YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6920ea80cf959
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 4 9
Bugün : 1350
Dün : 41199
Bu ay : 895273
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45299094
IP'niz : 216.73.216.128

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

TEBLİĞDE MİZAHIN ETKİSİ

VE

İSLAMİ PRENSİPLERİ

        

Tebliğ ve tenkit çalışmalarında, nükteli sözler ve mizahi misaller, bazı gerçeklerin hatırda kalması ve etkili olması bakımından önemli bir araçtır. Elbette insani onura ve İslami şuura yakışmayan sıklıkta ve cıvıklıktaki mizahlar yakışıksızdır ve yaralayıcıdır. Meramımızı mizahla anlatırken kişilere ve kesimlere hakaret edici, muhatapların şahsiyet ve haysiyetini incitici söz ve tavırlardan elbette sakınılmalıdır. Ancak yeri geldiğinde; meşhur Nasreddin Hocamız misali, güldürürken düşündüren, eğlendirirken öğreten sözlere ihtiyaç vardır. Hem etkili, hem eğitici, hem de kasıtlı ve şımarık muhalifleri hizaya getirici mizahi benzetmeleri ve nükteli misalleri yerinde ve yeterince kullanabilmenin, özel bir zekâvet, feraset ve cesaret gerektirdiği unutulmamalıdır.

Erbakan Hocamız da, zaman zaman bu yola başvurmuşlar; ilginç ama gerçekçi benzetmeleriyle, hem bâtıl cepheyi topluma tanıtmayı, hem de yıllarca gündemde kalıp konuşulmayı başarmışlardır. Yani izahı sıkıntılı konuları, mizah ile anlatmışlardır.

Mizah; edebiyatta ve konuşma sanatında düşünceleri espri ve nükteyle süsleyerek anlatan söz ve yazı çeşidine verilen addır. Aslı, “şaka ve latife yapmak” anlamındaki “mezh” kökünden gelen mastar ismi olan müzâhtır. Kelime Kur’an’da geçmemekle beraber, hadislerde mezh kökünden çeşitli türevler bulunduğuna rastlanmaktadır. Bir hadiste “düâbe”nin mizah anlamına geldiği vurgulanmıştır. (Müsned, III, 67) Mizahta temel hedef güldürme ise de zamanla; fert ve toplumdaki aksaklıkları ve yanlışlıkları eleştirme, iğneleme ve düzeltme amaçları da ağırlık kazanmıştır. Kin ve intikam duygusundan kaynaklanmayan mizahta küçük düşürme amacı sakıncalıdır; daha ağır şekilleri olan “istihza” ise üstü örtülü ve iğneleyici bir alaydır. Mizah, halk zekâsının ürettiği bir savunma aracı olup gülünç hikâye ve fıkraların en az saldırgan olan biçimine dayanır. Mizahın özü; şaka sayesinde duygu patlamasına engel olmaktır. Gerçeklerin sebep olduğu acılara boyun eğmeyen mizah, cemaat kimliğini dile getirme biçimlerinden biri olduğu gibi, zulme dayanan yönetimlere karşı aşağı tabakalardan gelen bir direniş tavrıdır.

Hz. Peygamber Efendimizin latife yapmayı tasvip ettiğini, Kendilerinin de latifeler yaptığını gösteren rivayetler vardır. Ayrıca Hz. Ali’nin, “Kalpler de bedenler gibi yorulur, onları hikmetli sözlerle dinlendirin, şaka yapan yaşlanmaz” dediği aktarılır. Bazı âlimlerle, şair ve ediplerin şaka ve mizahın yararlarını öven görüşleri de kayıtlıdır. (Ebû İshak el-Husrî, s. 12-51; İbnü’l-Cevzî, Aḫbârü’ẓ-ẓırâf, neşredenin girişi, s. 13-18; Nüveyrî, IV, 1-3) Nitekim Resul-i Ekrem ile Ashab ve Tâbiîn’in günlük hayatlarında şaka ve mizahın yer aldığı, insanlar arasında nezih şaka ve mizahın sünnet konumunda olduğu, Süfyân es-Sevrî gibi âlimler tarafından açıklanmıştır. Şakalarında doğruluğu ve zarafeti ilke edinen Hz. Peygamber’in mizah üsluplarından biri “tahsîlü’l-hâsıl” adı verilen, herkesçe bilinen gerçeklerin kinaye yoluyla ilginç bir biçimde ifade edilmesi tarzıdır. Resulüllah’ın mizahlarının birçoğu kinaye veya tevriye sanatına dayanır. Hz. Peygamberimizin; bir yolculukta birkaç kişinin, eşyalarını taşıması için üzerine yüklediği Sefîne adlı bir hizmetçiye, “İşte şimdi gerçekten sefine (gemi) oldun” buyurması buna örnek sayılır. (Müsned, V, 220, 221, 222). Nuaymân b. Amr, Resul-i Ekrem zamanında yaptığı şakalarla bilinen bir sahabedir (İbn Kuteybe, I, 316-317, 320). Abdullah b. Ömer ile Kādî Şüreyh de mizahî anekdotlarıyla tanınmıştır. Bunun yanında Medine, I. (VII.) yüzyıldan itibaren çıkardığı mizahçılarla, mizahı edebî tür düzeyine yükselten bir ekolün merkezi konumundadır.

Daha çok İslamiyet öncesi sözlü edebiyat ürünlerinin yer aldığı Dîvânü Lugâti’t-Türk ile İslami değerler üzerine kurulu Kutadgu Bilig’de ve Dede Korkut Kitabı’nda birçok mizahî unsur vardır. Bilhassa Dede Korkut Kitabı’nın başında, “Kadınlar dört türlüdür” cümlesiyle başlayan kadın tasnif ve tasviriyle, Deli Dumrul hikâyesinin bu açıdan ayrı bir önem taşıdığı söylenebilir. İslami dönem Türk edebiyatında kavram ve terim olarak günümüzdeki anlayışa yakın mizaha daha çok halk edebiyatı ile yeni edebiyatın çeşitli türlerinde rastlanmakta, divan nesrinde “latife”, şiirinde ise “hiciv” ve “hezlin” öne çıktığı görülmektedir.

Osmanlı Divan Edebiyatı’nda mizahî anekdotlar içeren en eski eserler olan Risâletü’n-Nushiyye ve Garibnâme gibi kitaplarda mizahın “nükte ve latife” karşılığında kullanıldığı görülmektedir. Nâbî’nin, “Eyleme hezl ü mizâhı pîşe / Düşürür dostlarını endîşe / Dostu etme latîfeyle fedâ / Hakk-ı nân u nemegi etme hebâ” ve Sünbülzâde Vehbî’nin, “Hûbdur gerçi letâfetle mizâh / Olmaya lîk müeddî-i silâh” beyitlerinde mizahın aşırıya kaçmayan latife özelliğinde olması tavsiye edilirse de uygulamada bu çizgiden epeyce uzaklaşıldığı bilinmektedir.

Doğrudan zekâya hitap eden mizah ürünlerinin müstakil kitap, risâle, arzuhal, münazara metni ve şerh şeklinde mensur olanları da vardır. Bazen mizah unsuru içeren fetvalara da rastlanır; meselâ Ebussuûd Efendi’nin, “Zeyd, ‘Avratların olduğu cennet bana gerekmez’ dese ne lâzım olur?” sorusuna, “Gerekmezse cehenneme gitsin” cevabını vermesi gibi (Gökyay, s. 263). Divan edebiyatında bilinen ilk müstakil mizahî eserler XV. yüzyıla ait olup bunların en önemlileri sayılan Şeyhî’nin manzum Harnâme’si mesnevi, Molla Lutfî’nin mensur Harnâme’si münazara türündedir.

Türk mizah kahramanı: Nasreddin Hocamız!

Yaşadığı dönem, doğum ve ölüm yılları, tarihî kişiliği ve ailesi hakkındaki bilgiler tartışmalıdır. Yaşadığı dönem ve yöre hakkındaki en önemli kanıtlar arasında; Akşehir’deki türbesi, soyundan geldikleri söylenen kişilere ait mezar taşı kitabeleri ve adına kurulmuş olan vakıfla ilgili Fatih Sultan Mehmed devrine ait bir arşiv belgesi bulunmaktadır. Kaynaklarda yer alan bilgilere göre Nasreddin Hoca, Sivrihisar’ın Hortu Köyü’nde 605 (1208) yılında doğmuşlardır. Köyün imamı olan babası Abdullah’tan sonra bu görevi kendisinin üstlendiği anlatılır. Ardından Akşehir’e göç etmiş ve burada kadılık yapmış ve 683 (1284) yılında bu dünyadan ayrılmıştır. Eskiden Hortu Köyü’nde Nasreddin Hoca’ya ait olduğu rivayet edilen bir ev harabesinin ve onun soyundan geldiklerini söyleyen kimselerin bulunduğu birçok kaynakta aktarılır. Ayrıca Mükrimin Halil Yinanç, bir gezisi sırasında, hocanın oğullarına ait mezar taşlarını Sivrihisar’a yakın Sultana Köyü’nde gördüğünü anlatır. Nasreddin Hoca’nın kızlarından birine nispet edilen bir mezar taşına da Sivrihisar’da rastlanmıştır. İstanbul’un ilk kadısı ve Fatih Sultan Mehmed’in hocası Hızır Bey’in de Sivrihisarlı ve annesinin Hoca’nın torunu olduğuna dair bilgiler de kaynaklarda yer almıştır.

Fıkraları dikkatle incelendiğinde; Müslüman Türk halkının mizah sembolü olan Nasreddin Hoca’nın hazırcevap, insanları kırmadan doğruyu söyleyen, yeri geldiğinde kendisiyle de alay etmeyi bilen bir şahsiyet olduğu anlaşılır. Fıkralarının çoğunda sıradan bir köylü gibi tarlasında, bağında çalışan, ormana odun kesmeye giden, zaman zaman da şehre inen bir insandır. Bu şehir çok defa Akşehir, Sivrihisar veya Konya’dır. Ancak Hoca’nın bazen bir âlim, bazen bir bilge kişi, bazen kadı, tabip, hoca ve elçi kişiliğine büründüğü de olmaktadır.

Hoca’ya mâl edilen fıkraların bir kısmının kaba ve çirkin olayları konu aldığı ve ahlâk dışı bir dil kullanıldığı sırıtmaktadır. Müslüman Türk halkının, başta dinî inancı olmak üzere ahlâk anlayışı ve gelenekleriyle bağdaşmayan bu fıkraların Nasreddin Hoca’ya ait olmadığı ve sonradan Hoca’ya yamandığı açıktır. Birkaçı dışında tek olay üzerine kurulan Nasreddin Hoca fıkraları hakaret içermeyen, açık ve dışa dönük, incitmeden eğiten mizahi yaklaşımların en güzel örneklerini oluşturmaktadır. Aykırı konuşmayı seven, aklıselimi kuvvetli, neşeli, babacan bir tip olan Hoca’nın mizahı hiciv gibi yıkıcı değil yapıcıdır; bu yönüyle bir iyi niyet timsali konumundadır. Fıkralarda alay ve eleştiri okları çoğunlukla ev, sokak, aile, toplum, iş hayatı, din, yargı sistemi, ekonomi, otorite, dostluk gibi hayatın her safhasını ilgilendiren konularda ilginç ve ibretli anlatımları bulunmaktadır. Bu fıkralar arasında bir maksadı açıklamak, bir düşünceyi destekleyip güçlü kılmak için atasözü yerine kullanılanları da vardır. Böylece Türk halkının aklıselimini, duyuş ve düşünüş özelliklerini ifade etmiş olmaktadır. Tahkiye ve diyalog dengesine dayanan Nasreddin Hoca fıkralarının halk tarafından büyük kabul görmesinin bir sebebi de bu iğneleyici ama edepli yaklaşımıdır.

Erbakan Hocamızın unutulmayan benzetmeleri!

“Kadayıfın altının ve üstünün kızarması!”

Erbakan’ın Türk siyasi hayatında yer bulan ilk önemli sözü, “Kadayıfın altı kızarsın!” sözleridir. 1960 sonrası Süleyman Demirel’in Başbakanlığında kurulan Milliyetçi Cephe hükümetinin ortaklarından olan Erbakan’ın bu sözü ile, hükümete verdiği desteği ne zaman çekeceğini bu “Kadayıflı söylem”le dile getirdiğini ifade etmişler ve kadayıfın altının kızarmasının, hükümeti düşürme zamanının geldiğini göstereceğini söylemişlerdir. Oysa Erbakan Hoca, bâtılın iki kanadı olan AP ve CHP’yi, bir kadayıfın altı ve üstü olarak nitelendirip, “bunların kızartılmasının, bâtıl düşüncelerin topluma tanıtılması” olarak ifade etmiştir.

“Patates Dini” Kavramı!

Siyonist-Haçlı merkezlerin ve işbirlikçi çevrelerin, Müslüman Türk toplumunda şuursuz ve sorumsuz bir Din anlayışını yaygınlaştırma ve halkımızı bâtıl sömürü sistemlerine köle yapma girişimlerini topluma tanıtmak için; bu tür safsata ve sapkınlıkları “Patates Dini” olarak yorumlamış ve halkımızı uyarmıştır. Yoksa Erbakan Hocamız, asla ne Yüce Dinimizi ne Müslüman Milletimizi aşağılamak için bu sözü kullanmamıştır.

Kur’an-ı Kerim’de, kâfirleri-zalimleri ve münafık kesimleri yerici ve alay edici yaklaşım:

Fetih öyle olmaz, böyle olur! İkazı…

“İşte size (hikmet ve hakikatleri) böyle (açıklıyorum)… Gerçekten Allah, kâfirlerin hileli düzenlerini (ve bütün tedbirlerini) boşa çıkarıverendir.

(Ey müşrikler ve Yahudiler!) Eğer fetih (ve zafer) istiyor idiyseniz, işte size fetih (fırsatı ve şansı Hz. Muhammed’le) gelmiştir! (Zafer öyle değil, böyle gerçekleşir!) Eğer (inkârdan ve eski yaptıklarınızdan) vazgeçerseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Yok, eğer siz (tekrar) geri (küfre ve hıyanete) dönerseniz Biz de (sizi cezalandırmaya ve mü’minler eliyle hezimete uğratmaya) döneriz. Topluluğunuz çok da olsa, size bir şey sağlayamaz (ve gelecek belaları savamaz). Çünkü Allah mü’minlerle beraberdir.” (Enfâl Suresi: 18-19)

Müşrik ve münafıkların, acı ve alçaltıcı sonlarıyla uyarılması:

“Münafıklar, kalplerinde olanı (haset, hile ve hıyanet durumlarını) kendilerine haber verecek (ve sinsi planlarını deşifre edecek Kur’ani) bir surenin aleyhlerinde (üzerlerine) indirilmesinden oldukça çekinip durmaktadırlar. De ki: ‘(Şimdilik) Alay edip (huysuzlaşın bakalım). Şüphesiz Allah, (bilinmesinden) kuşkulanıp kaçındığınız (sırlarınızı ve şeytani planlarınızı) açığa çıkaracak (ve bozuk ayarınızı mü’minlere tanıtacaktır).

Yemin olsun ki; (Allah’tan zafer umanları ve bu yolda çaba harcayanları hayalcilikle suçlayanlara) eğer onlara (bu laçka ve laubali tavırlara niçin girdiklerini) sorduğunda ise: “Gerçekten biz sadece öyle lafa dalmış şakalaşıyorduk” diyerek (cevap verirler). De ki: “Siz Allah ile, O’nun ayetleriyle ve O’nun Peygamberiyle mi alay ediyorsunuz? (Çünkü zaferi va’ad eden Cenab-ı Hakk’tır.)

(Ey münafıklar, boşuna) Özür belirtip durmayınız. (Çünkü) Siz, imanınızdan sonra (bazı konularda) kesinlikle inkâra saptınız. (Hakk davadan ve hayırlı topluluktan ayrıldınız.) Sizden (pişman olup Hakka dönen) bir kesimi bağışlasak da, bir kısmınızı gerçekten suçlu-günahkâr olmaları nedeniyle azaplandıracağız.” (Tevbe Suresi: 64-65-66)

Hz. İbrahim’in putperestleri aşağılaması:

“Ardından o, sadece büyükleri hariç olmak üzere onları (bütün putlarını balyozla) paramparça etti; (kendisine yönlendirmek ve cehaletlerini göstermek üzere) belki müracaat edip ona başvururlar diye (büyüklerine ilişmedi).

(Müşrikler gelip bu durumu görünce) ‘Bunu tanrılarımıza kim ve nasıl yaptı? Mutlaka o bize zulüm (ve hakaret) edenlerden birisidir’ diye (kuduruvermişlerdi.)

(İçlerinden birileri) ‘Kendisine İbrahim denilen bir gencin bunları diline doladığını işittik (herhalde onun işidir)’ demişlerdi.

(Hiddetlenip) Dediler ki: ‘Öyleyse, onu (İbrahim’i tutup) insanların gözü önüne getirin ki, ona (nasıl bir ceza vereceğimize) şahit olup görsünler.’

(Sonunda onu bulup getirdiler ve) Dediler ki: ‘Ey İbrahim, bunu ilahlarımıza sen mi yaptın?’

(İbrahim) ‘Hayır’ dedi. (Büyük putu göstererek) ‘Belki bu yapmıştır, (baksanıza) bu onların en kalıplısı; eğer konuşabiliyorsa ona sorun (yanıtlasın).’

(Hz. İbrahim, cansız ve kendilerini korumaktan bile aciz putlara tapınmanın ahmaklık olduğunu hatırlatınca) Bunun üzerine (kavmi) kendi vicdanlarına (nefislerinin ön yargısız manevi tartılarına) başvurdular da; ‘Gerçek şu ki, zalim olanlar (asıl) sizlersiniz (bizleriz)’ diyerek (kafaları dank etmeye başlamıştı).

Sonra, yine tepeleri üstüne (eski bâtıl inanç ve iddialarına) geri döndüler (ve dediler ki): ‘Andolsun, bunların konuşamayacaklarını sen de bilirsin. (Ey İbrahim, dalga geçmenin sırası mı?)’

(Hz. İbrahim) Dedi ki: ‘O halde, Allah’ı bırakıp da, (bunlar gibi) sizlere yararı olmayan ve zararı dokunmayan şeylere mi tapıyorsunuz?

Yuh olsun size ve Allah’tan başka ibadet ettiğiniz (putlara ve tağutlara)! Siz hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?’” (Enbiya Suresi: 58-67)

Cennetlik mü’minlerce, cehennemlik kâfirlere; dünyadaki inkâr ve isyanlarının hatırlatılması:

“(Orada) Cennet ehli, ateş (cehennem) sakinlerine (şöyle) seslenecekler: ‘Rabbimizin bize va’ad ettiğini biz gerçek olarak bulduk. (Hepsi Hakk ve hakikatmiş.) Siz de Rabbinizin size va’ad ettiğini (aynen) gerçek olarak buldunuz mu?’ Onlar da: ‘Evet’ derler. Bundan sonra aralarından bir münadi (müezzin): ‘Allah’ın laneti zalimlerin üzerine olsun!’ diye ilan edip onlara seslenmiş olacaktır.

Ki onlar (şunlardır; Müslümanları) Allah yolundan (Kur’an ahkâmından, İslam ahlâkından engellerler… Hürriyet ve adalet için cihaddan) çevirip döndürürler… Onu (İslam’ı ve Kur’an’ı) eğip bükerek çarpıtmak (ve yozlaştırmak) isterler… Ve (din adına dünyaya tapınarak) ahireti örtüp gizlerler (kendileri ve tâbileri için cenneti garanti gösterirler. İşte) onlar inkârcılardır.” (A’raf Suresi: 44-45)

“Cehennem ehli cennet ehline: ‘(Ne olur) Bize biraz (serin) sudan ya da Allah’ın size verdiği rızıktan aktarın’ diye seslenip (yalvaracaklardır.) Onlar da derler ki: ‘Doğrusu Allah, bunları inkâr edenlere (ve nankörlere) haram (yasak) kılmıştır.’” (A’raf Suresi: 50)

Kâfir Ebu Leheb’in ve zalim eşinin Kur’an’daki ironik anlatımı:

Tebbet Suresi:

1- (Hz. Peygamberin kâfir ve zalim olan amcası) Ebu Leheb’in iki eli (ekonomik ve siyasi güçleri) de kurusun ve zaten kurudu (ve Allah’ın kahrından kurtulamadı.)

2- Malı ve kazandıkları da kendisine hiçbir yarar sağlayamadı (ve zararları savamadı).

3- (O azgın) Alevi olan bir ateşe (cehenneme) girip (kalacaktır.)

4- Karısı da; odun hamalı (olarak oraya atılacaktır.)

5- Boynuna bükülmüş bir ip (bağlanmış) şekilde (cehennemi boylayacaktır. Çünkü, hakaret ve zahmet olsun diye Hakk Elçisinin kapısı önüne, dikenli dalları da aynen böyle taşıyıp yığmıştır.)”

Evet, Efendimizin amcası olmasına rağmen, inkârcılığı yanında Peygamberimize özel düşmanlık yapan ve Ona hakaret için fırsat kollayan Ebu Leheb’in, bu ayetlerle aşağılanması ve acı akıbetinin vurgulanması yanında… Hz. Muhammed (AS)’a hakaret ve haksızlığı ile tanınan karısının da cehenneme odun taşıyan ve kendi ateşinde cayır cayır yanan birisi olacağının vurgulanması; hem bu ifadelerle çevresinde müşriklerce rağbet ve hürmet edilen bu bayağı kimselerin küçük düşürülmeleri… Hem de kasıtlı ve inatçı İslam düşmanlarının hangi derekelere sürüklenecekleri beyan buyrulmaktadır.

Bütün bunlara dayanarak ve sadece Allah’ın rızasını ve toplumun çıkarını amaçlayarak; Hak davamıza, Erbakan Hocamıza, Dini ve Milli Kutsallarımıza sataşan kimseleri yermek, uyarıvermek ve “Emr-i bi’l ma’ruf – Nehy-i ani’l münker” (İyilikleri yürütme – Kötülükleri önleme) görevimizi yerine getirmek için yazdığımız fıkraları kitaplaştırdık.

 

 

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Picture of Necmettin BİŞKİN

Necmettin BİŞKİN

Subscribe
Bildir
12 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Mizahta islam ölcüsü
Fıkraları dikkatle incelendiğinde; Müslüman Türk halkının mizah sembolü olan Nasreddin Hoca’nın hazırcevap, insanları kırmadan doğruyu söyleyen, yeri geldiğinde kendisiyle de alay etmeyi bilen bir şahsiyet olduğu anlaşılır. Fıkralarının çoğunda sıradan bir köylü gibi tarlasında, bağında çalışan, ormana odun kesmeye giden, zaman zaman da şehre inen bir insandır. Bu şehir çok defa Akşehir, Sivrihisar veya Konya’dır. Ancak Hoca’nın bazen bir âlim, bazen bir bilge kişi, bazen kadı, tabip, hoca ve elçi kişiliğine büründüğü de olmaktadır.

Aziz Erbakan Hocamızın Mizahi Sözlerinden Bazıları
Kırk çürük yumurta bir tane sağlam yumurta etmez.”
”Kâbe’yi yıkmaya gelen Ebrehe’nin filleri nasıl sahiplerini ezdiyse, bugün zalim devletlerin uçak, gemi ve tank filoları da birbirini ezecek ve kendi sahiplerini yiyecektir.”
Domuzdan post, gavurdan dost olmaz.”
Kadayıfın altı kızarmadan bu hükûmeti uzaklaştıracak olursanız, bu zihniyet milleti aldatmanın gene fırsatını bulacaktır. Onun için kadayıfın altının kızarmasını bekleyeceğiz.
Müslüman; Hakkın hakimiyeti için motor, şerrin yok olması için fren olma görevlisidir.
Erdoğan siyonizmin veznedarı oldu.
Patates Dini” Kavramı
Sadece Allah’ın rızasını ve toplumun çıkarını amaçlayarak; Hak davamıza, Erbakan Hocamıza, Dini ve Milli Kutsallarımıza sataşan kimseleri yermek, uyarıvermek ve “Emr-i bi’l ma’ruf – Nehy-i ani’l münker” (İyilikleri yürütme – Kötülükleri önlemek için yapılması önemli ve gereklidir.

Fetih öyle olmaz, böyle olur! İkazı…
“İşte size (hikmet ve hakikatleri) böyle (açıklıyorum)… Gerçekten Allah, kâfirlerin hileli düzenlerini (ve bütün tedbirlerini) boşa çıkarıverendir.

(Ey müşrikler ve Yahudiler!) Eğer fetih (ve zafer) istiyor idiyseniz, işte size fetih (fırsatı ve şansı Hz. Muhammed’le) gelmiştir! (Zafer öyle değil, böyle gerçekleşir!) Eğer (inkârdan ve eski yaptıklarınızdan) vazgeçerseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Yok, eğer siz (tekrar) geri (küfre ve hıyanete) dönerseniz Biz de (sizi cezalandırmaya ve mü’minler eliyle hezimete uğratmaya) döneriz. Topluluğunuz çok da olsa, size bir şey sağlayamaz (ve gelecek belaları savamaz). Çünkü Allah mü’minlerle beraberdir.” (Enfâl Suresi: 18-19)

Her sözün ayrı bir, kıymettir Hocam!
Erbakan Hocamız da, zaman zaman bu yola başvurmuşlar; ilginç ama gerçekçi benzetmeleriyle, hem bâtıl cepheyi topluma tanıtmayı, hem de yıllarca gündemde kalıp konuşulmayı başarmışlardır. Yani izahı sıkıntılı konuları, mizah ile anlatmışlardır.

Aziz Erbakan hocamız, her konuda bize en güzel örnek.

Türkiye’nin ve bütün insanlığın Kurtuluşu İçin: Milli Çözüm’e ya fırsat tanınacak ya tanınacak!… İkinci bir şık malesef yok !..
Baba Bush olarak bilinen eski ABD Başkanı George HerbertWalker Bush, 94 yaşında Teksas’ta öldü. 1991 yılında Irak’a ilk işgal girişiminde bulunan eski ABD Başkanı Bush’un ölümünün ardından, 1991 yılında gerçekleşen bir toplantıda teşkilat üyelerine hitap eden [u][b]Erbakan Hocamız,[/b][/u] [b]“Mesele basit, gebereceksin. İster Bağdat’ı, ister Afganistan’ı, ister Keşmir’i, ister Filistin’i bombala, senin kanserine merhem olmaz. Firavunluğu bırakacaksın…”[/b] demişti.

İşte Aziz Erbakan Hoca’mızın o sözleri;

“Bu arkadaşlarımız bir gün bir filme gitmişler. Bu film bir Amerikan filmi, içerisinde Kızılderililer gösteriliyor. Kızılderililer bir beyazı yakalamışlar ve ağaca bağlamışlar. Kızılderili reis bir kayanın üzerinde oturuyor. Karşısında da dumanlı dağlara bakarak piposunu içiyor. Diğer tarafta altında harıl harıl ateş yanan bir kazan fokur fokur kaynıyor. Ağaca bağlanmış beyazı yiyecekler, sahne bu. Ortada tam tam dansı da başlamış, ölüm saati geliyor. Kazanın fokurtusu arttıkça beyaz adam tepinip duruyor. Boncuk boncuk terliyor. Beyaz adam bir yandan Kızılderililere yalvarıyor, bir yandan da bir şekilde iplerden kurtulmaya çalışıyor. Uzun bu sahne devam ettikten sonra beyaz adam nihayet ipini gevşetiyor. Bu esnada reis hiç istifini bozmuyor. Beyaz adamın kaçması mümkün değil. Ne yapacak? Reisin önüne gelip daha candan yalvarmak. Nitekim öyle yapıyor ve yalvarıyor. Tam o esnada Kızılderili reis beyaz adama dönüp, “Mesele basit, gebereceksin!” diyor. Şimdi 40 sene sonra niye bu olayı anlatıyorum. Çünkü Bush’a söylenecek söz bu da onun için. Ne olacak ‘Mesele basit, gebereceksin.’ İster Bağdat’ı, ister Afganistan’ı, ister Keşmir’i, ister Filistin’i bombala, senin kanserine merhem olmaz. Firavunluğu bırakacaksın, hakkı üstün tutan medeniyete, adil düzene döneceksin. Başka çaresi yok! Bütün bu sözler inançlı kardeşlerimizin mesuliyetini artırıyor. Neden? Çünkü bu Adil Düzen gerekir ki bir an evvel bizim ülkemizde kurulsun, başka ülkelere başka insanlığa örnek olsun. Bütün acı tecrübeleri geçirdik. Batı taklitçiliğinin bizi nasıl işsiz bıraktığını gördük. Faizler yüzde yüze fırladı gidiyor. Sonu yok. Akıl baliğ bir adam bu gidişattan hayır geleceğine inanamaz, deli olması lazım. Tek çözüm Adil Düzen. İnsanlar bu zulmü çekmeye mecbur değil. Bu düzen, hakkı yüz olan insana sekiz veriyor, 92’sini alıp gidiyor. Bu zulümdür. Bu insanlar gerçekleri bilmiyorlar. Kendilerine gerçekler anlatılacak olursa kimse ‘Yarabbi ben belamı istiyorum’ diye oy vermez. Halbuki bugün böyle oluyor gerçekleri bilmedikleri için. Ne olacak? [b]İnanan insanlar bütün güçlüklere rağmen bu gerçekleri duyuracak.”
[/b]

KAYNAK: [url]www.youtube.com/watch?v=ozZJLtLfYy8[/url]

Kadayıfın altı kızarmayı bırakın yandı artık yandı!
Mizah, halk zekâsının ürettiği bir savunma aracı olup gülünç hikâye ve fıkraların en az saldırgan olan biçimine dayanır. Mizahın özü; şaka sayesinde duygu patlamasına engel olmaktır. Gerçeklerin sebep olduğu acılara boyun eğmeyen mizah, cemaat kimliğini dile getirme biçimlerinden biri olduğu gibi, zulme dayanan yönetimlere karşı aşağı tabakalardan gelen bir direniş tavrıdır.

Erbakan Hocamız da, zaman zaman bu yola başvurmuşlar; ilginç ama gerçekçi benzetmeleriyle, hem bâtıl cepheyi topluma tanıtmayı, hem de yıllarca gündemde kalıp konuşulmayı başarmışlardır.

Erbakan’ın Türk siyasi hayatında yer bulan ilk önemli sözü, “Kadayıfın altı kızarsın!” sözleridir. 1960 sonrası Süleyman Demirel’in Başbakanlığında kurulan Milliyetçi Cephe hükümetinin ortaklarından olan Erbakan’ın bu sözü ile, hükümete verdiği desteği ne zaman çekeceğini bu “Kadayıflı söylem”le dile getirdiğini ifade etmişler ve kadayıfın altının kızarmasının, hükümeti düşürme zamanının geldiğini göstereceğini söylemişlerdir. Oysa Erbakan Hoca, bâtılın iki kanadı olan AP ve CHP’yi, bir kadayıfın altı ve üstü olarak nitelendirip, “bunların kızartılmasının, bâtıl düşüncelerin topluma tanıtılması” olarak ifade etmiştir.

Erbakan Hoca, “Kadayıfın altı kızarmadan bu hükümeti uzaklaştıracak olursanız, bu zihniyet milleti aldatmanın gene bir fırsatını bulacaktır. Onun için kadayıfın altının kızarmasını bekleyeceğiz” demiştir.

Bugün AKP iktidarına baktığımızda “Kadayıfın altı kızarmayı bırakın yandı artık yandı!”

En Güzeli anlatmak
Hz. Peygamber Efendimizin latife yapmayı tasvip ettiğini, Kendilerinin de latifeler yaptığını gösteren rivayetler vardır. Ayrıca Hz. Ali’nin, “Kalpler de bedenler gibi yorulur, onları hikmetli sözlerle dinlendirin, şaka yapan yaşlanmaz” dediği aktarılır.

Erbakan Hocamızın unutulmayan benzetmeleri!
“Kadayıfın altının ve üstünün kızarması!”
“Patates Dini” Kavramı!
Siyonist-Haçlı merkezlerin ve işbirlikçi çevrelerin, Müslüman Türk toplumunda şuursuz ve sorumsuz bir Din anlayışını yaygınlaştırma ve halkımızı bâtıl sömürü sistemlerine köle yapma girişimlerini topluma tanıtmak için; bu tür safsata ve sapkınlıkları “Patates Dini” olarak yorumlamış ve halkımızı uyarmıştır.
Allah’ın rızasını ve toplumun çıkarını amaçlayarak; Hak davamıza, Erbakan Hocamıza, Dini ve Milli Kutsallarımıza sataşan kimseleri yermek, uyarıvermek ve “Emr-i bi’l ma’ruf – Nehy-i ani’l münker” (İyilikleri yürütme – Kötülükleri önleme) görevimizi yerine getirmek

Sen ölü canlara, canmışsın meğer. Sana hizmet cana, minnettir Hocam!
“Erbakan Hocamız da, zaman zaman bu yola başvurmuşlar; ilginç ama gerçekçi benzetmeleriyle, hem bâtıl cepheyi topluma tanıtmayı, hem de yıllarca gündemde kalıp konuşulmayı başarmışlardır.”

Aziz Erbakan Hocamızın ilginç ama gerçekçi benzetmelerinden biri de  Süt ile Kireç Suyu arasındaki farka deyinmeleri yani  Milli Görüş ve AKP arasındaki farka dikkat çekmeleridir. Oyuna gelinmemesi, aldanılmaması için  benzetmeleri çok yerindedir, etkileyecidir.   Şöyle buyurmuştu  Hocam konuşmaların da  “Kireç suyu içersen İsrail’e köle olursun. Süt içersen Sultan Fatih olursun” demişlerdi. Şer cepheyi topluma çok iyi tanıtmışlardı.   İnsan seçiminden sorumludur, neyi seçtiği yaşamını etkileyecektir çünkü.  Süt dururken kireç suyunu seçmek bugünkü haksız düzeni doğurmuştur,  20 yıldır gün geçtikçe hakikaten acı bir tecrübeyle  yaşayarak görüyoruz ve dövecek dizde kalmadı. Sözleri  bugün  bile hâlâ gerçekleri ortaya koymaktadır. Zekasıyla, ilmiyle, başarısıyla hala gündemdedir ve  minnetle anılmaktadır. Biz kendilerinden razıyız Rabbim de kendilerinden razı olsun. Umarım  yanlış seçimlerin acı tecrübesi yerini artık doğru yolu bulmaya ve zararın neresinden dönersek yararımıza olacağı gerçeğini görmemize yardımcı olur.

Merhametlilerin en merhametlisi sen merhamet etmeyi seversin bizleri de bağışla…
Tebliğ ederken, nefsimizi araya kattıysak..
Öfkelenip insanları kırdıysak..
Davamıza yakışır şekilde yaşamayıp, insanların kalplerini hakk davaya ısıtamadıysak..
Kendimizi yeterince geliştirmediysek..
Tembellik edip, nefsimize uyduysak..
Bizleri eksiklerimizden ve günahlarımızdan dolayı bağışla Ya Rab…

İzah-Mizah
Bazen izahı olmayan meselelerin, mizah ile insanlara iletilmesi daha yerinde oluyor. Örneğin 20 yılı geçen AKP iktidarının, tüm başarısızlıklarını tebası ile birlikte muhalefete yıkması aklı başında olanları gülmekten başka bir hale sokamıyor. Yine, bu ekibe ciddi bir uyarı yapmaya kalksak yüzleri düşerken, çok daha ağır gerçekleri güler yüzle ifade etsek itiraza utanıyorlar. Onun için hem altı hem üstü kızarmış bu kadayıf zihniyetinin şerbetini verip servis etmenin daha faydalı olacağı da iyice anlaşılıyor.

TEBLİĞ VE TEPKİYİ ÖLÇMEK
Bir insan için olgunlaşmanın ve kurtuluşa ulaşmanın şartları Kur’an’da “9” (dokuz) basamak halinde anlatılır.
1- İman,
2- İlim,
3- İbadet,
4- İstikamet (özünde sözünde ve her işinde doğruluk),
5- İttika (herhalde Allah’tan korkma ve kötülükten sakınma),
6- Islah (nefsini, çevresini ve düzenini düzeltme),
7- İhlâs (iyi niyet ve samimiyet),
8- İhsan (ibadet ve hizmetini Allah’ı görüyor gibi dikkat ve itina ile yapma)
9- İflah (sonunda felaha ve kurtuluşa ulaşma).

Tebliğ, başlı başına bir ibadettir ve çok özel bir dikkat ve dolgunluk istemektedir. “TEŞKİLATÇILIK” MESAJ VE METOT Sh: 96
“Allah Teâlâ, insanlara lütfettikten sonra ilmi (bilgi, beceri ve tecrübeyi); hafızalarından zorla söküp almaz. Ancak âlimleri ilimleriyle birlikte aralarından (ölüm vasıtasıyla) alıp çıkarır; geriye kara cahil bir grup kalır. Halk bunlara sorularını ve sorunlarını götürür, onlar da (Kur’an’a, Resulüllah’a ve bilimsel doğrulara göre değil) kişisel görüşleriyle cevap verirler. Böylece hem halkı saptırır, hem de kendileri saparlar.” (Buhârî, İ’tisam 7, Müslim)

Herhangi bir konuda bir insan dindar ve faziletli olabilir, cefakâr ve vefakâr olabilir, çok arzulu ve heyecanlı da olabilir; lakin, eğer o işe liyakatli; yani yeteri kadar bilgili, becerikli, deneyimli ve güvenilir değilse o görev ona verilmemelidir. Bir göreve getirilirken ideal insan hem istikametli, mütedeyyin ve hamiyetli, hem de vazifesinde de mahir ve ihtisas sahibi kimsedir. Aksi halde hem o vazifeyi yüklenen, hem de ona o vazifeyi tevdi edenler sorumlu olurlar. Bu bakımdan bir insan, hangi sahada ihtisas yapmış ve kabiliyetini hangi sahada geliştirmiş ise o sahada söz sahibi olmalı ve kendisine o sahada görev verilmelidir.”

Bismillahirrahmanirrahim

Artık Sana gelen (ve herkese tebliğ edilen) bunca ilimden (ve İlahi vahiyden) sonra; hâlâ onun (Hz. İsa’nın dünyaya gelişinin, Kur’ani gerçeklerin ve Peygamber sünnetinin) hakkında Seninle çekişip tartışmaya girişir (ve bâtılda inat ederler)se onlara de ki: “Gelin çocuklarımızı ve çocuklarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, biz kendi şahsımızı (ve en yakınlarımızı) ve siz kendi şahsınızı (ve arkadaşlarınızı) çağırıp (bir araya toplayalım); sonra da karşılıklı mübahale edip (içtenlikle Allah’ın kahrını ve ğadabını isteyip) de; Allah’ın lanetinin yalan söyleyenlerin üstüne olması için gönülden yalvaralım (böylece beddualaşalım).”Âl-i imran suresi 61

Şüphe yoktur ki: İman eden (Müslümanlar) ile; Yahudilerden, Sabiilerden (putperestlerden) ve Hristiyanlardan (olup da); Allah’a, ahiret gününe gerçekten inanan ve salih amellerde (hayırlı ve yararlı işlerde) bulunanlar (var ya), onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır. (Bâtıldan ayrılıp Hakkı tutanlar, hayırdan mahrum edilmeyeceklerdir.) Mâide suresi 69
(Ey mü’minler, sizler) Allah’a itaat edin, Peygambere de itaat edin ve (içki, kumar, fal, faiz ve fuhuş gibi pis işlerden) sakının. Eğer (Hakk’tan ve hayırdan) yüz çevirirseniz bilin ki, Elçimize düşen, ancak apaçık bir tebliğdir (uyarıp hatırlatma görevidir). Mâide suresi 92
Allah, (bütün) elçileri toplayacağı gün şöyle diyecek: “(Tebliğ ve davetinize karşılık) Size (kavimlerinizce) verilen cevap nedir?” Onlar da: “Bizim (Senin öğrettiğin dışında) bilgimiz yoktur; şüphesiz görünmeyenleri (gaybleri) bilen ancak Sensin Sen. (Ey Rabbimiz!)” diyeceklerdir. Mâide suresi 109

(Ey Nebim!) O halde Sen (sürekli) davet et (herkesi Hakka çağırıp dur) ve emrolunduğun gibi dosdoğru bir istikamete koyul… Onların hevâ(i arzularına ve dünyevi tutkularına) uyma! Ve “Ben Allah’ın indirdiği Kitaptan (her hüküm ve habere) inandım ve aranızda (Kur’an) adaletiyle (davranmakla) emrolunup (görevli kılındım)” deyip (Hakkı uygula… De ki): “Allah, bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bizim, sizin amelleriniz sizindir. (Artık) Bizimle aranızda (uydurma) ‘deliller getirerek boşuna tartışma(ya, hüccetli münakaşaya’ gerek) yoktur. (Nasıl olsa) Allah (ahiret günü) bizi bir araya getirip-toplayacaktır. Dönüş O’nadır (herkesin hesabını bizzat görecektir).” Şura suresi 15

İRONİ OLSUN DEDİK..
Kâfir Ebu Leheb’in ve zalim eşinin Kur’an’daki ironik anlatımı günümüzdeki REZİL LEHEB’ in sonunu mu anlatıyor!?.

Tebbet Suresi:

1- (Hz. Peygamberin kâfir ve zalim olan amcası) Ebu Leheb’in iki eli (ekonomik ve siyasi güçleri) de kurusun ve zaten kurudu (ve Allah’ın kahrından kurtulamadı.)

2- Malı ve kazandıkları da kendisine hiçbir yarar sağlayamadı (ve zararları savamadı).

3- (O azgın) Alevi olan bir ateşe (cehenneme) girip (kalacaktır.)

4- Karısı da; odun hamalı (olarak oraya atılacaktır.)

5- Boynuna bükülmüş bir ip (bağlanmış) şekilde (cehennemi boylayacaktır. Çünkü, hakaret ve zahmet olsun diye Hakk Elçisinin kapısı önüne, dikenli dalları da aynen böyle taşıyıp yığmıştır.)”
GÜNÜMÜZDE ERBAKAN’IN VE HAK DAVANIN KAPISINA DİKEN DÖKENLERİN İBRETLİK SONU!
İRONİ OLSUN DEDİK…

ÖZEL YAZILAR

YORUMLAR

Son Yorumlar
12
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...