YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6920e5da76057
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 4 9
Bugün : 992
Dün : 41199
Bu ay : 894915
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45298736
IP'niz : 216.73.216.128

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

SİYONİST SERMAYE BARONLARI;

80 ÜLKEYİ TÜRKİYE’DEN YÖNETİYORLARDI!

      

“Türkiye yatırımlarda cazibe merkezi haline geldi.” diyenler aldanıyordu, daha doğrusu toplumu aldatıp oyalıyordu. İngiltere ve Güney Kore’den yatırım sinyali gelmesi de büyük bir tehlikeye işaret ediyordu. Bakınız, ABD’li dev Siyonist şirketler de Türkiye’yi bölgesel merkez olarak görüyordu. Amerikan şirketlerinin yüzde 20’si, 80 ülkeyi Türkiye üzerinden yönetiyordu.

2023’ün mayıs ayındaki seçimlerde AKP’nin kazandırılması; ekonomi yönetimine ve Merkez Bankası’na yapılan atamalar, Recep T. Erdoğan’ın Körfez ziyaretlerini yoğunlaştırması, Türkiye’yi gerek portföy gerekse doğrudan yatırımlarda cazibe merkezi haline getirdiğini savunanlar, bir gerçeği ıskalıyordu; iş bilir sanılan işbirlikçi iktidar eliyle Türkiye, Afrika ve Asya’daki İslam ülkelerinin rahat sömürülmesine taşeronluk yapıyordu.

Borsa İstanbul’da yabancı yatırımcıların 7 hafta art arda kesintisiz alım yaparak 7 yıllık rekora imza atması… Endeksin 7.250 puanı aşarak tarihi zirve yapması… Türkiye’nin risk priminin (CDS) 380’le 2 yılın dibine oturması… Koç Holding’in, Yapı Kredi Bankası’ndaki 250 milyon dolarlık hisse satışına da uluslararası fonlardan 5 kattan fazla talep yağması, bu küresel Siyonist tezgâhın nasıl uygulandığını gösteriyordu. 

Portföy yatırımlarının yanı sıra, doğrudan yatırımlarda da ivme yükseliyordu. MNG Kargo, DHL tarafından satın alınırken, TotalEnergies de Rönesans Enerji’ye ortak oluyordu. Öte yandan ABD ile yıllık bazda 31,3 milyar dolara ulaşan ticaret hacminin 100 milyar dolara çıkarılması için gözler 19-20 Eylül tarihlerinde yapılacak 13’üncü Türkiye Yatırım Konferansı’na çevriliyordu. Başkan Erdoğan’ın burada Fortune 100’de yer alan 25 Amerikalı Siyonist sermaye şirketinin CEO’ları ile bir araya geleceği konuşuluyordu. Birleşik Krallık İhracat Bakanı Malcolm Offord, Türkiye’de daha fazla İngiliz yatırımı görüleceğinin işaretini verirken, Güney Kore Dışişleri Bakanı Park Jin ise, Türkiye’yi Avrupa’daki en önemli ekonomik ortaklarından biri olarak gördüklerini açıklıyordu!?

Türkiye-ABD ilişkilerinin 2023 yılında da olumlu yönde ilerlemeye devam ettiğini söyleyenler asıl gerçekleri gizliyordu. Türk Amerikan İş Konseyi (TAİK) ile Amerikan Şirketler Derneği’nden (AmCham Türkiye) yapılan ortak açıklamaya göre, Türkiye ve ABD arasındaki ticaret hacminin son 12 ayda 31,3 milyar dolar düzeyine ulaşması, aslında bağımlılığımızın arttığını gösteriyordu. AmCham Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı Tankut Turnaoğlu, AmCham Türkiye olarak, Türkiye ekonomisine yıllık 60 milyar dolar katkı sağlayan 125 ABD merkezli şirketi temsil ettiklerini ve ana hedeflerinin Türkiye’yi global pazarlara taşıyan bir güç olmak olduğunu belirterek, Siyonist sermayenin dünyayı sömürmek için Türkiye’yi kullandığını saklıyordu. Turnaoğlu, “Türkiye, dünya genelinde az sayıda ülkenin sahip olduğu bir potansiyeli taşıyor. ABD firmalarının devam eden yatırımları da bu görüşü destekliyor” diyordu. Türkiye’de bulunan Amerikan şirketlerinin bir bölümünün Türkiye’yi bölgesel bir merkez olarak konumlandırdığını belirten Turnaoğlu, “Yaklaşık 20 üyemiz, Türkiye’den 80’e yakın ülkeyi yönetiyor” şeklinde konuşarak ağzındaki baklayı çıkarıyordu.

TAİK Başkanı Mehmet Ali Yalçındağ da, NATO Zirvesi’nin Türkiye-ABD ilişkilerinde yeni bir süreci başlattığını belirtip, “100 milyar dolarlık ticaret hacmi hedefi için önümüzdeki dönemde atacağımız ilk adım, 19-20 Eylül tarihlerinde gerçekleştireceğimiz 13’üncü Türkiye Yatırım Konferansı olacaktır. Hazine ve Maliye Bakanımız Mehmet Şimşek’i ve Merkez Bankası Başkanımız Hafize Gaye Erkan’ı, ABD’nin önde gelen finans çevreleri ile kavuşturacağız. İkinci gününde ise Cumhurbaşkanımız Recep T. Erdoğan’ı Fortune 100’de yer alan 25 Amerikalı şirketin CEO’su ile Yuvarlak Masa toplantısında buluşturacağız” diyerek, Erdoğan iktidarı sayesinde Türkiye’ye Siyonist sömürü sermayesine taşeronluk yaptırıldığını itiraf ediyordu.

İngiliz Yatırımları da Artacakmış!

İngiltere İhracat Bakanı Malcolm Offord, müzakereleri gelecek yıl başlayacak yeni serbest ticaret anlaşmasıyla, Türkiye ile ekonomik ilişkilerin Fintech, Yeşil Enerji ve Telekom başta olmak üzere yeni sektörlerle ivme kazanacağını ve her iki ülke ekonomisi için ciddi fırsatlar gördüğünü açıklıyordu. Türkiye ile Birleşik Krallık arasındaki ticaret hacminin 2022 yılında yüzde 30 arttığı bilgisini paylaşan Offord, “Türkiye şu anda bizim en büyük 20 ticari partnerimizden birisi, 18’inci sırada ve yükseliyor da. Şu anda ticaret hacmi 23,5 milyar sterlin seviyesinde. Bu hacmin üçte ikisini Türkiye’nin Birleşik Krallık’a ihracatı oluştururken, üçte birini de Birleşik Krallık’ın Türkiye’ye ihracatı oluşturuyor” diyerek, Türkiye’nin sanayileşmesine değil, sömürülmesine çalıştıklarını söylemiş oluyordu.

Offord, Türkiye’de dijital ekonomiyi benimsemiş iyi eğitimli genç bir nüfus olduğunu ve böylece yeni jenerasyon işletmelerin ortaya çıktığını belirtiyordu. Offord, 16. Uluslararası Savunma Sanayii Fuarı’na da (IDEF’23) katıldığını ve oradaki İngiliz şirket ve KOBİ’lerin Türk şirketlerle birlikte çalıştığını ifade ederek şöyle konuşuyordu:

“Savunma sanayisindeki İngiliz KOBİ’ler ve Türk üreticiler birbiriyle oldukça iyi ilişkide. Sanayi üretiminde iş birliği yapıyorsak, bunun bir sonraki doğal adımı daha fazla yatırım yapmaya başlamak olacaktır. Türkiye’de daha fazla İngiliz Yatırımı göreceğimizi umuyorum. Birleşik Krallık’ta, deniz üstü rüzgâr enerjisi sektörüne ilgili birçok Türk yatırımcıyla bir seminer geçirdim. Burada birçok ortak nokta olduğunu düşünüyorum.”

Güney Kore Dışişleri Bakanı Park Jin ise; Türkiye’de 160’a yakın Koreli şirketin faaliyet gösterdiğini belirterek, “Türkiye, Güney Kore için Avrupa’daki en önemli ekonomik ortaklardan biri” diyordu. “Kardeş ülke” olarak ilişkileri dostluğa dayanan iki ülkenin 2012’de stratejik ortaklık kurduğuna işaret eden Park Jin, Türkiye’nin, Güney Kore için Avrupa’daki en önemli ekonomik ortaklardan biri olduğuna dikkati çekerek, şunları aktarıyordu:

“Altyapı alanında iki ülke arasında Avrasya Tüneli ve 1915 Çanakkale Köprüsü gibi başarılı iş birliği örnekleri ortaya konuluyor. Karşılıklı güven olmadan iş birliğinin mümkün olmadığı savunma sanayinde, Kore’den temin edilen güç grubu (Dizel motor, otomatik şanzıman, debriyaj, vites kutusu, diferansiyel ve aks) donanımlı Altay Tankı’nın teslim töreni, bu yılın nisan ayında Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’ın huzurunda gerçekleştirildi.” diyerek toplumdan gizlenen bir gerçeği açığa vuruyordu; Altay Tankı’nın “Güç grubu donanımı”nı Kore sağlıyordu… Bir tankın motoru ve güç aktarım grupları başka ülkeden alınıyordu, ama halkımız da MİLLİ ve yerli tankımız var diye seviniyordu!

Mart 2023 itibarıyla Koreli şirketlerin Türkiye’deki yatırımlarının 3,8 milyar dolar olduğunu aktaran Park Jin, bu yatırım miktarının istikrarlı şekilde arttığını belirterek, kültüre yönelik yatırımın sanayiye yönelik yatırım kadar önemli olduğunu hatırlatıyordu. Yani Türkiye’nin kalkınmasına değil, taşeron olarak kullanılmasına çalışılıyordu!

Şimdi soruyoruz; Sn. Erdoğan’a sağlanan Rusya ve Ukrayna’dan tahıl sevkiyatına aracılık yapma, Afrika ülkelerine gezilerini yoğunlaştırma gibi roller, acaba dünyayı sömürmek için Siyonist şirketlere taşeronluk edilmesinin karşılığı mıydı? Ama Rusya, bu sefer tahıl koridorunun açılması teklifine yanaşmamıştı.

Ey hâlâ AB’ye giriş hevesinde ve ABD ile stratejik müttefiklik peşinde olan AKP ve MHP ve güya muhalefet yapan CHP kurmayları ve bunların yandaşları!.. Şu Dindar Kahraman Erdoğan iktidarı, şahsi ve siyasi hesapları uğruna bunlara tavizler verdikçe, Haçlı Batılı gâvurların daha da azgınlaştıklarını, Kur’an yakma ve camilere saldırma olaylarının arttığını ve PKK’ya daha çok arka çıkıldığını görmüyor olamazlardı. Buna rağmen bu kahredici sessizliğiniz ve tepkisizliğiniz Milli ve manevi duyarlılıklarınızın iflasını yansıtmaktadır. Maide Suresi: 57, 58, 59 ve 60. ayetleri bu durumu haber verip şöyle uyarmaktadır:

“Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden, dininizi alay ve oyun (konusu) edinenleri ve kâfirleri dostlar (veliler-yöneticiler) edinmeyin. Ve eğer (gerçekten) inanıyorsanız, Allah’tan korkup (kâfirlere ve zalimlere yaranmaktan) sakının. (Kâfir ve zalimlerin peşine gitmekten vazgeçin.)

(Ey mü’minler) Onlar (inkârcılar ve münafıklar), siz birbirinizi namaza çağırdığınızda (ezan okunduğunda) onu alay ve oyun (konusu) edinirler. Bu, gerçekten onların akıllarını (ve vicdanlarını) kullanmayan bir topluluk olmaları yüzündendir.

De ki: ‘Ey Kitap Ehli, sizler bizim sadece (ve şeriksiz biçimde) Allah’a, bize indirilene (Kur’an’a) ve önceden indirilen (kitapların aslına) inanmamızdan ve sizin çoğunuzun da fasıklar (günaha ve haksızlığa düşkün insanlar) olmanızdan dolayı mı kızıyor, bizden gıcık alıyor (ve intikam için fırsat kolluyor)sunuz? (İşte bunun için Avrupa’nın çeşitli merkezlerinde hem de devlet izniyle Kur’an-ı Kerim’i yakıp camilere saldırıyorsunuz!.. Evet, sizin bize kininiz İslam yüzündendir.)’

Onlara de ki: ‘Allah katında, sizin için kesinleşmiş bir ceza olarak (bu huysuzluk ve huzursuzluğunuzdan) daha şerlisini (ve beterini) haber vereyim mi? (Böyleleri) Allah’ın lanet ettiği kimselerdir. Allah’ın onlara gazaplandığı ve kahrına uğrattığı kişilerdir. Ki onları maymunlara ve domuzlara çevirmiştir.’ (Maymunlar gibi Haçlı Batı’yı ve bâtılı taklit etme, onların hizmet ve himayesine girme aşağılığına düşmüşlerdir. Domuzlar gibi milli namus ve onurlarını kıskanmayan ve zalim güçlere kâhyalık yapan bir bayağılığa dönmüşlerdir.) Ve (onlar) tağuta tapanlar (haline getirilmiş, zalim ve kâfir düzenlerin işbirlikçisi durumuna itilmişlerdir.) İşte bunların mevkii (konumu) çok daha şerli (ve değersiz)dir ve Hakk yoldan daha çok sapıtıp gitmişlerdir.(Maide: 57, 58, 59, 60)

Erdoğan İktidarı Sayesinde, Türkiye’de Faizci Bankacılık Altın Yılını Yaşamaktaydı!

Biz söylediğimizde inanmıyorlardı. Ama şimdi iktidarın kurumu BDDK açıklamıştı: Bankalar, kârlarını 10’a katlamıştı. Açıklamaya göre bankaların altı aylık kârı 250 milyar lirayı aşmıştı. Evet, politika faizi; Merkez Bankası’nın son iki kararıyla ve Erdoğan’ın “NASS var!” riyakârlığına rağmen yüzde 8,5’tan 17,5’a çıkarılırken, bankalar yılın ilk altı ayında kârlarına kâr katmışlardı.

Bankacılık sektörünün net kârı haziran ayında 59,79 milyar TL, ocak-haziran döneminde ise 250,1 milyar TL’ye ulaşmıştı. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumundan yapılan açıklamaya göre, aynı dönem itibarıyla bankacılık sektörünün öz kaynakları 1 trilyon 688,4 milyar TL olarak kayda bağlanmıştı.

Haziran 2023 döneminde sektörün aktif büyüklüğü 19 trilyon 102 milyar 389 milyon TL’yi bulmaktaydı. Faizli banka sektörünün aktif toplamında 2022 yıl sonuna göre 4 trilyon 754 milyar 999 milyon TL artış sağlanmıştı. Haziran 2023 döneminde en büyük aktif kalemi olan krediler 10 trilyon 9 milyar 615 milyon TL, menkul değerler 3 trilyon 220 milyar 21 milyon TL kadardı.

Bankaların kaynakları içinde, en büyük fon kaynağı durumunda olan mevduat, 2022 yıl sonuna göre yüzde 31,5 artışla 11 trilyon 651 milyar 281 milyon TL olduğu saptanmıştı. 2022 yıl sonuna göre öz kaynak toplamı yüzde 20,1 artışla 1 trilyon 688 milyar 411 milyon TL olurken, Haziran 2023 döneminde sektörün dönem net kârı 250 milyar 137 milyon TL, sermaye yeterliliği standart oranı ise yüzde 17,96 seviyesinde yer almıştı.

Merkez Bankası, yıl sonu enflasyon tahminini yüzde 22’den yüzde 58’e çıkarmıştı. Bu durum, 2025’e kadar pahalılığın süreceği anlamını taşımaktaydı!

Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan, yıl sonu enflasyon tahminini yüzde 22,3’ten yüzde 58’e çıkardıklarını açıklayarak, enflasyonda mecburen geçici yükseliş yaşanacağını, belirgin iyileşmeye kadar parasal sıkılaştırmayı kademeli olarak güçlendirmeye çalışacaklarını vurgulamıştı. Yani AKP iktidarıyla ucuzluk ve rahat yaşam hayal olmaktaydı.

Fiyat istikrarının temel amaç olduğunu belirten Erkan, faiz artırımının yanı sıra parasal sıkılaştırma sürecini destekleyecek seçici kredi ve miktarsal sıkılaştırma kararları aldıklarını hatırlatmıştı. Pahalılığın 2025’e kadar devam edeceği sinyalini veren Erkan, enflasyonda düşüş eğiliminin 2024’ün ikinci çeyreğinden sonra ancak görüleceğini vurgulamıştı. Enflasyon beklentilerini üç aşama halinde açıklayan Erkan, 2023 yılını geçiş süreci, 2024 yılını dezenflasyon süreci, 2025 yılını ise istikrar dönemi olarak ayırmıştı. Buna göre enflasyon tahminleri de sırasıyla yüzde 58, yüzde 33, yüzde 15 olarak açıklanmıştı… Yani geçim sıkıntısı içinde kıvranan işçi, köylü, emekli ve memur kesiminin umutları, yine bir başka bahara kalmıştı.

Sn. Erdoğan’a rağmen, Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan, faiz oranlarını %8’den %15’e, sonra %17,5’e, ardından %25’e ve daha sonrasında %30’a yükseltirken, Erdoğan’dan hiç tıs çıkmamıştı. Çünkü Hafize Hanım’ı hangi Siyonist odakların atadığının farkındaydı, onlara karşı çıkamazdı… Oysa önceki Merkez Bankası Başkanlarını her fırsatta uyarır ve haşlardı. Evet, Merkez Bankası güya bağımsızdı… Ama Türkiye Cumhuriyeti’nden bağımsızdı… Yani aslında Siyonist patronlara bağlıydı!

Erkan, “Enflasyon kısa vadede geçici yükseliş gösterecektir. 2024’te dezenflasyonun başlamasını sağlayacak zemini dikkatle oluşturuyoruz. 2025 sonrasını ise istikrar döneminin başlangıcı olarak görüyoruz. Bu dönemde enflasyondaki gerileme hızlanırken öngörülebilirlik de artacaktır. Dezenflasyon sürecinde enflasyonun ana eğilimi ve beklentiler tutarlı şekilde iyileşmeye başlayacak. Kararlar 2024’ün ikinci çeyreğinde enflasyona yansıyacak.” ifadelerini kullanmış ve palavra politikalarıyla halkı aldatıp oyalamayı öğrenmeye başlamıştı!..

Erdoğan’ın Körfez ziyaretleri (zehirli) meyvesini vermeye başlamıştı!

Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan, terörist İsrail ile normalleşmenin güya “bölgenin çıkarına uygun” olduğunu, bunun için “öncelikle Filistin meselesini ele almak gerektiğini” açıklamıştı. ABD Dışişleri Bakanı Blinken ise, ülkesinin Ortadoğu ülkeleri ile İsrail arasındaki normalleşme kapsamının genişletilmesinde kilit rol oynamaya devam ettiğini vurgulamıştı. Demek ki Erdoğan’ın İsrail’e aracılık ziyaretleri başarılıydı!

Bin Ferhan, Riyad’da DEAŞ’a karşı uluslararası koalisyonun Bakanlar düzeyindeki toplantısı sonrasında ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ile basın toplantısı yapmıştı. Bin Ferhan, Batı destekli DEAŞ tehlikesinin “tüm dünyayı tehdit ettiğini” belirterek, Suudi Arabistan’ın “örgütün finansmanını engellemek için büyük bir çaba gösterdiğini” hatırlatmıştı. Suudi Arabistan-ABD ilişkilerinin “sağlamlığına” vurgu yapan Bin Ferhan, İsrail ile ilişkiler konusunda, “Normalleşme; bölgenin çıkarına uygun, ancak öncelikle Filistin meselesini ele almak gerekiyor” diye sızlanmıştı. Bin Ferhan, Sudan’da 15 Nisan’dan bu yana devam eden çatışmalara ilişkin, “Sudan’da çatışmanın taraflarının ateşkese bağlılığı, Sudanlılar için bir umut ışığı olacak” ifadelerini kullanmıştı.

Suudi Arabistan’ın “Sudan halkının acılarını hafifletmek için çalışmaya devam edeceğine” dikkati çeken Bin Ferhan, “Sudan’da tarafların daha fazla yıkımdan kaçınması gerektiğini” vurgulamıştı. Bin Ferhan, Suriye meselesinde ise “Diyalog, sorunun çözümüne katkı sağlar” buyurmuşlardı.

 ABD’nin “İsrail ile Normalleşmede Kilit Rol Oynuyoruz” İtirafı

 ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken ise, ülkesinin Ortadoğu ülkeleri ile İsrail arasındaki normalleşme kapsamının genişletilmesinde kilit rol oynamaya devam ettiğini belirtip, ABD’nin “İsrail’in Ortadoğu’ya entegrasyonunu desteklediğini, çünkü bölgenin çıkarlarına hizmet ettiğini” aktarmıştı. Bu sözler Türkiye gibi ülkelere “İsrail’le normalleşin!” talimatının Amerika’dan verildiğinin itirafıydı…

Basın toplantısında Sudan ve Yemen konusuna da değinen Blinken, Suudi Arabistan’ın Sudan’da ateşkesin sağlanması ve Yemen’deki savaşın sona erdirilmesi için yürüttüğü çabalarına övgüde bulundu. Suudi Arabistan’ın Sudan’daki diplomatik çabalara öncülük ettiğini belirten Blinken, ülkesinin, “bölgedeki gerilimi yatıştırmaya ve istikrarı sağlamaya yönelik bu çabaları desteklediğini” kaydetti. Blinken, Washington yönetiminin, “Yemen’de barışı tesis etmek” için Suudi ortaklarıyla birlikte çalıştığını vurgulamıştı. Suriye-Arap Birliği konusuna da değinen ve Suriye’nin Arap Birliği’ne dönüşünü kınayan Blinken, ABD’nin, Beşşar Esad rejiminin henüz “kabulü ve tanınmayı hak etmediğine” inandığını hatırlatmıştı.

Türkiye, Siyonist sermayeli yabancı şirketlerce işgal edilirken, NATO ve ABD Karadeniz’e girme hazırlığındaydı!

NATO zirvesinde, Karadeniz ve Boğazlarla ilgili Türkiye’den beklentileri, gizli kapılar arkasında kalmıştı. Şimdi hâlâ resmi bir açıklama yoktu ama Türkiye’nin ağır bir baskıyla karşılaştığı anlaşılmaktaydı. NATO’nun; savaşı Karadeniz’e yaymak, Türkiye’yi bir vekâlet savaşına karıştırmak için baskı uyguladığına dair birçok belirti ortaya çıkmıştı. Kırım’ı Rusya’ya bağlayan Kerç Köprüsü bu kez denizden saldırıya uğramıştı. Rusya, Tahıl Anlaşması’nın askeri olarak suiistimal edildiğini söyleyerek anlaşmadan çekilmiş ve Karadeniz’de Ukrayna limanlarına yaklaşan her gemiyi silah taşıdığı gerekçesiyle hedef alabileceğini açıklamıştı.

NATO’nun Vilnius Zirvesi’nde güya Ukrayna’yı NATO’ya almamışlar ama fiilen NATO-Ukrayna Konseyi’ni kurmuşlardı. Ve bu Konsey Brüksel’de NATO karargâhında toplanmıştı. NATO Genel Sekreteri, Rusya’nın dünyayı açlığa mahkûm ettiği gibi iddiaları sıraladıktan sonra ipucu olacak şeyler sıralamıştı:

“Rusya’ya karşı Karadeniz’in; NATO için stratejik bir bölge sayıldığını, uçaklar ve insansız hava araçları ile sürekli olarak bölgeyi gözetim altında tuttuklarını, Karadeniz’de kıyısı olan Bulgaristan ve Romanya’ya yeniden çok uluslu askeri birlikler konuşlandırdıklarını” vurgulamıştı.

Bu sözlerden; NATO’nun Karadeniz’le ilgili tehlikeli projelerinin ve isteklerinin olduğu anlaşılmaktaydı. Ama Batı emperyalizminde resmi görevi olan kişiler dillerini tutmak zorundalardı. Esas niyet, resmi olmayan kurumların açıklamalarında yüzeye çıkardı. Buna örnek olarak, ABD emperyalizminin düşünce kuruluşlarından olan Hudson Enstitüsü’nün sitesinde yayımlanan Luke Coffey ve Can Kasapoğlu imzalı yazıya bakalım ve esas olarak öneriler kısmını aktaralım:

Öncelikle bu iki NATO borazanı; Karadeniz’de kıyısı olmayan NATO ülkelerine, Boğazların Türkiye tarafından açılmasını talep ediyorlardı. Ukrayna savaşından önce Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne bağlı olarak süre kısıtlamasına rağmen NATO savaş gemileri Karadeniz’e giriş yapabiliyorlardı. Savaş çıkınca Türkiye sözleşmeye dayanarak Karadeniz’de kıyısı olmayan devletlerin gemilerinin Boğazlardan geçişini sınırlandırmıştı.

Talepler bununla da kalmıyor, Montrö Sözleşmesi’nin tümden kaldırılmasını istiyorlardı. Çünkü Sözleşme; Karadeniz’de kıyısı olmayan devletlerin savaş gemilerine, Karadeniz’de kalış sürelerini sınırlandırmasının yanı sıra tonaj kısıtı da getiriyordu. Örneğin, ABD uçak gemileri Karadeniz’e giriş yapamıyordu.

Oysa, Montrö’yü ortadan kaldırmanın Türkiye’nin o gün Rusya ile savaşa girmesi demek olduğunu herkes biliyordu. Ama bununla da kalmıyor; yazının ısmarlandığı bu iki kiralık NATO kadrosu, Türkiye’nin son dönemde geliştirdiği insansız deniz araçları gibi silahları Rusya’ya karşı provokatif şekilde kullanmasını da istiyorlardı. Yetmez, Gürcistan’ın NATO’ya alınmasını ve Türkiye’nin katılımı ile Gürcistan’da bir “Karadeniz Güvenliği Mükemmeliyet Merkezi” kurulmasını öneriyorlardı. NATO ülkelerine ait bütün Karadeniz kıyısında, birbirleriyle bütünlük oluşturacak şekilde bir radar sistemi kurulmasını istiyorlardı. Lafı, Rus donanmasından Moskova gemisini nasıl batırdık ama! demeye getiriyorlardı.

Hatta bu arada, Rus donanmasının bulunduğu Hazar Denizi’ni de kontrol etmeyi planlıyorlardı. Bu savaş kışkırtıcı önerilerin NATO ajandasında bulunduğundan ve Türkiye sermaye sınıfı ve siyasi temsilcileri üzerinde yoğun bir baskı konusu olduğundan emin olalım.

Peki; Türk halkına, ülkeyi böylesine felakete sürükleyecek önerileri nasıl yutturacaklardı?

Öncelikle, Türkiye’nin yapısal iktisadi zaafından yararlanabilirlerdi. Türkiye’nin içinde bulunduğu mali kriz, baskı yapmak için büyük bir fırsat olarak görülmekteydi. İkincisi, gizli vaatlerde bulunabilirler ve hatta gizli anlaşmalarla Rusya ve Çin’in yenilgisinden sonra Türkiye sermaye sınıfının güya kazanımlarını gündeme getirmeyi deneyebilirlerdi. Bunlar günümüzde toprak ilhakından çok, sermaye için yeni hegemonya alanları tanımlayabilirdi. Üçüncüsü ise, bu çürüme ortamında iyi bilinen bir şey, belli pozisyonlara rüşvet verebilirlerdi. Hatta bu üç taktik birlikte de çalışabilirdi. Aman dikkat, çok kritik bir döneme girilmiş vaziyetteydi.

Şayet Türkiye’yi bu yöne sürüklemeyi başardıklarında ise, bunu yandaş medyada okumayacaktınız, ama NATO kaynaklı yalan ve yönlendirmelerin kiralık medyada yoğunlaşmasından anlayacaksınız. Maalesef, Türkiye Karadeniz’de bir savaşa sürüklenirse bunun bedeli ağır olacaktır ve sebep olanların hepsi altında kalacaktır.[1]

Ukrayna tanklarında ülkücü hilali ve bozkurt ne aramaktaydı? Yoksa Yeni Bir Goeben ve Breslau olayı mı tezgâhlanmaktaydı?

Ruslar tarafından ele geçirilen Ukrayna tankı üzerinde Bozkurt sembolü ve Yavru Kurt yazdığı görüntüler medyaya yansımış ve şaşkınlığa yol açmıştı.

Rus güçleri, Rabotino bölgesinde, üzerinde bozkurt-hilal sembolü bulunan bir tankı ele geçirip, video görüntülerini medyaya dağıtmıştı. Tankın Ukrayna istihbaratının kontrolündeki ‘Turan Taburu’ gibi Türki ülkelerden gidenlere ait olduğu iddiaları gündeme taşınmıştı.[2]

Daha önce 1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı’yı savaşa sokmak ve sonunda yıkmak isteyen Siyonist güçler, iktidardaki İttihatçı Masonları kullanarak GOEBEN ve BRESLAU adındaki savaş gemilerine Osmanlı Bayrağı çektirip YAVUZ ve MİDİLLİ adını alarak Karadeniz’e açılmasına ve sonunda başımıza bela olacak 1. Dünya Savaşı batağına saplanmamıza sebep olmuşlardı! Bekleyip gözleyin bakalım, Din istismarcısı AKP ile, Türk ırkçısı MHP’nin Cumhur İttifakı, başımıza daha ne işler açacaklardı?

Bu arada asıl kuşkumuz, Rusya’nın başkentine ve stratejik hedeflere yönelik “Dron”lu saldırılardan dolayı Türkiye’nin suçlanmasıydı! Acaba bu tehlikeli sataşmalarla Türkiye ile Rusya kapıştırılmaya mı çalışılmaktaydı? Bu saldırılar; Ukrayna tarafından, savaşın cepheden stratejik hedeflere ve kaotik neticelere yoğunlaşması şeklinde yorumlansa da, Türkiye’den satın alınan insansız hava araçlarının (Dronların) kullanılmasının altında şeytani hesaplar sırıtmaktaydı.

Rus Milletvekilinden alçak tehdit: “İstanbul ve Çanakkale Boğazlarını vuracağız!”

Birleşik Rusya Partisi yetkilisi ve Rusya Parlamentosunun alt kanadı Devlet Duması üyesi Pyotr Tolstoy, Türkiye’yi hedef alan tehdit dolu açıklamalar yapmıştı. Rusya lideri Putin’e yakınlığıyla bilinen Tolstoy, Rossiya-1’de sunucu Olga Skabeyeva’nın sunduğu bir açık oturum programında, ülkesinin Karadeniz üzerindeki hâkimiyetini savunarak, Rus Silahlı Kuvvetleri’nin kontrolünde olması gerektiğini vurgulamıştı.

Tolstoy, Türkiye’ye yönelik tehdit içerikli sözlerine devam ederek, “İlk önce Ukrayna’daki işimizi bitirelim, daha sonra İstanbul ve Çanakkale Boğazlarını vuracağız!” ifadesini kullanmıştı. Sunucu Olga Skabeyeva’nın “Türkiye ile savaşmaya hazır mıyız?” sorusu üzerine ise Pyotr Tolstoy, bu küstahça tehditleri yağdırmıştı![3]

Bu arada, ABD her seferinde Erdoğan’a F-16 sözü verip oyalamaktaydı!

ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken, Türkiye’nin modernize edilmiş F-16 uçaklarına sahip olmasının, “ABD’nin ve NATO’nun çıkarına olduğunu” açıklamıştı. Blinken, NATO Zirvesi için bulunduğu Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta Amerikan MSNBC televizyonuna verdiği röportajda, Türkiye’ye F-16 uçaklarının verilmesi ve bunun ABD Kongresi tarafından onaylanması hususundaki soruları yanıtlamıştı.

ABD Dışişleri Bakanı, “Türkiye’nin bu uçakları alması ABD’nin, NATO’nun çıkarınadır. İttifak genelinde yaptığımız şey, bu ittifakı olabildiğince güçlü kılmak için tüm üyelerinin ihtiyaç duydukları teknolojiye sahip olduğundan emin olmak” demiş, Türkiye’ye F-16 uçaklarının satışı konusunda Kongre’nin iki kanadından yapılan itirazların nasıl aşılacağı yönündeki soruyu ise, “Bunlar bizim için her zaman ayrı konular olmuştur. İsveç’i NATO’ya sokma süreci, Türkiye’nin ilerlemeyi kabul etmesiyle devam ediyor. Aynı zamanda Türkiye’nin modernize edilmiş F-16’lara sahip olması bu yönetimin politikasıdır” şeklinde yanıtlamıştı.

Türkiye’nin, NATO müttefiki bir ülke olduğunu vurgulayan Blinken; “Tüm NATO’nun birlikte çalışabilmesi, Türkiye’nin bu teknolojiye sahip olması önemlidir. Joe Biden yönetiminin Türkiye’ye F-16 satışı konusunu, İsveç’in NATO’ya üyeliğine bağlamayıp, bu satışın ABD’nin de çıkarına olduğunu bilmektedir” sözleriyle Erdoğan iktidarını, herhalde beş yıl daha oyalayacaktır.

Blinken, bazı Kongre üyelerinin İsveç’in NATO’ya katılımını F-16’lardaki ilerlemeye bağladığını, Kongre’nin “tamamen eşit ve bağımsız bir hükümet organı olduğunu” ama kendi açılarından her iki konuda da mümkün olan en kısa sürede ilerleme kaydedilmesi gerektiğini belirterek, ahmak ve ayarsız takımının ağzına bir parmak bal daha çalmıştır!..

FETÖ’cü kalkışmayı önleyen komutanlardan Aksakallı’ya göre: ABD, Türkiye’ye daima hainlik yapmıştı!

15 Temmuz 2016 darbe girişimi akşamında Özel Kuvvetler Komutanı olarak önemli roller üstlenen Zekai Aksakallı, darbenin arkasındaki güçleri ve neden görevden alındığını anlatmıştı.

Röportajda en çok dikkat çeken nokta, ABD’nin darbe girişimindeki rolüne yönelik vurgularıydı. ABD’yi “sözde müttefik” olarak niteleyen Aksakallı, açık şekilde; “ABD, 15 Temmuz darbe girişimine destek verdi” ifadelerini kullanmıştı. Aksakallı, ABD’nin; Türkiye karşıtı hareketlerinin FETÖ darbe girişimiyle sınırlı olmadığını da kaydederek, görevleri sırasında karşılaştığı olayları aktarmıştı.

“Yakın tarihimizde sözde müttefikimiz ABD’nin kendi çıkarlarına ve stratejik hedeflerine göre PKK, PYD, DEAŞ, FETÖ ve içimizdeki diğer gayri milli unsurlar vasıtasıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasına yönelik faaliyetlerini yakından biliyoruz. 15 Temmuz 2016 FETÖ darbe girişimi de bunlardan biridir. 15 Temmuz’a gelmeden önce sahada bizlerin iyi niyet ve samimi iş birliklerimize rağmen her zaman bir şekilde ihanete uğradığımızı gördük. 2011 yılında Uludere olayı bir istihbarat tuzağıydı. CIA tarafından içimizdeki FETÖ ve PKK iş birliği ile planlanmıştır. 2015 yılı eylül ayından sonra Ağrı, Tendürek, 40 gün süren Doski Vadisi-İkiyaka Operasyonları’nda FETÖ mensubu askerlerin; operasyonları engelleme ve ihanetleri, devleti zaafa uğratma süreçleri yaşandı.” diyen Aksakallı, ilgilileri ve yetkilileri uyarmıştı.

Sizce, 15 Temmuz arkasındaki emperyal güçler ve bölgedeki müttefikleri açısından “Türkiye’ye müdahale dosyası” kapanmış mıdır, yoksa, zaman içinde yeni bir saldırı tehdidi bulunmakta mıdır? sorusunu ise şöyle yanıtlamıştı:

15 Temmuz ihanet girişiminden 40 gün sonra başlayan Fırat Kalkanı Harekâtı’nda ABD’nin çirkin yüzünü bir kez daha gördük. 11 Kasım 2016 tarihinde harekâtın son safhası olan EL-BAB bölgesine yöneldiğimizde ABD, harekât alanında PKK, PYD, DEAŞ dahil bütün terör örgütlerini destekleyerek karşımıza çıkarmıştır. Yetmez; Rusya ve rejim de aynı hedefte birleşerek karşımıza çıktılar. O dönem SİHA’larımız henüz kullanılmaya başlanmamıştı. Hava sahasının kontrolü nedeniyle de Hava Kuvvetlerinin desteği kısıtlı oldu. Bu dönem tam bir istiklâl mücadelesiydi. Biz de İncirlik Üssü dahil Fırat’ın doğusunu destekleyen Gaziantep’teki ABD helikopterlerini ve İHA uçuşlarını kontrol altına aldık. Akabinde şahsım, içeride ve dışarıda hedef haline getirildi. Medya ve sosyal medyadan direkt ve dolaylı saldırılar başladı ve hâlâ devam ediyor. Bu operasyonda şehit olan kardeşlerimizin ruhu şâd olsun. 

Onların her biri destan yazarak şehadete ulaştı. Normalde 3 ayda tamamlanacak harekât, Amerika ve Rusya’nın ortak engellemesi yüzünden 6 ay kadar sürmüştür. Bu safhaya kadar (harekât alanının yüzde 80’inde) toplam 9 şehit verilmiş, bu safhadan sonra 58 şehit verilmiştir. ABD, işbirlikçi terör örgütlerini kullanarak saldırılarına devam etmiştir. Bu dönemde harekâtın durdurulması için, maalesef içimizdeki ABD güdümündeki gayri milli unsurlar da harekete geçirilmiştir. Sonuç olarak; 15 Temmuz Darbe girişiminden sonra da devletimize karşı hain emel ve eylemlerin amacı, özellikle 9 Kasım 2016’daki büyük oyundan asıl maksatları ordumuzu yenilgiye uğratarak geri çekilmek zorunda bırakmak ve bunun etkisiyle Türkiye’yi kaosa sürüklemekti. Özel Kuvvetler Komutanlığı; gerek yurt içi ve yurt dışı terörle mücadele, 15 Temmuz darbe girişimine karşı verdiği mücadele ve darbeden sonra icra edilen Fırat Kalkanı Harekâtı’nda büyük bir mücadele vermiştir.”

 


[1] 29.07.2023 / Erhan Nalçacı

[2] 28 Temmuz 2023 / odatv.com

[3] Milli Gazete / 22 Temmuz 2023

 

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Picture of Ahmet AKGÜL

Ahmet AKGÜL

Subscribe
Bildir
15 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Bir Şeyin Gerekliliği Değerliliğini Göstermez!
Bir şeyin gerekli olması, değerli olduğu manasına asla gelemez..
Şeytan insanın imtihanı için en gerekli unsurdur,ancak asla değerli değildir..
Akp iktidarı, Cumhuriyet tarihin en kritik kırılma sürecinde gerekli bir rolü üstlenmiştir!!Devletin kurumlarının ,şeklen de olsa İslamın genel şiarları ile barışma,tanışma süreci tamamlanmasına vesile olmuştur…Ancak Akp yi oluşturan yapının ve zihin dokusunun İslamdan,bağımsızlıktan insanlığa yön verecek vizyondan yoksun olduğu ,hatta bu değerlere derin bir karşıtlık içinde olduğu ortaya çıkmıştır..Örneğin Prof Erbakan Hocamızın Faizsiz Ekonomik Sistemİ başta olmak üzere, uluslararası alana,ahlaki sahaya ve siyasal düzene dair ortaya koyduğu prensiplerin hiçbirisine kafa yormamış hatta engel olma yolunu tercih etmişlerdir..Türkiyedeki dindar geçinen ,istismara eğimli kitlenin,sözde dindarların dünyaya ve dine bakış açılarına dair, gerçek kimliklerinin ifşa olmasında bu akp iktidarı çok önemli bir rol oynamıştır ve işin sonuna gelmiştir…!
Dolayısıyla Akp iktidarı tecrübe edilmesi gereken bir çok hususun ortaya çıkmasına dair gerekli bir rol üstlenmiştir…Ancak asla değerli bir yapı değildir..Ve pek yakında Adil Düzenin ilanıyla tarihin çöplüğüne atılacaktır…

Milli Çözüm’ün herzaman ki gibi DİKKATİ, takdire şayan..!
Evet neden Adil Düzen Adil Düzen diye sayıklayıp duruyor haykırıp duruyor yazıp duruyor Ahmet Hocamız ve Milli Çözüm, bu makaleyle nekadar elzem olduğunu daha iyi kavrıyoruz…. Siyonizm ve işbirlikçileri sadece ülkemizde değil, tüm dünyada 8 milyar insanlığı ezen sömüren hem madden hem manen dünyanın çivisini çıkarmış durumdalar… Müslümanların ve mazlum tüm insanlığın kurtuluşu TÜRKİYE MERKEZLİ olacağından , Siyonizm de kendine merkez olarak Türkiye’yi seçmiş durumda. Bu olay , artık herşeyi alenen açık gizlemeden yapmaktalar , aynı zamanda da Türkiye’yi jeopolitik konum olarak güvenli liman görüyorlar hem de Akp ve Erdoğan gibi tahripçi bir İşbirlikçiyi daha yakından ensesine yakın yerde kullanabilme kaabiliyetinin yüksekliği olmadı anlamıda çıkarılır desek yanlış olur mu acaba?
Ama bu Emperyalistlerin stratejilerini takip eden ve iyi okuyabilen Milli Çözüm Üstad Ahmet Akgül Hocamız vesilesiyle stratejilerini deşifre eden ve yüksek bürokrasiyi ” Devleti” uyandıran ikaz ve hatırlatmaları büyük anlam ifade etmektedir…

Yine Karadeniz!..
Aziz Erbakan Hocamız, bizlere Milli Görüş yemini ettirirken “2. Yalta Konferansını yapmak ve mazlumların gasp edilen haklarını geri almak” hedefini bizlere gösterirdi. İçerideki ve dışarıdaki şeytani odaklar bizi bu hedeften daha çok uzağa çekmek adına 1. Yalta’ya sebep olanlarla aynı adı taşıyan “Kalkınmacılara” 2. Yalta konferansını yaptırmak istiyor. Hem de ne tesadüf ki yine Karadeniz’de yine Rusya’ya karşı. Bakalım attıkları taş kimi ürkütecek, kimin kafası yarılacak yakında göreceğiz. Aynı tuzağı iki kere yiyen ahmak olduğu gibi aynı tuzağı iki kere kuran da ahmaktır elbette.

İstanbul
Anadolunun hemen hemen her yeri perişan haldeyken ve yakılıp yıkılırken 1. Dünya savaşında İstanbul tek mermi atmadan işgal edildi, tek mermi atmadan geri alındı.Bunun nedeni yazıda bahsettiğiniz siyonist sermaye baronlarının dedelerinin huzuruydu.Dünyayı kendileri karıştırdılar ancak kendi yaşadıkları bölgede huzursuzluk istemediler.Osmanlı yönetirken de el üstündeydiler.İstanbul işgal edilirken de İngilizler tarafından silah sesine dahi maruz bırakılmadılar.İngilizlerin İstanbul’u silah atmadan vermeleri de onların isteğiyleydi çünkü Dünyayı karıştıran bu odaklar kendi bölgelerinde asla huzursuzluk istemiyorlardı.Oradaki bir huzursuzluk kendilerine de dokunurdu.

Siyonistlerin ayakçıları
Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan, terörist İsrail ile normalleşmenin güya “bölgenin çıkarına uygun” olduğunu, bunun için “öncelikle Filistin meselesini ele almak gerektiğini” açıklamıştı. ABD Dışişleri Bakanı Blinken ise, ülkesinin Ortadoğu ülkeleri ile İsrail arasındaki normalleşme kapsamının genişletilmesinde kilit rol oynamaya devam ettiğini vurgulamıştı. Demek ki Erdoğan’ın İsrail’e aracılık ziyaretleri başarılıydı!

Siyoniszm ve işbirlikçileri…
Siyonizm; Bâtıl davaları için 5765 yıldır çalışmakta. İsrail Mescid-i Aksa’yı yıkıp, yerine Süleyman Mabedini inşa ettikten sonra Büyük İsrail’i kurup, güvenliğini sağlayıp dünya hakimiyetine tam olarak ulaşmak istiyor.
Kendilerinin Firavun soyundan geldiklerini söyleyen ve sapkın üstün ırk inancına sahip olan Siyonist Yahudiler, dünya nüfusunu da bir milyara indirmek istiyorlar.
Bunun için Hristiyanların dinlerini dejenere eden ve batıl davalarına Hristiyanları da kandırıp inandırdılar.
Bunun için Emperyalistler ecdadımızın üzerine 19 haçlı seferi düzenlemişler.
Büyük İsrail’i kurmak için önlerinde ki en büyük engel olan Sultan Abdülhamid Han’ı tahtan indiren Siyonizm daha sonrasında Osmanlıyı parçalamak için 1. Dünya Harbini çıkarmış, Balkanlar, Trablusgarp, Cihan Harbi ve Kurtuluş Mücadelesini veren ecdadımız, Gazi Mustafa Kemal’in öncülüğünde düşmanı topraklarımızdan atmıştır.
Bunun üzerine Türkleri sadece savaşla yenemeyeceğini anlayan Siyonistler;
Lozan’ı imzalamak zorunda kalsalar bile Sevr’i esas alarak Haim Nahum doktrinini uygulamaya başlamışlardır.
Erbakan Hoca’nın deşifre ettiği Haim Nahum Doktrini! Türk Halkını;
Aç bırakacaksın, işsiz bırakacaksın, borca esir edeceksin, dininden uzaklaştıracaksın, kutuplaştıracaksın, çarpıştıracak ve küçük lokmalar halinde kolayca yutacaksın…

28 Şubat darbesinin acı meyvesi olan AKP Hükümeti, Erbakan Hoca’ya ihanet karşılığında Milli Görüş Gömleğini çıkardılar. Kendisinin ”BOP Eşbaşkanı” olduğunu itiraf eden Erdoğan bu hizmetleri karşılığında Yahudi Lobilerinden ”Üstün Cesaret Madalyası” aldılar.
Ilımlı İslam’cı AKP Hükümetinin; ekonomik, ahlaki ve ailevi tahribatları sonucunda vatan toprakları ayağımızın altından kaymaktadır.
Siyonizm’in; önce devletleri sonra vatandaşları ”mülksüzleştirme” politikası sonrası AKP eliyle önce devletimizin satılacak mülkü kalmamış sonrasında orta gelirli aileler fakir haline getirilmiştir. Dar gelirli ailelerin mülk edinmesi hayal haline gelmiş ve geçim sıkıntısı sonrası sosyal patlamalar meydana gelmeye başlamıştır. Bu mükemmel makalede geçen; ”Offord, Türkiye’de dijital ekonomiyi benimsemiş iyi eğitimli genç bir nüfus olduğunu ve böylece yeni jenerasyon işletmelerin ortaya çıktığını belirtiyordu.” cümlesinden anlaşılacağı gibi. Ürettiği kadar tüketmesi gereken toplum, maalesef. Üretmeden tüketme, kolay yoldan para kazanma, lüks yaşantı, gösteriş hastası halini almıştır. Erbakan Hocamız; ”Matematiğin öğretmediği şeyler var, helal dördün haram beşten büyük olduğu.” gerçeğini sıkça vurgulamışlardı. Manevi değerleri yozlaşan toplum faiz ve kumar bataklığına saplanmıştır.
Rusya – Ukrayna savaşı başladığından itibaren batının ve kuklalarının ülkemizi bu savaşın içine çekmeğe çalıştıkları ortadadır.
Erdoğan’ın Kanal İstanbul Projesini hayata geçirmek amacıyla ”Montrö bize ne kazandırmış ne kaybettirmiş” gibi Montrö Boğazlar Sözleşmesini önemsiz sayan ifadelerinin ardından başlayan Rus – Ukrayna savaşında Montrö’nün önemi bir kez daha anlaşılmış ve Erbakan Hocamızın ”Leblebici dükkanı bile işletemezler.” Cümlesi bir kez daha hatırlarımıza gelmiştir.
AKP’nin dış politika facialarından sonra Suriye’de, Rus uçakları tarafından kalleşçe şehit edilen 34 askerimiz yüreklerimizi dağlamış, TBMM’ye verilen ”ihmaller araştırılsın” önergesi AKP ve Ortağı tarafından oy birliği ile reddedilmiştir. Hesap vermeyeceklerini zannedenler çok yakın bir tarihte bedelini ödeyeceklerdir İnşAllah.
Milli Çözüm’ün sıkça dile getirdiği ”Dişi Kemal Derviş” dediği ”Hafize Gaye Erkan” ve Halk Bankasını dolandıran, İngiltere’ye 450 ton altınımızı rehin veren sonrasında Erdoğan’ın ”Halk bankasını soydular” dediği isimler arasında olan Mehmet Şimşek’in iş başına getirilmesi, AKP hükümetinin çok yakın bir zaman da çökeceğinin habercisidir.
Ayrıca Erbakan Hocamızın AKP’nin tahribatlarını açıkladıktan sonra; ”Bu yolun sonunda ya kaos çıkaracaklar ya da anahtarı bırakıp kaçacaklar.” buyurmuşlardı.
Daha önce Suriye’de başlattığımız ve Kahraman Türk Askerinin destan yazdığı operasyon sürerken, ABD’nin Erdoğan’a ”ailenin mal varlığını açıklarız.” tehdidi ile maalesef operasyon yarım kalmıştı.
Siyonistlerin baskı ve şantajları sonrasında AKP iktidarının; halkın ve vatanın menfaatinden önce kendi menfaat ve çıkarlarını düşündüklerini gösteren örneklerden sadece bir tanesidir.
Şimdi yine paçalarını kurtarmak isteyen AKP’liler, aynı odakların baskı ve şantajlarıyla ülkemizi savaşa, kaosa götürme planları yapma ihtimalleri oldukça yüksektir.
Siyonist ve işbirlikçilerinin, TSK ve Devletimize kurdukları bütün kumpaslara rağmen;
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti, Erbakan Hocanın hazırladığı plan, proje ve kadrolarla önce işbirlikçileri sonra Siyonist ve Emperyalist bütün odakların hizaya sokacaktır.
Dünyaya barış, bereket ve adalet çok yakında tekrar biz inananların eli, Allah’ın yardımıyla gelecektir İnşAllah…

Dünden bu güne gelinen nokta
Peki D8 ler faaliyete geçmiş,Hocamızın başlatmış olduğu sistem devam etmiş olsaydı ne olurdu ?

Siyonizmin BOP. projesi işlemekte..
AKP iktidarı boyunca, Türkiye’nin en büyük şirketlerini, fabrikalarını, otellerini, limanlarını, enerji üretim tesislerini, elektrik ile doğalgaz dağıtım şebekelerini ve arazilerini yerli ve yabancı özel şirketlere sattı.
AKP iktidarının ilk Maliye Bakanı Kemal Unakıtan satış sürecini “Satacağız satacağız. Her şeyi satacağız. Kâr edeni de satacağız, zarar edeni de satacağız. Devleti ekonomik faaliyetlerden kurtarıncaya kadar satacağız. Pamuk eller cebe. Yerli yabancı herkes gelsin” cümleleriyle başlatmıştı.
Ekonomide kamunun ağırlığı azaltılırken, 2002 – 2022 tarihleri arasında özelleştirmeden elde edilen 71 milyar doların çok büyük bir bölümü kamunun borç ödemelerine, geri kalan ise satılan şirketlerin borçlarına ve personel ödemelerine gitti.
2002 yılından bu yana 273 kuruluşta hisse senedi veya varlık satış-devir işlemleri yapıldı. Bu kuruluşlardan 268’inde kamu payı kalmadı. 2002 yılından bu yana 273 kuruluşta hisse senedi veya varlık satış-devir işlemleri yapıldı. Bu kuruluşlardan 268’inde kamu payı kalmadı.
FABRİKA KURAN FABRİKALAR GİTTİ
AKP, iktidara gelir gelmez ilk önce Gerkonsan ve Taksan gibi ‘fabrika kuran fabrikaları’ elden çıkardı. Ardından dev sanayi şirketleri elden çıktı: Tekel, Eti Bakır, Eti Krom, Eti Gümüş, Eti Elektrometalurji, Çayeli Bakır İşletmeleri, Karadeniz Bakır işletmeleri Samsun İşletmesi, BET Kütahya Şeker Fabrikası, Amasya Şeker Fabrikası. Doğalgaz dağıtım şirketleri ESGAZ, Bursagaz, TÜMOSAN ile THY’nin yüzde 20’si gitti. 2005 yılında adeta özelleştirmenin altın yılı oldu. Türk Telekom’un yüzde 55’i, Eti Alüminyum, Kıbrıs Türk Hava Yolları, Adapazarı Şeker Fabrikasının yanı sıra Tüpraş’ın yüzde 14.76’sı ve Petkim’in yüzde 35’i borsada satıldı.
ENERJİYİ VERDİLER
Erdemir, Başak Sigorta ve Başak Emeklilik blok olarak elden çıkartılırken ile THY’nin yüzde 25’i borsada halka arz yoluyla 2006 yılında özelleştirilirken, 2007’de araç muayene istasyonları, Mersin Limanı Halkbank’ın yüzde 25’i verildi.
2008’de Petkim, ADÜAŞ’ın sahip olduğu 9 elektrik üretim santrali satılırken, 2009’de Başkent Elektrik, Sakarya Elektrik ve Meram Elektrik gitti. 2010 yılında ise çok sayıda elektrik ve doğalgaz dağıtım şirketi birer birer elden çıkartıldı. Son yıllarda ise HES’ler, termik santraller ve şeker fabrikaları bir bir özelleştirildi.
BİNLERCE TAŞINMAZI SATTILAR
AKP iktidarında yaklaşık 5 bin kamu arazisi satıldı. Özelleştirme İdaresi bugüne kadar, otel, tatil köyü ve sosyal tesis vasıflı gayrimenkulleri de elden çıkardı. İstanbul Hilton Oteli ve Büyük Tarabya Oteli, Büyük Ankara Oteli ve Büyük Efes Oteli ile Bursa’da Çelik Palas olmak üzeri toplam 18 tesisin satışı bedeli 673 milyon dolar oldu.
YAPTIRIP GARANTİ VERDİLER
Blok olarak satış yapacak kamu şirketi sayısı azalınca, ilerleyen yıllarda tesis ve varlık satışına ağırlık veren AKP hükümeti, kamu arazilerini, fabrikaları, enerji üretim santralleri ile dağıtım şebekelerini elden çıkardı. Devletin yapacağı yatırımları ise özel sektöre ihale eden AKP, seçtiği işbirliği yöntemiyle de ülkenin geleceğini sayıları iki elin parmaklarını geçmeyecek şirkete adeta ipotek ettirdi. Üçüncü Havalimanı, Yavuz Sultan Selim Köprüsü, Osman Gazi Köprüsü, Avrasya Tüneli ve şehir hastaneleri başta olmak üzere yap-işlet-devret modelli projelerde işletici firmalarla yapılan sözleşmelerde günlük veya yıllık olmak üzere yolcu, araç ve hasta sayısı garantisi verildi.
Bu cennet ülkemiz uçurumun eşiğine getiren, Akp den kurtulmadan ve acilen Milli Çözüm Hükümetine kavuşmadan kurtuluşu mümkün değildir.

Armegedoncular mı- Küreselciler mi? Yoksa…
80 ülkeyi Türkiye’den yönetiyoruz diyen Küreselci Siyonistler, Armegedoncu Siyonistleri uyararak; *Ayrıca Türkiye’yi işgal ederek uyuyan aslanı uyandırmayın! Bakın zaten Türkiye merkezli dünya ticaretini (siyasetini) yönetip yönlendiriyoruz* diyorlar. Armegedoncular risk ve korkularını gizlemeye çalışıyorlardı. Diğer taraftan Siyonist Netanyahu ve Armegedoncu ekip ateşi harlı tutarak sıcak savaş istiyip kendi ve avanesini bunca yolsuzluk ve hukuksuzluklarından korkarak siyasi koruma kalkanıyla iktidarda tutmak ve küreselci siyonistlere de hükmetmek istiyordu.
Aslında Türkiye’de AKP yani Erdoğan hükümeti de aynı korku ve endişeyle benzer politikalar güdüyordu. Gözüken o ki AKP nin yıkılışı ve Netanyahu’nun yıkılışı beraber yaşanabilirdi. Bu süreç AKP li işbirlikçiler de “İsrail yıkılır mı?” diye sevindirmesin ve uzakta görmesinler di. Hakikaten dünya şartları oluştu. Artık ABD ve RUSYA’nın Türkiye’ye önünde-sonunda saldıracağı çoğu ağızdan dillendirilmeye başlandı. Türkiye’de her alanda yapılan yamalar da dikiş tutmamaya başladı.
Zaten mü’minler esbaba da takılacak değildi. “Allah (cc)’nun “KUN” emriyle her şeyin olacağı” imanı esas alınırdı. Elhamdülilah.

MİLLİ KURTULUŞ HAREKETİNİN BAŞLATILMASI GEREKİYOR!
MANEVİ İŞGALİ, MADDİ İŞGALLE TAMAMLAYACAKLAR!
Erdoğan iktidarı sayesinde Türkiye’ye Siyonist sömürü sermayesine taşeronluk yaptırılıyordu.
Türkiye’yi bölgesel merkez olarak gören ABD’li dev Siyonist şirketler, 80 ülkeyi Türkiye üzerinden yönetiyordu.
İş bilir sanılan iş birlikçi iktidar eliyle Türkiye, Afrika ve Asya’daki İslam ülkelerinin rahat sömürülmesine taşeronluk yapıyordu.
Dünyayı sömürmek için Siyonist şirketlere taşeronluk ediliyordu.
Dindar Kahraman Erdoğan iktidarı, şahsi ve siyasi hesapları uğruna AB’ye giriş hevesinde ve ABD ile stratejik müttefiklik peşinde koşuyor ve bunlara tavizler verdikçe, Haçlı Batılı gâvurlar daha da azgınlaşıyor, Kur’an yakma ve camilere saldırma olaylarını artırıyor ve PKK’ya daha çok arka çıkılıyordu.
Türkiye, Siyonist sermayeli yabancı şirketlerce işgal edilirken, NATO ve ABD Karadeniz’e girme hazırlığı yapıyordu!
Montrö’yü ortadan kaldırıp Türkiye’yi Rusya ile savaşa sokacak ve ülkeyi böylesine felaketlere sürükleyecek tezgâhlar planlanıyordu.
Din istismarcısı AKP ile Türk ırkçısı MHP’nin Cumhur İttifakı, başımıza daha ne işler açacaklardı?
Bütün bunların karşısında yandaşların kahredici sessizliği ve tepkisizliği Milli ve manevi duyarlılıklarının iflasını yansıtıyordu.
ARTIK, MİLLİ KURTULUŞ HAREKETİNİN BAŞLATILMASI GEREKİYORDU!

Peki, Çare ve Yöntem ne olmalıdır?
Din adına, insanları bıktırmaktan vazgeçilmeli ve mü’minlerin İslam’dan yaka silkmesine izin vermemelidir. Sinir uçlarıyla oynamanın kefareti, genellikle sinirlerin zıplayıp isyana dönüşmesidir. Sadece ve taklidi bir zihniyetle, şekle şemaile, kılık kıyafete önem vermekle ortak payda yakalanması mümkün değildir. İnsanlık birçok deneyimden, sıkıntıdan, kavgadan, savaştan geçmiştir. Batı dünyası, Rönesans’a omuz veren reformlara girişmiştir. Müslümanlar ise dinî anlayışı yenileme ve onarma hareketlerinden uzak anlayışla yaşamı dondurmuş vaziyettedir. Adına ister “Tecdid (Yenilenme/ Yenileme)” denilsin, ister medeniyet devrimi denilsin, fark etmez. Bir an önce Kur’an’ın ilkeleri ve insanlık değerleriyle barışık, tüm insanlara huzur ve onur sağlamayı amaçlayıcı bir İslam anlayışının tesisi gerekmektedir. Olmadığı takdirde İslam mirası, nüfuzu yoğun ama ruhu olmayan bir din olarak inanç müzesinde mumya gibi sergilenecek, şuursuz ve sorumsuz, taklitçi mü’minlerle meyyit-i müteharrike (yürüyen cenazeler) konumuna düşeceklerdir. “Türk İslam sentezi” senaryolarıyla; milli birlik, kardeşlik ve manevi dirlik bağlarımızı çözmüşlerdir. İslam dinine gerçekten sadık olanların İslam’dan başka hiçbir bâtıl sisteme ve otoriteye sadık olmamaları gerekirken, din istismarcılığı ve siyasal dindarlık insanlara; köleliği ve körü körüne teslimiyeti emretmektedir. Ahlakta üretimi olmayan ve sırf simge ve sembollerle yol tutan İslamcılığın, fikir ve erdemin kıymet verildiği insanlık medeniyetindeki karşılığı, çıbanbaşı olmaktan öteye geçememektedir. İslamcılık kılıfıyla istismarcı siyasetin yalan, hile ve düzenbazlık manevralarıyla diplomasi kültürü oluşturabileceği yanılgısı, hür düşünceyi temsil eden onurlu mahfillerde eksi karakter notuyla değerlendirilmektedir.

“Bundan sonraki süreçte, sahte dinlerin ve riyakâr-istismarcı dindar kesimlerin; yok oluşunun büyük nova patlaması gibi bir anda, enerjisi yüksek tansiyonla ve sonucu tam bir keskinlikle olacağı öngörülmektedir. Devrimci özelliğe sahip tüm peygamberler insanlığın hafızasında asalet ve onurlarıyla yaşayıverecek, ama onların değerini değersizliğe satanlar tarihin çöplüğüne atılıp çürüyeceklerdir” tespitleri yerindedir ve Adil Düzen devrimi mutlaka gerçekleşecektir.

ESİRLER VE ASİLLER!
Dadaş Şahin bey;
Dünya artık eski dünya değil. Yollar, binalar, bağlar, bahçeler yerinde dursada, insanlar tamamiyle değişime uğramış durumda. Bir çay ocağında, veya herhangi bir sohbet ortamında bu durumu gözlemlemeniz çok rahat olacaktır. Bir zamanlar sohbet mekanlarında; Allah, Kur’an, din, iman, dava, cihat..vs konuşulurken, şimdilerde; tarla, arsa, ev, villa, ihale..vs gündemin ilk sırasında yerini almış bulunmakta. Peki ne olduda bu kadar büyük dönüşüme uğradı Müslümanlar. Dün ile bugün arasında nasıl bir değişim meydana geldi? Dünün mücahitleri bugünün müteahhitleri oldular olmasınada, neden geçmişlerini bir anda unutuverdiler? Evet Dadaş Şahin bey, haklılık yönümüz var. Dünyayı Siyonist sermayedarlar yönetiyor olsada, Müslüman görünenler onların çarklarına su taşıyarak hedeflerine ulaşma yolunda büyük katkı sağlıyorlar. Neresinden tutarsanız elinizde kalıyor. Konunun özeti bu..

Dadaş Şahin’in Garkad’lığı
“Müslümanlarla Yahudiler arasında bir harp olmadıkça kıyamet kopmaz. (Bu harpte Müslümanlar, Yahudileri tamamıyla mahvedecek) Hatta Yahudilerden biri taş ve ağaç arkasında gizli kalsa bile (Allah’ın izniyle) o taş ve ağaç (dile gelerek): Ey Müslüman! Arkamda saklanan Yahudi’dir. Gel onu da öldür, diyecektir. Yalnız (Beyt-i Makdis’de ma’ruf) Garkad denilen dikenli ağaç müstesnâdır. Çünkü o, şecere-i Yahuddur.” [1]

Makalemizde Siyonizm’in (İsrail, ABD, AB)nin ülkemizi (dünyayı) sömürdüğüne ve ülkemize yönelik alçakça girişimlerine de vurgu yaparken; Sayın Dadaş’ın “Garkad ağacı” gibi (sömürü/zulüm sisteminin patronu Yahudi’yi arkasına alarak, gizleyerek)
“Türkiye’yi İslamcı, para baronu münafıklar yönetiyor. Beş vakit alnı secdeye giden, sözde Müslümanlar yönetiyor. Kimimizin amcası, dayısı, şusu busu diye haramzadelikler ini örttüklerimiz yönetiyor.” Diyor.

Yani Yahudi’nin 6. 7. Kuklalarını ele verip “rejisöre” Yahudi’ye karşı Garkad’lık yapıyor.

Sayın Dadaş’ın bilerek veya bilmeden Garkad’lık yaptığı açık!..

Bununla birlikte “amcanın, dayının… haramzadeliklerini de görmezden geliyorsan, buda sana yakışır.

Fakat [b]Milli Çözüm[/b] sadece yakın çevresinin değil, güç sahibi işbirlikçi iktidar sahiplerinin değil, işbirlikçi “Fetö” ve türevlerinin değil, tüm bunların iplerini elinde bulunduran YAHUDİ patronun (zalimin, hainin, alçağın) hepsine kafa tutmuş, zalimliklerini yüzlerine vurmuş (haykırmış), HAKİKATI her daim tutup kaldırmıştır.

“[b]Andolsun, insanlar içinde, mü’minlere en şiddetli (ve tehlikeli) düşman olarak Yahudileri ve müşrikleri (ve Protestan, Evanjelik gibi Siyonistleşmiş Hristiyan kesimleri ve sözde Müslüman geçinen işbirlikçileri) bulursun…[/b]” Maide 82

[1] Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bir başka resmi yayını olan Riyâzü’s-sâlihin’de H.H. Erdem, Riyazü’s-salihin ve Tercümesi, III, 331, hadis no: 1852, Ankara, 1995, On beşinci baskı

Zalım ve kâfir düzenin iş birlikcileri sonları yaşamaktasiniz
“Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden, dininizi alay ve oyun (konusu) edinenleri ve kâfirleri dostlar (veliler-yöneticiler) edinmeyin. Ve eğer (gerçekten) inanıyorsanız, Allah’tan korkup (kâfirlere ve zalimlere yaranmaktan) sakının. (Kâfir ve zalimlerin peşine gitmekten vazgeçin.)

(Ey mü’minler) Onlar (inkârcılar ve münafıklar), siz birbirinizi namaza çağırdığınızda (ezan okunduğunda) onu alay ve oyun (konusu) edinirler. Bu, gerçekten onların akıllarını (ve vicdanlarını) kullanmayan bir topluluk olmaları yüzündendir.

De ki: ‘Ey Kitap Ehli, sizler bizim sadece (ve şeriksiz biçimde) Allah’a, bize indirilene (Kur’an’a) ve önceden indirilen (kitapların aslına) inanmamızdan ve sizin çoğunuzun da fasıklar (günaha ve haksızlığa düşkün insanlar) olmanızdan dolayı mı kızıyor, bizden gıcık alıyor (ve intikam için fırsat kolluyor)sunuz? (İşte bunun için Avrupa’nın çeşitli merkezlerinde hem de devlet izniyle Kur’an-ı Kerim’i yakıp camilere saldırıyorsunuz!.. Evet, sizin bize kininiz İslam yüzündendir.)’

Onlara de ki: ‘Allah katında, sizin için kesinleşmiş bir ceza olarak (bu huysuzluk ve huzursuzluğunuzdan) daha şerlisini (ve beterini) haber vereyim mi? (Böyleleri) Allah’ın lanet ettiği kimselerdir. Allah’ın onlara gazaplandığı ve kahrına uğrattığı kişilerdir. Ki onları maymunlara ve domuzlara çevirmiştir.’ (Maymunlar gibi Haçlı Batı’yı ve bâtılı taklit etme, onların hizmet ve himayesine girme aşağılığına düşmüşlerdir. Domuzlar gibi milli namus ve onurlarını kıskanmayan ve zalim güçlere kâhyalık yapan bir bayağılığa dönmüşlerdir.) Ve (onlar) tağuta tapanlar (haline getirilmiş, zalim ve kâfir düzenlerin işbirlikçisi durumuna itilmişlerdir.) İşte bunların mevkii (konumu) çok daha şerli (ve değersiz)dir ve Hakk yoldan daha çok sapıtıp gitmişlerdir.” (Maide: 57, 58, 59, 60)

Çok doğru, ama..
Yazara yüzde yüz katılıyorum. Eyvallah. Kalemine sağlık. Ama, Türkiyeyi islamcı, para baronu münafıklar yönetiyor. Beş vakit alnı secdeye giden, sözde Müslümanlar yönetiyor. Kimimizin amcası, dayısı, şusu busu diye haramzadeliklerini örttüklerimiz yönetiyor. Gerisini siz yorumlayın.

ÖZEL YAZILAR

YORUMLAR

Son Yorumlar
15
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...