Reklam
Reklam
Reklam

VLADİMİR PUTİN’İN AYARI VE PERDE ARKASI!

Kullanıcı Değerlendirmesi: / 43
ZayıfMükemmel 

 

VLADİMİR PUTİN’İN AYARI VE PERDE ARKASI!

    

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Siyonist Yahudi Merkezlerin, dünyayı yeniden düzenleme ve sarsılan otoritesini tesis etme amacıyla kışkırttığı Ukrayna Savaşı’nda rol almak ve mel’un odaklara figüranlık yapmak yerine; keşke insanlığın çok muhtaç olduğu barış ve bereket dönemine katkı sunsalardı. Nice masum ve mazlum insanın katledilmesiyle, şehirlerin, yerleşim birimlerinin ve tesislerin tahribiyle sonuçlanan bu facialara ve yıkımlara sebep olmasaydı… Şahsi hırs ve hesaplarla, milyarlarca garibanın ihtiyacı olan buğday gibi temel gıdaların yerlerine ulaşmasına bile karşı durmasaydı… Başında bulunduğu Rus halkının bile, ülkelerinden kaçmasına neden olan sıkıntı ve sarsıntılara yol açmasaydı… Yoksa Putin, ABD’yi yönlendiren ve İsrail’i destekleyen Siyonist baronların; İsrail vahşetine ve Siyonizm tehlikesine dikkat çektikleri için, iç isyanlar çıkartılarak idam edilen Saddam Hüseyin’in ve Muammer Kaddafi’nin akıbetlerinin kendi başına da getirileceği korkusuyla mı bu yanlışlıklara ve haksızlıklara bulaşmıştı?

Acaba bütün bu olumsuz ve sorumsuz tavırlarının arkasında, Putin’in karanlık geçmişinin de bir payı var mıydı?

20 Yıldır Dünyanın Konuştuğu Adam Vladimir Putin'in Hayatı!

Vladimir Putin'in annesi Maria Ivanovna Putina; gündelik işlerde çalıştığı ve 1999 yılında öldüğü haricinde hakkında neredeyse hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Putin'in Ruski Pioneer dergisinde bizzat anlattığına göre annesi 2. Dünya Savaşı sırasında öldü zannedilip cesetlerin arasında taşınırken, babası tarafından son anda fark edilip kurtarılmıştır. Resmi anlatı bundan ibaret iken, geçmişte bir iddia ortaya atılmıştı. Putin’in Rusya Devlet Başkanı olmasının ardından, geçmişi araştırılmaya başlanmış ve Gürcistan'ın Gori kenti yakınlarındaki Metehi Köyü’nde ve Rapuni isimli Rus kadının Vladimir Putin'in annesi olduğu şayiaları yayılmıştı. İddiaya göre annesi Putin’i evlilik dışı bir ilişki sonucu doğurmuşlardı ve Putin'in babası bir başka kadınla evli olan bir otomobil tamircisi olmaktaydı. Elbette bu iddia çiçeği burnunda Devlet Başkanı'nın geçmişine dair resmi anlatıya tamamen aykırıydı. Konuyu araştıran İtalyan bir gazeteci olan Antonio Russo'nun, 16 Ekim 2000 tarihinde Gürcistan'ın başkenti Tiflis yakınlarında, bir köy yolu kenarında ölü bulunması, gazeteciye ait dizüstü bilgisayar ve el kamerasına ulaşılamaması ise son derece düşündürücü bir olaydı.

Vladimir Putin’i nereden anlatmaya başlayacağımı kestirmek kolay olmadı. O yüzden bu hikâyeyi seçtim, çünkü bu hikâye Putin profili ile çok uyumlu bilinenlerin sınırlı olduğu bir geçmişi yansıtmaktaydı. O geçmişi kurcalayanların ödediği bedel ve karanlık bir el mi vardı? Son 20 yıldır hakkında en çok konuşulan adamlardan birini anlatacağız.

1991 yılında Sovyetler Birliği resmen dağılmıştı. Dağılma süreci sonrasında ortaya çıkan Rusya Federasyonu, bir yandan en büyük mirasçısı olduğu Sovyetlerin enkazını kaldırmaya çalışırken, diğer yandan serbest piyasa ekonomisine geçişin derin sancılarını yaşıyordu. Koca bir ülke oligarkların ve mafyanın elinde oyuncak olmuştu. Halk ekonomik krizle boğuşuyor, temel tüketim maddelerine ulaşamıyor ve derin bir umutsuzluk içinde; başta Türkiye olmak üzere, herkes göçüp gitmenin hesaplarını yapıyordu. Toplumsal yozlaşma had safhadaydı. Kolay yoldan para kazanmak, köşeyi dönüp zengin olmak için yapılamayacak hiçbir şey, ayaklar altına alınamayacak hiçbir değer yoktu. Devlet otoritesi tamamen ortadan kalkmış, polis mafyalaşmış, toplumsal düzeni sağlayan hiçbir mekanizma çalışmaz olmuştu. 90'lar Rusya’sı yeryüzündeki cehennemin ta kendisi durumundaydı. Rusya'nın ilk Devlet Başkanı Boris Yeltsin onları Komünizm’den kurtaran bir kahraman olarak ortaya çıkmıştı. Komünistler tekrar iktidara gelecek korkusu, onu 1999'un sonuna kadar iktidarda tutmuştu. Rus halkı Yeltsin sayesinde Komünizm’den kurtulmuştu. Ancak koca ülkeyi oligarkların elinde oyuncak eden bu sarhoş adamdan onları kim kurtaracaktı?

Vladimir Vladimiroviç Putin… Çocukluğuna dair anlatabileceğimiz çok az şey vardı. 7 Ekim 1952'de Rusya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nin Leningrad şehrinde doğmuşlardı. Yani bugünün Saint Petersburg’u. Dedesi, Lenin ve Stalin için yemek hazırlayan ünlü bir aşçıydı. Babası Sovyet donanmasında görev yapmış bir Kızıl Ordu askeri, annesi İkinci Dünya Savaşı’nda ölümün kıyısından dönen sıradan bir Sovyet kadınıydı. Kendisinden önce doğan iki kardeşi daha vardı. Fakat biri savaştan önce, diğeri ise Leningrad kuşatması sırasında hayatını kaybetmişti. Putin 1950'lerin Leningrad’ında bir komünalkada ailesinin tek çocuğu olarak büyüdü. Büyüdüğü ortamda kavga ve şiddet kol geziyordu. Apartman avlularında içki içiliyor, en basit tartışmalar tekme-tokat ve kavgaya dönüşüyordu. Babası onu sokaklardan uzak tutmak için boksla ilgilenmeye zorladı. Ancak yediği bir yumrukla burnu kırılınca judo ile ilgilenmeye başladı. Üstelik bu spor sayesinde sıskalığı yüzünden kaybettiği özgüvenini yeniden kazanmıştı. Hatta büyükleriyle kavgaya tutuşabiliyordu.

Henüz 15-16 yaşında öğretmeninin yönlendirmesiyle politikayla ilgilenmeye başladı ve kısa süre içinde Komünist Parti’nin gençlik örgütü olan Komsomol ile tanıştı. Bu sırada casuslukla ilgili kitaplar ve filmlerden etkilenerek ajan olmaya karar kıldı. Henüz 16 yaşındayken KGB'nin kapısını çaldı ve ona cevap verebilecek bir yetkiliyle görüşmeyi başardı. Bu yetkili: “Eğer KGB'ye girmek istiyorsan orduya katıl, ya da üniversitede hukuk oku” tavsiyesinde bulunmuşlardı. Putin üniversitede hukuk okumaya böyle başlamıştı. Burada araya girip şunu tekrar hatırlatmak istiyorum. Bunlar resmi anlatılardır, büyük çoğunluğu da Putin'in röportajlarından derlenmiş olarak aktarılmıştır. Yani bu konuda gerçeklerin çok bambaşka olma ihtimali de vardır. Putin doğduğu andan itibaren bir amaca yönelik olarak yetiştirilmiş, ya da burada anlatılandan çok daha farklı bir çocukluğu geçmiş olabilir.

Ergenlik yıllarında KGB, Putin için bir takıntı haline gelmişti ve bu isteği ona hukuk fakültesini kazandırmıştı. Üstelik Leningrad Devlet Üniversitesi gibi girmenin çok zor olduğu bir üniversitede, yalnızca 40 kişiden birinin seçildiği seçkin bir üniversiteye nasıl hazırlanmıştı? Üstelik dersleri çok da iyi olmamasına rağmen üniversiteye girdiği anda, Rusya'nın tek sahibi olacağı güne kadar sanki hep karanlık bir el vardı Putin’in arkasında. Onun gibi çok da parlak olmayan bir öğrencinin Leningrad Devlet Üniversitesi'nde hukuk fakültesine girmesini açıklayacak çok az şey vardı ve anlatacağımız karanlık el, bu ihtimallerden en güçlüsü konumundaydı. 1970'li yılların Sovyet Rusya’sında üniversite öğrencisi olan Vladimir Putin, judo sporu ile ilgilenmesinin ödülünü de üniversite yıllarında alıyordu. Müsabakalara katılmak için Sovyet coğrafyasının dört bir yanında bulunmak gibi bir şansı ona sunmuşlardı. Almancaya ilgi duyuyor ve farklı alanlarda kendini geliştirmeye çalışıyordu.

Üniversitenin son sınıfına geçtiğinde bir telefon aldı. Telefonun diğer ucunda bir KGB yetkilisi vardı. Ardından 1975 yılının yaz aylarında KGB için çalışmaya başladı. Onu Rusya'nın en tepesine taşıyacak KGB kariyeri böyle başlamıştı, sorguya çekme teknikleri gibi konularda bir yıl eğitim aldı ve 1976’da Teğmen rütbesi almaya hak kazandı. İlk görevi yurt içi istihbaratının bir parçası olan ve Leningrad'a gelen yabancılar ve yurt dışına gitme olanağı bulunan gazeteciler, sporcular gibi meslek grupları ile ilgili bilgi toplamaktı. Pek heyecanlı bir iş sayılmazdı. Çoğunlukla masa başındaydı ve o dönem amirliğini yapanlar Putin için “Yükselme konusunda pek de hırslı görünmüyor” notunu yazmışlardı. Ancak kısa bir süre içinde KGB'nin yurt dışı operasyonlarından sorumlu birinci ana dairesine transferi sağlandı. Bu KGB için çalışan herkesin hayaliydi ve 300 bin kişiden sadece 5000 kişi yurt dışı operasyonlarda görev alıyordu. Putin'in bu şanslı azınlık arasında olmasını açıklayacak şeylerden biri yine “o karanlık el” olmaktaydı. 1979 yılında Yüzbaşı rütbesine yükseldi ve Moskova'da KGB'nin çeşitli eğitimlerini tamamladı.

1980 yılında 22 yaşındaki Aeroflot kabin memuru Lyudmila ile evlendi. Bu evlilikten iki kızı oldu. Putin'in evliliğinin dahi KGB tavsiyesiyle olduğu düşünülmekteydi. Çünkü Putin kadınlarla çok iyi anlaşamayan, kadınların yanında kendini çok rahat hissetmeyen bir karaktere sahipti. Fakat Sovyetler Birliği’nde 30 yaşını geçtiği halde bir erkeğin evli olmaması pek hoş karşılanan bir şey değildi. Üstelik KGB kültüründe de bir ajanın bekâr olması, özellikle kadınlara karşı zafiyet açısından pek tercih edilmezdi. O yüzden aslında Putin'in evliliğinin de KGB kariyerinin bir parçası olarak yorumlandığı bazı durumlar yazılıp çizilmişti.

1981 yılında Binbaşı rütbesine yükselen Putin, KGB'nin enstitülerinde eğitimlerine devam ediyordu. Ancak onunla ilgili rapor dolduran üstlerine göre çok da parlak bir profil çizmiyordu. Tehlike algısı düşük sayılıyordu. İletişim kurmaktan kaçınıyordu ve içine kapanık bir profil çiziyordu. Dahası sıkça sokak kavgalarına karışıyordu. Yine de 1985 yılında KGB adına ilk kez yurt dışında bulunacaktı. Doğu Almanya’nın Dresden şehrine atandı. Dresden, pek de hareketli bir yer sayılmazdı, ya da burada gerçekleşecek hiçbir casusluk faaliyeti yüksek nitelik gerektirmezdi. Genel olarak en azından bilindiği kadarıyla Putin'in KGB kariyerinin çok da öyle hayal edildiği gibi; böyle vurdulu-kırdılı, uçtulu-kaçtılı bir kariyer olmadığı açıktı. Önce yurt içi görevlerde masa başı bir iş, sonra bir sürü eğitim, sonra Dresden’de yine çok böyle hareketli sayılmayacak bir başka ajanlık görevleri vardı… Yani öyle hayalimizdeki gibi bir ajanlık da yapmamıştı. Evet, keskin bir zekâya sahipti, iyi bir organizasyon yeteneği vardı. Bunlar Putin'in ajanlık kariyeriyle ilgili doğru olan şeyler, fakat internet efsanelerinde dolaştığı gibi 1988 yılında dönemin Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Moskova’yı ziyaret ederken onun yanında turist ya da gazeteci kılığında dolaşmamıştı. Ya da Türkiye'de TÜPRAŞ inşaatında çalışmamıştı.

Evet, bunlar birer şehir efsanesi olarak uydurulmuşlardı… En azından şunu söyleyeyim, Putin’le ilgili yaptığım araştırmalarda hiçbir güvenilir kaynakta bunları doğrulayacak herhangi bir bilgiyle karşılaşmadım.

Putin ve ailesi 1990 yılında Almanya Dresden’deki görevini tamamlamış ve tekrar Leningrad'a taşınmışlardı. Leningrad Devlet Üniversitesi'nde çeşitli görevler alan Putin’i KGB subaylığından Devlet Başkanlığına taşıyacak 9 yıllık süreç burada başlamıştı. Reformist tarafıyla Leningrad'ın politik açıdan en güçlü ismi olan Anatoly Sobchak ile yolları kesiştiğinde, Putin önemli bir kilometre taşını daha geride bırakmıştı. Anatoly Sobchak, Sovyet sonrası oluşacak düzende önemli bir isim konumundaydı. Hatta Sovyetler dağıldıktan sonra yapılacak Devlet Başkanlığı seçimleri için adı geçenler arasındaydı. Leningrad Belediye Meclisi Başkanıydı. 1991 yılının ortalarında yaptığı bir referandumla, Leningrad olan şehrin isminin devrimden önceki gibi Saint Petersburg olmasını sağlamıştı. Putin bir KGB ajanı olarak işte bu Sobchak’la birlikte çalışmaya başladı. Ancak 19 Ağustos 1991'de Komünizm yanlısı rütbelilerin darbe girişimi sonrasında KGB'den ayrıldı. Artık bir sivil olarak ülkenin en güçlü siyasi isimlerinden birinin; Saint Petersburg Belediye Başkanı’nın sağ kolu olmuşlardı. 25 Aralık 1991 günü son Kızıl Bayrak gönderden indirildi ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği resmen dağıldı. Artık demokrasi vardı. İlk Devlet Başkanı Boris Yeltsin oldu. Sobchak ve yardımcısı Putin ise Saint Petersburg’u yönetmeye devam ediyorlardı. 1996 yılına gelindiğinde yerel seçimler yapılacaktı. Putin KGB kariyerini çoktan geride bırakmış, yerel yönetim düzeyinde siyasi hayatta yükselmeye çalışan bir bürokrattı. 1996 yılında Anatoly Sobchak Saint Petersburg Belediye Başkanlığı seçimini kaybedince Putin işsiz kaldı. 1996'nın yaz aylarına Komsomol Gölü yakınlarındaki küçük yazlık evinde bulunmaktaydı. Avukatlık yapabilirdi, ya da çok sevdiği Judo sporunda kariyerini ilerletebilir, antrenör olabilirdi. Dışarıdan bakıldığında durum pek de parlak gözükmüyordu. 20 yıla yakın ortalama sayılabilecek bir ajanlık kariyeri ve geleceğini bağladığı siyasi seçimi kaybetmesi sonucu işsiz kalmak acıydı ve alçaltıcıydı. Ancak o karanlık el bir kez daha Putin’i tuttu, kaldırdı. Moskova'dan hiç ummadık bir iş teklifi almıştı. Artık Kremlin'de çalışacaktı. Hukuk işlerinden ve Rusya'ya ait yurt dışındaki gayrimenkullerden sorumlu olacaktı.

Vladimir Putin'in Kremlin’e girmesine önayak olan iki isim vardı. Birisi Başkanlık Dairesi Başkanı Pavel Borodin, diğeri ise Başkan birinci yardımcısı Alexa Bolşock oldu. “Başkan Anlatıyor” isimli kitapta Putin, bu büyük kıyağın sebebini hemşehricilik olarak açıklayacaktı. Ancak Putin'i bir anda Moskova'ya hem de doğrudan Kremlin’e yükselten gizli bir elden başkası olamazdı. Bu karanlık el olayı ile ilgili şunu hatırlatayım; burada bahsedilen şey Rus Derin Devleti ve perde arkasındaki Yahudi şebekesi olmaktaydı. Artık KGB'nin devamı mı dersiniz? Ne dersiniz bilemem, ama Putin'in hikayesini okurken, araştırırken hep karanlık bir el, karanlık bir güç onun arkasında sırıtmaktaydı. Putin Moskova'ya geldikten sonra ışık hızıyla yükselmeye başladı. Kremlin’e adım attıktan 2 sene sonra, yani 1998'de KGB'nin yerini alan İstihbarat Teşkilatı FSB'nin başına atanmıştı. Devlet Başkanı Boris Yeltsin FSB ile baş etmekte çoğu zaman zorlanıyor, çözümü başkanını değiştirmekte buluyordu. Sovyetler dağıldıktan sonra geçen 7 yılda 7. Başkandı Putin. 1990'lı yılların zor koşulları altında hiçbir alanda sağlanamadığı gibi, siyasette de istikrar sağlanamıyordu. Devlet bir yandan Birinci Çeçen Savaşı’nın mağlubiyetiyle uğraşırken, diğer yandan Başbakanlarını da sürekli değiştirmek zorunda kalıyordu ve 1999 yılının son günü sanki birileri ona söylemiş, birileri zorlamış, görevini tamamlamış gibi, Yeltsin istihbaratın başındaki genç bürokrat Vladimir Putin'i Başbakanlık görevine getirip istifa ediyordu. Başbakanlık koltuğuna oturan Putin, bir anda ve vekaleten Devlet Başkanlığı görevini de üstlenirken kendisini bulmuştu. Vladimir Putin henüz 4 sene önce yenilmiş bir siyasetçinin sağ kolu olarak işsiz kalmanın üzüntüsünü yaşarken, ani bir teklifle Kremlin’de işe başlamış, 2 sene içinde istihbaratın en tepesindeki isim olup çıkmış ve iki sene içinde de Rusya'nın başına taşınmıştı. Her şey baş döndürücü bir hızla yaşanmıştı. 2000 yılının ilk saatlerinde Rus halkına televizyondan seslenen Lider Vladimir Putin olacaktı. Uzun konuşmaları, bürokrasi dilini, hatta siyasetin bizzat kendisini pek sevmiyordu. Zira Rusya Devlet Başkanlığı için yarışacağı 26 Mart 2000 tarihindeki seçimlerden önce, bilinen anlamda doğru düzgün bir seçim kampanyası bile yürütemiyordu. Ancak bir kokpitte Çeçenistan üzerinde uçuyor, ayrılıkçıların korkulu rüyası imajını güçlendiriyordu ve halkına Sovyetlerin kudretli günlerine dönüşünü va’ad ediyordu. 2000 yılında yapılan seçimlerde sonuç şaşırtmıyordu. Vladimir Putin oyların %53'ünü alarak vekaleten oturduğu Devlet Başkanlığı koltuğuna resmen oturuyordu. Hem de neredeyse bir daha hiç kalkmamak üzere. O günden bu yana aralıksız olarak Rusya'da mutlak güç Vladimir Putin'in elinde bulunuyordu. Sadece görev süresi dolduğu için 2008-2012 yılları arasında tekrar Başbakanlık görevine geçiyor, fakat 20 yıldan uzun süredir Rusya'da mutlak güç görünürde Vladimir Putin oluyordu.

Eski bir KGB ajanının Rusya'nın Devlet Başkanı olması, tüm dünyanın çok ilgisini çekmişti. Batı dünyası ise tedirgindi. Geçmişi karanlıklarla dolu Sovyetlerin omurgasını oluşturan KGB'den çıkmış bir Başkan tehlikeliydi. Belli ki Boris Yeltsin gibi kolay bir lokma değildi. Evet Putin, ilk savaşlarını içeride Çeçenlere ve Oligarklar’a karşı vermişti. Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra, özellikle altı büyük Oligark tarafından yağmalanan birçok devlet kuruluşunu ve kritik işletmeleri tekrar devletleştiren, devlet mekanizmasını çalışmaz hale getiren rüşvet ve yolsuzlukların da karşısında duran isim Putin’di…

Vladimir Putin, sanılanın aksine ya da Batı medyasının düşünmemizi istediğinin aksine Rusya'da sevilen, destek gören bir liderdi. Elbette onun da muhalifleri var. Elbette onu da sevmeyen bir kesim var Rusya'da. Fakat genel olarak halk tarafından destek gören bir liderdi Vladimir Putin. Tabi ki bunun arkasında çok güçlü ve çok ilginç bir PR (piar) çalışmasının katkısı da kesindi. Dünyayı titreten süper güç Sovyetler Birliği’nin mirasçısı bir ülke olarak Rusya Federasyonu’nun ihtiyaç duyduğu karizmatik liderdi Putin. Eski bir KGB ajanıydı. Judo sporu ile ilgilenmişti. Bunun yanında ata biniyor, dalış yapıyor, uçak uçuruyor, hatta Formula 1 aracı kullanıyordu. Bir defasında 10 bin dolarlık saatini, katıldığı bir temel atma töreninde beton harcına atmıştı. Tüm bunlar güçlü lider imajını pekiştirmek içindi. Çoğu zaman da başarılı oluyordu. 1990'larda ülke içinde cehennemi yaşayan Çeçenlere yenilen kardeş ülkeleri Sırbistan'ın bombalanmasını seyreden Rus halkı için Putin rüya gibi bir liderdi. 2009 yılında Rus Zaferi ile sonuçlanan İkinci Çeçen Savaşı ile Rusya Federasyonu’nu parçalamak ve yok etmek isteyenlere dur demişti. 2008 yılında Güney Osetya bölgesi için Gürcistan’la savaşa girdiğinde Batı’nın Putin’e dair tüm korkularının yersiz olmadığı belirginleşmişti. 2010'larda Rusya bu kez Suriye İç Savaşında taraf ülkeydi. 2014'te Kırım’ı ilhak etmiş ve 2022'de Ukrayna ile fiilen savaşa girmişti. Günümüzde seferberlik ilanı ve nükleer silah tehditleriyle hâlâ dünyanın gündemindeydi. Zaten son 20 yıldır neredeyse dünyanın gündeminden hiç düşmemişti. Yani Putin; en çok merak edilen, hakkında en çok konuşulan ve en çok yazılıp çizilen liderdi. O birçoklarına göre dünyanın en güçlü yöneticisiydi. Vladimir Putin kimilerine göre ise sadece bir görünen yüzdü, perde arkasında derin güçler sezilmekteydi. Ama ne olursa olsun çok esrarengiz, çok gizemli bir kişilikti.[1]

Ama bize göre, en çok da, İsrail Başbakanı’nın kapısında dakikalarca bekletildiği video görüntüleri üzerinden gerçek kimliğinin anlaşılması gerekirdi!?

Hayret, yetişme ve yükselme serüveni kankasına ne kadar da benzemekteydi!..

 


[1] https://www.youtube.com.KeremGok

Ufuk EFE -
Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız Heyecan

Bu yazarin diger makaleleri

Oracle nedir? Bilindiği üzere çağımız bilgi çağıdır. Birileri bir yerlerden...
Devami
Milli Çözüm Dergimiz Dış ülkeler (Amerika ve Afrika) temsilcimiz ve...
Devami
  Tehlikeli ve acil sorunlarını ve bunların gerçek sorumlularını unutan veya...
Devami
  Türk hukuk sisteminin üç büyük sakatlığı vardır:   1-   Milli...
Devami
ABD'den talep bile gelmemişken, Başbakan Erdoğan, ABD askerlerinin Türkiye üzerinden...
Devami
  Numan Kurtulmuş’un ifadesiyle: “TSK’yı tamamen sivil iradenin emrine girdirme ve bir...
Devami

Makale Paylaşım Sayısı: 369

SON YORUMLAR