Not: Bu yazı 4 gün önce hazırlanmıştı.
AKP’de Davutoğlu’nu etkisiz kılma adımı!
AKP MKYK’sında alınan kararla il ve ilçe başkanlarını atama yetkisi Genel Başkan’dan alınarak yeniden Genel Kurul’a aktarılmıştı. AKP Sözcüsü Ömer Çelik MKYK toplantısı sonrası bir açıklama yapmıştı. Buna göre AKP MKYK’sında alınan kararla il ve ilçe başkanlarını atama yetkisi Genel Başkan’dan alınarak yeniden Genel Kurul’a verilmiş bulunmaktaydı. AKP’de il ve ilçe başkanlarını atama yetkisinin Genel Başkan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’ndan alınması kararı, Erdoğan-Davutoğlu kavgasının artık su yüzüne çıkması ve resmiyet kazanmasıydı. Bu parti içi iktidar kavgasının hangi boyutlara uzanacağı ve kimlerin kazanacağı şimdilik belli olmasa da artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı açıktı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan daha önce ’emanetçi’ modeline ve ‘tek adam partisi’ne karşı olduğunu kendisi açıklamıştı. Rahmetli Erbakan’ın yasaklı olduğu dönemlerde Milli Görüş partilerinde uygulanan ‘tek adamcı’lığı ve ‘emanetçi’liği çok yanlış bulduğunu her fırsatta tekrarlamıştı. Ve hatta bu işbirlikçi Yenilikçiler, bu gerekçeyle yollarını ayırıp AKP’yi kurmuşlardı. Cumhurbaşkanlığına seçilip de genel başkanlığı Ahmet Davutoğlu’na devrederken de aynı kanaati paylaşmıştı. Davutoğlu’nun kendisine vekâlet edecek bir ‘emanetçi’ olmayacağını, AKP’nin de bir ‘tek adam partisi’ olmadığını üstüne basa basa ilan eden Erdoğan ‘Dava kişilerle kaim değil’ anlayışının, ‘ben değil biz’ şuurunun, perde arkasından parti idare etmeyi dürüst ve samimi bulmayışının bu veda konuşmasında etkisi olduğu sanılmaktaydı. Ayrıca Erdoğan’ın Özal tecrübesinden çıkardığı derslerin de ‘emanetçi’liğe ve ‘tek adamcı’lığa karşı olduğu kanaati vardı. Ancak Sn. Erdoğan yine herkesi şaşırtmış, bütün bu söylediklerini bir tarafa bırakmış ve şimdi “TEK ADAM”lığa başlamış, tabi ve teslim olmayanlara savaş mı açmıştı?
Nasuhi Güngör’ün Davutoğlu çıkışları!
Star medya grubu Nasuhi Güngör için verdiği kararla tartışılmaya başlanmıştı. Nasuhi Güngör A Haber kanalında Davutoğlu’nu eleştiren sözler edince yazılarına son verildiği ortaya çıkmıştı. Evet Hükümete yakın medyada Nasuhi Güngör şoku yaşanmıştı. A Haber kanalında Ahmet Davutoğlu hakkında söylediği bir cümle O’na pahalıya mal olmuş, Star Gazetesi Nasuhi Güngör ile yollarını ayırmıştı. İşine son verilmesine sebep olan sözleri A Haber’de yayınlanan “Toplumsal Hafıza” programında kullanmıştı. Hedefinde Ahmet Davutoğlu vardı ve ‘açıkça söyleyeceğim’ deyip şunları sıralamıştı:
“Siyasi boşluk var, Başkanlık sistemi ile ilgili sahici gündeme geçemediğimiz için, iki başlılık var. Daha da açık konuşacağım, Türkiye’nin paralel yapı ile mücadelesinde gayret etmesi gerekenler bunu yeterince yapmıyor. Siyasiler de bunu gündemlerine yeterince almıyor. Hükümet yeterince gündemine almıyor. AKP de almıyor gündemine. Çok daha aktif gündemlerine almak zorundalar.”
Nasuhi Güngör’ün: “Ahmet Davutoğlu ile devam edilemez” çıkışı!
“Davutoğlu, dışişleri bakanı olarak çok önemli hizmetler gördü. Ama Türkiye’nin Suriye ile de Rusya ile de devam eden ve niye devam ettiğini anlamadığım gerginlikle ilgili hâlâ bir çözüm üretilemiyor. Türkiye bu ikili yapıyı kırmak zorunda. Ve açık söyleyeyim Sayın Ahmet Davutoğlu ile artık bu mesele devam edemeyecek bir hale gelmiştir. AKP kendine yeni bir yol aramak durumundadır.”
Şimdi asıl şu sorunun yanıtını bulmak lazımdı:
Acaba Nasuhi Güngör, Ahmet Davutoğlu ile ilgili kendi kanaatini mi aktarmıştı, yoksa daha yukarıların mesela Sn. Erdoğan’ın rahatsızlığına mı tercümanlık yapmıştı? Medya kulisleri şimdi bu çıkışla çalkalanmaktaydı. İktidarda safların yeniden ayarlandığı konuşulmaktaydı. Star Gazetesi’nin de safını Davutoğlu’ndan yana seçtiği yorumları yapılmıştı.[1]
Bir zamanlar “Yenilikçi Hareket” kitabını yazıp, Sn. Recep T. Erdoğan’ın ABD’nin derin odaklarınca nasıl öne çıkarılıp Erbakan’ı devre dışı bırakmak üzere parlatıldığını ve AKP’nin perde arkasını, belgeleriyle ortaya koyan Nasuhi Güngör, daha sonra nasıl olduysa koyu bir iktidar yandaşı ve özellikle Erdoğan yalakası olup çıkmıştı. Acaba o kitabını mı yalan yanlış bilgilere dayandırıp Erdoğan’a iftira atmıştı? Yoksa, sonradan makam ve imkan karşılığı mı kiralanmıştı?
Bazı gazeteler AKP içindeki bu kavgayı: “AKP’de Saraylılar’la Hocacılar çatışması” şeklinde sunmuşlardı
Ayrışma AKP TBMM grubuna ve il ilçe örgütlerine yayılırken, Davutoğlu ekibinin Erdoğan’a yakın AKP’lilere ‘Saraylılar’, Erdoğan’a yakınlar da Davutoğlu’na yakınlara ‘Hocacılar’ diye hitap etmeye başlamıştı. Saray çevresinde ‘Rıza Zarrab’ın tutuklanmasından memnun olanlar var. Birilerinin önü açılmaya çalışılıyor’ yorumları öne çıkmıştı. Artık mecburen Ahmet Davutoğlu’nun Saray’a karşı kendi ‘iktidar tabanı’nı, ‘reel politika’nın bir gereği olarak güçlendirmeye çalıştığı çok açıktı. AKP’de içten içe yürüyen bu ‘kavga’nın hiç kuşkusuz başka tarafları vardı; Abdullah Gül…, Bülent Arınç…, Hüseyin Çelik…, Sadullah Ergin…, Nihat Ergün…, Evet bu isimlerin üstüne Saray tarafından kocaman çarpı işaretleri konulduğu da bilinip durulmaktaydı. Ama bir başka gerçek daha vardı: Bu da Erdoğan’ın hâlâ AKP üzerindeki ağırlığıydı. İpler bugün için Saray’ın elinde tutulmaktaydı. Sn. Erdoğan görünürde çok güçlü konumdaydı ve bu gücü hoyratça kullanmaya bayılırdı.
Türkiye’de sorunlar derinleştikçe AKP’deki ayrışma artmaya başlamıştı. AKP’deki makam ve menfaat ortaklığında çatlama yaşanmaktaydı. Erdoğan tarafında yer alanlara “Saraylılar”, Davutoğlu safında yer alanlara da “Hocacılar” dendiği ortaya çıkmıştı. AKP’de yaşanan gerilim ayrı toplantılara da yol açmıştı. Erdoğan’a yakın parti yöneticileri ve bakanlar sık sık kendi aralarında buluşurken, Davutoğlu’na yakın milletvekilleri ve bakanlar da kendi arasında toplanmaya başlamıştı. Taraflar birbirlerinin faaliyetlerini takip ederken, yaşanan bölünmenin boyutunun da giderek büyüdüğü konuşulmaktaydı. Tarafların normal bakanlar kurulu ve AKP MYK, MKYK toplantıları öncesinde kendi, aralarında toplanarak tavır belirledikleri de anlaşılmıştı.
AKP’deki ayrışma konusunda bilgi veren kaynaklar, Türkiye’nin sorunlarının giderek büyüdüğünü vurgularken, sorunların büyümesinin parti içinde farklılıkları öne çıkardığını vurgulamaktaydı. 7 Haziran’da 3 Dönem Kuralı bahanesiyle, 1 Kasım’da da “yenilere yer açma” gerekçesiyle aday yapılmamış bir AKP kurucusu, “Başkanlık, cemaatle mücadele, açılım, Suriye, …” gibi konularda partide ciddi ayrışmalar yaşandığını doğrulayarak, “Bu sorunlar yetmezmiş gibi şimdi de ‘dokunulmazlık’ tartışması yaşanıyor. Parti kurulduğu günlerdeki birliğini koruyamıyor. Korku ile sağlanan birlikte de erozyon yaşanıyor. Yarının ne olacağını kestirmek zor. Metal yorgunluğu var. Kırılma yaşanabilir. Ayrı toplantıları biz de duyduk. Bunlar iyiye işaret değil. Bunlar bize ANAP’ı hatırlatıyor” yorumunu yapmıştı.
“Saraylılar” ekibinin içinde kritik isim Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’dı. Ancak aynı ekipteki damat Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak’a dikkat çekenler de vardı. Grup içinde gizli “Binalici” ve “damatçı” saflaşması olduğu konuşulmaktaydı. Erdoğan’a doğrudan bağlı isimler Binali Yıldırım’la temasta olsalar da damatla birlikte hareket etmeye, onunla gözükmeye özen gösteriyorlardı. AKP’de Davutoğlu ekibinin sayısı azdı. Milletvekili listeleri sarayda hazırlandığı için doğrudan Davutoğlu ile bağı olanların sayısı 10-15 civarındaydı. Ancak Davutoğlu her fırsatta milletvekillerini arkasına alma taktiğine başvurmaktaydı. Bunun yanında Davutoğlu’nun dış desteği fazlaydı, bunu da milletvekillerine ve örgütlere hissettirmeye çalışmaktaydı. AKP’de bu durum, “Davutoğlu’nun en büyük avantajı” olarak yorumlansa da, henüz sonuç alıcı bir gücü bulunmamaktaydı.
Bu arada Reza Zarrab’ın ABD’de tutuklanmasının Davutoğlu’nun elini güçlendirdiği vurgulanmıştı. Saray çevresinde, “Zarrab’ın tutuklanmasından memnun olanlar var. Birilerinin önü açılmaya çalışılıyor” yorumları yapılmıştı. AKP kulislerinde çok konuşulan konulardan biri de “Yeni Anayasa ve Başkanlık” oylamasıydı. Oylamada 330 bulunamaması durumunda Erdoğan’ın zor durumda kalacağı, bunun da Davutoğlu’nun işine yarayacağı açıktı. “Saraylı” ekip de bu konuda “Hocacı” ekibi takibe almış durumdaydı. Kimlerin kimlerle temas kurduğu araştırılmaktaydı. Erdoğan AKP grubundan emin olamadığı için durumu garantiye almadan teklifi oylatmaktan sakınmaktaydı. Hatta gruptaki kırılma nedeniyle “partili cumhurbaşkanı” formülünü gündeminde ilk sıraya aldığı konuşulmaktaydı.
AKP kurucularından eski bir bakanın değerlendirmesi anlamlıydı:
“Davutoğlu’nun son dönemdeki konuşmaları tamamen din üzerine kaydı. Uzun uzun cami, minare, din edebiyatı yapıyor. Bunları çıkarırsanız konuşmalarından hiçbir şey kalmıyor. Gazeteci arkadaşlarla sohbet ediyorum, ‘Davutoğlu’nun konuşmalarından haber yapmakta zorlanıyoruz. Başlığa çıkacak konu bulamıyoruz’ serzenişleri var. Gerçekten de öyle. Bir parti başkanı ne zaman işi gücü bırakıp dine sarılıyorsa işleri iyi değildir.”
Binali Yıldırım’ın oğlunun Singapur’daki kumar görüntülerini Davutoğlu Ekibi mi sızdırmıştı?
Binali Yıldırım, oğlunun Singapur’da çekilen kumar görüntüleriyle ilgili olarak: “Kafamda birtakım kuşkular var. Çok masum bir iş olmadığını düşünüyorum” itirafında bulunmuşlardı.
Oğlu Erkan Yıldırım’ın Singapur’da çekilen ve kumar oynadığı iddia edilen fotoğrafı hakkında ilk kez konuşan Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, Milliyet’ten Serpil Çevikcan’a çelişkili açıklamalar yapmıştı. Oğlunun Singapur’da bir kumarhanede çekilen görüntülerine de değinen Yıldırım, “Bunun bana karşı bir operasyon olduğunu düşünmek için elimizde somut birtakım bilgiler olması lazım. Aksi takdirde benim siyaset anlayışımda, somut, elle tutulur bir bilgi-belge olmadıktan sonra onun peşine düşmem. O yüzden bunun çok masum bir iş olmadığını düşünmekle beraber herhangi bir adrese de işaret etmiyorum. Kafamda birtakım kuşkular var. Ama bu eninde sonunda ortaya çıkar” ifadelerini kullanmıştı. Acaba bu imalı sözlerle Davutoğlu ekibini mi suçlamışlardı.
“Belden aşağı siyaset artık çok modası geçmiş bir siyaset tarzıdır. Bunu tekrar ihya etmek isteyenler büyük yanlışlara kaymaktadır. Siyaseti aile üzerinden, çocuklar üzerinden yapmaya kalktığınız zaman bunun bedeli herkes için ağır olacaktır. Bunun ülkeye de siyasete de katkısı olmayacaktır. Kavga edilecekse, kavganın da bir ahlakı vardır. O ahlaka riayet etmek lazımdır” sitemleri acaba AKP içindeki rakip taraflara yönelik uyarılar mıydı?
Ve yine hatırlayacaksınız; Ahmet Davutoğlu’nun 28 Nisan’da Katar’a hareketi öncesi televizyonlardan canlı yayınlanan bir basın toplantısında Başbakan’ın yanına oturacak bakanlar arasında Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’a yer ayrılmamıştı. Bu durum protokol memurlarının hatası sayılmıştı, ama Yıldırım oldukça alınmıştı. Binali Yıldırım’ın geçen Eylül ayında AKP Genel Kurulu’nda Davutoğlu karşısında adaylığı, Davutoğlu’nun Erdoğan’ın istediği listeye ağırlık vermesiyle gerçekleşememiş, ama kabinede yer almıştı. Başbakan’ın yanında yer ayrılmayınca O da gitmiş basın ve diğer izleyiciler için ayrılan koltuklara oturmak zorunda kalmıştı. Üstelik kaş yaparken göz çıkarmışlar ve: “Numan Kurtulmuş gelecekmiş, gelmezse siz buyurun” diyerek bir nevi aşağılamışlardı. Nihayet Davutoğlu gelince: “Böyle geçin” diye hatırlatmış, ama Binali Yıldırım yine “Burası ayrılmış” diye sitemkâr davranmış, ancak Davutoğlu üsteleyince kürsüye geçip oturmuşlardı. Bütün bunlar AKP’de bir iç hesaplaşmanın dışa vurumu olarak okunmalıydı! Hatta Habertürk yazarı Fatih Altaylı, Ankara kulislerinde “Erdoğan ve Davutoğlu arasında sorun var” iddialarını Halk TV’de değerlendirirken “Davutoğlu’nun daha önce de bir kez Erdoğan’a istifasını sunduğunu” açıklamıştı.
Not: Sonunda AKP kongre kararı almıştı!
04.05.2016 tarihli Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile Başbakan Ahmet Davutoğlu arasındaki kritik görüşmenin ardından gündeme gelecek olağanüstü AKP kongresinin en geç 5 Haziran Pazar günü yapılacağı ve artık Ahmet Davutoğlu’nun aday olmayacağı kulislere yansımıştı! Artık gizlenemeyecek, küllenemeyecek şekilde alevlenen bu ayak oyunları Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında “kara kedi”lerin dolaştığının kanıtıydı. Yandaş medyada Cumhurbaşkanı’na yakın gazeteciler alenen “Başbakan Ahmet Davutoğlu ile işlerin yürümediğini” sıkça dillendirmeye başlamışlardı. Ahmet Davutoğlu ise bunları “AKP’yi medya aracılığıyla dizayn etme çabası” ile suçlamaktaydı. Örneğin, Sn. Erdoğan Hırvatistan’da: “Başbakanlığım döneminde Schengen’in Ekim 2016’da uygulamaya gireceği açıklandı. 4 ay öne çekmenin kazanım gibi sunulmasını anlayamıyorum. Küçük şeylerin, büyük kazanım gibi sunulmasına üzülüyorum” diyerek aslında Ahmet Davutoğlu’na sataşmıştı. Çünkü Davutoğlu’nun, Merkel’in Türkiye gezisi sırasında sarf ettiği: “En önemli husus Geri Kabul Anlaşması’nın devreye girmesiyle birlikte vize muafiyetinin de Haziran ayında devreye girmesidir” sözleri henüz unutulmamıştı. Yani Cumhurbaşkanı’na göre “küçük şey”, Başbakan’a göre “en önemli husus” sayılmıştı. Ve yine Sn. Davutoğlu’nun “Tam başkanlığı benimsiyorum dersem kendimi inkâr etmiş olurum” sözleri Cumhurbaşkanı’na sorulduğunda, şöyle yanıtlamıştı: “Onu bana değil, Ahmet Bey’e sormanız lazım.”!? İşte bu yanıtı bile Cumhurbaşkanı’nın bir kırgınlığını ve kızgınlığını ortaya koymaktaydı. Öyle görünüyor ki bir şeyler var ama belli ki tam adını koymamız için bir süre daha beklememiz lazımdı.
Bir adım ilerisini düşünemiyorlardı!
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun “hodri meydan” demesiyle başlayan ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Anayasa’ya aykırı ama biz de varız” demesiyle hızlanan “dokunulmazlıkları bir defaya mahsus kaldırma” hazırlıklarında yine bir problem çıkmıştı. Güya “Paralel savcılar” tehlikesi ortaya çıkmış.. İktidar partisi, dokunulmazlıkların kaldırılması ile birlikte savcıların talimatlarıyla; parti liderlerinin ve milletvekillerinin tutuklanmaya başlayacağından endişe duymaktaymış.!? Bunun için söz konusu dokunulmazlık dosyalarıyla ilgili olan 200 savcı incelemeye alınmış… Eğer bu savcılarda bir “Paralel kuşkusu” doğarsa, görev yerleri değiştirilerek “tehlike” savuşturulacakmış… Yani, Bağımsız HSYK’ya ya da bağımsız cumhuriyet başsavcılarına siyasi talimatlar yollanıp: “şu savcıların görev yerlerini değiştirin” dayatması mı yapılacaktı? soruları ve uyarıları haksız mıydı?
Davutoğlu’nun ABD ziyaretini erteleten kim olaydı?
Davutoğlu’nun ABD ziyaretinin, Obama, Biden ve Davutoğlu’nun programlarının uyuşmaması bahanesiyle ertelendiği açıklanmıştı. Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun, 2-6 Mayıs tarihlerinde yapılması öngörülen Washington ziyareti sürpriz şekilde ertelenince kafalar karışmıştı. Hürriyet’ten Deniz Zeyrek’in haberine göre ziyaret, Başkan Barack Obama, Başkan Yardımcısı Joe Biden ve Davutoğlu’nun programlarının uyuşmaması nedeniyle ertelenmiş bulunmaktaydı. Türk kaynaklar, “Zaten bir tarih açıklamamıştık” derken, ABD’li kaynaklar, Obama’nın görüşme talebine olumlu yanıt verdiğini, ileri bir tarihte görüşmenin yapılacağını duyurmuşlardı. Ama diplomasi kulislerinde, bu ertelemenin Saray tarafından tezgâhlandığı konuşulmaktaydı.
Ahmet Davutoğlu, Murat Ülker’in çocukluk ve okul arkadaşıdır. İstanbul Erkek Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi’nde aynı yıllar eğitim almışlardır. Davutoğlu, Ülker Ailesi’yle İlkokulu bitirdiği yıl tanışmıştır. Daha sonra dost olmuşlar ve bu dostluk akrabalığa kadar varmış, Ahmet Davutoğlu’nun kızı Sefure, Sabri Ülker’in torunu Ahmet Özokur ile evlenip yuva kurmuşlardır.
Soner Yalçın Ülker Grubu ile aralarında geçen bir tartışmayı kaleme almış. “Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, Efendi 2” adlı kitabında Sabri Ülker’e Sabetayist dediği iddiasıyla, Sabri Bey’in kendisine bir mektup gönderdiğini yazmıştı. “(…) Şahsım ve ailemle ilgili olarak açık bir isnat içermese de bulanıklık ve kuşku yaratma amaçlı olarak tanımlanacak bir tarzda kaleme aldığınız kitabınızda (…) belirtmek isterim ki, ailemizin Sabetaycılıkla ilgisi bulunmamıştır ve bulunmamaktadır.”
Sabri Ülker, kendisinin ve ailesinin Sabetayistlikle alakasının bulunmadığını hatırlatmıştır. Soner Yalçın “zaten ben böyle bir iddiada bulunmadım” diyerek ve 2006 İsrail’de yaşayan (şu an hayatta değil) Erroll Gelardin’in gönderdiği şu mektubu yayınlamıştır:
“Kayınpederim Hayim Vitali Nahum’un anlattıklarını size anlatacağım. Kırım Tatarlarından gelen bir ailenin çocukları olan Berksanlar’ın büyük ağabeyleri Asım, Beşler’de işçi iken orada çalışan bir Musevi kızına aşık olmuş ve Vitali Bey’in araya girmesi ile bu iki fakir genç evlenmişler. Beşler’in işi bozulduğunda kendilerine geçim yolu arayan Vitali Bey’in arkadaşı Asım’a yaptığı teklif üzerine ‘Ülker Şekerleme’ diye bir işyeri kurmuşlar ve şekerleme işinin üstadı olan Rum asıllı Palasko adlı biri ile de anlaşmışlar. Böylece dört ortak olarak işe başlamışlar. Zamanla zenginleşmeye başladıklarında Palasko işten ayrılmış ve üç ortak olarak ve kolektif şirket halinde işe devam edilmiştir. İşler daha da iyileştiğinde Berksanlar soyadlarını Ülker’e çevirmişlerdir. Sabri Ülker Bey’in beyan ettiği gibi kendisi Ülker’i kurmamıştır. Ülker’i kuran Hayim Vitali Nahum ve Asım Ülker’dir. Sabri Bey’i, Asım Bey kardeşi olduğu için ortak yapmıştır. Sabri Bey, o sıralarda üniversite öğrencisi idi. Hiçbir şekilde fabrika ile alakası yoktu. Ülker’i büyütebilmelerinin yegâne sebebi Hayim Vitali Nahum’un kendi çevresinden faizle para bulmasından dolayıdır.”
Asım Berksan ve Sabri Ülker 2 kardeş olmaktadır. 1929 ekonomik krizinde Kırım’dan Türkiye’ye taşınmışlardır. Asım Berksan ve Sabri Ülker’in soyadlarının farklı olmasının sebebi Asım Berksan ve çocuklarının daha sonra dede soyadlarına dönmesinden kaynaklıdır. Yahudi Gelardin’in mektubuna göre (ki zaten birçok kaynak Ülker’in kuruluşunda Rum ve Musevi iki ortağın olduğu belirtiliyor, isimlerini ise böylece öğrenmiş olduk: Rum asıllı Palosko ve Musevi Hayim Vitali Nahum!) Sabri Ülker’in kardeşi Asım Berksan (Ülker) BİR MUSEVİ KIZLA evlilik yapmışlardır. Daha sonra işleri ilerletince de bir Musevi ve Rum ile ortak olarak Ülker’i kurmuşlardır. Errol Geraldin, 10.10.2011 tarihinde Oda TV’de yayınladığı bir yazıda şu bilgileri aktarmıştır:
“Asım Ülker’in asıl adı “Fani” olan eşinden olan çocukları, Yahudi dinine göre Musevi sayılmaktadır. İsrail’e göç etmek isterlerse İsrail vatandaşlığına otomatik olarak alınacaklardır.”
Asım Ülker ailesi 1987’de tekrar Berksan soyadını almıştır. Ülker’deki yüzde 50 hissesini 1987’de Sabri Ülker’e devretmiş ve 2001’de de bu dünyadan ayrılmıştır. Oysa Ülker Hero Bebe bisküvisinde GDO çıkması ve Ülker ürünlerinde GDO’lu mısır şurubu kullanılması Sabetayistlik iddiasından çok daha önemli bir şekilde üzerine gidilmesi gereken bir olaydır.
Hillary Clinton ve Ahmet Davutoğlu ahbaplığı!
Hillary Clinton, yeni basılan “Hard Choices” adlı kitabında ABD Dışişleri Bakanlığı yaptığı dönem (2009-2013) boyunca yaşadığı deneyimlerini anlatmıştır. Kitabında Türkiye’ye yaptığı ziyaretlere de yer veren Clinton, bu sırada Ahmet Davutoğlu ile ilgili görüşünü aktarmıştır. Clinton, Temmuz 2011’deki Türkiye ziyaretinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Davutoğlu’yla birlikte çekilen fotoğrafı paylaşmış ve fotoğrafın hemen yanında şu satırları yazılmıştır: “Ahmet Davutoğlu’yla üretken ve arkadaşça bir iş ilişkisi geliştirdim. Kimi zamanlar gerilsek de, ilişkimiz hiçbir zaman kopmadı.”
Hatip Dicle’den küstah uyarı: Dokunulmazlık kaldırılırsa Kürtler Türkiye’den kopacaktır!
DTK Eş Başkanı Hatip Dicle, HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasıyla ilgili açıklama yapmış ve “Bu girişim Kürtlerin Türkiye’den kopuşuna yol açar” tehditlerini savurmaya başlamıştı. Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eş Başkanı Hatip Dicle, HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ ile bazı HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması hakkında zehir zemberek açıklamalarda bulunmuşlardı. Dicle, Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda görüşülen dokunulmazlıklarla ilgili, “HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması bizim döneme benzemez. HDP milletvekillerinin de bizlere yapıldığı gibi uzun yıllar hapsetme, Kürt halkının iradesini zindanlara tıkma gibi bir uygulama olursa, bunun yeni bir stratejinin değişimi tetikleyicisi olma ihtimali ağır ve yüksektir” şeklinde şu tehditleri savurmuşlardı: “Bugün açısından Kürt halkının geldiği özgürlük mücadelesi düzeyi eskisi gibi sanılmamalıdır. Artık ya çözüm veya kopuşun yol ayrımına gelmiş durumdayız. Çünkü HDP milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasını bizim döneme benzetenler yanılmaktadır. Bu travmayı Kürt halkı kaldıramaz ve kopuş kaçınılmaz olacaktır.”
“HDP’lilerin dokunulmazlığını Meclis değil millet kaldırmalı” diyen eski Fetullahçı yeni Erdoğancı Hüseyin Gülerce neyin hesabındaydı?
“PKK terörüne alenen destek veren, teröristin cenazesine, taziyesine giden HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması meselesi; Kürt siyasi hareketini ve CHP’yi ciddi şekilde karıştıracaktır. Bu konuda AKP’nin hazırladığı teklifin TBMM Anayasa Komisyonu’ndaki görüşmelerine başlanmıştır. 2016’nın en önemli siyasi gelişmesi olarak gördüğüm bu mesele, terörün bitirilmesi için toplumsal destek ve psikolojik eşiğin aşılması açısından da çok önemli sayılmalıdır. Bu açıdan 2016, terörle mücadelede tarihi dönüm noktası olacaktır.
PKK terörü, 40 yıla yakın birlik ve dirliğimizi, milletimizin istikbalini tehdit ediyor, kalkınma hamlelerimize set çekiyor. Dış politikada devletimize karşı kullanılan bölücü terörü bitirmeden millet olarak da, ülke olarak da düzlüğe çıkamayız. 2023 hedeflerine ulaşamayız. Başta Batı bloğu dışarıdan ve onların etkiledikleri taşeronlar içeriden, devam eden ve PKK’nın belini kıran operasyonları durdurmanın yollarını arıyor. “Kaç yıldır deneniyor, PKK güvenlik politikaları ile operasyonlar ile bitirilemez, etkisiz hale getirilemez. Tekrar masaya dönülmeli ve PKK ile müzakerelere başlanmalı” deniyor. Hiçbir samimiyeti olmayan, tıynetlerini ve cibilliyetlerini bildiklerimizden gelen bu çağrıyı hatırlarsanız, ilk defa 11 Ocak 2016’da bir bildiri ile 1128 akademisyen gündeme getirmişti. O günlerde Türkiye’ye gelen ABD Başkan Yardımcısı Biden, AB yetkilileri ve F. Gülen bu akademisyenlere sahip çıkmıştı. Türkiye’yi masaya oturtmak, PKK’yı kurtarmanın bir oyunudur. Onun da ötesinde AKP’ye intiharın yolunu göstermektir. Yüzlerce şehit verirken, PKK ile masaya oturmak, hükümetin intiharı olacaktır. Başta Cumhurbaşkanı ve Başbakan buna asla izin vermez, bu kesin. Tam tersine hem Sayın Erdoğan, hem de Sayın Davutoğlu ısrarla tek bir terörist kalmayıncaya, ülkenin her karış toprağında huzur ve güvenlik sağlanıncaya kadar operasyonların devam edeceğini tekrar tekrar söylüyorlar.
İşte tam burada, kararlılığın devamı için teröristlerden hiç farkı olmayan bazı HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması, hayatî önem taşıyor. Çünkü PKK militanları devlete hendeklerde meydan okurken, bunlar da Meclis çatısı altında meydan okuyorlar. Teröristlere hadleri bildirilirken, milletin vekili gibi değil, terör örgütünün Meclis’teki temsilcisi gibi çalışanlara müsamaha gösterilemez, gösterilmemelidir. Bu, terörle topyekûn mücadeleyi zaafa uğratır. Bugün PKK terörüyle mücadelenin iki cephesi var; biri operasyonların yapıldığı ilçeler, mahalleler, Kandil. Diğer cephe de TBMM’dir… Türkiye iki cephede de kazanmak zorundadır.
Dokunulmazlıkların kaldırılması teklifi için Meclis’te gizli oylama yapılacak. CHP’nin yüzde 80’inin hayır oyu kullanacağı şimdiden söyleniyor. AKP ve MHP’de fire olur mu, ne kadar olur bilemiyoruz. İki ihtimal var. Birincisi, Meclis’teki oylamada 367’nin üzerinde evet oyu çıkarsa, teklif referanduma gerek kalmadan kabul edilmiş olacaktır. İkincisi, öneri 330-367 aralığında bir oyla kabul edilirse zorunlu referanduma başvurulacaktır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, bu durumda referandum kararı alacağına kesin gözüyle bakılmalıdır. Şahsen ben de bu konunun referandum ile sonuçlanması taraftarıyım. Teröre destek verenlerin, milletin vekili olamayacağına, yine milletin karar vermesi daha anlamlıdır!”[2] diyen eski Fetullahçı yeni Erdoğancı Hüseyin Gülerce neyin hesabındaydı? Yoksa AKP kurmayları, başta Sn. Cumhurbaşkanı ve Başbakan; siyasi PKK’lılarla birlikte dokunulmazlıkları kalkacak bazı milletvekili ve bakanların gizli ve kirli hesaplarının yargıya taşınması sonucu artık milletin yüzüne bakamayacakları kuşkusuna mı kapılmışlardı?
Diploma muammasının da bu kuşkularda payı var mıydı?
“Son zamanlarda sıkça gündeme taşınan ve kafaya takılan Sn. Cumhurbaşkanı’nın üniversite diploması meselesinin de bu telaş ve korkuda payı var mıydı? Güya, Anayasa’ya göre cumhurbaşkanı seçilmek için yüksek öğrenim yapmış olma koşulu varmış, ama Sn. Erdoğan üç yıllık okul mezunuymuş, yasalara göre yüksek öğrenimin koşulu dört yıllık üniversite sayılmaktaymış… Üstelik bitirdiğini iddia ettiği fakülte o tarihte henüz kurulmamışmış… Yok efendim bugüne kadar imzalı ve mühürlü diplomasını gören hiç kimse olmamışmış… Üniversite yıllarından bir tek arkadaşı çıkmamışmış, üniversite koridorlarında, sınıflarında kimse O’na rastlamamışmış…” iddia ve ithamları niye hâlâ yazılıp konuşulmaktaydı?
“Birkaç ay sonra Erdoğan olmayacak”!? buyuran önemli iş adamı neye dayanarak böyle konuşmaktaydı?
Yandaş yazarlardan Ergün Diler 29 Nisan 2016 tarihli Takvim’de İstanbul’daki çok önemli işadamlarından birisinin “Birkaç ay sonra artık Erdoğan yok!” dediğini aktarmıştı. Bu tür işadamlarının dünyaya yön veren derin ve etkin odaklarla elbette irtibatları vardı, güvenilir kaynakları ve dayanakları olmadan herhalde böyle konuşmazlardı. Demek ki önümüzdeki süreçte önemli ve gizemli gelişmeler yaşanacak, olağanüstü durumlar ortaya çıkacaktı. O işadamı bu sözlerin Sn. Cumhurbaşkanının kulağına gitme ihtimalini de hesaba katarak ve muhtemel tepkileri ve kendilerine yönelik etkilerini de takmayarak bu iddiaları ortaya atmış olmalıydı… Ve tabi bekleyip göreceğiz; dış güçlerin ve işbirlikçilerinin şeytani hesapları mı tutacaktı, yoksa Ezeli Kaderin, Mekr-i İlahi’nin ve milli merkezlerin planları mı üste çıkacaktı?
İsrail gazetesi müjdeyi yazdı: Türkiye ile uzlaştık!
İsrail’in önemli yayın kuruluşlarından Haaretz Gazetesi‘nde Türk inşaat sektörünü ele alan çarpıcı bir makale kaleme alınmıştı. Yazıda Türk inşaat şirketlerinin İsrail’de önemli işler yaptıkları vurgulanmıştı. Yazıda Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşme sürecine girdiği belirtilirken Türk inşaat şirketlerinin İsrail’de önemli işler yaptıkları hatırlatılmıştı. Haaretz’de yer alan ‘Türkler geri döndü, Tel Aviv’in kulelerin yarısını yapıyorlar’ başlıklı makale İsrail aleyhindeki kurusıkı palavraların kofluğunu açığa vurmaktaydı.
“Askerin son sözünü söylediği olay 27 Nisan e-Muhtırası’ndaki “Cumhuriyet’in değerlerine sözde değil özde sahip çıkan” ifadesi zihinlere kazınmıştı. Ancak ne gariptir ki bu kadar asker Ergenekon‘da, Balyoz‘da, Casusluk Davası’nda içeri alınırken dönemin Genelkurmay Başkanı Büyükanıt Paşa‘ya hiç bir şey olmamıştı! İlginç değil mi, kimse O’na dokunmamıştı!. Yapılması düşünülen darbeden insanlar yatmış çıkmış; ama resmi olarak ortada duran muhtıranın gereği yapılmamıştı veya yapılamamıştı.
Bu yazara göre: 27 Nisan’daki askerin tavrı Sayın Abdullah Gül’ü hedef almıştı. Asla “Asker haklıydı!” demiyorum, ama analiz ettiğimiz zaman ortaya bu tablo çıkmaktaydı. Asker Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı olmasına karşı çıkmış, bunu da ismini vermeden uyarmıştı. Buna karşılık o tarihte de bugün de asker ile Erdoğan arasında sorun yaşanmamıştı. Mesela Erdoğan hasta yatağında Ergin Saygun Paşa’yı ziyarete varmıştı. Oysa ‘e-Muhtıra’yı verenin Saygun Paşa olduğu bile konuşulmaktaydı. Şimdi E. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ içeri alınırken, muhtıranın verildiği dönem Genelkurmay Başkanı olan Büyükanıt’ın dışarıda kalması başka nasıl açıklanacaktı? “Benim bildiğim Amerikalılar Abdullah Bey’i pek tutmamıştı. Bu “Muhtıra’nın altında biraz da o vardı. Amerika ile Avrupa arasında büyük mücadele olduğu için ve bu kavga Türkiye topraklarında amansız bir şekilde sürdüğü için olaylara bu pencereden bakmak lazımdı. Türkiye’nin kaderine etki eden isimlerin bir gücün yanında olması kaçınılmazdı. Bu güç çoğu zaman Avrupa, bazen de Amerika’ydı. Dünya koca bir köy konumundaydı. Herkes attığı adımın getirisini götürüsünü hesap etmek durumundaydı. Türkiye gibi kilit bir ülkede de ekollerin mücadelesi çok ama çok anlaşılırdı. Büyük güçler de güçlerini devam ettirmek için Ankara’yı her zaman yanında görmeyi arzulardı, bu da doğaldı.” Yani bay yalaka yazara göre tüm dünyada sözü geçen ve hükmü yürüyen sadece iki güç vardı; bunlar Avrupa ve Amerika’ydı. Türkiye’de Başbakan ve Cumhurbaşkanı olmak isteyen bu iki güç odağından birine dayanmak zorundaydı. Abdullah Gül Avrupa’nın adamıydı, oysa asker Amerika tarafındaydı. Erdoğan ise Amerika’nın adamı olduğu için iktidara ve Cumhurbaşkanlığına taşınmıştı!?..
Önce, Sn. Abdullah Gül ve Sn. Recep T. Erdoğan’ın dış odakların (Avrupa ve Amerika’nın) adamları olduğu gerçeği gibi bazı doğrular, yanlış algılarla harmanlanmıştı. Çünkü Amerika ve Avrupa farklı ve aykırı iki güç odağı değil, Siyonizm’in iki kolu durumundaydı. Yani sözü edilen şahıslar aynı Lobilerin adamıydı. İkincisi, Siyonist sömürü canavarının güdümündeki Avrupa ve Amerika’dan birine mutlaka yaranmak mecburiyeti, bir uşaklık psikolojisini ve aşağılık kompleksini yansıtmaktaydı. Bu iktidarın ve yandaş takımının terör şebekesi İsrail’le uzlaşma girişimlerini alkışlamaları da bu uşaklık damarından kaynaklıydı. Şimdi AKP içindeki Erdoğan-Davutoğlu kavgasında, Davutoğlu’nun Avrupa’nın, Erdoğan’ı Amerika’nın adamı sayıp Erdoğan’ı akıllı ve başarılı tercih yapmakla alkışlamak ahmaklığın çok ötesinde bir şeytanlık ve şarlatanlıktı.
Son günlerde Ankara, mülteci konusunda Avrupa ile oldukça yakınlaşmıştı. “Göçmenler Avrupa’yı dağıtacak” korkusunu dağıtmıştı. Başta Merkel olmak üzere pek çok Avrupalı liderin Türkiye hayranlığı bundan kaynaklıydı. Bu nedenle mecburen Ankara’ya sarılmış durumdalardı. İşte Avrupa geldiği ve cömertlik göstereceği zaman bilin ki Amerika da hemen devreye girecek ve duruma el koyacaktır. Bursa’daki canlı bomba bu nedenle 27 Nisan’ı seçmiş bulunmaktaydı. Amerika (ya da CIA) adına iş yapan bir oluşum bombayı patlatmıştı! Nasıl 27 Nisan e-muhtırasıyla Avrupa’nın öne çıkması istenmediyse Ulu Cami’deki bombayla da Avrupa ile yakınlığa karşı çıkılmıştı. Aynı gün Rıza Sarraf davasını 16 Haziran’a atarak 17-25 Aralık üzerinden Ankara’ya şu mesaj ulaştırılmıştı. “Eğer Avrupa ile yan yana olmaya devam ederseniz her yerden gelip sizi aşındıracağız. Bir an önce işler daha da karışmadan Avrupa ile aranıza mesafe koyun…” Bütün bunlar olurken ve ülke Başkanlık için hazırlanırken TBMM Başkanı Sayın İsmail Kahraman güya sadece kendi görüşlerini açıklayıp Laiklik tartışmasının başlamasına yol açmıştı ve ortalık karışmıştı. Her yerde “Türkiye laiktir, laik kalacak” sloganları atılmaya başlanmıştı. Ve tabi bu ortamda Başkanlık için atılan her adım iyice zorlaştıracaktı. Yeni sistemi anlatırken insanları ikna etmek hiç kolay olmayacaktı. “Başkanlık gelirse Şeriat da gelecek mi?” soruları zihinlere kazınacaktı…
İstanbul’daki çok önemli bir işadamının “Birkaç ay sonra Erdoğan yok!” dediğini de unutmamalıydı. Operasyon için anlaşılmış durumdaydı. Bundan ötesini yazmak tehlikeli sayılırdı. Sonuçları hesap etmek zorlaşmıştı. Artık büyük kavga başlamıştı. Taraflar da, isimler de, sayıları da, güçleri de, cisimleri de arkalarındaki de ortaya çıkmıştı. Avrupa ve Amerika burada bir kez daha kapışacaktı, ama sahneye koşanlar hep bizim bildiklerimiz olacaktı. İçi boş sloganlarla ve Türkiye’nin yanında gibi durup dışarıya çalışanları iyi tanımamız lazımdı. Bu işin siyasi yönü, finansal yönü, bürokrasi yönü olduğu gibi medya yönü de vardı” diyen yandaş yazar önce şu soruları yanıtlamalıydı: Bu kavga ve kamplaşmada, Avrupa’nın kucağına sığınanlar mı, yoksa Amerika’ya uşaklık yapanlar mı daha akıllı(!) ve kahramandı(!)? Ve özellikle Zatıâliniz hangi kutlu ve mutlu taraftandı? Bu milleti Amerika ve Avrupa’dan birine mutlaka tabi ve taraf olmak zorunda görmek nasıl bir bağımsızlık anlayışıydı? Sahi size göre Sn. Erdoğan ve Davutoğlu hangi safların baş figüranıydı?
Laiklik laklakısı, AKP’deki iç kapışmayı yatıştırmak için mi, yoksa kızıştırmak için mi ortaya atılmıştı?
TBMM Başkanı ya boşboğazlığından veya ucuz kahramanlığından olacak “Anayasa’dan laiklik çıkmalı, Anayasa dindar olmalı” deyince ortalık karışmıştı. Cumhurbaşkanı çıkıp “Bu söz kendisini bağlar” demek zorunda kalmıştı. Hükümet sözcüsü, “Böyle bir konu Hükümet gündemine bile gelmedi, dahası dindarlık Anayasa gibi kurumları değil, insanları tanımlar” diyerek topu taca atmıştı. Devlet Bahçeli “ilk dört madde” uyarısı yapmıştı. CHP fırsatçılık ve fesatçılık damarıyla ayağa kalkmıştı. TÜSİAD, Cumhuriyet değerlerine sahip çıktığını açıklamıştı. Ve malum Cumhuriyet değerlerine hassas kesimlerde protestolar başlamıştı.
AKP’de her iki grup da, TSK’ya yaranma yarışındaydı!
“RTE, 180 derece çarkla bir sürü şey kazandı. Ama kazandığı en önemli şey neydi dersiniz? Söyleyeyim; Askeri kazanmıştı! En azından konjonktürel olarak, yani şimdiki koşullarda, asker-RTE bütünlüğü vardı! Asker RTE’nin arkasındaydı! Bir zamanların Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’in Başbakan Çiller’e dediğini anımsayın: “Tak emrediyor, şak yapıyoruz…” Asker, kendisine yapılan tarihte eşi benzeri görülmemiş, çok ağır kayıplar verdiği operasyonları çaresizlikten sineye çekmek zorunda kalmıştı. Yedi düvel askerin karşısındaydı da ondan böyle davranmaktaydı. Oysa, Avrupa, ABD ve Türkiye’nin çoğunluğu, gözlerinin önünde PKK’nin bugün operasyon yapılan kentleri nasıl işgal ettiğini eli kolu bağlı seyretmiş, hatta arka çıkmıştı.”
Yorumlarında haklılık payı vardı. Çünkü hem Saray, hem Davutoğlu TSK’ya dayanmak zorundaydı, bu nedenle Ordu’ya yaranma yarışı başlamıştı. TSK ise milli hedefler ve tarihi değişimler hatırına, güncel ve konjonktürel hesapların dışında kalmakta, her iki tarafa da görünüşte samimi, gerçekte stratejik bir tavır takınmaktaydı. Yakında herkes anlayacaktı ki; Amerika, Avrupa, Rusya, Çin, Japonya, İsrail gibi küresel güç sanılan odakların yanında bir de Milli Şuur ve sorumluluk merkezli ve yüksek teknoloji harikaları sahibi bir Derin Türkiye vardı ve Rahmetli Erbakan’ın haykırdıkları ve hazırladıkları ortaya çıktığında herkes şaşıracaktı!..
[1] http://www.internethaber.com, 21.04.2016
[2] www.star.com.tr, 22.04.2016
zafer
2006 veya 2007 yılında Amerikada bir sivil kuruluş adı öyle zira bir hırıstiyan külübü,papazlar birliği Ahmet DAVUTOĞLUNU amerikaya davet etmişler.Papazlar birliği başkanı Davutoğlu kürsüye davet ederken kendini şöyle takdim etmiş,Size Türkiye Cumhuriyetinin gelecekteki başbakanını takdim ediyorum.Evet böyledemiş vede gün gelmiş olmuşta,Davutoğlu şimdi diyorki yok yol arkadaşı falan filan,hiç boşuna sızlanma davutoğlu sende diğerleri gibi şeytan veya askerleri ile yola başlamıştın.Haa seni çırak çıkartanlar daha kıdemli seytan ve askerleri ile şu an çalışıyorlar oda başka bir gerçektir.Gecenin karanlığında gök gürleyip,geceni zifiri karanlığında bombalar tam isabet PKK sığınaklarına ve hedeflerine düşmeye başlayınca,önce PKK lılar sonra onları her türlü pis işte kullanan dünya ülkelerinin istihbarat servis elamanları panikle bu ülke TÜRKİYE’de başka bir şeyler oluyor dediler gerçeği anladıklarında korkudan ne yapacaklarını bilemediler,zira Türk silahlı kuvvetleri duruma tarihte hiç görülmemiş bir şekilde pozisyon almış,uluslar arası konjöktürün bile sesini çıkaramadığı durum idaresi oluşturmuştu.ABD ve RUSYA bölgedeki politakalrını değiştirmek ve kısa yoldan bölgeden sıvışmanın yolunu aramışlardır.Bunu gören RTE.Cumhurbaşkanı ve Başbakan Davutoğlu Yıllarca aleyhinde oldukları askerin yanında yanı başında buluverdiler kendilerini niye ? Zira bu ülkenin en güvenilir en sağlam ve zinde güçü silahlı kuvvetlerdir anladılar,adama günaydın monşer derler.Hiç kimseyi enterese etmez senin Ülkerlerin arkadaşı olman, dönmelerle hasbi halin,derin ve kirli ilişkilerin.Benim ülkemin gerçekleri vardır ya buna yüzde yüz gücün nispetinde uyarsın yada kendinizce yukardan aşağı çok güçlü bir iktidarız dendiği zamanda yola çıktığınız arkadaşlarınızı ararsınız, bu herkezle ilgili bir gerçektir bu böyle biline .Dünyada bir başka ülke yokturki gümdemi bu kadar deyişsin,insanlar siyasi ve ekonomik olarak engüçlü olduğu zamanda bir anda herşeyini kaybetsin.Evet bu insanların kendilerince tercihlerine bağlıdır,Ya dünyevi anlamda birilerine uşak olarak yaşayacaksın ve gerçek güç bir gün ihanetinden dolayı herşeyini elinden alacak ve zelil perişan olacaksın.Yada gerçekleri göbilecek inanacak ve bu millete kutlu yolda hizmet edeceksin.Artık bitti ABD ye AB ye uşaklık dönemi onlardan medet umma ve onları Kutsiyet penah olarak takdim etme dönemi. Kutlu dönüşüm başlamıştır Elhamdülillah.1969 dan sonra bu ülkenin insanlarının bir çoğu dünya telaşından hiç bir şeyin farkıda değil amma bu ülke hem siyasi hem ekomik hemde teknolojik ve psikoljik savaşlarını birer birer kazanmakta ve zafer yakın İnşaalah.Emperyalist siyonist eller ya mazlumların üzeriden ellerini çekecek ki çekmez ozaman,elleriniz kırıla kırıla gerçeği kabul edeceksiniz ve dünya huzura ve Adil Düzene kavuşacak.ATATÜRK beni sevmek ilke ve inkilaplarıma sahip çıkmaktır der.ERBAKAN Hocamı sevmek ise ADİL DÜZENE inanmak ve ona canı pahasına sahip çıkmaktır,evet gözlerimizle görüyor şahit oluyoruz, bir avu inanmış insan canı pahasına sahip çıkıyor ve çıkacak.Amma yine görüyoruzki akla hayele gelmecek en ciddi ve güvenilir kurumlar ADİL DÜZENE inandı ve yola çıktı, yola çıkalıda çoook oldu çok şükür.Bu gün dünya güçlerinin çaresizliğinin sebebide bu dur.Bütün insanlık için çıktığınız yol kutlu zaferiniz mutlu olacak bundan hiç şüphemiz yoktur.ALLAH hiç bir emeği zayii etmez.Emekleriniz daim zafer şimdiden Hayırlı olsun ALLAH’a emanet olun.Amin Amin Amin.
YİNE; ALDATILDI… (Bi daha, bi daha, haydi bi daha- AKP Seçim şarkısı)
1. İhtimal Saray – Hoca kavgası mı?
Saray tarafından Davutoğlu partinin genel başkanı ve başbakan yapılmıştı. (Parti içi itirazlara rağmen; kendisini mahcup etmeyecek, sözünden çıkmayacak umuduyla) sonuç ne oldu peki? Yine yanılmış, yine aldatılmıştı. Hem de her istediğini yine vermişti (cemaate verdiği gibi) Ama geçen süre içinde PELİKAN DOSYASI isimli blokta yazılanlar anlaşamadıkları ve uzlaşamadıkları konularla doluydu. Ayrıca AP Başkanı Schulz, “Biz Erdoğan ile bir anlaşma yapmadık, biz Türkiye Cumhuriyeti ile anlaştık. Biz Davutoğlu’nun başbakanlığındaki Türk hükümeti ile anlaştık.” Demesi mi bardağı taşırmıştı?
Bunu saray darbesi olarak görürsek eğer, şu sonuca varabiliriz; Siz kimi genel başkan ve başbakan yaparsanız yapın, sürece sizi bir irade kavga etmenize sebep oluyorsa kimi getirirseniz getirin ve bu getirdiğiniz en güvendiğiniz adamınız olsun, o irade onu da birkaç ay içinde Davutoğlu yapacak ve siz başka bir Davutoğlu daha arayacaksınız.
2. İhtimal Davutoğlu’nun ABD ve AB sevdası mı?
Vatan gazetesinden Okay Gönensin’ın yazdığına göre Davutoğlu AB’nin Türk vatandaşlarına vize muafiyeti uygulaması kabul edilmişti. Bu şartlar 72 kriter olarak adlandırıldı. AB’nin 72 kriteri içinde “demokratik reform” düzenlemeleri de vardı, bunlardan biri de Terörle Mücadele Kanunu’nda değişiklik yapılmasıydı ve çoğu yerine getirilen anlaşmada sıra bu terör maddesine gelmişti ki; İstenilen terör’ün ve teröristin yeniden tanımıydı. Tabii bunun tarifini AB verecekti ki;
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Avrupa Birliğine yönelik sözleri aynen şöyle: “Vize için terörle mücadele yasanızı değiştireceksiniz, diyor. Siz önce parlamentonuzun yanına çadır kuran teröristlere bakın. Orada onlara imkan sağlayacaksın, bize de: ‘Vize kaldıracağım, bunun şartı şunu değiştirmen.’ Kusura bakma, kiminle anlaşabiliyorsan onlarla anlaş…” diye konuşmuştu.
Peki Davutoğlu “Ben Merkel ile AB ile anlaştım, sözümü yerine getireceğim” deseydi ve terörle mücadele yasasında değişiklik tasarısıyla ortaya çıksaydı, asıl kıyamet o zaman kopardı. Birçok bakan tasarıya imza vermezdi, Meclis başkanı gündeme almazdı, kriz yayılırdı.
Davutoğlu olabilecek en sessiz şekilde gitti. Böyle gitmeseydi “vize muafiyeti uğruna terörle mücadeleyi zafiyete uğratma ve PKK’ya destek sağlama” suçlamasına hedef olur muydu? Muhtemelen olurdu. Olmasın diye sessiz sedasız ve usulüne uygun bir şekilde gereken yapılmış o zaman.
Yazının son pragrafı bütün olayı zati açıklıyor…
“TSK ise milli hedefler ve tarihi değişimler hatırına, güncel ve konjonktürel hesapların dışında kalmakta, her iki tarafa da görünüşte samimi, gerçekte stratejik bir tavır takınmaktaydı. Yakında herkes anlayacaktı ki; Amerika, Avrupa, Rusya, Çin, Japonya, İsrail gibi küresel güç sanılan odakların yanında bir de Milli Şuur ve sorumluluk merkezli ve yüksek teknoloji harikaları sahibi bir Derin Türkiye vardı ve Rahmetli Erbakan’ın haykırdıkları ve hazırladıkları ortaya çıktığında herkes şaşıracaktı!..
eden bulur
Mümin feraset sahibidir .Yıllar öncesi bu günlerin siyasi olaylarını tahmin edip gerekli uyarıları yapan milli çözüme taktirlerimi arz ediyorum. DOKSANLI yılları iyi hatırlıyorum ,R .T.E ozamanlar istanbul belediye başkanı idi .Refah partisinde bizde görevli idik .Bizleri ziyaret eden o zaman ki istanbul teşkilatında yetkili zatlar , Muhterem Erbakan Hocamızın partide tek adam saltanatını sürdürmekte olduğunu ifade edenlerin bir kısmı R.T.E birlikte hareket edip en zor zamanda dış güçlerle işbirliği yaptıklarından dolayı iktidara taşındılar .On üç yıldır R.T.E NİN yaptıklarını görmezden gelip her melanetine bir hikmet uydurma yarışına girdiler.İşte hakkı terk edenlerin akibeti .ÜMMETİN perişan olmasına IRAK IN ,LİBYA NIN , SURİYENİN parçalanmasında siyonistlerein emirlerini harfiyyen yerine getirdiler.Eee sonunda yaptıkları melanetlerin hesabının sorulma zamanı geldiği anlaşılmakta.Korkunun ecele faydası yok .Bu kadar zalimliğin hesabının sorulmasına kim engel olacak.Hadi olsunlar da görelim .Bugün övenler yakında sövmeye başlar , duyuyorum yavaş yavaş hareketlenmeleri . Etme bulma dünyası .SİZİ gidi işbirlikciler .Hani Erbakan ın devamı idiniz .Siz değilmiydiniz Zinayı suç olmaktan cıkaran domuz etini kasaplık et sıtatüsüne alan ,faizi dünya gerçeği sayıp milleti perişan eden saymakla bitmiyorki hangisini yazalım sizin hidayetiniz kararmış ne diyelim . Bu halkta Erbakan hocamıza ettiklerini çekmekte .Tabi Milli görüşcülerde dahil E.vakfıda dahil.Hiç kimsenin Adil düzen diye bir derdi kalmamış.Haşa rabbimiz zulmetmez ettiklerimizi çekmekteyiz .Allah tan sayıları azda olsa Milli Çözüm ekibi var.Şimdi siyonistler tek adamla ülkemizi yönetmeyi amaçlamakta .Zaten milli çözümünde yazdığı gibi A .Davutoğlu nun durumu belli idi ve sonunda beklenen oldu.Yıllarca Ülkemizi en kilit noktalarına kendi adamlarını yerleştiren ve yönetimi elinde tutan siyonistleri telaş sarmış .Bu işin sonu AKP ye oparesyon ların başlaması olur kanatindeyim kendi içlerinde birbirlerinin kirli çamaşırlarını dökmeye başladılar.Yakında ulasal medyada seyrederiz . RÜŞVET Mİ DERSİNİZ kadınmı ,dersiniz aklınıza ne gelirse hepsi var.Sokağa çıkamayacaklar.Onlar ABD li abilerine güveniyorlar iyide ABD yi kim kurtaracak .Allah Ordumuza zeval vermesin .AKPnin kongresinde ikinci liste çıkarsa şaşırmayın dağılacak perişan olacaklar.
Gün ola
Gün doğmadan neler doğar demiş eskiler. Gece karanlığının tarihte yaşanmamış şekilde üstünüze çökmesi, her bir yandan deli gibi saldıran düşman, davamızın liderinin aramızdan ayrılmış olması ve nihayetinde bir masum “imdat” dediğinde yettim diyecek birinin olmaması, zayıf iradeleri korkudan ve ümitsizlikten titretecek durumdadır. Ancak! tüm bu gelişmeler Allah c.c. hazretlerini unutan için kabus ve hüzün sebebidir. Düşünürken Allah’ı anmayan, Zatına rağmen hiçbirşey yapılamayacağını idrak edemeyen kişiler hem dünyada hem ukbada kabus görmeye mahkumdurlar. Ümidimiz Rabbimizedir. Ölüden diriyi çıkaran, tuzakları kuranların başına geçirecek ve bitti denilen anda tarihin gördüğü en güzel sabahlardan birini nasip edecektir.
Erbaka’ın Kahrı
İktidar kavgası; soy arılığı-siyasi güç ve bağlantı şeklinde devam etmekteydi.
R.Erdoğan ABD ziyaretinde siyasi ‘ağırlığını’ kullanıp, Siyonist önderlerini arkasına alma çabaları, Davutoğlu nun ‘ARI SOY’ mensubiyet kavgası bizlere merhum Menderes’in İDAMINI hatırlatmıştı..
Tabi TSK yla ben daha daha ileri temastayım yarışı diğer mücadele arenasıydı…
Son dönemin siyaseti ve imtihanı Erbakan’a SADAKAT-İHANET şeklinde devam etmekteydi…
Kim hangi iftirayı atıp ihanet etmiş kendine her alanda RANT devşirmisse suçun cinsinden CEZA da adalet gereğiydi.
Ahir zamanda da cezaların bir kısmı peşin yaşanmış ve dahasıda yaşanacaktı..
Son dönemin ibretlik cezaları ERBAKANIN KAHRINA UĞRAYANLAR şeklinde de özerlenebilirdi. Bu hem siyasi hem askeri arenayı tabiki kapsamaktaydı.
Kur,an okumayan AHİR ZAMAN ZALIMLERi !; Kur an penceresinden durumunuzu ve geleceğinizi görmek istiyorsanız MİLLİ ÇÖZÜM DERGISİNİ okuyun!
Yıllar önce Milli Çözümün yazdıkları bugün Allah’ın izniyle yaşanmaktaydı.
Son dönemin Twteer fenomeni Fuat Avninin deyimiyle KORKMAYIN TİTREYİN!
Başbuğ Paşa geçte olsa feraset gözlüğünü kullanmış…Büyükanıt Paşanın ayrıcalıklarından bundan sonra yararlanmaya karar vermiş gözüküyordu…
Zararın neresinden dönersen kar dı?..
SELAÂ VERİLDİ SIRA CENAZE NAMAZINDA
Etme bulma dunyasi.
Bir zamanlar Milli Gorus davasina ve Aziz Muhterem Hocamiza karsi, yapilan komplolar ve satasmalar ve karalama kampanyalarini unutmadik.
İc hesaplasmalar coktan baslamisdi,
Akp 16 yildir kuresel guclere guvenerek abd ve avrupa israillin politik isteklerini yerine getirmis ve artik son cikmaza coktan girmis bulunmaktaydi.
Abd ve israile guvenenlerin aci akibetleri hep ayni oluyor.
Isin icinden cikamayinca
Milli ve dini Söylemlere başliyorlar, ama iş işden geciyor..
Bizler istesekde,
Sizler istemesenizde.(Akp)
Aziz Hocamizin plan ve projesi Olan ADİL DUZENİ
ALLAH Bizlere yasatacak.
Ordumuz
en doğru stratejileri belirleyip uygulayan bir ordumuz olduğu için Cenabı Hakk’a sonsuz şükürler ediyoruz. Dünyadaki tüm şer şebekelerinin oyunlarını boşa çıkaracak maddi ve manevi tüm tedbir ve silahları hazırlayan, Ordumuzun ilgili birimlerine teslim eden Rahmetli ERBAKAN Hocamızdan Rabbim razı olsun. Evet yazıda da belirtildiği gibi “Amerika, Avrupa, Rusya, Çin, Japonya, İsrail gibi küresel güç sanılan odakların yanında bir de Milli Şuur ve sorumluluk merkezli ve yüksek teknoloji harikaları sahibi bir Derin Türkiye vardı ve Rahmetli Erbakan’ın haykırdıkları ve hazırladıkları ortaya çıktığında herkes şaşıracaktı”. Ve dünyadaki tüm mazlum ve mağdurların umutla beklediği gün gelecek, tüm mağdur ve mazlumlar bu bereketli, adil ve merhametli gücün yanında yer alacaktır.
ABD Başkan’ı Rooswelt’in meşhur sözüdür… “Siyasette hiçbir şey tesadüf değildir. Bir şey vuku buluyorsa o şeyin önceden planlandığından emin olabilirisiniz…”
‘Erbakan’a hıyanet’ karşılığında, boynuzlu madalyalarla taltıf edilip iktidara taşınanlar, elbette madalyalarla yetinmemişlerdi. Bu Siyonist gâvuru, işbirlikçi kuklalarını ayarlıyordu da, işte sorun şu ki; onları robotlaştıramıyordu. Başlarda iktidar sarhoşluğuyla oldukça uysal ve itaatkâr olan işbirlikçiler daha sonraları semirdikçe azıyor; azdıkça da dizginlenmeleri zorlaşıyordu. Öyle ya!.. Sonuçta malzeme ‘insan’dı… Ve insanın azgınlaşınca neleri yapabileceğini; ‘kendilerine gelen Peygamberlerini bile katleden’ bir zihniyet bilmeyecekti de, kim bilecekti?!
Bu sebepten dolayı Siyonist’in A-B-C planları da her daim hazır oluyordu. Bu işbirlikçiler; gâvura verilen tavizlerle birlikte, memleketin tüm milli kuruluşlarını parsel parsel satarlarken, paylarına düşen yüklü komisyonları da almış ve kısa zamanda dünyanın en zengin politikacıları arasında isimleri bile anılır olmuştu. Yani 14 yıllık kukla Akp iktidarı, Siyonist kefereye oldukça pahalıya mâl olmuştu. Fakat Milli Türkiye ve TSK’ya bedavaya gelmişlerdi… 🙂 Çünkü;
Artık dış güçler nezdinde son kullanma tarihleri geçtiği için köşeye sıkışanların TSK’dan başka gidecek kapısı kalmamıştı. Yoksa TSK’ya yaranmak yarışı; elbette hain işbirlikçilerin; pişman olup; gerçekleri görüp, vicdana ve insafa gelip, hidayete ermelerinden filan değildi. Öyle olsaydı; herhalde hâlâ el altından biri birilerinin ayağını kaydırarak; Obamalar’dan, lobilerden randevu alma yarışına girmezlerdi. Ama ne yazık ki(!) artık yıpranmışlardı ve Türkiye’de siyaset tıkanmıştı… Şimdi Türkiye’de siyasetin yeniden dizayn edilmesi gerekiyordu ve Siyonistlerin planları da zaten hazırdı. Bugünlerde ‘olan-biten’lerinde çok önceden hazırlandığı da aslında sır değildi. Siyonist medyanın baş gazetesi Hürriyet’in Eski Ankara Temsilcisi yaklaşık iki ay önceden 26 Şubat tarihli “Başkent’ten 5 Kulis” yazısında:
“MAYIS’TA NE VAR?
4- Yaz ayları bu yılda siyaseten sürprizlerle dolu geçecek. Büyük bir parti bir takma isimle bir adamını göndererek, Mayıs’ta dev bir spor salonuna gizlice ön rezervasyon yaptırmış. CHP yeni kurultay yaptı. Peki geriye sizce kim kalıyor? Size ipucu; Tahmin ettiğiniz değil. Daha büyük sürpriz olan… Hiç ummadık isimler koltuğundan olabilir.” diyordu.
( http://www.lojiblog.com/baskentten-5-kulis/ )
Bunların iktidar hırsından dolayı burnunun ucunu göremeyecek durumda olduklarını da Binali Yıldırım’ın: ”Siyaseti aile üzerinden, çocuklar üzerinden yapmaya kalktığınız zaman bunun bedeli herkes için ağır olacaktır.” sözlerinden anlamak mümkündü. Anlaşılan ortaya daha çok pis kokular saçılacaktı. Bunlar herkesin gözü önünde biri birini yerken de ‘TSK ve Milli Türkiye’ ; AZİZ ERBAKAN’ın projeleriyle; derin, sessiz ve emin adımlarla, zalim Siyonist Emperyalistlerin ve işbirlikçi hanilerin hesabını görmek; defterini dürmek ve tarihe gömmek üzere BÜYÜK DEVRİM’in son hazırlıklarını yapıyordu…
Ve artık finale yaklaşılmıştı…
AKP KARIŞTI, TAYYİP DAVUTOĞLU KAPIŞTI, KONGRE KARARI ALINDI VE HEM AKP HEM DE HÜKÜMET ÇATIRDAMAYA BAŞLADI, YANDAŞLARI KORKU SARDI!
Aylar öncesinden bugün yaşanacakların sinyalinin verilmesi yani Erdoğan Davutoğlu arasındaki serin suların buzlaşmaya başlaması, Akp içerisindeki çatırdının büyüyerek bir kaç grubun yeni bir parti kurma dedikodularını yayması ve yine Erdoğan’ın tek adam olma düşüncesi su yüzüne çıkmış ve yaşananların fitili ateşlenmiştir. Her ne kadar bugün Davutoğlu basın açıklamasında Cumhurbaşkanına ve Akp kadrolarına sonuna kadar yanınızdayım mesajı vermeye çalışsa da, sorunların gün yüzüne çıktığı gerçeğini saklayamaz ve bu söylemiyle yalnızca siyaset yaparak belki ilerisi için birilerine mesaj verme gereği duymuştur. Çünkü siyaset uzun soluklu bir yoldur. 29 Nisan MKYK toplantısında yol arkadaşlarının kendisine yanlış yaptıklarını, elindeki il ve ilçe başkanlarını atama yetkilerini kendisinden aldıklarını, bu durum karşısında Başbakan ve genel başkan olarak göreve devam etmesini doğru bulmadığından böyle bir karar aldığını dile getirdi. Ama Davutoğlu bu açıklamayı yaparken kelimeler dilinde düğümleniyordu. Çünkü MKYK toplantısında elinden yetkilerini alan yol arkadaşları Erdoğan’ın has ekibi ve adamlarıydı. Anlaşılan mesele hem parti içi kırılma, hem de Erdoğan’ın başkanlık sistemine yönelik attığı adımın ve düşüncelerinin yansımasıydı. Aylardır çift başlılık söylemiyle adeta toplumu başkanlık sistemi zorunluluk haline gelmiştir düşüncesiyle uyutmaya ve psikolojik olarak yönlendirmeye yönelik bir politika izlemekteydi. İlk hamle Davutoğlu’na bu kararı aldırarak başlamış oldu. İkinci, üçüncü, dördüncü hamleleride ileriki günlerde izleyip göreceğiz. Bu duruma kuşkusuz en çok üzülenler yandaş kesim olacaktır. Çünkü bu belirsizlik devam ederse parti içi kaos yolda demektir. Yani dünyalık makam, mevki, müdürlük, ihale, haksız kazanç, yolsuzluk ve her türlü ahlaksız yaşam şekli dönemi sonamı eriyordu. Eeee ne diyelim etme bulma dünyası. Siz Hak Dava Milli Görüşe ve onun maddi, manevi ve kutlu lideri Merhum Erbakan hocaya ve 14 yıllık iktidarınızda mazlumlara, ülkeye ve islam coğrafyasına yaptığınız ihanetlerinizin karşılığını görmeden mi son nefesinizi vereceğinizi zannediyorsunuz. Herkes elinde kahvesi yudumlayarak gelişmeleri izlemeye devam etsin. Görelim bakalım; “Mevlam neyler neylerse güzel eyler.”
Cezaen Vifega
“…Sen onların(zahiren) birlik ve dirlik(içerisinde olduklarını zan ve) hesap rdersin;oysa onların kalpleri paramparça vaziyettedir(çıkarları ve ihtirasları uğrunda her an kapışmaya hazır haldedir)Bu şüphesiz akletmeyen bir kavim olmaları dolayısıyla böyledir”-Haşr 14 ayeti-nin tecellisini bir kez dana görüyoruz. Şahsi ikbal uğruna -dünyalık hatırına ;insanlığın kurtuluş davası olan Milli Görüş hareketini bölerek zalim güçlere yaranan basit-bayağı zihniyet “men dakka dukka”cinsinden ettiklerini buluyor;”Cezaen vifega(yaptıklarına uygun bir karşılık olarak)” tecelli ediyordu!..
AB-ABD mahfillerinin asıl patronu,bu işlerin gercek planlayıcısı,siyonist mahfiller “gemi azıya alıp”çılgınca hamlelerle , tüm yeryüzünü ateşe atacak tarzda fitnelerle ,her yeri karıştırıp-vuruşturarak,biran önce “arzı mevud-büyük israil” amacına ulaşmanın hayalini kuruyorlardı…
İnsanlığa kan kusturan siyonist çakallar nasıl bir inkilapla devrileceklerini pek yakında,ummadıkları bir biçimde MUTLAKA GORECEKLER (Bknz Şuara 227);bunların sözde büyük planlarının(!?) basit figüranları-kiralık taşeronları olan işbirlikçi unsurların sonları da!… aynı sahiplerinin akibetleri gibi “dünya ve ukbada rüsvaylık”tan başka bir şey olmayacaktır!..
Aziz Erbakan Hocanın tüm alt ve üst sistemini kurduğu plan ve projelerin hayata geçirilmesi ise; onun sadık ve bilge takipçileri eliyle gerçekleşecek!…Tüm insanlığın bayramı olacak”Adil Dünya Düzeni”ne geçişe hiç bir şer-sanal güç mani olamayacaktır!!!