MÜGE ANLI’NIN ÇAĞRISI
VE
MİLYONLARIN SESSİZ ÇIĞLIĞI
Üstad Ahmet Akgül’ün Gebze Sohbet Notlarıdır:
Oldukça yararlı ve başarılı bir sosyal sorumluluk bilinci taşıyan ve pek çok sorunun çözümüne katkı sunan Müge Anlı’nın “Tatlı Sert” programında, Muğla’da işlenen iğrenç ve ilginç bir cinayete projektör tutmuşlardı. İddialara göre, kocasının ve yetişkin oğullarının da bilgisi dahilinde, evli bir kişiyle dost hayatı yaşayan bu kadın; 85 yaşındaki annesinin, çocuklarının ve sözde sevgilisinin desteği ile, kendi resmi nikâhlı eşinin kafasına, özel hazırladıkları beyzbol sopasıyla vurup öldürmüş ve cesedini Yaylalık alanda taşların ve kayaların arkasına saklamışlardı!?.
Hatta başka bir TV programında; aylardır, “öz kızının hamile bırakılıp sonra ortadan kaldırıldığı veya pazarlanıp satıldığı” iddiaları tartışılmaktaydı. İşte değerli gazeteci ve bize göre seçkin sosyal bilimci olan Müge Anlı, şu gerekli ve gerçekçi teklifi gündeme taşımışlardı:
“Bu cinayet olayının ve çarpık aile yapısının, üniversitelerde sosyoloji ve psikoloji uzmanlarınca özel araştırma konusu yapılması ve üzerinde tezler hazırlanması lazımdı!..”
Evet, toplum bünyemiz ve onun en küçük yapı taşı olan aile çekirdeğimiz, hangi nedenler ve etkenlerle bu denli yozlaşmış ve ilişkiler çığırından çıkmıştı?
“Acaba ülkemizde, bu denli sevgisiz, erdemsiz ve mutlu gelecekten ümitsiz daha kaç ailemiz vardı?..”
İşte kahredici ve endişe verici bu sonuçları ve sorunları doğuran asıl sebeplere inilmesi; sistemin, hükümetlerin, Milli Eğitimin, TV’lerin, sosyal medya disiplinsizliğinin, hatta ekonomik ve siyasi yetersizliklerin tek tek irdelenmesi lazımdı. Çünkü çok ciddi ve etkin çareler üretilmezse, ülke ve millet olarak çok daha ağır faturalarla karşılaşmamız kaçınılmazdı. İz’an ve vicdan sahibi hiçbir kişi ve devlet yetkilisi; “Canım o kadar da abartmayın, koca 80 milyonluk ülkede böyle birkaç bin olumsuz örneğe takılıp kalmayın!..” diyerek karşı çıkamazdı. Zira vücudumuzun herhangi bir organında başlayan ve çok küçük bir yer kaplayan kanser tümörünü, “Üzerinde fazla durmayın, 80 kg içindeki bu 8 gr’lık kitleyi kafaya takmayın!..” diye geçiştirmeye çalışanlara aldanmayarak, bir süre sonra kanser hücrelerinin veya kangrenleşmenin tüm bedenimizi kapsayacağını unutmayan bir bilinçle ve titizlikle davranmamız şarttır!..
Teve2’de yayınlanan Geniş Aile dizisinin bir sahnesinde:
“18 yaşından büyük erkekler, kadınlar hamamına bile giremiyor, biz bu kafayla AB’ye nasıl kabul edileceğiz?”
“Anneciğim 4 yıllık evliyiz, usandım. Eşimle ten uyuşmazlığımız var, boşanacağız. Hem zaten Türkiye’mizde böylesi ayrılmalar normal karşılanıyor. 2 yaşındaki bebeğimizi de bir müddet size bırakırız” gibi ifadelerle boşanmalar, nikâhsız birlikte yaşamalar, plaj kıyafetiyle sokakta dolaşmalar sürekli teşvik edilip aile yapımızın temeline dinamit konulmakta, maalesef toplumumuz aile ile beraber millet olma şuurundan ve sorumluluğundan da uzaklaştırılmaktadır.
Milli Mücadelemizin ilk mitingi; Mustafa Kemal’in Samsun’dan sonra geçtiği Havza’da bulunduğu, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin temellerini oluşturduğu sırada, kendisinin de katıldığı Merkez Camisinde kılınan Cuma namazının ardından cami önünde imamın ateşli nutkuyla başlayan tarihi miting, ülke çapında direnişin başlangıcıydı. Havza’dan sonra Amasya’ya, ardından Sivas’a ve Erzurum’a geçen Atatürk’ün en önemli liderlik vasfı, halkıyla ve onun inançlarıyla bütünleşip barışık olmasaydı ülkemiz kurtulamayacak ve Türkiye’miz kurulamayacaktı. Ama düşman güçlerin, Siyonist ve Emperyalist merkezlerin boş duracaklarını sanmak bir yanılgıydı. İşte bakınız, giderek ve çok büyük tehlikeler arz ederek; sosyolojik sağlığımız bozulmakta, psikolojik sıkıntılarımız artmakta, zevk taparlık ve etik tanımazlık saplantı ve sapkınlıkları, aile bireylerini, evlat ebeveyn ilişkilerini bile sarsmaktadır. Erbakan Hocamızın ısrarla vurguladığı gibi, ülkemiz ve milletimiz üzerinde Siyonist Haim Nahum Doktrini şöyle uygulanmaktadır:
1- Türkiye’nin ekonomik ve teknolojik kalkınmasına engel olacaksınız.
2- Bunun için ağır faizli dış borca batıracaksınız…
3- Gençleri, yetişkinleri işsiz ve çaresiz bırakacak; emekliyi, işçiyi, çiftçiyi açlık ve sefaletin kucağına atacaksınız.
4- Bu Milleti; Dininden, ahlâki ve manevi değerlerinden uzaklaştıracaksınız… Ailenin temellerini yıkacaksınız…
5- Gerici-İlerici, Türk-Kürt, Alevi-Sünni, Solcu-Sağcı diye ayırıp parçalayacaksınız.
6- Bu kesimleri kışkırtıp çarpıştıracaksınız.
7- Böylece küçük ve yumuşak lokma haline getirip yutacaksınız…
İşte bugün, bu sinsi ve şeytani planların hepsi uygulanmakta ve memleketin manzarası uykularımızı kaçırmaktadır!
Bu nedenlerle sohbetimiz kendi iç muhasebemize, Milli birlik ve dirliğimize yönelik olacaktır. Bu çok hayırlı, yararlı ve inşaallah bütün insanlık adına büyük inkılaplara vesile olacak hizmetleri yapanların önünde, bir kısım çok tehlikeli şeytani tuzaklar vardır. Önce bütün bu gayretlerimizin, hizmetlerimizin, faaliyetlerimizin altındaki asıl neden, Allah’a olan kulluk sorumluluklarımız ve tüm halkımıza olan muhabbet ve minnet borçlarımızdır. Çünkü İslam; Yüce Yaratıcıya tazim ve hürmet ve tüm mahlûkata şefkat ve merhamet esaslıdır. Bir ayet-i kerimede Cenab-ı Hak; Esteizubillah “Vema halektul cinne vel-inse illa liya’büdun” buyurmaktadır. Yani (Ben Azimüşşan) “İnsanları ve cinleri ancak Bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyât: 56) buyurmaktadır. Başka bir ayet-i kerimede Esteizubillah “Va’büd Rabbeke hatta ye’tiyekel yakin” “Ölüm gelinceye kadar ey Nebim Sen ve ümmetin Bana kullukta, ibadette devam edin.” (Hicr: 99) uyarısı yapılmaktadır. Demek ki; hayatımızın asıl gayesi, yaratılışımızın asıl hedefi; Allah’a kulluk yapmak, devamlı O’nun huzurunda imtihan oluyor huzuru içinde yaşamak… Ve insanlara, hayvanlara ve tüm tabiata karşı sorumluluklarımızı kuşanmaktır. İbadet; hayatımızın tamamını kapsayan bir kavram olduğu için bir mü’minin her hali ama her hali ibadet kapsamındadır. Sadece namaz, oruç, hac gibi emredilen ibadetleri yapması değil; yemesi, içmesi, kazanması, harcaması, çalışması, yorulması, uyuması, dinlenmesi, eğlenmesi, hayatının tamamı Allah’ın emir ve nehiyleri çerçevesinde ve tüm insanlara yararlı olmak hedefinde ise ibadettir. Ancak bu ibadetlerin elbette bazı sıkıntıları vardır. Niye namaz kılıyorsak; tebliğ cihadını, fikri ve siyasi cihadımızı onun için yapıyoruz. Niçin oruç tutuyorsak, niçin imkânımız olsa, paramız olsa hacca gidiyorsak… Niçin haramlardan, günahlardan sakınıyorsak işte onun için de Cihad yapıyoruz. Manevi ve ahlâki temeller üzerinde fikri ve siyasi cihadımız da ibadet kapsamındadır. “Şu kadar yıl namaz kıldım neye yaradı, neyi kazandım ki!..” diye sorulur mu? Veya böyle diyenler şuurlu Müslüman yerine konur mu? Bize, “Bu kadar yıl namaz kıldın da neyin sahibi oldun?!” diyenler cahildir, gafildir… Şayet bunları inkâr ederek söylerse Allah korusun daha beterdir. “Şu kadar yıl oruç tuttum da neyin sahibi oldum, nereye vardım?” denir mi? Denmez!.. Niye? Çünkü kulluk görevimi yerine getirdim… “Ed dünya mezraatül ahireh” ahiret tarlasına ekin ektim… Bu ibadetler, hizmetler ve gayretler; inşaallah ahirette saraylar, ırmaklar, ebedi nimet ortamları olarak, cennet olarak bize geri dönecek. Ebedi yatırım yapıyoruz, daha ne olacaktı? İşte onun için bu siyasi cihadı, fikri cihadı yapıyoruz. Onun için de ülkemizde ve yeryüzünde; aklıselime, müspet bilime, tarihi deneyime, vicdani kanaate ve manevi değerlerimize uygun Adil bir Düzen kurulsun diye çırpınıyoruz. Ve bu çabalarımızdan dolayı da “Bu kadar uğraştım da ne oldu, neyi kazandım?!” diyenler, maalesef gafil takımıdır, cahil takımıdır. Bu kötü düşünceleri bize üfleyen, vesvese eden de şeytandır. Onun için bu hizmetlerin ibadet olma şuurundan uzaklaşmaması için “3 U formülü”ne ihtiyaç vardır. Erbakan Hocamız, böyle hatırda kalacak şekilde söz söylemeyi, gerçekleri formüle etmeyi çok severdi. Hatta buyururdu ki; “İlim tasniften ibarettir.” Çünkü konuları sınıflandırmak, anlaşılmasını ve akılda kalmasını kolaylaştırır.
Ve hamdolsun Rabbimize, yine bir örneği bulunmayan çok önemli bir hizmet, Allah’ın lütfuyla sizlerin çok önemli katkıları ve gayretiyle başarıldı. Özellikle de Osman Bey kardeşimin, İzmit ekibinin bu konuda çok özel gayretleri oldu. İstanbul ekibinin gayretleriyle “100 Kur’ani Kavram ve Yorumları” kitabımız da çıktı ve çok güzel baskısı tamamlandı. İnşaallah İmam Hatip Okullu talebelerin, İmam-Hatiplerin, vaizlerin, müftülerin, İlahiyat Fakültelerinin, araştırmacıların başvuru kitabı kaynağı olacak çok önemli bir eser ortaya çıktı.
Bu fikri ve siyasi tebliğ cihadımızın, ülkemizde ve yeryüzünde bütün insanların, Allah’ın bütün kullarının huzura ulaşacağı; akli, ilmi, vicdani, tarihi, dini ve imani gereklere ve temellere dayalı bir düzen kurma gayretimizi boşa çıkarmamak için “3 U formülüne” dikkat etmemiz lazımdır.
1- Unutmamak; Allah’ı, ahiret hayatını, aile efradını, ana-babasını, akrabasını, vatanını, atasını, halkını, bağımsızlık ve bekasını unutmamak.
2- Utanmamak; Hakkı konuşmaktan, hayra koşuşmaktan, haksızlığa ve ahlâksızlığa karşı çıkmaktan, doğruları savunmaktan utanmamak…
3- Umutlu olmak; ye’se kapılmamak, ümidini yitirip gayretini ve görevini bırakmamak, zorluklara ve sıkıntılara katlanmak lazımdır.
Bu samimiyet ve gayretle çalışırsam şeytanın telkin ve tuzakları bana etkili olmaz. Niye yapıyorum? Niye çalışıyorum? Niye konuşuyorum? Niye harcıyorum? Niye risk alıyorum? sorularının doğru yanıtı: Rabbimin rızası için O’na kulluk yapıyorum ve O’nun hatırına bütün kullarını ve mahlûkatını sevip sahipleniyorum. Bunu unutmazsan pek çok mesele kendiliğinden çözülüyor. Baştan unuttuğun zaman sen de unutulursun. Hatta Haşr Suresi’nin, yani Yahudilerin sürgün edilmesini anlatan surenin son ayetlerinde ne diyor Cenab-ı Hak; “Ya eyyuhellezine amenuttakullahe” “Ey İman edenler Allah’tan korkun!” “Veltanzur nefsun mâ kaddemet liğadin” ve herkes, her nefis yarın için, ahiret için, kabir, mahşer, hesap, sırat ve sonrası için neler hazırlamış olduğuna, neler takdim etmiş olduğuna bir baksın. Bunlar bana yeterli mi, değil mi? İbadet ve hizmetlerinin aralarına riya karışanları çık, baştan savma yaptıklarını çık, istemeyerek utanma pazarına yaptıklarını çık, geri kalanlar kurtaracak mı, yeterli olacak mı? Öyle ya; iman var, hazırlık var ki, seni kabre kadar götürür, orada biter, tükenir. İman var, kabirden çıkarır ama mahşerde biter, tükenir. Öylesi var, sıratın kapısına kadar ancak yetirir. Seni cennete sokacak kadar hazırlık lazım. O da sağlam, riya gösteriş karışmamış, zoraki yapılmamış, baştan savma yapılmamış, Allah’ın rızası ve insanların rahatı ve hatırı için yapılmış ibadet ve hizmetler senin sermayen olacaktır. Kurtuluşun çaresi budur. Unutmadan; Allah’ı, ahireti, hesabı, kulluk görevini ve sorumluluğunu hatırdan çıkarmadan çalışmak, yaşamaktır.
İkincisi; bu yaptıklarından dolayı onur duymak, utanmamak lazımdır. Sen utanılacak değil; sen onur duyulacak, huzur duyulacak, sevinç duyulacak bir hizmet yapıyorsun. Milli Çözümcü olduğunu, Milli Görüşçü olduğunu, Erbakan’ın takipçisi ve talebesi olduğunu gizlemeyi düşünmek bir hastalıktır. Derdin ne?! Dikkat ederseniz, biz her toplantıya Milli Görüşçü ve Erbakan’ın takipçisi ve talebesi olduğumuzu vurgulayarak başlarız. Niye? Çünkü Hakkın ve halkın hizmetindeyiz. Milli ve manevi sorumluluklarımızın bilincindeyiz. Bu bizim en büyük şerefimiz de onun için. Bir kişi Milli Görüş’te, efendim Hak ve hayır hizmetinde en önemli kademelerinde bir yerde bulunduğu halde konuşurken, kendinin Milli Görüşçü olduğunu bile diyemeden ayrılıyorsa onda bir sıkıntı var demektir. Bir insan, en şerefli kimliğini gizlemekten korkar, utanır mı?
Üçüncüsü; umutla hayatını sürdürmeye çalışmak lazımdır. Asla ümitsiz olmadan; yahu olmuyor, çok çalıştık, bundan sonra da olacağı da yok zaten gibi havalara ve şeytanın iğvasına kapılmadan yoluna devam eden, inşaallah tuzakları atlatır.
Küfrün çeşitleri vardır, ama benim aklıma gelen şöyle sıralama da mümkün ve münasiptir:
Açık küfür vardır. Allah’ı, ahireti, maneviyatı, dini, kitabı, peygamberi resmen inkâr ediyor, kabul etmiyor, bu açık küfürdür. Bir de gizli küfür vardır; Müslüman görünüyor, inanmış gibi davranıyor, hatta bir kısım ibadetleri yapıyor, bir kısım kötülüklerden sakınıyor. Ama gerçekte; ahirete, Allah’ın gücüne, Allah’ın hükümlerine, onların en büyük saadet kaynağı olduğu gerçeğine inanmıyor. Hatta akla, vicdana, Kur’an’a, imana, İslam’a ve evrensel hukuk kurallarına uygun bir düzen kurulmasını hiç istemiyor! “Böyle olması gerekir” diyenlere kızıyor, gıcık alıyor. “Niye ortalığı karıştırıyorsunuz!?” diye onlara çatıyor. Ama aynı zamanda çok muttaki geçiniyor. Belki sarığı ve cübbesi ile göz dolduruyor. Efendim takvası var, tarikatı var. Belki Nurcu, Süleymancı diye bilinen bir cemaate veya meşhur bir tarikata mensup bulunuyor. Ama İslam ahlâkından hoşlandığı kadar bir adamın, İslam ahkâmına da hazır ve razı olması gerekiyor… Rabbinin kitabına ve kurallarına hazır olması, razı olması gerekmez mi bir Müslümanın? Bu “İslam ahkâmı” kavramından bile gıcık alan, ama itirazına bazı kılıflar saran insan ne kadar inanmıştır? Zamanı mı? Erken çıkmayın ortaya! Bilmem ne… Velhasıl bir açık küfür var bir de gizli küfür var ki, o da münafıklıktır. Peki bir de “sinsi küfür” var. Bu nedir? İbrahim Suresi’nin 2. ayetinin sonunda “şunlar kâfirdir” deyip devam ediyor: “Ellezine yestühibbunel hayateddünya alel ahirah” onları tarif ediyor şimdi. O kimseler ki ahirete inanırlar, ahiret için bazı hazırlıklar da yaparlar. Hatta herkesin yapmadığı bir kısım zorluklara ve sorumluluklara da katlanırlar. Amma asıl önemli saydıkları, öne aldıkları ve ulaşmaya çalıştıkları şey ahiret hayatı değil; ondan önce dünya hayatını, makam ve menfaati, üste çıkmayı, baş olmayı, herkese hava atmayı ve hükümran olmayı birinci sıraya koyarlar. Ahiretten çok dünya hayatını, bu hayat içindeki bir kısım makamlara, imkânlara kavuşmayı daha çok severler. Bunları daha çok düşünürler. Bunu daha çok dert edinirler. Bu da sinsi küfre götüren şeytani bir tohum gibidir. Allah muhafaza buyursun. Şimdi bütün derdi ahiret olan, ahiret hazırlığı yaptığı için sevinip duran bir insan; dünyada çalıştım, çırpındım ama bir şeylerin sahibi olamadım diye üzülür mü? Evet, ümmetin çektiği sıkıntılara, Filistin’deki mazlum mü’min kardeşlerimizin uğradığı belalara ciğeri yanar, destek çıkar, bu elbette gereklidir, o ayrı bir şeydir. Onların kurtuluşuna vesile olacak sonuçları Allah’tan umar, bu değerlidir. Ama “Bu kadar uğraştım, çırpındım, geldim, gittim, verdim, ama hiçbir işe yaramadı!” diyen aldanmıştır. Ne diyorsun kardeş, sen ne dediğinin farkında mısın? Senin bu itirazın kime biliyor musun? Allah’a, doğrudan doğruya Mevlâ’yadır. Niye bizi bu kadar aldattın ve oyaladın? Hani verecektin, niye geciktirdin?! diyor isen sen kime itiraz ettiğinin farkında mısın?! Bu durumda sen kulluk görevini unutmuşsun… Yahu sen kulsun.
Bir zaman birileri sormuştu: Şu ahlâksız yayınların yeni yeni çıktığı, tahribat yapmaya başladığı dönemde, internetlerde hayâsız yazılar ve porno yayınları günah mı? diye… Bir sohbet esnasında: “Ben de onların benzerini seyrediyorum!” deyince soğuk duş etkisi yaptı. “Ne diyorsun Sen?!..” diye şaşırmışlardı. Ama dedim, bakınız; Rabbimiz Kur’an’ında va’dettiği, cennetleri anlatmıyor mu?! Özelliklerini saymıyor mu onların? İçinde sıkça hurilerden, gılmanlardan, cennetteki lüks ve leziz hayattan bahsetmiyor mu? Ben de onları düşünüyorum. Buradaki rezil, haram, yasak olan görüntülerle; kalbimi, kafamı, gözümü, gönlümü kirleteceğime, Kur’an’ın ilgili ayetlerini ve müjdelerini tefekkür ediyorum. Sabredersem, Allah’ın yolunda hizmetimi, edebimi ve erdemimi devam ettirirsem, O’nun rızasına erer de cennetine girersem, bütün bunların gerçeğine kavuşacağımı biliyorum. Dikkat edin, bunu düşünmeye çalışsanız şeytan bir saniye bile tahammül edemez. Evet, bizler cennetlerin manevi filmleriyle meşgul ederiz kafamızı, kalbimizi. Hem ibadet sevabı kazanırız, hem de Allah’ın va’dettiği şeylere talip olarak onların manevi lezzetlerini yaşarız…
Bazıları, dünya sevdasıyla kafayı takmış; burada şu makama oturacağım, şunları dışlayacağım, şunlara hava atacağım. Gecikti, ne zaman olacak? Şu kişi bana engel çıkarır mı? Ayak takayım… Şu ileri geçebilir, bir engel olayım… Aman yapmayın kardeşler, sakın yapmayın! Yav Allah hidayetinizi karartsın mı istiyorsunuz? “Biz Allah’a çok hizmet ettik, ibadet ettik, bize mecbur ve mahkûmdur, hâşâ ne düşünürsek düşünelim, ne edersek edelim bize karışamaz” mı zannediyorsunuz? Yahu belanızı mı istiyorsunuz? Evet şeytanın görevidir, herkese, hepimize zaman zaman bu teklifleri, bu telkinleri yapar, bu vesveseleri bize ulaştırır. Ama bunları kulak ardı etmek lazım, üstünde durmamak lazım. Eğer bunlar davranışımıza yansıyorsa tehlike başlamış demektir. Allah muhafaza etsin, ne diyorsun sen?! Neyin peşindesin?!.. Sen kadere inanmıyor musun? Bu dünyada milim milim, saniye saniye, ne yaşayacağını Allah takdir ediyor, bilmiyor musun? Senin kirli oyunların planların tutmaz be kardeş. Sen iyi niyetli ol da şerefini, sevabını, ahiretini kurtar. Cenab-ı Hak bile Kur’an-ı Kerim’de; Kur’an’ın bereketi olarak, Kendine hizmet etmenin bereketi olarak, her halde ve her yerde önce ahireti, cenneti, ondan önce affı mağfiretini hatırlatır. Sonra dünyada da size zafer vereceğim diye sevindirir. Dünyalık, en son anlatılacak şeydir ama onu da va’detmiş yerine getirecek. Saff: 10. ayette: “Ey iman edenler! Sizi çok elim bir azaptan (toplumsal yozlaşmadan ve İlahi gazaptan) kurtaracak ve çok büyük şereflere sevaplara (toplumsal huzur ve onura ve uhrevi mutluluğa) ulaştıracak, çok kârlı bir ticareti öğretip anlatayım mı? Öyle bir ticarete ve kazanca size delil olayım mı?” “(Buyur Ya Rabbi!..) Bu ticaret; Allah ve Resulüne tamamen ve sadakatle iman etmenizdir.” Hemen arkasından “Allah ve Resulüne tam inandıktan sonra O’nun yolunda Hak hâkim olsun, (Halk ise huzur bulsun diye) Kur’an, adalet nizamı kurulsun da bütün insanlık kurtulsun diye cihad edip çalışmanızdır.” (Saff: 11) Bakın lütfen dikkat edin, Allah ve Resulüne imandan sonra; hemen namazı anlatmıyor, orucu anlatmıyor, haccı anlatmıyor, zikri anlatmıyor, neyi emredip anlatıyor? Cihadı, yani ülkemizde ve yeryüzünde ekonomik, siyasi, sosyal, ahlâki ve ailevi yönden hayırlı ve yararlı bir düzen kurulması için çalışıp çabalamayı ve bunu hem fert hem cemiyet olarak milli, manevi ve insani bir sorumluluk saymayı emredip anlatıyor. Elbette namaz dinin direğidir. İyi de bunu hatırlatan hadisin devamını da söyleyelim. O nedir? Bir de bu direğin bir çatısı ve zirvesi var! Ki o da cihaddır. Yani fikri, siyasi ve içtimai huzur ve mutluluk için çalışmaktır. Şayet bir binanın bu çatısı olmazsa en kıymetli eşyaları evine doldur, bir yağmurda, bir tozda, dumanda hepsi boşa çıkacaktır. Eğer bilseniz var ya, şu Allah yolunda ve tüm kullarının insanlık hatırına ve huzur yatırımına çabalamanız, tam sağlam imanla beraber malınızla, canınızla Allah yolunda ömür boyu cihad yapmanız, yani Milli Savunma ile birlikte toplumsal huzur ve onuru sağlayacak; fikri, ahlâki, ekonomik ve sosyal kalkınma tedbirlerini almanız; en hayırlı, en yararlı ve en büyük yatırımdır. Bir ayet sonrasında: “Asıl sizin için önemli olan sonsuz ve kusursuz ahiret nimetlerine kavuşacağınız cennettir. İçinde ebedi kalacağınız cennetleri bu dünyadaki imani, ilmi ve insani çabalarınıza göre vereceğim” diyor. (Saff: 12) Hemen arkasından da içinizden geçer; Ya Rabbi, ya dünyamız ne olacak? Tamam, ahirette cennet lütfedeceksin asıl kalıcı nimet odur, şeref odur. “Ve uhra tuhibbuneha” bütün bunların yanında size dünyada da arzu ettiğiniz, sevip umup beklediğiniz bir şey daha var. Nedir o? “Nasrun minallahi ve fethun karip” “Yardım Allah’tandır ve zafer yakındır!” “Ve beşşiril mü’minin” “mü’minlere müjde ver” (Saff: 13) Mü’min olmayanlar anlamazlar boşuna niye uğraşıyorsunuz!? Ha taşa, ağaca söylemişsiniz veya hayvana söylemişsiniz. İnanmayana, aklını, vicdanını kullanmayana, anlamayana söylemek israftır.
Haset, kötü bir duygudur. Ama hele mü’minler için manevi zehir konumundadır. Şu an tahmin ediyorum, şu kadar yıl dostluğumuzda 1000 sefer hatırlatmışızdır. Yazılarımız ve konuşmalarımızla beraber. Nedir o? Biz, bir şirket-i maneviyeyiz. Manevi bir şirketiz. Kârlar ortak dağıtılıyor. Elbette herkes çalışıp çabalıyor, bilgisi ve becerisi nispetinde, emeğine gayretine göre payını hissesini alıyor. Fabrikalar böyle kurulmuyor mu? Şirketler böyle çalışmıyor mu? Yatırımına, payına, çabana göre hisse dağıtılmıyor mu? Ama içimizden birisi daha çok yatırıyor, daha çok kâr edecek ortamı hazırlıyorsa şu dünyada ona kızan, niye bana daha çok para kazandırıyorsun? Niye şirketimizi büyütüyorsun? diyen bir adam çıkmış mı bugüne kadar? Niye!.. Bırak da çalışsın. Ben edemiyorum, o çalışıyor ama kârımız ortak kardeşim. Bırak çalışsın. Allah senden razı olsun. Şimdi biz Milli Çözüm de böyle manevi bir şirketiz. Bu şirkete; daha çok kâr ettiren, daha çok hizmet eden, daha ileri giden insanı kıskanmak boşunadır. Haset, şeytanın ahlâkıdır. Hay Allah razı olsun, ben tembellik ediyorum, bazen nefsime uyuyorum, her tarafa koşamıyorum; sen koşuyor, çalışıyorsun, insanın hürmet etmesi lazım. Yok niye ileri gidiyor. Niye göze batıyor? Sen haset ettikçe ve birilerini kötülemeye gayret ettikçe yükseleceğini zannediyorsun ama hep alçaldığının, gözden düştüğünün farkında bile değilsin. Yapma kardeş, yapma! Dürüst ol, samimi ol. Ne verecekse Allah verecek. Allah’tan başka hiç kimse hak ettiğine ve nasibine engel olamaz!
Yeri gelmişken, Kur’an-ı Kerim’de en çok zikredilen ibadetlerden biri olan CİHAD kavramı üzerinde durmamız da yararlı olacaktır.
Cihad; Hakkın ve hayrın hâkim olması, haksızlık ve ahlâksızlığın önünün alınması, ülkemizde ekonomik ve sosyal kalkınmanın başarılması; din, mezhep ve köken farkı gözetilmeden herkese temel insan haklarının sağlanması için yapılacak samimi ve özverili çabaların tamamını kapsayan bir kavramdır. Genel olarak: 1- Askeri ve silahlı cihad, 2- Fikri ve siyasi cihad olarak ikiye ayrılır.
Vatanımızı savunmak, bağımsızlık ve bekamızı korumak için elbette her türlü Milli Savunma hazırlıkları, Kahraman Ordumuzun psikolojik üstünlükle beraber, teknolojik imkânlarla da donatılması elbette lazımdır. Ancak bizim ülke içindeki cihadımız, fikri, siyasi, ahlâki ve bilimsel çalışmalara yoğunlaşmaktır.

Yeri gelmişken, Kur’an-ı Kerim’de en çok zikredilen ibadetlerden biri olan CİHAD kavramı üzerinde durmamız da yararlı olacaktır.
Cihad; Hakkın ve hayrın hâkim olması, haksızlık ve ahlâksızlığın önünün alınması, ülkemizde ekonomik ve sosyal kalkınmanın başarılması; din, mezhep ve köken farkı gözetilmeden herkese temel insan haklarının sağlanması için yapılacak samimi ve özverili çabaların tamamını kapsayan bir kavramdır. Genel olarak: 1- Askeri ve silahlı cihad, 2- Fikri ve siyasi cihad olarak ikiye ayrılır.
Vatanımızı savunmak, bağımsızlık ve bekamızı korumak için elbette her türlü Milli Savunma hazırlıkları, Kahraman Ordumuzun psikolojik üstünlükle beraber, teknolojik imkânlarla da donatılması elbette lazımdır. Ancak bizim ülke içindeki cihadımız, fikri, siyasi, ahlâki ve bilimsel çalışmalara yoğunlaşmaktır.
Günümüzde gençlere okulda, camide sık sık ahlaklı olmaları öğütlenmektedir. Ancak yaşadığımız gündelik hayatın ne kadar ahlaki olduğu pek sorgulanmamaktadır. İnsanlara yalnızca güzel sözler söylemek, öğütlerde, tavsiyelerde bulunmak, örnek insan hayatlarını anlatmak yetmemektedir. Çünkü insan hayatında etkin olan ve onun yönünü tayin eden şey, sözlerden çok, yapılan işler ve eylemlerdir. Bir toplumun ahlaki yapısına, doğruluk, dürüstlük, insan sevgisi, çalışma, yardımseverlik, cana ve mala saygı gibi değerler hâkimse, o zaman bu özellikleri taşıyan insanlar yetişir ve etkili olur. Eğer toplumun yapısı bozulmuş, gayri ahlaki kavramlarla düşünülmeye başlanmışsa, o vakit de böyle davranış gösterenler etkin hale gelirler. Bireyleri etkileyen şey, hayatın kendisidir. İstenildiği kadar öğüt verelim kimseye etki etmiyor. ”Atalarımız balık baştan kokar ”sözünü örnek almalıyız.
Haçlı Batı destekli içerideki malum siyasi ve ekonomik çevrelerin ahlaki çöküşü hızlandırdıkları, her yolu mubah saydıkları ve bunu bile bile yaptıkları meydandadır.
Çok acilen Akp den kurutulup. Milli Çözüm Hükümetine kavuşmak için gayret etmek mecburiyetindeyiz..
…
Cihad; Hakkın ve hayrın hâkim olması, haksızlık ve ahlâksızlığın önünün alınması, ülkemizde ekonomik ve sosyal kalkınmanın başarılması; din, mezhep ve köken farkı gözetilmeden herkese temel insan haklarının sağlanması için yapılacak samimi ve özverili çabaların tamamını kapsayan bir kavramdır. Genel olarak: 1- Askeri ve silahlı cihad, 2- Fikri ve siyasi cihad olarak ikiye ayrılır.
Vatanımızı savunmak, bağımsızlık ve bekamızı korumak için elbette her türlü Milli Savunma hazırlıkları, Kahraman Ordumuzun psikolojik üstünlükle beraber, teknolojik imkânlarla da donatılması elbette lazımdır. Ancak bizim ülke içindeki cihadımız, fikri, siyasi, ahlâki ve bilimsel çalışmalara yoğunlaşmaktır.
…
Milli Çözüm okuyucuları ve takipçileri farketmiştir, ülkemizde ve yeryüzünde bu CİHAD İBADETİNİ gündemine alan uygulayan , onca tarikat cemaat vakıf dernekler olmasına rağmen bu grupların sadece namaz abdest oruc zekat hac zikir Kur’an’ın arabçasını okumak gibi icraatlarını biliyor ve duyuyoruz . Ama bu grupların hiçbirisi yaşadığı ülkenin düzeninden sisteminden evet sözde rahatsızlıklarını ifade ediyorlar ama bu sözde rahatsızlıklarını giderici çalışmalarda gayretlerde bulunmadığını hep beraber gözlemliyoruz.. Yine bu CİHAD İBADETİ hususunda yani Hakkın ve hayrın hâkim olması, haksızlık ve ahlâksızlığın önünün alınması, ülkemizde ekonomik ve sosyal kalkınmanın başarılması; din, mezhep ve köken farkı gözetilmeden herkese temel insan haklarının sağlanması için yapılacak samimi ve özverili çabalarla şimdiki bozuk batıl düzenin yerine ADİL DÜZEN VE YENİ BİR DÜNYA kurma gayretlisi MİLLİ ÇÖZÜM harici malesef bulunmamaktadır…
Tevbe 51
De ki: “Allah’ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmeyecektir. O bizim Mevlâ’mızdır. Ve mü’minler yalnızca Allah’a tevekkül etmelidirler.”
https://www.mealikerim.com/9/tevbe/51
”BOP EŞ Başkanının kaderinde, Başbakan ve Cumhurbaşkanı olmak vardı.
Milli Görüş Gömleğini çıkartmasaydı, yine aynı mevkii ve makamlara ulaşacaktı, adaletle hükmedecekti. Ancak;
Elçiye ve Hakk davaya ihaneti seçti! milyonlarca insanın vebaline girdi.”
Rabbim bizleri nefsimize tapınmaktan korusun! Amin…
Çok haklı ve hayırli bir yazı tebrik ediyorum.
Makalemizin her yeri önemli aşağıda paylaşacağım bölüm ise can kurtarır nitelikte olduğunu düşünüyorum. Evet her gün manen bir adım daha ilerlemenin, özellikle Siyonizm’in beyinlere hücum eden etkilerinden korunmak için Milli Çözüm okumak şart. Aksi taktirde şaşı bakmaktan, sakat düşünmekten kurtulmak mümkün değil!
Bu fikri ve siyasi tebliğ cihadımızın, ülkemizde ve yeryüzünde bütün insanların, Allah’ın bütün kullarının huzura ulaşacağı; akli, ilmi, vicdani, tarihi, dini ve imani gereklere ve temellere dayalı bir düzen kurma gayretimizi boşa çıkarmamak için “3 U formülüne” dikkat etmemiz lazımdır.
1- Unutmamak; Allah’ı, ahiret hayatını, aile efradını, ana-babasını, akrabasını, vatanını, atasını, halkını, bağımsızlık ve bekâsını unutmamak.
2- Utanmamak; Hakkı konuşmaktan, hayra koşuşmaktan, haksızlığa ve ahlâksızlığa karşı çıkmaktan, doğruları savunmaktan utanmamak…
3- Umutlu olmak; ye’se kapılmamak, ümidini yitirip gayretini ve görevini bırakmamak, zorluklara ve sıkıntılara katlanmak lazımdır.
Bu samimiyet ve gayretle çalışırsam şeytanın telkin ve tuzakları bana etkili olmaz. Niye yapıyorum? Niye çalışıyorum? Niye konuşuyorum? Niye harcıyorum? Niye risk alıyorum? sorularının doğru yanıtı: Rabbimin rızası için O’na kulluk yapıyorum ve O’nun hatırına bütün kullarını ve mahlûkatını sevip sahipleniyorum. Bunu unutmazsan pek çok mesele kendiliğinden çözülüyor. Baştan unuttuğun zaman sen de unutulursun. Hatta Haşr Suresi’nin, yani Yahudilerin sürgün edilmesini anlatan surenin son ayetlerinde ne diyor Cenab-ı Hak; “Ya eyyuhellezine amenuttakullahe” “Ey İman edenler Allah’tan korkun!” “Veltanzur nefsun makaddemet liğadin” ve herkes, her nefis yarın için, ahiret için, kabir, mahşer, hesap, sırat ve sonrası için neler hazırlamış olduğuna, neler takdim etmiş olduğuna bir baksın.
Rabbimiz sonsuz adalet sahibidir, adaletininde gereği olarak verilen nimetlere şükretmek biz kullarının en önemli vazifesidir. Allah bizlere nimetlerin en büyüğünü vermiş Milli Çözüm ile Üstad Ahmet Akgül Hocamız ile tanıştırmıştır. Üstadımızın da tek derdi biz sadıklarının ahiretini kurtarmasıdır. Üstadımızın emir ve tavsiyelerine uymaz ve kendi kafamıza göre kendi bildiğimiz gibi takılırsak işte bu nimete nankörlük olur ve Allah bu nimeti elimizden alır, elimize sadece yorgunluktan başka bir şey kalmayacaktır.
Şeytan ve nefsin amacı Allah’ın kullarını Hak yoldan saptırmak için türlü vesveseler ve tuzaklar kurmaktır. İnsanın aklına faklı farklı şeylerin gelmesi normaldir olabilir amma bu tür vesveselerden Allah’a sığınmak elimizi bırakmaması için yalvarmaktır en aklı başında olan bir insanın yapması gerekende budur. Bunun tam tersine çeşitli dünyalık beklentiler makam,menfaat ve farklı şeyler için davasını basamak yapmak, bunun için de önünde engel gördüklerinin ayağını kaydırmak, küçük düşürmek gibi oyunlara girişmek net bir ifade ile sokak kadınlarından daha aşağı ve bayağı bir haldedirler bu türlü hesap ve plan içinde olanlar biran evvel tevbe istiğfar etmez ise sonu hüsran ve perişanlıktır.
Küfrün çeşitleri vardır, ama benim aklıma gelen şöyle sıralama da mümkün ve münasiptir:
Açık küfür vardır. Allah’ı, ahireti, maneviyatı, dini, kitabı, peygamberi resmen inkâr ediyor, kabul etmiyor, bu açık küfürdür.
Bir de gizli küfür vardır; Müslüman görünüyor, inanmış gibi davranıyor, hatta bir kısım ibadetleri yapıyor, bir kısım kötülüklerden sakınıyor. Ama gerçekte; ahirete, Allah’ın gücüne, Allah’ın hükümlerine, onların en büyük saadet kaynağı olduğu gerçeğine inanmıyor. Hatta akla, vicdana, Kur’an’a, imana, İslam’a ve evrensel hukuk kurallarına uygun bir düzen kurulmasını hiç istemiyor! “Böyle olması gerekir” diyenlere kızıyor, gıcık alıyor. “Niye ortalığı karıştırıyorsunuz!?” diye onlara çatıyor. Ama aynı zamanda çok muttaki geçiniyor. Belki sarığı ve cübbesi ile göz dolduruyor. Efendim takvası var, tarikatı var. Belki Nurcu, Süleymancı diye bilinen bir cemaate veya meşhur bir tarikata mensup bulunuyor. Ama İslam ahlâkından hoşlandığı kadar bir adamın, İslam ahkâmına da hazır ve razı olması gerekiyor…
Rabbinin kitabına ve kurallarına hazır olması, razı olması gerekmez mi bir Müslümanın? Bu “İslam ahkâmı” kavramından bile gıcık alan, ama itirazına bazı kılıflar saran insan ne kadar inanmıştır? Zamanı mı? Erken çıkmayın ortaya! Bilmem ne… Velhasıl bir açık küfür var bir de gizli küfür var ki, o da münafıklıktır.
Peki bir de “sinsi küfür” var. Bu nedir? İbrahim Suresi’nin 2. ayetinin sonunda “şunlar kâfirdir” deyip devam ediyor: “Ellezine yestühibbunel hayateddünya alel ahirah” onları tarif ediyor şimdi. O kimseler ki ahirete inanırlar, ahiret için bazı hazırlıklar da yaparlar. Hatta herkesin yapmadığı bir kısım zorluklara ve sorumluluklara da katlanırlar. Amma asıl önemli saydıkları, öne aldıkları ve ulaşmaya çalıştıkları şey ahiret hayatı değil; ondan önce dünya hayatını, makam ve menfaati, üste çıkmayı, baş olmayı, herkese hava atmayı ve hükümran olmayı birinci sıraya koyarlar. Ahiretten çok dünya hayatını, bu hayat içindeki bir kısım makamlara, imkânlara kavuşmayı daha çok severler. Bunları daha çok düşünürler. Bunu daha çok dert edinirler. Bu da sinsi küfre götüren şeytani bir tohum gibidir. Allah muhafaza buyursun.
Şimdi bütün derdi ahiret olan, ahiret hazırlığı yaptığı için sevinip duran bir insan; dünyada çalıştım, çırpındım ama bir şeylerin sahibi olamadım diye üzülür mü? Evet, ümmetin çektiği sıkıntılara, Filistin’deki mazlum mü’min kardeşlerimizin uğradığı belalara ciğeri yanar, destek çıkar, bu elbette gereklidir, o ayrı bir şeydir. Onların kurtuluşuna vesile olacak sonuçları Allah’tan umar, bu değerlidir. Ama “Bu kadar uğraştım, çırpındım, geldim, gittim, verdim, ama hiçbir işe yaramadı!” diyen aldanmıştır. Ne diyorsun kardeş, sen ne dediğinin farkında mısın? Senin bu itirazın kime biliyor musun? Allah’a, doğrudan doğruya Mevlâ’yadır. Niye bizi bu kadar aldattın ve oyaladın? Hani verecektin, niye geciktirdin?! diyor isen sen kime itiraz ettiğinin farkında mısın?! Bu durumda sen kulluk görevini unutmuşsun… Yahu sen kulsun.
YA RABBİM MUHAFAZA BUYUR….
Cihad, Cihad, Cihad…
Bu makalede dikkatimi çeken benim için en kilit vurgu şu cümle oldu; “İslam ahlâkından hoşlandığı kadar bir adamın, İslam ahkâmına da hazır ve razı olması gerekiyor…”
Zira Müslümanı Mücahidden ayıran temel özellik budur. İslamı şeklen değil şuurla yaşamanın, yani Kur’an’ın en müreffeh ve en medeni şekilde öngördüğü sistemi, yani Adil Düzen’i sistem haline getirmek için çalışmanın, tam manasıyla kulluk vazifemizi yerine getirmenin yolu olduğunu göstermektedir.
İnsanlık adına yapılan tüm hizmetlerin, dünyalık hiçbir çıkar niyetiyle değil tamamen Allah’ın rızasını hedefleyerek yapmakla cihad ibadeti haline geleceği vurgusu dikkatimi çeken diğer önemli vurguydu.
Allah razı olsun…
Vatanımızı savunmak, bağımsızlık ve bekamızı korumak için elbette her türlü Milli Savunma hazırlıkları, Kahraman Ordumuzun psikolojik üstünlükle beraber, teknolojik imkânlarla da donatılması elbette lazımdır. Ancak bizim ülke içindeki cihadımız, fikri, siyasi, ahlâki ve bilimsel çalışmalara yoğunlaşmaktır. İnşallah Adil düzen kurulacak biz ERBAKANIN talebeleri olarak adilin düzenin hak davanın hizmetçileri olacağız..
İyi ki Varsınız!
Hem güncel ülke sorunlarını saptayarak, hem gerekli ve gerçekçi çözüm yolları ortaya koyarak…
Hem, yaratılış amaçlarımızı ve ahirete hazırlık çabalarımızı hatırlatarak…
Günlük yaşamla İslam’ı,
Doğal ihtiyaçlarla insanı,
Çağdaş kurallarla Kur’an’ı,
Siyasi şuur ve sorumlulukla vicdanı… Böylesine bir arada kaynaştıran Milli Çözüm’e ve Yakup Gözübüyük Bey’e tebriklerimi sunuyorum.
Sizlere daha büyük başarılar diliyorum. Milli Çözüm’ü çok geç tanıyan bir kardeşiniz…
Dünyada ve ülkemizde yaşananlar o kadar farklı boyutlara erişti ki daha şaşıracak bir şey kalmadı maalesef. Organize bir şekilde tüm dünyada aynı yasaları çıkartan, aynı algıları oluşturan, aynı içerikte dizi ve filmleri çeken siyonizm; Gazze’ye yaptığı bombardımanın bir başka çeşidini ülkelerin başına yağdırmaya devam ediyor. Bu saldırı altında, insanın kendisini ve çevresini koruyabilmesi çok güç. Çünkü yayılan bu kötülük saldırısına elimizdeki teknik imkanlar sayesinde her zaman erişebiliyoruz. Özgürlük sağlanacak sahtekarlığıyla tarihin görmediği en büyük gönüllü kölelik düzeni adım adım hayata geçiyor. Bu manzaranın bir sonucu olarak da ülkemizdeki tv programlarında mezkur hadiseler sıklıkla işleniyor. Peki… Bu bataklık ortadayken, bu bataklığa düşenlerin halleri ortadayken; bize nefes aldıran, bizi bu pislikten çekip ayıran kim olsa eli değil ayağı da öpülmez mi? Bizi bu sıkıntılara düşmekten korumak için gayret çeken bir kişi, en yakınımız saydığımız; hısım, akrabamızdan bize daha hayırlı değil midir?
Ne kadar şanslı ve bahtı açık kişileriz ki, Aziz Erbakan Hocamızın başlattığı Milli Görüş hareketine büyüklerimiz ve onların vesilesiyle biz de dahil olduk ve şeytanın tüm dünyada başarı ile uyguladığı kölelik düzenine girmemiş olduk. Ne kadar şanslı ve bahtı açık kişileriz ki Aziz Erbakan Hocamızın projelerini en iyi anlayan, onun en sadık talebesi olan Üstad Ahmet Akgül Hocamızı tanıdık ve “Emr-i bil maruf, neyh-i anil münker yani iyilik düzenini kuracak, kötülüğü kökten yasaklayacak” çalışmalarını yapanların yanında olduk ve yine şeytanın ve onun elemanı siyonizmin ağır saldırılarına maruz kalmadık. İnşallah kıymet biliriz.
Başta milletimiz, ülkemiz ve tüm insanlık büyük bir tahribatın ve moral bozukluğunun içinde kıvranırken, gidişatın değişeceğini başta Yüce Rabbimizin Kur’an’ı Keriminden, Efendimiz sav nin haberlerinden ve Erbakan Hocamızın müjdelerinden yola çıkarak ümit ve İman aşılayan Milli Çözüm’e; yani Muhterem Ahmet Akgül Hocamıza sonsuz şükranlarımı sunuyorum ve müteşekkirim. Şu an böylesine kutlu ve yüksek bir fethin gerçeğine inanmanın tüm dünyanın servetleri den daha kıymetli olması konforuyla şükranlarımı arz ediyorum.