Köleliği, İslam Kurumsallaştırmamış;
TEDRİCEN ORTADAN KALDIRMIŞTIR
Hâlâ bazı ayetlere “Köle ve Cariye” diye mana verenler, iftira atmaktadır!
Sn. A. Rıza Demircan’ın; sanki, günümüzde de yaşanacak ve tabi mecbur ve meşru sayılacak savaşlar sonucu esir alınan kadınların CARİYE yapılabileceği gibi yanlış bir kanaat uyandıran yaklaşım ve yorumları, dayanaksızdır ve sakıncalıdır. Bu tavır “İslam’da Kölelik ve CARİYELİK” kurumlarının hâlâ geçerli olduğu yanılgısını hatırlatır. Oysa Kölelik ve Cariyelik, Osmanlı’da Sultan Abdülmecid döneminde 1847’de yayımlanan fermanla resmen kaldırılmıştır. Daha sonra 1926 yılında Milletler Cemiyeti’nce yasaklanmıştır.
Aslında kölelik ve cariyeliğin bu yıllara kadar caiz sayılması ve fiilen uygulanması da insanlık adına bir ayıptır ve mağdurlar hesabına acı bir kayıptır. Madem İslam, Kölelik-Cariyelik uygulamasını tedricen ve bir geçiş süreci içerisinde kaldırmayı amaçlamıştır, öyle ise en fazla birkaç asır sonra kökten yasaklanması gerekirken, 1300 sene sonra bile uygulanması elbette bir suistimal ve istismar amaçlıdır. Maalesef günümüz İslam düşünürleri ve müfessirlerinin bile hazırladıkları Meal ve Tefsirlerde hâlâ bazı ayetlerde geçen: “Ma Meleket Eymanüküm” (Sağ ellerinizin malik ve sahip oldukları) kavramının, günümüzde ücretle istihdam edilen işçi-memur statüsündeki kimselere münasip düştüğü halde, tamamen haksız ve dayanaksız olarak “Köleler ve Cariyeler” olarak manalandırılması, Kur’an’ın özüne de insanın özgürlüğüne de aykırıdır ve çok yaygın bir yanlış ve yanılgıdır. Bizans ve İran başta, o çağda tüm dünyada uygulanagelen Kölelik Kurumunu; hem işlenen bazı suçlara kefaret olarak, hem de ahiret sevabı olarak teşvikte bulunarak, tedricen (peyderpey) kaldırmayı amaçlayan İSLAM’ın ruhuna aykırı davranılmıştır.
Buna rağmen yazarın bazı tespit ve tahlilleri üzerinde durmak, doğrularını onaylamak, yanlışlarını uyarmak lazımdır.[1]
Kur’an’ın indirilmekte olduğu Hz. Peygamber devri toplumunda, cahiliyet döneminden intikal eden erkek ve kadın köleler vardı. İslam Savaş Esirliği Sistemi oluşurken henüz kaldırılmamış olan bu cahiliyet dönemi uygulamaları da devam ediyor; köle alım satımı sürdürülüyordu.
İslam literatüründe, Hz. Peygamber dönemine ilişkin olarak yer alan kölelere yönelik uygulamalar, İslam öncesi cahiliyet döneminden intikal eden bu kölelerle ilgilidir. Çünkü İslami dönemde meşru savaşlar sonucu alınan esirlerin hiçbirisi köleleştirilmemiştir. Üstelik kısa süreler içinde de özgürlüklerine kavuşturulmuşlardır. İnsan üzerinde ilâhlaşma sayılan ve İslam tarafından mahkûm edilen kölelik, hiçbir şekilde mütekabiliyet yoluyla meşrulaştırılıp yasallaştırılamaz.
Yalnızca Allah’a kulluğa yönlendiren İslam, kendisi kurmadığı fakat zulümlerine tanıklık yaptığı “kullara kulluk düzeni” olan köleliği, oluşturduğu İslam Savaş Esirliği Sistemi ile kökten yasaklamıştır. O, kurduğu sistem gereği meşru harp sonucunda esirler alınmasını ve gereğinde İslami yönetimce savaşan mücahidlere dağıtılmasını geçici bir süre onaylamıştır. Başta ihtiyari görevler, kefaretler, cezalar, zekât, özgürlük sözleşmesi, akdi kitabet ve evlendirme olmak üzere yüklediği imani, ahlâki ve hukuki görevlerle esirlerin salıverilmesini en büyük hayır ve hizmetlerden saymıştır.[2]
Cariyeler, geçici statülü kadın harp esirleridir.[3] Onlarla mülkiyet yoluyla asla ilişkiye girilemez. Esaretleri süresince cariyelerle cinsel ilişkiye girilmesini yasaklayan İslam, onlarla belirlediği şartlar içinde evlenilmesini caiz saymıştır. Evlendirilmelerini ise teşvik edip saygınlaştırmıştır.[4]
İslam Toplumu’nun oluşmasındaki ilk aşamada; kamunun veya şahısların malik olduğu ehl-i kitap ve Müslüman namuslu cariyelerle ancak bekâr veya dul olup da Müslüman hür kadınlarla evlenmeye güç yetiremeyen erkeklerin evlenmesine izin çıkmıştır. Evlenmek için; malikin ve cariyenin izninin alınması, cariyenin kendisine “mehir” verilmiş olması ve kişinin zinaya düşme ihtimalinin de bulunması lazımdır.[5]
Bu geçiş sürecinde; kişinin kendi cariyesiyle ilişkiye girebilmesi için onunla nikâhlanması, bunun için de bekâr veya dul olması, ayrıca Yetkili Merci’den izin alıp cariye üzerindeki mülkiyet hakkını mehir olarak ortaya koyması şart koşulmaktadır. Cinsel ilişki mülkiyet bedeli olacağından zifaf sonrasında cariye artık hür olmaktadır.
Kur’an’a ve Sünnet’e göre, bu geçiş sürecinde hür kadınlar üzerine cariyeler nikâhlanamayacağı gibi, cariyeler üzerine de hür kadınlar nikâhlanamaz. Bir diğer anlatımla, hür kadınlarla cariyeler nikâh yoluyla da olsa aynı erkekle birleştirilmiş olamaz.[6] Bu sebeple hür kadınlar üzerine, cinsel ilişkiye girilebilecek -değil dilediğimiz kadar- bir tek cariye edinebilmek bile imkânsızdır.
Kölelik ve cariyeliğin tedricen kaldırılması sürecinde; hür Müslüman erkekler, ehl-i kitap ve tercihen Müslüman, namuslu cariyelerle evlenebildiği gibi, hür Müslüman namuslu kadınlar da başkaları veya kendilerine ait Müslüman iffetli erkek esirlerle evlenebilir. Mehiri; erkek esirin kendisi, maliki ve diğer şahıslar veya kurumlar verebilir. Hür kadın, alacağı mehirini, bizzat kendisi de ödeyebilir.[7]
Şu amaçlar, uygun ve uygar adımlardır:
I- Kölelik ve odalık bağlamında İslam’ın etrafında oluşturulan ve kafalara, imanlara kuşku salan şüpheleri gidermek…
II- İslam âlimlerinin -bilerek veya bilmeyerek- tarihsel şartlar içinde yaptıkları içtihatların, İslam’ı değil yalnızca kendilerini bağladığını kabullenmek… Geleneği bütünüyle savunmak konumunda olmadığımızı bilmek…
III- İslam’a, Kur’an’ın sarih (açık) ayetlerine ve Resulullah’ın sahih hadislerine bağlı kalmak koşuluyla, temel insan haklarına, akli ve vicdani esaslara göre yorum getirmek…
IV- Kur’an’da yer alan “Abd, Eme, Ma Meleket Eyman” ve “Rakabe” gibi kavramları yerli yerinde anlayıp değerlendirmek, esirlik ile kölelik arasındaki farkı bilmek ve ilgili ayetleri gereğince meallendirmek. Böylece kölelik ve odalık düzenini mahkûm eden İslam’ın Savaş Esirliği Sistemi’ni insanlığa sunduğunu ve bu sistemin Kıyamet Günü’ne kadar geçerli olduğunu bilmek… Kısaca artık kölelik ve cariyeliğin İslam’da hiçbir şekilde yeri olmadığını kabullenmek…
V- İslam dininin köleler/esirler için bile onay vermediği uygulamaların ve cinsel istismarların, Kur’ani ve Nebevi öğretilere dayandırılma girişimleri geçersizdir. Çünkü bunlarla ilgili hüküm ve haberler, daimî değil geçici özelliklidir.
VI- Şefkat, merhamet ve adalet dini olan İslam’ın, geleneksel kölelik gibi onunla aynı zalim ruhu taşıyan modern köleliği de reddettiğini insanların bilgisine arz etmektir.
İslam, Kölelik ve Cariyeliği tedricen yasaklamak hususunda şu esasları kurallaştırmıştır:
a- İslam dini, tarihten ve cahiliyet toplumundan devraldığı insanlık dışı köleliği, kendine özgü insancıl kuralları olan “İslam Savaş Esirliği Sistemi”ni kurarak “kuramsal ve kurumsal” olarak yasaklamıştır.
b- Başta hadis ve siyer kaynakları olmak üzere İslam literatüründe, Hz. Peygamber dönemine ilişkin olarak yer alan kölelikle alâkalı uygulamalar, İslam öncesi cahiliyet döneminden intikal eden kölelerle alâkalıdır. Bu köleler köktenci bir kararla azat edilmemiş, özgürlüklerini bir süreç içinde kazanmaları amaçlanmıştır.
c- Kurduğu “Savaş Esirliği Sistemi” ile İslam, düşmanın gücü kırılmadan ve stratejik hedefleri boşa çıkarılmadan, ganimet amaçlı esir alınmasını yasaklamakta, ve bu konuda da insani, ahlâki ve hukuki kurallar koymaktadır. Bununla birlikte o, genelde meşru savaş sonucu esir alınmasını yasallaştırmıştır. İslam, esirlerin öldürülmelerini, köleleştirilmelerini ve odalık olarak alınmalarını asla onaylamamıştır. Yalnızca karşılıksız veya fidye karşılığı bırakılmalarını esas almıştır.
d- İnsan üzerinde bir nevi ilâhlaşma sayılan ve İslam tarafından tedricen ortadan kaldırılan kölelik, hiçbir şekilde mütekabiliyet yoluyla meşrulaştırılıp yasallaştırılamayacaktır.
e- Cariyeler köle yapılamayacakları gibi, uzun süre esirler olarak da tutulamayacakları kesinlik kazanmıştır. Çünkü İslam, geçiş sürecinde; onların özgürlüklerine kavuşturulmaları için, zekât gelirlerinden fon ayırmış, onlarla özgürlük sözleşmesi yapılmasını (Kitabet) emretmiş, özgürleştirici cezalar ve kefaretler belirlemiş ve putperest olmayıp ehl-i kitap ve Müslüman olanları ile evliliği onaylamıştır.
f- Cariyelerle; esir alma veya esir alıp köle yapma yoluyla ilişkiye girilmesi yasaktır. İlişki için tek yol evlilik nikâhıdır. Kur’an, onlarla evliliği şartlara bağlamıştır. Geçiş sürecinde nikâh yoluyla da olsa, hür kadınlarla evlenebilecek olanların, cariyelerle evlenmeleri haramdır. Hürlerle cariyelerin birbirlerine kuma edilmeleri imkânsızdır. O dönemde, kişilere; başkalarına ve kamuya ait cariye ile evlenebileceği gibi, kendi cariyesiyle de evlenebilme imkânı sağlamıştır. Müslüman kadına da Müslüman esiri ile evlenebilme yolu açmıştır. Evlilikte cariyelerin onayı da gerekli sayılmıştır.
g- İslam’ın ilk dönemlerinde bile, Müslüman cariyeler de hür Müslüman kadınlar gibi asil birer insan sayılmıştır. İslam’a aidiyeti yansıtan ve ölçüleri belirlenen giysilerle örtünmekle yükümlü tutulmuşlardır.
h- O geçiş sürecinde; genelde bütün cariyeler özelde Müslüman cariyeler, ticari yatırım ve alım-satım konusu yapılmamıştır. Üzerlerinde tasarrufa yetkili maliklerinin fidye haklarını korumak için ancak fidyelerine ilişkin devir işlemleri yapılmıştır. Devir işlemlerinin sürekli hale getirilmesi esirleri köleleştirme sayılır ve köleleştirme de büyük haramlardandır.
I- Bütün insanlar Allah’a kullukla yükümlüdürler. İnanma ve inancına göre yaşama özgürlüğüne sahiptirler. Kısıtlanan istisnai bazı hakları dışında cariyelerin temel hakları yürürlüktedir. Özellikle vicdan ve din özgürlükleri dokunulmazdır.
i- “Cariyeler köleleştirilemeyecek ve odalık edinilemeyecek savaş esirleri konumundadır. Savaşlar yapıldığı sürece cariyeler gelecekte de var olacaktır” diyen yazar yanılmaktadır. Çünkü bu hem İslam fıtratına hem temel insan haklarına aykırıdır. Kölelik ve cariyelik artık tamamen kaldırılmıştır.
Şurası asla unutulmamalıdır ki; köleliği icat eden, İslam olmamıştır. Kölelik İslam’dan önce de vardı, İslam, bu insanlık dışı uygulamanın kökünü kurutma yollarını açtı. Hizmet almadan, esirleri sürekli hapiste tutmak da mantığa uymayacak bir davranıştı. O sırada ve o şartlarda esirlerin köle olarak istihdamı, aslında esirlerin canını bağışlamak manasını da taşımaktaydı.
Hâlbuki kölelik kaldırıldığında, İslam toplumlarında, zaten neredeyse kaldırılmış gibiydi.
İslam, hayali idealizm ile katı realizm arasında bir denge nizamıdır. İslam’ın geldiği dönemde köleliğin birden kaldırılması birçok sıkıntılara yol açardı. Nitekim efendileri tarafından âzâd edilen birçok köle, gidecek yer dahi bulamazdı. Bu başıboşluk anarşiye bile yol açardı. Ayrıca kölelik, tüm dünyada uygulanmaktaydı. Onu tek taraflı olarak kaldırmak imkânsızdı.
Ancak İslam; toplumda efendi ve köle şeklindeki sınıf farkını, bir nevi “kast sistemi”ni yıktı. Köleliği tedricen kaldırmanın altyapısını hazırladı.
Hazret-i Bilâl, Habeş asıllıydı ve siyahi idi. Bir gün Ebû Zer -radıyallâhu anh- ona bir kızgınlık anında; “Ey kara kadının oğlu!” diye hitap etmişti. Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, onu ağır bir şekilde uyarmıştı.
Bugün dünyada;
• Temiz su ve yeterli gıda bulamayan yüz binlerce insan, açlık ve perişanlık içerisinde kıvranmaktadır.
• Fuhşa zorlanan milyonlarca çocuk ve kadınlar bulunmaktadır. Ve bütün bunlar aslında çağdaş köleler konumundadır.
Evet, bugün kölelik sözde kaldırılmıştır. Fakat günümüzün modern cahiliyesinde, insanlık haysiyetine yaraşır bir yaşam ortamı hazırlanmamıştır. Zira kapitalist ve materyalist dünya âdeta; “Mazlumlar, açlar, güçsüz ve çaresiz insanlar bizlere kölelik yapsınlar!” havasındadırlar.
Hatta bir ömür bankaya fâiz borcu ödemeye mahkûm insanların hâli de “modern kölelik”ten farksızdır. Bunlar kendilerini her ne kadar hür hissetseler de ağır fakat gizli boyunduruklar altında yaşamaktadırlar.
Hz. Peygamber (SAV) Döneminde Kur’an’la Çelişkili Sayılan Bazı Uygulamaları Var mıdır?
Hayır ve asla!.. Çelişkili görülebilen işlemler aslında Kur’an ve Sünnet’in kaldırdıkları veya düzeltip doğrulttuklarıdır!
Sözü edilebilir türden çelişkili uygulamalar bulunmamaktadır. İyice incelendiği zaman görüleceği üzere onlar, Kur’an ve Sünnet tarafından kaldırılmış veya tashih edilmiş olan tatbikatlardır; cahiliyet döneminden intikal etmiş olup açıklanan nedenlerle özgürleştirilmeleri sürece bırakılmış kölelere ilişkin uygulamalardır. Bunlar, İslami dönemde alınan ve kıyamet gününe kadar alınacak olan savaş esirleri ile ilgili değildir. Ana konumuzla ilgili olarak aşağıda sayılacaklar, Kur’an ve Sünnet’in kendisinden önceki uygulamaları kaldırıcı veya düzeltici yeniliklerine örnek olarak verilebilir:
a) Daha önce; meşru veya gayrimeşru savaş sonucu esir alınabilir ve fidyeleri verilmediğinde esirler köleleştirilebilir durumda iken, İslam; esiri köleleştirme yerine karşılıksız veya fidye karşılıklı salıverme sistemini kurumlaştırmıştır. [8]
b) İlk dönemde ve geçiş sürecinde Esirliğin/Cariyeliğin yalnızca meşru savaş esirliğine inhisar ettirilmesi sağlanmış ve sonra hepsi kaldırılmıştır. [9]
c) Cahiliye döneminde; kayıtsız şartsız bir şekilde ilişkiye girilen cariyelerle, İslam’a göre iffetli olmaları koşuluyla ve ancak izinli ve mehirli evlilikle ilişkiye girilebilir kılınmıştır.[10]
d) Daha önce; savaşta esir düşen kadınlarla ele geçirildiklerinde cariye statüsünde cinsel ilişkiye girilir iken; İslam’da, savaş sonrasında ve ancak bir âdet dönemi veya doğum sonrasında nikâh yapılarak ilişki kurulması… Ve yine hamilelik döneminde boşanan (veya esir alınarak boşanmış konumuna sokulan) kadının doğumdan önce nikâhlanması Kur’an tarafından yasaklanmıştır.[11]
e) Eskiden Medine mescidinde bile tanık olunabilen hür ve cariyelere ilişkin sınırsız ve ölçüsüz giyim şeklinin İslami tesettürle disipline edilmesi sağlanmıştır.[12]
f) Cariye üzerindeki hukuki hakların devredilmesinin, onun devir öncesindeki eşinden boşanmış olacağı manasına gelirken bunun yasaklanması ve mirasçısız ölen azatlı cariyeye, yeni bir düzenleme ile yalnızca onu azat edenin varis olabilmesi şarta bağlanmıştır.[13]
g) Hür eş varken cariye, cariye varken hür eşle nikâhlanılamaması esas alınmıştır.[14]
ı) Ölen babaların hür veya cariye olan eşleriyle ve iki kız kardeşle bir arada evlenilebilir iken, bu ahlâksızlıklar Kur’an’la yasaklanmıştır.[15]
Bütün bu sayılanlar, Kur’an’ın ve Sünnet’in kendisinden önceki haksız ve ahlâksız uygulamaları yürürlükten kaldırdığının kanıtlarıdır.
Bu arada öneminden ötürü yeniliklerin yer aldığı Bakara, Nisa, Nur ve Ahzâb Sureleri’nin Hicretin 5-7 yılları arasında, hatta Nisa Suresi’nin 24. ayeti gibi bazı ayetlerin ise Hicri 8. yılda Huneyn Savaşı sonrasında indirildiğini, dolayısıyla esirler konusundaki inkılabın geç dönemde gerçekleştirildiğini ve konulan genel prensiplerle yetinildiğini hatırlatmış olalım. Bunun içindir ki İslam bilginleri, zaruret sebebiyle somut örneklerden çok, ayetlerin lafızlarından hareketle içtihat yapmışlardır. İlahi ve Evrensel bir Din için doğrusu da böyle davranmaktır.
-Doğruları en iyi bilen Allah’tır- diyor, sözü Allah’ın Resulünün hayatımıza rehber edinmemiz gereken uyarısına bırakıyoruz:
İslam’da kitabet sözleşmesi yapan ilk kadın olan Berire olayında, azat edilecek kişinin, varisi olmaksızın ölümü sonrasında ona kimlerin varis olabileceği ile ilgili şartlar konulmak istenmesi üzerine Allah’ın Resulü şöyle buyurmuşlardı:
“Bazı insanlara ne oluyor da Allah’ın Kitabı’nda olmayan şartlar ileri sürüyorlar? Sayısı yüze ulaşsa da Allah’ın Kitabında yer almayan şartlar bâtıldır. Allah’ın Kitabı uygulanmaya, Allah’ın şartı da güvenilip dayanılmaya daha uygundur!” [16]
Salat ve selam üzerine olsun. Peygamberimiz bir diğer hadislerinde de şöyle buyurmuşlardı:
“Benden size bir söz/hüküm iletilirse onu Allah’ın Kitabı’na sunun. Ona uygunsa kabul edin. Değilse reddedin!”[17]
Aşağıdaki alıntılar da önemli saptamalardır:
“Osmanlı’da ise; zıhar, yemin ve oruç kefaretlerinde azat edilecek kölenin “Müslüman olmasını” arayan Şafiî görüşü yerine, Müslüman olmayan kölenin de azadını mümkün gören Ebu Hanife’nin düşüncesi uygulanmıştır. Ve yine ceninin annesine tâbi olduğu, annesi azat edilince, çocuğun da hür olduğu şeklindeki Hanefi görüşü esas alınmıştır. İslam geldiğinde nasıl ki, nüfusun önemli bir oranını -sayısını bilmiyoruz- köleler teşkil ediyorsa; Osmanlı’nın fethettiği yerler de aşağı-yukarı bu durumdaydı. Dini ilk benimseyenler köleler olduğu gibi, Osmanlı’nın Rumeli’deki fütuhatının temelinde, onun adaletli yaklaşımı ve insancıllığı bulunmaktadır.
Çünkü Cevdet Paşa’nın dediği gibi, “Müslümanlıkta; köle almak, köle olmak” sayılacak kadar ağır sorumluluk sayılırdı.
Önceki hukukumuzda kölelik, “cebri hüküm” değil “seçimlik (alternatif) hüküm” sayılmaktadır. Müslümanlar, bu seçimlik hükümleri uygulamazlarsa, dinlerine-hukuklarına aykırı davranmış olmazlardı. Osmanlı, İslam Kamu Hukuku’nun verdiği bu yetkiyi çağın şartlarına göre kullanmıştır. Önceki hukukumuz ve Osmanlı uygulaması ve özellikle Ebussuud Efendi’nin fetvaları incelendiğinde, savaş esiri ve kölelerin “İslamlaştırılmasına” büyük önem verildiği anlaşılmaktadır. Nitekim, bir Ebussuud Efendi fetvasında, savaş esiresinin (seby, zerari) kiliseye verilerek İslam’dan uzaklaştırılması halinde, sahibine tazir cezası verilmesi gerektiği vurgulanmıştır.
Şayet Osmanlı, köleliği kesinlikle kaldırmış olsaydı, İslam hukukuna aykırı davranmış sayılmazdı. Çünkü İslam hukukunun hedefi, zaten köleliği kaldırmaktır. Ama, Osmanlı da ilk ve klasik dönemlerinde, konjonktürel ortam karşısında köleliği kaldırmak hususunda ağır davrandı, keşke zoru başarmış ve köleliği kaldırmış olsaydı.
Köleliğin İlgası
Dünyadaki yeni felsefik, sosyolojik ve teknolojik gelişmeler, yukarıda belirtilen kölelik uygulamasının ortadan kaldırılmasını gerekli kılıyordu. Zaten Osmanlı’da kölelik, son zamanlarda ortadan kalkmıştı. 1273/1847 tarihinde Abdülmecid’in bir fermanı ile kölelik Osmanlı Devleti’nde “İseray-i Zenciyenin Men’i ile Tüccar ve Mütecasirlerinin Cezalandırılması Hakkındaki Ferman” ile tamamen yasaklanmıştı. Bu Ferman, Divan-ı Hümayun tarafından kararlaştırılmış, Mısır, Trablusgarp ve Bağdat valilerine hitaben yazılmıştır. Ferman, köle ticaretini kesinlikle yasaklıyor; Akdeniz’in tüm kıyılarında, adalarında ve İran Körfezi’nde denetim yapılması, gerektiğinde müsadereye başvurulup el koyulması ve İstanbul’a yollanmaları isteniyordu. Fermandan anlaşıldığına göre, kölelik daha önce yasaklanmış, bu fermanla, bu yasak gereğine binaen tekrar vurgulanmıştır. Osmanlı, 1856 tarihli Paris Anlaşması’yla Avrupa Devletler Cemiyeti’ne girmiş, artık “Avrupa Devleti” sayılmıştır. Bu, Batı ile barış anlamını taşımaktadır. 1876 tarihli Kanun-i Esasi’nin 9. Maddesi’nde de: “Bütün Osmanlılar hürriyet-i şahsiyelerine maliktir” denilerek köleliğin tamamen kaldırılmış bulunduğu vurgulanmıştır. 1307/1891 tarihli “Üseray-ı Zenciye Ticaretinin Men’ine Dair Kanunnâme”ye göre; zenci kölelerin Osmanlı ülkesine sokulması ve bu fiilin yapılması yeniden yasaklanmış; azatlı olanlara mahkemece “itikname-hürriyet belgesi” verilmesi kararlaştırılmış, görevli memurların bu konuda re’sen davranacağı, köle ticareti yapanlara bir yıl hapis ve müsadere cezası uygulanacağı hatırlatılmış; bu kanunnamede “itikname” örneği de hatırlatılmıştır. 1325/1909 tarihli “Çerkez ve Diğer Köle ve Cariyelerin Üsera-i Zenciye gibi Alım Satımının Yasaklanmasına Dair” Sultan Reşat’ın iradesine göre Osmanlı İlkesinde hür olmak asıldır. 1924 tarihli Esas Teşkilât Kanunu’nun 68. ve 69. Maddeleri; 1926 tarihli Medeni Kanun’un 8. Maddesi, köleliğin Türkiye’de de yasaklanmış bulunduğunu tekrarlamıştır. Cumhuriyet Türkiye’si de bu konuda alınan uluslararası anlaşmaları onaylamıştır. 7 Eylül 1956 tarihli “Köleliğin, Köle Ticaretinin ve Köleliğe Benzer Kurum ve Uygulamanın Kaldırılması Sözleşmesi” ile kölelik ve köle ticareti yasaklanmış, Türkiye 17 Temmuz 1964 yılında bu sözleşmeyi onaylamıştır.[18]
Hürriyet, En Kutsal İnsan Hakkıdır!
Allah’a kul ve köle olmanın dışında, her insan hür olarak yaratılmıştır. Hürriyet, insanın vazgeçilmez bir hakkı, ayrılmaz bir sıfatıdır. Maalesef insanın, insan olma itibarıyla haysiyet ve şerefinden gelen bir hürriyet hakkı, hemen hemen tarihin bütün devirlerinde doğrudan veya dolaylı şekilde elinden alınmıştır. Çeşitli harp ve baskınlar neticesinde insanlar hürriyetlerinden mahrum bırakılmış, bir mal gibi alınıp satılmıştır. Bilhassa Roma hukuku ve Yunan kanunlarıyla köleliği zarurî bir ihtiyaç haline sokmuşlardı, insanları bir eşya gibi pazarlarda satmaya başlamışlardı.
Diğer taraftan bazı ülkeler ve rejimler, düşmanının kuvvetini azaltmak, nüfusunu kısıtlamak ve kendi kuvvetini artırmak için esirlik müessesesini yaşatmayı bir zaruret saymışlardı. Devletler arasındaki savaş konjonktürü gereği kölelik çok yaygın olduğu için İslamiyet bunu bir seferde yasaklamamıştır. Ancak düşman tehdidi ortadan kalkınca bu insanların özgürleşmesi için teşviklere başlamış, kölelerin de insanca yaşamasına dair kararlar alınmıştır. Şahıslardan kaynaklı olumsuzluklar bir kenara bırakılırsa köle hukuku ile ilgili insancıl yaklaşım İslamiyet tarafından şartlara bağlanmış ve sonunda hepten kaldırılmıştır.
İslamiyet’ten önce Araplar arasında da kölelik bütün şiddet ve dehşetiyle devam ediyordu. Kabileler arasındaki çarpışmalar ve yağmalamalar aralıksız olarak sürüyordu. Düşman tarafından esir olarak alınan kadın, erkek ve çocuklar köleleştiriliyordu. Cahiliye Arapların nazarında kölelik, hayvanlıktan aşağı telâkki ediliyordu. Bunun için onlar insanlık dışı işlerde çalıştırılıyor, her türlü zulüm ve işkence reva görülüyordu. Bazen onları aç ve susuz bırakarak ölüme terk ediyorlar, bazen de öldürüyorlardı. Kadınları cariye olarak kullanıyorlardı. Öyle ki âdeta cariyelik, teşvik edilen bir şey halini almıştı. Sırf bunun için başka kavimlere baskınlar düzenliyorlar, erkekleri öldürerek kadınlarını esir alıyorlardı.
İşte İslamiyet böyle bir zamanda zuhur etti. O devirde insanlığın yarası olan böyle bir meseleyi tamamen ortadan kaldırmak mümkün olmadığı gibi, o zamanki durum zaten buna müsait de değildi. Esaret müessesesinin kaldırılması henüz yeni kurulmakta olan İslam devleti için birtakım güçlükler getirebilirdi. Şöyle ki:
Her hususta olduğu gibi dinimizin cihad anlayışı diğer milletlerin savaş anlayışından farklıdır. Dinimizin cihad gayesi; zulmetmek, kan dökmek, kuru kuruya beldeler fethetmek değil; ülkede ve yeryüzünde adaleti yerleştirmek, İslam’a ve insan haklarına yöneltilen hücumları önlemek, insanlara dünya ve ahiret saadeti temin etmektir. Bu sebeple düşman da olsa savaşa fiilen iştirak etmedikçe, kadınları, çocukları ve ihtiyarları öldürmek Peygamberimiz (SAV) tarafından yasak edilmişti. Ancak bazı durumlarda bunların esir alınması artık bir zaruret hâline gelmişti.
Ne var ki zalim güçler ve devletler, maalesef Müslümanları esir etmekten geri durmuyordu. Dengenin temin edilmesi için Müslümanların da onlardan esir almaları gerekiyordu. Böylece hem denge temin ediliyor, hem de karşı taraf kuvvetten düşürülüyordu. Ayrıca alınan esirlerle Müslüman esirler takas yapılarak, Müslümanlar esaretten kurtarılmış oluyordu. Yine esirler fidye karşılığı serbest bırakılmakla İslamiyet’in yayılması için maddî destek temin ediliyordu.
Görüldüğü gibi, köleliği ve cariyeliği ilk defa İslamiyet icat etmiyordu. Birtakım zaruretler sebebiyle her ne kadar bir anda ortadan kaldırmamışsa da onu tamamen hürriyete yol açabilecek şekilde tedricen kaldırma yoluna gidiyordu.
Tarihin her devrinde insanlık dışı işlerde kullanılan zulüm ve işkencenin her türlüsü reva görülen köleler, ancak İslamiyet sayesinde rahat bir nefes almışlardır. Dinimiz, kölelik müessesesini vahşi ve iptidaî suretten çıkarıp, önce insanî bir hayata kavuşturmuş ve sonunda kökten kaldırma yolunu açmıştır. Köleye birçok haklar verilmiş ve bunlar devletin himayesi altına alınmıştır. Hadis ve fıkıh kitaplarımızda “Itk” yani “köle azadı” başlığı altında bu hakların izah edildiği bölümler vardır.
Dinimizde; hürriyet nimetinden mahrum kalanlara, esir ve sahipsiz insanlara karşı büyük bir şefkat ve himaye gösterilmiş, hürriyetlerini kaybetmiş insanların tekrar hürriyetlerine kavuşabilmeleri için bazı hükümler getirilmiştir. Mesela mü’minin bir hata ve kusuru sonunda, günahını affettirebilmek için kefaret ödemesi gerekmektedir. Ramazan orucunu bozan, yanlışlıkla adam öldüren, yeminini bozan kimseler, bu hatalarının affı için kefaret öderler. İşte bu kefaretlerin başında köle ve cariye azat etmek ilk sıraya girmiştir. Bu hususta birçok ayet-i kerime inmiştir.
Savaşı müteakip hürriyetini kaybeden köle ve cariyeler, her ne kadar farklı statüye tâbi iseler de yine de birer insandırlar. Bunun için dinimizde köle ve cariyeyi hürriyetine kavuşturmak en büyük hayırlar arasında sayılmış, bir ibadet hükmünü taşımıştır. Buna teşvik eden birçok hadis-i şerif vardır. Bu hadislerden birisi şu mealdedir:
“Bir kimse, erkek veya kadın mü’min bir köle azat ederse, Allah o kölenin her azası karşılığında bir azasını cehennemden azat eder.”[19]
Köle azadını teşvik eden bir diğer esas da “mukâteb”lik uygulamasıdır. Bu da efendisi tarafından bir kıymet takdir olunarak, kölenin bu parayı kazanıp ödemesi yoluyla azat olmasıdır. Cenab-ı Hak mü’minleri buna teşvik etmiş ve bu hususta şöyle buyurmuşlardır:
“Nikâh (evlenme imkânı) bulamayanlar ise, Allah onları Kendi fazlından zenginleştirinceye kadar iffetli davransınlar. Ellerinizin malik olduğu (hükmünüz altında bulunup da) mükatebe isteyenlere (İslam’ın ilk dönemlerinde, kölelik ve cariyelikten özgürlüğe erişmeye; şimdi ise size olan borçları yüzünden hapse girip de bu cezadan kurtulmayı arzu edenlere) -eğer onlarda bir hayır görüyorsanız- mükatebe (özgür bırakma anlaşması) yapın. Ve Allah’ın size verdiği maldan (paradan) onlara da verin. Dünya hayatının geçici metaını ve menfaatini elde etmek için; ırzlarını korumak istedikleri halde, (cahiliye dönemindeki gibi) korumanız altındaki genç kadınları (sakın) fuhşa zorlamayın. Kim onları (fuhşa) zorlarsa (büyük vebal altındadır); şüphesiz, onların (fuhşa) zorlanmalarından sonra (tevbe edip namusunu koruyanları ise) Allah (onları) Bağışlayandır, Esirgeyendir.” (Nur: 33)
Ayrıca böyle bir kölenin hürriyetine kavuşması için Müslümanların verecekleri en sevaplı sadakaların böyle bir köleye verilen sadaka olduğu vurgulanmıştır.
Diğer taraftan dinimiz, köle ile efendisi arasında eşit hayat ve geçim şartını da getirmiştir. Köle olan kişinin ailenin bir ferdi olarak görülmesi, efendi ile kölenin aynı sofrada yemek yemesi tavsiye edilmiştir. Dinimize göre; efendi, kölesine yediğinden yedirmeli, giydiğinden giydirmelidir. Efendi, kölesine asla eziyette bulunmamalıdır.[20]
Köleler hakkında bir diğer husus da efendinin, kölesinin izzet-i nefsini rencide edecek şekilde çağırmasının uygun olmadığıdır. Efendinin, kölesini, “kölem, cariyem” şeklinde değil; “oğlum, kızım” şeklinde çağırması tavsiye edilmiştir.[21]
Yine köle ve cariyeler umumiyetle eğitim ve öğretimden mahrum kimseler olduklarından, onların cahil bırakılmayıp, okutulması ve yetiştirilmesi efendinin vazifeleri arasındadır.
Görüldüğü gibi, kölesini azat etmeyen kimselerin bu şartlarda köle tutması ve beslemesi ağır bir mes’uliyet getirmektedir. Ahmed Cevdet Paşa’nın; bir kimsenin mükellef olduğu vazifeleri yerine getirerek köle tutabilmesinin zorluğunu ifade eden: “Müslümanlıkta; köle almak, köle olmaktır.” sözü oldukça anlamlıdır.
Evet; İslamiyet’in kölelik sorununu ıslaha çalıştığı, hukuk sisteminde ona geniş bir yer ayırıp haklarına sahip çıktığı ve sonunda köleliğin tamamen kaldırılmasına yol açtığı düşünülürse, bu hususta ne kadar büyük bir inkılâp yaptığı anlaşılacaktır.
Herkese medeniyet dersi veren Batı’nın, asırlardır sömürge ve istilâ belasıyla insanları, bilhassa İslam dünyasını ezip sömürmeye çalıştığı, hatta Amerika’nın ve Güney Afrika’nın bugünlerde dahi siyahilere ikinci sınıf vatandaş muamelesi yaptığı gerçeği hatırlanırsa, köleliği aslında kimlerin devam ettirdiği daha iyi anlaşılacaktır. Yarım asırdan fazla olarak Demirperde ülkelerinde Komünist Rusya’nın zavallı insanlara reva gördüğü zulüm, canavarları bile utandırmıştır. İnsanları evlerinden, yurtlarından kovarak Sibirya’nın kamplarında insanlık dışı işkence ve zulümlere boğduğu ortadadır.
Bu hususları dikkate alarak diyoruz ki; kölelik müessesesini İslamiyet icat etmemiştir, aksine bu müesseseyi önce ıslah etmiş, ardından tamamen son vermiş ve ortadan kaldırmıştır.
[1] Kur’an ve Sünnet Işığında Cariyeler. A. Rıza Demircan. Ensar YY. Not: Alıntılar düzeltilerek aktarılmıştır.
[2] Bak: Beled: 13 – Maide: 89 – Nisa: 92 – Tevbe: 60 – Nur: 33
[3] Muhammed: 4
[4] Nisa: 3, 24, 25 – Nur: 32, 32
[5] Nisa: 25
[6] Bak: Nisa: 3 – Mü’minun: 5-6 ve Ev edatı
[7] Sh: 274
[8] Muhammed: 4
[9] Muhammed: 4
[10] Nisa: 25
[11] Talâk: 4 – Nisa: 24 – Ebu Davud; Nikâh 45
[12] Ahzâb: 59 – Nur: 31
[13] Buhari Nikâh 18
[14] Nisa: 3, 24, 25
[15] İ. Kesir – Nisa: 23
[16] Buhari Mükateb 2, Tecridi Sarih Hn.1122, Et-Tac 2/272. Varisi olmaksızın ölen azatlı kişiye onu azat eden varis olur. Bu da azat etmeye bir tür teşviktir.
[17] Razi Et-Tefsirul-Kebir Nisa 24, 10/42. Hâkka Suresi’nin “Eğer o elçi Bizim adımıza birtakım sözler uydursaydı, onu kıskıvrak yakalar, sonra da can damarını keserdik” anlamındaki 44-46. ayetlerinin penceresinden baktığımızda bu hadisin metin yönünden sahih olduğunda hiç şüphe etmiyoruz.
[18] Bak: İslam ve Osmanlı Hukukunda Kölelik ve Cariyelik. H. Tahsin Fendoğlu. Beyan YY.
[19] Buhari, Itk, 1 – Müslim, Itk, 21
[20] Buhari, Itk, 15.
[21] Buhari, Itk, 16.

İslam dünyası olarak adlandırdığımız halkı Müslüman devletlerin neden hala muasır medeniyetleri aşma noktasında sıkıntı yaşadığını ve hangi bakış açısına sahip olurlarsa bu sıkıntıları atlatacaklarını net bir şekilde görmüş olduk. 1450 yıla yaklaşan bir medeniyetin, içine sıkışıp tartıştığı konuların ilerlemek yerine karanlık tünellere açılan yollar olduğunu artık anlamışızdır. İnsanların dikkatini çekmek, kendi kıt düşüncelerini süslü göstermek, asıl ihtiyaç duyulan hususları geri plana atmak niyetiyle beşeri kanaatleri ilahi emir gibi sunan zevata karşı asıl insanlığın ihtiyacı olan hususları da delil getirerek ancak böyle cevap verilir. Biz insanlığı karanlıktan aydınlığa çıkaran bir dinin mensupları olarak, insanlığa Adil Düzen reçetelerini sunacak çalışmaları yapmalıyız. Hukuki manada bir değeri olmayan hususları sunmak yerine o gün yapılan sömürünün bugün bin mislini yapanlara cevap vermeli ve gerçek yüzlerini ortaya çıkarmalıyız. Çok şükür ki Milli Çözüm var ve bunları bizim adımıza yapıyor. Bunları yaparken halkın kafasını karıştıranlara da gereken cevapları veriyor elhamdulillah.
İslam tarihi boyunca ilim adamlarımız tarafından net-berrak bir tarzda ortaya koyulamamış…Zihinlerde türlü istifhamlara sebep olmuş pek çok konuda;Milli Çözüm-Üstad Ahmet AKGÜL Hocamızın yorum ve yaklaşımları bulanıklıkları gidermiş,İslam’ın tüm çağların ve insan kitlelerinin yegane kurtuluş seçeneği olduğu bir kez daha ispatlanmıştır!..
Milli Çözüm’ün vuzuha kavuşturduğu bu netameli diyebileceğimiz konular, sadece kitleleri ilgilendiren genel alanlar için değil!..Daha da fazlasıyla ilim,fikir,siyaset ,hükümet…vb ehli için de,belki onları daha çok ilgilendiren hususlar konusunda gerçekleşmiştir!..
Milli Çözüm-Üstad Ahmet AKGÜL Hocamız;başta Aziz ERBAKAN HOCAMIZIN ilmi,siyasi,manevi mirasına-DAVA’sına sımsıkı sahip çıkarak,asırlara ışık tutacak bu yüksek gerçekliği tüm yönleriyle özümseyip,benimsemiş…Asrımızın bu en büyük Öğretmeni’nin en seçkin bir TALEBESİ-TAKİPÇİSİ olarak tüm platformlarda en güçlü şekilde bu HAKİKAT’ın yılmaz savunucusu olmuştur!..
Öbür yandan Aziz ERBAKAN HOCAMIZIN himmet ve öğretileri yanı sıra;kendi samimi ve engin gayretleri…Yüksek bilgelik ve hikmetli kişilikleri…Üstün Cesaret ve hamiyetleri sayesinde yukarıda da kısmen değinildiği üzre; en öncelikle ve bğyük kıymette olan, Yüce KURAN-KERİM’in en doğru şekilde anlaşılmasına vesile olacak MEALİ KERİM’i hazırlamış!..100’ün üzerinde TELİF eserleri,binlerce makale ve şiirlerleriyle…İlimi,fikri,sosyal,siyasal …hayatta meydana gelen karanlık ve yıkımları;aydınlatıp düzenlemiş…Anlayan,KÖR OLMAYAN zizhin ve gönüller hayret ve hayranlık uyandırmışlardır!..
Yüksek bir iman,aşk ve azimle yürüttükleri…Zaten Hak nazarında makbul olduğu aşikar olan bu çabalar!..İnşallah hakların da ISLAH ve İFLAH ‘larına vesile olacak…Tüm insanlığın BARIŞ ve BEREKET içinde yaşayacakları ADİL DÜZEN VE YENİ BİR DÜNYA medeniyetinin kurulup -yürütülmesini -Rabbimizin inayet ve keremiyle-sağlayacaktır!..
İslam dini bütün insanların saadetinin tek çaresidir
Tam da bu konuyla ilgili, özellikle Talibanın Afganistan Yönetimini ele geçirdikten sonra İSLAM adına uyguladığı yanlış uygulamalar, Din Adamı sıfatıyla Dini yanlış anlatan şahıslar ve Kuranın Manasını ve mesajını doğru anlayamadan meal yazan şahıslar yüzünden İslam dinine karşı yanlış düşünceler beslenmesine, insanların İslam’dan soğumasına, deizme veya ateizme yönelmelerine sebep olmuşlardır.
Üstad Ahmet AKGÜL hocamız gerek yazdığı Meali Kerimle ve yazıları ile konuyu mükemmel bir şekilde her türlü yanlış anlaşılmadan uzak netlikte, İslam’ın özüne uygun şekilde izah etmişlerdir. Allah razı olsun.
Makalede geçen şu ifadeleri tekrarlamakta yarar görüyorum:
…
Bugün dünyada;
• Temiz su ve yeterli gıda bulamayan yüz binlerce insan, açlık ve perişanlık içerisinde kıvranmaktadır.
• Fuhşa zorlanan milyonlarca çocuk ve kadınlar bulunmaktadır. Ve bütün bunlar aslında çağdaş köleler konumundadır.
Evet, bugün kölelik sözde kaldırılmıştır. Fakat günümüzün modern cahiliyesinde, insanlık haysiyetine yaraşır bir yaşam ortamı hazırlanmamıştır. Zira kapitalist ve materyalist dünya âdeta; “Mazlumlar, açlar, güçsüz ve çaresiz insanlar bizlere kölelik yapsınlar!” havasındadırlar.
Hatta bir ömür bankaya fâiz borcu ödemeye mahkûm insanların hâli de “modern kölelik”ten farksızdır. Bunlar kendilerini her ne kadar hür hissetseler de ağır fakat gizli boyunduruklar altında yaşamaktadırlar.
…
Evet öncelikle Muhterem Ahmet Hocamıza kaleme aldıkları bu makale için kendilerine şükranlarımı arz ederim. Milli Çözüm’den öğrendiğimiz şu bilgileride aktarmak istiyorum:
Bütün insanlığın saadet içinde huzurlu mutlu mesut olabilmesi için şu 5 şart olmazsa olmaz:
1- Huzur,
2-HÜRRİYET
3-Adalet
4-Refah
5-İtibar (saygınlık) olması lazım gelir.
Makalemizde ismi geçen Ali Rıza Demircan’ların sanki, günümüzde de yaşanacak ve tabi mecbur ve meşru sayılacak savaşlar sonucu esir alınan kadınların CARİYE yapılabileceği gibi yanlış bir kanaat uyandıran yaklaşım ve yorumlarının, dayanağının olmadığını ve sakıncalarını Kur’an’a Sünnet’e göre çürüten bir makale… Ancak köle ve cariyelik evet kalksa da makaleden kısa alıntı yaptığım yorumumun başındaki ifadelerle de şuan insanlık özellikle ekonomik olarak, 5 ayrı mikropla modern köle olmaktan kurtulamıyor. Faiz mikrobu ile , onlarca çeşit vergilendirme alfabede harf kalmadı şu vergisi bu vergisi diye haksız vergiler mikrobu , darphane mikrobu ile karşılıksız basılan emeğin alın terinin eritildiği mikrob ile, kambiyo yani nakit para veya para yerine geçen her türlü belgenin (bono, çek, poliçe ve diğer menkul kıymetlerin) değiştirilmesi işlemi ile paranın değerinin düşürülmesi yükseltilmesi tuzaklarıyla köleleştirilen mikrop çeşidi ve bozuk bankacılık düzeni mikrobuyla insanlık aslında bu 5 mikrop ile iktisadi olarak sömürüldüğü alınterinin hiçe sayıldığı yöntemlerle bu bozuk batıl faizci sömürü sistemi olan kapitalizm düzeninin kurucularına yani SİYONİZME kölelik yaptırılmaktadır.. İşte bu modern köleliğe dur diyen olamaz böyle bir düzen insanlığın huzura mutluluğa erişmesine engel bir düzendir deyip insanlığı uyandıran ve bu bozuk düzenin yıkılması gerektiğini ve yerine İSLAMİ İNSANİ İLMİ bir düzen ADİL DÜZEN PROJELERİNİ hazırlayarak olgunlaştırarak başta tüm .dünya çapında saygın ilim ve fikir adamlarına , devlet yöneticilerine, bütün insanlığa deklare etmiş yetmez konferanslarla tv ve radyo programlarıyla ve kitap haline getirerek insanlığın hizmetine hazır hale sunmuştur… Yani siz hayatta yaşanan bir kısım olumsuzluklardan rahatsız olabilirsiniz peki bu rahatsız olduğunuz konuda bu rahatsızlığı giderecek bir hazırlığınız projeniz planınız programınız yoksa veya bunun derdini tasasını çekmiyorsanız siz o rahatsızlıktan aslında memnunsunuz rahatsızlık duymuyorsunuz demektir… Günümüzün Kur’an’a Tercümanı olan Milli Çözüm = Üstad Ahmet AKGÜL Hocamızdan başka böylesi bir hazırlığı derdi tasayı düşünceyi ortaya koyan ülkemizde olsun diğer islam ülkelerinde olsun hatta 200 küsür devlet içinde başka bir kimse hareket kurum kuruluş bulunmamaktadır… Bundan ötürü Milli Çözüm’e Üstad Ahmet AKGÜL Hocamıza sonsuz şükranlarımızı dualarımızı minnettarlığımızı arzediyorum… İyi ki varsınız.
İslam, köleliği kurumsallaştırmamış, aksine durumumun olumsuz etkilerini en aza indirecek tedbirleri alarak yavaş yavaş ortadan kaldırmıştır.
Meşhur sözdür “Çingeneye beylik vermişler, önce babasını asmış”. Köleliğin yaygın olduğu zamanlarda, bu durumun da etkisiyle insanlar köle olmaya alışmış ve başka hiçbir işe yaramayan insanlar olarak anılmayı özümsemişlerdir.
Hal böyle olunca da Hz Musa döneminde olduğu gibi Hz Musa ile birlikte yola çıkan İsrailoğulları hür iradeleriyle karşı koymak zorunda kaldıkları her zorluk karşısında eski kölelik günlerini özlemiş ve Hz Musaya karşı ayak diretmişlerdir.
Bu insanlar kendi kendilerine bir toplum olmanın yolunu öğrendikleri zaman, köle olarak yaşamanın nasıl bir zulüm olduğunun farkına varmışlar ve diğer insanların içine karışarak insanca bir hayat yaşamanın keyfine varmışlardır.
Ne var ki insanların insanlara satın alınıp köle yapıldığı zamanlar çok geride kalsa da, günümüzde sömürü düzeninin etkisi ile Medeni kölelik ortaya çıkmış ve yine bir kısım insanlar ve çevreler bu yolla insanları köle yapmış ve belki de karın tokluğuna kendilerine hizmet ettirmişlerdir. Karşı geldikleri takdirde ellerindeki kıt imkanları da kaybedecekleri korkusu yayarak, akıllı uslu (!) olmaları konusunda uyarmışlardır.
Günümüzde asgari ücretin açlık sınırı diye tabir edilen seviyenin altında olması buna örnek gösterilebilir. Çünkü zaten açlık sınırı altında olan çalışanlar eğer buna razı olmazlar ise yiyecek lokma bulamayacağı korkusu ile kontrol altında tutulmaktadır.
, Kur’an’daki Evrensel boyutlu pek çok ayetlerin..
ibret ve hikmet dolu öğütlerin, hep kapsamını daraltarak ve belli bir kavme veya kesime Has sanarak yorumlamak, bir türlü aşamadığımız bir eksikliktir. Çünkü bozuk ve bencil fikirlerin.. Ahlaki çöküntü ve fakirliklerin,… Kuranın mealini okumamaktan…. Artık,) İman edenlerin Allah’ın (hüküm ve haberlerini, nimet ve hikmetlerini düşünmek) ve Hakk olarak indirilen Zikri (bu Kur’an-ı Kerim’i dikkatle okuyup anlamaya ve gereğini uygulamaya gayret etmek) için, kalplerinin saygı ve kaygı ile yumuşayacağı zaman hâlâ gelmedi mi? (Sakın Müslümanlar,) Bundan önce kendilerine kitap verilip de, sonra üzerlerinden uzun bir süre geçtiğinden bu nedenle kalpleri katılaşmış (böylece kitaplarını bozmuş, dinlerini yozlaştırmış ve Hakk Dinden uzaklaşmış) bulunanlar gibi olmasınlar! Ki onların çoğu da fasık (günah ve kötülüğe dalmış) olan kimselerdi.
Hayat sürer idin hem de gündelik
Paran pula döndü cüzdan da delik
Sonunda halin bak İMF’lik
Sen hangi halayda mendil sallarsın
Ülke adım adım geri kayarken
Giden gitti zaten gelen soyarken
Bir millî çözüme ihtiyaç varken
Sen hangi halayda mendil sallarsın
Hürriyet, En Kutsal İnsan Hakkıdır! Ve maalesef insanın, insan olma itibarıyla haysiyet ve şerefinden gelen bir hürriyet hakkı, hemen hemen tarihin bütün devirlerinde doğrudan veya dolaylı şekilde elinden alınmıştır.
Bilhassa Roma hukuku ve Yunan kanunlarıyla köleliği zarurî bir ihtiyaç haline sokmuşlardı, insanları bir eşya gibi pazarlarda satmaya başlamışlardı.
Ve A. Rıza Demircan gibiler “İslam’da Kölelik ve CARİYELİK”in geçerli olduğu, algısını vermeye çalışmakla, İslam’a en büyük kötülüğü yapmakta ve Hak dini yozlaştırmaya çalışan gerici yobazlar ve tesirlerinde kalanlar; İslam’ın insana verdiği eşsiz hürriyet ve hakların anlaşılması karşısında hainliğine veya nefsi çıkarı perde olmaya çalışmışlardır.
İnsana hürriyetinin verilmesi adına batı ve batıcıların tesirinde ki layt-radikal- işbirlikçi İslamcı kafalar geçmişte nasıl İslam’ın karşısında sınıfta kalmışsa; bugünde Milli Çözüm’ün ortaya koymuş olduğu “Adil Düzen”in insana verdiği hürriyetler ve insan hakları karşısında iflas etmiştir.
Allah cümlemizden razı olsun.
Milli Çözüm hazırlamış olduğu Adil Düzen programları ile her türlü kölelikten ve esaretten kurtuluşun temel parametrelerini,temel esaslarını Türkiyenin yetkili birimleri başta olmak üzere, tüm dünyaya açıkça deklare etmiştir..
Temel insan haklarını ve bu hakları tesis edecek kurumları ve kuralları,en ince detaylarına kadar bünyesinde barındıran
Adil Düzen;
♦️Akl’ı Selim
♦️Müspet İlim
♦️Vicdani Tatmin
♦️Tarihi Birikim
♦️Evrensel Hukuk ve
♦️Kur’an’ı Kerim’in ortaklaşa hep birlikte doğru bulduklarına sahip çıkan, yine, her birinin yanlış olarak tanımladıklarından uzak durarak, hazırlanmış küresel bir programdır..
Ekonomik köleliği,Ortaklık Sistemiyle..
Siyasi ve Hukuki köleliği, Şura ve Dayanışma Ortaklığıyla..
Ahlâki köleliği, Denetleme İradesiyle.. Eğitimdeki köleliği, Ehliyet ve Teminat Kurumları ile.. ortadan kaldıran bir düzenin inşaası, artık kaçınılmaz bir hal almıştır.!
Ve Allahın izni ile bu Düzeni tesis edecek bilgi, birikim, azim ve İman ise Milli Çözüm’ün Şahsı Manevisi başta olmak üzere tüm kadrosunda bulunmaktadır!!
“Nikâh (evlenme imkânı) bulamayanlar ise, Allah onları Kendi fazlından zenginleştirinceye kadar iffetli davransınlar. Ellerinizin malik olduğu (hükmünüz altında bulunup da) mükatebe isteyenlere (İslam’ın ilk dönemlerinde, kölelik ve cariyelikten özgürlüğe erişmeye; şimdi ise size olan borçları yüzünden hapse girip de bu cezadan kurtulmayı arzu edenlere) -eğer onlarda bir hayır görüyorsanız- mükatebe (özgür bırakma anlaşması) yapın. Ve Allah’ın size verdiği maldan (paradan) onlara da verin. Dünya hayatının geçici metaını ve menfaatini elde etmek için; ırzlarını korumak istedikleri halde, (cahiliye dönemindeki gibi) korumanız altındaki genç kadınları (sakın) fuhşa zorlamayın. Kim onları (fuhşa) zorlarsa (büyük vebal altındadır); şüphesiz, onların (fuhşa) zorlanmalarından sonra (tevbe edip namusunu koruyanları ise) Allah (onları) Bağışlayandır, Esirgeyendir.” (Nur: 33)
Zaten ayetleri düşünmeden yorumlayan ve ona bir takım uygunsuz mana veren meal yazarları değil midir bir çok kimsenin Kur’an’a karşı antipati beslemesine sebebiyet veren.
Mesela tek eşlilik yerine sanki 4 eşlilik İslam’ın emri gibi yorum yapan, günümüz insanlarının antipatisini kazananlara ne demeli?
Bir eşi var ve birkaç tane de cariyesi, canı hangisini isterse ona gider gibi yorum yapıp sohbet yapanlar acaba gerçekten İslam’a mı hizmet etmektedir?
10 yaşına gelen kızları evlendirmek için yarış yapanlar, İslam dini hakkında nasıl bir imaj yaratmaya çalıştığınızın farkında mısınız?