktır. O dev süper-hiper-meta galaksi toplulukları (salkımlar) sadece birer süper Aknokta (Kuazar) olarak karşımıza çıkacaktır. İşte biz o kuazarlardan birine gitmeye niyetlenmiş olalım.
Evren ise kendi üzerine dolanan ve bu haliyle salyangoz kabuğunun spirali gibi, aynı zamanda “nabız” benzerinde impuls atmasıyla kendi üzerine dolanarak genişleyen bir yapıdadır.
“(Allah) Geceyi gündüze bağlayıp-katmakta, gündüzü de geceye bağlayıp-katmaktadır, (Dünya’nın dönüşünü şaşmaz bir düzene bağlamıştır;) Güneş’i ve Ay’ı emre âmade kılmıştır, her biri adı konulmuş bir süreye kadar (böyle uzayda) akıp durmaktadır. İşte bunları (yaratıp düzene koyan) Allah sizin Rabbinizdir; mülk O’nundur. O’ndan başka taptıklarınız ise, ‘bir çekirdeğin (beynin) incecik zarına’ bile malik olmayan (zavallılardır).” (Fâtır: 13) [Not: İnsan beyninin yapısı, her biri ayrı bir beyin gibi çalışan 100 milyarlarca NÖRON sinir hücresinin kendi aralarındaki irtibatı, yaşanan ve öğrenilmiş olan her şeyi kayıt altına alması; aynen uzaydaki 100 milyarlarca yıldız arasındaki insicamı (intizam ve intisabı) andırmaktadır. İşte bu Ayet-i Kerime, muhteşem kâinat düzeniyle, ince bir zarla sarılan insan beyni arasındaki benzerliğe işaret buyurmaktadır. Böylece aydınlıkla karanlıklar (ilim ve bilimle bağnazlıklar), yıldızlarla uydular, olgularla duygular bağlamına dikkat çekilmiş olmaktadır.]
Bilimin matematik hesaplarına göre eğer evren 16-20 milyar yıl yaşındaysa bu kabuk kendi üzerine 7 kez dolanmış, artık 8. dolanımını, iyice küreleştiği için yapamayacak hâle gelmiştir.
Zaten evrenin sıcaklığı 2,7 derece daha düşerse, kendi üzerine sarılarak dolanma ivmesi duracak, dev bir merkezi karadeliğe çökmek üzere genişlemesinin tersine hızla büzüşecektir.
Çünkü genişlemesi, yaratılış, patlama enerjinin itici gücünden kaynaklanmaktadır. O halde 16 ila 20 milyar yıl boyunca kendi üzerine 7 kez dolanmış evrenin bu durumuna “gökleri 7 kat olarak yarattığını” bildiren Nuh Suresi 15. ayeti ile işaret edilmektedir. Yolculuğumuzu bilgilendirme molalarına rağmen ışıktan hızlı gittiğini varsaydığımız uzay gemimizin rotasını önümüzdeki Kuazara hedeflediğimiz yerden sürdürdükçe, geçmişte o kadar geriye gitmiş olacağız ki, evrenin büyüklüğü önce dünya kadar, sonra futbol topu kadar ve sonra da bilye kadar küçülecek, ama evren hâlâ bize yine de ÇOK BÜYÜK gelecektir. Çünkü bu bilyacıkta tüm galaksi topluluklarının ve trilyonlarca yıldızın, ayrıca dünya ve ışık gemimizin bütün içeriği hazır vaziyettedir. Bindiğimiz, ışıktan hızlı giden uzay gemimiz de onun içindedir.
Böylece o kadar küçük bir noktaya ulaşırız ki, o minicik nokta, AKDELİK olup, “OL!” emrinin merkezidir.
Maddenin cehennemî bir enerji biçiminde olduğu bu AKNOKTACIK; en başta yaratılan bütün evrenimiz olup, aynı zamanda, “sonun başlangıcı; başlangıcın sonu” konumundadır.
Sonsuz küçük bir noktacık (kuant) olarak yaratılan bu evren, aynı zamanda evrenimizdeki en küçük uzay aralığıdır. Yani BÜYÜK İLE KÜÇÜK AYNI YERDE durmaktadır.
Allah’ın sonsuz ilmi ve kudretiyle, en küçükten en büyük yaratılabiliyor. Aynı zamanda “En uzak ile yakın” bitişik bulunabiliyor, aradaki uzay mesafesi ve zaman mesafesi sıfırlanabiliyor.
Üstelik bunların tümü “tekillik” denen bu mikro noktada boyutsuz ve bütün halinde durabiliyor.
Eğer ışıktan hızlı uzay gemimizle yolculuğumuzu sürdürebilseydik, bu en mini AKNOKTANIN içinden geçmiş olacaktık.
Planck sabiti; makro evrenin yerini mikro evrene bıraktığı madde ve enerjinin en küçük uzay aralığıdır.
Madde bu sabitin tavanında sonlanır ve tavan ile taban arasında “Kuant denen enerji noktaları” bulunmaktadır.
Biz, Süper Uzay’a çıkmadığımızı varsaysak, bu karadelikten dışarı evrene gitmeyi istesek bile, aslında bir karadelik, daima bizi yeniden yutacağından, yeniden göklerin ve yerin çizgilerine hapsolup kalacağız.
“Ey cinn ve ins(an) toplulukları! Haydi gücünüz yeterse, göklerin ve yerin (çevre) bucaklarından (ve sınır çıkışlarından) geçip gidin! Bunu ancak üstün bir güç ve kudretle (büyük servetlerle elde edilen yüksek bir teknolojiyle) başarabilirsiniz. (Yoksa öyle kolaylıkla engelleri-mesafeleri aşıp uzaydaki duraklara ulaşamazsınız.)” (Rahmân: 33) ayeti uzayda yolculuğun imkânsızlığına değil, SULTAN olarak tanımlanan çok üstün bir teknolojiyle bunun başarılacağına işaret buyurmaktadır.
Şimdi diyelim ki elimizde ışık hızını aşacak böyle bir “Sultan Güç” bulunmaktadır!
Uzay gemimizi “takyon” denen soyut Nûr’dan imâl ettiğimizi varsayalım ve madde-enerji (Nâr) kaydından çıktığımızdan ve çekim etkisi dışı kaldığımızdan, bizi öldüresiye geri çeken karadelikten kurtulabildiğimizi düşünmeye başlayalım.
O zaman karadeliğin ucundan çıktığımız bu evren, bizim yola çıktığımız şimdiki evrenimiz olacaktır! Yani, dev ve kocaman boyutlarıyla genişlediğini bildiğimiz evrene, geldiğimiz yere dönmüş durumdayız! Eğer evren ışık hızından büyük hızla genişliyorsa, biz o uzakları hiçbir zaman yakalayamayacağız. Ama eğer biz evren genişlemesinden daha hızlıysak o zaman evrenin geleceğine geçebilme şansımız vardır. Yani uzay aracımız ışık hızını aşabiliyorsa, evrenin geleceğine geçmemiz için ön şart hazırdır. Dolayısıyla evren gezintisine çıkarken yerde bıraktığımız (örneğin ikiz bir kardeşimiz olduğunu varsayalım) yaşıtımızdan biz daha genç kalacağız, dolayısıyla akranımızın ve evrenin geleceğine gitmeyi başaracağız.
Kaldı ki, zamanda ileri gitmek kaydıyla çıktığımız bu küre dışı yolculuk, bizi zamanın sonlandığı ve artık onun ötesinde bildiğimiz anlamda bir geleceği olmayan bitişe götürüp, bizi ve uzay gemimizi kıyamete teslim etmiş olacaktır.
Evrenin dışının tanımı için bu yolculuğumuzu “ışıktan hızlı” vitesine takmamız gerektiğini tekrar hatırlatalım. Şimdi artık ışıktan hızlı gitmeyi deneyelim bakalım!
Bu durumda iyice çaresiz kalacağız. Çünkü ışık hızı aşıldığında ZAMAN TERSİNE çalışacaktır. (Negatif zamanı)
Diyelim ki cuma günü yola çıktık: Ertesi gün cumartesi değil; perşembe olacaktır. Yarın yerine “Dün” ile karşılaşmış, yaşlanacağımıza gençleşmiş, yola bile çıkmamış olduğumuz bir gün önceye döneceğimizden henüz yola çıkmamış olacağız. Bu da hiçbir mesafe almadığımız anlamını taşır. O durumda evren, henüz genişlemediği o yerlere bizi götürmeyecek, “Dün” denen geçmişimize iade etmiş olacaktır. Çünkü Işık hızını her aşma girişimimizde evrenin kıyısından, düne itelenmiş olacağız ve ASLA EVRENDEN DIŞARI ÇIKAMAYACAĞIZ.
Işık hızlı aracımızın, her girişimimize rağmen bizi evrenin dışına taşımaktan âciz olduğunu anlayacağız. Bilinmeyen evrenlere ulaşmak ve evrenin genişlemesini durdurmak gibi “inanılmaz” avantajlara rağmen, bir türlü “zaman duvarını” aşamamış olacağız. Mekânı aşmayı her ne kadar kolaylattıksa da hep zamana takılıp kalacağız!?
Takılmamızın nedeni çok basit: Çünkü evrenin dört boyutlu çerçevesine saplandık kaldık ve dolayısıyla evrenin dışına çıkamadık. O halde, bir üst boyuta ihtiyacımız vardır: BEŞİNCİ BOYUT’a… (Takyon Teoremi uyarınca)
Eğer dört boyutlu uzay-zaman boyutundan dışarı çıkmak istiyorsak o zaman BEŞİNCİ BOYUT’a terfi etmemiz şarttır. Bu da Rahmân Suresi’ndeki 33. ayetin kozmolojik sırrındandır.
“EY CİN VE İNSAN TOPLUMLARI, GÜCÜNÜZ YETERSE GÖKLERİN VE YERİN AKTAR (çaplar)INDAN DIŞARI ÇIKINIZ… ANCAK SULTAN (Ekstra bir güç) OLMADIKÇA KAÇAMAZSINIZ!..”
Aktar (Kutur = çapın çoğulu) burada bizim “uzay zaman” dediğimiz esir çizgilerinin boyutlar hapishanesi olmaktadır.
Bu iki boyutlu mahşerden üçüncü boyuta bir geçişi ise SULTAN kavramı vermektedir. Sultan; aynadaki görüntünün o yüzeyden dışarı çıkmasını başaracak teknolojik üstünlük anlamındadır.
Gazeteye basılmış bir insan resmi ya da aynadaki görüntümüz oradan dışarı çıkamaz!.. Evren balonunun yüzeyine bir resim gibi yapışmış olan bizler de o “aktardan” dışarı çıkamayız.
Her ne kadar bir kürenin içi-dışı ya da yukarısı (yer ya da gök) içinde yaşıyorsak da AKTAR denen uzay-zaman çizgilerinden oluşan boyutlara yapışmış kalmışızdır.
Evreni gittikçe şişen bir balon gibi düşünürsek, biz bu balonun içinde-dışında değil; tam yüzeyinde bulunmaktayız. 300 milyar kadar galaksiden oluşan “Müzeyyen Semâ” katmanı sadece bir yüzeydir. Tıpkı süslü bir masa örtüsü gibi!
Bu demektir ki, dünya yüzeyindeki tarlamız, arsamız gibi evren yüzeyi de iki boyutludur. Nasıl ki kuşlar bu iki boyut dışında üçüncü boyutta uçuyorlarsa, evrenin de dışına çıkmak için ekstradan bir boyut lazımdır.
Ne madde (İnsan) ne enerji (Cin) olmamız, bizi bağlı olduğumuz uzay-zamanı dört boyutlusundan kurtaramayacaktır. Ancak “SULTAN” diye adlandırılan beşinci bir boyut ya da soyut bir tünel olmadıkça her çaba boşunadır!
Mahşer meydanının kalınlığı da elimiz Güneş’e, ayağımız mezarımıza değecek kadar incedir. Pratik olarak bu bir ayna kalınlığı gibidir. Aynadaki görüntü sahte derinliklidir. Aslında görüntü ve resim gibi aynaya sıkışmış, oradan dışarı çıkamamaktadır. Görüldüğü gibi evrenin dışına çıkmak giderek imkânsızlaşıyor.
Buraya kadar yazdıklarımızı okuyanlar kuşkusuz bizi “çok müşkülpesent” bulacak, “atı yokuşa sürdürüyor, bizleri evrenin dışına çıkarmamak için lafı dolaştırıp duruyorsunuz” demeye başlayacaklardır.
Evet; evren dışına çıkmak için karadeliklere başvurmamız lazımdır. Çünkü karanoktalar evrenimiz dışına açılan Ahiret Tünelleri, yani başka evrenlerin ve göklerin kapılarıdır.
İşte burada evren dışına ve İlahi Yaratılış Harikalarına rücu edeceğimiz veya manevi-akli MİRACA gideceğimiz BAB’ÜS SEMA = Gök Kapısı – SULTAN NİZAMİYE’si karadeliklerin ilmini bilmek şarttır.
Evet İSLAM ve O’nun Kutlu Kitabı KUR’AN hem medeniyet tekâmüllerinin hem de en yüksek teknolojilerin kaynağıdır. İşte bu nedenle Erbakan Hocamız: “Siyonizm’in-Deccalizmin Zulüm Saltanatı Orijinal ve Yüksek Teknoloji harikalarıyla yıkılıp hizaya sokulacaktır” buyurmuşlardır.
Bu vahiy yoluyla gelen Kur’an, âdeta bizimle konuşmaktadır. Çünkü O “Akl-ı Küll” sahibi ve ÂLİM bir Yaratan’ın kelâmıdır. Kâinat bir nevi bir kozmik sibernetik denetim altındadır. Sanki İlahi bir kompüterle evren yönetiliyor durumdadır. Bu gerçekleri öğreten Kur’an’dır ve Onu her şeyi bilen Allah buyurmuşlardır. Artık Vahiy, verici telsizden alıcıya iletilmiş durumdadır. Kutlu alıcı, yani Allah’ın Resulü (SAV) Üsve-i Hasene Hz. Muhammed Salâtüsselam (daha namaz bile farz olmadan, daha içki-uyuşturucular yasaklanmadan) ilk emirler arasında hep sahabesine “BİLİMİ” tavsiye ediyor, Kâinat ve Kur’an Kitabını okumalarını öğretiyorlardı. Hatta onlardan biri “Ya Resulüllah” demişti, “Bilimi niçin bu kadar çok tavsiye ediyorsunuz, bilim Kur’an’dan da efdâl midir?” ve Allah’tan başka kimsenin konuşturmadığı Resulüllah şöyle yanıtlıyorlardı:
“HİÇ İLİMSİZ KUR’AN OLUR MU?”
Önceleri bu tavsiye tutuldu ve İslam kısa sürede öyle bir uygarlık meydana getirdi ki, birkaç kuşak öncesine kadar bizim atalarımız bile Avrupa Üniversitelerinde okutulan İslam yazarlarının ders kitaplarından yetişiyordu.
“Bilim (Hikmet) mü’minin kayıp malıdır, kim bulursa onu alsın” diyerek, günün birinde bilimden yoksun ve yoksul kalacağımızı Allah Elçisi bize kara haber olarak bildiriyordu. Oysa İslamiyet tümden bir bilim ve hikmet dini olarak ortaya çıkıyordu.
Gerçekten de bilim, kim sarılırsa onun malıdır: Nitekim onu unutan İslam âlemi duraklamaya ve gerilemeye yüz tutarken, fırsatçı Avrupa ve Batı, özünü kavrayamadığı Kur’an’dan aldığı bazı bilgilerle Çağdaş Bilimini ve bunun türevi teknolojik darbesini, Endüstri Devrimini gerçekleştiriyordu.
Asr-ı Saaadet’te, Efendimizden sonra, grupların temsilcilerinin ve kabile reislerinin seçimiyle gerçekleşen temsili demokrasi cinsinden halifeliği; giderek babadan oğula kalan saltanata çevirerek, arabesk rehavetle miskinleşen, gereksiz politik ve fıkhî çekişmeler içinde pozitif bilimlere sırt çeviren ümmetinin, Batılılara ve Bâtıl kafalılara mecbur ve mahkûm olacaklarını Peygamberimiz asırlar öncesinden uyarıyorlardı. “Veren el, alan elden üstündür!..” hadisinin dolaylı uyarısına rağmen, bugün müspet bilimlerden teknolojiye, faizli krediden (yani borç dilenmekten) silah sistemlerine, hatta gıda maddelerinden et ve süt ürünlerine her şeyi Avrupa ve Amerika’dan almaktan utanmayan kafaların, kof dindarlık numaraları hiçbir işe yaramamaktaydı.
Hz. İsa’nın Zuhuratı!..
Uzay ortamında bir kozmik günün “bin dünya yılı” olması nedeniyle, Hz. İsa’nın bir tek günde “Yukarı” alınması ve bir günde de iade edilip dünyaya geri yollanması ile kendisinin iki gününe karşılık dünyada 2000 yılın geçmiş olacağını, uzay-üstü-uzaydaki kutlu makam ve mekânda iki günlük bir beklemeye alındığını söyleyenler haklıdır.
Kur’an-ı Kerim Hacc Suresi 47. Ayet-i Kerimesinde:
“Şüphesiz Senin Rabbin katında bir gün, sizin (dünyada) saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir!” buyurulması, bu kanaatimizin kanıtıdır!
Bu dönemi “hemen gidip-gelmek” kaydıyla 2000 yıl olarak düşünenlerin, Hz. İsa’nın dönüp görevine başladığını söylemeleri doğaldır. Verdiğimiz takvim elbette tahmini rakamlardır. Eksisi-artısıyla Hz. İsa’nın zafer zamanı, Hz. Mehdi’nin dünyadan ayrılış sonrasıdır.
Hz. İsa’nın sırrı, Kur’an’daki ilgili ayetlerde saklıdır. Göklere gidiş-gelişi sırasında bize göre 2000 küsur yıl fakat kendisine göre “iki gün” geçmiş olacaktır.
Buna göre Resulüllah’tan (SAV) 571 sene öncesinde doğmuşlardır, ama kendi isteği üzerine Peygamber olmayacağı dönüşüyle, Hz. İsa’nın ölümü Resulüllah’tan 1450 sene sonrasında vuku bulacaktır.
Böylece “Son Peygamberimizin Hz. Muhammed (SAV) olması” kuralı da bozulmayacaktır. Okuyucularımızın, Hz. İsa’nın ayet ve hadislerle vaat buyrulan ve on büyük kıyamet alâmetlerinden biri sayılan yeniden gelişini “Peygamberlik” saymamaya çok dikkat etmeleri lazımdır.
Rabbimiz, Hz. Muhammed (SAV) için “Resul = kitap getirenlerin sonuncusu” dememiş, “Enbiya = tüm Peygamberlerin sonuncusu” buyurmuşlardır. Anlaşılan, Hz. İsa (AS) bir nevi Hristiyanlaşmış ve Ehli Kitap halini almış Müslümanları gerçek İslam’la tanıştıracaktır. İkinci görevi ise tüm tevatür hadislerde yer alan ve “Mehdi Resul” diye anılan Hz. Mehdi’nin program ve projelerini uygulamak ve Siyonizm’in zulüm saltanatını yıkmaktır.
Evrende her şey çifttir ve zıddı ile kaimdir. Buna göre gelecekte bir Peygamber (Hz. İsa) geçmiş, hâl ve gelecekte var olacak olan iki Rahmani Zaman Yolcusu, (Hz. Hızır ve Hz. Lokman) ve bir de geçmiş ile geleceği devralan (Neden ucundaki Hz. Zulkarneyn’i temsilen sonuç ucundaki Hz. Mehdi ile) birleşeceklerdir. (En doğrusunu Allah bilir.) Bu Rahmani ilahi gruba karşı zulmani – şerli karşıtları bulunmaktadır:
Bunlardan iyilik Mesihi Hz. İsa’nın negatifi olan kötülük Mesihi Deccal (paralel evrenin kozmik sihirbazı ve Armageddon kışkırtıcısı), Yecüc-Mecüc (Gog&Mog = Yeti ve Metiller, Zaman Seddi Irkları) ve bizzat İblis (Şeytanın da kendisi) ile Sufyanistler (yobaz gerici, taklitçi, mezhepçi ve saltanat takipçileri ve Siyonist işbirlikçileri) aynı saftadır. Bunları, ilerici ve Asr-ı Saadetçi olan Mehdistler (Hz. Mehdi’nin sadık talebe ve takipçileri) yenecek ve Kutlu Zafere ulaşacaktır.
Siyonistleri ve işbirlikçilerini Hz. Mehdi açığa vurduktan sonra, Deccal’in Hz. İsa tarafından öldürüleceği aktarılmıştır. Böylece Kudüs’ün yeniden fethi gerçekleşmiş olacaktır.
“(Bunun üzerine) Bu korkaklar (ve kolaycı kaypaklar) arasında bulunup da, Allah’ın kendilerine nimet (fazilet ve gayret) verdiği iki kişi, (İsrailoğullarına dönüp şunları) söylemişti: ‘(Korkaklığa ve kahpelik yapmaya yönelmeyiniz, gevşeklik göstermeyiniz. Kutsal vatanınızı işgal eden zalim ve zorba topluluğun) Üzerine kapıdan (cepheden ve cesaretle hücum edip) giriniz. Ona (oraya) böyle (bir gayret ve hareketle, kutlu Filistin’e ve Kudüs’e) girerseniz, şüphesiz (artık) siz galipsiniz (ülkeye sahip, zalim güçlere hâkim konuma geleceksiniz). Eğer (sahte değil samimi) mü’minlerseniz, sadece Allah’a tevekkül ediniz (şeytani kuşku ve kuruntularınızın peşinden gitmeyiniz)!’” (Maide: 23) [Not: Bu ayet, tarihi gerçekleri ve kaderin hikmetini tespit eden bir mucizedir. Çünkü Asr-ı Saadet’ten günümüze; Emeviler, Selçukiler ve Osmanlılar döneminde Kudüs-i Şerif Müslümanların idaresinde iken, dünya hâkimiyeti ve galibiyeti de onların elindedir. Ve inşaallah yeni bir galibiyet ve hâkimiyet dönemi, İsrail’in defedilmesi ve Filistin’in yeniden fethiyle gerçekleşecektir.]
Hz. Musa’nın sabırsızlığını 3 kez uyaran Zat, Hz. Hızır’dır. Neml Suresi 40. ayette geçen Sebe’ Kraliçesi Belkıs’ın tahtını, daha teklifini açıklarken getiren “Âlim” ise, tefsirlerde bizzat Hz. Süleyman ya da veziri Âsaf olarak gösterilmesine rağmen; kaynak hadislere ve “Ledünni” bilimlere göre, bu zat aslında doğrudan Hz. Hızır’dır.
İsrail yok olacak, Siyonizm’in-Emperyalizm’in zulüm saltanatı yıkılacaktır!
Çünkü bu gerçeği duyuran ve buyuran Yüce Kur’an’dır:
“Biz Kitapta (Levh-i Mahfuz’da -kader programında-, olacakları önceden bildiğimizden) İsrailoğullarına şu hükmü verip (kararlaştırdık): ‘Muhakkak siz yer(yüzün)de iki defa (çok yaygın ve azgın bir fesatlıkla) bozgunculuk çıkaracaksınız ve muhakkak büyük bir kibirleniş-yükselişle böbürlenip şımaracaksınız. (Ekonomik, askeri ve siyasi gücü ele geçirecek ve bölgeye hükümran olacaksınız. Ne var ki bununla şımaracak; haksızlığa ve ahlâksızlığa başlayacaksınız.)’
Nitekim (bunlardan) ilk vaid (birinci azgınlığınızı cezalandırma vakti) geldiği zaman güç ve şiddet sahibi kullarımızı (İslam kaynaklarında Buhtunnasr, Batılılarca Nabukadnezar denen komutanı ve ordularını) üzerinize gönderdik de sizi evlerin aralarına kadar girip araştırıp (buldular, yurtlarınızı ve zulüm saltanatlarınızı yıktılar). Bu yerine getirilmesi gereken bir sözdü (ve tarihte aynen gerçekleşmiş bulunmaktaydı.)
Sonra size tekrar ‘güç ve kuvvet sağlayıp onların (insanların) üzerine geri döndürmüş olacağız’, size mallar ve çocuklarla destek çıkacağız, (karşılıksız dolarla ve masonik organizasyonlarla Siyonist sömürü saltanatını kuracaksınız) ve sizin cemaat ve teşkilatınızı da (etkinleştirip) çoğaltacağız. (Örneğin, BM ve NATO gibi kuruluşları güdümünüze alıp söz sahibi olacak ve kötü amaçlarınız için kullanmaya kalkışacaksınız!..)
İşte (böyle bir durumda) şayet iyilik (ve adalet) ederseniz, kendi nefsinize (ve menfaatinize) iyilik olacaktır. Yok, eğer kötülük (ve zulüm) ederseniz, o da kendi aleyhinize (sonuçlar doğuracaktır. Ama siz maalesef yine zulüm ve kötülük yoluna sapacak, elinizdeki ve emrinizdeki imkân ve iktidarları Siyonist hayallerinizi ve şeytani niyetinizi gerçekleştirmek için korkunç bir haksızlık ve ahlâksızlık yolunda kullanacaksınız. Dünya’yı savaş ve soygun alanına çevirecek ve insanları birbirine kırdıracaksınız.) Arkasından bu sonuncu (sapkınlık ve şımarıklığınızı cezalandırma) zamanı gelince, (size öyle Mü’min ve Mücahit kullarımızı göndereceğiz ki) yüzlerinizi kötüleştirsinler (servet ve saltanatınızı yıkıp sizi dize getirsinler, yüzlerinizi yere sürdürsünler) ve ilk kez girdikleri (Buhtunnasr veya Hz. Ömer döneminde Kudüs’ü fethettikleri) gibi tekrar yine Mescid’i (Aksa’ya) girsinler ve ele geçirdikleri (hainleri, katilleri ve mel’ânet merkezleri)ni mahvu perişan etsinler. (Böylece Siyonist saltanatınıza son versinler ve İsrail denen beşeriyet bünyesindeki kanser urunu kesip temizlesinler. Ey Beni İsrail, bu Allah’ın va’adi ve tehdididir ki, mutlaka yaşayacaksınız!)” (İsrâ: 4-5-6-7)


Yazı çok beklediğim bir yazıydı, Üstat Ahmet Akgül ve yazar kadrosuna candan teşekkürler!
Şu kısımları çok çok mühim;
1- “Yapay Zekâ”lar çok büyük maliyet oranlarını ve 100 milyarlarca dolarlık yatırımları gerekli kılmaktadır.
2- Bunlar oldukça aşırı miktarda enerji = elektrik kullanmakta, zaten dünyada yetersiz olan dengeleri daha da sarsmaktadır.
3- Yapay Zekâlar çalışırken, yüksek oranda ve hızla ısınmakta ve bunları soğutmak için, zaten su kıtlığıyla boğuşan dünyamıza, ekstra su kullanma külfeti oluşturmaktadır.
4- Yapay Zekâ bilemediği sorulara, alâkasız yanıtlar uydurmakta, yani bir nevi “HALÜSİNASYON”lara = hayali kurgulara başlamaktadır.
5- Yapay Zekâlar, dolandırıcılık, sahtekârlık, iftira tuzakları ve ahlâksız görüntü yansımaları gibi temel insan haklarına aykırı icraatlarda kullanılmaya çok müsait durumdadır.
6- Yapay Zekâ yaygınlaşırsa, çok tehlikeli boyutta işsizliğe yol açacaktır.
7- Yapay Zekâlar giderek beyin tembelliğine ve yetenek körelmesine sebep olacaktır.
8- Yapay Zekâ, Siyonist ve Emperyalist zalim odaklarca; tüm insanlığı “uzaktan kumandalı robotlara” daha doğrusu, insanlığı “kökten köleler konumuna” taşıyacaktır.
9- Yapay Zekâlar, her ne kadar ileri ve gelişmiş teknolojiler olarak sunulsa da, aslında insan beynine göre oldukça ilkel ve geri konumdadır. Çünkü insan beyninin en önemli fonksiyonlarından olan “kıyas ve muhakeme = karşılaştırma, doğru ve adil karar alma” kabiliyeti yapay zekâlarda bulunmamaktadır. Yani yapay zekânın gerçek anlamda aklı yoktur, vicdanı yoktur, maneviyatı ve sorumluluk hissiyatı yoktur, şefkat ve merhamet gibi duyguları ve duyarlılıkları yoktur. Bu nedenle hem kandırılmaya hem de şaşırtılmaya müsait durumdadır.
ŞEYTANIN EMRİNDEKİ YAPAY ZEKA HAKKIN EMRİNDEKİ YAPAY ZEKA İLE BAŞ EDEMEZ!
İnsanoğlu kendi ürettiği ve geliştirdiği çeşitli algoritmaların ortaya koyduğu yapay zeka gibi sanal bilgileri toplayan sistemin hiç bir zaman Kur’anın sonsuz hikmet ilimlerinin yanında hiç bir geçerliliği ve özelliği yoktur.Rabbimizin Peygamberlerine ve Evliya kullarına bahşettiği ilmi derinliklerin sonu yoktur. Bunların zaten çoğu gizli ve sır olarak kalmaktadır..Yapay zeka ise ortaya çıkan bilgilerin havuza toplanmasıdır. Ve yok olması bir tek TEKNOLOJİK VİRÜSE bağlıdır.KUR’AN ise kıyamete kadar devam eden ve edecek olduğu bildirilen mucizedir.Ancak kullar bazı hakikatleri anlayabilsinler diye bir takım hikmetler aşikar edilmiştir.Bunlar bazı ayetlerde anlatılmıştır.KUR’AN bugün yeni ilmi gelişmelerle birlikte İLAHİ KELAM olduğu sonsuz bir ilmin yansıması olduğu ortaya çıkmaktadır.
1. Hz. İbrâhim, Bâbil hükümdarı Nemrud tarafından ateşe atılmış, ateş onu yakmamıştır.[1]
2. Hz. Sâlih’in, Semûd kavminin isteği üzerine bir deve getirmesi, ancak Semûd kavminin uyarılara rağmen deveyi kesmesi, buna karşılık Yüce Allah’ın müthiş bir depremle onları yok etmesi.[2]
3. Hz. Yakup’un, uzun yıllar ayrı kaldığı oğlu Yûsuf’un gömleğini yüzüne sürmesi üzerine, görmeyen gözlerinin görür hâle gelmesi.[3]
4. Hz. Musa’nın elindeki âsânın yılan haline gelmesi ve Fir’avun’un sihirbazlarının ip ve sopalarını yutuvermesi,[4] elini koynuna sokup çıkardığında elinin eksiksiz ve bembeyaz olması,[5] düşmanın arkadan sıkıştırdığı sırada asâsını denize vurunca denizin yarılıp, İsrâiloğulları’nın açılan denizden geçmesi, Firavun ve ordusu geçeceği sırada denizin kapanmasıyla onları boğması.[6]
5. Hz. Süleyman’ın emrine verilen rüzgârla, gidiş ve dönüşü birer aylık yolu bir günde katetmesi,[7] Yemen’de bulunan kraliçe Belkıs’ın ünlü tahtını göz açıp kayıncaya kadar Kudüs’e nakletmesi,[8] bir kuşla konuşması,[9] karıncanın konuşmalarını işitmesi.[10]
6. Hz. İsâ’nın Allah’ın izniyle çamurdan kuş yapıp, üfleyince kuşun canlanması ve uçup gitmesi, ölüleri diriltmesi, anadan doğma körü ve alaca ten hastalığı olanı iyileştirmesi,[11] havârîlerin isteği üzerine gökten bir sofra indirmesi,[12] evlerde yenilen ve biriktirilen şeyleri haber vermesi.[13]
Peygamber efendimizin MİRAÇ HADİSESİ gibi mucizeleri ise ilmin zirvesi RABBİMİZİN dünyadaki en şerefli halifesi olduğunun göstergesidir. Bunlar için ayrı bir yazı yazmak gerekmektedir.O İlim deryasından günümüze gelen yansıyan muhteşem eserler bulunmaktadır.Muhterem Üstadımız AHMET AKGÜL’ün eserlerinin dikkatle defaatle okunması ve yaygınlaşması gerekmektedir.Rabbim kendilerinden razı olsun. RUHLAR-SIRLAR VE UZAYLILAR gibi özel eserlerinin merak edenlerce okumalarını tavsiye etmekteyim.
İnsanın düşünce dünyasında devrim yapan, ötelere götürüp getiren, kafa-kalbini yoğuran ve doyuran çok değerli bir makale. İlmin kaynağı Milli Çözüm Dergimize teşekkür ediyorum.
Kuran’ı Kerim kaynaktır. Uzaklaşıldığında manadan ve gerçeklikten kopulacak, derinleşildikçe ilmin kapıları, kainatın sırları açılacaktır. Rabbim nimetlerin şükrünü eda edebilmeyi bizlere nasip etsin.
“Eğer gökleri gezip, dünyanın üzerinde duran ışıklı çadırları görseydiniz,
Kaderin göklere bağlı olduğunu bilir, atomu kıyamet sebebi görmezdiniz.
Boşluk olarak gördüğünüz göklerin dünyadaki “Gizli İktidar”ını bilseydiniz,
Kainatın o eşsiz mimarına titreyerek secde eder, nefsinizden geçerdiniz.
Kendilerini Allah’a, Allah’ı kendilerine dost edebilmiş kişiler için âlemin bilinmezleri bilinmez değildir. Onlar dünyada görünseler de, göründükleri dünyadan çoh, âlem içindeki âlemlerdedir.”
Muhammed Muhtar Han
KUTLU DEĞİŞİMLE BİRLİKTE YENİ BİR DÖNEM BAŞLIYOR!
İlim ve bilim Kutlu Peygamberimizin dünyaya gelişi ve İslamiyetin doğuşundan sonra hızla gelişmiştir ve Allah, en temiz aklı Müslümanlara vermiştir. İlim, içtihad ve cihad ruhu ile kısa sürede İslamiyet hızla yayılmış, ilim ve bilimde dünya çok hızlı bir yol kastetmiştir. Batı ise 12. YY. da Müslümanlardan aldıklarını ancak iki asır sonra anlayabilmiş ve Müslümanların içtihad ve cihadı terketmesiyle son 4 asırda teknik ilerleme kaydederek, dünya hakimiyetini ele geçirmiştir ancak sadece zeka ve teknik ilerleme ile yola çıkan Batılılar, tıkanmıştır.
Kâinatın şifresi Kur’an-ı Kerim’de saklıdır. Batılılar, bazı Müslüman bilim adamlarının ve Âlimlerinin yazılı sırlarına erişseler, taklit etseler, bilimde teknik ilerleme kaydetseler bile akıl ile ruhun gelişmesi, olgunlaşması, Kur’an-ı Kerim’i anlama, Allah’ın gizli orduları ve insanlar harici yarattıkları varlıklar ile iletişim kurmayı taklit edemezler. Çünkü Peygamber Efendimizin dünyaya teşriflerinden sonra kader sırlarından hırsızlık yapmaya çalışan cin ve şeytanlara Rabbimiz izin vermemiştir.
Kur’an-ı Kerim’de; Rabbimiz ile Peygamber Efendimiz (sav) arasında gizli şifreler bulunmaktadır.
Hz. Mehdi (As)’ın hazırlıklarının anahtarları da, Yüce Kitabımızda ki gizli şifrelerde saklıdır.
Erbakan Hocamız gibi Allah dostu Evliya zatlara “siz bu ilmi nereden öğrendiniz?” gibi sorular sormak anlamsızdır.
Peki biz bunları nereden öğrenmekteyiz?
Üstad Ahmet Akgül Hocamızın ilminden ve hazırladıkları Meali Kerim’den…
Elhamdülillah, Milli Çözüm; kutlu değişim ve Adil Düzen devrimi için çalışan sadıklar topluluğudur.
Yeni dönemde uzaylılarla ve ruhani varlıklar doğrudan iletişimi işaret eden bazı ayetler;
Nahl 12
Geceyi, gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı (yaşamanızı sağlayacak ve ihtiyaçlarınızı karşılayacak şekilde) sizin hizmetinize verdi; yıldızlar da O’nun emriyle istifadenize hazır haldedir. (Bu müjdeler, ileride gerçekleşecek uzay yolculuklarıyla, hayret verici nimet ve neticelere erişileceğine de işarettir.) Şüphesiz bütün bunlarda, aklını kullanabilen bir topluluk için nice ayetler ve ibretler (gizlidir.)
Zâriyât 22
Gökte (uzayın derinliklerinde) de rızkınız vardır (uzaydan büyük faydalar sağlayacağınız dönemler olacaktır. Daha şimdiden Ay’da; Titanyum, Platin ve Helyum-3 gibi stratejik metalleri çıkarıp taşıma çabaları başlatılmıştır) ve size va’ad olunmakta olan da (kesinlikle Hakk’tır, buna giderek yaklaşıyorsunuz).
Rahman 33
Ey cinn ve ins(an) toplulukları! Haydi gücünüz yeterse, göklerin ve yerin (çevre) bucaklarından (ve sınır çıkışlarından) geçip gidin! Bunu ancak üstün bir güç ve kudretle (büyük servetlerle elde edilen yüksek bir teknolojiyle) başarabilirsiniz. (Yoksa öyle kolaylıkla engelleri-mesafeleri aşıp uzaydaki duraklara ulaşamazsınız.)
Hadîd 25
Andolsun, Biz elçilerimizi apaçık belgelerle (mucizeler, ayetler ve kesin hükümlerle) gönderdik; ve insanlar (kuracakları Adil Devlet düzeniyle) adaleti ayakta tutsunlar diye, onlarla birlikte Kitabı ve mizanı (Kur’an’ı ve kıyas yapan aklı) indirdik. Ve kendisinde çetin bir sertlik ve insanlar için (çeşitli) yararlar bulunan demiri (ve iridyum madenini) de (meteorlar ile sonradan gökten) indirdik. (İnsanlara demir ve benzeri madenlerdeki gizli kuvveti teknolojide kullanma yeteneğini bahşettik.) Öyle ki Allah, gayb ile (görmedikleri halde) kimlerin Kendisine (Dinine) ve elçilerine yardım edeceğini belli etsin (ve açığa çıkarıversin). Şüphesiz Allah, büyük kuvvet sahibidir, üstünlük ve izzet O’na aittir. [Not: En son bilimsel araştırma neticeleri, DEMİR cinsinden olan ve ondan daha ağır ve dayanıklı bulunan ve her yıl ancak 3 ton kadar çıkarılan İRİDYUM madeninin Dünya’nın bünyesinde var edilmediğini, sonradan göktaşları vasıtası ile uzaydan indirildiğini tespit etmiştir. Böylesine ciddi ve ilmi gerçekleri, 1400 yıl öncesinden Hz. Peygamberin kendiliğinden bilip haber vermesi mümkün değildir. Öyle ise Kur’an-ı Kerim Onun sözleri olamaz, bunlar Allah’ın hikmetli ve hakikatli kelimeleridir. Ve bu nedenle Kur’an’ın diğer haber ve hükümleri de Hakk’tır ve mutlaka gerçekleşecektir.]
Talak 12
Allah, yedi göğü ve yerküreden de onların (mislini) benzerini yaratmıştır. (Dünyamız da yedi tabakadır.) Sizin gerçekten Allah’ın her şeye güç yetirdiğini (kudretinin sınırsızlığını) ve gerçekten Allah’ın ilmiyle her şeyi kesinlikle kuşattığını (araştırıp) bilmeniz, (okuyup öğrenmeniz ve O Yüce Rabbinize tam bir teslimiyet göstermeniz) için; (İlahi) Emir (takdir), bunların arasında durmadan inip (durmaktadır). [Not: İnsan vücudundaki kan hücrelerinden organ moleküllerine; Dünya’daki ve uzaydaki tüm varlıkların iletişim ve ilişkilerine kadar her olay ve her an bizzat Allah’ın emir ve iradesiyle oluşmaktadır. Bu hassas dengeyi ve düzeni kuran ve koruyan da ancak Cenab-ı Hakk’tır.]
İnşikâk 19
Ki siz mutlaka tabakadan tabakaya binip atlayacak (uzaydaki yüksek katlara, mekânlara veya manevi makamlara ulaşacaksınız. Ya da, ibadet, istikamet ve kanaatle boyut değiştirip enerji bedenlerinizle velayet mertebelerinde dolaşacak)sınız.
“Kutlu devrim ve değişim için Dünyada sadece insanlar değil, pek çok ruhani varlıkta hizmet etmek için yeryüzündedir. Ruhani varlıklar, tabiatıyla bir beden içerisinde ve görünümündedir. Bu yeni dönemde manevi olgunlukla gelişen ve özgürlüğe erişen dünyalılarla, uzaylılar arasında hayret verici iletişimler kurulup geliştirilecektir.
Bu yeni çağın en önemli özelliği ise, insanın öz benliğinin ve ruhi yeteneklerinin farkına varmasıdır.
İnsan kendi aslının ve ruhi “sırlarının” farkına varacaktır.
Madde ve bedene esaretten kurtulup bunlar üzerinde etkin bir konuma kavuşacaktır.
Şimdiye kadar sadece rüya yoluyla ruhanilerden aldığımız bilgi alışverişi artık doğrudan ve her an gerçekleşebilir olacaktır. Ve ruhun hakikati ortaya çıkacaktır.”
(Ruhlar Sırlar ve Uzaylılar – Üstad Ahmet Akgül)
Ahir zaman sadıkları ne kutlu ve nasipli bir tabakadır ki;
Hz. Mehdi ve Hz. Mesih (as) ‘ın göklerde ve yeryüzünde vakıf oldukları sırların ve müjdelerin (zeka değil akılları nispetinde) bir kısmına vakıf olmaktadırlar.
İşte Milli Çözüm, bu kutlu devrim için çabalayan, “ledünni bilimleri” insanların anlayabileceği sadelikte anlatan…
Sadıklar yetiştirip Adil Düzen Medeniyetine hazırlayan ve bütün şeytanilerle durmaksızın kapışan..
Ve İnşAllah, Milli Mütabakat Hükümeti’nin kurulması ve Erbakan Hocamızın hazırladıkları üstün teknolojik silahlarının;
her konuda gerçek bilgiye ulaşmış ruhi tekamülünü tamamlamış önder ve ender şahsiyetin kontrolüne geçmesiyle zafere ulaşacak ve büyük sır perdeleri açığa çıkacaktır!
Doğrular Rabbimizden, hatalar nefsimizdendir. Rabbim, nimetin kıymetini bilmeyi nasip etsin inşallah…
“Bulutlar dağıldığında, Erbakan Mührünü göreceksiniz!”
Üstad Ahmet Akgül
İnsanın gözlerinden,kulaklarından,burnundan gelen uyarılar,elektirik sinyali olarak beyne gider.Biyoleji,fizyoleji veya biyokimya kitaplarında bu görüntünün beyinde nasıl oluşturduğuna dair bir çok detay okursunuz.Ancak,bu konu hakkındaki en önemli gerçeğe hiçbir yerde rastlayamazssımız: Beyinde,bu elektirik sinyallerini görüntü,ses koku ve his olarak algılayan kimdir? Beyinin içinde göze, kulağa, burna ihtiyaç duymadan tüm bunları algılayan bir şuur bulunmaktadır.Bu şuur kime aittir? Elbette insana aittir hisleri olan duyguları olan algılama yeteneği olan insana aittir etik değerleri ahlaki kavramları olan insandır malesef yapay zekanın etik ahlak ve insanı insan yapan muhakeme yeteğinin olmaması ve insanoğlunun ona biçtiği stratejik görevler vermesi düşündürcüdür.İnsanlığın geleceği yapay zekaya verilmeyecek kadar değerlidir.
Şeytan ve tabîîleri olan siyonizmin ortaya koyduğu adı üstünde yapay zeka dedikleri zulüm ve sömürü sistemi mutlaka yıkılacak. Rahmanın has kulları, Nebîlerin ve Elçilerin; ahir zamanımızda Mehdiyet ve Mesihiyet hareketinin sadıklarının hazırladığı -yapay değil doğal olan- Adil Düzen ve Yeni Bir Dünya mutlaka kurulacak. Hiç şüphemiz yoktur ki zalimler ve işbirlikçileriyle birlikte zulüm sistemleri çökecek ve yaptıklarının hesabı sorulacak , mazlumların yüzü de gülecek inşallah…
“Gel, suret-i insandaki esrarı bil, insan isen Çün suret-i insanda, bu mânây-ı insan gizlidir.
Mânây-ı insan bil kim, bilesin Hakkı ayan Çün mânây-ı insanda, ol sıfat-ı sübhan gizlidir.”
İznik li Eşraf oğlu Rumi
Eğer gökleri gezip, dünyanın üzerinde duran ışıklı çadırları görseydiniz,
Kaderin göklere bağlı olduğunu bilir, atomu kıyamet sebebi görmezdiniz.
Boşluk olarak gördüğünüz göklerin dünyadaki “Gizli İktidar”ını bilseydiniz,
Kainatın o eşsiz mimarına titreyerek secde eder, nefsinizden geçerdiniz.
Kendilerini Allah’a, Allah’ı kendilerine dost edebilmiş kişiler için âlemin bilinmezleri bilinmez değildir. Onlar dünyada görünseler de, göründükleri dünyadan çoh, âlem içindeki âlemlerdedir.
Muhammed Muhtar Han
Gerçek şu ki, onlar (zalimler ve hainler, mü’minlere ve İslami girişimlere karşı) hileli planlar kurdular (ve kuracaklardır). Oysa eğer onların (şeytani) hile ve hazırlıkları, dağları yerinden oynatıp kaydıracak (zelzeleler oluşturacak derecede bugün nükleer silahlara ve teknolojik imkânlara dayanmış) olsa bile, Allah katında da (kesinlikle onları boşa çıkaracak ve etkisiz kılacak kudret) planları ve programları vardır! (Allah zalim güçlerin mekir ve tuzaklarını kendi başlarına saracaktır.)
İbrahim 46
Zeka ayrı akıl ayrı kavramlardır ve akıl daha üstün bir olgudur.
Biri nakleder, diğeri işler.
Biri olanı söyler, diğeri çıkarımlarla olabilecekleri öngörür.
Zeka hızlı hesaplar, çözümler üretir. Akıl ise o çözümlerin hangisinin doğru, ahlaki ve hikmetli olduğuna karar verir. Yani zeka; hızlı düşünme, öğrenme, analiz etme ve problemleri çözme kapasitesidir. Akıl ise; zekanın ürettiğini yönlendiren, süzen ve sonuçlarını değerlendiren kılavuzdur. Sadece bilgiyle değil, vicdanla, deneyimle, sorumluluk duygusuyla birlikte çalışır.
Zeka hızlı hesaplar ve çözümler sunar. Akıl ise; iyi ile kötüyü, güzel ile çirkini, doğru ile yanlışı, faydalı ile zararlıyı, adalet ile zulmü ayırt ederek o çözümlerin hangisinin doğru, ahlaki ve hikmetli olduğuna karar verir.
Özetle zeka arabayı sürebilecek teknik beceridir. Akıl, o arabayı nereye ve niçin süreceğini bilir.
Teşbihte hata olmasın; zeka Eşari mezhebi gibidir. Veri sağlar, kaynağı muhafaza eder.
Ama akıl Maturidi mezhebi gibidir ictihad sunar medeniyet kurar…
Matematiksel olarak izah etmek gerekirse; IQ<EQ<SQ. Yani Zeka (IQ – Akli melekeler) önemlidir, ama Duygusal Zeka (EQ- Kalbi duyarlılık) ondan daha etkilidir; ve en üst düzeyde ise Ruhsal Zeka (SQ- Manevi sezgi ve hikmet) gelir, çünkü insanı asıl yöneten ve yücelten ruhi tekamüldür.
IQ, “doğru bilgiye” ulaşmada araçtır ama tek başına kurtuluş vesilesi değildir.
EQ, Empati, merhamet, öfke kontrolü, sabır, af, güzel ahlak gibi tüm güzel davranışlar buradan doğar. Olgunlaştığında takva doğar.
SQ, Eşyaya zahiri değil, hakikatiyle bakabilme gücüdür. Kulun Allah’a bağlanmasını, hayatı anlamlandırmasını, kaderi yorumlamasını sağlar. fütüvvet, ihsan, marifetullah ve tevhid idraki burada yeşerir.
İslam’a göre zeka (IQ), duygu-kalp (EQ) ve ruh (SQ) birlikte gelişmeli; nihai amaç ruhun olgunlaşması, marifetullah ve rızayı ilahiye ulaşmaktır.
Tek başına IQ, şeytanı da üstün kılmıştı ama kalpsiz ve ruhsuz bir zeka, “iblisleşmiş akıl” olur. Oysa zeka, kalp ve ruh ile birleşirse, “hikmetli akıl” (akl-ı selim) haline gelir.
Yani; IQ < EQ < SQ ifadesi, İslami anlamda insanın düşünceden (IQ), ahlaki-duygusal olgunluğa (EQ) ve nihayetinde manevi idrake (SQ) ulaşan bir tekamül yolculuğunu temsil eder; gerçek kemalat, ruhsal derinlik ve Allah’a yakınlıkla mümkündür.
Aklı daha iyi kavramak adına; IQ: Beyin (zeka), EQ: Kalp ve SQ: Ruh diyebiliriz. İşte burada Akıl = Beynin, kalp ve ruh ile kurduğu hikmetli bağdır diyebiliriz.
· Beyin bilgi üretir,
· Kalp o bilgiyi vicdan terazisinde tartar,
· Ruh ise o bilgiyi ilahi hakikate yönlendirir.
Bu üçü birlikte çalıştığında, kişi akıllı olur. Aksi halde sadece “zeki” olur ama hikmetten, ahlaktan, hidayetten yoksun kalır.
Bu bağ gerçekleştiğinde, akıl artık sadece bilgi değil, irfani idrak haline gelir. Ve bu idrak, üç büyük manevi özellik olarak tecelli eder: Hidayet, Feraset ve Dirayet.
Yani Aziz Erbakan Hocamızın buyurduğu gibi; “Milli Görüş’ün Fiziği”.
Bugün Milli Görüş’ün özü Milli Çözüm’dür.
Işte bu fizik olgunlaştırılırsa kişi için marifet ve sonunda velayet kapılar görülebilir. Delilik ve hiçlik makamı halleri vuku bulabilir. Milli Çözüm’e “deli” denmesinin bir sebebi de budur. Çünkü Milli Çözüm hem aklı, hem kalbi, hem de ruhu doyurur ve olgunlaştırır. Işte bu makale de bunun delillerinden biridir.
Aziz Erbakan Hocamızın buyurduğu gibi “teknoloji Allah’ın bir lütfudur” yani onu hayra kullanmalıdır. Ve makalede de vurgulandığı üzere yapay zeka gibi teknolojiler “farklı konulardaki bilgi birikime ulaşma hususunda” istifade etmek gerekir. Ondan bırakın insan zekasını bir “akletme” melekesi beklenmesi beyhudedir. Dahası hakiki ilim makalede de vurgulandığı üzere “Kainat ve Kur’an Kitabından okuyarak aklen bulma yoluyla anlamaya çalışmaktır”. Işte Milli Çözüm bunu yapmaktadır.
Çünkü Milli Çözüm bir ekoldür, çağın şartlarına ve insanların ihtiyaçlarına uygun ictihad yapan bir okuldur…
Bugünkü tabirle Milli Çözüm bir Düşünce Kuruluşudur…
Milli Çözüm siyaset üstüdür…
———————
Bu minvalde, makalede nübüvvesi gösterilen ilmi izahatlar ve tefsirlerin bir sebebi de, gözden kaçırmamamız gereken aşağıdaki uyarılardan hissemize düşeni almamız gayesi taşıdığı kanaatindeyim;
“..imkansızlığın ardına geçmek, yani evrendeki farklı zaman ve mekan boyutlarında gezinmek için önümüzdeki rehberimiz KUR’AN-I KERİM’dir, bilimin yol göstericiliğidir.
Elbette, ALLAH’ın bilim hazinesindeki nasibimize ulaşmak öyle kolay değildir, ama gerçek bir bilgin bu zorluğu kolaylatabilmektedir. Çünkü bilgin eğer “Müslüman” olmuş ise artık “alim” olmaya başlamış demektir. Müslüman bilginin ana kitabı ise kuşkusuz Kur’an-ı Kerim’dir.
Bu bağlamda Allah için yapılan çabaların, Allah’ın hoşnut olduğu kavramların en başında İLİM ve onun kaynağı Kur’an ve Meal-i Kerim gelmektedir. Öyleyse şimdi “Allah için ilim öğreniyorum” diyerek; Meal-i Kerim’e yoğunlaşmamız gerekir. Çünkü bilim; Allah için yapılanların en zahmetlisidir, gizli hazinenin bilinmesi için en önemlisidir.”
Rabbim bizlere bu nimetlerin hakkını verebilmeyi lütfetsin…
BENZERİNİ BAŞARMIŞTIK…
Günlerdir basında çıkan Filistin katliamları yapay zeka yöntemiyle olası ihtimallerle yerleşim yerleri vurulmakta binlerce masum şehit olup, sakatkalınmaktaydı.
İşte Aziz Erbakan Hocamızın “Teknoloji Allah’ın müminlere nimettir!” sözünün gerçeği ışığınca yapay zeka bir şekil kandırılıp ya boş alanlara, ya da daha güzeli, dost düşman tanımları yönlendirilerek kendi üstlerinde kendilerini vuramaz mıydı? Füze sistemlerinde yapılan bu çalışma başarılı sonuçlar vermişti.
SUBHANALLAH SUBHANALLAH SUBHANALLAH!…
Yapay Zekanın gerçek anlamda aklının olmaması , vicdanının bulunmaması, maneviyatı ve sorumluluk hissiyatına sahip olmaması, şefkat ve merhamet gibi duyguları ve duyarlılıklarının bulunmaması ve bu nedenle de hem kandırılmaya hem de şaşırtılmaya müsait durumda olduğu gerçeği – Sahip olunan en büyük nimetlerden olan insan beyninin en önemli fonksiyonlarından olan “kıyas ve muhakeme = karşılaştırma, doğru ve adil karar alma” kabiliyeti Akıl ve Evren nedir, sırları ve sınırları nelerdir? Niçin ve nasıl yaratıldı? Nasıl yok olacak? Yaratan yaratmadan önce ne yapıyordu? Yüce Yaratıcı’nın özelliği, niteliği, niceliği, Asrın Sahibi ve öğretileri nelerdir?
İyi, kolay ve sabırlı yoldan bir akış içinde bu soruların cevabı da Milli Çözüm’de ve hazırladığı Meal-i Kerim’dedir konularındaki kaleme alınan kısımlar hakikaten hayret ve hayranlık uyandıran ilimler, sırlar , Kesbi ve Vehbi İlimin yansımaları… İşte Kur’an’a olan hakimiyet, işte Kur’an’a Tercümanlık… Elhamdülillah…
VE MAKALENİN DEVAMINDA ANLATILAN İYİLERLE KÖTÜLERİN MÜCADELESİ KONUSU:
İsrail Yok Olacak, Siyonizm’in-Emperyalizm’in Zulüm Saltanatı Yıkılacaktır! (İSRA SURESİ 4-5-6-7)
Evrende her şey çifttir ve zıddı ile kaimdir.
1) İyilik Mesihi (Hz. İsa) , 2) Kötülük Mesihi (Deccal)
HZ. İSA (AS.)’IN VAZİFESİ:
Hz. İsa (AS) bir nevi Hristiyanlaşmış ve Ehli Kitap halini almış Müslümanları gerçek İslam’la tanıştıracaktır. İkinci görevi ise tüm tevatür hadislerde yer alan ve “Mehdi Resul” diye anılan Hz. Mehdi’nin program ve projelerini uygulamak ve Siyonizm’in zulüm saltanatını yıkmaktır.
HZ.İSA(AS) ‘nın RAHMANİ ZAMAN YOLCUSU DESTEKLEYENLERİ :
Buna göre gelecekte bir Peygamber (Hz. İsa) geçmiş, hâl ve gelecekte var olacak olan iki Rahmani Zaman Yolcusu, (Hz. Hızır ve Hz. Lokman) ve bir de geçmiş ile geleceği devralan (Neden ucundaki Hz. Zulkarneyn’i temsilen sonuç ucundaki Hz. Mehdi ile) birleşeceklerdir. (En doğrusunu Allah bilir.)
RAHMANİ İLAHİ GRUBA KARŞI ZULMANİ – ŞERLİ KARŞITLARI OLARAK DECCAL’İN DESTEKLEYİCİLERİ YARDIMCILARI :
Bunları, ilerici ve Asr-ı Saadetçi olan Mehdistler (Hz. Mehdi’nin sadık talebe ve takipçileri) yenecek ve Kutlu Zafere ulaşacaktır. Siyonistleri ve işbirlikçilerini Hz. Mehdi açığa vurduktan sonra, Deccal’in Hz. İsa tarafından öldürüleceği aktarılmıştır. Böylece Kudüs’ün yeniden fethi gerçekleşmiş olacaktır.
NOT: Makalede anlatılan şu gerçeği : ” Hz. İsa’nın sırrı, Kur’an’daki ilgili ayetlerde saklıdır. Göklere gidiş-gelişi sırasında bize göre 2000 küsur yıl fakat kendisine göre “iki gün” geçmiş olacaktır.” anlamayı kolaylaştırmak adına Hacc Suresi 47 elbette mü’minler için yeterli olacaktır, ekstra bir destek arayanlar için İNTERSTELLAR (Yıldızlararası) filmini izlemenizi tavsiye ediyorum.
İsrail yok olacak, Siyonizm’in-Emperyalizm’in zulüm saltanatı yıkılacaktır! Çünkü bu gerçeği duyuran ve buyuran Yüce Kur’an’dır.
Siyonistleri ve işbirlikçilerini Hz. Mehdi açığa vurduktan sonra, Deccal’in Hz. İsa tarafından öldürüleceği aktarılmıştır. Böylece Kudüs’ün yeniden fethi gerçekleşmiş olacaktır.
YA RABBİ BİZLERİ MESİH ALEYHİSSELAMA SIKI VE SAĞLAM YOL ARKADAŞLARI EYLE, DECCALİ-İSRAİLİ YERLE BİR EDİP, SİYONİZMİN ZÜLUM SALTANINI YIKIP ETKİSİZ HALE GETİREN, ARDINDAN ADİL DÜZENE DAYALI YENİ BİR DÜNYAYI KURAN KUTLU EKİBİN İÇERİSİNDE YER ALMAYI NASİP EYLE. BİZLERİ O İMAN VE AHLAK ÜZERE EYLE, İLMİMİZİ VE ANLAYIŞIMIZI ARTTIR.
*****
İslam’ın ilk emri “Oku”maktır. Allah’ın adıyla yani Allah’ı araştırarak, Kâinat ve Kur’an Kitabından okuyarak aklen bulma yoluyla anlamaya çalışmaktır.
Bilim denen şey, aynı zamanda bir sonsuzluk kulesine tedricen tırmanmaktır. O kulenin ARŞ denen tavanında ne olduğunu merak edip anlamaya çalışmaktır. Bizler bu kulenin ARZ denen tabanında o kadar küçük irade sahibi biri olmamıza rağmen, aklımız bu gerçekleri araştırmaktadır. Ancak bu kulenin girişinde şöyle bir hadis bizi önceden uyarmaktadır:
“Allah’ın Zatı üstüne değil; yarattıkları üzerinde düşünüp yoğunlaşın!..” (Âclûnî – Keşfü’l Hafâ 1/357)
Böylece imkânsızlığın ardına geçmek, yani evrendeki farklı zaman ve mekân boyutlarında gezinmek için önümüzdeki rehberimiz KUR’AN-I KERİM’dir, bilimin yol göstericiliğidir.
Bu bağlamda Allah için yapılan çabaların, Allah’ın hoşnut olduğu kavramların en başında İLİM ve onun kaynağı Kur’an ve Meal-i Kerim gelmektedir. Öyleyse şimdi “Allah için ilim öğreniyorum” diyerek; Meal-i Kerim’e yoğunlaşmamız gerekir. Çünkü bilim; Allah için yapılanların en zahmetlisidir, gizli hazinenin bilinmesi için en önemlisidir.
İlim öyle bir hakikat ve hikmettir ki, imansızı, dinsizi ya da bâtıl dindeki bir kimseyi ebedi cehennemden, ebedi cennete götürecek kadar büyük sırlar içerir.
“Göklerin ve yerin kilitleri (ve bunların içerisindeki tüm varlıklar ve olaylarla ilgili hard disk misali, çok özel ve gizli bilgi hazinelerinin açılış şifreleri) O’nun (kudret elindedir. Anahtarları ise imanla birlikte akıl ve ilimdir). Allah’ın ayetlerine (karşı çıkıp bunlara itiraz ve) inkâr edenler ise; işte onlar, hüsrana uğrayanlardır.” (Zümer: 63) ayeti işte bu gerçeği haber verir.
“Araştıran Batılılar niçin Müslüman oluyor? Gerçek ve örnek bilim adamı nedir, kimdir ve ne düşünür, nasıl düşünür?” bunları da Milli Çözüm öğretir.
Evren nedir, sırları ve sınırları nelerdir? Niçin ve nasıl yaratıldı? Nasıl yok olacak? Yaratan yaratmadan önce ne yapıyordu? Yüce Yaratıcı’nın özelliği, niteliği, niceliği, Asrın Sahibi ve öğretileri nelerdir?
İyi, kolay ve sabırlı yoldan bir akış içinde bu soruların cevabı da Milli Çözüm’de ve hazırladığı Meal-i Kerim’dedir.
Akıl yalnızca mü’minlere mahsus olan bir meziyettir ve kişinin imanı ve takvası oranında artar veya azalır. Akıl, mü’minin, Allah’ın en çok razı olduğu, en doğru tutum ve davranışları sergilemesini, Allah’ın sınırlarını korumada, Kur’an’ın emir ve yasaklarına uymada tam bir titizlik göstermesini, Allah’ı gereği gibi takdir edebilmesini, Hakkı Batıldan, iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırt edebilmesini, en güzel ahlakı edinmesini, her konuda en doğru kararı vermesini, en isabetli tercihi yapmasını, ahireti için en faydalı ve en güzel bir biçimde hareket edebilmesini sağlayan bir mukayese ve muhakeme hassasıdır.
Dini inkâr eden bir kişide ise, ne kadar zeki olursa olsun, akıl bulunmamaktadır. İnkârcı bir insan en fazla zekâ ile hareket edebilir. İmanı olmadığı için aklın ya da akletmenin nasıl bir şey olduğunu bilemez.
Kur’an’ı okuyup anlamayan , yaratılış gerçeğini ve insanlık görevini kavramayan akıl ,kafa dolusu çakıldır.
Evren genişlemesi ,zaman yolculuğu ve bunların bilgi ve deney ışığında keşfedilmesi bir çok insanın aklıyla Allah’ı bulmasına vesile olmuştur bu sebeple anlıyoruz ki gerçekten samimi bir şekilde bilginin peşine düşenlerin yolu da zaruri olarak Kur’an-ı Kerim den geçmektedir. İnşallah Kur’an-ı Kerim ‘ de ve mütevatir hadislerde geçen kutlu dönüşüm gerçekleşip dünya bu dayanılmaz adaletsizlik ve zülüm düzeninden kurtulur. Nabukadnezar döneminde Kudüs’ü işgal Edip Danyal aleyhisselam dahil tüm Yahudileri sürgün etmiştir elbette ki kendisi de zulme yatkın olan bu insan Mevla’mızın izin vermesiyle bu işgali gerçekleştirmiştir dileriz ki Rabbimiz bir fetih olarak Kudüs’ün ve daha sonra tüm dünyanın adil Müslümanlar elinde huzur ve adalet içinde yaşamasını mümkün kılsın âmin.
“Yapay Zekâ asla aklın yerini alamayacaktır!”
“Yapay Zekâlar, her ne kadar ileri ve gelişmiş teknolojiler olarak sunulsa da, aslında insan beynine göre oldukça ilkel ve geri konumdadır. Çünkü insan beyninin en önemli fonksiyonlarından olan “kıyas ve muhakeme = karşılaştırma, doğru ve adil karar alma” kabiliyeti yapay zekâlarda bulunmamaktadır. Yani yapay zekânın gerçek anlamda aklı yoktur, vicdanı yoktur, maneviyatı ve sorumluluk hissiyatı yoktur, şefkat ve merhamet gibi duyguları ve duyarlılıkları yoktur. Bu nedenle hem kandırılmaya hem de şaşırtılmaya müsait durumdadır.”
“Evet İSLAM ve O’nun Kutlu Kitabı KUR’AN hem medeniyet tekâmüllerinin hem de en yüksek teknolojilerin kaynağıdır. İşte bu nedenle Erbakan Hocamız: “Siyonizm’in-Deccalizmin Zulüm Saltanatı Orijinal ve Yüksek Teknoloji harikalarıyla yıkılıp hizaya sokulacaktır” buyurmuşlardır.”
Çok değerli makale için yazarımıza teşekkür ederiz.
Uzun yıllar boyunca düşünüp, bir türlü cevap bulamadığım sorularımın cevaplarını, aşağıdaki yazıların içine gizlenmiş olması beni derinden etkiledi..
Allah razı olsun Milli Çözüm. iyi ki varsın.. rabbim bizi senden ayırmasın amin..
Akıl, bilgi, kültür, inanç sahibi mü’min bir kişi olarak, bu dünyada ne alırsanız o kişilikle sonsuzluğa gideceksiniz.
Evet, herkes kaldığı yerden devam etmek üzere dirilecektir. Şehit; akan kanıyla ve siz, dünyadaki bilgi-görgü donanımınızla ve şimdiki düşünceniz ve meşguliyetiniz neyse onunla dirileceksiniz, çünkü kabirden sonra orada kişilik değişikliği olmayacaktır.
Yani, “canı çıkmış, ama huyu çıkmamış” olarak siz, siz olarak kabirden mahşere kalkacaksınız!..
Kopan film böylece yeniden bağlanmış olacak ve kaldığımız yerden, iyi-kötü mizacımız ve mizanınız, yani ayarınız, ahlâkınız ve amacınız neyse o davranışa göre değer bulacaksınız.
O halde dünyadan bilim, irfan, âdab ve erkân elde etmeye ve onu götürmeye bakmalıyız.
Bilim; Allah’ı düşündürür ve boş zamanınızdaki içinize sinmeyen olayları, yasakları, günahları yapmaktan alıkoyar.
Hadiste: “Bir saat tefekkür bir yıllık ibadetten hayırlıdır.” (Suyuti – Camiüs Sair 2/127)
Yapay Zekâlar, her ne kadar ileri ve gelişmiş teknolojiler olarak sunulsa da, aslında insan beynine göre oldukça ilkel ve geri konumdadır. Çünkü insan beyninin en önemli fonksiyonlarından olan “kıyas ve muhakeme = karşılaştırma, doğru ve adil karar alma” kabiliyeti yapay zekâlarda bulunmamaktadır. Yani yapay zekânın gerçek anlamda aklı yoktur, vicdanı yoktur, maneviyatı ve sorumluluk hissiyatı yoktur, şefkat ve merhamet gibi duyguları ve duyarlılıkları yoktur. Bu nedenle hem kandırılmaya hem de şaşırtılmaya müsait durumdadır.
İnsan beyninin kapasitesi ve aklının yetenekleri evrenden de geniş kapsamlıdır!
Evren kuşkusuz çok geniştir ama, insan aklı evrenden de geniş donanımlıdır. İnsan aklının genişlemesi ise bilim ile olmaktadır. Böylece evrende görünmeyen nesneleri de görüp anlayan, ayrı boyutlardan sayısız evren dizisi olduğunu bulan, uzayın kuvvet alanlarının ve görünmeyen karanlık gök kapılarının erişilmez bölgelerine uzanan ve böylece tüme varan BİLİMSEL DÜŞÜNCE yeteneği kazanmaktadır. Böyle bir düşünce ise en büyük nimetimiz aklın sayesinde harika ve hassas bir sonucu olan BİLİM ile mümkün olmaktadır.
Çünkü Allah “Kalemle yazmayı” ve insana bilmediğini de talim buyuran EL-ÂLİM’dir. Bilimin öğretilmesini de öğrenilmesini de O emretmiştir.”
İnsan Eşref ü Mahluk olarak en güzel şekilde yaratılmışken tutup onu kumanda etmek, zalimce oyuna getirmek, algoritma larla yönlendirmek ne kadar da aşağılık bir oyundur… Malesef şuanda Filistin’de yapay zeka ile insanlar öldürülmekt yer tesbiti ile.. Yani zulüm aracında nirvana ya ulaşmış durumdalar… ”Küfür tek millettir ”hükmü yine bize gösterdi ki teknolojileri Rahmet değil zahmet, zulüm getirdi ve getiriyor… Rabbimiz oyunlarını bozacak teknolojiyi ülke insanımıza da eminiz ki lütfeyledi, kullanma iradesini de nasip eylesin inşaAllah…