YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
69234987cd0b8
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 5 4
Bugün : 36317
Dün : 47039
Bu ay : 977279
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45381100
IP'niz : 216.73.216.189

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Atatürk Kadar Bile İçtihat ve Islahat Konusunun Önemini ve

Gereğini Kavrayamamış “Adil Düzen” Tenkitçisi İlahiyat Prof.larının

“YAKLAŞIM” KUSURLARI VE “YORUM” KISIRLIKLARI

      

Prof. Sabahattin Zaim, Prof. Hayrettin Karaman, Prof. Abdülaziz Bayındır, Prof. Ahmet Tabakoğlu, Prof. Fahrettin Atar, Prof. İrfan Gündüz, Prof. Mehmet Yazıcı, Faruk Beşer ve Kerim Aytekin ekibinin tenkidi bir yaklaşımla kaleme aldıkları “ADİL DÜZEN Hakkında Rapor” (İST. 1993) ve yine Sn. Recep T. Erdoğan’ca (ve anlaşılan malum odakların dolduruşuyla) yine bu ekibe Erbakan’ın Adil Düzen’ine alternatif olarak hazırlatılan yeni Adil Düzen tasarımlarını içeren toplam 304 sayfalık doküman sağ olsun dostlarımızca elimize ulaştırıldığı gün dikkatle okunup incelenerek yanıtları yazılmıştı.

Öncelikle; “Bazı konuların muğlak (kapalı) olması, uygulamada rahatlık ve kolaylık için bunların olgunlaştırılması ve netliğe kavuşturulması” hususundaki tenkit ve temenniler yerindedir ve yararlıdır.

Ayrıca bu önemli ve ilmi tasarının yok sayılmayıp ciddiye alınması ve cevabi bir hazırlık mecburiyeti (belki de mahcubiyeti) duyulması da elbette sevindirici ve ümitlendirici bir aşamaydı. Çünkü bu Zevat “Faizsiz Sistem ve İslami Düzen” konularında kafa yoran, kalem oynatan, cesaretli yorumlar yapan ve eserler ortaya koyan seçkin ve bilgin şahsiyetler konumundaydı. Ama elbette bunlar, “Tenkit meşru, tahkir memnu” kaidesine uyulmak şartıyla, bu Zevatın yetersiz, yararsız ve gereksiz bulduğumuz yaklaşımlarını eleştirme ve kendi kanaatlerimizi te’yid ve tahkim etme hakkımıza engel sayılmazdı.

Örneğin; “Bunun geçmişte ve günümüzde uygulanmış şekli ve pratik örneği bulunmamaktadır” tenkidinde, maalesef bilim adamına yakışmayan ve sıradan kimselerin ilim ve feraset ayarını yansıtan bir gaflet ve cehalet sırıtmaktadır. Çünkü zaten Adil Düzen Programları, çağdaş ihtiyaçlardan doğan ilmi içtihatlar ve örneği bulunmayan orijinal programlardır. Ve işte bu içtihatlar beşeri olduğu için tenkide açıktır ve sizin yaptığınız da bu bağlamdadır. Aksi halde, İlahi hükümleri ve Nebevi prensipleri tenkit, zaten imana aykırıdır. Kısaca bu İlahiyat Prof.ları Muhterem Zevatın “Adil Düzen’i Tenkit” veya “Adil Düzen’e Alternatif” diye ortaya koydukları raporlar, maalesef İçtihat kısırlıklarını örtmek amacıyla edebiyat ve hamasete sığındıkları” düşüncesine yol açmaktadır. Bu talihsiz tavırlar, kendi konum ve sorumluluklarına yakışmayacağı gibi, günümüzdeki ilim erbabının düştüğü te’vil (Yusuf: 21. ayetteki manasıyla) ve tecdid şuuru noksanlığını yansıtması bakımından da üzücü bir manzaradır.

Bu Zevatın: “Adil Düzen A’dan Z’ye yeni bir sistem değildir. Milletimizin yüzlerce yıldır uyguladığı, bu nedenle köklerini tarihimizden ve manevi değerlerimizden alan bir sistemin günümüz şartlarına uyarlanmış şeklidir” tespitleri de doğru gibi görünen, ama sanki bir ilmi gerçeği gizlemeyi hedefleyen talihsiz açıklamalardır. Çünkü Adil Düzen, yepyeni ve orijinal ilmi içtihatlardan oluşmaktadır, tarihteki uygulamaların günümüze uyarlanmasıyla ortaya çıkmamıştır. Böyle bir iddia Adil Düzen çalışanlarının ve cihat-içtihat erbabının ulvi gaye ve gayretlerini hafife almaktır. Elbette Kur’an-ı Kerim ve Sünnet öğretileri temelinde tarihi tecrübelerden, ilmi birikimlerden, hatta akıl ve araştırma sonucu elde edilen Batılı sistem ve medeniyet örneklerinden yararlanılmıştır, ama bunu geçmişteki herhangi bir sistemin taklidi, kopyası ve günümüze uyarlanmış şekli saymak, ya Adil Düzen’i anlamamak veya bile bile gerçeği çarpıtmaktır.

Üstelik bu tenkitler, bizim yazdığımız “Adil Düzen ve Yeni Bir Dünya” (Ahmet Akgül) kitabı üzerinden yapılmış, ancak her nedense bu durum saklanmış ve bizim yorum ve yaklaşımlarımızı içeren “Adil Düzen’de Dış Politika Esasları, Adil Düzen’e Geçiş Sürecindeki Sorunların Aşılması ve Ara Formüllerin Hazırlanması” gibi konular, Üstat Süleyman Karagülle başkanlığındaki Akevler Ekibince yazılmış gibi tenkide tâbi tutulmuşlardır. Ve zaten yanlışı ve aksaklığı bulunamayıp sadece taklidi bir özet tekrarı yapılmıştır. (Not: Bu durum konu başlıklarından rahatlıkla anlaşılmaktadır.) Ve tabii “Adil Düzen Projesi’nde eksiklik ve aksaklık var” derken, bu hazırlıkta ibadet usûl ve esasları, ahlâki olgunluk düsturları yer almamış diye tenkit etmek, kasıtlı bir karalama niyeti taşımıyorsa, mutlaka olayı çarpıtma ve saptırma gayreti için yapılmıştır. Çünkü Adil Düzen Projeleri, klasik bir ilmihal kitabı ve ibadet, ahlâk konularını detaylarıyla açıklayan bir fıkıh kaynağı olarak hazırlanmamıştır. İlmi, İslami ve İnsani ihtiyaçlara ve çağdaş standartlara uygun Yeni Bir Sistem Modeli ortaya koymak amaçlanmıştır.

Maalesef bu Zevatın; yeni bir İçtihat ve Islahat ihtiyacını tespit ve tavsiye eden Mustafa Kemal’in, doğru bakış açısına bile ulaşamadıkları anlaşılmaktadır:

“Din vardır ve elbette lâzımdır. Temeli çok sağlam bir dinimiz vardır. Malzemesi iyi ve sağlamdır; fakat bina, uzun asırlardır ihmale uğramıştır. Harçlar döküldükçe, yeni harç yapıp binayı takviye etmek lüzumu hissedilmemiş ve dikkate alınmamıştır. Aksine olarak birçok yabancı unsurlar karışmış, zoraki -tefsirler, hurafeler- binayı daha fazla hırpalamıştır. Bugün bu yıpranmış binaya dokunulamaz, (gerçek temelleri esas alınıp) tamir de yapılmazsa zamanla çatlaklar derinleşecek ve sağlam temeller üstünde [sarih (açık ve net) ayetler, sahih (gerçek ve sağlam) hadisler istikametinde, ama çağdaş ihtiyaçları giderici mahiyette] yeni bir bina kurmak lüzumu hasıl olacaktır.”[1]

“Ey arkadaşlar! Tanrı birdir, büyüktür, tarih boyunca İlahi takdirin tezahürlerine bakarak diyebiliriz ki, insanlar iki sınıfta, iki çağda incelenebilir: İlk çağ; insanlığın çocukluk ve gençlik çağı, ikinci çağ; insanlığın erginlik ve olgunluk çağıdır. İnsanlık bu birinci çağda, tıpkı bir çocuk gibi, tıpkı bir genç gibi yakından ve maddi vasıtalarla kendisiyle ilgilenilmeyi (yani Allah’ın Resulleri aracılığıyla eğitilip yönlendirilmeyi) gerekli görmektedir. Allah, kullarının gerekli olan olgunluk noktasına ulaşmasına kadar, içlerinden vasıtalarla (Peygamberler yoluyla) kullarıyla ilgilenmeyi İlahi gereklilik saymıştır. Onlara Hz. Adem’den itibaren kaydedilmiş, kaydedilmemiş sonsuz denecek kadar çok peygamber ve elçi göndermiştir. Fakat Peygamberimiz aracılığıyla insanlığa (Hakkı-Bâtılı, Doğruyu-Yanlışı, Yararlıyı-Zararlıyı öğretmek üzere yeni Nebi ve Kitap gönderip) en son dinî ve medenî hakikatleri verdikten sonra, artık insanlıkla aracı yoluyla temasta bulunmaya (ve yeni bir peygamber yollamaya) gerek görmemiştir. İnsanlığın anlama derecesi, aydınlanma ve olgunlaşması her kulun doğrudan doğruya (Kur’an’la ve Resulüllah’la) İlahi ilhamlarla temas yeteneğine ulaştığını kabul buyurmuştur. Bu sebepledir ki Hz. Peygamber, peygamberlerin sonuncusu olmuştur ve (Allah’tan getirdiği) kitabı (Kur’an), en mükemmel kitaptır.”[2] diyen Atatürk’ü doğru anlamak, uygun yorumlamak ve böylece hem din istismarcılarının hem de devrim simsarlarının sömürü çarkını bozmak zaruri bir ihtiyaç halini almıştır.

Tenkitte Usül Hataları ve “Esas-Asıl” Çarpıtmaları:

1- Tenkitlerde Taklitçilik yapılması yanlıştır:

Adil Düzen’e alternatif olarak hazırlanan, ancak “bütünsel ve örgütsel bir ilmi sistem” olmaktan ziyade, bizim orijinal Adil Düzen Projelerimiz kavram ve kalıp olarak aynen taklit-kopya edilerek, içeriği ise hiçbir bilimsel değeri olmayan teorik ve sloganik temenni ve tavsiyelerle doldurulmuş bulunmaktadır. Hatta Adil Ekonomik Düzen’deki en önemli kurumlardan olan Hakkı Müktesep Kredisi” ve “Rehin Karşılığı Kredi” gibi konuların; içeriği, pratiği ve hangi ayet ve hadislerin hedeflerine karşılık olarak belirlendiği? bile maalesef kavranılamamıştır.

2- Tenkitlerde; İslami ve İlmi Temel Esasların değil, Teferruatın ölçü alınması yanlıştır:

Çünkü içtihatta sadece; sarih ayetler, sahih hadisler, müspet bilimler ve insani gereksinimler doğrultusunda aklıselim ve vicdani tatmin esastır. Daha önce yapılan içtihatları delil (dayanak ve kaynak) almak yanlıştır. Çünkü, ancak değişmez Mutlak Doğru’lara göre yeni içtihatlar yapılır. Kaldı ki, herhangi bir içtihadi-ilmi hazırlığa “Bunları hangi ayet ve hadislerden çıkardınız?” sorusu, ya kasıtlı bir çarpıtmadır veya cehalet mantığıdır. Doğru yaklaşım: “Bu içtihadi neticeler, şu ayet ve hadislere ve şu icma-i ümmete aykırıdır” şeklindeki tespitleri ortaya koymaktır.

3- Tenkitlerde; Yeni Teklifler sunulmaması, doğru ve doyurucu Yeni Projeler ortaya konulmaması yanlıştır ve noksanlıktır:

“Şu kanaatler yersiz ve yanlıştır, şu içtihatlar gereksiz ve yararsızdır, şu teklifler eksik ve muğlaktır” demek, ilmi ve seviyeli bir tenkit sayılmayacaktır. Bunların yanında doğru ve yararlı olanı, uygun ve uygulanabilir kuralları da ortaya koymak lazımdır. Aksi halde bu tenkitlerin hasbi ve halis olmayıp, haset ve fesat damarıyla yapıldığı ve karalamaya çalışıldığı kuşkusu uyanacaktır.

4- Tenkitlerde; Tedbir kılıflı, Bâtıl’a ve Batı’ya Teslimiyet Zafiyeti sırıtmaktadır:

Prof. Mehmet Yazıcı’nın “Kazanç Özgürlüğü ve Ribâ Yasağı” başlığında, herkesçe malum olan ve Kur’an’ın yasaklama maksadını yansıtan “FAİZ” yerine “RİBA” kavramının kullanılması, sanki bugünkü Banka Faizlerini ve özellikle Siyonist sömürü sistemine İslami jelatin olarak geçirilen “Faizsiz Bankacılık” sahteciliğini meşrulaştırma çabasıdır.

Prof. Sabahattin Zaim başkanlığındaki heyetin “Adil Düzen Hakkında Rapor: 2. Alt Sistemlerin Değerlendirilmesi cc. Faiz ve Faiz Davranışı” bölümünde:

“Adil Düzen’de faizin tanımı yeniden yapılmakta ve kapsamı arttırılmaktadır” denilmesi, maalesef “sadece kişilerin kendi aralarındaki borçlarda aldıkları fazlalık faizdir, bugünkü banka sistemi faiz değildir ve caizdir” şeklindeki marazlı mantık haklı çıkarılmaya çalışılmaktaymış gibi bir görüntü sunulmaktadır.

Bu tür sakat ve kasıtlı yaklaşımlar, ilmi ve İslami çözümler üretmek ve bunları yürütecek cehd ve gayreti göstermek azim ve iradesinden mahrum Hocaların, Batı’ya ve Bâtıl’a gizli teslimiyet tezahürünü yansıtmaktadır.

5- Bazı Tabir ve Tarif hatalarına takılıp; asıl Mana, Maksat ve Mahiyetin dikkatlerden kaçırılması yanlıştır:

“C- Dini-Ahlâki Düzen: a) Din Anlayışı ve İslam’a Bakış Açısı” başlığında;

İslam’ın bir bütün olarak algılanmasının ve “Dini-Ahlâki Düzen”in genel yapıdan ayrı vurgulanmasının yanlışlığı üzerinden Adil Düzen Projelerinin kötülenmeye, hatta imaen küfre düşürülmeye çalışılması haksızlıktır. Evet, ilmi kural ve kurumların daha uygun ve oturaklı ve yanlış algılardan (istifhamlardan) uzak kelime ve kalıplarla anlatılması lazımdır. Ancak kelimelerdeki söz (ifade) kılıflarıyla uğraşılıp, ilmi metotlar ve İslami-insani maksatlarla üretilen kavram ve kuralları önemsizleştirmeye ve gereksiz göstermeye çalışmak, hele bir ilim adamına asla yakışmamaktadır. Yani “ÖZ”de kusur bulamayınca “SÖZ”deki hatalara sarılıp kendini savunmak boşunadır. Kaldı ki Adil Düzen’de “Dini ve Ahlâki Yapılanma” başlığındaki “Din” kavramı İslam’ın tamamı için değil “Tarikat, Cemaat, Mezhep ve Meşrep” gibi sadece, ibadet ve ahlâk eğitimini önceleyen doğal ve sosyal yapılanmalar için kullanılmıştır. Üstelik Adil Düzen, sadece Müslümanları değil, farklı din ve düşünceden bütün insanlığı kapsadığı ve İslam’ın dışındaki bütün din ve mezhepler sadece inanç, ibadet ve ahlâk öğretilerinden ibaret sayıldığı için ve maalesef toplumda DİN deyince sadece bunlar anlaşıldığı için böyle bir başlık sakıncalı bulunmamıştır. Ama bu tür istifham ve istismarlardan kurtulmak için “Manevi ve Ahlâki Kurumlar ve Sorumlulukları” gibi bir başlık, daha münasip olacaktır. Yoksa, İslam’ın topyekûn; kavram, kurum ve kurallarıyla bölünmez bir bütün olduğu gerçeğinin, İmam Hatip 1. sınıf talebeleri bile farkında ve şuurundadır. Bunu hatırlatmak için profesör olmaya gerek duyulmamıştır.

6- Bu tenkitlerde; “Teori ve Tasarı” konumundaki Şahsi (beşeri) kanaat ve içtihatların, NASS (dini esas) yerine konulması ise en büyük hatadır!

Şu gerçeği önemle ve özellikle hatırlatalım ki; bütün Mezhepler ve içtihadi hükümler, elbette BEŞERİ’dir. Bunların “İLAHİ”leştirilmesi temelinden yanlıştır. Çünkü bu yaklaşım ilim ve içtihat sahiplerini “ERBAB”laştırmak ve tabulaştırmaktır. Vahye ve Sünnete dayandığı için, elbette İslami İçtihatlar Hakka ve hayra en yakın, insanlık onur ve huzuruna en yatkın kanaat sonuçlarıdır. Ancak İmamların ve Ulemanın içtihatlarını kutsallaştırıp bir nevi Kur’an yerine koymak, maalesef en yaygın bir düşünce marazıdır.

“Ve Resul dedi ki: Ey Rabbim, gerçekten benim kavmim, bu Kur’an’ı terk edilmiş (vaziyette) bıraktılar” (Furkan: 30) ayetinde ikaz ve ihtar edilen bir durum da, Müçtehitlerin içtihatlarını ve Mürşitlerin yorumlarını ve kitaplarını, temel kaynak sayıp resmen olmasa da, fikren ve fiilen: “Bunlar varken Kur’an’a ihtiyaç yok!” vartasına yakalanmaktır.

7- Bu zevatın hazırladığı “Adil Düzen Hakkındaki Rapor”da; tenkitler yazılmış, temenniler sıralanmış, ama asıl ihtiyacımız olan “Yeni bir sistem takdimi” bir türlü yapılmamıştır. Bu durum a) Ya ilmi yetersizlik ve kısırlıktan, b) Ya imani cesaret ve ciddiyet noksanlığından, yani korkaklıktan, c) Veya mevcut zalim Dünya Düzenine (Siyonist sömürü sistemine) angaje olmaktan ve bu faizci kapitalizme İslami kılıf geçirerek devam ettirme gayelerine kiralanmış olmaktan kaynaklıdır.

8- Acı bir itiraf: Adil Düzen tenkidi yapan ve Erbakan karşıtı malum çevrelerin kışkırtmasıyla yola çıktıkları anlaşılan bu şahsiyetlerin, Akevler Ekibiyle tek ortak tarafları; Rahmetli Erbakan Hoca’nın “İçtihatla CİHAT ilişkisini ve vazgeçilmez iksirini” bir türlü kavrayamamaları; içtihatlar sonucu ortaya konulacak Adil bir Düzen’in hangi çaba ve inkılaplarla uygulanma şansının ve şartlarının sağlanacağını hâlâ bilip bulamamalarıdır. Erbakan’ın; “Ya yeryüzünün tamamında hükmünüzü yürütecek bir güce-konuma ulaşacaksınız, veya bir kasabada bile Hak düzeninizi uygulayamazsınız!” tespitlerindeki hikmet ve hakikati ya anlamadıkları veya Siyonist sömürü çarkını yürüten Süper Güçlerle başa çıkılamayacağı kanaatine kapıldıkları için, mevcut Deccalizme-Şeytanizme teslimiyet zafiyetinden hâlâ kurtulamamışlardı.

Şu farkla ki, Akevler Ekibi: “Adil Düzen Derslerini ve ‘Ortaklık Kooperatiflerini’ yaygınlaştırmakla, zulüm sisteminin yıkılıp, beklenen huzur ve hürriyet ortamına kavuşulacağı” saflığında ve safsatasında iken, bu saygıdeğer ekibin ise; “Siyonist ve Kapitalist dünya hâkimiyeti bünyesinde bazı kurum ve kurallara İslami kılıf uydurup kendimizi ve mü’minleri oyalayıp avutma” sevdasında ve saplantısındaymış gibi yorumlanmaya müsait tavırları elbette yanlıştır.

Oysa Erbakan, Siyonizm’in zulüm ve sömürü saltanatını yıkmak, sadece Müslümanlara değil, bütün insanlığa güvenlik, esenlik ve zenginlik yolunu açmak üzere, tarihi hesaplaşmanın gerektirdiği siyasi, askeri, teknolojik hazırlık ve harikaları da tamamlamıştır, uygulaması ve bu talihli inkılabın açığa çıkması için şartların olgunlaşacağı günler kovalanmaktadır.

Küba üzerinden meşhur kıtalararası füze krizi sırasında Rusların, o zaman 2,5 milyonluk İstanbul’a, Galata Köprüsü merkezli 5 megatonluk bir hidrojen bombası atılması durumunda, birkaç saat içinde tek bir canlı insan kalmayacağı yazılıp konuşulmaktaydı. Bugün yalnızca İsrail’deki yaklaşık 500 nükleer başlıklı füze; sadece bölgemizdeki değil, bütün yeryüzündeki tüm insan hatta hayvan varlığını sona erdirecek boyuttadır. Dünyadaki 9 ülkenin elinde 17 bin nükleer başlık bulunduğu varsayılmaktadır. Hatta İsrail’in işgal ettiği Filistin topraklarındaki dağlık yörelerin ve Suriye’den gasp ettiği Golan Tepeleri’nin altında, tüm nükleer tahribatlardan korunaklı, yüzbinlerce insanın aylarca her türlü ihtiyacını karşılayacak donanımlı, çok sağlam barınak ve sığınaklar inşa ettiği medyaya sızmakta, yani gerekirse Siyonist Eşkıyanın nükleer füzeleri kullanmaktan sakınmayacağı bilinip durmaktadır. İşte bu müthiş tehdit ve tehlike baskısıyla (Atom bombasıyla) Siyonist odaklar dünyayı korku ve kuşku esareti altına almıştır. Ve Erbakan Hoca dışında; bu nükleer başlıkların ateşleme mekanizmalarını, uzaktan kumandalı metalik virüs taşıyan çürütücülerle boşa çıkaran ve çok ucuza mal olan teknoloji harikalarını yaptıklarını ve kahraman ordumuzun ilgili birimlerine –yakında ülke ve bölge şartlarının müsait hale geldiğinde kullanılmak üzere– bıraktıklarını açıklayan, hatta bu kutlu gerçeğe ve neticeye inanan ve aklına sığdıran bir başka ilim ve devlet adamı bile hâlâ çıkmamıştır. Yoksa Sabahattin Zaim ve Hayrettin Karaman Hocalar, İsrail’i ve ABD Yahudi Lobisini ve diğer süper güçleri hizaya sokmadan ve hezimete uğratmadan, hazırlayacakları İslami bir Düzeni uygulama fırsatı verileceğini mi sanmaktadır?

Acı ve çarpıcı bir örnek; Yemen Savaşı’nın Yaman Sonuçlarını, Siyonizm’in Şii İran’la Vahhabi Arabistan’ı Kışkırtıp Kapıştırmasını; Sadece Gafil ve Cahiller Değil, Âlimlerimiz de Doğru Algılayamamaktadır!

Suudi Arabistan Kralı ve Amerika’nın stratejik ortağı Selman bin Abdulaziz: “Yemen güven ve istikrara kavuşana kadar Kararlılık Fırtınası devam edecek” şeklinde hava atmaktaydı. Mısır’ın Şarm el-Şeyh kentinde (28-29 Mart 2015’te) düzenlenen 26. Arap Birliği Zirvesi’nde söz alan Kral Selman, İran’ı kastederek Yemen’e yönelik dış müdahalenin Husileri meşruiyete karşı darbe yapmaya sevk ettiğini savunarak, “Bu gelişme, uluslararası barış ve güvenliğe yönelik tehdit oluşturmaktadır” açıklamasını yapmıştı. Oysa küresel diplomasi dilinde “Uluslararası güvenlik, İsrail’in garantisi” anlamını taşımaktaydı.

“Husilerin kendilerine yöneltilen uyarıları dikkate almadığını” vurgulayan Kral Selman, Körfez Ülkeleri’nin, Yemen Cumhurbaşkanı Abdurabbu Mansur el-Hadi’nin yardım çağrısına karşılık verdiğini hatırlatmıştı. Konuşmasında Arap ülkelerinin içinde bulunduğu siyasi krizlere de değinen Kral Selman, “Arap ülkelerinin içinde bulunduğu acı verici durumlar, iç kavgalar ve dökülen kanlar, bölgemizde istikrarsızlık isteyen bir kısım odakların (yani İran’ın), başını çektiği mezhepçiliğin sonucudur” diyerek İran’ı suçlamış ama İsrail ve ABD’nin Arz-ı Mev’ud planlarını ve petrol savaşını hiç gündeme taşımamıştı.

Yemen’in Nakam Dağı’ndaki silah depoları bahanesiyle masum Müslümanlar vurulmaktaydı

26 Mart 2015’te başlayan “Kararlılık Fırtınası” operasyonu çerçevesinde, düzenlenen hava saldırılarında, Yemen’in başkenti Sana’daki Deylemi askeri üssü, 1. zırhlı tümen, havacılık tugayları karargâhı, havacılık fakültesindeki uçaksavarlar, Nakam Dağı altında muhtemel işgal girişimlerine karşı hazır tutulan ve gelişmiş başlıklı füzeleri de barındıran silah depoları ve özel kuvvetlerin hedef alındığı açıklanmıştı. Yani Yemen fiilen işgal olunmakta ama bu operasyon Şii-Sünni çatışması diye yutturulmaktaydı. Üstelik en çok çocuklar, masum insanlar ve kadınlar acımasızca katlolunmaktaydı. Maalesef bu savaşta 2,5 sene içinde 9000 kişinin hayatına kıyılmış, 3 milyon Müslüman da yurdunu yuvasını bırakıp göç etmek zorunda kalmıştı. Şimdi soralım: Erbakan dışında bu şeytani tuzaklara çözüm önerileri ve girişimleri olan var mıydı?

Muhammed Ebu Zehra’ya göre; Müctehitlerin Tabakaları Şunlardı:

İctihad önce iki kısma ayrılırdı:

1- Kâmil İctihad: Bu mutlak ictihad olarak da tanımlanır ve iki kısma ayrılırdı:

a) Belli bir mezhebin prensiplerine bağlı olan müctehidin içtihadı.

b) Hiçbir mezhebin prensiplerine bağlı olmaksızın dinin herhangi bir ihtilâfa sebep olmayan kesin prensiplerinden hareket eden müctehidin içtihadı.

2- Kısmi İctihad: Büyük müctehidlerin ortaya koydukları prensiplere göre meseleleri tatbik konusunda yapılan ictihadlardır. Buna tahrîç veya mezhepte ictihad adı verenler de vardır.

Müctehidlerin tabakalarına göre ictihad ise yedi dereceye ayrılırdı:

1- “DİN”de (şeriat genelinde) müctehidler

Bunlar, birinci tabakayı teşkil eden müstakil (mutlak) müctehid sınıfıdır. Dinî hükümleri Kitap ve Sünnet gibi kaynaklarından çıkaran, nass’lara göre kıyaslar yapan, maslahatlara göre fetvalar veren, istihsan deliline dayanarak hükümler beyan eden, nass bulunmadığı takdirde akıl ve rey ile hareket eden müctehidler bu tabakadandır. Kısaca bu müctehidler, her türlü istidlal yollarına başvuran ve herhangi bir mezhep sahibinin görüşüne bağlı kalmak zorunda olmayan imamlardır.

2- Müntesîb (mukayyed) müctehidler

Bunlar, ikinci tabakayı teşkil eden ulemadır. Hüküm çıkarmada mutlak müctehidin koyduğu usûle uyulmaktadır ancak furû’da ona muhalefet edebilir durumdadır. Çoğu zaman bunlar, furû’ meselelerinde mutlak müctehidin ulaştığı neticelere yakın neticeler çıkarırlar.

3- Mezhepte müctehid kimseler

Bunlar, üçüncü tabakada sayılan, hem usul hem furû’da bir mezhebin İmamına tâbi olan ve hiçbir meselede ona muhalefet yetkisi bulunmayan tabakadır. Bunların ictihadları, mezhep İmamının fikir beyan etmediği fer’î meselelerin hükümlerini ortaya koymakla sınırlıdır. Bunların her asırda mevcut olması lâzımdır. Bu müctehidlerin mezhepçe bir hükme bağlanmış olan meselelerde ictihad yaptıkları pek azdır. O da örfe, yahut asrın icabına göre eski müctehidlerin görüşlerini açıklamakla alâkalıdır. Kısaca, bu tabakayı teşkil eden müctehidlerin içtihadı iki husustan dışarı çıkmamıştır:

1) Önceki müctehid İmamların benimsediği kaideleri özetlemek, İmamların yapmış oldukları kıyasların illetlerini meydana getiren fıkıh kaidelerini bir araya toplamaktır.

2) Hakkında mezhepçe bir sarahat bulunmayan hükümleri çıkarmaktır.

 4- Tercih ehli müctehidler

Dördüncü tabakayı teşkil eden bu müctehidler, mezhep İmamlarının ictihadları bulunmayan furû’ meselelerinin hükümlerini çıkaran, onların hükmünü belirtmediği meselelere ise dokunmayan ulemadır. Fakat onlar, üçüncü tabakanın tespit etmiş olduğu tercih esaslarına dayanarak rivayet edilen görüşler arasında tercihlerde bulunmuşlardır. Bazı görüşleri, dayandığı delilin kuvvetli oluşu veya mevcut asrın icaplarına tatbik bakımından elverişli bulunuşu sebebiyle tercih yetkisi bulunan zevattır.

5- Delil tasnifçisi (İstidlal sahibi) müctehidler

Bunlar, beşinci tabakayı oluşturan ve İmamların farklı görüşleri üzerinde herhangi bir tercihte bulunmayan ancak imamların görüşlerinin delillerini açıklayan hüküm hakkında herhangi bir tercihte bulunmaksızın deliller arasında karşılaştırma yapan ulema sınıfıdır. Meselâ, bu ötekinden kıyasa daha uygundur, vs. gibi fikir beyan buyurmuşlar. Bazen de rivayetler arasında tercih yapmışlar, “bu rivayet ötekinden daha doğrudur” şeklinde kanaat ortaya koymuşlardır.

6- İctihad ve kanaatleri ezberleyen (Huffaz) âlimleri

Bu tabakayı teşkil edenler gerçekte müctehid sayılmamaktadır. Onlar, mezhebe ait birçok hüküm ve rivayetleri ezberleyip anlamış ve bunları nakil bakımından hüccet teşkil eden dereceye ulaşılmıştır. Mezhepteki “en açık rivayeti veya sağlam görüşleri nakletmek” hususunda bunlar itimada lâyıktır.

7- “Mukallîd”ler sayılan ilim ehli

Bu tabaka mensupları, içtihat ehliyeti bakımından bundan önceki tabakayla aynıdır. Ancak hafızlar tabakası “önceki müctehidlerin tercih ettiği görüşler konusunda ve tercih derecelerini bir sıraya koyma hususunda” az çok tasarrufta bulunmuşlardır. Bu tabakaya mensup Mukallitler ise, bazı tercihleri içine alan kitapları anlamaktan ve anlatmaktan öte bir ictihad ehliyeti bulunmamaktadır. Görüş ve rivayetler arasında herhangi bir tercihte bulunacak ilmi yeteneğe sahip olamamışlardır, İbni Âbidin, bunları şöyle tarif etmektedir: “Onlar doğru ve yanlışı, solu ve sağı birbirinden ayıramayan okuyuculardır. Hatta onlar, gece odun toplayıcısı gibi ellerine geçen her şeyi bir araya yığmaktadır. Bu feraset ve dirayet yetersizliğine rağmen ictihad yapmaya yeltenenlere ve bunları taklit edenlere yazıklar olsun”.[3]

Şimdi bu kuru tenkit ve taklit ekibine sorulmalıydı; acaba kendileri bu sınıflardan hangisinden sayılırdı ve müctehidlerin hangi tabakasına liyakatleri vardı?

 


   [1] KARAL (Ord. Prof.), Enver Ziya (1923-03). Fatih ÖZDEMİR Atatürk’ten Düşünceler (kitap) (Türkçe), 76. sayfa.

   [2] Gazi Mustafa Kemal, Nutuk, 1927, s. 418; sadeleştirilmiş metin, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, s. 106.

   [3] El-Fetava el-Hayriyye c.II s.32

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Picture of Abdullah AKGÜL

Abdullah AKGÜL

Subscribe
Bildir
12 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Hayaller ve Gerçekler
Aziz Erbakan Hocamız için; “Onun hayaline mermi atsanız yetişmez” itirafında bulunan çevreler, Onun hayalini kurmakla kalmayıp, gerçekleştirmesi sonucu nice başarılara imza atan projeleri karşısında hayrete düşüyorlardı. Şimdi ise, Üstad Ahmet Akgül eliyle ve Milli Çözüm’le gerçeğe dönüşen pek çok şeyin hayalini bile kuramayan çevrelerin acziyeti karşısında hayrete düşmemek elde değil.. Çok temel meseleleri bile anlamayan ya da kasten terk eden nice zevata bir şans ve çıkış kapısı olması bakımından, inşallah bu kıymetli makaleyi fırsat olarak görme bahtiyarlığını elde ederler diye temenni ediyorum.

GÜNEŞ BALÇIKLA SIVANMAZ!
Adil Düzen hakkında tenkid raporu hazırlatılan zevatın bu makalenin defaatle yayımlanması ve de hala kendi aralarında ne bir savunma ne de alternatif bir program getirememeleri MLLİ ÇÖZÜM’ ün tenkit ve iddialarının doğruluğunun ayrıca kanıtıdır.
Malesef bu zevat AKP hükümetinin bile Anayasal Çalışmaların değerlendirileceği çağrısına bile hazırlıklı olmadığı, daha doğrusu böyle bir gailelerinin olmayışının da kanıtıydı. Bu konuda Dr, Doc, Prof etiketleri de kof bir ünvandan ileri geçememekteydi.
Hasılı “Güneş balçıkla sıvanmaz” dı.

NE ZOR ZAMAN!
Bakara 9
Onlar (münafıklar, sözde) Allah’ı ve iman edenleri aldattıklarını (zannetmektedirler); oysa onlar, sadece kendilerini aldatmaktadırlar ve (ama bunun) şuurunda değillerdir. (Çünkü Allah’ı ve mü’minleri aldatmaya çalışanlar, ancak kendilerini kandıran kimselerdir.)

Hocamız açıklıyor doğru ve gerçekleri!
İlahiyat Profları düzenin dişlileri…
İmanlar elde kor oldu Ya Rab! Ne çok fitne varmış…
Zamane Bel’am ları kaplamış heryerleri !

Marazlı Takımının Acı itirafları….
Adil Düzen tenkidi yapan ve Erbakan karşıtı malum çevrelerin kışkırtmasıyla yola çıktıkları anlaşılan bu şahsiyetlerin, Akevler Ekibiyle tek ortak tarafları; Rahmetli Erbakan Hoca’nın “İçtihatla CİHAT ilişkisini ve vazgeçilmez iksirini” bir türlü kavrayamamaları; içtihatlar sonucu ortaya konulacak Adil bir Düzen’in hangi çaba ve inkılaplarla uygulanma şansının ve şartlarının sağlanacağını hâlâ bilip bulamamalarıdır. Erbakan’ın; “Ya yeryüzünün tamamında hükmünüzü yürütecek bir güce-konuma ulaşacaksınız, veya bir kasabada bile Hak düzeninizi uygulayamazsınız!” tespitlerindeki hikmet ve hakikati ya anlamadıkları veya Siyonist sömürü çarkını yürüten Süper Güçlerle başa çıkılamayacağı kanaatine kapıldıkları için, mevcut Deccalizme-Şeytanizme teslimiyet zafiyetinden hâlâ kurtulamamışlardı.

Milli Çözüm öyle bir derya ki…
Milli Çözüm öyle bir derya ki; bir konuyu bir makalede tek başına bir hap gibi anlattığı gibi, ilk yayın tarihinden bugüne tarihi ne olursa olsun konuyla alakalı farklı bir makale ile birlikte okunduğunda “Ülül Elbab (akıl edip gerçeği görenler)” ve “Rasihun (araştırıcılar, ilimde derinleşenler)” kavramlarının manasını daha iyi idrak ettirmektedir.

Milli Çözüm Dergisi, Şubat 2021 tarihli “Muhkem ve Müteşabih Ayetlerin Sınıflandırılması” başlıklı makalede, Adil Düzen’in tarihin seyri içerisinde nasıl önemli bir boşluğu doldurduğu ve Adil Düzen’e karşı olanların veya taş üstüne taş koymayıp hiçbir ilmi metoda uygun olmayan eleştirilerle karalama yapma adına sözde “değerlendirme” yapanların bu tarih içerisindeki yeri çok net ortaya çıkmaktadır:

“İslamiyet gelişince, hadisler de yeterli gelmeyince, bazı kötü niyetli mü’minler Kur’an’ı istedikleri gibi tefsir ederek asılsız hükümler çıkarmışlardır. Böylece İslamiyet bozulmaya başladı. Buna karşı çıkanlar bu fasit yorumları reddettiler ama kendileri de çözüm üretmeyi başaramadılar. İşte bu karışıklıkların içinden müçtehitler ortaya çıktılar. Bunlar Fıkıh ve Usûl-ü Fıkıh ilmini geliştirip kurumlaştırdılar ve Kur’an’ı rusuh ile te’vil ve tefsir etmeye başladılar. Ama kalplerinde zeyğ (kayma, sapma ve bozulma) olanlar ise müteşabihlere uydular. Sonra Yunan felsefesi ile karşılaşınca filozoflar aynı şeyi yaptılar. Kur’an’ı felsefeye uydurmaya çalıştılar. Kur’an’ı fitne amaçlı te’vile uğraştılar. Sonra mütekellimîn geldi, Kur’an’ı Usûl-ü Fıkha uyarak akıl ve ilim yönüyle yorumladılar. Böylece rusuh ile ehl-i sünnet yoluna devam ettiler. Sonra doğu dinleri ile karşılaşınca, bazıları Kur’an’ı mistisizme göre te’vil etmeye başladılar. O zaman da büyük tasavvuf ehli yetişti ve tasavvufu Kur’an’a göre yeniden yorumlayıp yapılandırdılar. Böylece ehl-i sünnet yolu devam etti. Şimdi ise çağımız müspet ilimleri ve sosyal metotlarına göre Kur’an’ı te’vil ediyorlar. Kur’an’ı Darwinizme uydurmaya çalışıyorlar. Ahlâksız Batı’nın zina akıntısına “kadın hakları” adı altında kılıflar uyduruyorlar. Başörtüsü ve tesettür Kur’an’da yoktur diyorlar. İşte şimdi mü’minlere düşen görev müspet ilmi Kur’an’a göre uyarlamak ve Kur’an’a göre “Adil Düzen”i oluşturup insanlığa ışık tutmaktır.”

“Biz Müslümanlar, bâtıl ve yanlış alışkanlıklarımıza göre yaptıklarımıza Kur’an’da delil aramamalıyız. Aksine, önce Kur’an’ın istediklerini tespit edip ona göre amelde bulunmalıyız. İşte kalplerinde zeyğ olanlar bunun tam tersini yaparlar. Önce karar verirler, sonra kararlarına delil ararlar. Bunlara peşin hükümlüler denir. Oysa Kur’an muttakilere yol gösterecektir. Muttaki demek, hak ne ise, ahlâk ve hukuk neyi gerektirirse onu arayan kimsedir. Baştan kendi kafasından hak budur deyip ona kanıt arayanlar Kur’an’ı yanlış te’vil ve tefsir ediyorlar demektir.”

“Demek ki kalplerinde zeyğ (şüphe, endişe ve şeytani vesvese) olanlar icmalarla sabit olan prensipleri ve topluluğun Adil Devlet düzenini bozmak için müteşabihe uyarlar. Bir de kendi yaptıklarına göre veya görüşlerine göre kendilerine delil ararlar.”

”İlimde rusuhu olanlar ise Allah’ın muradı ve rızası ne ise onu ararlar, bulduklarına göre amel ederler.”

“Rasihler: Bunlar bağımsız olarak içtihat yapabilen âlimlerdir. Bu mertebeye yükselenleri ancak icmalar sınırlayabilir. O da içtihatta değil de ameldeki ölçülerdir.
“İnsanlık Anayasası” Kur’an’ın emirlerini yerine getirme mekanizmasıdır.”

Adil Düzen, yepyeni ve orijinal ilmi içtihatlardan oluşmaktadır, tarihteki uygulamaların günümüze uyarlanmasıyla ortaya çıkmamıştır. Hem bu açıklama hem de rapor içeriğindeki diğer hususlar kaide-i külliyenin “İçtihatla içtihat nakzolunmaz”, “Yakîn (Kesinlik İfade Eden Şey) Şüphe ile Zail Olmayacak (Ortadan Kalkmayacak)tır!”, “Kelâmda (Konuşulanlarda) Aslolan Hakiki ve Örfi Manadır!” kaideleriyle çelişmektedir. Yani bu zevatın sözde ilmi değerlendirmelerinin bile temeli ve usulü bulunmamaktadır.

Ve zaten sayın yazarın şu ifadesi bu zavatın durumunu ortaya sermektedir; ilmi eleştiri yıkıcı olmaz yapıcı olur ve bu eleştiriyi yapan zevattan yeni bir sistem takdimi alternatifi sunmaları gereklidir, bunu yapamamaları; a) Ya ilmi yetersizlik ve kısırlıktan, b) Ya imani cesaret ve ciddiyet noksanlığından, yani korkaklıktan, c) Veya mevcut zalim Dünya Düzenine (Siyonist sömürü sistemine) angaje olmaktan ve bu faizci kapitalizme İslami kılıf geçirerek devam ettirme gayelerine kiralanmış olmaktan kaynaklıdır. Ki bu rapor sonrası süreçte yaptıkları çalışmalar bu 3 şıkkı da birlikte haklı çıkarmıştır, islam iktisadı çerçevesinde yaptıkları kapitalizme islami kılıf geçirmekten öte gitmedi…

Ve asıl sayın yazarın gerek Akevler ekibi, gerekse de Adil Düzen eleştiricileri hakkındaki şu tespiti MİLLİ ÇÖZÜM’ün farkını ve kalitesini ortaya koymaktadır; bu iki kesimin ortak yönü“Rahmetli Erbakan Hoca’nın “İçtihatla CİHAT ilişkisini ve vazgeçilmez iksirini” bir türlü kavrayamamaları; içtihatlar sonucu ortaya konulacak Adil bir Düzen’in hangi çaba ve inkılaplarla uygulanma şansının ve şartlarının sağlanacağını hâlâ bilip bulamamalarıdır.”

Yusuf Suresi 21. Ayette “…insanların çoğu gerçeği bilmeyen (cahil ve gafillerdir)” şeklindeki hitap (Allahu alem), makale bütünü ve ilgili ayetin tamamıyla birlikte okunduğunda: ayetleri hakikatine uygun te’vil edemeyen, edildiğini anlamayan, yeni bir yol açamayan; ama hakikate uygun te’vil ile insanlığın kurtuluşuna yeni yollar açan “Rasih” ve “Lub sahibi” kişilerin yorumlarına ve medeniyet projelerine aklı basmayan, dahası bilmediğini bilmeyen sözde ilim ehline olsa gerek…

Ve zaten ADİL DÜZEN hakkındaki (aleyhindeki) raporu hazırlayan kadronun başını çeken ve bugün Türkiye’de İslam İktisadının sözde öncüsü şeklinde zikredilen Prof. Sabahattin Zaim, Pakistan devrimi sonrası Ziyaül Hak’ın davet edip “haydi bakalım ben devrimi yaptım siz İslami bir sistem inşa edin uygulayalım” şeklindeki daveti sonrası çalışmayı yapacak ekibi dağıtan ve bu teklifi yerde bırakan, hasılı taş üstüne taş koyamamış te’vil ve tecdid özelliklerinden mahrum olduğunu ispat etmiş biriyse varın Adil Düzen hakkındaki raporu hazırlayan ekibin kalanını siz düşünün…

Eğri cetvelde, doğru çizgi çıkmaz!
Eğri cetvelden, doğru çizgi çıkmaz! Siyonizm; Namaz kılan, oruç tutan yahudi köleleri istiyor. Hatta, elinden gelse, Doğu Türkistan örneği gibi, Müslümanlara, namaz kıldırmaz, oruç tutturmaz. Müslümanların cihad etmediği dünyada, insanlık köle olmaya mecburdur. Milli Çözüm’den gıcık alan odaklara sormak lazımdı? Adil Düzen projeleri kim? Siz kim? 20 yıldır faizi, fuhuşu, kumarı, haksızlığı, ahlaksızlığı, hırsızlığı esas alan, din tüccarı, siyonist uşağı yönetimin karşısında olmak, tahribatlarını engellemek yerine, onların ekmeğine yağ süren, deccalizm ile savaşacak, cesaret, basiret, kabiliyete sahip olmayanlar. Sizin ölçünüz ne ki? Neyi savunuyor kimlere yaranmaya çalısıyorsunuz? Hakk’a taraf olmayanlardan çıkacak ilimde, bilimde, sözde yamuk olur.

Ali Bülent Dilek Kardeşim’e
[b]Ali Bülent Dilek Kardeşim’e[/b]

Müçtehit âlimlerin takip ve taklit edilen, onların şahsiyetleri değil, değerli fikirleridir. Öyle ise, şayet bu fikir ve öneriler, hâlâ geçerli ve gerekli ise… Yeni ve yeterli başka bir içtihat gündeme gelmemiş ise, elbette vefat eden ilim ehlinin fikir ve fetvalarına uymaya devam edilir. Bu durum Hz. Peygamber Efendimizin sünnetinin, sisteminin ve hayat prensiplerinin, halen devam etmesi gibidir.
İlginiz ve takibiniz için tebrik ve teşekkürler…

[b][i]Abdullah Akgül[/i][/b]

Yeni Bir Dünyanın Kurulması İçin Çalışan Milli Çözüm ve Diğerleri Gece ile Gündüz Gibi Ayrışmakta
Barbar Batıya (Siyonizm’e) çalışan ve yeryüzüne hâkim olan kapitalist sistem; Tüm dünyada oluşan her üretimin 10/8’ini kendisine almadan 10/2’sini hak sahibine inletmeden vermemekte. Zulüm sistemini ayakta tutmak için savaştan, kaostan, fitneden, iç savaştan, darbeden, silahtan, atom bombasını kullanmaktan, kadınları erkeklere erkekleri kadınlara benzetmekten, akılları iğdiş etmekten, rüşvetten, şantajdan… da geri durmamaktalar.
Sadece Müslümanların değil insanlığın perperişan edildiği böylesine vahim bir durumda;
“İsmailağa Cemaatinin ve Fatih medreselerinin müderrisleri, müfessirleri ve mürşitleri…
Hayrettin Karaman gibi güya müçtehit; Nihat Hatipoğlu, Mustafa Karataş gibi medyatik yandaş İlahiyat profesörleri…
Abdurrahman Dilipak gibi, sık sık Kur’ani hükümleri referans gösteren AKP’nin İslamcı bilgiçleri…
Ali Bulaç gibi meal yazmış, ayet ve hadislerin mana ve maksadını açıklamış, FETÖ ile de oldukça yakınlaşmış sözde fikir ehli…
Yaşar Nuri Öztürk gibi, İhsan Eliaçık ve CHP’li Eren Erdem gibi, Ali Şeriati çömezi “şeriatsız din” mucitleri ve Ehl-i Sünnet tahripçileri!”,

İslam’ın (Ali İmran 104-110-114 ve birçok ayetinde) emrettiği “kötülüğü üreten sistemleri kaldıran yerine barışı, huzuru, adaleti, getirecek fıtrata uygun” yeni bir sistemi bir türlü yapmamıştırlar.
(SP kurmayları, TV-5 yorumcuları, MGV-AGD ve diğer Milli Görüş MİLKO’larıda “diğerleri” yukarıda saydığımız kesimler gibi olmaktan kurtulamazken)

Buna rağmen [b]Erbakan Hocamızın[/b], Siyonizm’in zulüm ve sömürü saltanatını yıkmak, sadece Müslümanlara değil, bütün insanlığa güvenlik, esenlik ve zenginlik yolunu açmak üzere hazırladığı “Adil Düzen” projelerini (bugün her yönü ile en iyi bilen, hayata geçirebilecek ve [b]Aziz Erbakan Hocamızı temsil edebilecek vizyona sahip olan Milli Çözümün şahsı manevisi Üstad Ahmet Akgül Hocamızı[/b]) yok saymak, tarihi uyarılarını (Adil Düzen projelerini) görmezden gelmek;
a) Ya ilmi yetersizlik ve kısırlıktan,
b) Ya imani cesaret ve ciddiyet noksanlığından, yani korkaklıktan,
c) Veya mevcut zalim Dünya Düzenine (Siyonist sömürü sistemine) angaje olmaktan ve bu faizci kapitalizme İslami kılıf geçirerek devam ettirme gayelerine kiralanmış olmaktan kaynaklıdır.

Kaçınılmaz olan Hak ile Batılın tarihi hesaplaşmasında gerekli olan siyasi, askeri, teknolojik hazırlık ve harika sistemler [b]Aziz Erbakan Hocamız [/b]tarafından tamamlanmış [b]Milli Çözüm[/b] tarafından defaatle müjdelenmiştir. Bu talihli inkılabın açığa çıkması için şartların olgunlaşacağı günler kovalanırken herkesin gerçek mahiyetinin (ayarının da) belirlendiği bir dönemden geçmekteyiz.

Rabbimiz bizleri de, [b]Milli Çözüm[/b] gibi Adil Bir Dünyanın kurulacağından zerre şüphe etmeyen ve tüm gücü ile bu uğurda canla başla çalışan kullarından etsin inşallah.

“Sizden hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten nehyeden bir topluluk bulunsun.” (Ali İmran: 104), “Siz insanlık için (meydana) çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; iyiliği emreder/marufu emreder, fenalıktan/mûnkerden alıkorsunuz ve Allah’a inanırsınız…” (Ali İmran: 110) ve “Onlar Allah’a ve âhiret gününe inanırlar; iyiliği emreder, kötülükten menederler, hayırlı işlere koşuşurlar, işte bunlar sâlih insanlardandırlar.” (Ali İmran: 114)

ÇÖZÜMDE GÖREV ALMAYAN PROFESÖRLERİN, PROBLEMİN BİR PARÇASI OLMASI!
Adil Düzen tenkitçisi İlahiyat Profesörleri; Siyonistlerin bilinçli, planlı ve programlı olarak yürüttükleri faizci kapitalist köle düzeniyle bütün insanlığı nasıl sömürdüğünü bilimsel çalışmalarla araştırıp ortaya koyamadan… Her dinden her kavimden, her görüşten ve her sınıf ve seviyeden bütün insanların birlikte barış ve bereket içinde yaşayacağı ve herkesin temel insan haklarıyla kişisel hürriyetlerini, başkalarına zarar vermeden kullanacağı Adil Yeni Dünya Düzenine ihtiyaç duymadan… Milli Çözüm’ün kitaplaştırdığı “Adil Düzen” projelerini tenkitte usül hataları ve “asas-asıl” çarpıtmaları yaparak tenkit etmekle çözümün değil problemin bir parçası olduklarını göstermişlerdir.
“İçtihatla CİHAT ilişkisini ve vazgeçilmez iksirdir”
Cihatsız içtihat veya içtihatsız cihat anlayışı çözümün değil, sorunun birer parçalarıdır!
Cihatsız içtihat anlayışında; Adil bir Düzen’in hangi çaba ve inkılaplarla uygulanma şansının ve şartlarının sağlanacağı bilinememektedir.
İçtihatsız cihatta ise; insanlığın ihtiyaçlarına ve çağımızın şartlarına, yani değişen ve gelişen standartlarına uygun, uygar ve uygulanabilir özelliklere sahip çözümler üretilememektedir.
Her türlü zulmü, haksızlığı ve ahlaksızlığı ortadan kaldırmak, hakkı ve adaleti hâkim kılmak amacı ve gayreti taşımayan Adil Düzen tenkitçisi Profesörlerinin, zulüm hâkimiyetini ve sömürü sistemlerini yıkmak, hak ve adalet düzenini yerleştirmek gibi bir amaçları bulunmadığından; çözüm için gerekli içtihatlar ihtiyaç duymamakta, böylece Siyonist sömürü sistemi içerisinde Siyonist şeytanların müsaade ettiği kadar Müslümanlık rolü oynamaktadırlar.
Milli Çözüm; içtihatla CİHAT ilişkisinin vazgeçilmez iksirdir!

Ölmüş müçtehit
Abdullah hocam sizin yazılarınızı vakit buldukça takibe çalışıyorum.Fakat bugünkü yazınızı okuyunca kafama bir şey takıldı.Sorum şu: Ölmüş bir müçtehit taklit edilebilir mi? Muvaffakiyetler dilerim.

Nasıl ki İslam’ı yok edemiyorlar o yüzden bari yok edemiyoruz içini bozalım diyen Siyonizm , sahasında TEK VE EVRENSEL PROJE olan ADİL DÜZEN PROJELERİNİN içini de boşaltmak ve kendisine mecbur hale getirmek istemektedir..!
İngiliz eski başbakanlarından Margaret Thatcher, 1990 yılında İskoçya’da yapılan NATO toplantısında; [b]“Sovyetler Birliği yıkılmıştır, karşımızda düşman kalmamıştır. Ama düşmansız bir ideoloji yaşayamaz. Yeni bir düşman bulmamız lazım. Düşman aramaya ise gerek yok; yeni düşmanımız İslam’dır”[/b] sözleriyle yeni dönemi başlatmıştı. Ve hala başlatılan o dönemi devam ettirmekteler siyonistler… İslam’ı yok edemeyeceklerini anladıkları ve bildikleri için İSLAM’I bozma yoluna gitmişlerdir…

Aziz Erbakan Hocamız İslam aleminde “ılımlı İslam” adı altında bir projenin uygulanmaya çalışılacağını defaatle anlatmışlardı… Yani “Ilımlı ne demek? Cihad şuuru olmayacak. Düzene karışmayacak. Yahudi kölesi olacak. Ama namaz kılacak, oruç tutacak. Düzeni yahudi tanzim edecek. Sen Yahudi’ye ödeyeceksin her bir şeyin bedelini… Düzene karışmayacaksın… Haa namaz kılacakmışsın, kıl! Parayı ver, kıl. Ilımlı demek, cihad şuuru olmayacak! Yani insanların saadeti ile ilgilenmeyecek. Sömürüye sesin çıkmayacak! Yahudi’ye köle olacaksın… Böyle düşünen Müslümanları arttıralaım diyor… Nasıl arttıracaklarını raporda anlatıyorlar. Bunlara para verelim, aralarında zincir kuralım, destekleyelim, kuvvetlendirelim… İslam alemine bunlar hakim olsun ve Müslümanlık budur diye tanıtalım diyor… Onun için de Kur’an-ı Kerim bastırıyor, cihad ayetlerini çıkartıyor içinden…”

Yani buradan şuraya varmak istiyorum… [u][b]Sahasında TEK İLMİ VE EVRENSEL PROJE OLAN ADİL DÜZEN VE YENİ BİR DÜNYA [/b][/u]isimli 8 milyarlık insanlık aleminin madden ve manen huzur ve saadete erişeceği bu projeyi de SİYONİZM ve işbirlikçileri olan Firavun düzeninin tipik örnekleri olan BEL’AMLAR – HAMANLAR – KARUNLAR – CÜNUDLAR eliyle içini boşaltmak istemesi ve dolayısıyla insanlığı kendi sistemine mecbur hale getirmesi oldukça olağandır… Ama hamdolsun unuttukları veya karşı koyamadıkları bir MİLLİ ÇÖZÜM var , Üstadların Üstadı Muhterem Ahmet AKGÜL Hocamız var. Hedeflerini etkisiz hale getiren, ertelettiren , Milli Çözüm zihniyetini takip edenler tâbi ve taraf olanlar mahcup olmamışlardır olmayacaklardır… Çünkü Allah mü’minlerin aleyhine zalimlere ve işbirlikçilerine kesinlikle yol vermez…

Kıymetli yazarımızın böylesi ufuk açıcı ve uyanık kalmamızı sağlayan doyurucu makalesi için teşekkür ediyorum… Elinize yüreğinize sağlık.

Allahın Bir Şey’e Ol demesi yeterlidir.. Ve Allah Sadık ve Mücahit Kuluna
Adil Düzen Programları, çağdaş ihtiyaçlardan doğan ilmi içtihatlar ve örneği bulunmayan orijinal programlardır. Ve işte bu içtihatlar beşeri olduğu için tenkide açıktır ve sizin yaptığınız da bu bağlamdadır. Aksi halde, İlahi hükümleri ve Nebevi prensipleri tenkit, zaten imana aykırıdır. Kısaca bu İlahiyat Prof.ları Muhterem Zevatın “Adil Düzen’i Tenkit” veya “Adil Düzen’e Alternatif” diye ortaya koydukları raporlar, maalesef “İçtihat kısırlıklarını örtmek amacıyla edebiyat ve hamasete sığındıkları” düşüncesine yol açmaktadır. Bu talihsiz tavırlar, kendi konum ve sorumluluklarına yakışmayacağı gibi, günümüzdeki ilim erbabının düştüğü te’vil (Yusuf: 21. ayetteki manasıyla) ve tecdid şuuru noksanlığını yansıtması bakımından da üzücü bir manzaradır.

Bu Zevatın: “Adil Düzen A’dan Z’ye yeni bir sistem değildir. Milletimizin yüzlerce yıldır uyguladığı, bu nedenle köklerini tarihimizden ve manevi değerlerimizden alan bir sistemin günümüz şartlarına uyarlanmış şeklidir” tespitleri de doğru gibi görünen, ama sanki bir ilmi gerçeği gizlemeyi hedefleyen talihsiz açıklamalardır. Çünkü Adil Düzen, yepyeni ve orijinal ilmi içtihatlardan oluşmaktadır, tarihteki uygulamaların günümüze uyarlanmasıyla ortaya çıkmamıştır. Böyle bir iddia Adil Düzen çalışanlarının ve cihat-içtihat erbabının ulvi gaye ve gayretlerini hafife almaktır. Elbette Kur’an-ı Kerim ve Sünnet öğretileri temelinde tarihi tecrübelerden, ilmi birikimlerden, hatta akıl ve araştırma sonucu elde edilen Batılı sistem ve medeniyet örneklerinden yararlanılmıştır, ama bunu geçmişteki herhangi bir sistemin taklidi, kopyası ve günümüze uyarlanmış şekli saymak, ya Adil Düzen’i anlamamak veya bile bile gerçeği çarpıtmaktır.

Üstelik bu tenkitler, bizim yazdığımız “Adil Düzen ve Yeni Bir Dünya” (Ahmet Akgül) kitabı üzerinden yapılmış, ancak her nedense bu durum saklanmış ve bizim yorum ve yaklaşımlarımızı içeren “Adil Düzen’de Dış Politika Esasları, Adil Düzen’e Geçiş Sürecindeki Sorunların Aşılması ve Ara Formüllerin Hazırlanması” gibi konular, Üstat Süleyman Karagülle başkanlığındaki Akevler Ekibince yazılmış gibi tenkide tâbi tutulmuşlardır. Ve zaten yanlışı ve aksaklığı bulunamayıp sadece taklidi bir özet tekrarı yapılmıştır. (Not: Bu durum konu başlıklarından rahatlıkla anlaşılmaktadır.) Ve tabii “Adil Düzen Projesi’nde eksiklik ve aksaklık var” derken, bu hazırlıkta ibadet usûl ve esasları, ahlâki olgunluk düsturları yer almamış diye tenkit etmek, kasıtlı bir karalama niyeti taşımıyorsa, mutlaka olayı çarpıtma ve saptırma gayreti için yapılmıştır. Çünkü Adil Düzen Projeleri, klasik bir ilmihal kitabı ve ibadet, ahlâk konularını detaylarıyla açıklayan bir fıkıh kaynağı olarak hazırlanmamıştır. İlmi, İslami ve İnsani ihtiyaçlara ve çağdaş standartlara uygun Yeni Bir Sistem Modeli ortaya koymak amaçlanmıştır.

ÖZEL YAZILAR

YORUMLAR

Son Yorumlar
12
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...