TSK’YI ZAYIFLATMAK, VATANI SATMANIN ALTYAPISIDIR
Takipçilerimiz gayet iyi hatırlayacaklardır ki, Milli Çözüm Dergimizde;
• Bin yıldan fazladır kutlu vatan yaptığımız Anadolu’da tutunmamız da bağımsızlık ve bekamızı korumamız da “Ordu millet” vasfımızın ve kahraman TSK’mızın hayati önemini ve önceliğini…
• Avrupa ülkelerinin ve ABD’nin hem Emperyalist Haçlı kiniyle hem de İsrail’in güvenliği gerekçesiyle, TSK’nın sayısının düşürülmesi ve etkisiz hale getirilmesi için sinsi ve şeytani bir gayret yürüttüklerini…
• AKP’nin Milli Görüş’ten ayartılıp iktidara taşınmasının en önemli şartlarının başında da “Orduyu zayıflatmak ve işlevsiz hale sokmak” geldiğini…
• Şimdi hemen hepsi AKP’ye kayan bazı şarlatanların; ya hıyanet damarıyla veya ucuz kahramanlık havasıyla, TSK’ya kem söz etmeleri dışında; Erbakan Hocamızın ve Milli Görüş Hareketinin samimiyetle ve ciddi bir gayretle Ordumuza sahip çıktıkları ve onu daha güçlü kılmak üzere ağır sanayimizin ve askeri teknolojimizin geliştirilmesi hedefiyle nasıl çırpındıkları gerçeğini… dile getiren onlarca yazımız yayınlandığı halde…
Birtakım solcu inançsızların, fesatçılık amacıyla ve bazı sağcı inatçıların fırsatçılık damarıyla; bizim de yıllardır samimiyet ve cesaretle tenkit ettiğimiz AKP’nin tahribatları bahanesiyle, Milli Görüş ve Milli Çözüm zihniyetini de AKP ile aynı çizgide göstermek gayretiyle; koyu şeriatçılık kılıfı altında, ABD ve AB uşaklığı ve din istismarcılığı yapan Akit Gazetesi’nin ve Akit TV’nin Haber Müdürü Murat Alan’ın (03.06.2019); “O generaller, şimdi eşek gibi oynaya oynaya Erdoğan’ın arkasında (namaz kılmak için) saf tutuyorlar!” küstahlığı üzerine: “Aslında bu kişi tüm siyasal İslamcıların bilinçaltını dışa vurmuşlardır. Çünkü bunların hepsi fırsat buldukça Sevr’in fedaileri gibi davranmaktadır!” sataşmaları da tam bir sahtekârlıktır ve gizli İslam düşmanlığının kusulmasıdır. Önce “Siyasal İslam” gibi uyduruk ve gâvurluk bir kavramla kimler ve neler anlatılmaya çalışılmaktadır? Eğer bununla:
• Din istismarcılığı ve oy avcılığı yapanlar,
• Makam ve çıkar için dinlerini bir araç haline sokanlar,
• Milli ve manevi tahribatlarını örtmek için Ayet ve Hadisleri ve takva gösterilerini bir kılıf olarak kullananlar kastediliyorsa, bu haklıdır ve uyarıcıdır.
Ancak “siyasal İslamcılar!” diye; İslam’ı bir bütün olarak anlayıp, inanıp, hayatlarının her safhasında buna göre düşünmek ve davranmak isteyenler kastediliyorsa… Yani iman ve itikat prensiplerinde de, ibadet ve istikamet disiplininde de, güzel ahlâk ve sosyal hayat ölçülerinde de, ticaret ve alışveriş işlerinde de, hukuk ve adalet kriterlerinde de, yönetim ve siyaset ilişkilerinde de… Yani hayatın her sürecinde ve seviyesinde Allah’ın emirlerine, Hazreti Peygamberin Sünnetine ve sistemine, kısaca İslam’ın hükümlerine göre yaşamayı arzulayan ve amaçlayanlar anlatılmaya çalışılıyorsa, bu tam bir sapkınlık ve saldırganlıktır. Evet, biz Elhamdülillah Müslümanız, Yüce Yaratıcımızın dinine ve düzenine teslim olanlarız… Bundan daha büyük bir şeref ve rütbe tanımamaktayız… Öyleyse mertçe söyleyiniz, “sizler hangi dinin mensuplarısınız?” İslam’ın hukuki, siyasi, iktisadi emir ve hükümlerini gereksiz ve geçersiz sayanlardan… İslam’ı kendi bâtıl ve bozuk ideolojik saplantı ve sapkınlıklarınıza bir aksesuar olarak kullanmaya çalışanlardan iseniz; bu durumda AKP’lilerle, Fetullahçı kesimlerle temelde hiçbir farkınız kalmamaktadır. Zira onlar da İslam’ın birçok hükümlerini lüzumsuz sayıp, “ılımlı bir İslam” anlayışını yerleştirmeye ve Siyonist patronlarının gözüne girmeye çalışmışlardır.
Hiçbir alâkası olmadığı halde; AKP’yi hâlâ Milli Görüş’ün devamı gibi gösterme çabasıyla ve “bunların hepsi de siyasal İslamcı” yaftalamasıyla, kendilerinin haklı ve hayırlı bir yolda olduğunu sanan veya böyle göstermeye çalışan zavallı takımı! Güya Türk milliyetçiliğinin tavizsiz savunucuları sanılan MHP’nin; artık açıkça AKP’nin din ve devlet tahribatına ortaklık yaptıklarına nasıl bir kılıf bulacaksınız?! İşin gerçeği şudur ki; temelde Batılı düşüncelerden ve bâtıl ideolojilerden birine bağlı olduktan sonra; solcu, sağcı veya İslamcı takımının bir anlamı kalmamaktadır. Böylece İslam’a ve akla aykırı safsatalardan birine saplandıktan sonra, bu talancı ve tahribatçı iktidarın yanında veya karşısında olmanın da bir farkı bulunmamaktadır. Çünkü haydi diyelim sizin zihniyetiniz ve partiniz iktidara taşındı; siz de AB kriterlerini, faiz ve sömürü ekonomisini, kısaca Batılı değerleri esas alıp İslam’ı da yedek lastik ve aksesuar olarak kullanacaksanız, sorunlarımıza ciddi ve gerçekçi bir çözüm üretmeniz asla mümkün olmayacaktır.
Zerre kadar iz’anı ve vicdanı olanların, ülkemizin dört yandan kuşatıldığı… Ekonomik, sosyal ve ahlâki yönden iyice yıpratılıp yıkılmaya çalışıldığı bir ortamda, Haçlı Batı’nın ve Siyonist odakların bize aşıladıkları bozuk ve bâtıl ideolojilerine sarılmak yerine, bizi millet yapan, bize izzet ve haysiyet kazandıran… Bizi kalıcı devlete ve medeniyete ulaştıran… Bizim birlik ve dirlik mayamızı oluşturan İslam’a, bir bütün olarak ve tüm tahrifat ve hurafelerden uzak şekilde sahip çıkalım. Müspet milliyetçiliğin de… Gerçek Atatürkçülüğün de… Örnek laikliğin ve demokrasinin de bu yüksek İslam düşüncesinde önem ve anlam kazanacağını asla unutmayalım.
Ordumuzun genleriyle oynayanlar, kendi geleceklerini karartmaktadır!
15 Temmuz 2016’daki FETÖ darbe girişimi sonrası başlayan, TSK’yı etkisiz kılma ve Türk subayını aşağılama kampanyası böyle giderse, ordu tamamen güdükleşene kadar sürecektir. Çünkü bu, AB’nin ve ABD’nin dayattığı bir projedir. Aslında son zamanlardaki Ordu düşmanlığı, Batı’nın “Türk tarihinin hakkından gelmek” projesiyle birlikte yürütülmektedir. Tarih derslerinin seçmeli hale getirilmesinin arka planında bu sebep sezilmektedir. ABD Türkiye Büyükelçisinin, 15 Kasım 2002’de ülkesine gönderdiği mesajda; “Türkiye’de ordu, bürokrasi ve yargıda bir derin devlet var. Derin devletin merkezinde de ordu bulunmakta. Derin devlet yani ordu, ABD’nin desteklediği reformun önündeki en büyük engeldir” denilmekteydi.
İşte 15 Temmuz sonrası o engeller kaldırıldı, askeri liseler kapatıldı, daha önce FETÖ’ye teslim edilmiş harp okulları, siyasi denetim altına alındı. Yine de Türk askerinden korkuyorlar. Sevr’de olduğu gibi ordunun büyük kısmını terhis etmek üzere yasa tasarısı hazırlandı. Tarihçi Sinan Meydan, “Sevr’in 152’nci maddesinde istendiği gibi, ordunun polis gücüne dönüştürülmesi yolu açıldı. Son yıllarda yapılan askeri düzenlemelerle iktidar, Sevr’e uygun adımlar atıldığının farkında mıdır?” diye sormaktaydı. İktidar, elbette farkındaydı… Sorun şu ki, milletin bir kısmı hâlâ bu tahribatların farkına varamamıştı.”[1] tespitleri haklıydı ve bu konu üzerinde özellikle durmak lazımdı. Hatırlayınız, Akit gazetesi haber müdürü Murat Alan, Akit TV’de yayınlanan “Ters Kutuplar” adlı programda; “O hizaya gelmeyen apoletli Generalleriniz (var ya)… Hepsi Erdoğan’ın arkasında saf tutuyor. Tabi oynaya oynaya, eşek gibi saf tutacaklar. Bu ülkede demokrasi varsa, işte bunu AKP iktidarı oturttu” diye küstahlaşmıştı. Türkiye her yönden kuşatılırken, ordu mevcudunu sonunda 200 bine düşürecek, yeni askerlik yasasıyla ilgili kuşkularımız hâlâ dağılmamıştı. Çünkü ordunun 50 bin kişilik bir polis gücüne dönüştürülmesi, Sevr’in maddeleri arasındaydı. Tam da böyle bir süreçte Gaziantep’in Şahinbey ilçesinde İyinacar Camii imamı, bayram namazında “İnönü’de, Sakarya’da şöyle zafer kazandık, böyle zafer kazandık. Hepsi yalan. Keşke o savaşı kaybetseydik, sonra kazanıp Osmanlı’yı yeniden kurardık” deyip zırvalamış, Gaziantep valiliği, imam hakkında soruşturma başlatıldığını açıklamıştı. Daha önce de onları yetiştiren Kadir Mısıroğlu da Kurtuluş Savaşı için, “Keşke Yunan kazansaydı!” diyecek kadar alçalmıştı.
Milli Savunma Bakanlığı; Yeni Akit gazetesi Haber Müdürü Murat Alan’ın, “O hizaya gelmeyen apoletli Generalleriniz… Hepsi Erdoğan’ın arkasında saf tutuyor. Oynaya oynaya eşek gibi saf tutacaklar” sözlerine ilişkin bir açıklama yayımlamış: “Türk Silahlı Kuvvetlerinin şerefli Generallerine karşı yapılan bu hadsiz, yakışıksız ve yasal sınırları aşan açıklamayı, hukuki tüm yollar saklı kalmak kaydıyla şiddetle kınıyor, yasal süreçlerin yakından takipçisi olacağımızı kamuoyunun bilgisine saygıyla arz ediyoruz” çıkışı yapılmıştı.
Milli Savunma Bakanlığı, yaptığı açıklamada şunları vurgulamıştı:
“1 Haziran 2019’da bir TV kanalında yayımlanan programda, katılımcılardan biri tarafından, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapan Generaller hakkında hakarete varan tahripkâr bir dil kullanılmıştır… Asil milletimizin güvenliği ve bekası uğrunda, yargı ve istihbaratla yakın işbirliği içinde FETÖ ile her türlü mücadeleyi yapan, PKK/YPG, DAEŞ ve diğer terör örgütlerine karşı yurt içi ve yurt dışı operasyonları icra eden ve tüm vazifelerini büyük bir ciddiyet ve samimiyetle yerine getirme gayreti içinde olan Türk Silahlı Kuvvetlerine komuta eden Generalleri, toplum nezdinde aşağılamaya çalışmak, ordumuza ve asil milletimizin hak ve menfaatlerine zarar verdiği açıktır… Er’inden Generaline kadar bir ve bütün olan Türk Silahlı Kuvvetleri, asil milletimizin bağrından çıkmıştır. Yurt içinde ve sınır ötesinde düzenlenen çok sayıda operasyonların başarıyla icra edildiği bir dönemde yapılan bu tür sorumsuz ve düzeysiz açıklamaların, tüm ordu mensuplarımızın olduğu kadar, milletimizin de moral ve motivasyonunu olumsuz etkilemesi kaçınılmazdır… Anayasa çerçevesinde, yasalar ve Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatları doğrultusunda, daima demokrasiye bağlı, milletinin emrinde, görevinin başında, ölürsem şehit kalırsam gazi anlayışı ile yurdun ve dünyanın dört bir köşesinde; yaz kış, gece gündüz, dağ bayır demeden fedakârca görev yapan Türk Silahlı Kuvvetlerinin şerefli Generallerine karşı yapılan bu hadsiz, yakışıksız ve yasal sınırları aşan açıklamayı, hukuki tüm yollar saklı kalmak kaydıyla şiddetle kınıyor, yasal süreçlerin yakından takipçisi olacağımızı kamuoyunun bilgisine saygıyla arz ediyoruz.”
Buna rağmen Akit yazarı Ali Karahasanoğlu:
“Murat Alan’ın sözleri, (FETÖ’cüler o kısmını kesmiş olsalar da, orijinalinden isteyen izleyebilir…) Silivri Cezaevi’nde, Sincan Cezaevi’nde şu an tutuklu olarak bulunan FETÖ’cü Generallere yönelikmiş… İsim isim, cezaevlerini söylemiş miş… Darbe yapan, sivil yönetime karşı çıkan generallerin hedef alındığı belirtilmiş miş… Dolayısı ile, görevdeki TSK generalleri kastedilmemiş miş… ‘Milli Savunma Bakanlığının, buna rağmen kınamada bulunması ve sözlerin çarpıtılmış haline itibar ettiği algısını oluşturması!’ yersizmiş!?”
Yahu bu şımarmış yandaşlar, “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın arkasında saf tutanlar” ifadesiyle hâlâ görev başında olanların kastedildiğini, milletin anlamayacağını mı sanmaktadır? Bunlar saklamaya ve kıç kıvırıp kaytarmaya çalışsalar da aslında TSK reformunun da yargı reformunun da Haçlı AB’nin dayatmasıyla, ordunun ve yargının laçkalaşması için yapıldığı sırıtmaktaydı. Çünkü AB, SEVR ile yani savaşmak suretiyle Türkiye’ye yaptıramadıklarını, şimdi uyum yasalarıyla dayatmaktaydı. AB’nin de ABD’nin de arkasında, Büyük İsrail hedefi için “zayıf bir Türkiye” amaçlayan aynı Siyonist odaklar vardı.
Siyonist Yahudi Lobileri güdümlü süper şeytani güç ABD, Suriye’deki bir toplantıda PKK’lı teröristlerine muhtelif “ödüller” dağıtmıştı; Pentagon Temsilcisi Binbaşı Abraham’ın PKK’lı Mustafa Bali’ye verdiği ‘üstün hizmet’ plaketinin üzerinde, “tüm zamanların en iyi ortağı” ibaresi dikkatlerden kaçmamıştı!
Suriye’deki PKK’lı teröristler aynı zamanda ABD’nin askerleri sayılmaktaydı. Bir başka deyişle, oradaki Amerikan askerleri de PKK’lı teröristlerle aynı kafadaydı. Terör devleti ABD’nin en iyi ortağının PKK terör örgütü olduğu kayda geçirilip ilan edildiği halde, işbirlikçi siyasiler; bundan sonra da ABD için “model ortağımız!” demekten bakalım utanacaklar mıydı? Veya yine ısrarla “dost ve müttefikimiz!” gibi hikâyeler mi anlatılacaktı? Kim ne derse desin, gerçek açıktı: ABD, Bağımsız Türkiye’nin azılı düşmanıydı ve İsrail’in hizmetkârıydı. 15 Temmuz’da, FETÖ’sünün eliyle darbeye kalkışıp; vatanımızı işgale teşebbüs eden kahpe Amerikan devletini ve Haçlı AB’yi hâlâ dostumuz sayanlar, en azından artık bu milletin dostu olamazlardı.
Amerika Birleşik Yalan Devletleri’nin, 2019 Ocak ayındaki; “Suriye’den hemen çekiliyoruz” açıklamasının düzenbazlıktan ibaret olduğu ve de “Türkiye’yi oyalamayı amaçladığı” da açıktı ama ahmaklar anlayamamıştı. AKP iktidarı, halen daha Washington tarafından oyalanmaktaydı… Bu süreçte; ABD, Suriye’nin kuzeyindeki PKK’lı teröristlerine silah sevkiyatını arttırmış, yeni üsler kurmaya başlamıştı. Ve Türkiye, Fırat’ın doğusu ile Menbiç’e askerî harekâtta geciktikçe; ABD’nin düzenbazlıklarına maruz kalmaktan kurtulamayacaktı.
ABD, “YPG’nin olmayacağı güvenli bölge konusunda çalışıyoruz” diyerek, bir başka sinsi tuzak üzerinden Ankara’yı avutmaktaydı. Bu arada AB ve Almanya ise; “Türk askeri ile PKK’lı teröristlerin arasında bir ‘tampon bölge’ oluşturmak istiyorlardı!” Almanya’da yayınlanan Der Spiegel dergisi, “ABD’nin, Suriye’de kurmak istediği güvenli bölgeye destek çıkması için Berlin’i markaja aldığını” yazmıştı. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Berlin’de Angela Merkel ve Heiko Maas ile yaptığı görüşmede; “Kuracakları tampon bölgenin PKK’nın güvenliğini sağlayacağını, YPG/PKK’yı Türkiye’den koruyacağını” buyurmuşlardı! Der Spiegel, “Güvenli bölgeyi, Almanya’nın Tornado jetlerinin koruyacağını” yazmıştı. Almanya, ta en başından beri PKK’ya arka çıkmaktaydı. Dolayısıyla ABD’ye, Suriye’deki PKK için de talep ettiği desteği vereceğinden kuşku duyulmamalıydı.”[2] İşte bu ABD ve AB’nin dayatmasıyla hazırlanan TSK reformundan kuşkulanmamak olmazdı.
‘Avrupa Günü’ dolayısıyla (9 Mayıs 2019) bir mesaj yayımlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, hâlâ: “Türkiye olarak, müzakere sürecinde karşılaştığımız çifte standarda rağmen stratejik hedef gördüğümüz Avrupa Birliği tam üyelik hedefine ulaşmakta kararlıyız” ifadelerini kullanmıştı.
Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’ın, ‘Avrupa Günü’ dolayısıyla yayımladığı mesajda şunlar yer almıştı:
Avrupa Birliği projesinin; bundan 69 yıl önce farklı kültürleri, farklı milletleri ve farklı dilleri aynı çatı altında buluşturma ve bir barış ve istikrar projesi olarak gündeme geldiğini, projenin temelini oluşturan Schuman Deklarasyonu’nun kabul edildiği 9 Mayıs tarihinin, Türkiye’nin Avrupa Birliği adaylığının tescil edildiği 1999’dan beri, diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de ‘Avrupa Günü’ olarak kutlanageldiğini anımsatmıştı.
“9 Mayıs 1950 tarihinde Avrupa Birliği fikrine hayat veren kurucu ögeler, bugün başta İslam düşmanlığı olmak üzere kültürel ırkçılık, ayrımcılık ve göçmen karşıtlığı gibi tehditlerle sınanmaktadır. Bazı Batılı popülist siyasetçilerin gerilimi körükleyen, farklı etnik ve dini kimlikleri düşmanlaştıran söylemleri tehdidin boyutunu daha da artırmaktadır. Müslümanlara ait ibadethane ve iş yerlerini hedef alan saldırılar sıradanlaşırken, göçmenlere yönelik hak ihlalleri görmezden gelinmektedir. Avrupa siyaseti, maalesef gün geçtikçe dozu artan bir nefret dilinin ve aşırı sağ akımların esareti altına girmektedir.” değerlendirmesini yapan Erdoğan:
“Ülkemizin tam üyeliği; ekonomik, siyasi ve sosyal katkılarının yanı sıra, Avrupa Birliği’ne daha katılımcı ve kucaklayıcı bir vizyon kazandıracak ve AB’yi küresel bir aktör haline getirecektir. Hal böyleyken, birkaç üye devletin engellemelerinden dolayı, Türkiye’nin yıllardır ayrımcı ve dışlayıcı muameleye tâbi tutulmasının haklı gerekçesi bulunmamaktadır. Türkiye olarak, müzakere sürecinde karşılaştığımız çifte standarda rağmen, stratejik hedef gördüğümüz Avrupa Birliği tam üyelik hedefine ulaşmakta kararlıyız. Ülkemizin bu gayretlerine, Avrupalı dostlarımızın da müzakerelerimizi çıkmaza sokacak politika ve söylemlerden imtina ederek gereken desteği vereceğine inanıyorum. Bu düşüncelerle, ‘Avrupa Günü’nün, kıtamızın bugün içinde bulunduğu durumun ve geleceğine ilişkin planların, yapıcı ve vizyoner bir yaklaşımla değerlendirilmesine vesile olmasını diliyor, vatandaşlarım başta olmak üzere tüm Avrupalıların 9 Mayıs Avrupa Günü’nü tebrik ediyorum” diyerek iktidara getiriliş görevini yerine getirmeye çalışmaktaydı. Çünkü Erbakan’ın İslam Birliği fikrinden vazgeçmesi ve Adil Düzen projelerini terk etmesi iktidara taşınmalarının ilk şartlarıydı.
Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan, Reform Eylem Grubu toplantısında ise AB ile vize serbestisi konusunu yeniden gündeme getirerek, Haçlı Batı’ya teslimiyetçi bir tavır takınmıştı.
AB ile vize serbestisi konusunu yeniden gündeme getiren Erdoğan, “Vize serbestisi sürecinde 72 kriterden 66’sını tamamlamış bulunmaktayız. Kalan 6 kriteri de en kısa zamanda tamamlayıp AB’nin samimiyetini göreceğiz.” ifadelerini kullanarak, Batı’ya bağımlılığını itiraf buyurmuşlardı.
Türkiye’nin AB için önemini bir kez daha vurgulayan Erdoğan; “Türkiye’nin tam üye olarak yer almadığı bir AB’nin, kurucu değerlerini temsil iddiası havada kalmaya mahkûm olacaktır. AB’yi içine kapatma girişimleri bizim gibi ülkelerin katılımlarıyla boşa çıkarılmalıdır. Gümrük Birliği’nin güncellenmesi sadece Türkiye’nin değil, AB’nin de faydasınadır. Türkiye olarak yol haritamız ve pusulamız açıktır” diyen Erdoğan’ın: “Ekonomimizi güçlendirmek için yapısal reformlara daha fazla ağırlık vermemiz lazımdır. Ekonomimizi atağa kaldıracak, uluslararası yatırımcılara güven sağlayacak reformlara hız kazandırmalıyız!” sözleri ise, Türkiye’yi küresel sermayenin ve Siyonist merkezlerin gizli sömürge ve işgal alanı yapılacağının ilanı olarak okunmalıydı. İşte yeni TSK ve Yargı reformlarına da bu açıdan bakmak lazımdı.
ABD’nin uluslararası gazetesi Politico’ya AB-Türkiye ilişkilerini değerlendiren Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Türkiye’nin AB sevdasına son on yılda çıkarttığı yasaları rakam vererek anlatmıştı.
AB için 10 yılda iki bin yasa çıkarılmıştı.
Türkiye-AB ilişkilerini ABD’nin uluslararası gazetesi olan Politico’ya, “Haydi Türkiye’nin AB üyeliğini yeniden rayına oturtalım” başlığıyla kaleme aldığı makalede değerlendiren Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, AB sürecinin üç kez gölgelenmesine rağmen her defasında rayına oturtulduğunu hatırlatmıştı. “Şüphesiz AB süreci hükümet gündemimizin en üstünde” diyen Çavuşoğlu, Türkiye’nin; terörün verdiği zarar, düzensiz göçün ağır yükü ve kanlı darbe teşebbüsüne rağmen, son on yılda AB’nin mevzuatı doğrultusunda 2 binden fazla yasayı kabul ettiğini vurgulamıştı.
Bir türlü düzelmeyen yargı sorunu başka nasıl açıklanacaktı?
Oysa bu ülkenin vatandaşları olarak hepimiz; dindarları, laikleri, Kürtleri, Alevileri, milliyetçileri, solcuları olarak intikam duygularını bir kenara bırakarak “demokrasi”, “adalet”, “hukuk”, “temel hak ve özgürlükler” gibi evrensel ilkeleri inancımız ve tarihsel alt yapımız doğrultusunda yorumlayıp yoğurmamız lazımdır. Tarihimizde büyük gerilimlere yol açmış olan “din siyaset asker” ilişkisini sağlam bir yere koyabilmek için “laiklik” kavramını özgürlükçü demokrasi temelinde tanımlayarak bu değerlerin etrafında buluşmamız lazımdır. Yoksa bu ülkede demokrasinin rayına oturması ve hukukun üstünlüğünün hâkim olması kolay olmayacaktır. Bu strateji belgeleri, reform paketleri açıklandığı gibi kalacak ve hiçbir işe yaramayacaktır. Açıklanan 2019 “Yargı Reformu Strateji Belgesi”nde yer alan hükümlerin ve 17 Nisan 2015 tarihinde açıklanan “Yargı Reformu Strateji Belgesi”nde yer alan maddelerin; 2009 tarihli “Yargı Reformu Strateji Belgesi’nde yer alan maddelerle neredeyse birebir aynı olduğunu hatırlatmamız, iz’an ve vicdan ehline herhâlde bir şeyler anlatacaktır”[3] yorumları ve uyarıları haklı bir yaklaşımdı.
İngiltere’de bile AB’ci Başbakan, istifa etmek zorunda kalmıştı!
O süreçte İngiltere Başbakanı Theresa May, Brexit çıkmazı nedeniyle istifa kararını açıklamıştı. May, Kraliçe’yi bilgilendirdiğini söyleyerek resmen 7 Haziran’da görevini bırakacağını duyurmuşlardı.
Muhafazakâr Parti yönetimi ile Başbakanlık konutu “10 Numara”da bir araya gelen Bayan Theresa May, görüşmenin ardından basına yaptığı açıklamada, 7 Haziran 2019’da parti liderliğini bırakacağını açıklamıştı. “Brexit’i hayata geçirememiş olmak benim için derin bir pişmanlıktır ve öyle kalacaktır.” ifadesini kullanan May, yeni parti lideri seçilene kadar Başbakanlığı sürdüreceğini vurgulamıştı. Yaklaşık 3 yıl Başbakanlık görevini yürüten May, istifasını duyurduğu konuşmasının sonunda gözyaşlarına hâkim olamamıştı. May, detaylarını açıkladığı yeni Brexit anlaşması paketi nedeniyle kabinesinin ve milletvekillerinin hücumuna uğramıştı. May’in; AB ile vardığı Brexit anlaşmasının, parlamentoda daha önce üç kez reddedildiği unutulmamalıydı. Theresa May’in liderliğindeki partinin, ülkede yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde büyük yenilgi alması doğaldı.
Peki, İngiltere gibi Haçlı zihniyetine, Hristiyanlık değerlerine ve emperyalist emellere sahip bir ülke bile, AB içerisinde kendi geleceğini risk altında görüyor ve AB’ci Başbakan istifaya zorlanıyorsa, AKP iktidarının ve Sn. Erdoğan’ın bu AB inadının altında hangi dayatmalar ve şahsi hesaplar yatmaktaydı?
Ordusu zayıflatılmış ve yetkileri budanmış bir Türkiye, teröre boğdurulmaya çalışılmaktaydı.
2002 yılında neredeyse sıfır terörle ülke yönetiminin başına geçen AKP iktidarının, “Çözüm Süreci” başta olmak üzere uyguladığı AB dayatması yanlış politikalar yüzünden, terörle mücadelede en ağır kayıpları yaşamıştık. Güneydoğu’da yürütülen operasyonlarda, jandarma ve polisimizin en seçkin elemanlarının şehit olması yüreklerimizi dağlamıştı. Ve maalesef bunca şehit verilmesinin temelinde yine AKP’nin yıllarca terörle mücadeledeki gevşekliği yatmaktaydı. Ciddi operasyonların başladığı 7 Haziran 2015 ile Haziran 2016 tarihleri arasında; 336 asker, 187 polis, 12 korucumuz şehit olmuşlardı. Zaten bölücü örgütün hain tuzakları ve ABD’nin kahpe tavırları sonucu, AKP hükümetleri döneminin en büyük kayıpları da 2016 yılında yaşanmıştı. Yılın daha yarısına gelinmişken, şehit sayımızın önceki yıllardan bile fazla olduğu ortaya çıkmıştı. Oysa AKP’nin iktidarda olmadığı 2000 yılında şehit sayımız 29’a, 2001 yılında 20’ye, iktidara geldiği Kasım ayı itibariyle de 7’ye inmiş durumdaydı. Devletin ve askerin zorlamasıyla AKP sonunda 7 Haziran 2015 tarihinde operasyonlara izin vermiş ve 2016 yılının Haziran ayına kadarki süreçte; 336 asker, 187 polis, 12 korucumuz şehit olmuşlardı. PKK ve DAEŞ’in “canlı bomba” ve “patlayıcı yüklü araç” eylemlerinde de ayrıca 432 vatandaşımız hayatını kaybetmiş durumdaydı. Öldürülen, yaralanan terörist sayısı da binlere ulaşmıştı.
İhlas Haber Ajansınca aktarılan ve istihbarat raporlarına dayandırılan 19 Temmuz 2013 tarihli habere göre; çözüm süreci devam ederken, 300 kişinin PKK dağ kadrosuna katıldığı bilgisi yer almıştı.
Dönemin Siirt Valisi Ahmet Aydın, gazetecilere verdiği 23 Temmuz 2013 tarihli demecinde, çözüm sürecinde örgüte katılımın arttığını vurgulamıştı. Bu açıklamalara cevaben, dönemin Milli Savunma Komisyonu Başkanı ve AKP Kırıkkale Milletvekili Oğuz Kağan Köksal, Valiyi yalanlayan bir konuşma yapmıştı. Vatan gazetesinde yer alan habere göre; “çözüm sürecinin tıkandığı” 19 Temmuz 2015 tarihinde, HDP milletvekili Nursel Aydoğan, örgüte katılımın arttığını açıklamıştı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 3 Ocak 2017 tarihinde, TBMM Genel Kurulu’nda iç güvenlik tedbirleri hakkında yaptığı bilgilendirmede şu ifadeleri kullanmış: “Son iki ayda örgüte katılım bütün izlemelerimiz, takiplerimiz sonucu sadece 5 olmuştur” diyerek halkımızı aldatmışlardı. Süleyman Soylu, Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde 7 Nisan 2017’de katıldığı bir konferansta, örgüte katılımın yüzde 90 azaldığını açıklamıştı. Başbakan yardımcısı Numan Kurtulmuş ise, 5 Haziran 2017 tarihinde konu hakkında: “Son 29 yılda dönemsel olarak örgüte katılımın en az olduğu dönem, bu Ocak-Mayıs ayı arasındaki dönem olmuştur. Önceki yıllara kıyasla ve bir önceki yıla kıyasla da bu dönemde örgüte katılanların sayısında, yaklaşık yüzde 90’lık azalmanın ortaya çıktığı anlaşılmıştır.” buyurmuşlardı. Peki, o halde, PKK ile mücadelede öldürülen binlerce terörist gökten mi yağmışlardı? Demek ki AKP’li yetkililer, ya uyutulmuşlardı veya yalan söyleyip halkımızı avutmuşlardı!
Lütfen Hatırlayınız!
Referandum öncesinde AKP iktidarının en başta gelen söylemlerinden biri “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” perdesinde dayatılan “Başkanlık”la “terörün sona ereceği” propagandasıydı. Oysa mühürsüz pusula ve zarflarla muallel oylamada kıl payı “evet” çıktığının açıklanmasından sonra, terör tekrar tırmanıp şehit sayısı binleri aşmıştı. Gerçek şu ki, öncelikle “Çözüm Süreci”nde en üst düzeyde ikrar edildiği üzere, güvenlik güçlerinden gelen yüzlerce “operasyon izni talebi”ne karşı, terör örgütüne “ilişilmemesi!” talimatıyla palazlanan PKK’nın, kırsaldan şehre inip “şehir yapılanması”na göz yumulmasının hesabı hiç sorulmamıştı. Ve yine resmî raporlarla ve iktidar milletvekillerinin ikrarıyla, 200 bin ton patlayıcı, 80 bin uzun namlulu silah ve roketatarın, tonlarca mühimmat-bombanın depolanıp şehirlerin cephanelik haline getirilmesinin, hendek ve barikatlarla bölgede birçok mahallin adeta teslim alınıp “Kobanileştirilmesi”ne seyirci kalınmasının nedeni araştırılmamıştı. Üstelik bütün uyarılara rağmen, delik deşik hale gelen sınırlardan kontrolsüz olarak binlerce PKK’lı, DAEŞ ve benzeri terör örgütü militanlarıyla, yüzlerce ton patlayıcı ve binden fazla profesyonel canlı bombanın ülkeye sızmasının engellenemeyişi hiç soruşturulmamıştı.
Bu arada başta Ankara ve İstanbul olmak üzere; büyük şehirlerde patlatılan bombalı terör saldırılarında iki yılda binlerce sivilin katledildiği, sekiz bininin yaralandığı süreçte, terör saldırılarının iç ve dış kaynağının ciddi olarak araştırılmasına bizzat iktidar cenahınca engel çıkarılmıştı. Dahası, canlı bombalarla, bombalı araç saldırılarıyla, her defasında onlarca ve hatta yüzlerce can alan dehşetli terör saldırılarına karşı muhalefetin; katliam gibi terör olaylarıyla açığa çıkan derin güvenlik ve istihbarat zaafının ortaya çıkarılması için Meclis’e verdiği “terör olaylarının nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılması ve Meclis komisyonu kurulması”na ilişkin bütün önergeler iktidar grubunca reddedilmiş ve dönemin İçişleri Bakanı, milletvekillerinin terör eylemlerinin araştırılmasıyla ilgili sorularına cevap vermeden, sadece “terörle mücadelede başarılıyız” diyerek Genel Kurul’u terk ettiği hâlâ hatıralardaydı.
Düşülen vartada iktidar “terörle mücadele”yi hep “öldürdüğü terörist sayısı”yla açıklamıştı. İlgili Bakanların, “Yaklaşık iki yıllık zaman içerisinde etkisiz hale getirilen terörist sayısı 10 bin 657. Bu önemli bir başarıdır” açıklamaları yüreklerimizi soğutmaya yeterli olmamaktaydı. Çünkü terörle mücadelede başarıyı öldürülen terörist sayısıyla ifade etmek yanlıştı. Cumhurbaşkanı, “İşte son günlerde elhamdülillah 1’e 10 gidiyor. Bedelini bu kadar ağır ödetiyoruz, ödetmeye de devam edeceğiz” cümlesiyle terörle mücadeleyi daha çok terörist öldürmekle açıklamaya çalışmıştı. Terörün kaynağı kurutulmadıkça, dağa çıkışlara, terör örgütüne katılımlara engel olunmadıkça, yüzlerce canlı bombanın sızdığı kevgire dönen sınırlar kontrol altına alınmadıkça, sadece terörist öldürmekle, şehitleri “imha edilen” terörist sayısı ile kamufle ederek terörün bitmeyeceği gerçeği ne zaman anlaşılacaktı.
38 senedir terörün, teröristleri “etkisiz hale getirmek”le yok olmadığı resmi raporla ortadaydı. Genelkurmay eski Başkanı Başbuğ’un, 6 Temmuz 2010’da “1984’ten 2010’a kadar 26 yılda 30 bin teröristin öldürülüp, 10 bininin yaralı ve teslim alınmasıyla toplam 40 bine yakın terörist etkisiz hale getirildi. Güvenlik kuvvetleri beş defa PKK’yı bitirdi; lâkin ‘terör örgütü dağıldı, bitti’ diye yanlış algıladık, ama aslında terör örgütü bir türlü bitmedi” yakınması bunun itirafıydı. Zira “etkisiz hale getirilen teröristler”in yerine dağ kadrosundan ve dağa çıkışlarla yeni teröristler katılmakta; terör giderek azıtmaktaydı. Kırsalda ve şehirlerde terör eylemleri ve saldırıları artmaktaydı. Sormak lazımdı; bir şehidin bedeli on terörist mi ki, iktidardakiler “terörle mücadele bire on gidiyor” diye övünüp hava atıyorlardı? Sonra başka önleyici tedbirler almadan, terörü türeten terör bataklığını kurutmadan salt terörist öldürmekle terörün sona erdiğine nerede rastlanmıştı? Ve tekrar soralım: Hani, “Referandumda ‘evet’ çıkması halinde terör bitecek, ülke güllük gülistanlık olup uçacaktı”?[4] soruları hâlâ yanıtını aramaktaydı.
İsrail’e en büyük tavizleri AKP sağlamıştı!
19 yıllık AKP iktidarı döneminde; İsrail’in iştahının kabarmasının ve canavarlaşmasının altında, AKP’nin İsrail’e verdiği desteklerin de payı vardı.
• AKP iktidarı Irak’taki bölgesel Kürt yönetiminin petrollerinin Türkiye üzerinden İsrail’e satışına aracılık yapmışlardı.
• İsrail’i ziyaret etmişler ama Gazze’ye ‘gideceğim’ deyip korkularından uğrayamamışlardı.
• Bu dindar kahramanlar(!) İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez’i TBMM’de konuşturup, milletvekillerine zorla alkışlattırmışlardı.
• AKP iktidarında, Türkiye’nin İsrail’le ticaret hacmini tarihinin en yüksek seviyesine çıkarmışlardı.
• Türkiye’de hiçbir iktidarın müsaade etmemesine rağmen, 2010 yılında İsrail’in OECD’ye girişine onay çıkarmışlardı.
• AKP döneminde, Manavgat Nehri’nden İsrail’e su satışına ilişkin Türkiye ile İsrail arasında anlaşma imzalamışlardı.
• Ocak 2004’teki ABD ziyareti sırasında, Amerikan Yahudi Komitesi’nden “cesaret madalyası” almışlar ve bu madalyayı alan Yahudi olmayan tek isim olma özelliğini ve şerefini(!) kazanmışlardı.
• Suriye sınırındaki mayınlı arazilerin 49 yıllığına İsrailli şirkete verilmesine itiraz edenleri “Yahudi düşmanlığı” yapmakla suçlamışlardı.
• İsrail’in güvenliğini sağlayan Kürecik Radar Üssü’nün ev sahipliğini yapmaktan sakınmamışlardı.
• Aralık 2012’de İsrail’in NATO çalışmalarına katılmasına onay vermekten utanmamışlardı.
• İsrail’le normalleşme anlaşması imzalamış, böylece Siyonist amaçlarına resmiyet kazandırmışlardı.
David Rockefeller ile Recep T. Erdoğan arasındaki derin ilişki üzerinde kafa yorulmalıydı!
Evet, Dolar’daki piramidin ve Deccal’in Gözü olan yaşlı Siyonist; İlluminati’nin Sezar’ı David Rockefeller 101 yaşında (2017) hayata gözlerini yummuştu. Dünyayı yönettiğine inanılan birkaç isimden biri olan David Rockefeller ile T. Erdoğan arasındaki derin ve gizemli ilişkiler de hafızalarda tazeliğini koruyordu. Gelelim önce şu Boğanın Gözü’ne:
İlluminati, dünyayı üç organı aracılığıyla yönetmeye çalışıyordu. Bunlar: 1- Council On Foreign Relations (CFR), 2- Bilderberg Group (BB) ve 3- Trilateral Comission (TC). Bu üç örgütün hiyerarşisine göre, merkezde bulunanlara “Boğanın Gözü” deniliyordu. Bu gruba alınmanın ön şartı, üç gizli örgüte de üye olmaktı. Bu kadarı da yeterli değil, bunların da arasından seçilmek gerekiyordu. Öküzün Gözü’nde yer alan Amerikan Başkanları ve/veya diğer üyelerden bazıları değişiyordu. Rockefeller ailesi ise her zaman Öküzün Gözü’nün içinde yer alıyordu. Bu nedenle David Rockefeller, Sezar olarak anılıyordu. Council on Foreign Relations (CFR - Dış İlişkiler Konseyi) İlluminati’nin (veya adı artık şimdilerde neyse) en önemli yapılanmalarından biri ve kurucusu Rockefeller ailesi oluyordu. Konseyin onayı olmadan ABD Başkanı olmak bile imkânsız oluyordu. Konsey, dünya politikalarını belirleyici en büyük güç olarak biliniyordu.
CFR, AKP İktidarı sırasında Türkiye’de Global İlişkiler Forumu (GİF) adıyla örgütleniyordu. GİF, CFR’nin “Konseyler Konseyi” olarak nitelendirdiği yapılanmanın Türkiye ayağı oluyordu. O süreçte Forumun başında Rahmi Koç bulunuyordu. Forumun Yönetim Kurulu üyeleri şu isimlerden oluşuyordu:
Rahmi M. Koç Başkan
Memduh Karakullukçu Başkan Yardımcısı. Hanzade Doğan Boyner Başkan Yardımcısı.
Üyeler: Lucien Arkas, Aslı Başgöz, Hasan T. Çolakoğlu, Salim Dervişoğlu, Suzan Sabancı Dinçer, Ali Doğramacı, Metin Fadıllıoğlu, Sönmez Köksal, Gülsün Sağlamer, Özdem Sanberk, Ferit Şahenk, İlter Türkmen.
Not: Dikkatle bakın ve araştırın, Erdoğan’ın yapılandırdığı ve başına Bülent Arınç’ı atadığı “Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu”na bu isimlerden çağrılan var mıydı?
Ve bakın David Rockefeller ile çok yakın ilişkisi olan Rahmi Koç, bu yapılanma hakkında neler söylüyordu: “Yaşamın her kademesinden, çeşitli alanlardan seçtiğimiz arkadaşlarla Global İlişkiler Forumu’nu kurduk. Böyle bir kurumun yurt içi ve yurt dışında saygınlık kazanması için planlı, programlı ve sabırlı bir şekilde hareket etmekteyiz. GİF’i kurmadan evvel, Sayın Cumhurbaşkanı (Abdullah Gül), Sayın Başbakan (Recep T. Erdoğan), Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu, Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Ali Babacan, Devlet Bakanı ve Baş Müzakereci Sayın Egemen Bağış ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Sayın Zafer Çağlayan ile konuyu görüştük ve öncelikle onların icazetlerini aldık.”
Zaten T. Erdoğan’ın, CFR’ye yakın ilgisi de bilinip duruyordu. ABD ziyaretlerinde CFR’ye (Siyonist patronlara) mutlaka uğranıyordu.
Bilderbergçilerin Erdoğan’la irtibatları!
Siyaset, iş ve basın dünyası ile üniversite ve uluslararası kuruluşlardan etkili ve Masonik etiketli kişileri bir araya getiren Bilderberg toplantılarının 65’incisi, (2019 Mayıs sonu) İsviçre’nin Montrö kentinde yapıldı. İnanır mısınız bilmem; Avrupa ve Kuzey Amerika arasındaki diyaloğu güçlendirme amacı güden bu toplantılara sanayi, finans, akademi ve medyadan, liderler ve uzmanlar da katıldı. Trump’ın Yahudi damadı da Pompeo da buradaydı. O yılki Bilderberg toplantılarına Türkiye’den katılan Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selva Demiralp, içeriğe ilişkin bazı ipuçları aktarmıştı. BBC News Türkçe’de kaleme aldığı makalesinde bu toplantıda ‘Çin’ faktörünün ağırlıklı olarak ele alındığını yazdı.
• Ömer Koç, Koç Holding’in Yönetim Kurulu Başkanı.
• Ünal Çeviköz, emekli Büyükelçi. CHP 27. Dönem İstanbul Milletvekili.
• Evren Balta, Özyeğin Üniversitesi’nde Siyaset Bilimci.
• Metin Sitti, akademisyen. Max Planck Enstitüsü’nde Direktörlük görevine getirilen ilk (Mason) Türk.
Uzun bir süre Türkiye adına bu toplantılara iştirak eden AKP’li Ali Babacan’dı.
Bu Ömer Koç ve Ali Koç, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile rahatlıkla görüşen insanlardı.
Örneğin Haziran 2016’da Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Mehmet Koç ile Koç Holding Yönetim Kurulu Başkan Vekili Ali Koç, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Cumhurbaşkanlığı külliyesinde bir araya gelip bir saate yakın özel konuşmuşlardı.
Ve yine Sn. Erdoğan, Mustafa Koç’un ölmeden önceki son akşamını birlikte geçirdiklerini açıklamıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Mustafa Koç’un hayatını kaybetmeden bir gün önce “ailecek kendi evlerinde ağırladıklarını, hatta kilo verme ve alkol konusunda şakalaştıklarını” aktarmıştı. (22.01.2016)
Rockefeller’in itirafları
“Atatürk yüzünden, planlarımızı yarım yüzyıl ertelemek zorunda kaldık” diyen ABD’li bankacı, iş adamı Siyonist David Rockefeller’ın çok uzun ve ayrıntılı (10 sayfa) “itiraf açıklamaları”nda şunlar vardı:
• Türkiye’ye, Adnan Menderes zamanında “Marshall yardımı” ile el attık ve fiilen avucumuza aldık.
• Binlerce Türk gencini, uydurma ideolojiler uğruna biz çarpıştırdık.
• Turgut Özal, isteklerimiz doğrultusunda kapıları sonuna kadar açtı.
• Türkiye’de paraya ve çıkara itibar başladı; arkadaş, dost, aile ve kutsal dava gibi kavramlar yozlaştırıldı.
• “Kürt Devleti projesini” hayata geçirmek için önce bir örgüt yarattık (PKK).
• Türkiye bizim (İsrail) için çok önemli… Su kaynaklarının önemli bir kısmı buradadır.
• En önemlisi, Türkler medeniyetin beşiğidir ve kökenleri Sümerlere kadar dayanır. Medeniyetin beşiği olarak Türkleri kabul etmemiz imkânsızdı; bu mirasa el koymalı ve Türkleri İslam’dan uzaklaştırmalıydık.
• Osmanlı’yı yıkmak bizi uğraştırdı, ama çok da zor olmadı.
• Hitler, bizim tarafımızdan iktidara taşındı, çünkü buradaki Yahudiler, İsrail devletini kurmaya yardımcı olmuyorlardı.
• Atom bombası, Yahudilerin yaşadığı Almanya’ya atılamazdı, bu nedenle Japonya kışkırtıldı ve oraya atıldı.
• İsrail Devleti, Rotschild Ailesi’nin cömert mali desteği ile kuruldu ve savaşları kazandı.
• Sovyetler Birliği’ne ise Komünizmi yürütmek üzere yeteri kadar ülke tahsis edilmiş, mali destek sağlanmıştı.
• Çin, henüz bütünüyle kontrol edemediğimiz bir ülke, ama ABD (Siyonist sermaye) ekonomisine katkısı büyük orandadır.
• Vietnam, Kore, Kamboçya, Tayland, Endonezya, Afganistan, İran-Irak ve Yugoslavya’daki savaş, işgal ve bölünmeler savaş sanayisinin deneme ve gelişmesine yaradı.
• Zaire, Çad, Yemen, Guatemala, Şili, Brezilya, Dominik, Somali, Panama, El Salvador, Bolivya, Ekvator, Peru, Uruguay, Angola’daki savaşlar ve darbeler bizim planlarımızdı.
• Bütün ülke yönetimlerini kontrol altında tutuyoruz, aksi halde terör olaylarını devreye sokuyoruz. Dünyanın her yerindeki büyük mafya ve kaçakçılık olaylarını biz kontrol ediyoruz.
[1] https://www.yenicaggazetesi.com.tr/erdoganin-arkasinda-saf-tutan-generaller-ve-orduyu-te-52160yy.htm Arslan Bulut
[2] https://www.yenisafak.com/yazarlar/tamerkorkmaz/pentagon-abdnin-model-ortagini-ilan-etti-2050607
[3] https://www.karar.com/yazarlar/elif-cakir/bir-sonraki-yargi-reformu-strateji-belgesinde-
[4] https://www.yeniasya.com.tr/cevher-ilhan/hani-evet-cikarsa-teror-bitecek-ti_435674

Aziz Erbakan Hocamızın 200 Generale Verdiği Konferansı – Üstün Başarısı – Gayretleri ve Bu Gayreti Üstad Ahmet Agül Hocamız Tarafından Yüksek Bir Ferasetle Fark Edilmesi ve Gereğini Yerine Getiren TEK KİŞİ OLMASI!..
[u][b]Bu TSK konusu da Üstad Ahmet AKGÜL Hocamızın , ERBAKAN’IN EN SADIK TALEBESİ TAKİPÇİSİ VE TATBİKÇİSİ olduğunu ispatlayan büyük hadiselerden birisidir. [/b][/u]
Türkiye, malumunuz olduğu üzere bir İslam ülkesidir. Ancak,zamanın iktidarları genel itibariyle hep din düşmanlığı ağır basan , maneviyata önem vermeyen, insanlığın devamlı surette dışlandığı insan yerine konulmadığı bir ortam söz konusuydu, ta ki Aziz Erbakan Hocamız 1969 yılında siyasete atılıncaya kadar. Erbakan Hocamız ve Milli Görüş hareketiyle Müslümanlar, insan yerine konulmaya , ikinci sınıf üçüncü sınıf vatandaş halindeyken artık diğer insanlar gibi izzetli şerefli ve insan haklarında bu kesime de artık memur amir daire başkanı müdür genel müdür millet vekili bakan başbakan cumhurbaşkanı olabilecek hale geldi. Cami önlerine kırmızı plakalı araçlar yanaşır vaziyete geldi, oysa MİLLİ GÖRÜŞ VE ERBAKAN HOCA SİYASETE ATILMASAYDI bir Müslüman devlet kademesinde sadece
” KAPICI – ODACI – MÜSTAHDEM” olabiliyordu.
Yıl 1960 ihtilal olmuş … İhtilalden 3 ay sonra dönemin başbakanı [b]Adnan Menderes’e bağlı Milli Birlik Komitesi üyelerini Erbakan Hocamıza gönderiyor . O komitenin sözcüsü Erbakan Hocamıza diyor ki;[/b] Sayın Erbakan yerli ve milli bir motor üretecekmişsiniz bu konuda Devletimiz size her türlü desteği vermek istiyor . Ne istiyorsunuz para döviz vs… Hocamızın cevabı çok ilginçtir diyor ki ; Bana Genel Kurmay’daki ve Milli Savunmada görevli tüm generalleri 200 civarında generali bir salonda toplayıp onlara bir konferans verme izni istiyorum bu ortamı oluşturmanızı rica ediyorum diyor.[b] DEVAMINI Hocamızın dilinden dinlemek için: [/b]
[u][b]Ordu Yetkililerinin 1960’larda ERBAKAN Hocamıza Teklifi[/b][/u]
https://vk.com/video249118081_168267382
İşte ERBAKAN HOCAMIZIN bir ülke için ORDU ne manaya geliyor , Ordu’nun ülke insanlığı için önemi nedir gibi, ORDUMUZU MİLLİLEŞTİRME çabaları taaa 1960’larda başlattığına bir örnek. Ve bu gerçeği ve manayı fark edip insanlığın aydınlatılması çalışılmalarına bütün gayretiyle çaba sarfeden ÜSTAD AHMET AKGÜL HOCAMIZ.
Türk Silahlı Kuvvetlerimiz her daim bu ülke için canını vermekten çekinmeyen eriyle erbaşıyla astsubayıyla subayıyla büyük bir özveriyle vazifesini yerine getirmiştir, getirmeye de devam etmektedir. Ordu içerisinde yapısı itibariyle emir komuta zinciri hakim olduğundan, birkaç tane cunta diyebileceğimiz bir elin parmağını geçmeyecek şekilde bir ekip oluştuğunda , tüm orduya mal edilebilmektedir. Bu tür hadiselerden ötürü 28 şubat vari 15 temmuz vari bir kısım kalkışmalardan ötürü orduyu din düşmanı veya ülke düşmanları olarak genelleyip ordu töhmet altında kalabilmekte. İşte bu töhmeti giderecek, orduya her daim sahip çıkılması gerektiği vurgularını , ordunun ülkemiz için önemi , bir ülkenin ordusu olmazsa bağımsızlığı sözkonusu olamayacağı gibi konularla ülke insanlığını aydınlatarak devletimizin diğer kurumlarına sahip çıkılması gerektiği gibi ordumuza da sahiplenilmesi gerektiği konusunda büyük bir vazifeyi yerine getiren Aziz Erbakan Hocamızdan sonra Üstad Ahmet AKGÜL Hocamız TEK KİŞİDİR.
Erbakan Hocamız 28 şubatta TSK içindeki bir cunta tarafından girişilen harekata , milleti sevketseydi ne huzur kalırdı ne de ülkenin bağımsızlığı.. Tam aksine ordumuza sahip çıkarak ordu mensuplarının eğitilmesinden yana bir eylemi tercih ederek ve o cuntanın etkisiz kalmasını sağlayacak çalışmalarla ülkemizi TSK da ki bir avuç cunta eliyle dış güçlere boğdurtmamış oldu.
Türkiye şuan dünya üzerinde şaha kalkmış ve saygın bir konumda ise ve onca iç ve dış tehditlere çalışmalara rağmen ( Kıbrıs’ın Alınması – 15 Temmuz’daki Kalkışmanın Etkisiz Hale Getirilişi – Azerbaycan Savaşında – Zeytin Dalı – Afrin – Pençe Harekatları – vs… gibi zaferlerin kazanılması ) bağımsızlığımız güvence altındaysa bu KAHRAMAN ve ŞANLI TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİMİZ VESİLESİYLEDİR. Dolayısıyla makalenin başlığı çok anlamlıdır: TSK’YI ZAYIFLATMAK, VATANI SATMANIN ALTYAPISIDIR!..
İŞTE ERBAKAN – İŞTE SADIK TALEBE VE TAKİPÇİSİ ÜSTAD AHMET AKGÜL HOCAMIZ FARKI.
NOT: VİDEOLARLA ERBAKAN’IN ve [/b][/u][u][b]Ahmet AKGÜL’ÜN TSK KONULU VİDEOLARI
http://www.necmettinerbakan.net/videokategoriler/videolarla-erbakan-in-teknolojisi-ve-tsk-sevgisi.html
HEP O SES, O NEFES!..
İngiliz Kraliyeti bunları kurtarırdı her hal?!
Hak davanın böğrüne çullanmış Durduyan münafığının bu gün değil, ta o günden bir şekil ayartıp yönlendirdiği eniklerdi bunlar.
Hak davaya ihanetle açılan kapıların, yenen haram lokmaların ülkeme kesilen faturalarıydı bunlar.
Elbette birgün açılmaz zannedilip sabırla bekletilen dosyalar açılır. Yani Milli ve Gayrı Miller seçilirdi..
Şimdi soruyoruz; bir İngiliz, bir Amerikalı böyle bir yazıyı kendi ordusuna ve generaline kaleme alır mıydı?
Elbette almazdı alamazdı.. En azından korkardı yarın bunun hesabını Hukuk, Hükümet vs. sorardı diye..
Yazının gelişme ve sonuç bölümündeki açık ihanetlerden güç alanlar tarihi ve en az 1000 yıllık Milli Devlet geleneğini tanımamışlardı!?
Hey kancıklar bunun hesabı sorulmuyor diye sevinmeyin üzülün!
Çünkü unutuldu zannedilen dosyalarınıza bir cürüm daha eklendi değişen o..
Bekleyin, zaten bu soysuzluğa yıllardır mecburen katlananlarda sabırla beklemekte..
Tabi son dönemde orduma hırlayanların ve şeytani hesap yapanların seslerini bu denli yükseltmeleri özellikle “öküzün gözündeki” lerin çektikleri acının ve de yüksek şeytani hesapların bir sonucuydu!
UMUT YILDIZI
Erbakan Hocamızın; Hz. Âdem’den (as) günümüze kadar insanlık tarihinde hiçbir şahısta görülmeyen farklılıkları.
Peygamberlik (Nübüvvet ve Risalet) Allah’ın özel tayin ve takdiridir, en yüce mertebedir. Peygamberlik makamına çalışarak ulaşmak mümkün değildir. Ancak aşağıdaki gibi farklı bir özellik olarak şu tespitlerin yapılması münasiptir:
1- Hz. Adem (as)’dan bizim Peygamberimize (SAV) ve Efendimizden bugüne kadar Erbakan dışında hiçbir zatın karşısında; Hristiyan’ından Yahudi’sine, putperestinden ateistine tüm kâfirlerin ve din istismarcısı münafık kesimlerin böylesine ortaklaşa düşman olarak birleştikleri görülmemiştir.
2- Tarih boyunca hiçbir zatın düşmanlarının; ekonomik, siyasi, teknolojik ve askeri yönden Erbakan Hocamızın düşmanları kadar güçlü oldukları tespit edilmemiştir.
3- Tarih boyunca Erbakan Hocamız dışında; hiç kimse; İslam Birliği Teşkilatı, İslam Ortak Pazarı, İslam Kültür İşbirliği Teşkilatı, İslam Dinarı, İslam Savunma Paktı gibi evrensel kurumları ve bunlarla ilgili kuralları hazırlayabilmiş değildir. “Adil Düzen” projeleri de Hocamızın bir eseridir.
4- Hz. Adem (as)’dan günümüze kadar; kendi içinden ve çevresinden; makam ve imkân sağladığı, bakan ve belediye başkanı yaptığı, meşhur edip öne çıkardığı kimselerce, Erbakan Hocamız kadar hıyanete uğrayan başka bir zat bilinmemektedir.
5- Tarihin hiçbir döneminde, Erbakan Hocama yaptıkları düşmanlık karşılığı hıyanet edenler böylesine yüksek makam ve imkânlarla ödüllendirilmemiştir. Ona hıyanetin; nicelerine Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Bakanlık ve Belediye Başkanlığı kazandırdığı inkâr edilemez bir gerçektir.
6- Siyonist şer cephesinin yüzyıllardır hazırladıkları ve bütün dünyayı hegemonyaları altına soktukları askeri silah sistemlerini boşa çıkartacak, ama çok ucuza mal olacak ve toplu tahribat ve katliamlara yol açmayacak teknolojik bilgi ve projelere sahip ve bunların önemini ve gereğini müdrik Erbakan dışında hiç kimse görülmemiştir.
7- Efendimizden sonra gelen İslam Âlimlerinin pek çoğunun sözleri, eserleri ve isimleri şer cepheleri ve Siyonist merkezler tarafından istismar edilebilmiş, onlarla ilgili konferans seminer ve anma etkinlikleri düzenlenip kendi şeytani hedefleri yolunda yararlanmaktan çekinmemişlerdir. Ancak ERBAKAN Hocamızın hiçbir sözünü ve projesini istismar edip, kendi hesapları ve çıkarları doğrultusunda kullanmaya girişememişlerdir.
Edilgenlik ve Kader
Allah’a (c.c.) kul olmayı kabul etmeyenler Siyonizm’e kul olmayı şeref sayıyorlar. Eh Siyonizm’de bunlara çeşitli roller veriyor. Kimisi dindar kahraman, kimisi milliyetçi, kimisi solcu kahraman. Fakat hizmet ettikleri amaç Siyonizm’in amaçları. Çeşitli toplum kesimlerinin ve insanlığın İslam’ın hakikatini anlamaması için toplumları da ayrıştırıyor ve birbirleri ile çarpıştırıyor. Kendilerine Siyonizm tarafından yönetim erki verilmiş yöneticiler de aynı taktiği uyguluyor. Nede olsa rolü rolü veren aynı, aynı kaynaktan bilgileniyorlar, besleniyorlar. Birbirlerinden farklı gibi görünen bu adamlar konu milletimizin vatanımızın devletimizin bütünlüğünü sağlamada en önemli görevi üstlenen ordumuz olunca niyeyse aynı telden vuruyorlar.
Ordumuzu yıpratmak, moralini bozmak ve en sonunda da ellerinden gelirse dağıtmak için yazan, konuşan bu adamlar olmadık tezler ortaya koyuyorlar. Tabi bu tezler kendilerinin değil, patronları olan Siyonizm’in tezleri. Bunlar borazan.
Rol oynamaya, kukla olmaya razı olmuşlardır. Edilgen olmak ve kullanılmak, sonrasında da kullananlar tarafından bir paçavra gibi atılmak bunların kaderi.
Vatanımızı Koru Yarab !
TSK Türkiye mizin onurudur ,namusudur…Amerikan conisi olma hevesindekilerin bu gururdan nasiplerini almaları beklenemezdi, destek olmaz ancak köstek olurlardı…
Rahmetli Erbakan Hocamızın ın teknolojileri ye Dünya hayranken hâlâ orduya dil uzatanları Rabbimize havale ediyoruz…Allah CC vatanımızı ve İslam Aleminin korusun…Zalimleri Kahhar isminle kahreylesin.. Amin
KAHRAMAN ORDUMA DUA
PKK paravan, Haçlı sürüsü
Kuşatmış yurdumu, savuştur ya Rab!..
Yahudi Hristiyan, gâvur türlüsü
Karşısında zafere, kavuştur ya Rab!..
Toya gider gibi, cepheye koşan
Din namus uğruna, kükreyip coşan
Dağ tuzak mağara, engeller aşan
Mehmetçikte o ne, vuruştur ya Rab!..
Kuduz PKK’ya, kanat açanlar
Mehmetçik görünce, lağma kaçanlar
Bu vatan uğruna, kurbanlık canlar
Subay astsubaydır, çavuştur ya Rab!..
Henüz yirmibeşe, yeni basanlar
Üç aylık bebesi, yetim Hasanlar
İnançlı yiğitler, şehit arslanlar
Bizleri cennette, buluştur ya Rab!..
Paniğe kapılmış, barbar Batılı
İsrail şaşırmış, kaşlar çatılı
TSK destanlar, yazar bahtılı
Şehitlere mezar, koğuştur ya Rab!..
Hâlâ PYD’ye, pas veren soysuz
Her an çatallaşır, başızda boynuz
Mayanız bozuktur, hayânız huysuz
Ayarları beş-on, kuruştur ya Rab!..
Peygamber Ocağı, paşası eri
Kahraman Ordumuz, Mehdi neferi
Akıttığı kanı, alnının teri
Aşkına hedefe, koşuştur ya Rab!..
Eyer vurulur mu, Müslüman Türk’e
Vatan vicdan satmaz, makama kürke
Haydi diril derlen, “Allah!” de kükre
İnşaallah ki bu son, kovuştur ya Rab!..
Kutlu güne hasret, felekler hazır
Nebiler veliler, melekler hazır
Atatürk Erbakan, dilekler hazır
Ahmet Hakka tercüman, konuştur ya Rab!..
DERİN KÖK
ABD Türkiye Büyükelçisinin, 15 Kasım 2002’de ülkesine gönderdiği mesajda; “Türkiye’de ordu, bürokrasi ve yargıda bir derin devlet var. Derin devletin merkezinde de ordu bulunmakta. Derin devlet yani ordu, ABD’nin desteklediği reformun önündeki en büyük engeldir” denilmekteydi.
El-ân Öyledir… Çünkü TSK öylesine köklü ve kökü sağlam temellere dayanıyor ki; budandıkça güçlenen bir yapı gibi…
Yoksa, bu işbirlikçi zihniyetlere kalsa idi, bizler çoktan bu topraklardan sürülmüştük.
İşte, yandaşının da, sözde muhalifinin de, TSK’ya sataşmaları veya sahip çıkıyor görünerek İslam düşmanlığı yapmalarının altında, Aziz Hocamızın buyurdukları: “Bizim Silahlı Kuvvetlerimiz, bunu laf olsun diye söylemiyorum haa, inanarak söylüyorum. Silahlı Kuvvetlerimiz Millî Görüşü en iyi muhafaza etmiş olan kurumumuzdur!” gerçeği yatmaktadır.
[b]Şanlı Kıbrıs Zaferinden sonra, Milli Harp Sanayiimizin temellerini atıp, ABD Büyükelçisinin ifadesiyle: TSK’yı MERKEZ’e koyan Aziz ERBAKAN Hocadır. Siyonistlerin ve sağcı-solcu işbirlikçilerinin kuyruk acısının temelinde yatan da bu DERİN gerçekten başkası değildir. [/b]
Bu arada: Gündeme Bomba Gibi Düşen Gara Operasyonuna Dair Birkaç Not Düşelim…
• PKK, geçtiğimiz günlerde yaptıkları bir açıklamada Gara bölgesinde “sese duyarlı cihazlarla” rastladıklarını iddia etmişti.
• Bu açıklamadan kısa bir süre sonra Gara bölgesine harekat başladı.
• TSK’nın ismi açıklanmayan yeni teknoloji sistemler kullandığı düşünülüyor.
“Gara Operasyonu: TSK’dan bir ilk”
“15 Temmuz’dan bu yana sadece Kuzey Irak’a 8 harekat düzenlendi. En sonuncusu ise “Pençe Kartal 2”. Son 5 yıldır terörü ve tehditleri sınırın ötesinde karşılayan TSK, son harekat ile ezber bozdu. Önceki harekatlar her zaman sınır hattındayken, son harekat sınırın 32 kilometre derinliğindeki PKK’nın Gara Kampı’na yönelik oldu. Özel Kuvvet ve komandoların 10 Şubat gecesi hava indirmesi sonucu başlayan operasyon, helikopter ve savaş uçaklarının desteğiyle sürüyor. Emekli Tuğgeneral Fahri Erenel’e göre Gara, “PKK’nın kalbi” konumunda ve Türkiye’nin olası Sincar operasyonu öncesi teröristlerin lojistik desteğini ortadan kaldırmak için PKK’dan temizlenmeli.
Suriye İç Savaşı’na kadar PKK’nın ana üslerini topraklarında barındıran Irak’ın kuzeyi, şu anda peşmerge ile PKK arasındaki çatışmalara da sahne oluyor. IŞİD sonrası Sincar’ı ‘İkinci Kandil’e çeviren PKK, hem Irak hem de IKBY tarafından eleştiriliyor. Sahadan gelen bilgiler peşmergenin dolaylı olarak Türk askerine destek verdiğini gösterse de IKBY bunu reddediyor. Reddediyor ama “Bize göre bu istikrarsızlığın en iyi çözümü PKK’nın IKBY bölgesinin yakasından düşmesidir.” diyerek de PKK’nın bölgeden çıkmasını istiyor. Öte yandan Irak Ordusu, operasyonu “Gara IKBY topraklarında ve köyler boş” diyerek nitelendiriyor ve her zamanki ‘göstermelik tepkilerini’ bu sefer göstermiyor.
Çok değil, 20 gün önce MSB Akar ve Genelkurmay Başkanı Güler hem Irak hem de IKBY’li yetkililerle görüşmüş, Akar “Önümüzdeki dönemde Türkiye-Irak, Türkiye-Erbil iş birliği, terörle mücadele konusunda çok önemli birtakım gelişmelere sebep olabilecek” açıklamasını yapmıştı. İş birliği nelere gebe olacak bilemiyoruz ama Kuzey Irak’ta yaşananların gündeme gelmemesi birçok kişi tarafından eleştirilse de bence böylesi daha sağlıklı. Öyle ki Suriye’den katbekat zorlu arazi şartlarına rağmen sınır hattında önemli ilerleme kaydeden Türk askeri, bunu sessiz bir şekilde gerçekleştirdi ve her temizlenen bölgeye askeri üs/karakol kurdu.
Operasyonun ilk günü Yüzbaşı Burak Coşkun, Yüzbaşı Ertuğ Güler ve Astsubay Harun Turhan şehadete ulaştı.”
Haber Linki:
https://www.facebook.com/bayDNO/photos/a.517940718387613/1844470655734606/
SON OLARAK: TSK’nın şerefine dil uzatanlara not: Dikkat etsinler, dillerine sahip olsunlar, ki DERİN sularda boğulmasınlar…
“Bizim Silahlı Kuvvetlerimiz, bunu laf olsun diye söylemiyorum haa, inanarak söylüyorum; Silahlı Kuvvetlerimiz Millî Görüşü en iyi muhafaza etmiş olan kurumumuzdur!” Prof. Dr. Necmettin Erbakan
“Bizim Silahlı Kuvvetlerimiz, bunu laf olsun diye söylemiyorum haa, inanarak söylüyorum; Silahlı Kuvvetlerimiz Millî Görüşü en iyi muhafaza etmiş olan kurumumuzdur!” Prof. Dr. Necmettin Erbakan
Milli Çözüm Aziz Erbakan Hocamızın TSK ile ilgili bakışı en iyi muhafaza etmiş kuruluştur. Milli Çözüm yıllarca sadece Milli Görüş camiasının içerisinde Oğuzhan Asiltürk vb. lerin tesirinde kalanlara değil Fötö’nün dezenformasyonuyla galeyana gelip Ordusuna diş bileyen Mehmet’in babasına da Kahraman Ordumuzun ehemmiyetini her fırsatta anlattı. Tarih buna şahit.
Evet sadece bugün değil asker elbisesi ile çarşıda gezmenin asker için tehlike arz ettiği günlerde de (yani en zor zamanda da) gözbebeğimiz ordumuzun yanındaydı Milli Çözüm ve tabi ki başata Üstad Ahmet Akgül Hocamız.
Zaman gazetesi ve türevlerinin bir ana sayfasında olmasın ki “Ordumuza kin kusmamış ola” Zaman gazetesi dediğiniz o günün her masasında bulunan bir gazeteydi. Bir yandan ılımlılar diğer yanda din denilince mangalda kül bırakmayan radikaller Orduya düşmanlıkta aynı noktada fıtratları gereği birleşiveriyordu.
Böyle bir dönemde Kahraman Ordumuzu savunmak tabiri caizse “kelle koltukta” olmak, Çanakkale’de geri gelinmeyeceğini bildiğin cepheye gitmek demekti. İşte Milli Çözüm şanlı cesareti gösterdi ve tarih yazdı. (yani Milli Çözüm mücadelesini verdiği gerçekler galip geldi-aşikar oldu. Şükürler olsun)
Murat Alan gibi çukurların, solcu inançsızlara orta açarak; Milli Çözüm zaferine TSK ile ilgili şanlı duruşuna leke-gölge düşürmeye çalışmaları orduya sataşmanın başka bir yönüydü.
Tarihimizdeki fesatçıların sonu ne olmuşsa sizin de sonunuz başka olacak değil.
TSK, SİYONİSTLERİN VE İŞBİRLİKÇİLERİNİN ÖNCELİKLİ HEDEFİDİR!
Mustafa Kemal Paşa’nın 31 Temmuz 1920 tarihinde Afyonkarahisar Kolordu Dairesi’nde subaylara hitaben yaptığı o konuşma:
Subaylar!…
Siyonistler ve işbirlikçi hainler, milletimizin bağımsızlığını imhaya karar vermiştir. Milletler bağımsızlıklarını hiç kimsenin lütuf ve bağışına borçlu değildir. Hiç kimse kimseye, hiçbir millet diğer millete özgürlük ve bağımsızlık vermez. Milletlerde doğal olarak ve yaratılıştan mevcut olan bu hak, milletlerce kuvvetle, mücadele ile saklı bulundurulur. Kuvveti olmayan, dolayısıyla mücadele edemeyen bir millet, mahkûm ve tutsak durumundadır. Böyle bir milletin bağımsızlığı gasp edilir.
Dünyada hayat için, insanca yaşamak için bağımsızlık lazımdır. Bağımsız olmak için kuvvet sahibi olmak ve bunun için varlığını ispat etmek gerekir.
Kuvvet ordudur.
Siyonistler ve işbirlikçi hainler, milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için, pek doğal olarak önce onu ordudan mahrum etmek çarelerine giriştiler. Mütareke koşullarının uygulanması ile silâhlarımızı, cephanelerimizi, bütün savunma araçlarımızı elimizden almaya çalıştılar. Sonra, kumandanlarımıza ve subaylarımıza saldırmaya, taarruza başladılar. Askerlik onurunu yok etmeye gayret ettiler. Ordumuzu tamamen lağvederek, milleti, bağımsızlığını muhafaza için muhtaç olduğu dayanak noktasından yoksun bırakmaya teşebbüs ettiler.
Bir taraftan da savunmasız, ordusuz bıraktıklarını zannettikleri milletin de onuruna, her türlü haklarına ve mukaddesatına taarruzla milleti alçaklığa, boyun eğmeye alıştırmak planını takip ettiler ve ediyorlar. Herhalde ordu, düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi oldu.
Orduyu imha etmek için mutlaka subayları mahvetmek, aşağılamak lâzımdır. Buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta engel ve zorluk kalmaz. Bu hakikat karşısında ve içinde bulunduğumuz duruma göre subaylarımıza düşen görevin mahiyeti, önemi ve değeri kendiliğinden meydana çıkar.
Milletimiz, özgür ve bağımsız yaşamak gereğine tam bir iman ile kani olmuş ve buna kesin azimle karar vermiştir. Dolayısıyla kuvvetin, ordunun vücudu için lâzım olduğunu söylediğim kaynak mevcuttur, o kaynak milletin vicdanî imanıdır. Ordu ise, arkadaşlar, ancak subaylar sayesinde vücut bulur. Bilinen bir askerî gerçek, felsefî gerçektir: “ordunun ruhu subaylardadır”. O halde ancak subaylarımızdır ki, düşmanlarımız tarafından yıkılmak istenilen ordumuzu onaracak ve canlandıracak, ordu ve milletimizin bağımsızlığını muhafaza edecektir.
Millet, bağımsızlığının muhafazasından ibaret olan hayati gayesinin gerçekleşmesini ordudan, ordunun ruhunu oluşturan subaylardan bekler, işte subayların yüce görevi budur. Allah göstermesin, milletin bağımsızlığı ihlal edilirse, bunun vebali subaylara ait olacaktır.
Subaylar izah ettiğim yüce, kutsal ve bütün açılardan üzerlerine düşen görev itibariyle, bütün varlıklarıyla ve bütün dikkat ve sezgileriyle, giriştiğimiz kutsal bağımsızlık mücadelesinde birinci derecede faal ve fedakâr olmak zorundadırlar.
Kişisel ve özel hayatları itibariyle de subaylar, fedakârlar sınıflarının en önünde bulunmak zorundadırlar. Çünkü düşmanlarımız herkesten önce onları öldürürler. Onları aşağılar ve hor görürler. Hayatında bir an bile olsa subaylık yapmış, subaylık onurunu, şerefini duymuş, ölümü küçümsemiş bir insan; hayatta iken düşmanın tasarladığı ve reva gördüğü bu muamelelere katlanamaz. Onun yaşamak için tek çaresi vardır: Şerefini korumak!… Hâlbuki düşmanlarımızın da kastettiği o şerefi ayaklar altına almaktır. Dolayısıyla subay için “ya istiklâl, ya ölüm” vardır.
Fakat arkadaşlar ölmeyeceğiz, bağımsızlığımızı muhafaza ederek yaşayacağız ve milletimizi daima bağımsız görmekle bahtiyar olacağız!