YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6923202e3c84d
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 5 4
Bugün : 28584
Dün : 47039
Bu ay : 969546
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45373367
IP'niz : 216.73.216.189

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

ABD, AB ve NATO

MONTRÖ’DEN NİYE RAHATSIZLARDI?

        

Aylardır, Rusya’nın Ukrayna sınırına balistik füzeler ile keskin nişancılar gönderdiğine ilişkin ortaya çıkan görüntüler dünyaya yayılmıştı. Rusya’nın 3. Dünya Savaşı’na neden olabilecek büyük bir savaşa hazırlandığı konuşulmaktaydı. Batı basını, Rusya’nın 3. Dünya Savaşı’na hazırlık yaptığını yazıp konuşmaktaydı. Kaynak olarak ise, Rusya’nın füze ve diğer askeri donanımları taşıyan trenlerle Ukrayna sınırına taşınmasına ilişkin görüntüler yayımlanmıştı. Görüntülerde, İskender-M fırlatıcılarının trenle sınıra götürüldüğü gösterilirken, çatışma bölgesinin yakınında olduğu bildirilen keskin nişancı ekiplerini gösteren başka görüntüler de paylaşılmıştı. Rusya ve Ukrayna arasında son dönemde yaşanan gerginlik, NATO ve ABD’nin de devreye girmesiyle had safhaya ulaşmıştı. ABD ve İngiliz istihbaratı kaynakları, Rusya’nın ‘birkaç gün içinde Ukrayna’ya saldıracağını’ açıklarken Kremlin yönetiminin de sınıra balistik füze rampası taşıdığı ortaya çıkmıştı.

Oysa bizim kanaatimiz, Rusya’nın Ukrayna işgali konusunda ABD ve Rusya gizlice anlaşmışlardı. Hatta sırada Finlandiya ve İsveç’in de bulunduğu konuşulmaktaydı. Bu şeytani programların Siyonist odaklarca hazırlandığı açıktı. Büyük İsrail’in kurulması ve Yahudilerin Dünya hakimiyetinin sağlanması için tarihi ve tehlikeli bir adım atılmıştı. Bu süreçte ABD ve Rus Başkanların, Dışişleri ve Savunma Bakanlarının özel ve gizli görüşmelerinde nelerin konuşulup tartışıldığı ise hiç gündeme taşınmamıştı!?

Bizim kuşkumuz ve kanaatimiz; Siyonizm’in güdümündeki ABD ve Rusya, Yeni ve Adil bir Dünya kuracak potansiyel fırsatları, tabii, tarihi ve coğrafi imkânları özünde barındıran Türkiye’yi bir tuzağa çekmek, sonunda suçlu gösterip Haçlı hırsıyla saldırıp etkisizleştirmek üzere anlaşmışlardı. Bunun için de Boğazlarla ilgili MONTRÖ Anlaşması’nı delmeye çalışacaklardı!

Yahudi asıllı Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelensky, Kudüs’te Ağlama Duvarı’nda başında Kippa ile fotoğraflar çektirip dağıtmıştı!

İsrail; bu bağlamda bile Ukrayna’nın yanında duramamış, hatta Ukrayna’da olan 200 bin kadar Yahudi nüfusu ve dahası Dünyadaki yegâne Yahudi Devlet Başkanı dahi Zelensky’nin arkasında duramamıştı. Oysa Zelensky’nin göğsünü gere gere Yahudi’yim deyip başında Kippa ile de dolaşmışlığı vardı. Ayrıca, Ukrayna’da 200 bin kadar Yahudi olmasının yanı sıra, bir de 15-20 bin kadar Rabbi NAHMAN of Braslow isimli bir dini kişiliğin türbesi ve onu ziyaret etmekte olan müritleri bulunmaktaydı. Her yıl da Yahudilerin yılbaşı olan ROSH HASHANAS Bayramı’nda bu türbe ziyaretleri zirve yapar ve büyük miktarda Yahudi dindarlar ve Rabbi Nahman severler Ukrayna’ya doluşurlardı.

Bütün bu ilişkiler İsrail’in Ukrayna’nın yanında veya arkasında durmasına yeterli olmamıştır. Sebebi ise; Rusya halihazırda Suriye’de konuşlanmış durumdadır ve İsrail’in, Suriye’deki İran silahlarını haftada bir veya iki kez bombalamasına, imha etmesine ses çıkartmamaktadır. Ve bu tehlike Ukrayna’daki Yahudi ilişkisinden daha önemli sayılmaktadır. Üstelik çıkmama ihtimali çok daha yüksek olan bir savaş yüzünden Rusya ile olan mükemmel ilişkiyi bozma riskine girmeyi İsrail göze alamamıştır.

İsrail Başbakanı Naftali Bennet, Ukrayna’da üç bin kadar İsrailli bulunduğunu ve bir an evvel hayatlarını riske atmadan çıkmaları gerektiğini televizyonlarda açıklamıştır.

Bu arada İsrail ile Türkiye arasındaki Uzlaşma ziyareti öncesi İsrail’i ziyaret etmiş olan Sayın İbrahim Kalın’ın tam bir münafıklık ve ucuz kahramanlıkla El Aksa’daki Mahmud Abbas’ı Rabia işareti ile selamlaması, Siyonistlerce ciddiye bile alınmamıştı. Ve Başkan Herzog’un Türkiye ziyareti öncesinde Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan’ı ziyaret edebileceği konuşulmaktaydı.

Rusya-Ukrayna savaşında Müslüman ve Mücahit Çeçenler de Rusya’nın yanında yer almışlardı.

Rusya’ya bağlı Çeçenistan Cumhuriyeti lideri Muhammed Kadirov, Rus ordusunun Ukrayna’yı işgaline tepkisiz kalmamıştı. Kadirov, Ruslara destek olması için Çeçenistan ordusunu Ukrayna sınırına gönderdiğini açıklamıştı.

ABD, AB ve NATO MONTRÖ’den Niye Rahatsızlardı?

Kanal İstanbul tartışmaları, Montrö Sözleşmesi’ni tartışmaya açarak Türkiye’nin karşısına ikinci bir “Boğazlar Sorunu” çıkarmıştır. Montrö düzeninin yıkılmasıyla Türkiye’nin Boğazlar üzerindeki 83 yıllık “tam egemenliği” sarsılacak ve dahası Karadeniz bir “Amerikan Gölü” halini alacaktır. Hâlâ geçerli olan “uluslararası ana kurucu metinler” durumundaki Lozan’ı ve Montrö’yü tartışmaya açmak, Türkiye Cumhuriyeti’nin “toprak bütünlüğünü” ve “bağımsızlığını” tartışmaya açmaktır. Atatürk Türkiye’si, 162 yıl devam eden “Boğazlar Sorunu”nu, 1936’da Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile ulusal çıkarlara uygun olarak çözüme ulaştırdı. Boğazlar, 83 yıldır Türkiye’nin egemenliği altındadır.

30 Ekim 1918 tarihli Mondros Ateşkes Antlaşması’nda Boğazların yabancı devlet gemilerine açılması ve İtilaf Devletleri’nin hakimiyetine girmesi kararlaştırıldı. 10 Ağustos 1920 tarihli Sevr Antlaşması’na göre (Md. 37-61) Boğazlar ile Marmara Denizi, gerek barış gerek savaş zamanında tüm devletlerin ticaret ve savaş gemileriyle sivil ve askeri uçaklarına açık tutulacaktı. Ayrıca Boğazlar Bölgesi’nin yönetimi çok geniş yetkili bir Boğazlar Komisyonu’na bırakılacaktı. (Md. 38, 39, 61) Türkiye’nin üye olmayacağı bu komisyonun kendine özgü bir sancağı, bütçesi, teşkilatı, özel polis gücü olacaktı. (Md. 42, 48) Boğazlar Bölgesi silahsızlandırılacaktı. Böylece, İstanbul’u da içine alan Boğazlar Bölgesi Türkiye’nin elinden çıkarak fiilen bir İngiliz, Fransız ve İtalyan özerk bölgesi olacaktı.

24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması’na ek Lozan Boğazlar Sözleşmesi’ne göre Boğazların yönetimi, başkanı Türk olan bir Boğazlar Komisyonu’na bırakıldı. (Md. 10) Sevr’de Boğazlar Komisyonu’na verilen geniş yetkiler Lozan’da kaldırıldı. Boğazlar bölgesinde; barış ve savaş zamanında, ticaret gemileri, savaş gemileri ve uçaklar için geçiş serbestliği esas alındı. (Md. 1 ve 2, Ek /1) Ancak barışta, Karadeniz’e kıyısı olmayan devletlerin savaş gemilerine tonaj sınırı konulacaktı. (Md. 2, Ek /2). Geçiş güvenliğinin sağlanması için Boğazların her iki kıyısında 20 km uzaklıktan geçen çizgiye kadar asker bulundurmak yasaklandı. Askersizleştirilen Boğazlarda Türkiye’nin güvenliği Milletler Cemiyeti’nin garantisi altına alındı. (Md. 18)

Montrö Boğazlar Sözleşmesi neden ve nasıl imzalandı?

Lozan’da İstanbul ve Boğazlar düşmandan kurtarıldı. Ancak, Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin iki olumsuz yönü vardı: Birincisi, Boğazların askerden arındırılmasıydı. İkincisi de bir Boğazlar Komisyonu’nun kurulmasıydı. Atatürk, ilk fırsatta Lozan Boğazlar Sözleşmesi’ni değiştirmek arzusundaydı. 1936’da Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile bunu başardı. Atatürk, “Lozan’ın Montrö’de taçlandığını” açıklamıştı.

1930’ların başında Atatürk Türkiye’si, Mussolini İtalya’sının Doğu Akdeniz ve Balkanlardaki saldırgan politikalarını yakından takip ediyordu. Türkiye, 1933’te Londra Silahsızlanma Konferansı’nda ve 1935’te Milletler Cemiyeti Genel Kurulu’nda Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin değiştirilmesi talebinde bulundu. 1935’te İtalya’nın Habeşistan’a saldırması ve 12 Ada’yı silahlandırmaya başlaması, Almanya’nın Ren bölgesine asker çıkarması ve Lokarno Güvenlik Antlaşmalarını askıya alması Türkiye’nin aradığı fırsattı. Atatürk, “Avrupa’nın durumu böyle bir girişim için elverişlidir. Bu işi kesinlikle başaracağız” diyerek girişimler başlattı.

Türkiye, 11 Nisan 1936’da Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin imzacı ülkelerine birer muhtıra vererek yeni bir Boğazlar rejimi belirlemek için bir konferans toplanmasını istedi ve konferans toplandı. 20 Temmuz 1936’da İngiltere, Fransa, Japonya, Sovyetler Birliği, Romanya, Yugoslavya, Yunanistan, Bulgaristan ve Türkiye; toplam 29 madde, 4 ek ve bir de protokolden oluşan Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni imzaladı.

Böylece 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’ndan beri tam 162 yıl devam eden “Boğazlar Sorunu”, 1936’da Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile ulusal çıkarlara uygun olarak çözüme ulaşmıştı.

Türkiye’nin Montrö Kazanımları

Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile Türkiye’nin Boğazlarda elde ettiği önemli kazanımlar şunlardır:

– Sözleşmedeki hükümleri uygulayan ve denetleyen taraf Türkiye’dir. (Md. 24)

– Karadeniz’e kıyısı bulunmayan devletlerin denizaltıları ve uçak gemileri Boğazlardan geçemeyecektir. (Md. 10/3, 11, 12, 14 ve Ek-II par. B). Karadeniz’e kıyısı bulunan devletler, Karadeniz dışında yaptırdıkları veya satın aldıkları denizaltıları Türkiye’ye zamanında haber verirlerse Boğazlardan geçirebileceklerdir. Denizaltılar Boğazlardan birer birer, gündüz ve su üzerinden geçecektir. (Md. 12)

– Barış zamanlarında savaş gemileri Boğazlardan geçebilmek için 8 gün içinde Türk Hükümeti’ne bildirim yapmaları gerekir. Bu bildirimde gemilerin gidecekleri yer, adları, türleri ve sayıları, gidiş dönüşte taşıdıkları yükler bildirilecektir. Boğazlardan geçiş 5 gün içinde olacaktır. Daha fazla Boğazlarda kalmak yasaktır. Geçiş sırasında Donanma Komutanı, Boğaz girişindeki bir işaret istasyonuna emrindeki kuvvetin açık ve seçik bileşimini bildirecektir. (Md. 13, 16)

– Barış zamanlarında Boğazlarda transit olarak bulunabilecek tüm yabancı Deniz Kuvvetlerinin en yüksek tonaj toplamı 15 bin tonu geçmeyecektir. Söz konusu kuvvetler 9 gemiden çok olmayacaktır. (Md. 14)

– Karadeniz’e kıyısı bulunmayan devletlerin barış zamanında Karadeniz’de bulunduracakları savaş gemilerinin tonajı 45 bin tonu aşmayacak ve bu gemiler 21 günden fazla Karadeniz’de kalmayacaktır. (Md. 18)

– Savaş zamanlarında savaşan herhangi bir devletin savaş gemilerinin Boğazlardan geçmesi yasaktır. (Md. 19)

– Savaş zamanlarında Türkiye savaşan ülke durumundaysa veya bir savaş tehdidiyle karşı karşıyaysa Boğazlardan savaş gemilerinin geçip geçmemesi tamamen Türkiye’nin kararına bağlıdır. (Md. 20, 21)

– Sivil hava araçları Türkiye’ye 3 gün önce ön bildirim yaparak kendilerine gösterilen hava yollarını kullanacaklardır. (Md. 23) Askeri uçakların Boğazlar üzerinden geçişine izin verip vermeme yetkisi Türkiye’ye bırakılmıştır.

– Uluslararası Komisyon’un yetkileri Türkiye’ye geçmiştir. (Md.24)

– Türkiye, Boğazlarda hemen yeniden asker bulundurabilecektir. (Protokol, 1,2)

– Türkiye, Boğaz geçişlerinde “sağlık kontrolü”, “fenerler”, “şamandıralar” ve “kurtarma hizmeti” için vergi ve harç alacaktır. (Geçiş ücretleri 2.5 Frank kuru üzerinden belirlenmiştir.) (Ek-1) Bu özellikleriyle Montrö, kelimenin tam anlamıyla, “Boğazlardaki Türk kilidi”dir.

Montrö ortadan kalkarsa neler olacaktı?

Montrö ile Türkiye Boğazlarda “mutlak egemenlik” elde etmiştir. “Uluslararası boğazların hiçbirinde, Montrö’de Türkiye’ye verilen nitelikte yetkiler hiçbir kıyı devletine verilmemiştir.” Montrö ortadan kalkarsa Türkiye, Boğazlardaki “mutlak egemenliğini” kaybedecektir. Montrö’nün ortadan kalkması Türkiye için ciddi bir milli güvenlik sorununa neden olacaktır. Çünkü herhangi bir sıcak veya soğuk savaş tehlikesi durumunda Türkiye, Boğazlara ve oradan Karadeniz’e girecek savaş gemilerini, uçak gemilerini, denizaltıları, savaş uçaklarını engelleyemeyerek kendi güvenliğini sağlayamayacak hale gelecektir.

Montrö Boğazlar Sözleşmesi, “Karadeniz’e kıyısı olan ve olmayan ülkeler” ayrımı yapmış, “Karadeniz’e kıyısı olan ülkelere” bazı ayrıcalıklar tanırken diğer ülkelere sınırlama getirmiştir. Böylece Türkiye Montrö ile kendine Kuzeybatıdan bir güvenlik kalkanı oluşturmuş vaziyettedir. Montrö ortadan kalkarsa işte bu güvenlik kalkanı da ortadan kalkacak demektir. Montrö ortadan kalkarsa herhangi bir savaş durumunda savaşan devletlerin Boğazlardan geçip Karadeniz’e girmelerini hiçbir şey engellemeyecektir. Büyük baskılar altında kalan Türkiye tarafsızlığını yitirecektir. Nitekim Türkiye’nin II. Dünya Savaşı’nda, tarafsız kalabilmesinde Montrö’nün özel bir etkisi olduğu bilinir.

Kanal İstanbul Montrö’yü ortadan kaldırır mı?

1- Türkiye, Boğazlardan geçen ticaret gemilerini Kanal İstanbul’dan geçmeye zorlarsa bu durum “Bayrak ve yükü ne olursa olsun ticaret gemilerinin Boğazlardan geçişleri serbesttir” diyen Montrö’ye aykırı olacağından Montrö ortadan kalkabilir. (Md. 1,2,4,5) Üstelik Montrö’de “geçiş ve gidiş geliş serbestliği ilkesinin süresi sonsuzdur.” (Md. 28)

2- Kendiliğinden Kanal İstanbul’a yönelecek gemilerden yüksek geçiş ücreti alınacak olursa, gemiler İstanbul Boğazı’nı tercih etmeye devam edeceklerdir. Böylece hem Kanal İstanbul geçişlerinden beklenen yüksek gelir, hem de Boğaz trafiğinin azalması beklentisi hayal olacaktır.

3- Kanal İstanbul’da Montrö’yü uygulamak mümkün görünmüyor. Çünkü Montrö’de “Boğazlar” deyimi İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı’nı kapsıyor. Kanal İstanbul ise bunların dışında “yapay bir kanal” olarak Montrö’deki “Boğazlar” tanımının dışında kalıyor. Dolayısıyla Kanal İstanbul’dan geçen bir gemiye Çanakkale Boğazı’ndan ve Marmara Denizi’nden geçerken Montrö hükümleri uygulanamaz.

4- Türkiye’nin, “Kanal İstanbul’dan savaş gemileri geçmeyecek, sadece ticaret gemileri geçecek” demesi durumunda buna karşı çıkan ülkeler insan eliyle yapılan Süveyş, Panama ve Kiel kanallarının hem ticaret hem savaş gemilerine açık olduğunu söyleyerek Montrö’yü tartışmaya açabilirler.

Amerika, Montrö’nün 18. Maddesini Kaldırma Çabasındaydı!?

Montrö, Karadeniz’e kıyısı olmayan İngiltere, Fransa, İtalya, Almanya ve Amerika gibi emperyalist devletlere Karadeniz’in kapılarını kilitlemiştir. 1. Dünya Savaşı sonrası Rusya, Montrö’yü değiştirmek istediğinde Amerika kendi çıkarları açısından Türkiye’nin yanında durdu, Montrö rejimini savundu. Ancak bugün itibarıyla Amerika Montrö’den rahatsızlık hissetmektedir.

Çünkü Montrö’nün 18. maddesi, Karadeniz’i Amerikan emperyalizmine de kapatmıştır. Söz konusu maddeye göre: 1- Karadeniz’e kıyısı olmayan ülkelerin Karadeniz’deki savaş gemilerinin toplam tonajının, 30 bin tondan (zorunlu hallerde 45 bin tondan) fazla olmaması, 2- Bu ülkelerden herhangi birinin tonajının toplam tonajın üçte ikisini aşmaması, 3- Karadeniz’e insani bir amaçla gönderilecek deniz kuvvetinin 8 bin tona ulaşamaması, 4- Bu kuvvetlerin de Türk Hükümeti’nden izin alarak Karadeniz’e açılmaları şarttı ve 5- Bu kuvvetlerin burada bulunmalarının amacı ne olursa olsun Karadeniz’de 21 günden çok kalamamaları kuralları Amerika’nın elini kolunu bağlamaktadır. Montrö’nün işte bu 18. maddesi nedeniyle Amerikan donanması, denizaltıları, uçak gemileri boğazları geçip Karadeniz’e açılamamaktadır.

Acaba: 83 yıldır Karadeniz’in kapısındaki Montrö kilidini kıramayan Amerika, Karadeniz’e girebilmek için yeni bir kapı mı yaptırmaktadır? Kanal İstanbul, Karadeniz’e açılan bir Amerikan tuzağı mıdır?[1]

Adil Düzen İttifakı ve Milli Çözüm İktidarı

“Dünyanın gözünün içine baka baka Putin oturduğu yerden Ukrayna’yı bölen kararı imzalamış ve ciddi bir ses de çıkmamıştı. NATO, BM ve AB’de yapılan bazı toplantılarda laftan öte geçmediği kanıtlanmıştı ve bunu çok iyi bilen Putin Ukrayna’yı işgale başlamıştı. Kısacası artık Birleşmiş Milletler örgütünün, Avrupa Birliği’nin ve NATO’nun varlık sebeplerinin izahında kurulan cümlelerin de bir anlam ifade etmediği, bu vesile ile bir kez daha anlaşılmıştı. Sadece 5 ülkenin güdümüne ve kontrolüne girmiş bir Birlemiş Milletler sadece imtiyazlıların arkasında durmayı iş edinmiş durumdaydı. Yoksa yeryüzünde sömürgecilerin önünü kesmek gibi bir işlevi kalmamıştı. Zaten böyle bir işlevden daha kuruluşunda özellikle soyutlanmıştı. Böyle olunca BM’nin söylenen görevini yapabilmesi için ya yapısının değiştirilmesi ya da dünya üzerinde yeni bir güç dengesine ihtiyaç vardı. Artık yeryüzünde yeni adil bir düzenin sağlanması için İslam Birliği’ne duyulan ihtiyaç iyice ortaya çıkmıştı. Ancak, Hristiyan ittifakı bir İslam Birliği’nin oluşmasını engellemek için anında harekete geçebiliyorken ne yazık ki İslam ülkelerinin yöneticileri kendilerine güvenlerini öylesine kaybetmişler ki, oturdukları koltuğu koruyabilmek için hâlâ NATO, AB ve BM’den yardım ummaktalardı.

Rahmetli Erbakan Hocam İkinci Dünya Savaşı’nın arkasından oluşturulan bugünkü yapıya 50 yıl boyunca dikkat çekmeye, dünyayı uyandırmaya çalışmıştı. Hatta, yeryüzünde yeni bir düzenin oluşturulması için harekete geçmiş, bir yıllık iktidarında İslam Birliği’nin ilk adımı olan D-8 örgütünü hayata geçirmeyi başarmıştı. Yani, yeni bir dünya düzeni oluşturulması için gerekli olan İslam Birliği’nin kurulması kaçınılmazdı. Bunun önündeki en büyük engel ise Erdoğan iktidarıydı. İslam ülkeleri yöneticileri sadece oturdukları koltukların sürekliliğini sağlamaya kendilerini şartlandırdıkları sürece bu sömürü ve zulüm düzeni yıkılmayacaktı. Çünkü zalimler kendi aralarında paylaştıkları dünyayı sömürürken, ihtiyaç duydukları sermayeyi de İslam ülkelerinin yer altı ve yer üstü zenginliklerini sömürerek sağlıyorlardı.

Bu gerçeği görmek için sadece Irak, Suriye ve Afganistan’da yaşananları ve buralarda işlenen tüm cinayetler karşısında BM, AB ve NATO’nun sergilediği tavrı, olayları bir kenardan sessizce izleme politikalarını hatırlamak yeterli olacaktı. Bunun yanında bir de Rusya ve ABD’nin tarih boyunca hiç savaşmadığını ve her büyük savaş sonrası çıkar paylaşımı yaptığını hatırlamak, yeni bir dünya düzeninin kurulmasına duyulan ihtiyacın boyutunu açıkça ortaya çıkaracaktır. Adil yeni bir dünya düzeninin kurulmasının yolunun da İslam Birliği’nden ve Adil Düzen’den geçtiğini gördüğümüzde mesele daha da kolaylaşacaktır.”[2] İşte bütün bunlar için Milli Çözüm’e acilen ihtiyaç vardır!

Önemli Yorumlar ve Yaklaşımlar!

“Türkiye’nin iktidar sorununun ağırlığı ve yakıcılığı kadar bir bütün olarak muhalefet sorunumuz vardır. ‘Kırk katırla kırk satır arasında, örsle çekiç arasında sıkışmış vaziyetteyiz’. Yere sağlam basan bir siyasi projeyi halkın önüne koyamıyorlar. Bölük pörçük, yalan yanlış laflar, boş bir eleştiriler manzumesi. Sen nasıl düzelteceksin? Çözümün ne? O belli değil işte. Halk bıkkın ve bitkin ama salı konuşmalarına bakıp benim gibi ürperiyor. Devlet yönetme sorumluluğuna talip olan kadroların söylemlerinin muhtevasına bir bakın Allah aşkına!  Bir tane çözüm ve proje var mı? Hayır! Sadece sen niye böyle yaptın? diye çıkışmaları siyaset sanıyorlar. Gelin Millet İttifakı olarak en geniş şemsiyeyi açın, ortaya bir ilkeler ve öncelikler, değerler manzumesi gibi bir ‘milli mutabakat metni’ çıkarın. Sağdan soldan aydınlar bir etik konsey gibi bu mutabakatı gözetleyip uyarılar yapsın. Bunlar sizin millete taahhüdünüz olsun. Çözümünüzü hazırlayın ve savunmaya başlayın. Sizin ve kadrolarınızın, fikir ve düşünce kısırlığını, üretimsizliğinin günahını milyonlarca yurttaşa yüklemeye kalkışmayın. Aksi halde tarih önünde hesabını veremezsiniz!” diyen Prof. Kemal Üçüncü haklıydı. Ancak onun gibilerden beklenen, bu Milli Mutabakat metnini ve gerçekçi çözüm önerilerini kendilerinin ortaya koymalarıydı. En azından bu konuda ciddi, ilmi ve Milli projeler ortaya koyan Milli Çözüm’e destek çıkmalarıydı.

Bakınız; son Montrö tartışmalarıyla ilgili derin bir provokasyonla karşı karşıyayız. Okumadığımız, araştırmadığımız için bilmiyoruz. Size ABD politikalarına yön veren en prestijli araştırma enstitüsü Stratfor’un ‘Gelecek 10 yıl 2015-2025’ raporundan aktarıyorum:

“Önümüzdeki birkaç yıl Rusya’nın Ukrayna üzerindeki mevcut çatışması uluslararası sistemin merkezindeki en önemli öğe olarak kalacak, ama bu 10 yıllık sürede Rusya Federasyonu’nun mevcut durumu koruyabileceğini sanmıyoruz. Enerji ihracatına aşırı bağımlılık ve fiyatlandırma beklentilerine güvensizlik, Moskova’nın geniş Rusya Federasyonu kuşağındaki kurumsal ilişkilerini devam ettirmesini imkânsız kılıyor. Moskova’nın otoritesinin ciddi bir şekilde zayıflamasının, Rusya’yı resmi ve gayri resmi olarak dağılmaya sürükleyeceğini öngörüyoruz. Bu durum 10 yıl içinde hızlanırsa, Rusya’nın nükleer silahlarının güvenliği önemli bir kaygı konusu olacaktır.

Bu durum önümüzdeki 10 yılın en büyük krizini oluşturacaktır. Rusya, bütün hinterlandına yayılan büyük bir nükleer güç konumundadır. Moskova’nın gücünün azalması ise; ‘Bu füzeleri kim kontrolüne alacak? Kullanılmaması nasıl sağlanacak?’ sorularını ortaya çıkaracaktır. Bu, Amerika için büyük bir sınav olacaktır. Washington bu meseleye çözüm sunabilecek tek güç durumundadır ama çok sayıdaki askeri sahaları elinde tutması ve hiçbir füzenin ateşlenmeyeceğini garanti altına alması mümkün olmayacaktır. Amerika ya henüz tasavvur edemediğimiz bir askeri çözüm ortaya koymak zorunda kalacak ve füzelerin ateşlenme riskini göze alacak ya da zaman içerisinde füzeleri etkisiz hale getirmek için istikrarlı ve ekonomik olarak sürdürülebilir hükümetler oluşturmaya çalışacaktır. Bu sorunun neler doğurabileceğini tasavvur etmek zordur. Ama, büyük ihtimalle ‘önümüzdeki 10 yıl içinde Rusya’nın parçalanacağı yolunda öngörümüz’ göz önünde bulundurulduğunda, bu soruna bir çözüm bulunması şarttır. Bu 10 yılın ilk yarısındaki soru Baltık ve Karadeniz arasındaki ittifakın nereye kadar uzanacağı olacaktır. Mantıken Azerbaycan ve Hazar Denizi’ne kadar uzanması lazımdır. Uzanıp uzanmayacağı bizim ‘Orta Doğu ve Türkiye ile ilgili öngörülerimize bağlıdır.’

Evet, ABD Rusya’nın gelecek 10 yılda parçalanması hesaplarını yapmaktaydı. Türkiye ise bu operasyonun öncü cephe ülkesi olarak hazırlanmaktaydı. Tehlikenin farkında mısınız? Çünkü Rusya askeri savunma stratejisinde; Türkiye’nin bulunduğu güney bölgesi Rusya askeri savunmasının en zayıf noktasıydı. Rusya en büyük askeri tehdidi buradan algılamaktadır. Bu alandan kendisine yönelecek bir ABD tehdidine karşı ne denli şiddetle mukabele edebileceğini artık anlamak lazımdı. 2. Dünya Savaşı’nda taraf olmadığımız ve Montrö’ye bağlı kaldığımız için büyük bir yıkımdan uzak kalmıştık. Bu politika doğru bir hesaba dayanmıştı.” yorumlarını ve uyarılarını da mutlaka ciddiye almak gerektiği açıktı.

Almanya Bilim ve Politika Vakfı’nın (SWP) Raporunda Doğrularla Yanlışların Harmanlaması

Almanya’da önemli düşünce kuruluşlarından olan Bilim ve Politika Vakfı (SWP), yeni raporunda Türkiye’deki Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni mercek altına almıştı. 2018’de yürürlüğe giren “Türk tipi Cumhurbaşkanlığı” sisteminin, siyasette ve devletin işleyişinde yol açtığı değişimin incelendiği araştırmada, çarpıcı tespitler yer almıştı. Sinem Adar ile Günter Seufert tarafından kaleme alınan ve yeni hükümet sisteminin iki buçuk yıllık bilançosunu gözler önüne seren raporda, 2021 yılının Türkiye’si şu tespitlerle anlatılmaktaydı: 

“Artık meclis daha güçsüz konumdadır, güçler ayrılığı baltalanmış durumdadır, yargı siyasallaşmıştır. Kurumlar felce uğratılmıştır, ekonomik sıkıntılar artmaktadır ve otoriter pratikler uygulanmaktadır…”

Cumhurbaşkanlığı hükümranlığı!

Yeni hükümet sistemi ile birlikte Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kurumlar üzerinde “neredeyse sınırsız ve denetimsiz” bir güce sahip olduğu, buna rağmen, hem de sürpriz bir şekilde “Cumhurbaşkanı’nın siyasi manevra alanının parlamenter sistemde olduğundan daha da dar hale geldiği” gözlemi aktarılmıştı. “Yeni sistem, ulaşılacağı söylenen hedeflerin gerçekleştirilmesinde başarısız oldu” değerlendirmesine yer verilen raporda, gelinen noktada bugün Erdoğan’ın “iktidarı muhafaza etme mücadelesi yürüttüğü” vurgulanmıştı.

Muhalefetin vasıfsızlığı!

SWP raporunda, Türkiye’deki yeni sistemin demokrasi ve bürokrasinin işleyişinde yarattığı tahribatlar örnekleriyle anlatılırken, muhalefet partilerinin itirazları ve alternatif oluşturma çabaları da incelemeye alınmıştı. Türkiye’de muhalefet partilerinin parçalanmış oldukları, ancak Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne itirazlarının bu partileri bir araya getiren önemli unsur halini aldığı belirtilen raporda, bununla birlikte partilerin demokrasinin onarılmasını sağlayacak ortak bir vizyon geliştirmeyi başarıp başarmayacaklarının henüz belirsiz olduğu aktarılmıştı. Araştırmada, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin yol açtığı kurumsal tahribat ve muhalefetin belirsiz görünümü, Türkiye’de olumlu yönde kolay ve hızlı bir değişim yaşanacağı umutlarını azaltıyor” yorumları da yer almıştı.

Bütün bu yaklaşımlar; Almanya’nın ve Batı’nın Türkiye’de, AKP iktidarı dışında, kendilerine daha yararlı bir alternatifi henüz kurgulayamadıklarının bir kanıtıydı. Bu saptamalar; siyaset zemininde ve demokratik mücadelelerle Erdoğan’la başa çıkılamayacağı, antidemokratik girişimlerin ise kontrol altına alınamayacağı kuşkularını barındırmaktaydı. Bu nedenle, Erdoğan’la yola devam etmek gerektiği kanaatleri açığa vurulmakta, ilgili makamlara bu mesaj ulaştırılmaktaydı. Haçlı Batı’nın hâlâ en büyük korkusu, Milli Görüş-Milli Çözüm ve Erbakan’ın tarihi ve talihli programlarıydı!..

 


[1] S. Meydan – 30 Aralık 2019

[2] abdulkadirozkan@milligazete.com.tr

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Picture of Ahmet AKGÜL

Ahmet AKGÜL

Subscribe
Bildir
14 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Hedef kim
Atatürk’ü rahmetle anmamak mümkün değil. Montrö’nün anlamı neymiş şu Rusya Ukrayna savaşında daha bir anlaşılır oldu. Daha bir yıl önce Montrö’yü eleştirenler şimdi sarıldılar.
Rusya Ukrayna savaşının bize sıçramasını engelleyecek en önemli dayanağımız belki Montrö olacak. Çünkü Siyonizm bir taşla kuş katliamı yapmak ister. Erbakan Hocamızın öğretilerinden şunu anlıyoruz ki Siyonizm’in kışkırtıcılıkları ve ateş yakmaları büyük İsrail’i kurmak çalışmalarının bir neticesidir ve en önemli hedef ülke ülkemizdir.

Tarih tekerrürden ibarettir
Coğrafyamız üzerindeki oyunlar asır geçmesine rağmen hala aynıdır.Aynı zihniyette devam eden devletler oyuncu değişikliğine gitmiş anlaşılan.Rusyanın değişmeyen panslavizm politikası günümüzde oyuncu değişikliğine gitmiş Ukrayna ile devam etmekte anlaşılan.Batıda Montrö yü bir türlü hazmedememiş Karadeniz kıyılarının kızışmasını sabırsızlıkla beklemektedir.Karşılıklı çıkar ilişkilerini koruyarak devam eden ABD ve Rusya nın unuttuğu tek şey Milli Çözüm Türkiyesidir.

Haçlı Batı’nın hâlâ en büyük korkusu, Milli Görüş-Milli Çözüm ve Erbakan’ın tarihi ve talihli programlarıydı!..
Adil Düzen İttifakı ve Milli Çözüm İktidarı
“Dünyanın gözünün içine baka baka Putin oturduğu yerden Ukrayna’yı bölen kararı imzalamış ve ciddi bir ses de çıkmamıştı. NATO, BM ve AB’de yapılan bazı toplantılarda laftan öte geçmediği kanıtlanmıştı ve bunu çok iyi bilen Putin Ukrayna’yı işgale başlamıştı. Kısacası artık Birleşmiş Milletler örgütünün, Avrupa Birliği’nin ve NATO’nun varlık sebeplerinin izahında kurulan cümlelerin de bir anlam ifade etmediği, bu vesile ile bir kez daha anlaşılmıştı. Sadece 5 ülkenin güdümüne ve kontrolüne girmiş bir Birlemiş Milletler sadece imtiyazlıların arkasında durmayı iş edinmiş durumdaydı. Yoksa yeryüzünde sömürgecilerin önünü kesmek gibi bir işlevi kalmamıştı. Zaten böyle bir işlevden daha kuruluşunda özellikle soyutlanmıştı. Böyle olunca BM’nin söylenen görevini yapabilmesi için ya yapısının değiştirilmesi ya da dünya üzerinde yeni bir güç dengesine ihtiyaç vardı. Artık yeryüzünde yeni adil bir düzenin sağlanması için İslam Birliği’ne duyulan ihtiyaç iyice ortaya çıkmıştı. Ancak, Hristiyan ittifakı bir İslam Birliği’nin oluşmasını engellemek için anında harekete geçebiliyorken ne yazık ki İslam ülkelerinin yöneticileri kendilerine güvenlerini öylesine kaybetmişler ki, oturdukları koltuğu koruyabilmek için hâlâ NATO, AB ve BM’den yardım ummaktalardı.
Rahmetli Erbakan Hocam İkinci Dünya Savaşı’nın arkasından oluşturulan bugünkü yapıya 50 yıl boyunca dikkat çekmeye, dünyayı uyandırmaya çalışmıştı. Hatta, yeryüzünde yeni bir düzenin oluşturulması için harekete geçmiş, bir yıllık iktidarında İslam Birliği’nin ilk adımı olan D-8 örgütünü hayata geçirmeyi başarmıştı. Yani, yeni bir dünya düzeni oluşturulması için gerekli olan İslam Birliği’nin kurulması kaçınılmazdı. Bunun önündeki en büyük engel ise Erdoğan iktidarıydı. İslam ülkeleri yöneticileri sadece oturdukları koltukların sürekliliğini sağlamaya kendilerini şartlandırdıkları sürece bu sömürü ve zulüm düzeni yıkılmayacaktı. Çünkü zalimler kendi aralarında paylaştıkları dünyayı sömürürken, ihtiyaç duydukları sermayeyi de İslam ülkelerinin yer altı ve yer üstü zenginliklerini sömürerek sağlıyorlardı.

Ey iman edenler!
Ey iman edenler! Sizden olmayanları (Yahudi ve Hristiyanların hain takımını ve işbirlikçi münafıkları) sırdaş (müttefik) edinmeyin. (Çünkü) Onlar size (her fırsatta) kötülüğe ve zarar vermeye uğraşırlar, size zorlu bir sıkıntı verecek şeylerden de hoşlanırlar. Onların buğz (ve düşmanlıkları) ağızlarından dışa vurmuştur, göğüslerinde (gönüllerinde) gizli tuttukları (nefret ve hıyanetleri) ise, daha büyüktür. Size ayetlerimizi (imanın ve inkârın alâmetlerini) açıkladık; belki akıl erdirip (Haçlı Siyonistlerden ve işbirlikçi hainlerden uzak kalırsınız diye, size bu gerçekler tebliğ ve tavsiye edilmektedir).

https://www.mealikerim.com/3/ali-imran/118

KANAL İSTANBUL’U İNADINA YAPACAĞIZ sözleri basit bir inad değil anlaşılan.
Acaba: 83 yıldır Karadeniz’in kapısındaki Montrö kilidini kıramayan Amerika, Karadeniz’e girebilmek için yeni bir kapı mı yaptırmaktadır? Kanal İstanbul, Karadeniz’e açılan bir Amerikan tuzağı mıdır?

https://www.ntv.com.tr/turkiye/cumhurbaskani-erdogankanal-istanbulu-inadina-yapacagiz,FZLhGqSEiUaX1D5DX1LIuQ

Sihalar Adil Düzen Projelerinin Fragmanıydı!
Mümtehine 1
Ey iman edenler, (sakın) Benim de düşmanım sizin de düşmanınız olan (kişileri, çevreleri ve ülkeleri) evliya (dost ve müttefik) edinmeyin. (Zalim ve kâfir güçlerin hükmüne ve himayesine girmeyin. Bu uyarılarıma rağmen hangi sebep ve beklentiyle) Siz hâlâ onlara karşı meveddet (yaranmak için muhabbet ve destek çağrısı) yöneltmekte (ve onlara yakınlık mesajı ve tavrı iletmekte)siniz; oysa onlar size Hakk’tan gelen (Kur’ani emir ve hükümleri) inkâr etmişler, Rabbiniz olan Allah’a imanınızdan dolayı, Elçiyi de, sizi de (ülkenizden, hak ve hürriyetlerinizden) çıkarmaya girişmişlerdir. Eğer siz, Benim uğrumda (Kur’an’ın adalet kurallarını hâkim kılmak ve herkese temel insan haklarını sağlamak üzere) CİHAD etmek ve Benim rızama erişmek (niyeti ve gayretiyle yola) çıkmış iseniz; (nasıl oluyor da hâlâ kalbinizin içinde zalim ve kâfir güruhuna) onlara karşı meveddet (sevgi ve destek) gizliyorsunuz? (Oysa) Ben sizin gizli tuttuklarınızı da açığa vurduklarınızı da bilirim. Sizden kim bunu yaparsa (zalim ve kâfir güçlere yaranmaya ve sığınmaya çalışırsa), artık o kesinlikle (Hakk) yolun ortasından şaşırıp-sapmış birisidir.

https://www.mealikerim.com/60/mumtehine/1

Kafirler bakıldığında savaşıyor gibi görünsede gizli gizli anlaşmalar yaparlar,Bm ve Nato ile de medyada boz gösterip kınarlar sonrada zulümleri arttırarak sürdürürler..

Rahmetli Erbakan Hocamızın öncülüğünü yaptığı sihalar tarih yazmaktaydı ve dünya çaresizken Adil Düzen meydan okumaktaydı Elhamdülillah!

Hamdolsun Milli Görüş ve Milli Çözümcüler olarak bizler bu numaralara inanmayız fakat Akp zihniyeti kanal istanbul projesiyle yahudinin planlarına yıllar öncesinden hazırlık yapmakta ve önayak olarak bu vebali taşımaktalar…

Ne acı bir akibete koşmaktalar!

2. Yalta
Rusya-Ukrayna savaşı ile ilgili yapılan yorumlarda, Putin’in Yalta konferansında çekilen resmi yeniden çekerek, dönemin büyük kafir ve zalimlerinin verdiği pozu yeniden vermek istediği söylenmişti. Siyonist şeytan ve avaneleri, Hak-Batıl savaşını Batıl lehine kazanmak adına son sürat çalışırken, ahmakların garip arzularını da kullanmayı pek seviyorlardı. İşte Putin dünyayı ateşe atma tehlikesi olsa bile zalimlik ve zulümlerle meşhur Çarlık Rusyası dönemini hasretle anmaktaydı. Öte yandan medyamızda da ateşli bir Amerikan taraftarlığı, tek ağızdan insan hakları savunuculuğu modası almış başını gidiyordu. Oysa 2000 yılından bugüne kaç milyon Müslümanın canına kıyıldığı meçhuldü. Hala yakılan, yıkılan, dağıtılan mazlum Müslümanlar, Sincan’dan Fas’a kadar kimsenin umurunda olmuyordu. Bu sahtekar şakşakçılığa, gazi komutanlardan, yazar Abdullah Ağar cevap vermiş ve ülkemiz üstünde oynanan oyuna dikkat çekmişti. Ağar; bu savaş senaryosu ülkemiz üzerinde oynanan bir oyundur. Şöyle ki, Rusya neden şehirleri kuşatmış ve beklemekte, ABD ekonomik yaptırım ve 3. Dünya Savaşı dışında neden seçenek bulamamakta, Ukrayna Devlet Başkanı olan V. Zelenski neden sürekli – ekstra birşey yapmamış olmamıza rağmen- bize teşekkür etmekte, Bayraktar TB2 Siha’sı neden bu kadar köpürtülmekte? gibi sorular sormuştu. Ardından bu gizemli sorulara cevap alınması gerektiğini söyleyince maalesef karşısında duran zevat demogoji yapmaktan başka birşey yapmamıştı. Evet, Üstadımızın dediği ve bazı vicdanlı kesimin de dikkat çektiği gibi tüm bu dalavere ülkemizi ortaya çekmekle ilgiliydi. Bakalım 2. Yalta şovu ile ortaya çıkanlar, tüm şeytani takımının boynunun kırılacağı gün, düzenlenen konferansa nasıl gelecekler. Onlar hazırlandığı gibi Aziz Erbakan Hocamız da pek çok hazırlık yapmış ve Ordumuzun ilgili birimlerine vermişti. Onlar gün yüzüne bir seferliğine çıktığınında içerideki siyonist davetçisi AKP iktidarı da dışarıda ki siyonist şeytanın bizzat kendisi ve tüm avanesi de şoka uğrayacak ve inşallah Hakkın hakimiyeti ilan edilmiş olacaktır.

Süreci hızlandırmışlardı…
Siyonistler süreci hızlandırmak ve Büyük İsrail’i kurmak için yeni bir hamle yapmış ve Ukrayna işgali başlamıştı. Bu süreçte herkes üzerine düşen görevi yapmaktaydı. AB ve ABD, Ukrayna devletini Putin’in önüne atarken, Putin işgal ediyor ve AB ve NATO için ülkesini ateşe atan Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelenski bulduğu her fırsatta ABD’nin gizli emellerini açığa vurmakta ve Türkiye’yi savaşa sokmak için uğraşmakta. AKP hükümeti öncelikle barıştan ve arabuluculuktan bahsetse bile, Ukrayna devletine yaptığı askeri yardım özellikle projelerinin Erbakan hocamıza ait olan Bayraktar TB2 leri Ukrayna’ya satmış, bunun üzerine Ukrayna Meclisin de Türk bayrağı açılmıştı. Şimdi ise RTE nin Rusya’yı kışkırtıcı açıklamaları kirli emelleri göz önüne sermekte. Hemen ardında Ukraynalı askerlerin Ruslara attıkları bombalara “kızıl elma ve Bayırbucak ve İdlib” yazmaları ne anlama gelmekteydi? Sonuç: 1-) TB2 leri Ukrayna’ya sattığımız için Rusya, Suriye’de misilleme yapıyordu ve AKP “TB2 leri biz size sattık bizim adımızı anmayın artık” diyordu. 2-) geçen sene 100 ün üzerinde askerimizi şehit eden Rusya dan, intikamımızı Erbakan Hocamın sihaları alıyordu.
3-) ırkçı emperyalizm etrafımızı çevrelemiş ve ülkemizi işgal planları yapıyordu. 4-) AKP nin şaşkın dış politikası ülkemizi uçuruma sürüklemekteydi. 5-) Ukrayna işgali, Kıbrıs’ın peşkeş çekilme çabası ve Kanal İstanbul Türkiye’nin savaşa sokulması ve işgal hazırlığının bir parçasıydı. 6-) Ordusu olmayan bir Ukrayna devletine karşı büyük zaiyatlar veren Rusya küçük düşmüş durumdaydı. Bu bizlere gösteriyor ki, Türkiye Cumhuriyetinin, Suriye’de yapmış olduğu büyük operasyonların ne derece zor olduğunu göstermiş bu operasyonların Rusya vb devletler tarafından bile gerçekleştirilemeceğini göstermektedir. Erbakan hocamın teknolojisine Karabağ da, Suriye’de yenilen siyonizm süreci hızlandırarak kendi sonunu hazırlamaktadır. Sihaların üstesinden gelemeyen siyonizmi Erbakan hocamın tarihte görülmemiş teknolojileri ve kahraman ordumuz param parça edecek İnşallah.

Kanal İstanbul bir İşgal ve Yıkım Projesidir!
Makalenin içerisinde ;”Kanal İstanbul’da Montrö’yü uygulamak mümkün görünmüyor. Çünkü Montrö’de “Boğazlar” deyimi İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı’nı kapsıyor. Kanal İstanbul ise bunların dışında “yapay bir kanal” olarak Montrö’deki “Boğazlar” tanımının dışında kalıyor. Dolayısıyla Kanal İstanbul’dan geçen bir gemiye Çanakkale Boğazı’ndan ve Marmara Denizi’nden geçerken Montrö hükümleri uygulanamaz.

Türkiye’nin, “Kanal İstanbul’dan savaş gemileri geçmeyecek, sadece ticaret gemileri geçecek” demesi durumunda buna karşı çıkan ülkeler insan eliyle yapılan Süveyş, Panama ve Kiel kanallarının hem ticaret hem savaş gemilerine açık olduğunu söyleyerek Montrö’yü tartışmaya açabilirler.”yorumları asıl konunun özünü ortaya koymaktadır..
Kanal İstanbul ismi verilen yapay ve suni olarak oluşturulan bu kanal coğrafi, siyasi, çevresel faktörler itibariyle ekonomik ve askeri işgale zemin hazırlayacak bir yıkım projesidir.. Şüphesiz Türkiye Cumhuriyeti, bünyesinde ve derinliğinde barındırdığı devlet olma birikimi ile bu ucubeye mani olacak kudreti ortaya koyacaktır.. Milli Devlet aklının tecelli edeceği ve her türlü uluslararası tehdit ve girişimleri bertaraf edecek muktesebat ortaya çıkacaktır.. Devletin ve Milletin iman ve ruh kökünde yatan Milli Çözümün Adil Düzen İnkılabı yegane umut ve çıkış kaynağımızdır…

ABD ve NATO’nun sonu…
Bu savaş tüm bölge ülkelerini etkileyeceği için bu iki ülke haricindekilerle olan ve özellikle ticari nitelikli ilişkilerimiz sekteye uğrayabilir.
Bu ise, kötüleşen ekonomimizi daha da kötü hale getirebilir. Asıl ABD ve AB nin asıl amacı Türkiye yi savaşa sokmak ve parçalayıp büyük İsrail’i kurmaktır. Bu sorunların altından AKP hükümeti kalkanaz. Acilen Milli mutabakat hükümeti kurulması gerekmektedir.

—Özetle, tıpkı Suriye iç savaşında olduğu gibi bu savaşla da, Türkiye en büyük hasara maruz kalan ülkelerden birisi veya birincisi olabilir.

Kısacası; devlet yönetmek zor, milletin sorumluluğunu üstlenmek çok zor iştir. Mustafa Kemal Atatürk’ün sözleriyle “Mesuliyet yükü her şeyden, ölümden de ağırdır”.

BÂTILIN HAK ANLAYIŞI ve MUHATABINLA ANLADIĞI DİLDEN KONUŞMAK…
Bâtılın hak anlayışı:

Güçlüyüm, öyleyse haklıyım
İmtiyazlıyım, öyleyse haklıyım
Menfaatim var, öyleyse haklıyım

O günkü şartlarda; Lozan Anlaşması ve Montrö’nün imzalanması büyük kazanımdı elbette. Ama bugünün şartları daha farklı ve belki de Montrö’nün güncellenme zamanı gelmiştir. Çünkü Türkiye savaştan çıkmış o perişan ülke değildir artık… Aziz Erbakan Hoca’mızın temellerini attığı ve projelerinin hâlâ yürürlükte olduğu, Milli Savunma Sanayii’ndeki üstün teknolojik ilerlemeler ve dünyadaki birtakım gelişmeler güç dengelerini de değiştirmiştir.

ABD Montrö’den rahatsız ise (veya kim bilir belki de rahatsızmış gibi davranmaktadır) Rusya da fazlasıyla rahattır… Hatta o kadar rahat ki; Montrö’nün kendisine sağladığı güvenliğin hatırına bile komşusu Türkiye’ye karşı ABD ile Rusya işbirliği halinde olmaktan çekinmiyor. İşte bu işbirliğini bozmak için Kanal İstanbul oldukça gerekli bir proje gibi görünüyor.
Yani Kanal İstanbul: Hem Rusya’yı dizginlemek için, ülkemiz açısından ticari değil siyasi bir gereklilik; zaten Ruslar da Kanal İstanbul projesinden rahatsızlıklarını dile getiriyorlar… Hem de Montrö’yü güncellemek ve Boğaz’dan geçiş ücretlerini ülkemiz lehine güncellemek ve/veya ilave kazanımlar elde etmek gerekli gibi görünüyor.

Çünkü bâtıl zihniyetlerin hak anlayışı; ki Aziz Hocamızın Milli Görüş mektebinde verdiği ilk derstir:

Güçlüyüm, öyleyse haklıyım…
İmtiyazlıyım, öyleyse haklıyım…
Menfaatim var, öyleyse haklıyım… şeklindedir.

E muhatabınla anladığı dilden konuşmak HZ. PEYGAMBERİN SÜNNETİDİR.

O halde, “Ben bugün hepinizden daha güçlüyüm arkadaş, Boğazlar da zaten ülkemden geçiyor, hepinizden daha imtiyazlıyım, ve hepinizden daha çok menfaatim var. Öyleyse gelin bakalım şuraya, şu işleri bir daha görüşelim!” diyecek dirayetli Milli Çözüm Zihniyeti işbaşına gelmeden, bugünkü siyasi yapıyla bu işler yürümez!.. Bunlar bir gün Rusçu, ertesi gün ABD’ci oluyorlar. Rüzgarın gücüne göre, rüzgar gülü misali fırıldak gibi dönüyorlar. Ki, nihai olarak ne yaparlarsa yapsınlar, hangisine yanaşırlarsa yanaşsınlar sonuç İsrail’e yarıyor. Zaten, şimdi de açıkça İsrail’le normalleşiyorlar. Allah’tan korkmuyorlar zaten de, seçmenden azıcık bir çekinceleri vardı, artık seçmenden de çekinip utanmıyorlar, çünkü seçmenleri de kendilerine benzedi. O halde, İsrail yıkılmadan insanlık rahat ve huzura eremeyecektir.
Bunun için de, öncelikle İran-Rusya-Çin gibi, sınır ve bölgesel komşularımızı Siyonist güdümden kurtarmamız lazımdır. Türkiye, bu ülkeleri Siyonist güdümden çıkarmayı başarırsa, D-8 projesi ile yeni dünyanın Lideriliğini de tescilleyecektir. Ki elbette başaracaktır…

Bu bağlamda, yabancı basından bir iki haberle bitirelim.

[b]THE GUARDİAN: “Pekin’in Rusya açıklamalarına Çinli tarihçilerden tepki: Putin sizi kandırdı mı?”[/b]

Çin’in, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırılarına karşılık NATO’nun genişlemesini hatırlatan açıklamalarına Çinli tarihçiler tepki gösterdi: “Rusya’nın yaptığı yanlış, Çin bunu yüksek sesle ifade etmeli.”

Çin hükümetinin Rusya’nın askeri operasyonlarıyla ilgili Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne vurgu yapan ancak NATO’nun doğuya doğru genişlemesini de gerekçe gösteren tutumu, ülkenin önde gelen tarihçilerinin tepkisine neden oldu. Çinli beş tarihçi tarafından yayınlanan açık mektupta, Pekin yönetimine “Savaşa karşı daha net bir tutum alınması” çağrısı yapıldı.

MEKTUBA TEPKİ: IRAK’IN İŞGALİNE NEDEN TEPKİ VERMEDİNİZ?
Mektupta, “Tarihteki büyük felaketler genellikle yerel çatışmalarla başlamıştır. Rusya’nın Ukrayna’ya karşı savaşına şiddetle karşı çıkıyoruz. Rusya’nın egemen bir devlete askeri müdahalesi, Birleşmiş Milletler (BM) tüzüklerinde yer alan uluslararası normların ihlali ve mevcut küresel güvenlik sisteminin ihlalidir. Rusya’nın yaptığı yanlış ve Çin bunu yüksek sesle ifade etmeli” denildi.

Çin’de sosyal medyada mektubu paylaşan bazı hesaplar ise birkaç saat içerisinde siber saldırıya uğrarken bazı sosyal medya kullanıcılarının da söz konusu mektupta imzası yer alan tarihçilere, “Batı’nın Irak’ı işgali sırasında neden hiçbir şey söylemeyip tepki vermediniz” şeklinde eleştirilerde bulunduğu, “hainler” ve “utanç verici” şeklinde yorumlar yaptığı görüldü.

TARİHÇİ XU: HALA GEÇMİŞ TRAJEDİLERDEN DERS ALMADIK
The Guardian’ın Çin muhabirlerinden Vincent Ni, konuya ilişkin hazırladığı haberde, mektuba imza atan Çinli tarihçi Xu Guoqi’nin görüşlerine yer verdi. Haberde, Çinli tarihçilerin Pekin’in tutumu nedeniyle endişeli olduğu belirtilerek “Bu savaş bir dünya savaşına mı yol açacak” sorusunu yönelttikleri de ifade edildi. Habere göre, Çinli tarihçi Xu, Pekin’in Rusya lideri Putin’in Ukrayna’ya dönük saldırılarını kınamaya dönük isteksizliğinin “endişe verici” olduğunu söyledi.

Xu, “Birinci dünya savaşı dönemi çalışan bir tarihçiyim. Avrupa, 100 yıldan uzun bir süre önce Çin için de çok büyük sonuçları olan büyük bir çatışmaya girdi ve bugün dünya, yeniden geri dönüşü olmayan bir noktada olabilir” dedi. Çin hükümet yetkililerinin Ukrayna krizine ilişkin açıklamalarını ise “Bir tarihçi olarak büyük hayal kırıklığı yaşadım” şeklinde yorumlayan Xu, “Korkarım ki hâlâ geçmiş trajedilerden ders almamışız gibi görünüyor” dedi.

ÇİNLİ BAKANA YANIT: KORKARIM Kİ, PUTİN KANDIRDI
Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, cuma günü yaptığı açıklamada Çin’in “toprak bütünlüğünü ihlal eden her türlü eyleme karşı çıktığını” ifade etti. Ancak Rusya’nın Ukrayna’ya dönük askeri operasyonlarının NATO’nun doğuya doğru genişlemesine bir yanıt olduğunu da sözlerine ekledi. Tarihçi Xu, Pekin yönetiminin NATO vurgusuna “Buna gerçekten inanıyorlar mı? Putin tarafından kandırıldılar mı?” sorusunu yönelterek şöyle devam etti: “Korkarım ki, kandırıldılar. Çin savunulamaz olan bir durumu savunarak güvenilirliğini tehlikeye atıyor. Buna değer mi?”

Rusya’nın Ukrayna’ya askeri operasyonlarının “işgal” olduğunu savunan Çinli tarihçi, [b]”Çinlilerin ifade ettiği gibi: Bir geyiğe at diyemezsiniz. Çinli tarihçiler olarak, Çin’in mevcut dünya düzenine temelden zarar verebilecek bir duruma sürüklenmesini görmek istemiyoruz. Dünya barışı, insanlığa sevgi ve kalkınma adını bunu net bir şekilde ortaya koymalıyız”[/b] dedi.

Xu, “Çin’in mevcut dünya düzeninden büyük bir yararlanıcı olduğunu anlaması gerekiyor. Bu, hepimizin bu konuda sorumluluk duyduğunu göstermesi için bir fırsat aynı zamanda” dedi.

(https://www.theguardian.com/world/2022/feb/28/they-were-fooled-by-putin-chinese-historians-speak-out-against-russian-invasion)

[b]Al-Monitor: “İsrail, ABD ve Rusya ile Ukrayna üzerinden bağlarını güçlendiriyor”[/b]

Kimliğini açıklamamasını isteyen üst düzey bir İsrailli kaynak Al-Monitor’a şöyle dedi:

“Böyle açıkça söylemeyeceğiz ve gerekmedikçe hiçbir şey yapmayacağız… Ama bizim ve Ruslar için, seçim yapmak zorunda kalırsak seçimimizin net olacağı açık: İsrail onların (ABD) tarafında.”

Onun yorumu, Rusya ile Ukrayna arasındaki bir yüzleşmede İsrail’in Rusya’nın tarafını tutacağını, ancak Rusya ve ABD söz konusu olduğunda İsrail’in güvenlik işbirliğindeki kazanılmış çıkarlarına rağmen ABD’nin tarafını tutmak zorunda kalacağını açıkça ortaya koyuyor. Askerleri İsrail’in kuzey cephesine kara bir gölge düşüren Devlet Başkanı Vladimir Putin ile.

İsrail sözlü gerilimi kontrol altına almak için çalıştı, ancak artan sayıda İsrailli yetkili, Moskova’daki Putin’den Washington’daki Başkan Joe Biden’a kadar herkesin bildiği gerçeğini kabul ediyor: İsrail Washington’ın tarafında.

İsminin açıklanmaması koşuluyla Al-Monitor’a konuşan Kudüs’teki üst düzey bir diplomatik kaynak, [b]“Ailesinin kavgasını izleyen bir çocuk gibi” dedi. “O çocuk tamamen onlardan birine bağımlı. O ebeveyni destekleyeceğini biliyor ama diğerinin gazabından korkuyor.” [/b]
Eski İsrail Başbakanı Ehud Barak’ın 22 Şubat’ta N12 News ile yaptığı röportajda belirttiği gibi, Putin Kremlin’de oturan en İsrail yanlısı lider…

(https://www.al-monitor.com/originals/2022/02/israel-straddles-ties-us-russia-over-ukraine#ixzz7MGaW96KS)

Adil Düzen
Bunun yanında bir de Rusya ve ABD’nin tarih boyunca hiç savaşmadığını ve her büyük savaş sonrası çıkar paylaşımı yaptığını hatırlamak, yeni bir dünya düzeninin kurulmasına duyulan ihtiyacın boyutunu açıkça ortaya çıkaracaktır. Adil yeni bir dünya düzeninin kurulmasının yolunun da İslam Birliği’nden ve Adil Düzen’den geçtiğini gördüğümüzde mesele daha da kolaylaşacaktır.”[2] İşte bütün bunlar için Milli Çözüm’e acilen ihtiyaç vardır!

86 YIL ÖNCE İMZALANAN MONTRENİN ONEMİ.ATATÜRK VE BUGÜNÜN TURKİYESİNİ YÖNETENLER ARASINDAKİ DERİN UÇURUM
Bizim kuşkumuz ve kanaatimiz; Siyonizm’in güdümündeki ABD ve Rusya, Yeni ve Adil bir Dünya kuracak potansiyel fırsatları, tabii, tarihi ve coğrafi imkânları özünde barındıran Türkiye’yi bir tuzağa çekmek, sonunda suçlu gösterip Haçlı hırsıyla saldırıp etkisizleştirmek üzere anlaşmışlardı. ……

Tek Çare Milli Çözüm
Haçlı Batı’nın hâlâ en büyük korkusu, Milli Görüş-Milli Çözüm ve Erbakan’ın tarihi ve talihli programlarıydı!..

Aziz Erbakan Hocamızı, temsil ettiği Milli Görüş davasını bugün temsil eden Milli Çözüm’dür Üstadı Ahmet Akgün Hocamızdır.

Gelişen olaylar hakkında Erbakanca bakışı görmek için; SP, YRP yetkililerine veya Aziz Erbakan Hocamızı sadece vefat yıldönümlerinde göklere çıkaranlara, Erbakan istismarcılarına değil Milli Çözüme-Üstad Ahmet Akgül Hocamıza baktığımızda görmekteyiz.

Hak dava nasıl ki Milli Görüş ile temsil edildiyse Milli Görüş’te bugün; Üstad Ahmet Akgül Hocamızın şaşmaz istikameti sarsılmaz cesareti gayreti ve başta Erbakan Hocamıza davasına projelerine eşsiz vukufiyeti ve sadakatiyle Milli Çözüm’e Dönüşmüştür

ÖZEL YAZILAR

YORUMLAR

Son Yorumlar
14
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...