Atatürk’ten Ata-Kürt’e
“KURUCU ÖNDER” KAVRAMI
VE
IRKÇILIK BATAĞI
Sn. Devlet Bahçeli’nin, hem de rahmetli Alparslan Türkeş’in mezarı başında: Çocuk, kadın, yaşlı, sivil, asker 50 bin masumun kahpece katlinden sorumlu Teröristbaşı Abdullah Öcalan için “Kurucu Önder” sıfatını kullanması, sivil ve siyasi PKK olan sırf DEM Partisi yöneticilerinin övgüsüne ve rağbetine mazhar olmak gibi basit ve fasit gayelerden ziyade, bize göre; ırkçılık saplantısındaki kesimleri uyarmak amacını taşımalıydı…
Merhum Alparslan Türkeş’in kızı ve İYİ Partili Adana Milletvekili Ayyüce Türkeş’in, “Bebek katiline yönelik bu sözler ve benzetmelerin, hem de babamın mezarı başında yapılması, onun aziz hatırasına en büyük saygısızlıktır. Babam yaşarken onun yüzüne karşı bu benzetmeleri asla yapamayacak ve huzurundan kovulacak olanların, şimdi bu talihsiz sözleri onun mezarı başında söylüyor olmaları, aslında herkesin ayarını ortaya koymaktadır!” anlamındaki itirazları üzerinde durmak lazımdı.
Ardından Y. Tuğrul Türkeş’in bu konudaki uyarıları da anlamlıydı.
6 Haziran 2025 tarihinde, Devlet Bahçeli’nin konuşmasındaki ifadeleri içlerine sindiremeyen MHP yandaşı Bengü Türk TV ve Türkgün Gazetesi, Abdullah Öcalan’a yönelik “Kurucu Lider” benzetmesine sansür uygulamış ve metinden çıkarmışlardı. Ama “mızrak çuvala sığmamıştı” ve tüm ülke APO’ya yönelik bu benzetmeler ve yüceltmelerle sarsılmıştı. Yani Sn. Bahçeli, açıkça Abdullah Öcalan eşkıyasını Kürt Devletine giden yolun Kurucu Lideri, yani Ata-Kürt’ü ilan edip çıkmıştı!?
Yaklaşık 100 yıldır “Kurucu Önder” sıfatı, haklı olarak, şanlı Milli Mücadelemizi başlatmış ve başarmış, ardından Cumhuriyeti kurmak uğruna bütün tepkileri göze almış ve yılmamış olan Mustafa Kemal için kullanılmıştı. Ama şimdi siz kalkar da 50 bin kişinin katili, ülkenin 40 yılda 3 trilyon dolar kaybının ve geri kalmasının müsebbibi bir şahıs için “Kurucu Lider” vasfını kullanıp onu aklamaya ve meşrulaştırmaya kalkışırsanız, elbette bunun altında başka şeyler aranırdı.
Ee, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucu Önderi’ne ait ve layık olan “ATA-TÜRK” deyimine nazire yapılmış gibi; sözde, Kürt devletini amaçlayan şeytani hareketin “Kurucu Lideri” Abdullah Öcalan Anarşistine “ATA-KÜRT!..” sıfatı yakıştırılırsa… Yarın birileri tarafından, din istismarcısı ve Milli Görüş davasının inkârcısı (o gömleği çıkardığını kendisi açıklamıştı) Sn. Tayyip Erdoğan’a “ATA-PURT” (Purt-Port: Sığınılan liman) yaftası yapıştırılırsa… Düne kadar hakaret ettiklerine bugün hürmet eden Sn. Bahçeli’ye “ATA-KURT” demeye kalkışırlarsa, bu işin sonu nereye varacaktı? Biz, suizandan sakınıp hüsnüzanla yaklaşarak, Sn. Devlet Bahçeli’nin bu benzetmesinin; “Ey Türk veya Kürt ırkçıları!.. Her kesim ve kavim, kendilerinin Lideri sandıkları, aslında dış güçlerin boyunlarına yular takıp kullandıkları şahısları, böyle kutsamaya ve putlaştırmaya kalkışırsa, ortada MİLLET diye bir olgu kalmayacak ve DEVLET’in temelleri sarsılacaktır… Artık bu gafletten uyanın ve vahdet mayamız olan İSLAM’a sarılın!” mesajı olarak yorumlamaktayız.
Rahmetli Erbakan Hocamıza: “Bu Erdoğan ve AKP’liler sizin eski talebeleriniz… Bunları kıskandığınız için mi bu denli ağır eleştiriler yöneltmektesiniz?” diye soranlara: “Size bir kez daha hatırlatıyorum:
Ben asla kıskandığım için değil, bunlara şefkatle yaklaştığım ve acıdığım için bu uyarıları yapmaktayım. Bunlar, ‘Biz Müslüman insanlarız, hiç Siyonizm’e ve İsrail’e hizmetkârlık yapar mıyız?’ iddiasındadır. Oysa, Siyonizm şeytanlıkta öylesine ustalaşmıştır ki ‘Hadi oradan be kardeşim; ben hiç Siyonizm’e hizmet eder miyim?’ marşını söyleterek sana Siyonizm’in işbirlikçi ordusunda talim yaptırır. Bakınız, Haim Nahum Hahamının doktrin kurallarının hepsini bu AKP iktidarı aynen uygulamaktadır.
1- Bu milleti işsiz bırakacaksınız.
2- Böylece açlığa mahkûm hale sokacaksınız.
3- Faizli dış borca batırıp esir konumuna taşıyacaksınız.
4- İsmen ve resmen değil, ama fikren ve fiilen İSLAM DİNİ’nden, ahlâki ve manevi değerlerinden uzaklaştıracaksınız.
5- Bu milleti; parti, ırk, mezhep ve sağ-sol temelli kışkırtıp ayrıştıracaksınız…
6- Bu parçaları birbirleriyle boğuşturacaksınız.
7- En sonunda bu zayıflamış parçaları küçük lokmalar halinde yutacak ve Türkiye’yi Büyük İsrail’e eyalet yapacaksınız.”
Elbette merak ediyoruz:
• Bunların hepsini AKP iktidarı yaptı mı?.. Yaptı…
• Sn. Bahçeli uzun yıllar, bu tahripçi tavrından dolayı Sn. Erdoğan’ı şiddetle ve hiddetle kınadı mı? Kınadı…
• Sn. Bahçeli, Erdoğan ve ekibinin Rahmetli Erbakan’a hıyanetleri ve belli odaklarla iş birliğine girişmeleri karşılığı iktidara taşındığını haykırdı mı? Haykırdı…
Peki şimdi soralım:
a) O zaman mı, Sn. Bahçeli, Erdoğan’a iftira atmaktaydı?
b) Yoksa şimdi mi, kendisi de aynı odakların tuzağına kapılmıştı?
Sn. Devlet Bahçeli; 5 Temmuz 2014’te yaptığı basın toplantısı açıklamasında:
“Türkiye, hiçbir iz’an ve vicdan sahibinin inkâr ve ihmal edemeyeceği kadar sıkıntılı ve sarsıcı gelişmelere sahne olmaktadır. Bizi var edip millet kılan ve geleceğe taşıyan tüm Milli ve manevi değerler sorgulanmaya ve sarsılmaya çalışılmaktadır. Türkiye bu AKP iktidarında, her cephede zayıflayıp kayba uğramakta ve her hususta geri kalmaktadır. Bu tespitlerimiz, siyasi bir gayenin değil, bizzat gerçeğin tercümanlığıdır. Giderek yoğunlaşan ve çok tehlikeli boyutlara ulaşan iç ve dış sorunlarımızın asıl suçlusu ve sorumlusu bu Erdoğan iktidarıdır.” buyurmuşlardı ve bunlar haklı çıkışlardı.
Irkçılık; kendi kavminin, diğer kavimlerden ve halk kesimlerinden, daha üstün, daha özgün, daha seçkin ve yetkin yaratıldığı ve daha değerli, daha öncelikli, daha becerikli yeteneklerle donatıldığı inanç ve iddiasında bulunmaktır. Bu temelsiz düşünce, önce Allah’a iftiradır, O’nun kullarını adil ve eşit yaratmadığı ithamıdır ki elbette asılsız ve alâkasızdır. Evet, insanın kendi kavmini-mensubiyetini, ailesini, yakın çevresini, dilini, geleneklerini benimsemesi ve sahiplenmesi fıtri (doğal ve normal) bir yaklaşımdır. Kendi ülkesini, Milletini ve devletini sevmek ve yüceltmek gayreti gütmek de elbette doğru ve değerli bir amaçtır. Ama Siyonist Yahudiler gibi, kendi ırkını efendi, başkalarını köle gören ve onların temel insan haklarını gözetmeyen düşünceler ise, şeytanlık damarıdır, safsata ve sapkınlıktır.
İblis Kıssası ve Irkçılık
“Irk” kelimesi Arapça’da “kök, bitkinin gövdesi, yaprağın sapı, damar, asıl, irsî özellik, nesep, menşe, ata ve kafa” gibi anlamlara gelmektedir. Arap edebiyatında ise ırk kelimesi “soy üstünlüğü ve asâlet” anlamlarında kullanılmaktadır. Türkçede ise aralarında kan bağı bulunan, aynı soydan gelen büyük insan toplulukları “ırk” kelimesiyle tanımlanır. Benzer manada “nesil, nesep, zürriyet, soy ve sülâle” gibi başka kelimeler de kullanılır.
Irkçılık Damarı ve Asabiyet Kavramı[1]
Arap cahiliyesinde, aralarında baba tarafından kan bağı bulunan akrabaların oluşturduğu topluluğa “asabe” denilmektedir. Bu topluluğun bütün fertlerini birbirine bağlayan ve herhangi bir dış tehlikeye karşı bütün topluluk üyelerinin harekete geçmesini sağlayan birlik ve dayanışma ruhuna da “Asabiyet” denilmektedir. “Asabiyet” çağdaş bir kavram olan “ırkçılığın” anlam genişliğinden uzak olup, genellikle kabilecilik çerçevesinde bir içerik taşımaktadır. Hz. Peygamberimiz (SAV) ırkçılığı şöyle tanımlamıştır: Vasile b. Eska (RA)’ın kızı, babasını şöyle derken işittiğini anlatıyor: “Resulüllah (SAV)’e, ‘Ya Resulüllah! Irkçılık nedir?’ diye sordum. Şöyle buyurdular: ‘Zalim de olsa kendi kavmine arka çıkmandır.’” (Ebû Dâvûd)
Irkçılığı daha iyi anlayabilmek için iblis kıssasını mercek altına alalım.
İlk Irkçılığı Şeytan başlatmıştır.
Yaratılış özelliği ile ilk üstünlük taslayan, kovulmuş ve lanetlenmiş olan şeytandır. Bu anlamda şeytan, ırkçılığın öncüsü sayılır. Nitekim ayet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır:
“(Allah ona) Dedi: ‘Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?’ (İblis) Dedi ki: ‘Ben ondan hayırlıyım. (Çünkü) Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın’ (‘üstünlük benim hakkımdır’ demeye yeltendi). [Not: Şeytan bu kıyasında da yanılıvermişti. Çünkü toprak, her bakımdan ateşten daha yararlı ve hayırlı bir nesneydi.]” (A’raf: 12)
İblis kendisinden sonra geleceklere böyle kötü bir çığır açmıştır. İblis’i ırkçılığa iten ise işte bu yanlış kıyastır.
İbni Abbas (RA) şunları aktarmıştır: “İlk kıyas yapan iblistir ve yanlış kıyas yapmıştır. Buna göre her kim dinde yalnızca kendi görüşüne dayanarak kıyas yapacak olursa veya ırkçılık taassubuna kayarsa, o şeytanın yolundadır. Evet, mü’minlerin düşmanı olan şeytan, ateşin çamura üstünlüğünü iddia ederek yanılmıştır. Her ne kadar her ikisi de yaratılmış ve cansız olmak bakımından aynı derecede bulunsalar bile, çamur dört bakımdan ateşten daha üstün sayılmaktadır.”
Irkçılığın Çelişkileri Sırıtmaktadır
1- İnsanı yaratan Allah-u Teâlâ’dır. İnsanın hangi ırktan olacağı hususunda kendi tercihi ve çabası bulunmamaktadır. Irkımızı belirleyemediğimiz gibi, soyumuzu, aşiretimizi ve ailemizi de biz belirleyemeyiz. Bu bağlamda gerçekleşmesinde hiçbir katkımızın olmadığı bir şey ile övünmenin mantıklı hiçbir tarafı olamaz. Burada din kardeşliğinin, kavmiyetçilikten üstünlüğü de ortaya çıkmaktadır. Çünkü insan, dünyaya geldikten sonra özgür iradesi ile dilediği din ve düşünceye katılır. Binaenaleyh insan, iradesi ile tercih ettiği bu mensubiyet ile övünmesi hakkıdır. Ama tercihi kendisine ait olmayan ırkla övünmek anlamsız ve tutarsızdır.
2- İnsanoğlunun yaratılış aslı ortaktır. Hadis-i Şerif’te de belirtildiği üzere Efendimiz Aleyhisselam şöyle buyurmuşlardır: “Siz hepiniz Adem’in çocuklarısınız, Adem ise topraktandır.” (Tirmizi)
3- O halde bir aslın farklı kollarının üstünlüğü boş bir iddiadır ve kanıtsızdır. Çünkü herkes Âdem’dendir ve yaratılış bakımından aynıdır.
4- Kozmopolit halkların birbirine karıştığı yerlerde özellikle saf bir ırk bulmak imkânsızdır. Günümüzde kendini üstün bir ırka nispet edenler şayet on kuşak geri gitseler asıllarının kimlere dayandığını anlayınca şaşıracaklardır. Bu belirsizlik, üstünlük iddiasının geçersizliğine bir başka kanıtıdır.
5- Bütün ırkların üstünlük iddiasında bulunması halinde ortaya çıkacak sonuçlar da, bu düşüncenin çarpıklığını ortaya koymaktadır. Bunun neticesinde ırkının üstün olduğu iddiasında bulunan herkes diğerlerinden itaat ve bağlılık istemeye kalkışacak ve bu da dünyada sonu gelmeyen savaşlara yol açacaktır.
Meşru Olan, Müspet Milliyetçilik Anlayışıdır
İslam, meşru ölçüler içerisinde olmak kaydıyla; kişinin kendi kavim ve kabilesini sevmesini ve ilgi göstermesini olumlu saymıştır. Dinimiz tarafından yasaklanan ise kendi ırkını, diğer ırklardan üstün ve ayrıcalıklı görerek soyunu ve nesebini övünç kaynağı kılmaktır. Kavmini, ülkesini, devletini sevmekle, ırkçılık davası gütmek farklıdır. Nitekim Efendimiz Aleyhisselam’a, “Ya Resulüllah! Kişinin kendi kavmini sevmesi ırkçılık sayılır mı?” diye sorulmuş ve O, “Hayır. Lâkin ırkçılık, kişinin kendi kavminin haksız davranışına arka çıkmasıdır (ve kâfir=zalim atalarıyla gururlanmasıdır).” (İbni Mâce) şeklinde cevaplamıştır.
Her insan kavmini ve kabilesini sever, onların başarılarıyla gurur duyar, onlara iyilik ve ihsanda bulunur. Çünkü bu, insanın fıtratında olan bir duygudur. Mekke’den ayrılarak Medine’ye hicret etmek zorunda kalan Sevgili Peygamberimiz (SAV) yıllar sonra Mekke’nin fethinde, “(Ey Mekke!) Vallahi sen, Allah’ın Arzının en hayırlısı ve Bana, Allah’ın Arzının en sevimlisisin. Senden çıkarılmış olmasaydım, vallahi seni terk etmezdim.” (Tirmizî) buyurarak doğup büyüdüğü beldeye duyduğu sevgiyi ve vatan hasretini açığa vurmuştur.
Evet, İslam; ırkçılık anlayışını yasaklamış, ancak kişinin soy ve akrabalarıyla ilişkisini kesmesine ise karşı çıkmıştır. Sıla-i rahim anlayışına sahip olan dinimiz, akrabaya iyilik ve ihsanda bulunmayı teşvik etmiş, yakınlarıyla bağlarını koparanları ise kınamıştır. Kişinin kendi milletini ve kabilesini sevmesini meşru kabul eden ve “Sizin en hayırlınız, günaha girmemek şartıyla yakınlarına (yurduna ve toplumuna) arka çıkanınızdır.” (Ebû Dâvûd) buyuran Hz. Peygamberimiz (SAV), bir kimsenin kendisini öz babasından başkasına nispet etmesini ve onlardan olmadığı hâlde kendisinin başka bir kavme mensup gibi göstermesini, müşriklere ve Ehl-i Kitap kâfirlere özenmesini de soysuzluk saymıştır. Bununla birlikte, kişinin kendi akrabalarına, kabilesine veya aşiretine körü körüne arka çıkmasını veya haksız ve ahlâksız da olsalar kabilesine/aşiretine mensup insanları kayırmasını yasaklamıştır.
Irkçılığın Alâmetleri Şunlardır:
1- Kişinin kendi kavmini üstün sayması veya başka kavimleri küçük görmesi ve hafife almasıdır.
2- Kişinin haksız olduğunu bildiği halde, kendi kavminin yanında olması ve onları savunmasıdır. Konuya ilişkin Resulüllah (SAV) şöyle buyurmuşlardır: “Irkçılık, kişinin zulümde ve kötülükte bile kavmine yardım etmesidir.” (Müslim)
3- Irkçılık; kişinin müşrik ve zalim ataları ile övünmesi ve gururlanmasıdır. Bu hususta Resulüllah (SAV) Mekke’nin fethinde insanlara bir hutbe vererek şöyle buyurmuşlardır:
“Ey insanlar! Allah, cahiliye devrinden kalma kibir ve böbürlenmeyi, babalar ve atalarla övünmeyi sizden kaldırmıştır. İnsanlar sadece iki gruptur; ya takva sahibi bir mü’min yahut da fısk-u fücur sahibi bir bedbahttır. Siz hepiniz Adem’in çocuklarısınız, Adem ise topraktandır. Şu husus iyice bilinmeli ki, bazı kimseler ya ‘küfür ve kötülükleri yüzünden cehennemin kömürlerinden bir kömür olan’ bir toplulukla övünmekten vazgeçerler ya da Allah nazarında ‘burnuyla pislik yuvarlayan mayıs böceğinden’ daha değersiz olurlar.” (Tirmizî)
Irkçılığın Neticeleri ise Şunlardır:
1- Bir kimse ırkçılık güderek yaşarsa, sonunda cahiliye inancı üzere öleceği uyarılmıştır. Peygamber Aleyhisselam şöyle buyurmuşlardır:
“Kim ırkçılık propagandası yaparak veya kabileciliğe/ırkçılığa destek olarak yoldan çıkmış bir topluluğun bayrağı altında öldürülürse, onun ölümü cahiliye ehlinin ölümü gibidir.” (Müslim)
2- Irkçılığa çağıran ve İslam ümmetinden gıcık alan kimse, İslam’ın onurundan ve huzurundan mahrum kalır. Hz. Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurmuşlardır: “Irkçılığa çağıran bizden değildir. Irkçılık davası uğruna savaşan bizden değildir. Irkçılık davası uğruna ölen de bizden değildir.” (Ebû Davud)
Irkçılığın Toplumsal Tahribatları
İnsanlık tarihinin başından itibaren ortaya çıkan savaşların kökeninde; gerek maddi gerekse manevi yönden, kendilerinin başka kavimlerden üstün ve seçkin oldukları düşüncesi yatmakta ve ait olduğu ırkıyla övünüp diğer insanları aşağı görmek de savaşların sebeplerinden birini oluşturmaktadır. İslam inancı ve ahlâkı ise her zaman Hakkın ve haklının yanında olmayı şiar edindiği için, aynı soydan veya ulustan olsa dahi haksızlık ve ahlâksızlık yapan kişilere destek çıkılamayacaktır.
Asabiyet ve ırkçılık davası gütmek; şeytanın adımlarını takip edip İslam’ın açtığı kutlu yoldan sapmaktır. Irkçılık, ümmeti felâkete götürecek ve tefrikaya sürükleyecek davranışlar arasındadır. Irkçılık hastalığından kurtulmanın yollarını, dinimiz bize açıklamıştır. Nitekim Resulüllah (SAV), ashabın zihin dünyasına üstünlüğün ancak takvada olacağını yerleştirmeye çalışmıştır. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber Aleyhisselam Veda Hutbesi’nde şöyle buyurmuşlardır:
“Ey insanlar! Şunu iyi bilin ki, Rabbiniz birdir, atanız birdir. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın Araba, beyazın siyaha, siyahın beyaza üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır.” (İbni Hanbel) Yani bize düşen; müspet milliyetçilik yapıp, kötülüklerden sakınarak hayırda yarışmaktır.
Bu durum Kur’an-ı Kerim’de de; “Ey insanlar, gerçekten Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık (Hz. Adem’le Hz. Havva’dan türetip çoğalttık). Ve birbirinizle (kolaylıkla) tanışmanız (ve farklı yetenek ve faziletlerinizden yararlanmanız) için sizi (değişik) kavimler ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün olanınız (kerim ve değerli sayılanınız, ırk ya da soyca değil) takvaca (kötülükten sakınma, iyilikte yarışma konusunda) en ileride bulunanlarınızdır. Şüphesiz Allah (her şeyi hakkıyla) Bilendir, Habir’dir.” (Hucurât: 13) şeklinde ifade edilmiştir.
Allah-u Teâlâ katında insanı değerli kılan ve onu ahiret saadetine ulaştıracak olan şey; ırkı, kabilesi veya ten rengi değil; bilakis kişinin inancı, ahlâkı, samimi çabası, yaşama tarzı ve Hakk yolda cihadıdır. Kim Allah-u Teâlâ’ya inanır, O’nun emirlerine uyar, yasaklarından kaçınır ve iyi işler yaparsa ve yeryüzünde Hakk hâkim olsun diye çalışırsa o insan daha üstün konumdadır. Nitekim Hz. Peygamber (SAV): “Kimin ameli kendisini geri bırakırsa; nesebi, soyu sopu onu ileriye götüremez.” (Müslim) buyurmuşlardır.
Kıyamet günü insanlar ırklarından veya kabilelerinden değil, inanç ve amellerinden sorgulanacaklardır. Vücutlarına, ırklarına, makam ve mallarına değil, kalplerine ve amellerine bakılacaktır. İnsanlar, Allah-u Teâlâ’nın huzuruna geldiklerinde herkes kendi ameliyle baş başa kalacak, soy sopun hiçbir önemi kalmayacaktır. “Böylece Sur’a üfürüldüğü zaman artık o gün (insanların) aralarında soylar-boylar (ırk ve nesep farklılıkları ve akrabalık bağları) kalmayacaktır ve birbirlerinin durumlarını soruşturamayacaklardır.” (Mü’minun: 101) ayeti bu hakikati hatırlatmaktadır.
Hz. Peygamberimiz Aleyhisselam’ın Ebu Zerr (RA)’a yaptığı şu uyarıya kulak kabartalım. Annesinin ten renginden dolayı kınanan Bilal-i Habeşî (RA), Ebû Zerr (RA)’ı şikâyet ettiğinde Resulüllah (SAV) şöyle buyurmuşlardır: “Ey Ebû Zerr! Sen onu anasının ten renginden dolayı mı ayıplıyorsun? Demek ki hâlâ senin içinde cahiliyye ahlâkı bulunmaktadır.” (Buhari)
Hz. Peygamberimizin bu uyarısına kulak vererek cahiliyyenin bu çirkin ahlâkından sıyrılıp, takva elbisesini kuşanmalı, küfür ve kötülükten sakınıp, hayırda ve iyilikte yarışmalıyız!”

Makaleden de anlaşılacağı üzere ilk fitneyi şeytan’ın ırkçı bir düşünceyle başlattığı görülmektedir. Bu düşünce bugün ise siyonist düşünce olarak yer yüzünü fesada boğmaktadır. Ülkemizde 70’li yıllarda yine bu ırkçı düşünceyi müspet olmayan Milliyetçilik ve Sol düşünce üzerinden gençlerimiz birbirine kırdırılmış ülkemiz hem zaman ve insan israfına uğramış hemde yüzlerce gencimiz bu uğurda katledilmiştir.
Aynı şekilde terör örgütü pkk ve terörist başı bebek katili apo nun ipleri yine ırkçı emperyalizm’in yani siyonistlerin elindedir.
2.Dünya savaşında yine aslen yahudi kuklası olan gerekçe olarak üstün alman ırkı yetiştime planıyla insan çiftlikleri kuran Hitler’de aynı ırkçı yaklaşımla sonucu siyonizme yarayacak katliamları başlatan kişidir.
Şeytan bu ırkçı düşünce fitnesini ülkeler arasında yada bir ülkenin içinde hatta toplumun çekirdeği aile içinde bile çıkarabilir. Ona asla fırsat vermemek gerekir. Rabbimiz bizleri kendi tercihimiz ve seçme hakkımız olmadığımız ırk, renk, fiziksel özellik ve kabiliyetler de yarattığına göre bunlar bizler için üstünlük değil zenginliktir. Şeytan Sahabe-i Kiram içinde de fitne çıkarmaya çalıştığı gibi günümüzde bu ırkçı fitneyi Hak dava ve Müslümanlar içinde de çıkartmaya çalışacaktır. Çok dikkatli olmalı asla fırsat vermemeli. Yada Sahabenin yaptığı gibi yanlışa düşülürse hemen hatadan dönülmelidir.
Şimdilerde önceki konuşma ve beyanlarıyla çelişmesine rağmen sözde çözüm süreci ö zde Türkiye’yi parçalamanın yani haim nahum doktrininin son aşamasını halkımıza yutturmaya çalışan iktidar ve ortağına karşı halk uyanmalı ve önlemler alınmalıydı.
13 Haziran 2025’te terör şebekesi israilin İran’a saldırmasıyla başlayan savaş Dünya’nın gündemine oturmuştu. Ülkemiz deki bil hassa yandaş medya israil’in İran’dan sonra hedefinin Türkiye olabileceğini dillendirmeye başlamıştı. Peki bu tehlikeyi yıllar öncesinde bilip halkımızı uyaran Prf. Dr. Necmettin Erbakan Hocamız dan ve onun sıkı takipçisi ve sadık talebesi yıllarca bu tehlikeyi konferans ve yazılarında dile getiren Üstad Ahmet Akgül’den niye bahsedilmez di? Allah razı olsun önceleri komplo teorisi diye geçiştirdik şimdi anladık haklıymışsınız diyecek temel insani erdemlerden uzakmıydınız?
Yada İsrail’in asıl hedefinin ülkemiz olduğu gerçeğini söyleyerek, bu tehlikeyi henüz tamamlayamadıkları sözde çözüm süreci için istismar etmek mi istemektelerdi? İktidarı olsun muhalefeti olsun zaten hükümete bu konuda destek vermekteyken Aziz Milletimizin kandırılması için acaba şöylemi diyeceklerdi: Ey Millet bu İsrail İran’dan sonra bize saldırmaya hazırlanıyor. İç barışı sağlamadan İsrail.’le savaşamayız onun için bir an evvel çözüm sürecini tamamlamalıyız. Diyerek ihanetin son perdesini mi oynayacaklardı diye soranlar haksızmıydı?
HİDAYET CENAB-I HAKTAN
Kalpler Allah’ın elinde, anlayın artık
Hidayet Cenab-ı Haktan, görün artık
Şuurla dolup, ferasetle bakın artık
Olayları çözmek için, basiretli olun artık..
Şeyh efendi ne derse odur, dersen eğer
Yanılırsın elbet, böyle düşünürsen eğer
Kur’an ve Resulullah, ölçün olursa eğer
Herşey güzel olur, biter tüm kederler..
Dünya karıştı, düzen bozuldu
Ümmet çaresiz, mazlum yoruldu
Sistem, kurdu kuzuya boğdurdu
Adil Düzen, tek kurtuluş yoluydu..
Keşke Erbakan’ı, tam anlasaydık
Bugün, çaresiz kalmasaydık
Boş hevesler peşinde, koşmasaydık
Yeni bir Dünyayı, kursaydık..
Ümit imanın canıdır, ümitvarız
Son nefese kadar, Hak yolda varız
Siyon şeytanın iliğini, sıkarız
Zafere doğru, tam hız koşarız..
Asabiyet ve ırkçılık davası gütmek; şeytanın adımlarını takip edip İslam’ın açtığı kutlu yoldan sapmaktır. Irkçılık, ümmeti felâkete götürecek ve tefrikaya sürükleyecek davranışlar arasındadır. Irkçılık hastalığından kurtulmanın yollarını, dinimiz bize açıklamıştır. Nitekim Resulüllah (SAV), ashabın zihin dünyasına üstünlüğün ancak takvada olacağını yerleştirmeye çalışmıştır. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber Aleyhisselam Veda Hutbesi’nde şöyle buyurmuşlardır:
“Ey insanlar! Şunu iyi bilin ki, Rabbiniz birdir, atanız birdir. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın Araba, beyazın siyaha, siyahın beyaza üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır.” (İbni Hanbel) Yani bize düşen; müspet milliyetçilik yapıp, kötülüklerden sakınarak hayırda yarışmaktır.
ZÜMER SURESİ 53. AYETTE RABBİMİZ KULLARI İÇİN TABİRİ CAİZSE ŞÖYLE İKAZ EDİYOR : (Tarafımdan onlara) De ki: “Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere nefislerini israfa uğratan (günahlara dalan, yararsız ve ucuz kahramanlıklara kalkışan ve ölçüyü taşıran) kullarım!
Bilgi, tarih boyunca her konuda en büyük güç kaynağı olmuştur. Ama bilginin gerçek kaynağı , Allah’a Resulune ve Kur’an’a bağlıdır. İşte bu makalede de görüyoruz ki israftan sakınılarak hem maddi yönden huzura kavuşmak, insanca şartları oluşturmak , hem de sonsuzluk hayatını ahiret hayatını kazanmanın yolunun bilginin gerçek kaynağını esas almanın verdiği güzel sonuçlara vardıran bir yazı kaleme alınmış… Ve bu yazı ayırt etmeksizin tüm insanlığın yararına dokunacak gerçek bilgilerle okurların ve sorumluluk taşıyan idareci yönetici kesime de ışık tutan, israftan sakınılarak yani israf sadece malı ve parayı yersiz ve gereksiz şekilde harcamak olarak anlamayalım , Milli Çözüm’ün bu gayretleri genellikle Kur’an’ın özellikle dikkat çektiği gibi Allah’ın lütfettiği yetenekleri ve bize verilen yetkileri, keyfi ve ölçüsüz kullanmak, davranış ve kararlarımızda haddi aşmak ve dengeyi kaçırmayla ilgili israf ki, bu makale de son derece bu israfın giderilmesi konusunda kayda değer bir makale kaleme alınmış.. Kıymetli yazarımız Ufuk Efe Bey’e şükranlarımı arz ediyorum. Bahsettiğim konuyla ilgili rabbimiz TEVBE SURESİ 19. AYETTE ŞÖYLE BUYURUYOR:
” (Ey gafiller!.. Göstermelik hayır dağıtmaktan ve reklâm amaçlı cami yaptırmaktan da öte, hatta) Hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram’ı (Beytullah’ı) onarmayı (bile), Allah’a ve ahiret gününe iman edip (sevabını sadece O’ndan umarak) Allah yolunda cihad edenin (yaptıkları ve kazandıkları) gibi mi saydınız? (Cihadla diğer hayırları bir tutmakla aldanmaktasınız. Bunlar) Allah katında asla bir olmazlar. Allah (Hakk hâkim olsun ve insanlar huzura kavuşsun diye yapılması farz olan cihadı terk ederek kendisine ve milletine) zulmeden bir topluluğu hidayete ulaştırmayacaktır. ”
(BAK: https://www.mealikerim.com/9/tevbe/19 )
Irkçılık; kendi kavminin, diğer kavimlerden ve halk kesimlerinden, daha üstün, daha özgün, daha seçkin ve yetkin yaratıldığı ve daha değerli, daha öncelikli, daha becerikli yeteneklerle donatıldığı inanç ve iddiasında bulunmaktır.
Bu temelsiz düşünce, önce Allah’a iftiradır, O’nun kullarını adil ve eşit yaratmadığı ithamıdır ki elbette asılsız ve alâkasızdır.
İlk Irkçılığı Şeytan başlatmıştır.
Yaratılış özelliği ile ilk üstünlük taslayan, kovulmuş ve lanetlenmiş olan şeytandır. Bu anlamda Şeytan, ırkçılığın öncüsü sayılmıştır.
Irkçılık davası gütmek; şeytanın adımlarını takip edip İslam’ın açtığı kutlu yoldan sapmaktır.
İblis kendisinden sonra geleceklere “ırkçılık” gibi kötü bir çığır açmıştır.
İblis’i ırkçılığa iten ise, yalnızca kendi görüşüne dayanarak yanlış kıyas yapması “üstünlük benim hakkımdır” diyerek ırkçılık taassubuna kaymasıdır.
İnsanlık tarihinin başından itibaren ortaya çıkan savaşların kökeninde;
Gerek maddi gerekse manevi yönden, kendilerinin başka kavimlerden üstün ve seçkin oldukları düşüncesi yatmakta ve ait olduğu ırkıyla övünüp diğer insanları aşağı görmek de savaşların sebeplerinden birini oluşturmaktadır.
Ey Türk veya Kürt ırkçıları!..
Her kesim ve kavim, kendilerinin Lideri sandıkları, aslında dış güçlerin boyunlarına yular takıp kullandıkları şahısları, böyle kutsamaya ve putlaştırmaya kalkışırsa, ortada MİLLET diye bir olgu kalmayacak ve DEVLET’in temelleri sarsılacaktır…
Artık bu gafletten uyanın ve vahdet mayamız olan İSLAM’a sarılın!
İslam inancı ve ahlâkı, her zaman Hakkın ve haklının yanında olmayı şiar edindiği için, aynı soydan veya ulustan olsa dahi haksızlık ve ahlâksızlık yapan kişilere destek çıkılamayacaktır.
İslam, meşru ölçüler içerisinde olmak kaydıyla; kişinin kendi kavim ve kabilesini sevmesini ve ilgi göstermesini olumlu saymıştır.
Meşru olan, Müspet Milliyetçilik anlayışıdır.
Kendi ülkesini, Milletini ve devletini sevmek ve yüceltmek gayreti gütmek de elbette doğru ve değerli bir amaçtır.
Ama Siyonist Yahudiler gibi, kendi ırkını efendi, başkalarını köle gören ve onların temel insan haklarını gözetmeyen düşünceler ise, şeytanlık damarıdır, safsata ve sapkınlıktır.
Kavmini, ülkesini, devletini sevmekle, ırkçılık davası gütmek farklıdır.
Dinimiz tarafından yasaklanan kendi ırkını, diğer ırklardan üstün ve ayrıcalıklı görerek soyunu ve nesebini övünç kaynağı kılmaktır.
Hucurât 13
Ey insanlar, gerçekten Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık (Hz. Adem’le Hz. Havva’dan türetip çoğalttık). Ve birbirinizle (kolaylıkla) tanışmanız (ve farklı yetenek ve faziletlerinizden yararlanmanız) için sizi (değişik) kavimler ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün olanınız (kerim ve değerli sayılanınız, ırk ya da soyca değil) takvaca (kötülükten sakınma, iyilikte yarışma konusunda) en ileride bulunanlarınızdır. Şüphesiz Allah (her şeyi hakkıyla) Bilendir, Habir’dir.
Allah-u Teâlâ katında insanı değerli kılan ve onu ahiret saadetine ulaştıracak olan şey; ırkı, kabilesi veya ten rengi değil; bilakis kişinin inancı, ahlâkı, samimi çabası, yaşama tarzı ve Hakk yolda cihadıdır. Kim Allah-u Teâlâ’ya inanır, O’nun emirlerine uyar, yasaklarından kaçınır ve iyi işler yaparsa ve yeryüzünde Hakk hâkim olsun diye çalışırsa o insan daha üstün konumdadır. Nitekim Hz. Peygamber (SAV): “Kimin ameli kendisini geri bırakırsa; nesebi, soyu sopu onu ileriye götüremez.” (Müslim) buyurmuşlardır.
Bakış Açısı Çok Önemlidir!
Hakk Dava bir milim dahi sapma açısı kabul etmez!
Gömleğini çıkaranların ve ABe sevdasına tutulanların sonundan ibret almak gerekir.
Eğer ki bâtıl fikirlerinden vazgeçmezsen: uzaya çıkılan yolculukta, kendini şeytanın ahırında bulursun!
Unutma ki münafık, kafirden eşeddir. Zira…
“Asıl tehlikeli olanlar;
Eğri olduğunu kabul edenler değil..
Eğri olup, doğru görünmeye çalışanlardır!”
Üstad Ahmet AKGÜL
Müspet Milliyetçilik Yararlıdır; IRKÇILIK İSE ZARARLIDIR
…
İşte bizim milliyetçilik yaklaşımımız:
Bir insanın kendi ırkını (kavmini, kabilesini, mensubiyetini, ailesini) sevmesi ve sahiplenmesi fıtridir (yaratılış özelliklerindendir), güzeldir, gereklidir, değerlidir ve dinen de caiz ve münasiptir. İnsanların kendi özel geleneklerini, örf ve âdetlerini, dil ve kültürlerini benimsemesi ve tercih etmesi tabiidir. Bu nedenle; cemiyetteki Milliyetçilik, fertlerdeki nefis gibidir. Her insana nefis; kendi benliğini oluşturmak, haklarına sahip çıkıp savunmak ve saldırılara karşı kendisini korumak için verilmiştir ve gereklidir. Bu durum; Türkler için olduğu kadar, Kürtler ve diğer kavimler için de geçerlidir. Ancak; şayet bu nefsi dizginlemez, haksız ve ahlâksız isteklerine boyun eğersek, bu sefer bizim felaket ve rezalet sebebimizdir. Bir toplumun, nefsi sayılan Milliyetçilik de böyledir. Kendilerini başkalarından farklı ve faziletli zannetmeye, dini, ilmi ve insani değerlerin üstünde görmeye yönelirse, işte bu ırkçılık haline gelir ve tehlikelidir. Kaldı ki hiç kimsenin doğarken ailesini, kavim ve kabilesini seçme hakkı kendisine verilmemiştir. Bu sadece Allah’ın bir tayini ve taksimidir. Hâşâ bazılarını üstün ve ayrıcalıklı, bir kısmını da düşük ve aşağılık yaratmış olmasını düşünmek bile, Allah’a iftira etmektir. İslam; hiçbir beşeri ideolojinin ve ırkçılık felsefesinin aksesuarı ve kafatasçı Türkçülüğün jelatinli pazarlama kılıfı değildir. İslam; herkesten ve her şeyden yücedir, her kavim ve her girişim İslam’a hizmet ettiği kadar kıymetlidir.
Ben Türk bir babadan ve Zaza bir anadan dünyaya geldim. Tarihe yön vermiş, büyük medeniyetler meydana getirmiş ve 1300 yıldır, İslam’ın gönüllü bayraktarı olma şerefini hak etmiş Türk kavminden olmayı, yüce Rabbimin takdiri kadar, taltifi de bildim. Haçlı Batılılar nazarında, Türklükle İslam’ı mezcedip kaynaştıran ve aynı anlamda kullandıran aziz ceddime layık olma gayretindeyim. Kur’an’a inanan, Müslüman olduğunu savunan hiç kimsenin, bundan başka türlü düşüneceği kanaatinde değilim. Mustafa Kemal’in; “Türk Milleti” kavramıyla da ırkçılık yaptığını değil, çok farklı kavim ve kesimlerden, İslam potasında kaynaşmış bir toplumu amaçladığını bilmekteyim. Yani; biz insanları kavimlerine, kökenlerine, renklerine, dillerine ve kültürlerine göre değil; imanlarına, İslam’a bağlılıklarına, güzel ahlâklarına, insanlık onurlarına, vatanına ve topluma yararlarına göre değerlendirip önem veririz. Şimdi, anayasadan “Türk Milleti” kavramını çıkarmaya yeltenenlerin de “Ilımlı İslam” diye yüce dinimizi dejenere edip, “Protestan Müslüman” tipi oluşturmak isteyenlerin de hep aynı Siyonist güçlerce desteklendiğini görmekteyiz. Ama; Moiz Kohen Yahudi Hahamının, Munis Tekinalp takma ismiyle yazdığı ve aziz milletimizi İslam’dan koparmak için yaptığı TÜRKÇÜLÜK kafasıyla, bu tahribatların önlenemeyeceğinin de bilincindeyiz.
Atatürk’ün Milliyetçilik Anlayışı
“Mustafa Kemal Paşa:
– Efendiler, meselenin bir daha tekerrür etmemesi ricasıyla bir iki noktayı arz etmek isterim: Burada maksud olan ve Meclis-i âlinizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir, yalnız Çerkes değildir, yalnız Kürd değildir, yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden mürekkep (tamamından meydana gelmiş) anasır-ı İslamiye’dir, samimî bir mecmuadır. Binaenaleyh, bu heyet-i âliyenin temsil ettiği; hukukunu, hayatını, şerefini kurtarmak için azmettiği emeller, yalnız bir unsur-ı İslâm’a münhasır değildir. Anasır-ı İslamiye’den mürekkep bir kitleye (çeşitli kökenlerden oluşan bir İslam topluluğuna) aittir. Bunun böyle olduğunu hepimiz biliriz. Hep kabul ettiğimiz esaslardan birisi ve belki birincisi olan hudut meselesi tayin ve tespit edilirken, hudud-i millîmiz İskenderun’un cenubundan geçer, şarka doğru uzanarak Musul’u, Süleymaniye’yi, Kerkük’ü ihtiva eder. İşte hudud-ı millîmiz budur dedik! Hâlbuki Kerkük şimalinde Türk olduğu gibi, Kürd de vardır. Biz onları tefrik etmedik. Binaenaleyh, muhafaza ve müdafaası ile iştigal ettiğimiz millet, bittabi bu unsurdan ibaret değildir. Muhtelif anasır-ı İslamiye’den mürekkeptir. Bu mecmuayı teşkil eden her bir unsur-ı İslâm, bizim kardeşimiz ve menafii tamamıyla müşterek olan vatandaşımızdır. Ve yine kabul ettiğimiz esasatın ilk satırlarında, bu muhtelif anasır-ı İslamiye ki: Vatandaştırlar, yekdiğerine karşı hürmet-i mütekabile ile riayetkârdırlar ve yekdiğerinin her türlü hukukuna; ırkî, ictimaî, coğrafî hukukuna daima riayetkâr olduğunu tekrar te’yid ettik ve cümlemiz bugün samimiyetle kabul ettik. (Milletimizi oluşturan bütün Müslüman unsurlar, birbirlerinin kökenine, sosyal statüsüne ve coğrafi bölgesine, her türlü hak ve hukuk ölçülerine karşılıklı saygılı ve sahip çıkıcı eşit vatandaşlardır.) Binaenaleyh menafiimiz müşterektir. (Bu nedenle, çıkarlarımız hak ve sorumluluklarımız ortaktır.) Tahsiline azmettiğimiz vahdet, yalnız Türk değil, yalnız Çerkes değil, hepsinden memzuc bir unsur-ı İslâm’dır. (Yani, oluşturmaya çalıştığımız milli birlik sadece Türklerden, Çerkeslerden değil, bütün Müslüman kökenlerden meydana gelip kaynaşmış bir İslam cemiyetidir.) Bunun böyle telâkkisini (bilinmesine) ve sui tefehhümata (kötü ve yanlış algılamalara) meydan verilmemesini rica ediyorum. (Alkışlar)” (Büyük Millet Meclisi zabıtları, 1 Mayıs 1920)
Mustafa Kemal Atatürk, 01 Mayıs 1920’de TBMM’de yaptığı kısa ve tarihi konuşmasında tam 7 (yedi) defa, Aziz Milletimizin “Anasır-ı İslamiye”den, yani Müslümanlık bağıyla kaynaşan farklı kökenlerden meydana geldiğini ısrarla vurgulayarak, milliyetçilik konusundaki temel dayanağını ortaya koymuşlardır. Bu nedenle bizim; Moiz Kohen-Tekinalp hahamından ve başka karanlık kafalardan, Milliyetçilik dersi almamıza, Atatürk ihtiyaç bırakmamıştır. Elbette devletimizin; bu cennet ülkemizi fethedip bize vatan yapan, Cumhuriyetimizi kuran ve halkımızın büyük çoğunluğunu oluşturan Türk sıfatıyla tanınması ve anılması da doğaldır, bundan gocunanların marazlı maksatları vardır. Yurdumuza “Türkiye” denilmesinden bile gıcık alan kancıkların, ağızlarından “Kürdistan” kelimesini hiç düşürmemeleri, bunların bozuk niyetini ve tıynetini ortaya koymaktadır. Artık sağa-sola kaytarmaya çalışmamalıdır: Ölçü İslam’sa, Ayet ve Hadislerin buyrukları açıktır. Örnek Atatürk’se; işte, Meclis kürsüsünden aktardığı ve resmi zabıtlarda aynen saklanan kanaatleri bunlardır. Bu konuda haksız, hatta ahlâksız bir tavırla bize sataşanların; hiçbir ilmi ve vicdani dayanakları bulunmamaktadır.
…
https://www.millicozum.com/mc/ozel-yazilar/muspet-milliyetcilik-yararlidir-irkcilik-ise-zararlidir/
Zamanımızda Siyonizm/Şeytan ve uşakları zalim, münafıktan kurtulmanın tek çaresi vardı!..
“Oysa Siyonizm, şeytanlıkta öylesine ustalaşmıştır ki, ‘Hadi oradan be kardeşim; ben hiç Siyonizm’e hizmet eder miyim?’ marşını söyletirken bile seni kendi işbirlikçi ordusunda talim yaptırır.” — Prof. Dr. Necmettin Erbakan
Evet, Siyonizm’in, şeytanın ve münafıkların bu denli sinsi ve tehlikeli tuzaklarına düşmemek için Erbakan Hocamıza tabi olmak yeterliydi. Günümüzde ise onun yolundan sapmayan, dönmeyen, oyunlara gelmeyen gerçek temsilcisine taraf olmak bu tuzaklardan kurtulmak için yeterlidir!
Aksi takdirde AKP’nin, Cübbelilerin, FETÖ’nün, Siyonizm’in ve benzeri yapıların; gerçeği çarpıtan her türlü münafık ve hainin, hakikati nasıl yozlaştırdığını fark edemez, onların planlarının bir parçası hâline geliriz. Hem de Hakka davaya hizmet ediyoruz diyerek.
Siyonizm, şeytan ve münafıklardan kurtuluşun formülü açıktır: Aziz Erbakan Hocamıza uymayan sistemler, O’nun karşı çıktığı söylemler ve razı olmadığı eylemler Siyonizm’e hizmet etmekteydi.
Dolayısıyla bugün de Erbakan Hocamızın siyaset ve stratejisine sadık kalan Kutlu Lider’e uymayan her fikir, söz, eylem ve sistem Siyonizm’in çıkarına hizmet etmektedir – tıpkı O’nun döneminde olduğu gibi.
Dost görünümlü düşmanlar ve girişimler -AKP, HASPA, içerdeki iş birlikçiler ve hakikati ters yüz eden yapılar – o günde, bugünde bizler adına en tehlikeli tehditler olarak karşımızda durmaktadır.
“Andolsun ki Senden önceki ümmetlere de (onları ikaz ve irşad etmek üzere elçiler) gönderdik. (Bu davetlere icabet ve itaat etmeyince, arkasından boyun eğmeleri ve pişmanlıkla Bize yönelmeleri için) onları “Be’sa” (çeşitli ve şiddetli sıkıntı ve sarsıntılar, kahredici üzüntü stres ve bunalımlar) ile ve “Darra” (ekonomik zararlar ve psikolojik zorluklar) ile yakalayıp sıkıştırdık, (maddi ve manevi darlıklara ve çeşitli hastalıklara uğrattık) olur ki; (tevbekâr olup tevazu ve) tazarru-niyaz ile Bize dönüp yalvarırlar diye (böyle yaptık.)” En’am 42
Aziz Erbakan Hocamız “Uyan ey millet! Toprak ayağımızın altından kayıyor!” diye uyarırken, söylenenin mecazi bir deyiş olmadığını, bizzat hakikatin ifadesi olduğunu anladığımız günlerden geçiyoruz. Sözde milli birlik ve dirlik adına ülkemizin kurucu değerlerinin tümü ayaklar altına alınıyor. Özellikle ve ısrarla ırkçılığa karşı savaş verildiği tekrar edilirken öbür tarafta en ciddi manada faşizan-ırkçı tavırlara göz yumuluyor. Sözde Türk milliyetçiliği yapan parti ve dernekler bırakın milliyetçiliği aksine Türk düşmanlığı yapanlara zemin hazırlıyor. Bu hengameye de “Devlet aklı” diyerek güya hem liderlerini onure ediyor hem de “devlet biziz” imasında bulunuyorlar. Evet yazıda ifade edildiği üzere kendimizin seçmediği şeyler üzerinden kavgaya tutuşmak ahmaklık olduğu gibi yine Rabbimizin bize lütfettiği hısım-akrabalarımızdan müteşekkil milletimize düşmanlık da Üstad Ahmet Akgül hocamızın dediği gibi soysuzluktur. Kendi şahsi ihtirasları ve bağlı oldukları odakların planları doğrultusunda, durmadan bu milleti aşağılayan ve zelil görenler unutmamalıdır ki dedeleri göz kırpmadan gidenlerin torunları da boş değildir! Öyle jelatinli lafların karın doyurmayacağını onlar da biz de biliyoruz. Büyük çarpışma öncesi ülkemizi siyonizme kolay lokma yapmak için ilk günden bugüne deli gibi çalışan BOP’çular inşallah hedeflerine varamayacak ve bu aziz vatanı bize emanet bırakan atalarımızın gayretleri boşa gitmeyecektir.
Bizler, İslam’ın birleştirici gücüne dayanarak; hepimizin Hz. Adem’den geldiğini unutmadan, samimi bir inanç ve gayretle, yaşam tarzımızla, hak yolunda cihat üzere olmalıyız. Irk, soy gibi geçici ve dünyevi şeylerin peşine düşmekten, hele hele ırkçılığı yanlış anlayıp bu uğurda hareket ederek inkâra düşmekten uzak durmalıyız.
Metin içeriğinde belirtildiği gibi:
1- Bir kimse ırkçılık güderek yaşarsa, sonunda cahiliye inancı üzere öleceği uyarılmıştır.
Düne kadar akp’yi kötüleyenler ,hain başı terörist diye haykıranlar bugün kol kola kurucu önder diyerek açıklamalarda bulunan sözde ırkçı liderlerinin ardında duranlar sizlerin sonu belli.
Ey âlemlerin Rabbi olan Allah’ım! Sana gönülden inanan kullarını Milli Çözüm çatısı altında, hayırlı olanı kolaylaştırarak bir araya getir.
Bizi birbirimize kardeş eyle, kalplerimizi birleştir.
En büyük Irkçı Şeytandır.
Kendi gibi düşünmeyene, kendi gibi söylemeyene pusu kurmak, düşman kesilmek şeytanın Anayasasıdır!
Şeytanın anayasasına tabi olduktan sonra Türk olsan ne yazar Kürt olsan ne çıkar..?
ŞEYTANA (SİYONİZM’E) HİZMET ETMEK…
Ülkemizde ki Türk ve Kürt ırkçılığının fikir babaları Siyonist Yahudiler olup, Moiz Cohen (Munis Tekinalp) gibileri Yahudi mezarlığında yatmaktadırlar.
Thomas Edward Lawrens gibi casuslarda, Arapları kışkırtarak Osmanlı’ya derin yaralar açmıştır.
Haim Nahum ve Theodor Herzl gibi Siyonistler için en kullanışlı ücretli – ücretsiz askerler, Türk ve ırkçıları, Kürt ırkçıları, Ermeniler olmuşlardır.
Ülkemizi savaşarak yenemeyeceğini çok iyi bilen Siyonistlere karşı;
Milli Çözüm, halkımız ve zıt kutuplar arasında köprü vazifesi görmekte olup, ateşten gömlek giymiştir.
Filistin ve Doğu Türkistan başta olmak üzere bütün mazlumlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin adaletini ve yardımını beklemektedir.
Bir olacağız, birlik olacağız ve birliğimizi bozmak isteyenlere fırsat tanımadık ve tanınmayacağız!
Âl-i İmran 110
Siz (sadece Müslümanlar için değil, bütün) insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz. (Çünkü siz, ülkenizde ve yeryüzünde) Ma’rufu (Hakkı ve hayrı) emredip yürütecek, münkeri (zulmü ve kötülükleri) nehyedip önleyecek (bir Adil Düzen kurmaya) çalışırsınız. Ve Allah’a (tam) iman edip (bağlanırsınız). Şayet Kitap Ehli de (böyle) inanmış olsaydı, elbette kendileri için hayırlı olurdu. Onların içinden de (bazı) iman edenler vardır, fakat çoğunluğu fıska sapanlardır.
https://www.mealikerim.com/3/ali-imran/110
İmamın şartlarından birtanesi de, düşmanın dahi olsa; hakkı ortaya koyanlara destek olmak ve doğrularını, kabul etmektir.
Zalimde olsa kendi düşüncesinde olanlara destek olmak, zalimliktir ve Hakka düşmanlık edenlerin iki cihanda yüzleri gülmeyecektir…
ADALET;
her şeyi lâyık olduğu yere koymaktır.
Ayakkabı ayağındır,
külâh başın.
Hz Mevlana
Ey iman edenler! Allah için Hakkı (İslam’ın adalet nizamını) sağlayıp uygulayan (mü’minler) ve (hep haklıyı) savunan (hâkimler ve yetkililer olun) ve mutlaka doğruluk ve hakkaniyetle şahitlikte bulunan (daima Hakkı üstün tutan ve Adil Düzeni kurup korumaya çalışan) kimseler olun. (Tanık olduğunuz bir olayı olduğu gibi anlatın, yorum yapmayın, taraf tutmayın, hâkimi yanıltmayın.) Herhangi bir kavme (partiye, meşrebe, tarikata veya kişiye) olan kininiz (kırgınlık ve kızgınlığınız) sakın sizi adaletsizliğe sürüklemesin!.. (Karar verirken his ve heyecanlarınızla değil, aklınız ve vicdanınızla davranın, İslam’ı esas alın ve mutlaka) Adil olun ki takvaya yakın olan (ve yakışan) budur… Her halde Allah’tan korkun. Çünkü O bütün yaptıklarınızdan Haberdardır.Ey iman edenler! Allah için Hakkı (İslam’ın adalet nizamını) sağlayıp uygulayan (mü’minler) ve (hep haklıyı) savunan (hâkimler ve yetkililer olun) ve mutlaka doğruluk ve hakkaniyetle şahitlikte bulunan (daima Hakkı üstün tutan ve Adil Düzeni kurup korumaya çalışan) kimseler olun. (Tanık olduğunuz bir olayı olduğu gibi anlatın, yorum yapmayın, taraf tutmayın, hâkimi yanıltmayın.) Herhangi bir kavme (partiye, meşrebe, tarikata veya kişiye) olan kininiz (kırgınlık ve kızgınlığınız) sakın sizi adaletsizliğe sürüklemesin!.. (Karar verirken his ve heyecanlarınızla değil, aklınız ve vicdanınızla davranın, İslam’ı esas alın ve mutlaka) Adil olun ki takvaya yakın olan (ve yakışan) budur… Her halde Allah’tan korkun. Çünkü O bütün yaptıklarınızdan Haberdardır. Maide 8