İKTİDAR; GÖRÜNÜŞTE FİLİSTİN'E,
GERÇEKTE İSRAİL'E YARAMAKTAYDI
“İsrail’le Ticareti Kestik” Yalanı!
İsrail ile Ticaret Nasıl Devam Ediyordu?
Sadece son iki ayda İsrail’e 88 gemi yollamışız. Ayrıca tam şu anda 4 gemi İsrail’e doğru seyir halinde. Bu bilgileri, uluslararası gemi trafiğini takip edebildiğimiz “Marine Traffic”‘ten az önce indirdim. Peki nasıl oluyor da “İsrail ile ticareti resmi olarak durdurduğumuz” söylendiği halde bu gemiler İsrail’e gidebiliyor? (Yanıtı basit:) Hem Erdoğan hem Netanyahu için (bu durum) yegâne kutsal ticaret olunca zor olmuyor. Danışıklı dövüş ile her şey hallediliyor. Anlatayım. Bildiğiniz gibi, İsrail’in Gazze’ye saldırıları başladıktan sonra Ticaret Bakanımız başta olmak üzere bütün yetkililer ve onların güdümlü gazetecileri, İsrail ile ticareti yalanladılar ya da kılıf uydurmaya çalıştılar. 6 ay bu böyle devam etti. Bu süre boyunca katliamlarını sürdüren İsrail ordusunun her tür ihtiyacını biz karşıladık. Seçim yenilgisinin ardından bu ticaret, mecburen yetkililer tarafından nihayet itiraf edildi ve durdurulduğu açıklandı. (Bu, toplumu aldatıp avutmaktı.) Gerçekte durduruldu mu? Hayır. Hem Türkiye hem İsrail hükümetleri karşılıklı olarak sert açıklamalar yaparken bir yandan da bu ticaretin nasıl devam edebileceğini planlıyorlardı. Bir İsrail gazetesinden bir haberin linkini vererek başlayayım. https://ynet.co.il/economy/article/sjmm6y2qc… Türkiye’nin ticareti durdurma kararına İsrail de aynı şekilde karşılık vermiş ve sert çıkmıştı! Ama ticaret bir şekilde devam etmeliydi; çünkü İsrail’in çelik, çimento, ham madde, yiyecek, giyecek ve diğer birçok ihtiyacı Türkiye tarafından karşılanıyordu. Bunu tamamen kesmek orada ciddi sıkıntılara yol açacaktı. Bu sorunu; yakıp yıkıp on binlerce insanını katlettikleri Filistin üzerinden aşıp halletmeye karar verdiler. Şöyle ki: İsrail, Türkiye’den ithalatı güya yasakladı, ancak bu ticaretin Filistin ile yapılıyormuş gibi devam etmesine izin verdi. Gazete haberine göre, artık Türkiye’den yola çıkan gemilerin belgeleri Filistin olarak düzenleniyordu. Ama gemiler İsrail limanına yanaşıyor ve mallar İsrail’e teslim ediliyordu. Bu yöntem için Filistin’de kurulu olan ve Türkiye’den yola çıkarken malın alıcısı olarak görünen şirkete %3-5 arası bir komisyon ödeniyordu. Hepsi bu. Bunu bir yerden daha doğrulayabiliriz. Birkaç gün önce @inanmutlu1; Ticaret Bakanlığı verilerini esas alan dış ticaret istatistiklerinde olağanüstü saçma bir şey fark etmişti. Katliama uğrayan, aç bırakılan, bombalanan, hayatta kalmaya çalışan Filistinlilerin güya bizden aldığı çelik, çimento vb. ürünlerde astronomik artışlar vardı. İşte onun da sebebi buydu. Ticaret Bakanlığı İsrail ordusuna gönderilen malzemeyi bile Filistin’e gidiyormuş gibi gösteren bir düzenleme yapmıştı. İsrail ile anlaşarak böyle bir yöntem seçilmişti ve her şey kitabına uydurulmuştu.[1] Başka yöntemler de vardı. Örneğin; Yunanistan, Romanya, İtalya gibi ülkelerde kurulu şirketler üzerinden İsrail’e sevkiyatları gerçekleştiriyorlardı. Bu üç ülkeye bazı ürünlerin ihracatında kâğıt üstünde görünen yüksek artışın kaynağı da buydu. Bir de İsrail’in petrol ve yakıt sevkiyatını yapıyor olduğumuz gerçeği vardı. İsrail kendi petrolü olmayan bir ülkeydi ve tamamen dışa bağımlıydı. Bu ihtiyacını Azerbaycan’dan karşılıyordu. Petrolün sevkiyatını yapmak da bize yani Erdoğan hükümetine düşüyordu. Karşılığında varil başına 80 sent (0.8$) alıyoruz!? Bu konuda şu ana kadar sıfır yaptırım uygulandı. Yani göstermelik bir yaptırım bile uygulanmadı. Çünkü bu iktidar, İsrail’i zora sokacak hiçbir şey yapmazdı. Sadece lafta atıp tutuyor, kınıyor ve lanetliyordu! Ama bu iktidar, ne ihtiyaçları varsa karşılamaya devam ediyordu. Filistin halkı için ise onların işine yarayacak ciddi hiçbir şey yapılmıyordu. Sadece dua falan ediliyor, bağırıp çağrılıyordu.[2]
![]() |
Oysa Bu Kuduz İsrail, Türkiye’mizi de Yıkmaya Hazırlanmaktadır!
İsrail’in Türkiye’ye yönelik tehditlerini sadece füzeler, uçaklar ve gemilerle yapacağı saldırılarla sınırlı sanmak büyük bir yanılgıdır. Bunun yanında:
• ABD, AB ülkeleri ve hatta Azerbaycan üzerinden Türkiye’ye yönelik çeşitli askeri, teknolojik ve ekonomik ambargolar…
• Tüm elektronik aletlere yönelik siber saldırılar…
• Hatta Çin, Rusya ve petrol sahibi İslam ülkeleriyle aramızı bozucu tavırlar, ülkemizi karıştırma ve parçalama hazırlıklarıdır!
İsrail’in Arz-ı Mev’ud haritalarına sataşıp durmak yerine artık “Bizim de stratejik sınırlarımız Kudüs’ten geçer!” şeklinde haritalar yayımlamamızın ve “Misak-ı Milli”mize sahip çıkmamızın tam zamanıdır. Ancak bu cesur, onurlu ve şuurlu girişimin;
• 1 yıldan fazladır 100 bin masum Filistinli kardeşimizi katleden ve Gazze’yi harabeye çeviren Kuduz İsrail’le NORMALLEŞME (yani Siyonizm’in güdümüne girme) şeklindeki hıyanet anlaşmasını hâlâ askıya bile alamayan…
• Soysuz ve soykırımcı İsrail’e, silah ve malzeme satışına bile engel olamayan…
• Bölgemizin ve ülkemizin asıl çıbanbaşı “‘Siyonist İsrail Çetesi’ değil de, katil Netanyahu yönetimiymiş!” gibi davranan… Oysa Netanyahu’dan önce de, sonra da bu zulmün devam edeceği gerçeğini unutturmaya çalışan bu Erdoğan iktidarıyla başarılamayacağını da artık anlamamız lazımdır.
Bakınız; Lübnan, Fransa’nın Doğu Akdeniz’deki üssü konumundadır. Lübnan Ordusu Maruni Hristiyanların komutasındadır. Yeni bir Cumhurbaşkanı da Hristiyan ve Fransız kuklası olacaktır. Suriye’deki Akdeniz kıyısında bulunan Lazkiye ve Tartus şehirlerinde Rus liman ve hava üsleri bulunmaktadır. Nedense buralardaki S-400’ler İsrail’e karşı hiç kullanılmamıştır. Ancak Lazkiye ve Tartus’ta İran’ın da üs kurduğu konuşulmakta ve Akdeniz kapısı olarak kullanılmaktadır. Hatta daha önce Halep civarında konuçlanan ve İran tarafından destek çıkılan Hizbullah Milisleri maalesef PKK-YPG ile irtibatlıydı. Şimdilik Lübnan’a çekilmek zorunda kalmışlardı.
Unutmayalım, devletlerin çıkar ve çatışma alanları, ülkeden ülkeye değil, hatta bölgeden bölgeye değişiklik göstermeye başlamıştı. Mesela Rusya’nın; Ukrayna konusunda ve İran’a askeri teknoloji verme hususunda sıcak yaklaşımları vardı, ama Zengezur Koridoru ve Tartus’ta liman kurulmasında soğuk tavırları vardı.
HAMAS’a bağlı El Kassam Tugayları’nın Komutanı Said Atallah’ın Lübnan’ın Trablusşam kentindeki mülteci kampındaki evinde; İsrail tarafından, ailesiyle birlikte katledildiği anlaşılmıştı. Şehit Said Atallah’ın 2 ve 3 yaşlarındaki çocukları ve hanımı da bu saldırıda şehit edilip ortadan kaldırılmışlardı. Bu arada yine İsrail tarafından hunharca şehit edilen Hizbullah Lideri Hasan Nasrallah’ın cenazesinin de sessizce ve gizli bir yere defnedilmesi kararı alınmıştı.
İran’ın bölgesel stratejisi tutmamıştı
1980’li yılların başında İran’ın desteği ile kurulan ve on yıllar içinde yalnızca Lübnan’da değil tüm bölgede önemli bir askeri ve siyasi güç halini alan Hizbullah örgütü de olayların başlangıcından itibaren Gazze’deki direnişe yüksek söylemli ancak düşük pratikli bir destek sergiledi. Hizbullah’ın bu tavrının nedeni açıktı; İsrail ve ABD ile askeri olarak doğrudan karşı karşıya gelmemek, askeri bedel ödeyecekse bile bunu Hamas’ın yaptığı gibi uzun zamana yayarak İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu hükümetinin çeşitli iç ve dış baskılar karşısında havlu atmasını beklemekti.
Zaten fazla fark edilmese de İran’ın ve örgütün temel doktrininin ardındaki “direniş” de bu durumu ima ederek, “Kendinden daha güçlü düşman karşısında hayatta kalmaya çalışmak.” demekti. Bununla birlikte Gazze’deki askeri hedeflerine büyük ölçüde ulaştığını düşünen Netanyahu liderliğindeki Kuduz İsrail hükümeti, yıpratma savaşı tuzağına düşmeye niyetli olmadığını gösterdi. İsrail, önce çağrı cihazları ve ardından telsizler aracılığıyla yapılan kapsamlı saldırıların ardından Hizbullah komutanlarının toplantılarını vurarak çok sayıda üst düzey ismi etkisiz hale getirdi.
Bununla birlikte hiç şüphesiz en önemli saldırısı ise 27 Eylül’de gerçekleştirdiği ve 30 yılı aşkın bir süredir örgütü yöneten ünlü lider Hasan Nasrallah’ın öldürülmesiydi. Çok sayıda ABD yapımı sığınak delici bombanın eş zamanlı kullanılmasıyla Hizbullah lideri, yanında bazıları İranlı olan üst düzey isimlerle birlikte, hayatını kaybetti. Nasrallah’ın son konuşmasında duygusal bir tonla yaptığı “teknolojik üstünlük düşmandan yana” gerçeği, kendisinin de sonunu getirdi.
İsrail’in kapsamlı saldırıları; Suriye’deki İran Elçiliğinin bombalanması, Tahran’daki Haniye suikasti, hatta İbrahim Reisi’nin şüpheli kazası düşünüldüğünde bir yönüyle de İran’a karşı adımlardır ve İran’ın “devrim ihracı” sloganıyla 1979 yılından beri izlediği politikaları ve elde ettiği kazanımların tümünü tehlikeye atmıştı. Tahran, “Arap Baharı’ndan” sonra dört Arap başkentini kontrol ettiğini düşünürken en önemlileri Hizbullah olan ve çoğu Hizbullah tarafından eğitilen bölgedeki Şii yapılanmalara güvenmişti.
Her ne kadar 2020 başındaki Kasım Süleymani suikasti İran’a büyük bir darbe olmuşsa da 7 Ekim’e kadar olan süreç İran’ın bu stratejisinin görece bir başarı kazandığının da göstergesiydi. Netice olarak Suriye’deki Baas iktidarı korunmuş, Irak’ta Şiilerin hâkim olduğu yeni siyasi mekanizma kurumsallaşmış ve Yemen’de en büyük askeri güç olarak Ensarullah Örgütü kalıvermişti.
ABD’nin İsrail eliyle bölge dizaynı
7 Ekim’den sonra siyasi hayatı sona ereceği düşünülen Netanyahu, ünlü deyimle krizi fırsata çevirme stratejisine ABD’nin desteğini sağlamayı da başarmıştı. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus, gerçek kırmızı çizgilerin ABD (Derin Yahudi Lobileri) tarafından belirlenmiş olmasıydı. Bu bağlamda İsrail’in İran’ın geniş hava saldırılarına karşı hâlâ eşdeğer ölçüde bir karşılık vermemesi, İran-ABD “eylemsel diyaloğunun” bir parçası olarak okunmalıydı.
Biden yönetiminin kamuoyu önündeki bütün açıklamalarına rağmen İran’ın bölgesel müttefiklerine karşı, siviller de dahil olmak üzere, her türlü saldırıya yeşil ışık yakması Tahran’a bir alt mesaj olarak İran’ın istikrarını hâlâ önemsediğinin ve Tahran’ı bölgesel denklemden çıkarmak istemediğinin kanıtıydı. Nitekim Gazze’de soykırım yapan, dünyanın en büyük devlet dışı silahlı yapılanması olarak tanımlanan Hizbullah’ı haftalar içinde büyük ölçüde etkisiz hale getiren İsrail, henüz bazı sabotaj eylemleri dışında İran’a karşı ülke içinde anlamlı bir saldırı yapmamıştı. ABD’nin (derin Siyonist merkezlerin) İsrail eliyle bölge dizaynı kapsamında, Lübnan’a yoğun hava saldırısı ve Esed’in yönetimine karşı ağır hava saldırıları başlatılmıştı.
Gelinen noktada top artık İran’ın sahasındaydı. Tahran bir karar vermek zorundaydı. ABD tarafından İran’a sunulduğu anlaşılan teklif; “45 yıldır yatırım yaptığı silahlı güçlerin önemli oranda tasfiyesi ve ulusal sınırlarına çekilmesi” karşılığında görece bir güvenliğe sahip olmasına garanti sağlanacaktı. Bununla birlikte İran’ın bu teklife nasıl cevap vereceği halen belirsizliğini korumaktaydı.
İran içinde gün geçtikçe artan bir şekilde akademisyenler, uzmanlar ve eski diplomatlar, Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi örneklerini vererek siyasi bir uzlaşı karşılığında sahip oldukları savunma mekanizmasını terk eden bölge ülkelerinin çok kısa süre içinde ABD tarafından saldırıya uğradığını ve işgal edildiğini hatırlatmaktaydı. Bu analizlere genellikle İran’ın artık bir nükleer silaha sahip olması gerektiği tezi de katılmaktaydı. İran’ın yüksek derecede uranyum zenginleştirme faaliyetleri dahil ileri bir nükleer programa sahip olduğu konuşulmaktaydı.
Nitekim 7 Ekim öncesinde yayımlanan Batı merkezli birçok analiz “İran’ın siyasi irade göstermesi durumunda birkaç ay içinde nükleer silaha sahip olabileceğini” vurgulamaktaydı. İran’ın ABD ile uzlaşıp nihayet devrimci reflekslerini terk ederek büyük bir geri adımla kendi kabuğuna mı çekileceği, yoksa sürekli barışçıl olduğunun altını çizdiği nükleer faaliyetlerini askeri boyuta taşıyarak daha fazla riske mi gireceği önümüzdeki süreçte anlaşılacaktı. Kesin olan husus, ülke içindeki birçok ismin de vurguladığı gibi, İran’ın 45 yıllık bölgesel doktrin ve stratejisinin artık anlamsızlaştığı ve caydırıcılığının çok büyük ölçüde yıprandığıdır.
“Silahlı Şii milislerin cirit atmadığı, Lübnan’dan Irak’a kadar uzanan bir coğrafya Türkiye için de yeni dengelere adapte olma zorunluluğunu barındırmaktadır. Bu noktada İsrail’in bir sonraki hedefi olacağı düşünülen Beşşar Esed’in Ankara’nın çağrılarına nasıl yaklaşacağı önem taşımaktadır. Yeni dönemde Türkiye, Filistin meselesi konusunda küresel bir vicdani kampanyanın liderliğini sürdürürken Tahran’ın boşaltması muhtemel nüfuz alanlarını kimlerin nasıl dolduracağı hususunu da değerlendirmesi ve belki de dış politikasında ayarlamalara gitmesi kaçınılmazdır.”[3] tespitleri, aslında “İsrail’in Arz-ı Mev’ud hedeflerine ve ABD’nin bölge stratejilerine uygun hareket edelim.” teklifi olmasındı!? Çünkü Katil Netanyahu: “Pehlevi ailesini ve devrim muhaliflerini organize edip İran’da bir ihtilal hazırlığı içinde olduklarını” itiraf etmek küstahlığından bile sakınmamıştı. Bu itiraf, İsrail’in asıl saldırıya Türkiye için hazırlandığının da dolaylı bir ifadesi olarak okunmalıydı…
Unutmayalım ki, Kuduz İsrail’in Teolojik (Dini) Arz-ı Mev’ud haritasının bir de ekonomik ve stratejik boyutu vardı.
1- Körfez ülkelerini ele geçirip petrol ve doğalgazı…
2- Gazze, Lübnan ve Suriye’yi işgal edip, Akdeniz havzasını ve deniz ticaret yollarını…
3- Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğusuna girip Dicle ve Fırat gibi su kaynaklarını kontrolüne alma hesabını yapmaktaydı…
“İsrail ve ABD’ye Uyum” Teklifleri Yoğunlaşmıştı!
“Hâlihazırda felç geçiren BM gibi uluslararası kuruluşların etkinlik ve yetkinlik sorunları düşünüldüğünde Filistin’i ve tüm bölgeyi zorlu bir süreç bekliyordu. Bilindiği gibi Ortadoğu’nun şımarık çocuğu İsrail hiçbir kararı tanımıyordu. Sadece yaptığı açıklamalarla hayatta olduğu anlaşılan ve yaşam belirtisi gösteren Arap Birliği ne yapsa İsrail’i durduramıyordu.
Buradaki mesele de Arap Birliği yerine İsrail’in içine dahil olacağı bir Ortadoğu birliği ve Arap Ortak Pazarı yerine de bölgesel bağlamda yenilenmiş daha kapsamlı bir Ortadoğu Pazarı kurulmalıdır. Kısaca ‘DEĞERLER İTTİFAKI’NDAN ÇIKARLAR İTTİFAKI’NA’ kayılmalıdır.” teklifi de yine “Biz de Türkiye olarak, İsrail ve ABD politikalarına figüranlık yapalım” anlamını taşımaktaydı.
Ürdün Dışişleri Bakanının: “Hepimiz İsrail’in güvenliğini garanti altına almaya hazırız” çıkışı!
İslam İşbirliği Teşkilatı Gazze Temas Grubunun basın açıklamasında konuşan Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen Safadi, ‘İsrail ile barış içinde yaşanabileceğini ve İsrail’in güvenliğini sağlamaya hazır olduklarını’ vurgulamıştı…
Halbuki, kurulduğu günden bu yana bölgede kaos ve düzensizlik dışında hiçbir şey getirmeyen Kuduz İsrail devleti son bir yıldır Gazze’de on binlerce kişiyi şehit edip hayattan koparmıştı.
Prens Selman’dan: “Filistinliler Umurumda Değil!” çıkışı
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, İsrail’in Filistin’de yaptığı vahşetle ilgili skandal ifadeler kullanmıştı. Selman, “Filistin meselesi benim kişisel olarak umurumda değil. Benim düşünmem gereken bir ülkem var.” diyecek kadar alçalmış ve İsrail uşaklığını açığa vurmuşlardı…
Bizdeki İsrail sever takımından Emin Çölaşan kendi ayarınca bir yazı kaleme almış, Sözcü’de yayımlamıştı.
“Peki bu kanlı savaşı kim başlattı? Bizdeki Hizbullah ve Hamas yardakçıları kusura bakmasın ama onların savunduğu örgütler başlattı.”
“Filistin sorununu Filistin halkı başlattı” ya da “Lübnan halkı işgal edilmeme terbiyesizliğini yaptı” diyemediğinden lafı böyle yuvarlamıştı!
Devlet Bahçeli ise; “DEM Parti ile tokalaşma” açıklaması olarak “Yeni bir döneme giriyoruz, dünyada barış isterken kendi ülkemizde barışı sağlamak lazım.” buyurmuşlardı. Bunun gizli anlamı: “İsrail ve ABD’nin bölge planlarına hep birlikte uyum sağlayalım!” olmasındı!
Hakaret ve tehdit sözleri eden Bahçeli, Özgür Özel’e ‘Bunları siyaseten söyledim’ deyip gönlünü almıştı. Karşılıklı konuşmalar da kameraya alınmıştı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, TBMM’nin yeni yasama dönemiyle ilgili açıklamalarında, ”İsrail gözünü Türkiye’ye dikecek. Netanyahu bir Hitler özentisidir. Netanyahu hayallerine Anadolu’yu da katıyor. İsrail er ya da geç durdurulacak.” buyurmuşlardı. Bunun açılımı ise “İsrail’le başa çıkılmaz, bir şekilde anlaşıp kurtulalım” olmalıydı!..
Oysa, ABD ve İngiltere Kıbrıs İçin Düğmeye Basmıştı!
Rum kesimindeki İngiliz askerlerinin sayısı artırılmıştı. Ada’ya savaş uçakları gönderen ABD ve İngiltere, denizaltı ve savaş gemilerini de Kıbrıs açıklarına taşımıştı. Cumhurbaşkanı Tatar “Kıbrıs’ın İsrail’in hedefi olma ihtimali gündemde” diye uyarmıştı.
İsrail’in savaşı bölgeye yaymak için Lübnan’a da saldırmasının ardından şimdi yeni hedefin neresi olacağı tartışılmaktaydı. İsrail’in Kıbrıs üzerindeki hayalleri bilinen bir gerçek olarak ortada dururken, Ada’da yaşanan son askerî gelişmeler KKTC için “alarm zilleri”nin çalmaya başladığını ortaya koymaktaydı. Batılı ülkelerin de bu sürece askerî olarak destek vermesi dikkat çekiyordu. Gazze ve Lübnan’da yaşanan savaşın bölgeyi sarmasına artık kesin gözle bakılıyordu. Rumların Ada’yı kendilerinin malı sayması, İsrail’in Kıbrıs’ı ele geçirme planları derken KKTC etrafındaki tehlike her geçen gün artıyordu.
KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, bölgede giderek artan savaş tehlikesinin Kıbrıs’a doğru yayılması riskinin yüksekliğine dikkat çekiyordu. Önce Gazze ardından Lübnan’a saldıran İsrail’in amacının savaşı bölgeye yaymak olduğunu dile getiren Cumhurbaşkanı Tatar, Kıbrıs’ın “kaçınılmaz” olarak muhtemel hedefler arasında bulunduğunu ifade ediyordu. Tatar, “Coğrafi konumuna baktığımızda, Kıbrıs’ın da bir hedef hâline gelme ihtimali de şu anda gündemdedir” diyerek KKTC için tehlikenin giderek yükseldiğine vurgu yapıyordu. Son olarak İngiltere’nin Kıbrıs’a ilave 700 asker daha göndermesinin “savaş hazırlığı” olduğunu belirten KKTC Cumhurbaşkanı Tatar, “Sadece biz değil Rum halkı da Amerikan ve İngiliz askerî varlığının artmasından rahatsız. Ancak askerî varlık hızla artıyor. Bu da bölgesel bir savaşın hazırlığının yapıldığı anlamına geliyor” diyordu.
Amerika ve İngiltere Kıbrıs’a Yığınak Yapmaktaydı!
KKTC için tehlikenin arttığına yönelik bir diğer uyarı da Meclis Başkanı Zorlu Töre’den geldi. Başkan Töre de, Kıbrıs’ta Amerikan ve İngiliz askerî varlığının artmasının olumlu bir gelişme olmadığına dikkat çekiyordu. Töre, Amerika ve İngiltere’nin hem İsrail’e destek verme hedefinde olduğunu hem de uluslararası anlaşma ve kanunlara göre yasak olmasına rağmen Ada’daki askerî varlığını artırmaya çalıştığını belirtiyordu. Bölgesel savaşın yayılma ihtimali üzerine ABD ve İngiltere’nin İsrail’e destek için Ada’yı silahla donattığını belirten Töre, şunları söylüyordu:
“ABD ve İngiltere Kıbrıs’taki askerî varlıklarını son dönemde hızla artırıyor. ABD ve İngiltere, Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nin daimî üyeleri olmalarına rağmen Gazze’de akan kanı durdurmak yerine İsrail’e siyasi ve askeri yardımda bulunmaya devam ediyorlar. Ve zaten ABD ve İngiltere’nin yanı sıra Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) de Gazze’ye saldırılarını sürdüren İsrail’e açık açık destek veriyordu. GKRY, İngiltere, ABD ve bazı Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkelerin desteğini alarak bölgede gerginlik oluşturma peşinde koşuyordu. Rum kesimi de kendisine çekidüzen vermelidir. Gazze’deki katliamlarda Batılı ülkelere çanak tutmaktan vazgeçmelidir.”
Kıbrıs’ı da içine alacak şekilde bölgesel bir savaş riskinin arttığını belirten KKTC Meclis Başkanı Töre, sözlerini şöyle noktalamıştı:
“İngiltere’nin Kıbrıs’a 700 ilave asker göndermesi sadece ‘Lübnan’dan vatandaşlarını tahliye’ gerekçesi ile açıklanamaz. İngiltere Kıbrıs’a sadece asker değil savaş gemileri, uçaklar ve denizaltılar da gönderiyor. Belli ki bölgede çıkma ihtimali olan savaşın yayılma riskine karşı takviye yapılıyor. İngiltere ve ABD ile AB üyesi bazı ülkeler Gazze’deki katliama ortaklar.”
ABD’nin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne (GKRY) yönelik silah ambargosunu kaldırma kararını yeniden uzatmasına Ankara karşı çıkmıştı. Söz konusu gelişmenin Ada’daki istikrarı bozmaya yönelik bir girişim olduğunun vurgulandığı Dışişleri Bakanlığı açıklamasında, ABD’nin, Eylül 2020’de GKRY’ye yönelik silah ambargosunu kaldırma yönünde aldığı, 2022’de kapsamını genişlettiği ve 2023’te uzattığı kararı, 1 Ekim 2024 itibarıyla bir yıllığına yeniden uzatacağını duyurduğu hatırlatılmıştı.
İşte “Gardaş!” Azerbaycan’ın bile İsrail’le gizli anlaşması ortaya çıkmıştı!
İsrail’in Gazze’de uyguladığı soykırım karşısında sessiz kalmanın zulme hizmet ettiğini vurgulayan Melih Altınok, Ermenistan bile Filistin’i tanırken Azerbaycan’ın İsrail’le askeri iş birliği yapmasını kınamıştı. Yazısının sonunda “Şerefinize gardaş!” diyerek ironi dolu bir mesaj vermeye çalışmıştı.
“Bu konuda artık gri alan kalmadı. Ya insanlıktan yanasın ya da Yüzüklerin Efendisi’ndeki orglar misali, tam bir yıldır ellerinde sapan bile kalmayan Gazzelileri soykırıma tâbi tutan; çocukların, hastaların, yaşlıların kafalarını kopartan; şehirleri, ormanları, sahilleri bombalarla, kepçelerle yaşanmaz hâle getiren; hastaneleri, kreşleri, okulları, kiliseleri, camileri yerle bir eden; muhafaza edebildiğimiz ne kadar değer, kural varsa ayaklar altına alan ve tüm bunları gözlerimizin içine bakarak, sırıtarak yapan medeniyetimizin düşmanlarından (İsrail kuduzlarından) yanasın…
Lamı cimi yok. Sessiz kalmanın, ortadan konuşmanın, tarihten bahsedip hava atmanın karanlığa hizmet ettiği zamanlardayız. Zulüm öylesine bir boyutta ki, beyazperdede anlatılan hikâyeye kanıp İsrail’i meşru gören Batı kamuoyu bile artık uyandı. Avrupa ülkeleri yıllar sonra Filistin’le diplomatik ilişkiler kurmak için sıraya girmiş durumda. Ermenistan bile Filistin’i tanıdı.
Ya Azerbaycan mı? ‘Gardaşlarımızın’ neyle meşgul olduklarını İsrail’in Bakü Büyükelçisi’nden dinleyelim:
‘NATO standartlarında hafif silahların üretiminde ve geliştirilmesinde uzmanlaşmış uluslararası bir şirket olan (İsrail’in) AS Holding ve bağlı kuruluşu Ari Arms, bugün Azerbaycan Savunma Sanayii Bakanlığı’na bağlı devlet şirketi Azersilah ile stratejik bir mutabakat zaptı (MOU) imzaladı.’
İsrail’in; ak koyunun kara koyundan ayrıldığı şu günlerde ‘şerefinize’ diye kadeh kaldıranların desteğini hiç unutmayacağı kesin. Dünyanın geri kalanının da…” (Bu zalimlere destek çıkanları unutmayacağı da bilinsin!..)
ABD’nin; İsrail’in İran’a vuracağının sinyalini verdiği 13 Ekim gecesi, Hizbullah İsrail’in en önemli askeri karargâhına yüzlerce dronla ve füze rampalarıyla saldırmış, yüzlerce asker ağır yaralanmış ve yarısı öldürülmüş durumdaydı. Bu arada Hizbullah’ın başına İran Devrim Muhafızlarından komutanların atandığı konuşulmaktaydı. Hizbullah saldırısında Kuduz İsrail Genelkurmay Başkanının ve birçok yüksek rütbeli subayın da öldürüldüğü haberleri dünya medyasına yansımıştı. Özetle, İsrail şaşkınlığa uğramış ve bölgemizde daha çetin çatışmaların yoğunlaşacağı anlaşılmıştı. Ama sonunda İran’a saldırılsa bile, Türkiye’de oluşacak bir Milli Mutabakat inisiyatifi İsrail’i hizaya sokacaktı.
Konuyu şu ayet-i kerimelerle bağlayalım:
“Öyle ise size ne oluyor ve (Hakk davaya sızan gizli gâvurlar ile şeytani odaklara uşaklık yapan dindar görünümlü) münafıklar konusunda ne diye ikiye ayrılıyor (ve birçoğunuz hâlâ onları sahiplenip savunuyorsunuz?) Allah, kazandıkları (günahları ve sadık mü’minlere kazdıkları tuzakları) yüzünden onları tersine çevirip tepetaklak ettiği halde, siz Allah’ın saptırdığını hâlâ hidayete erdirmek (ve bu marazlı münafıkları masum ve mazur göstermek mi) istiyorsunuz?! (Bu tavrınız bir nifak hastalığıdır!) Allah kimi saptırırsa, artık Sen kesin olarak (hidayet bulması ve kurtulması konusunda) onun için asla bir yol bulamazsın.
(O münafıklar) Onlar, kendilerinin (hıyanet ve nankörlük edip) inkâra saptıkları gibi, sizin de (Hakk’tan ayrılıp) inkâra kaymanızı arzulamaktadırlar. (Eğer onlara uysaydınız) Böylelikle (ahlâk ve anlayış bakımından) onlarla bir olacaktınız. Öyleyse Allah yolunda hicret edinceye (küfür ve zulüm düzeninden vazgeçip Hakka dönünceye) kadar onlardan veliler (dostlar) tutmayın (onlara aldanmayın). Şayet (hicretlerinden ve tevbelerinden sonra bile) yine yüz çevirirlerse (tekrar Hakk’tan döner ve halkı fesada yönelirlerse), artık onları yakalayın ve her nerede ele geçirirseniz öldürüp (etkisiz bırakın! Artık) onlardan ne bir veli (dost) edinin, ne de bir yardımcı! (Çünkü onlar güvenilmez insanlardır.)” (Nisa: 88-89)
- link:https://x.com/inanmutlu1/status/…
- @metcihan 1:19 PM · 6 EKİM 2024 – Metin Cihan
- AA / Dr. Hakkı Uygur


“YENİ BİR DÖNEM” BAŞLIYOR, HAZIROLUN !
Sözün üzü olarak şu anlaşılıyor ki;
Bölgege yaşanan islam ve insalık adına her türlü zulüm, sömürü ve vahşet ancak Türkiye’de Milli Bir Yönetim’in olmasıyla engellenecek ve son bulacaktır. Akabinde kurulacak Adil Bir Düzen ile tüm bölge insanı ve Dünya huzura kavuşacaktır. Çünkü siyonist israil her türlü şetanlığı işbirlikçi yönetimlerle sürdürmektedir.
Bu hususu 50 yıl evvelinden bizlere öğreten Aziz Lider Erbakan Hocamıza sonsuz salât ve selâmı bir kez daha borç bilerek şu sözlerini hatırlıyoruz.
“Bakın size kesinlikle ifade ediyorum ki, Türkiye’nin(Bölge) kurtuluşu Milli Çözüm e inanan bir Cumhurbaşkanının o makama oturması, Milli Çözüm e İnanan bir Hükümetin kurulması ve Yeni bir Dönemin başlamasıyla mümkündür”…
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
Onlar, Allah’ın nurunu ağızlarıyla (kuru laf kalabalığıyla) söndürmek istemektedirler. Oysa Allah, Kendi nurunu tamama (başarıya) eriştirecektir; kâfirler hoş görmese (ve engellese) bile (Kur’an’ın Adil Düzenini yerleştirip yürütecektir).(Saf suresi 8.ayet)
3:176
(Ey Nebim!) Küfürde büyük çaba harcayanlar, (kâfir ve zalimlere yaranmak için yarışanlar) Seni üzmesin!.. Çünkü o (münafık)lar hiçbir şeyle (ve hiçbir şekilde) Allah’a (ve İslam davasına) zarar veremezler. Allah, onları ahirette haz (lezzet ve izzetten pay) sahibi kılmamayı ister. (Bu yüzden dünyada bazı geçici ve cüz’i başarı ve ganimetler verir.) Ve onlar için büyük bir azap (hazırlanmıştır).
3:177
Onlar imana karşılık küfrü satın alanlardır. (Yani önce iman etmişken sonra tavize yanaşıp, İslam’a hıyanetle kâfirlerle işbirliğine başlayan, dünyalık makam ve menfaat karşılığında zulüm düzenine taşeronluk yapan münafıklardır.) Onlar için çok acı ve alçaltıcı bir azap vardır.
3:178
(Allah’ın rızasını ve Hakk davayı bırakıp) O küfre ve nankörlüğe sapanlar (var ya); onlar kendilerine tanıdığımız fırsat ve mühleti, sakın kendileri için hayırlı sanmasınlar. Biz onlara, ancak günahları (ve sorumlulukları) daha da artsın diye süre (ve fırsat) vermekteyiz. (Sonunda mutlaka) Onlar için aşağılatıcı (pişman ve perişan kılıcı) bir azap (ve kötü bir akıbet) vardır.
“İNSANLIĞIN SAADETİ İÇİN ADİL DÜZEN KURACAĞIZ!”
Siyonistler; Erbakan Hocamızın aldığı Kıbrıs’ı, yerli işbirlikçiler tarafından bizden koparmaya çalıştılar ancak ANNAN PLANI başarısız oldu.
İsrail’i Kıbrıs’tan korumaya çalışanlar, Kıbrıs Fatih’inin sadıkları eliyle İsrail’in yıkılışını ve Haçlı Gemilerinin Akdeniz’in serin sulara batırılışını izleyecekler…
Türk’e kurşun sıkan, kürkü deldirecek!
“Zafer inananlarındır ve zafer yakındır!”
PROF. DR. NECMETTİN ERBAKAN
“İNSANLIĞIN SAADETİ İÇİN YENİ BİR DÜZEN KURACAĞIZ!”
“Evet, biz Adil Düzen yolcularıyız!
‘Akl-ı Selim’in…
‘Müspet Bilim’in…
‘Tarihi Tecrübe ve Birikim’in…
‘Vicdani Kanaat ve Tatmin’in…
‘Evrensel Hukuk Kaidelerinin…
Ve Kur’an-ı Kerim’in…
Ortaklaşa; hayırlı yararlı ve güzel bulduğu doğrulara sahip çıkarak… Ve yine bütün bunların zararlı, kötü ve çirkin bulduğu yanlışlardan sakınarak
Yeni Bir Düzen Kuracağız!
Hiç Kimse engel Olamayacak!…”
ÜSTAD AHMET AKGÜL
KAHROSUN ZALİMLER VE İŞBİRLİKÇİ HAİNLER
Elbette bu yaptıklarınızın hesabını vereceksiniz. Bu yaptıklarınız yanınıza kar kalmayacak. Hem bu dünyada zelil edileceksiniz hem ahirette en ağır şekilde cezalandırılacaksınız.
Bir yandan İsrail’in asıl hedefi Türkiye diyeceksiniz bir yandan her türlü desteği verecek, ticaretin sürmesine müsaade edeceksiniz. Gazze de israil soykırım yaparken asıl hedefinin Türkiye olduğunu biliyor ve dillendirirken nasıl hala ticaret devam edebiliyorsunuz. Nasıl halan Gardaş! azerbaycanın doğalgaz akışına ortak olabiliyorsunuz.
BOP planı tıkır tıkır işlerken,israil artık burnumuzun dibine kadar gelmişken, Suriye de Golan Tepeleri ve en stratejik noktalar İsrail tarafından el geçirilirken, diğer taraftan Büyük İsrail projesinin adımlarından olan Büyük Kürdistan kurma çalışmaları olarak Rojava Kürdistan bölgesi kurulup bir yandan da Barzanistan Kürdistanı ile birleştirme çaışmları adımları atılırken Hala israile destek verilmesi eğer planlı değilse akla mantığa aykırı işler olmaktaydı. Bu zihniyetle insanlık kurutuluşa eremezdi.
Elbette onların planları varsa Allah’ın da bir planı vardı. Ve elbette Allah zalimlerin de işbirlikçi hainlerinde hesaplarını görecekti.
Artık Türkiye ve insanlığın kurutuluşu için Yeni bir devir başlayacak, Milli Çözüme dayalı Milli mutabakat Hükümeti ile kurutuluş hareketi başlayacaktır Allah’ın izniyle.
Aziz Erbakan Hocamızın 1980 yılında verdiği müjde ile
“Bakın size kesinlikle ifade ediyorum ki:
TÜRKİYE’NİN KURTULUŞU;
Milli Çözüm’e inanan bir Cumhurbaşkanı’nın o makama oturması,
Milli Çözüm’e inanan bir Hükümet’in kurulması
Ve yeni bir devrin başlamasıyla mümkündür!”
Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN, TRT Basın Toplantısı, MSP Genel Başkanı TRT’de Yazarlar Soruyor, Nisan 1980
Sahte kabadayı dünya lideri’nin yaptığı münafıklık artık çuvala sığmamakta, kendisini ve hala körü körüne savunanları hızla uçuruma sürüklemekteydi. Diğer taraftan İran’da siyonizmin pençelerinden kurtulması zor görünüyor, ancak siyonizmi bitirecek bilgi birikim teknoloji ve ordu disiplini olan ve başında bunları harekete geçirecek bir lider potansiyeline sahip bir ülke eliyle bu siyonist kıskaçtan kurtulabilirdi.
“Bu konuda artık gri alan kalmadı. Ya insanlıktan yanasın ya da Yüzüklerin Efendisi’ndeki orglar misali, tam bir yıldır ellerinde sapan bile kalmayan Gazzelileri soykırıma tâbi tutan; çocukların, hastaların, yaşlıların kafalarını kopartan; şehirleri, ormanları, sahilleri bombalarla, kepçelerle yaşanmaz hâle getiren; hastaneleri, kreşleri, okulları, kiliseleri, camileri yerle bir eden; muhafaza edebildiğimiz ne kadar değer, kural varsa ayaklar altına alan ve tüm bunları gözlerimizin içine bakarak, sırıtarak yapan medeniyetimizin düşmanlarından (İsrail kuduzlarından) yanasın…
Birleşmiş Milletlerin, sözde barış gücü(!) Atlantik Paktı Nato’nun, İslam İşbirliği teşkilatının, Avrupa Birliği’nin, yaygın Demokrasi anlayışı ve Demokratikleşme arayışlarının bütünüyle hükmünü yitirdiği bir sürece sürüklendi dünya..!
Hz Musa’nın (As) hukuk prensiplerini yozlaştırıp asli gayesinden saptıran Siyonist Yahudi geleneği….
Hz İsa’nın (As) sevgi ve şefkate dayalı öğretilerinden yüz çeviren Muharref Hristiyan Batı Medeniyeti…
İşte bunların kendi elleriyle inşa ettikleri sözde uluslararası parametrelerle, insanlığın hiçbir zaman kurtuluşa ulaşamayacağı açıktır.. Zira inançlarının temeli savaşa ve hukuksuzluğa dayalıdır..
Yukarıdaki uluslararası kuruluşların, küresel Siyonist etkiye karşı malesef edilgen ve etkisiz yapılar olduğu, Aksa Tufanı harekatı ile bir kez daha ortaya çıkmış oldu.
♦️Akl’ı Selim
♦️Müspet – tesbit edilmiş İlim
♦️Tarihi Birikim ve Tecrübe
♦️Vicdani tatmin ve kanaat
♦️Evrensel Hukukun temel esasları
♦️Hak Din olan İslam – Kur’ani Kerim;in ışığında tüm insanlığın artık beklediği, ihtiyaç duyduğu Küresel bir Adil Düzen medeniyetine ihtiyaç vardır..
Bölgemizdeki gelişen son 20 yıllık değişim ve dönüşümler de sonuçları itibariyle göstermektedir ki, Türkiye Cumhuriyeti, devletin zihin yapısı adına bir yol ayrımına gelmiştir.
Artık Allah vermesin ya büyük bir yıkım süreci yaşanacak… Ya da Allahın izniyle Millî Çözüm aklına ve zihniyetine dayanan ve Vatanı oluşturan bütün unsurlarımız ile bir Millî Mutabakat anlayışının, devlet aklına hakim olduğu bir döneme geçilecektir..
İkinci olanağın inşallah daha yakın olduğuna inanıyor, Milli Çözüm şuurunun başta devletimiz ve milletimiz için çok önemli bir avantaj ve kazanım olduğunu hatırlatırız..
Kıymetli yazara kaleme aldıkları gerçekleri bir kere daha gözlerimizin ve okuyucularımızın önüne ve tarihe de not düştükleri için çok teşekkür ediyorum.
Üstadımız Ahmet Akgül Hocamız buyururlardı ki: ” Şeytanın iki silahı vardır. Birincisi Din düşmanlığı – devrim simsarlığı , ikincisi din istismarcılığı… 1990 da Komünizim yıkıldı ve Margret Teacher çıktı dedi ki ; düşmansız ideoloji yaşayamaz. Bizim şuandan itibaren düşmanımız İslam’dır. Birde İsmet İnönü’nün baş danışmanı Mısır Hahamı olan Haim Nahum doktrini vardı ki ; İslam’ı yok edemiyoruz bitiremiyoruz gücümüz buna yetmiyor. Bari insanları aç bırakalım işsiz bırakalım borca esir edelim dinini bozalım , birbirlerine vuruşturalım yumuşak lokma haline getirelim parçalayalım ve yutalım.
Milli Görüş – Milli Çözüm gayretleriyle dünyada İslam’a koşan insanlar ülkeler artınca, şeytanın ikinci silahı olan Din İstismarcılığı ile Siyonizm BOP HEDEFİNİ gerçekleştirmek için yöneticileri İslamcılarla donattı dünyadaki İslam Ülkelerinde…
Kur’an’da ; münafıklar cehennemin en alt tabakasında olduğu bildirilir. Ve ayetlerde MÜNAFIK , KÂFİR’DEN DAHA TEHLİKELİ VE EŞEDDİR.Ahmet AKGÜL Hocamız bu ayete de dayanarak buyururlardı ki : BİR DOĞRUNUN İSTİSMARI, İNKARINDAN DAHA ÇOK TEHLİKELİDİR. MÜNAFIKLAR O YÜZDEN KAFİR’DEN EŞEDDİR. İşte din istismarcılarını görüyorsunuz en çok İsrail’e destek olan onlar. Kafir, münafık kadar zarar veremez, ama münafık verir ve veriyor.
İşte ülkemizin en büyük düşmanı ve birinci ve en önemli tehdit şuan ki YÖNETİCİ TAKIMI SİYASİ İRADEDİR. Ülkemizin kurtulması gereken öncelikli düşmanı bu AKP VE YANDAŞLARINDAN biran evvel MİLLİ BİR MUTABAKAT YÖNTEMİYLE anahtarlar Aziz Erbakan Hocamızın ifadeleriyle MİLLİ ÇÖZÜM’E İNANAN BİR CUMHURBAŞKANINA VE MİLLİ ÇÖZÜM’E İNANMIŞ BİR HÜKÜMETE VE YENİ BİR DEVRİN BAŞLAMASIYLA ülkemizin kurtuluşuna adım atılabilir sözlerini dikkate almalıyız.
İnşaallah bu günlerin hızla geliyor olduğunu hissediyoruz. Rabbimiz çabuklaştırsın inşaallah.
Ya Rabbi; nurunu ve va’dini tamamla , Siyonizmi yıkıp ADİL DÜZEN’İ hakim eyle , Milli Çözüm’ü hizmetkar eyle. Amin.
“Sadece son iki ayda İsrail’e 88 gemi yollamışız. Ayrıca tam şu anda 4 gemi İsrail’e doğru seyir halinde. Bu bilgileri, uluslararası gemi trafiğini takip edebildiğimiz “Marine Traffic”‘ten az önce indirdim. Peki nasıl oluyor da “İsrail ile ticareti resmi olarak durdurduğumuz” söylendiği halde bu gemiler İsrail’e gidebiliyor? (Yanıtı basit:) Hem Erdoğan hem Netanyahu için (bu durum) yegâne kutsal ticaret olunca zor olmuyor. Danışıklı dövüş ile her şey hallediliyor.
Unutmayalım ki, Kuduz İsrail’in Teolojik (Dini) Arz-ı Mev’ud haritasının bir de ekonomik ve stratejik boyutu vardı.
1- Körfez ülkelerini ele geçirip petrol ve doğalgazı…
2- Gazze, Lübnan ve Suriye’yi işgal edip, Akdeniz havzasını ve deniz ticaret yollarını…
3- Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğusuna girip Dicle ve Fırat gibi su kaynaklarını kontrolüne alma hesabını yapmaktaydı…” [1]
İnşallah Türkiye’de oluşacak “İsrail’i şaşkınlığa uğratacak Siyonizm’in Arz-ı Mev’ud, ekonomik hayallerini kursaklarında bırakacak” bir Milli Mutabakat hükümeti kurulur ve İsrail’i hizaya sokulur.
[1] http://www.millicozum.com
İnkârcıların başına “Deccal”, Münafıkların başına ise “Süfyan” denmekteydi.
Deccal “Siyonizm’i”, Süfyan ise “işbirlikçileri” temsil etmekteydi.
İnkârcılar ile münafıklar arasında ilişki “düşman görünümlü dost” şeklindeydi.
Siyonistler ile işbirlikçileri arasında da “düşman görünümlü dost” ilişkisi yürütülmekteydi.
Siyonistler ile işbirlikçileri arasında sürekli “danışıklı dövüş” yapılmakta, gerçekte ise Siyonistler ile işbirlikçileri arasında “normalleşme” anlaşması bulunmaktaydı.
İşbirlikçiler tarafından “İsrail’le ticareti kestik”, “İsrail ile ticareti resmi olarak durdurduk” yalanları söylenmekteydi.
İşbirlikçiler, toplumu avutup aldatmak için Siyonistlerin müsaade ettikleri kadar Siyonistlerin aleyhine sözler söylemekteydi!
İşbirlikçiler, Filistin’e gönderiliyormuş gibi kitabına uydurup İsrail’e malzeme göndermekteydi.
“Gardaş!” Azerbaycan’ın bile İsrail’le gizli anlaşması ortaya çıkmıştı!
İşbirlikçilerin “Değerler İttifakı’ndan Çıkarlar İttifakı’na” sözleri “Biz de Türkiye olarak, İsrail ve ABD politikalarına figüranlık yapalım” anlamını taşımaktaydı.
İşbirlikçiler “İsrail’le başa çıkılmaz, bir şekilde anlaşıp kurtulalım”, “İsrail ve ABD’nin bölge planlarına hep birlikte uyum sağlayalım!” anlamında laflar etmeye başlamışlardı.
İşbirlikçilerin kimisi “Hepimiz İsrail’in güvenliğini garanti altına almaya hazırız” çıkışı yapmaktaydı!
İşbirlikçilerin bazısı ise “Filistin meselesi benim kişisel olarak umurumda değil. Benim düşünmem gereken bir ülkem var.” diyecek kadar alçalmakta ve İsrail uşaklığını açığa vurmaktaydı.
Kıbrıs’ın İsrail’in hedefindeydi!
Küfür ve zulüm düzeninden vazgeçip Hakka dönmedikleri halde, hala Hakk davaya sızan gizli gâvurlar ile şeytani odaklara uşaklık yapan dindar görünümlü münafıkları sahiplenip savunanlar! Marazlı münafıkları masum ve mazur göstermeye çalışmak bir nifak hastalığıydı!
Özetle, İsrail şaşkınlığa uğramış ve bölgemizde daha çetin çatışmaların yoğunlaşacağı anlaşılmıştı. Ama sonunda İran’a saldırılsa bile, Türkiye’de oluşacak bir Milli Mutabakat inisiyatifi İsrail’i hizaya sokacaktı.
İstismar ve münafıklık, inkardan daha tehlikeli ve şediddir.
Zalimi zalim yapan, mazlumun (!), zalimin zulmüne sessiz kalması ve fani ve fena duygularla, onunla işbirliğine yönelmesidir.
Maalesef, yaklaşık 350 yıllık siyonist sömürü çarkının en büyük bileşeni, işbirlikçi iktidarlar olmuştur.
.
Unutmayalım ki, Kuduz İsrail’in Teolojik (Dini) Arz-ı Mev’ud haritasının, bir de ekonomik ve stratejik boyutu vardır:
1- Körfez ülkelerini ele geçirip petrol ve doğalgazı…
2- Gazze, Lübnan ve Suriye’yi işgal edip, Akdeniz havzasını ve deniz ticaret yollarını…
3- Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğusuna girip Dicle ve Fırat gibi su kaynaklarını kontrolüne alma hesabını yapmaktadır…
.
Milli Türkiye öncülüğünde, İsrail ve siyonizm, tüm işbirlikçileriyle birlikte tarihin çöplüğüne gömülecek ve Aziz Erbakan Hocamızın hazırladığı, Milli Çözümün ise sahip çıkıp olgunlaştırdığı Adil Düzen projeleri hayata geçirilerek, yeni, asil ve adil bir düzen tesis edilecektir.