DEMOKRASİ DEMAGOJİSİ
VE
KİTLE PSİKOLOJİSİ
Demokrasi; bir ülkede yaşayan farklı kültür ve kökenden bütün halkların yönetime katılması, herkesin tercih hakkını kullanması, yani Milli İradenin devlet idaresine yansıtılmasıdır. Ama, günümüzde bu sistem yozlaştırılmış ve Siyonist odakların, güya farklı ve aykırı görüşteki Parti Başkanlarını Masonik marifetlerle kendi güdümlerine alıp, toplumları istedikleri yere yönlendirme tuzaklarıdır. Yıllarca AKP’ye demediklerini bırakmayan ve bunların çoğu da doğru olan MHP’nin, sonra birden dönüp CUMHUR İTTİFAKI’nın sadık bir bağlısı olması; işte bu malûm ve mel’un merkezlerin manipülasyonlarıdır. Şimdi “Asla uyuşmazlar ve bir noktada buluşmazlar!” sanılan İYİ Parti – AKP flörtleşmesinin başlamasını da böyle okumalıdır. Kısaca, eski çağlarda; Krallar, Sultanlar, Paşalar ve Kahraman Komutanlar eliyle halkı etkileyen ve yönetimleri kontrol eden ŞEYTANİ ODAKLAR, şimdi Siyasi Partiler, çeşitli Vakıf ve Dernekler, Gazete ve TV’ler üzerinden “demokrasi tiyatrosu” oynatarak, sonuçta kendilerine en çok yarayanlar BAŞKAN koltuğuna taşınmaktadır. Bu oyunun (yani tiyatronun) kurallarına uyarak, halkın inancına ve ihtiyacına uygun sonuçlar üretmeyi ve Milli İradeyi gerçek hedefine yöneltmeyi başaran, Efsane Başbakanlarımızdan Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hocamız gibileri ise, ya hukuk garabetiyle veya askeri darbelerle devre dışı bırakılmışlardır. “Aynı davanın devamı ve Hoca’nın sadık adamları” sanılan ve hâlâ aynı oldukları savunulan kişi ve partilerin neden Erbakan’a düşman odaklarca 25 yıldır korunduklarını ve iktidarda tutulduklarını? düşünüp, aklıyla ve vicdanıyla karar verecek kitleler (kalabalıklar) bile bırakmamışlardır. Hatta “Muhammedsiz İslamilik, Alisiz Alevilik” benzeri şimdi de: “Erbakansız Saadet Partililik” safsatasındaki art maksatlı insanların önünü açmışlardır.
Disiplinsiz ve dengesiz bir demokrasi, anarşi ve ihtilallerin kaynağıdır!
Demokrasiyi; halkın iradesini ve devletten beklentisini yansıtan “sosyal bir araç” değil de, her şey ve herkes onun uğruna kurban edilen “Kutsal bir amaç” konumuna taşımak, sosyal ve siyasal yozlaşmışlığın ana sebeplerinin başındadır. Oysa demokrasi AMAÇ değil, sadece bir ARAÇ’tır. Milli birlik ve dirliğimizin; ülkemizin, geleceğimizin ve güvenliğimizin tehdit ve tehlike altına girdiği durumlarda; Yüksek Hukuk görevlilerinden Askeri yetkililere… Duyarlı ve tutarlı siyasi partilerden sivil örgütlere, yani ülkedeki sorumlu ve şuurlu herkesin ve her kesimin MİLLİ BİR MUTABAKAT arayışına girmesi ve ortak noktalarda birleşmesi kaçınılmazdır. “Aman demokrasi sekteye uğramasın!” safsatalarıyla Ülkenin, Milletin ve Devletin temellerinin sarsılmasına asla göz yumulmamalıdır. Çünkü ne Demokrasi demagojileri ne uluslararası hukuk jelatinleri, evet bunların hiçbirisi Milli birlik ve dirliğimizden daha önemli ve öncelikli sayılmayacaktır.
Adil Düzenimizde Demokrasi Anlayışı!
Adil Düzen, elbette temel doğrulara ve genel insan haklarına dayalı hazırlanmış; Aklıselime, Müspet Bilime, Vicdani ve Ahlâki Gereksinimlere, Tarihi ve Tabii Prensiplere ve Kur’an-ı Kerim’e uygun yepyeni ve orijinal bir sistemdir ve demokratik esaslar içerir. Ancak; a) Doğrudan Demokrasi, b) Dolaylı temsil ve tercih görevi, c) Ve merkezi yönetimin (devletin) atama yetkisinin birlikte uygulanacağı bir seçim sistemi geliştirilmiştir.
1- Doğrudan Seçim: Dar bölgede, herkesin birbirini yakinen tanıyacağı ve bilgi sahibi olacağı Belde ve İl içerisinde, Belediye Başkanı ve Vali (tek kişide toplanacak) ayrıca Milletvekilleri çevre halkı tarafından doğrudan seçilmiş olacaktır.
2- Dolaylı (vekiller aracılığıyla) ve oluşturulacak Meclisler üzerinden; Cumhurbaşkanı ve Bakanların, halkın vekilleri tarafından belirlenmesi daha sağlıklı ve pratik bir yaklaşımdır. Çünkü ülkenin uzak illerindeki vatandaşların kendi Belediye Başkanlarını ve Milletvekillerini yakından tanımaları, hangi adayın daha yararlı ve başarılı olacağını bilmiş olmaları doğaldır ve bir avantajdır. Ama hiç görmedikleri-bilmedikleri Genel Başkan ve Bakanların, kendi güvenip seçtikleri Milletvekilleri üzerinden belirlenip tercih edilmesi daha kolay ve tutarlıdır.
3- Merkezi yönetimin (devletin) atama yetkisi: Bakanlıklara bağlı Genel Müdürlerin, stratejik kurum yöneticilerinin, Bölge Valilerinin ise Merkezi Hükümet tarafından atanması bir zarurettir. Çünkü, devlet disiplininin ve ülkede Hukuk düzeninin uygulanması ve korunması için bu şarttır ve lazımdır.
Milli Mutabakatla kurulacak Adil Düzen’de, Muhalefet Parti Liderleri, kazanan Cumhurbaşkanının doğal yardımcıları ve Başdanışmanları olacaklardır!
Bunlara, tüm Bakanlıkları ve yüksek bürokratları denetleme yetkisi tanınacak, böylece hiçbir yolsuzluk ve haksızlığa fırsat tanınmayacaktır. Muhalefet kanadının; Ülkemiz ve Milletimiz yararına olacak proje ve önerileri resmen ve mecburen dikkate alınacak ve bu şekilde, en üst seviyede DEVLET- MİLLET kaynaşması sağlanacaktır.
Ayrıca haddinden fazla Parti enflasyonuna ve oyların parçalanıp dağılmasına da fırsat tanınmayacaktır. Bir ülkede:
A- Sağcı ve Liberalist Parti,
B- Solcu ve Sosyalist Parti,
C- Millî Görüş Partisi gerekli ve yeterli olacakken, şu anda resmen seçimlere girecek 40 (kırk) partinin bulunması, elbette istikrarsızlığa ve istismara yol açmaktadır. Kaldı ki; Din, Mezhep, Irk, Bölge ve Kesim Partileri kışkırtıcılığa sebep olmaktadır. “Belirli Din ve Mezheplerin, ırk ve kökenlerin, işçi-köylü gibi meslek ve kesimlerin değil;” ülkenin bütününe ve halkın hepsine hizmet sunacak ve çözüm önerileri ortaya koyacak Partilere ihtiyaç vardır. Halkın; “kuru kalabalık”tan çıkartılıp “şuurlu ve sorumlu topluluğa” ulaştırılması amaçlanmalıdır!
Kitle psikolojisi bireysel psikolojinin karşıtıdır. İnsanların grup içindeki davranışlarıyla yalnızken sergiledikleri tavırlarının örtüşmediği anlaşılmıştır. Kısacası; insanların sosyal hayattaki davranışlarıyla sorumlulukları arasında bir denge kurulmalıdır. Kitle psikolojisinin kişiyi sorumluluk yönünden zayıflattığını ve daha çok içgüdülere yöneltip yoğunlaştırdığını savunanların elbette haklı yanları vardır. Çünkü kitle psikolojisinde; ortak telkinlere yatkınlık ve güdülme duyguları giderek artmaktadır. Telkinlere ve tavsiyelere yatkınlık ise bireylerin kalabalık bir ortamda bilinçlerinden uzaklaşmaları ve sosyal etkiye daha açık olmalarıyla sonuçlanır. Ama bazı bilim adamları ise “İnsanlar sosyal ortamlarda benliklerinden uzaklaşırlar” görüşüne katılmamaktadır. Bunlara göre; insanların bilinçaltı, kalabalık içinde daha etkili bir şekilde faaliyete başlamaktadır. İnsanlar birçok sebepten toplu hareket etmek zorundadır. Bu sebepler; bir kesime ait hissetme arzusu, sosyal ihtiyaçlar olgusu, güvende hissetme zorunluluğu, korunma isteği durumu, manevi, ailevi ve ahlâki duyarlılıklar duygusu olarak sıralanır.
Neden Kitle Psikolojisine İhtiyaç Duyarız?
a) Kitle psikolojisinin davranışlarımıza neden yön verdiğini araştırdığımızda: (“Çoğunluk etkisi”, “sürü etkisi” veya “kalabalık güvencesi”) gibi etkenlerin; insanların, başkalarının da aynı şeyi yaptığına inandıklarında çoğunluğa uymasına ve onlarla birlikte davranmasına neden olan bir çeşit ön yargı olduğu anlaşılmaktadır.
b) Onay alma, başkalarınca doğrulanıp değerli bulunma ihtiyacımız bizi çoğunluğun fikirlerine katılmaya mecbur bırakır. Yaptığımız herhangi bir işin doğruluğundan emin olmamızı sağlamak için kullanabileceğimiz bu durum, kendimize olan güvensizliklerimizle de alâkalıdır.
c) “İçinde bulunduğumuz ortamlarda kendimizi güvende hissedemiyor oluşumuz” yine bizi tetikleyen başka bir unsur olacaktır. Çünkü aidiyet ve güven hissi kişinin en temel ihtiyaçlarıdır.
d) Karar verme sürecinde zorluk yaşayan insanlar, topluluğun fikirlerine katılma ve onlardan yararlanma ihtiyacı duymaktadır. Hatta yanlışlıklarla ve kararsızlıkla mücadele etmek yerine kalabalığa uyum sağlamak daha pratik ve kolay bir yol olarak algılanır.
Örneğin: Kitle etkisinin en yaygın kullanıldığı alanlardan biri sosyal medyadır. Sosyal medyanın, ürün veya ideoloji pazarlamaya çok uygun bir alan olduğu açıktır. Sosyal medyada daha çok beğeni alan bir ürünü alırken daha az tereddüt yaşarız. Ya da paylaştığımız bir fotoğrafın aldığı beğeni sayısı günlük ruh halimize etki etmesi doğaldır. Bu algı stili; hangi kıyafeti giyeceğimizden yiyeceğimiz yemeğe, hatta seçeceğimiz partiye kadar geniş bir yelpazede etkili olmaktadır. Sosyal medyanın, doğrudan kişinin hayatına en etkin yararı veya zararı olduğunu söylemek pek doğru olmasa da; birçok yanlış tercihe ve ahlâk dışı hareketlere cesaret kazandırdığı, piyasadaki birçok ürünün pazarlanmasına ve insanlara belli bir güzellik algılarının dayatılmasına yol açtığı da ortadadır.
Maalesef; kişi, kalabalığın bir parçası gibi hissettiğinde kendi bireyselliğini bir kenara koymaktadır. Yani birey olarak değil, bir bütünün parçası gibi hissedip buna göre davranmaktadır. “Elle gelen düğün bayram” mantığıyla Milli ve manevi değerlerinden uzaklaşmaktadır. Her insanda gözlem yeteneği ve gördüklerinden etkilenme potansiyeli bulunmaktadır. Bazen istemsiz olarak gördüğümüz yapıya, olaya, davranışa bürünmeye başlarız. Bu durum taklit etme olarak da tanımlanır. Genelde belirsiz veya kaygılı bir durumun içindeyken karşı tarafın tavırlarına göre hareket etme eğilimi artmaktadır.
Sosyal baskı kavramı; yaşamın kendisi doğal seyrinde varlığını sürdürürken, ne yazık ki sosyal medyada da etkisini göstermeye başlamıştır. Sosyal baskı; kişilerin çevrelerindeki diğer insanların beklentilerine ve beğenilerine uymak için çaba harcamasıdır. Genelde insanlar farklı ve aykırı olanı dışlama ve bastırma eğilimi taşımaktadır. Bunun, tarihimizde de birçok örneği vardır. Toplum tarafından reddedilme korkumuz, bazen bizi olduğumuz kişiden farklı davranmaya mecbur bırakır. Sosyal medyanın dayattığı güzellik standartlarından negatif etkilenmemiz de aynı kökene dayanır. Toplumun genelinden farklı olursak kabul görmeyeceğimiz zannıyla hareket edersek içimizde şuna benzer şeytani bir ses duyarız: “Kendim olursam kabul göremem, o halde benden bekleneni yapmalıyım, yani çoğunluğun sesine kulak vermeliyim.” Bu ses, bizim içimizdeki ses değildir, bize dayatılan küresel kalıpların ve kalabalıkların baskısıdır. Aradaki farkın bilincinde olarak yaşamamız ise kendi inancımızı ve vicdanımızı korumamızdır.[1]
Kalabalıkların Narkozlanması!
Ortada dolaşan ve herkese bulaşan bir kaygı veya beklenti mevcutsa ve üstelik medya, bu kaygı veya beklentiyi körüklüyorsa; işte o zaman tüm kaygılar ve umutlar bu olguya bağlanır ve insanlar bu sorunla başa çıkmak için bir strateji izlemeye hazır hale taşınır. Kitle oluşumunun başlangıcında etkili olan bu duygulardır. Sonra ikinci adımda, insanlar bu kaygı ve umut stresiyle kolektif ve bilinçsiz bir savaşa hazırlanır. Ve ardından bir tür sosyal bağlar oluşacak ve sosyal hayatta aniden yeni bir anlamlandırma ortaya çıkacaktır. Böylece toplumun hepsi ortak kaygılar ve umutlarla uğraşmaya ve bu şekilde diğer insanlarla yeni bir bağlantı kurmaya başlayacaktır. Bir tür zihinsel sarhoşluğun neden olduğu bu ani değişim, kitle oluşumunu hızlandıracaktır ve işte bu durum hipnozun tam karşılığıdır. Çağımızda bu hipnozu yapan Siyonist ve masonik odaklardır ve Erbakan Hocamızın “Narkozlanmış kalabalıklar” dediği bunlardır. Bilirsiniz; bir hipnozcu hipnoz yaparken birinin dikkatini bir noktaya odaklayabilir, onun etini kesebilir, kişi farkında bile değildir. Bir tür anestezi olarak, bir cerrahi operasyon sırasında hipnoz kullanıldığında, insanların ağrıya karşı tamamen duyarsız hale geldikleri belirlenmiştir. Hatta bazı durumlarda hipnozla açık kalp ameliyatı dahi yapabilirsiniz. Bu da bize, hem kitlesel oluşumların, hem de hipnoza yatkınlıklarının çok güçlü olduğunu göstermektedir. Hatta bu siyasi hipnoz sonucunda, insanların yaşadıkları tüm kişisel kayıplara ve gelecek kaygılarına karşı bile gerçekten duyarsız oldukları defalarca gözlenmiştir. Bilirsiniz, totaliter devletler için oldukça tipik olan bir başka sonuç, insanların uyumsuz seslere karşı radikal bir şekilde hoşgörüsüz hale gelmesidir. Eğer birisi çıkıp onlara kendi çıkarlarına ve huzurlarına daha uygun ve onurlu başka bir proje gösterirse, yani eğer biri, inanılan resmi hikâyenin ve mevcut ideolojinin yanlış olduğunu iddia ederse, o zaman bu kişi “insanları tuzağa düşürmekle” tehdit edilir ve herkes ona rakip kesilir. Ve aynı kitle; düşman ya da tehdit olarak kabul ettikleri objeleri elinden alındığında yine belirsizlik alanında kaygı ve endişe ile karşı karşıya kaldıkları için, aşırı derecede sinirlenirler ve böylece, tüm saldırganlıklarını bu aykırı seslere yöneltirler ve aynı kalabalıklar, ülke sorunlarına gerçek çözümler empoze eden liderlere acımasızca hücum ederler!
Çağımızda söz, başkalarını etkilemek için en çok kullanılan araçtır, ama bu “söz”ler etkili ve yetkili kişiler ve çok izlenen TV’ler üzerinden çok daha kolay ve yaygın bir etkileşim sağlamaktadır.
Ve zaten; örneğin, bayrak ve cami (ister sözüyle gündeme gelsin ister fotoğrafıyla) ölümüne savunulacak kutsallardır. Ve yine dinsel ve geleneksel bazı kalıplar birilerini başkalarına anında yakınlaştıran araçlardır. “Allah’ın izniyle”, “hayırlısıyla”, “inşallah” diyerek ve sağ elinizi sol göğsünüzün üzerine götürüp teşekkür ederek tonla kelimenin yapabileceğinden fazlasını başarırsınız. Din istismarcıları ve Türk sağı bunlardan çok iyi yararlanır, sol ise genellikle “nur içinde yatsın”ı “ışıklarda uyusun”a çevirme gibi entelektüel taklitçilikle öne çıkmaya çalışır.
Recep T. Erdoğan bu ülkenin ve son on senelerin, halkı en iyi tanıyan ve nabza göre şerbet sunan siyasi liderlerinin başında sayılır. Yani istismar ve suiistimalcilikte ustalaşmıştır. Ve zaten bu kabiliyeti sezildiği için 40 yıl öncesinden malum odaklarca özel hazırlanmıştır.
Ve işte demagoji (duygu ve duyarlılıkları kamçılayıp, yalan ve süslü sözlerle toplum kesimlerinin aldatılması ve avlanması) yoluyla, tapınılan ve her sorunun çözümü sanılan DEMOKRASİ; bugün küresel zalimlerin ve işbirlikçi hain yönetimlerin (kiralık kölelerin) elinde tam bir şeytan tuzağına çevrilmiş durumdadır. Vicdani duyarlılıktan, ahlâki tutarlılıktan ve manevi sorumluluktan uzaklaştırılmış kalabalıkların, bu “Demokrasi toru” ile avlandıkları bir süreç yaşanmaktadır.
FAİZ’i %10’dan alıp %50’ye fırlatan… Zinayı suç olmaktan ve ceza almaktan çıkaran… Eşcinselliği meşrulaştırıp yaygınlaştıran kanunlar hazırlayan… Kızına, gelinine, hanımına; “Sırtını, göğsünü, göbeğini ve bacaklarını açıp dışarı çıkma!” diyen babayı ve kocayı, sorgusuz sualsiz 3 ay evden uzaklaştıran…
Yıllarca resmen BOP yani Büyük İsrail’i kurma hazırlığına Eşbaşkanlık yapan… Sonra sözde atıp tuttuğu Kuduz İsrail’e aylarca gizli malzeme taşıyan… Ve şimdi Trump’la birlik olup HAMAS’ı ve Gazze Halkını devre dışı bırakan sözde barış anlaşmalarına aracılık yapan… Bütün bunların yanında işçiyi, köylüyü, emekliyi ve memur kesimini geçim darlığı içinde kıvrandıran bu iktidarın tek meşru aracı DEMOKRASİ safsatasıdır! Ve maalesef Milli şuur ve sorumluluk bilinci kapanmış kalabalıklardır!..
Eski Yunan’da bir site (şehir) ortamında “doğrudan demokrasi” uygulanmış ve halkın genel arzuları tespite çalışılmıştır. Yapılan oylama sonucu ilk iki sıradaki talepler şunlardır:
1- Bütün içkiler halka bedava dağıtılmalıdır!..
2- Erkeklerle kadınlar aynı hamamda ve ortak yıkanmalıdır!..
Narsist başkanlar, basit kalabalıkların tabularıdır!
“Narsist”, ben merkezli olan, kendisini AMAÇ, diğer herkesi ARAÇ sanan hastalıklı insan tipi olmaktadır. Bu kişiler kendi benliklerine ve şeytani beklentilerine tapınan insanlardır. Siyonist sapkınlığın da temel felsefesi olan bu marazlı mantık; kendilerini EFENDİ, diğerlerini KÖLE sanmaktadır.
Bu tıynetsiz tipler, çevresindekilere: “Ben olmazsam sizler hiçbir şeye yaramazsınız!..” havasındadırlar. Oysa Hz. Peygamberimizin: “Müslümanlar(ın hepsi ve özel hizmet ekipleri) tek bir vücudun azaları konumundadır.” Yani herhangi bir uzvumuz olmazsa diğer organlarımız da noksan kalır ve hayatımız kısırlaşır… Bu nedenle narsisizm şeytani, ama uhuvvet=kardeşlik Rahmani yaklaşımdır.
Milli şuur, Milli Çözüm sorumluluğu taşıyan, nefsini aşan ve Rabbini amaçlayan bilinçli bireyler: “Ben hizmetlerimi savsaklar veya kaytarırsam, fabrikanın diğer çarkları da işlevini yapamaz duruma taşınır ve bunun ağır sonuçları sırtımda kalır!” düşüncesi ve dikkati içinde davranır ve böylece Kur’an’da övülen “MUHSİN” makamına ulaşır.
- Dr. Psk. Cumhur Avcil

Demokrasi içinde, temel insan haklarına dayanan bir toplumsal uzlaşmanın önemine ve farklı din ve düşünceden ama herkesle birlikte huzurlu ve onurlu yaşamanın gereğine inanmaktayız.
Her türlü şiddetin, anarşinin, gizli örgütlenmenin, silahlı hareketin ve dayatmacı zihniyetin, her zaman karşısındayız.
85 milyonun hepsini kardeş kabul ediyor, farklı görüşlere saygı ve sabır gösterilmesini istiyoruz. Devletimizin, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü kabullenip koruyanların yanındayız.
Manevi kardeşlik ilişkisi dışında, İslam dinini ve bütün Müslümanları “sadece biz temsil ediyoruz” iddiasında değiliz. Bizden başkalarını suçlayıcı ve dışlayıcı tavırları tasvip etmiyoruz. Ama samimiyetle inancımızın ve bütün insanlığın hizmetinde olmayı elbette büyük bir şeref ve sevap saymaktayız.
Bize göre DEMOKRASİ: “Halkın, kendisini yönetecek zihniyet ve şahsiyetleri, kendi hür iradesi ve vicdani kanaatiyle seçmiş olması… Toplumun her tabakasının ülke yönetimine fiilen katılımının sağlanması… Farklı görüş ve kesimlerin, temel insan hakları ve evrensel hukuk kuralları çerçevesinde karşılıklı saygı ve hoşgörü içerisinde, birlikte yaşama şartlarının hazırlanması” şeklindeki bir adalet ve fazilet rejimidir.
Ama DEMON-KRASİ ve DESPOTİZM’e gelince; kendi halkını “sadece güdülmesi gereken cahil sürüler” olarak küçümseyen… Yerli ve milli değerleri ve manevi temelleri terk eden… Ülke yönetimini ve demokratik hak ve yetkileri sadece bir avuç seçkin zümreye layık gören bir zihniyet ise, demokrasi kılıfı geçirilmiş bir despotizmden ve Şeytanlık idaresinden başka bir şey değildir.(Alıntı: DİN-DEVLET DEMOKRASİ YAZAR :AHMET AKGÜL)
Siyonist ve Emperyalist dış güçlerin sınırlarını çizdiği Demon krasi Halkın hür özgür iradesine göre değil kendi menfaat veri çıkarlarına göre dizayn etmektedir. Seçilmiş bir vekilin veya başkanın bir gecede görevden alınıp yerine başka birinin getirilmesi halkın iradesini zaten yansıtmamaktadır. Yasama, Yürütme ve Yargı erklerinin tek kişinin etkisinde ve yetkisinde olması sömürgeci anlayışın içimize soktuğu yetki karmaşasıdır. Amaç halka milli ve manevi değerlere hizmetse mutlaka Milli Çözüm önderliğinde kurulacak olan Milli mutabakat hükümetine destek verilmelidir. Yoksa bizimde sonumuz yakılıp yıkaln İslam beldeleri gibi olması an meselesidir..!