ERMENİ BİLİNEN “PAKRADUNİ” YAHUDİLER
VE
SİNSİ SİYONİST YÖNTEMLERİ [1]
Bizi, insanların etnik kökeni ve dini-mezhebi kimliği değil; kişiliği, karakteri, milli birlik ve dirliğimize yönelik hassasiyeti ilgilendirir. Ve hele başka dine ve düşünceye mensup iken, araştırıp ikna olarak Müslümanlığa geçenler, İslam’ı miras olarak benimseyenlerden daha değerli kimselerdir. Ancak tarih boyunca sinsi hedefler ve şeytani hevesler için Müslüman görünen hain tiplerden de bu millet ve bu devlet çok çekmiştir. Bu nedenle köken olarak Ermeniliğinden veya Yahudiliğinden değil; ama Dinimize ve devletimize hıyanet ve fitneliklerine vâkıf olduğumuz kimseleri deşifre etmek, onların tahribatlarını önlemek de milli ve manevi bir mesuliyettir. Çünkü bu ülkede Moiz Kohen (1883 Selanik – 1961 Nice-Fransa) isimli Siyonist Yahudi “Munis Tekinalp” takma adıyla Türkçülük ve Kemalizm’i savunan, hatta “Osmanlıcılık” yapan yazılarla sözde bize milliyetçiliğin esaslarını öğretmiş; (Yeni) Asır gazetesinde ateşli makaleler yazıvermiş, meşhur İttihat ve Terakki Partisi’ne girmiş, hatta 1954 ve 1957’de İstanbul’dan CHP Milletvekili adayı gösterilmiştir. Oysa İzhak Kohen adlı bir hahamın oğlu olan bu kişi, 1909 senesinde 9. Dünya Siyonist Kongresi’ne Selanik delegesi olarak iştirak etmiştir. Üstelik “Türkleştirme” (1928), “Kemalizm” (1936) ve “Türk Ruhu” (1944) gibi kitaplar neşretmiştir. Ama bu Munis Tekinalp sanılan Moiz Kohen Siyonist’i, vasiyeti üzerine sonunda Fransa’nın Nice şehrinde bir kilise mezarlığındaki özel Yahudi kabristanına defnedilmiştir. Maalesef bu tür gizli hıyanet girişimleri ve şebekeleriyle ilgili tespit ve tenkitler sürekli “Komplo Teorisi” olarak geçiştirilmiştir. Oysa sadece milliyetçilik ve ırkçılık değil, dincilik ve İslamcılık yanında solculuk ve inkılâpçılık yapan nice hain tipler ve dönme(z)ler gelip geçmiştir.
“Pakraduniler”; Yahudi oldukları halde Ermeni görünen, ama sinsice Siyonist hedeflerini sürdüren bir kesimdir. Tarihi süreç içerisinde ve Orta Çağ devirlerinde, Hristiyanlığın Bizans Kilisesi hâkimiyetini reddeden Ermenilerin arasına girerek, eski İsrail’in görüş ve geleneklerini yerleştirip yürüten cüz’i, ama etkin bir tâifedir. Özellikle Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu, Osmanlı dönemlerinde, Devlete sadık Ermenilere duyulan güvenden ve sağlanan güvencelerden yararlanmaya yönelen, Cumhuriyetle birlikte ise güya Müslümanlığa geçen bu Pakraduniler, yani Yahudi asıllı Ermeni dönmeleri; İslamcı yazar ve yorumcular ve tarikat erbabı arasında ve özellikle Milli Görüş camiasında da görülmektedir. Erbakan Hoca, bazı siyasi mecburiyetler ve Siyonist merkezlerin, aksi halde Milli Nizam gibi diğer partilerini de kapatacakları yolundaki telkinler sonucu, bu tiplerin samimiyetle Müslüman olduklarına inanmış gibi hareket etmiş, bunların fırsatçılık ve fesatçılık girişimlerini önlemeye yönelmiştir. Ancak netice olarak; kapatılan Milli Nizam Partisi yerine kurulan Selamet, Refah, Fazilet ve Saadet Partilerine resmen hizmet ve faaliyet imkânı sağlanmasına… Milli Görüş’ün Büyük Millet Meclisi’ne taşınmasına… Sağcı ve solcu partilerle koalisyonlara katılıp Adil Düzen icraatlarını topluma tanıtmasına… Başbakan Yardımcısı ve Başbakan sıfatıyla İslam dünyasında ve mazlum ülkeler arasında saygınlık kazanmasına… Ve yine kutlu projelerini anlatmasına ve büyük değişime altyapı hazırlıklarına bu tavizleri sayesinde fırsat elde etmiştir. Ve zaten tarih boyunca bu tür tavizleri ancak stratejik dehaya sahip büyük liderler verebilmiştir. Evet; Milli Görüş’e sızdırılan Pakraduni dönmelerin tahribatı %25 ise, Erbakan Hoca’nın bu tavizlerden kazandığı toplam kârı %75 gibidir. Rahmetli Süleyman Arif Emre, Siyonist Yahudi odakların Erbakan Hocamıza bu yöndeki tehdit ve telkinlerini; Ankara’daki seminerlerde, Konya ve Afyonkarahisar’daki parti sohbetlerinde bizlere aynen aktarmış, ama “Siyasette 35 Yıl” kitabında; Siyonistlerce dayatılan: “Sizden görünecek ama bizim belirleyip görevlendireceğimiz bazı kişileri yanınıza ve en yetkili konumlara almazsanız, partilerinizi kapatırız!..” şeklindeki 3. maddeyi, her nedense yazmaktan vazgeçmişti. Oysa bu ifşaat ve itiraflarını dinleyen birçok insan bu anlattıklarımıza şahittir.
Rahmetli Süleyman Arif Emre “Siyasette 35 Yıl” kitabında şunları nakletmişti:
Washington’daki Siyonist liderlerin Erbakan’a gönderdikleri temsilcileri ve teklifleri
Milli Nizam’ın büyük kongresinden sonra idi. Genel Başkan’la görüşmek isteyen Musa Saffet Bayramaşık isminde birisi bana geldi. Kendisi Yahudi iken Müslüman olmuş, mühim konularda söyleyecekleri varmış. Fazla ısrar edince görüştürmek zorunda kaldım. (Odada) Hoca, ben, bir de o var. Söze şöyle başladı:
“Sn. Erbakan Hoca! Beni Amerika’daki, Washington’daki dünya Yahudi liderleri, vazifeli olarak size gönderdi. Sizin partinizin gelişmesini dikkatle takip ediyorlar. Onlar Türkiye’de sizin partiniz gibi milletiyle bütünleşebilecek güçlü bir siyasi iktidarın kurulmasını müspet karşılıyorlar. Çünkü böyle olduğu takdirde Türkiye tabiatıyla, İsrail’i Komünist Rusya’ya karşı koruyan, araya çekilmiş bir Çin Seddi vazifesini yapmış olacaktı. Ancak sizden bir önemli istekleri var. Siz her konferansınızda, dünya Siyonizm’ine, masonluğa ve onun yan kuruluşları olan Lions ve Rotary kulüplerine çatıyorsunuz. Bundan liderler son derece rahatsız oluyorlar. Bu aleyhteki kampanyadan vazgeçmenizi istiyorlar. Aksi halde partinizin siyasi hayatına son vermek zorunda kalacaklar!”
(Erbakan) Hoca cevap olarak;
– Mademki bizim iktidar olmamız onların arzu ettiği bir şey, o halde hissi sebeplere (ve gereksiz endişelere) kapılmayıp, bizim konuşmalarımızı müsamaha ile karşılamaları gerekir. Böyle bir şeye katlanmaları, sonunda temin edecekleri yarar karşısında, önemsiz bir fedakârlık olur.
(Musa Saffet Bayramaşık:) – Hayır, kesinlikle bu tür konuşmaları istemiyorlar!
(Erbakan Hoca:) – Diyelim ki bundan sonra bu konulara hiç girmeyeceğiz. Bu onlara yetmez mi?
(M. S. Bayramaşık:) – Hayır yetmez, daha önceki konuşmaları tekzip edecek şekilde onların istediği mahiyette açıklamalar yapmanız lazım.
Daha önce de değindiği gibi, bir milletlerarası konferansta ecnebi bir diplomat “Dünya’da dört ülkeyi doğrudan doğruya Yahudiler idare ediyor” demiş ve şöyle sıralamış: “İsrail, Amerika, Fransa, Türkiye!” Bizim orada hazır bulunan delegasyonumuz itiraz bile edememiş! Şüpheye düşmemek (ve hayret etmemek) elde değil. Çünkü zaman zaman su yüzüne çıkan bazı net görüntüler bu iddiayı yeni tabiriyle kanıtlıyor. Mesela bu kitapta yer verdiğimiz;
– Ekmel Çetinel’in siyasi hayatına son verme olayı,
– YTP’nin defterini dürme olayı,
-Milli Nizam’ın siyasi hayattan tasfiyesi tehdidi(nin gerçekleşmiş olması) bu iddiaları doğrulamaktadır!?
Bu misallere başkalarını da ekleyebiliriz veya sizler de ekleyebilirsiniz. Mesela benim MİT’te çalışan bir akrabam vardı. Rahmetli Nuri Emre. O anlattı. Kendisine bir olay intikal ettirilmiş. Bir Türk’ün bir Yahudi’de olan alacağı mahkeme kararıyla kesinleşmiş. Türk, alacağını tahsil için her ne zaman icraya başvursa başına feci olaylar geliyormuş. (Örneğin) Karakollara sebepsiz olarak çekilip dayak yemeler, gereksiz isnatlarla mahkemelere düşmeler. Macera uzun. Nuri Emre bu işle ilgili resmi belgeleri, teyp bantlarına toplamış, o zamanki amirlerine götürmüş. (Ama maalesef) Bir netice çıkmamış. (Yani güya bağımsız yargı kurumları bile Siyonist Yahudilerin güdümüne alınmış!?)
Başka bir olaysa, gazeteci yazar Ufuk Güldemir’in kitabında neşredildi. 12 Eylül’den önceleri, hükümet buhranı söz konusu olduğu bir devrede, gazeteler, gerçekleşmesi zor bir iş olmasına rağmen, (şöyle) manşetler atmışlardı:
– Bu kez Hükümet MSP’nin öncülüğünde kurulacak, Erbakan Başbakan olacak! (Haberleri yapılmıştı.) Bu haberler üzerine Türkiye’den Amerika’ya, Yahudi vatandaşlardan kurulu bir heyet gidiyorlar. Oradaki liderlerine, “Aman mahvolduk, Erbakan Başbakan olacak. Türkiye’de bizlere hayat hakkı kalmadı. Bize Amerika’da yer hazırlayın, oradan satacağız buradan mülk alacağız!” diye sızlanıyorlar. Onların cevabı:
– “Haydi gidin işinize bakın, bir seneye kalmayacak MSP problemi ortadan kalkacak! (Diye teminat veriyorlar.)” (Ardından) Bir seneye kalmadan 12 Eylül gerçekleşti ve ileri sürülen netice kendiliğinden tahakkuk etti. Bu hadiselerdeki gerçek payı ne kadardır? Ciddi olarak incelenmesi gerekir.”[2]
Çok Değerli Kardeşimiz Ali Aykut Akdağ’ın Şahitliği!
3 Şubat 2002 tarihinde yapılan Konya MGV Üniversiteliler Eğitim Kampında Merhum Süleyman Arif Emre ağabeyin anlattıklarından hatırladıklarım:
Konya Milli Gençlik Vakfı Üniversite Komisyonunun organizesi ile, 2-3 Şubat 2002 tarihleri arasında Afyon Oruçoğlu Tesislerinin salonunda eğitim seminerlerimizden birine de rahmetli Süleyman Arif Emre ağabey katılmışlar ve şunları anlatmışlardı:
“Milli Nizam Partisi döneminde, Genel Merkez binamıza Musa Saffet Bayramaşık isminde biri gelip, Erbakan Hocamızla özel görüşme yapmak istediler. Biz konuyu ne kadar sorsak (ve bize anlatmasında ısrarcı olsak) da sadece Erbakan Hocam ile görüşebileceklerini ısrarla söylediler. Erbakan Hocamız o şahsı kabul ettiler ve bu görüşmede benim de bulunmamı istediler. Artık üç kişiydik; kendini Dünyanın Efendilerinin gönderdiğini iddia eden ve iş adamı olarak tanıtan Musa Saffet Bayramaşık, ben ve Erbakan Hocamız (birlikte idik). Musa Saffet Bayramaşık: “Bu kurduğunuz Milli Nizam Partisi ile birlikte çalışabiliriz, ancak şu 3 şartı yerine getirmeniz gerek; kabul etmezseniz partinizi kapatırız!..” anlamında şeyler söyledi. Bu şartlar:
1- Parti programından “Masonlar üye olamaz!” ibaresi kaldırılacak.
2- (Tarafınızca ve Teşkilat mensuplarınızca) Antisemitik (aslında Anti Siyonist) söylemler artık bırakılacak.
3- Bizim uygun gördüğümüz bir kısım isimler, Partinizin etkin görevlerine atanacak! (Gerçekte bizden olan, ancak sizden görünen; namaz kılan, Kur’an okuyan şahıslar parti ve teşkilatlarınızda üst kademelerde görev alacaklar.)
Erbakan Hocamız bu tekliflere şiddetle karşı çıkmış ve kabule yanaşmamıştı. Ancak bir müddet sonra da Milli Nizam Partimize kapatma davası açılmıştı!”
Bu seminere katılan çok sayıda Üniversite Komisyonunda görevli dava kardeşlerimizle, 3. maddedeki bu şahısların özellikle kimler olabileceği konusunda şüphelerimizi dile getirip birbirimize aktarmıştık. (Bizimle birlikte) O seminerde bulunan ve Süleyman Arif Emre ağabeyin anlattıklarına şahit olan ağabey ve kardeşlerimden ismini hatırladıklarım şunlardı: E. Bişkin, Fazlı Yıldırım, Fatih Çiçek, Temel Peker, Hasan Hüseyin Küçükhemek, Abdurrahman Öztürk, Mehmet Ceran…”
Evet, Rahmetli Süleyman Arif Emre’nin pek çok seminerinde ve özel sohbetlerinde dile getirdiği… Ama her nedense daha sonra kitap haline getirdiği “Siyasette 35 Yıl” anılarında yer vermediği 3’üncü şart oldukça önemliydi ve dikkat çekiciydi… Acaba Siyonist Yahudi odaklar, aslında kendileri tarafından önerilen, ama halkımızca ve camiamızca “muttaki ve mücahit Müslüman…” bilinen hangi şahısları MSP’nin en üst kademelerine yerleştirmesi için Erbakan Hoca’ya şart koşmuşlardı? Ve Erbakan Hoca, hangi hayırlı ve başarılı neticelere ulaşmak hatırına, bu tekliflere katlanmış ve sonunda daha kârlı çıkmışlardı?
Ne var ki; Milli Görüş’ün kökünü kurutmak ve Erbakan’ın hatırasına beton döküp unutturmak için, SP’yi, MGV dahil bütün yan kuruluşlarıyla birlikte AKP’ye katmak üzere Recep T. Erdoğan’la defalarca ve açıkça görüşmeler yapıp anlaşmaya vardıkları bir sırada, ecelin yetişmesiyle ahirete yollanan şahsın hıyanetlerine dahi kerametler uyduran zavallılara artık hiçbir söz kâr etmeyecektir. Zira bu bir iz’an ve vicdan meselesidir… Şimdi de; Erbakan Hoca’nın en önemli hazırlığı olan “Adil Düzen” projelerini SP’nin en üst kademesindekilere bile “Bunlar sloganik ümitler ve hayali ideallerdir. ‘Şeriat sistemi’ kavramı hukuki ve siyasi problemlere yol açacağı için, Erbakan ‘Adil Düzen’ gibi söylemler icat etmiştir” iddiasında bulunarak teşkilatları ve camiamızı aldatan ve Rahmetli Hocamıza da iftira atan yöneticilerin, kimin adına ve neyin inadına hâlâ Milli Görüş’ün altını oymaya çalıştıklarını sezemeyenlere artık ne denebilir?!. Oysa ADİL DÜZEN;
1- Aklıselimin, 2- Müspet bilimin, 3- Tarihi tecrübe ve birikimin, 4- Vicdani kanaat ve tatminin, 5- Evrensel hukuk ve ahlâk kaidelerinin, 6- İlahi Din’in ve Kur’an-ı Kerim’in ortaklaşa ve ittifakla hayırlı, yararlı ve tutarlı buldukları DOĞRU’ları esas alarak… Ve yine bu altı temel ölçüye göre zararlı, kötü ve tahripkâr bulunan YANLIŞ’lardan sakınılarak hazırlanan İLMİ, İNSANİ ve İSLAMİ orijinal bir sistemdir ve insanlığın yegâne kurtuluş reçetesidir. Ki bununla ilgili 500 sayfalık “Adil Düzen ve Yeni Bir Dünya” kitabımız hazırlanıp yayımlanmış ve İngilizce, Rusça ve Arapça çevirileri yapılıp, dünyanın bütün devlet adamlarına, binlerce ilim ve fikir erbabına ulaştırılmış vaziyettedir. Ve isteyenler “ADİL DÜNYA Yayınevi”nden temin edebilir.
PAKRADUNİ’lerin Tarihteki Rolleri
Yahudilikten Ermeniliğe dönenler
Orta Çağ’da bazı Ermeniler, Hristiyanlığın Bizans Kilisesini ve hükümranlığını reddeden ve eski İsrail ile ilişkilendirilen bir akımını benimsemişlerdi. Pakraduniler olarak adlandırılan bu topluluk Kral David’i kendi ataları olarak kabul etmişler ve 855’ten 1045’e dek Ermenistan Krallığını yönetmişlerdi. Prof. Dr. Abraham Galante, ‘Pakraduniler veya bir Ermeni-Yahudi Tarikatı’ adlı kitabında, ‘Pakraduniler, varlıklarını Juda İmparatorluğunun sonlarından itibaren (MÖ 7. yüzyıl) 20. yüzyıla dek sürdürmüş olan Ermeni Yahudi karışımı bir kavimdir’ demektedir.
Eski Dönemlerde Yahudi Asıllı Ermeniler: ‘Pakraduniler’
Ermeniler, bir halk olarak MÖ 521’lerde görülmektedir. Ermeniler ve Yehuda Devleti mensupları, müştereken Persler, Büyük İskender ve Selevkosların himayesine girmişlerdir. Bu süreç Selevkosların çöküşüne dek devam etmiş ve bilahare özgürleşmişlerdir. Eski Ermeni Krallığı Tigranes II zamanında doruk noktasına erişmiş ve Tigranes II Suriye’yi işgal ederek Akro’ya kadar gelmişse de MÖ 69’da Romalıların Ermenistan’a saldırması üzerine geri çekilmiştir. Orta Çağ Ermenilerinin tarihçilerinden Moses Of Chorene, Tigranes’in birçok Yahudi esiri, Ermeni kentlerinde iskân ettirmiş olduğunu belirtir. Bu cümleden, Tigranes’in yönetiminde ticaretin gelişmesinin Yahudileri cezbettiği sezilmektedir. Nitekim bu dönemde bölgeye birçok Yahudi yerleşmiştir. Bu yörede Romalılar tarafından tayin edilen uydu krallar arasında Herodians Tigranes IV (MÖ 6 dolaylarında) ve Aristobulus (55-60) batı sınırlarını veya Küçük Ermenistan’ı, Tigranes V (60-61), Büyük Ermenistan’ı yönetmişler; Aristobulus (55-60) da, batı sınırına kadar olan bölgeyi veya Küçük Ermenistan’ı yönetmişti. Daha otonom olan Partlar sülalesi döneminde (85-428/33) ise, Ermeni kentleri Helenistik kültürünü muhafaza etmiştir. Yazlık rezidans Garni’de yapılan arkeolojik kazılar bunu göstermektedir.
Derken, Helen bölgelerinden Yahudi göçü süregeldi ve Pers Fatihi II. Şâpûr, Yahudileri kitle halinde 360-370 yılları arasında İran’a tehcir edinceye dek kentler yoğun bir Yahudi nüfusu içermekteydi. Kronikler yazan Faustus of Byzantinus’a göre beş kentten 81 bin Ermeni ailesi ve 83 bin Yahudi ailesi göç ettirilmişti, ama bu rakamlar abartılı da olabilir. Yahudiler, Eruandaşat, Van ve Nahçıvan kentlerindeki sürgünlerin ekseriyetini meydana getirmekteydi. Büyük Ermenistan’da Alaha (Yahudi Şeriatı kuralları) ile ilgili araştırmalarda hiçbir zaman bir gelişme gözlenmedi. Buna bir istisna, Nisibis merkezinde yer alan Ermenistanlı Yakup’tur.[3] Bununla beraber Ermenistan Agada Targumları’nda zikredilir…
Nuh’un gemisinin konduğu “Ararat’taki iki dağ”[4], Yahudi Helenistik kaynaklarında tespit edilen Ermenistan’ın (kısmen İslam kaynaklarınca da benimsenmiştir) Hristiyan Ermeni geleneğiyle de uyumlu olarak, daha kuzeyde bir yerde olduğunu akla getirmekte ve bu tez daha fazla kabul görmektedir. Öte yandan örneğin Nahmanides’in ve David Ibn Yahya’nın eserlerinde Ermenistan’a ‘Uz’ olarak değinilir. Yahudilerin Ermenilerden ‘Amalek’ olarak bahsettikleri de vâkidir. Hazarya’ya önceleri Amalek denildiği ve Hazar Yahudilerinin buradan türediği söylenir. Raşi, Hazar Dağları’nın Kaybolmuş On Kabile’nin yaşadığı ‘Karanlık Dağlar’dan bahsetmektedir. Ararat kelimesi,[5] Van Gölü çevresindeki ilk Ermeni Krallığı Urartu’yu düşündürmektedir. Amalek ise, İsrailoğulları’nın Mısır çıkışında Kızıldeniz’i aştıktan sonra artçılarını vuran zalim bir kavimdir.
Orta Çağ Döneminde Pakraduniler ve Ermeniler
Orta Çağ Ermenistan’ı, Hristiyan feodal prensliklerinden oluşuyordu. Kentler daha ufaktı, eskisine nazaran daha homojen bir nüfus içeriyordu ve fazla Yahudi barındırmıyordu. Ermeniler, Hristiyanlığın Bizans Kilisesini ve hükümranlığını reddeden ve eski İsrail ile ilişkilendirilen bir akımını benimsemeye başlıyordu. Moses Of Chorene, Amatuni kabilesine ve Ermenistan’ın feodal bir sülalesi olan Bagratuni’ye (Bagratid/Pakraduni) İbrani bir köken atfetmektedir. Pakraduniler, Kral David’i ataları olarak kabul etmişler ve 855’ten 1045’e dek Ermenistan Krallığını yönetmişlerdi. Daha sonra Müslümanlar bölgeye yerleşmişlerdi. 1801 yılına dek Gürcistan’da kalan bu kraliyet sülalesinden gelenler, bu Ortodoks Hristiyan arazisinde aynı zamanda İsrail kökenlerini ve geleneklerini de savunmuşlardı. Ermenistan Krallığı genel bir çöküşe geçtikten sonra birçok Ermeni, Bizans’a ait bir eyalet olan Anadolu’daki Kilikya’ya göç etmişler ve Küçük Ermenistan Krallığını kurmuşlardı. Bu krallık, Kudüs Latin Krallığının müttefikiydi ve 1375’te Memlüklerın eline geçince Yahudi topluluklarının bir niteliği kalmamıştı. Ancak bir kısmı Kürt Yahudilerine karışmıştı.
Kendisi de Ermeni vatandaşımız olan araştırmacı yazar Levon Panos Dabağyan, Pakradunilerin öyküsünün MÖ 730 yılında başladığı ve MS 1045 yılına dek Ermenileri bunların ‘acımasızca’ yönettiğini ifade ederken, iddialarına dayanak olarak dünyaca ünlü Yahudi tarihçilerinden eski Niğde Milletvekili Prof. Dr. Abraham Galante’yi göstermektedir. Galante, ‘Pakraduniler’ veya bir ‘Ermeni-Yahudi Tarikatı’ adlı kitabında, ‘Pakraduniler, varlıklarını Juda İmparatorluğunun sonlarından itibaren (MÖ 7. yüzyıl) 20. yüzyıla dek sürdürülmüş olan Ermeni Yahudi karışımı bir kavimdir’ demektedir. ‘Kripto Yahudilik’ konusunda uzman olan Prof. Dr. Abraham Galante[6], kitabında, Pakradunilerin Erzurum, Sivas arasında Marmara Denizi’nin Avrupa yakasında ve İstanbul Hasköy’de yaşamış olduklarını; 26 yüzyıldır Yahudi yönlerini sürdürdüklerinden, Portekizli Maranolar, Selanikli Dönmeler ve İranlı Meşhediler gibi Yahudi kökenli topluluklar arasında sayılabileceklerini belirtmektedir. Ayrıca bu uzman; Pakradunilerin kullandığı isimlerin Ermenilerden farklı olduğuna da dikkat çekmektedir. Ermeni tarihçi Gatoğigos Gorenazi şunları söylemektedir; “Simpat adını, Pakraduniler oğullarına verirler. Bu isim İbraniceden gelmektedir ve aslı Şampat’tır. Ermeniler arasında pek revaç görmüş olan Pakrat, Simpat, Aşot, Kakik, İsrael, Tavit gibi isimlerin, Ermeni menşeli olmadığı kesindir.” Dağbağyan, Bizanslı tarihçi Pavstos’un 3. asırda bölgede iskân edilmiş ve kısmen Hristiyan olmuş Yahudilerin (Pakradunilerin) miktarını 400 bin olarak verdiğini kaydetmektedir. Sabataycılık, Ladino ve Kripto Yahudi Cemaatleri konusunda uzman isimlerden olan Dr. Gad Nassi, Pakradunilerin 20. yüzyılın ilk yarısına kadar özel gelenekleriyle Sivas/Divriği ile Erzincan/Eğin (yeni adı Kemaliye) arasındaki bölgelerde varlıklarını sürdürdüklerini belirtir. Nassi’ye göre cemaatin yayılımı; Arapkir, Kapadokya ve Kilikya/Çukurova yöreleridir. Nassi, Pakraduni soyundan gelenlerin fiziksel görünüşlerinin Ermenilerden farklı olduğunu, evlerinde bir vefat gerçekleştiğinde yedi gün iş yapmayıp, Yahudilerde olduğu gibi yas tuttuklarını, cumartesi günü çalışma yasağına uyduklarını, genelde cemaat içinden evlendiklerini ve soyadlarının da Yahudi kökenlerini anlatacak şekilde olduğunu söylemektedir. Bunun da Ermeniler arasında ‘Pakradunların Yahudiliğin bir uzantısı’ olarak değerlendirildiğini ve nefret edildiğini belirtmektedir. Nassi, Pakradunilerin ticaret ve finans alanında çok becerikli olduklarını kaydederken, benzer bir grubun da geleneklerini koruyarak 19. yüzyıla kadar Gürcistan’da Gürcüler içinde hayatiyetini devam ettirdiklerini de ifade etmektedir. Dabağyan, 1862 ve 1895’te iki kez denenen isyanın Türkiye’ye sadık ‘Gregoryan Ermenilerin’ destek vermemesi üzerine akamete uğradığını ve Pakradunilerin kışkırtıcı bir rol aldıklarını haber verir. Bu Pakradunilerin hâlâ var oldukları, birbirleriyle irtibatlı bulundukları ve bazılarının aşırı İslamcı ve Hak dava adamı rolü oynadıkları zaten bilinmektedir.
Ermeni İsyanlarında Pakradunilerin Etkileri:
Anadolu’da yaklaşık bin yıllık bir birliktelik yaşayan Türk ve Ermeni toplumları arasındaki dostane ilişkiler 19. yüzyılın başlarından itibaren bozulmaya başlamıştı. Özellikle Fransız İhtilali’nin getirdiği milliyetçilik anlayışının Ermeni toplumu üzerinde yarattığı etkiyle bir Ermeni sorunu ortaya çıkmıştı. Bu arada özellikle Balkanlarda cereyan eden olaylar, Ermeni patrikhanesinin, Rusya, İngiltere ve Fransa’nın tahrikleri sonucu bu sorun, 1878-79 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda imzalanan Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması’yla uluslararası bir nitelik kazanmıştı. Berlin Antlaşması’nda beklentileri karşılanmayan Ermeni toplumunun, silahlı örgütler kurarak başlattıkları ve “Sevk ve İskân Yasası’yla” yüzyılın en önemli yer değiştirme uygulamasına muhatap olacağı gelişmeler, hem ulusal hem de uluslararası boyutta çok önemli ve tehlikeli sonuçlara yol açmıştı. Osmanlı Devleti’nin sona ermesinden sonra devralınan bu tarihi olay, yeni Türk Devletinin dış politikasının da en önemli sorunlarından birisini oluşturacaktı. İşte bu talihsiz süreçte Ermenileri içeriden kışkırtan asıl sinsi ve Siyonist unsurlar ise “Pakradun” denilen gizli Yahudiler olmaktaydı.
Tarihte ilk Türk-Ermeni ilişkileri, Bizans hâkimiyetindeki Anadolu’da Selçuklu fetih ve yerleşme faaliyetlerinden çok önce, henüz Selçuklu devleti kurulmadan, 1015-1021 yılları arasında Çağrı Bey’in Doğu Anadolu’ya yaptığı bir keşif seferiyle başlamış, Tuğrul Bey ve Alparslan zamanlarında devam etmiştir. Malazgirt Savaşı’ndan sonra yaşadıkları bölgeleri terk eden Ermeniler Kilikya adı verilen Çukurova bölgesine çekilerek burada bir prenslik kurmuşlardır. Anadolu ile beraber Çukurova’nın Osmanlı idaresine geçmesiyle Ermeniler bir diğer Türk Devletinin idaresine girdiler. Osmanlı idaresinde Ermeniler yoğun olarak Osmanlı şehir ve kasabalarına göç etmişlerdi. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’un fethinden sonra Rumlara verdiği din hürriyetini Ermenilere de tanıyarak Bursa’daki Ermeni Patriği Hovakim’i İstanbul’a çağırarak bir Ermeni Patrikhanesi teşkil etmişti. Patrikhanenin tesis edilmesinden sonra İstanbul, Ermeni dini ve millî hayatının gerçek bir merkezi haline gelmişti. 19. yüzyılın başlarında İstanbul’da Ermenilerin nüfusu 150 binin üzerine çıkmıştı ki bu dünyanın en büyük Ermeni cemaati idi.
İmparatorluktaki Müslümanların dışında belli başlı dinî topluluklar olan Yahudiler ve Rumlar gibi Ermeniler de “millet” sisteminin hoşgörülü ortamında, kendi dini yöneticilerinin idaresi altında varlıklarını sürdürmüşler, kendi kiliseleri, okulları, yetimhaneleri, mahkemeleri olmuş, buralarda dillerini ve dinlerini koruyarak geliştirmişler, ticaret, sanayi ve zanaat ile uğraşarak kısa sürede refah ve zenginliğe kavuşmuşlardır. “Millet-i sâdıka” olarak Osmanlı toplumunda büyük güven kazanan Ermenilerden birçok yüksek rütbeli devlet memuru, Osmanlı devlet yönetiminin çeşitli kademelerinde görev üstlenmişlerdir. Öte yandan Tanzimat ve Islahat Fermanlarıyla ayrıcalıklar kazanan Ermeni toplumunun 1863 “Ermeni Milleti Nizamnamesi” ile bu ayrıcalıkları tescil edilmiştir. Yaklaşık 1070 yılından 1870 yılına kadar 800 yıl bazı gündelik olaylar dışında Osmanlı topraklarında sorunsuz yaşayan Ermeniler, Fransız İhtilali ile yayılan milliyetçilik akımları, Ermeni Patrikhanesinin ve din adamlarının tahrik edici davranışları, Osmanlı Devleti’nin dağılmaya yüz tutması ve sömürge mücadelelerine girmiş olan Avrupa devletlerinin çıkarlarının Osmanlı topraklarında yoğunlaşması gibi nedenlerle Osmanlı topraklarında ayaklanarak Ermeni sorununu ateşlemişlerdi. İngiltere, Fransa ve ABD ile birlikte Ermeni sorununun ortaya çıkışında Rusya’nın çok özel bir yeri olduğu bilinmektedir. 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşından başlayarak çok sayıda Ermeni, Rus ordusuna kaydolmuş; ayrıca önemli sayıda Ermeni Osmanlı topraklarından göç etmiş, bu durum 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşına kadar devam etmiştir. Ermeni meselesinde bir dönüm noktası olan bu savaş sonrasında imzalanan Ayastefanos Antlaşması’nın 16. maddesinde Ermeniler lehine yer alan kararla Ermeni sorununa ilk defa uluslararası bir metinde yer verilmişti. Ruslar, Ermenilerin koruyuculuğunu üstlenmişlerdi. Ancak bu durum İngiltere’nin müdahalesiyle Berlin Antlaşması’nda düzeltilmiş, antlaşma; Ermeni sorunuyla ilgilenmek görevini Rusya’dan alarak, bu anlaşmayı imza eden devletlere terk edilmiştir. Bu suretle sorun Ermenilerin özel bir sorunu olmaktan çıkıp Osmanlı Devleti’nde çeşitli çıkarları çarpışan Rusya ile İngiltere’nin bir davası haline gelmiştir. Bu durumdan cesaret alan Ermeniler harekete geçerek yurt içinde ve dışında ihtilalci dernek ve partiler kurmaya girişmişlerdir.[7]
Ancak Ermenileri Osmanlı Devleti’nin ve Müslüman Türklere karşı isyana kışkırtan… Onların içeride organize olmalarını ve silahlanmalarını sağlayan kimseler, aslında kendilerine Pakradun denilen, Yahudi iken Ermeni görünen bir gizli Siyonist ekipti. Ki Ermenilerin ileri gelenleri de bunların farkında idi ve nefret etmektelerdi. Bu Pakradun Ermenilerin arkasında ise İttihat ve Terakki Partisi ve Hükümetlerinin olduğu kesindi.
Bu tarihi gerçekleri ve talihsiz gelişmelerin perde gerisini inceleyip irdelediğimiz “Osmanlı’dan Cumhuriyete Kripto Yahudiler ve Pakraduniler” kitabımızı (Togan Yayıncılık) 09.02.2011 tarihinde yayımladık ve o süreçte birlikte hareket eden Fetullahçı kadroları ve Erdoğan iktidarı, aleyhimize akıl almaz senaryolar hazırlayıp “Ergenekon’un Dinci Kanadı!..” yaftası ve iftirasıyla, Milli Çözüm Ekibi olarak bizleri (2008’de) tutuklatmışlardı. Hatta kendisi de aslen aynı hıyanet şebekesinin bir elemanı olan Fetullah Gülen: “Pakradunileri Allah kahretsin!” diye beddua etmeye başlamıştı!?
Ancak gelişen olaylar ve yaşanan facialar bizleri haklı çıkarmıştı. Ve tabi bu iktidarın da, çok sinsi ve tehlikeli icraatlarının hesabının sorulacağı; maddi ve manevi tahribatlarının altında kalacağı günler inşaallah yaklaşmıştı.
Yakın tarihimizi ve hıyanet ekiplerini daha iyi tanımak ve milli sorumluluklarımızı kuşanmak için, bu kitabımızın yeni baskısına ihtiyaç vardı. Bu nedenle baştan sona gözden geçirilerek ve güncelleştirilerek, gerekli eklemelerle birlikte bu hazırlık tamamlandı. Emeği geçen tüm kardeşlerimize, özellikle İzmit, Konya, Gebze ve İstanbul Milli Çözüm Ekibimize üstün fedakârlıkları ve katkıları için şükranlarımı sunuyorum.
- Not: Bu yazı 19 Ağustos 2021 tarihinde hazırlanmıştır.
- (Kaynak: Süleyman Arif Emre – Siyasette 35 Yıl – Keşif YY. (10) Milsan AŞ. IST. Mart 2002 – Sh: 201-203)
- Yeruşalayim Talmudu, Gittin 6: 7, 48 a
- Targum Yeruşalmi, Yaratılış: 8: 4
- Yaratılış, 8: 4; II. Krallar 19: 37; Yermiyau 51: 27
- Les Pacradounis ou Une Secte Armeno-Juive / 4. Baskı: 1933; Fransızca / İst.
- Prof. Dr. Mesut Erşan
“Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Kripto Yahudiler ve Pakraduniler”, Sayın Ahmet Akgül hocanın efsane bir kitabıdır. Yazı kitabın güncel baskısının tanıtımı gibi olmuş. Şu kısımları dikkatle okuyunuz:
“…Pakraduniler, yani Yahudi asıllı Ermeni dönmeleri; İslamcı yazar ve yorumcular ve tarikat erbabı arasında ve özellikle Milli Görüş camiasında da görülmektedir. Erbakan Hoca, bazı siyasi mecburiyetler ve Siyonist merkezlerin, aksi halde Milli Nizam gibi diğer partilerini de kapatacakları yolundaki telkinler sonucu, bu tiplerin samimiyetle Müslüman olduklarına inanmış gibi hareket etmiş, bunların fırsatçılık ve fesatçılık girişimlerini önlemeye yönelmiştir. Ancak netice olarak; kapatılan Milli Nizam Partisi yerine kurulan Selamet, Refah, Fazilet ve Saadet Partilerine resmen hizmet ve faaliyet imkânı sağlanmasına… Milli Görüş’ün Büyük Millet Meclisi’ne taşınmasına… Sağcı ve solcu partilerle koalisyonlara katılıp Adil Düzen icraatlarını topluma tanıtmasına… Başbakan Yardımcısı ve Başbakan sıfatıyla İslam dünyasında ve mazlum ülkeler arasında saygınlık kazanmasına… Ve yine kutlu projelerini anlatmasına ve büyük değişime altyapı hazırlıklarına bu tavizleri sayesinde fırsat elde etmiştir…”
İnsan suretli Şeytanlardan olan Pakradunilerin, yani Yahudi asıllı Ermeni dönmelerinin özellikle Milli Görüş camiası içerisinde Sinsi ve Siyonist faaliyet gösterdiklerine itiraz edip, olmaz böle şey diye hala Milli Çözüm’ü suçlayıp Şeytanların avukatlığını yapanlar!
Ahmet Akgül Üstadımızın “ERMENİ BİLİNEN “PAKRADUNİ” YAHUDİLER VE SİNSİ SİYONİST YÖNTEMLERİ” adlı makalesini bir de Kur’an-ı Kerimin aşağıdaki ayetleri ışığında okusunlar!
“(Şeytan) Dedi ki: “Madem öyle, (Hz. Adem’e secde etmek gibi nefsime ağır gelen bir imtihana tâbi tutmakla) beni azdırmana karşılık; ben de onları (Ademoğullarını saptırmak için) Senin (İslamiyet ve) istikamet yolunun üzerinde oturup (tuzak kuracağım. Her dönemdeki en haklı ve hayırlı davanın ortasında pusu kurup duracağım).”
“Sonra; ön taraflarından, arkalarından, sağlarından ve sollarından muhakkak (kullarına) sokulup (saptıracağım). Ki onların çoğunu (artık dinin ve nimetlerin sayesinde eriştikleri lezzet ve faziletlere) şükredici bulmayacaksın. (Çünkü onlara nankörlük ve hıyanet yaptıracağım!?)” (A’raf Suresi 16. ve 17. Ayetleri)
“Böylece bütün Nebilere (ve Hakk dava elçilerine), insan ve cinn şeytanlarından düşmanlar kıldık. Onlar birbirlerini aldatmak için yaldızlı sözler fısıldaşırlar. (Hakka davetçilerle onların yakın çevrelerine yerleşmiş bazı şeytani ekipler, sanki birbirlerine güveniyormuş tavrıyla sahte iltifatlar yağdırırlar.) Rabbin dileseydi (izin vermeseydi, elbette) bunu yapamazlardı. Öyleyse onları (Hakk dine ve hizbe sızmış insan suretli şeytanları) yalan olarak uydurmakta oldukları iftiralarıyla baş başa bırak. (Seyret ki sonları nasıl olacaktır!)” [Not: Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette belirtildiği gibi, insanlar; 1- Ya Hizbullah=Allah’ın Tarafgirleri, Destekçileri, Partisi ve Ekibi olmaktadır. (Bak: Maide: 56), 2- Ya da; Hizbüşşeytan=Şeytanın Tâbileri, Destekçileri, Partisi ve Ekibi olmaktadır. (Bak: Mücadele: 19)]
“Ta ki ahirete inanmayanların (dini ve davayı bile dünyalarına araç yapanların) kalpleri ona (marazlı münafıklara) meyletsin de, ondan (bu yaldızlı ve saptırıcı iddia ve iftiralardan) hoşlansınlar ve yüklenmekte olduklarını (suçlarını ve sorumluluklarını) yüklenedursunlar (diye Allah CC bu fırsatı onlara tanır).” (En’am Suresi 112. ve 113. Ayetleri)
“Ey Peygamber (ve her asırda Allah yoluna rehber şahsiyetler! Sakın haklı ve hayırlı bir davaya) kalpleri inanmadığı halde, ağızlarıyla “inandık” deyip (istismar eden münafık kimselerle), Yahudilerden küfür içinde çaba gösteren (Siyonist)ler Seni üzmesin… Onlar (hem kendileri şeytani kesimlerin) yalanına kulak asanlar, (hem de açıkça) Sana gelmeyen (içinize girip sorumluluk yüklenmeyen malum ve mel’un) bir kavim adına kulak tutan (sizden haber toplayıp onlara ulaştıran) kimselerdir. Onlar, (Kur’ani) kelime (ve kavramları, temel esas ve kuralları) asli yerlerine konulmasının (ve sağlam bir düzene bağlanmasının) ardından, (onları) saptırmaya ve çarpıtmaya uğraşırlar ve (çevrelerine): “Eğer size şu (makam ve menfaatler ve lehinize hükümler) verilirse onu alın, yok eğer o (ruhsat ve fırsatlar) verilmezse ayrılıp uzaklaşın” (diyen hainlerdir). Allah kimlerin fitneye düşmesini isterse, artık Sen onun (niyeti ve tıyneti bozuk olan) için Allah’tan hiçbir şeye malik olamazsın (düzeltemezsin). İşte onlar, Allah’ın kalplerini temizleyip arıtmak istemedikleridir. Dünyada onlar için bir aşağılanma, ahirette ise onlar için büyük bir azap (gereklidir).” (Mâide Suresi 41. Ayet)
“Yoksa (onlar Sana ve Hakk davana karşı) hileli bir düzen mi kurmak istemektedirler? Fakat (asıl) o inkâr edenler (ve nankörlüğe girişenler) bu hileli tuzağa kendileri düşeceklerdir. [Not: Kâfirlere ve zalimlere karşı en geçerli hile ise, Allah’ın izniyle, düşmanların bizim aleyhimize kurdukları tuzaklara onları düşürebilmek, yani kendi silahlarıyla kendilerini saf dışı edebilmektir.]” (Tûr Suresi 42. Ayet)
Gizli örgütlerin ve bunların yetiştirdiği ajanların faaliyet gösterdikleri ülkelerdeki cemaat, tarikat, siyasi partiler gibi oluşumlar içerisinde yer aldığı, bu oluşumların gücünü kendi hain emelleri için kullandığı artık aşikardır. Fakat ne yazık ki yazıda da belirtildiği gibi geçmişten günümüze kadar bu kadroları ifşa edenlere, bunların hain emellerini topluma anlatanlara neredeyse hep komplocu gözüyle bakılmış olup yıllar sonra bu kadroları ifşa edenlerin haklılıkları ortaya çıkmıştır.
Toplum tarafından yaygın bilinen bir adam olan “Arabistanlı Lawrence” bunun artık en bariz örneklerindendir. Söz konusu şahıs Osmanlı İmparatorluğu‘na karşı düzenlenen Arap Ayaklanması‘nın (1916-1918) başarılı olmasındaki en mühim figür olması ile tanınmıştır.
Devletlerin ve milletlerin altına bomba/dinamit koyan bu tip gizli örgütlerin, adamlarının karakterlerinin topluma tanıtılması, yöntemlerinin ifşa edilmesi ve bu hususta kolektif bir bilincin oluşturulması bir nevi bomba imha ekiplerinin kurulmasına, bunların planlarının gecikmesine ve boşa çıkmasına inşallah vesile olmaktadır. Allah hocamızdan ve Milli Çözüm ekibinden razı olsun.
Mürselat Suresi :
77:3 Ardından (hakikat prensiplerini ve huzur projelerini, neşriyat yoluyla) korkmadan ve yılmadan yaydıkça yayanlara,
77:4 Sonra, (rahatının ve menfaatinin kölesi ve nefsani arzularının esiri olanlardan uzaklaşıp, Hakkı bâtıldan, sadıkı sahtekârdan, mü’mini münafıktan çok kesin ve keskin biçimde) ayırdıkça ayıranlara… (Mutlak doğruları ve mutlu oluşumları topluma tanıtanlara,)
77:5 (Ve gelecek nesillere de) Bir zikir ve öğüt (olacak eserler) bırakanlara!
77:6 Böylece (hiç kimsenin “bilmiyordum, başka türlü sanıyordum” gibi) bir bahanesi ve mazereti (kalmasın), veya (herkes apaçık şekilde) uyarılsın! (diye gerçekleri, hem de gerekçeleriyle birlikte ortaya koyanlara yemin olsun ki,)
77:7 Şüphesiz size va’ad edilen (zalimlerin hezimeti, ezilen mü’minlerin zafer ve hâkimiyeti ve kıyamet haberi) mutlaka vuku bulacaktır.