TÜRKİYE’YE AFGANİSTAN TUZAĞI
VE
TAVİZKÂRLIĞIN KAHRAMANLIK SANILMASI
2021 Haziran’ında, Almanya’nın başkenti Berlin’de toplanan Libya Konferansı’nda, “Yabancı askeri güçler, Libya’dan derhal çıkmalıdır!” kararı çıkmıştı. Bu teklifin (ve tehdidin) özellikle Türkiye’ye yönelik olduğu açıktı. Yani Amerika ve Avrupa (ve tabi NATO), bizim Libya’da söz sahibi olmamıza şiddetle karşıydı. Ama aynı Amerika ve NATO, “Türkiye’nin Afganistan’da kalmasını, oradan çıkacak olan ABD ve Avrupa ülkelerinin boşluğunu doldurmasını” istiyorlardı. Ve maalesef Erdoğan iktidarı bu tuzak teklife, koşulsuz ve karşılıksız razı olmuşlardı. Türkiye yeni ve yoğun bir Afgan ilticacıyla (istilasıyla) karşı karşıyaydı ve demografik (nüfus dengesi) yapımız temelinden sarsılacaktı. Bu tehlikeli teklif karşısında; Amerika’dan ve Avrupa’dan, PKK ve PYD’ye destek çıkmamaları, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye kolaylık sağlamaları ve en azından AB’ye giriş sürecini hızlandırmaları gibi hiçbir talepte de bulunmamışlardı. Çünkü Erdoğan iktidarı, şahsi ihtirasları uğruna ABD ve AB’ye (ve tabi İsrail’e) işte bu denli bağımlıydı!
Aynı Almanya; Hamas’ı, PKK ile aynı kefeye koymuşlardı!
Siyonist İsrail’in Gazze katliamını görmezden gelen ve yıllardır topraklarında PKK’nın yapılanmasına göz yuman Almanya, “Hamas’ın bayrağı ve sembollerini yasaklama” kararını resmen onaylamıştı. Bu karar ile işgale direnen Hamas’la terör örgütü PKK aynı kefeye koyulmuş olmaktaydı.
Siyonist İsrail’in Gazze’de yaptığı katliama karşı sessiz kalan Almanya, Gazze saldırılarının ardından Yahudi karşıtlığında (!) keskin bir artış olduğunu savunarak, Filistin Direniş Hareketi Hamas’ın bayrağını ve sembollerini yasaklamayı resmen onaylamıştı. Almanya’da koalisyon hükümetini oluşturan Hristiyan Birlik Partileri (CDU/CSU) ile Sosyal Demokrat Parti (SPD) Federal Meclis gruplarının oylarıyla, Federal Meclis’te kabul edilen bir dizi yasa kapsamında yapılan değişikliğe göre, PKK terör örgütü gibi Hamas’ın bayrağı ve sembollerinin de kullanımı yasaklanmıştı. Ek yapılan söz konusu 86. maddeye göre, Filistin İslami Direniş Hareketi (Hamas) bayrağı ve sembolleri artık kullanılmayacaktı. Almanya’da bundan böyle bir örgütün bayrağının yasaklanması için, o örgütün Avrupa Birliği’nin (AB) terör listesinde yer alması yeterli sayılacaktı.
Yahudilere Hakaret, Ağır Cezalıktı!
Aynı zamanda Federal Meclis’te kabul edilen bir başka maddeye göre ülkede aşırı sağcılara, Yahudilere, eşcinsellere ve engellilere yönelik ağır hakaretler, daha ağır şekilde cezalandırılacaktı. Irkçı, yabancı düşmanı ya da antisemitik (Yahudi düşmanı) bir suç işleyen yabancıların, Alman vatandaşlığına başvuruları işleme konulmayacaktı. Öte yandan daha önce Alman basınından Welt gazetesi Angela Merkel’in partisi CDU Meclis Grup Başkan Vekili Thorsten Frei, 86. madde ile ülkede yaşayan Yahudi vatandaşlara açık bir destek mesajı vermiş olacaklarını vurgulamıştı.
ABD, Neden Afganistan’dan Çekilme Kararı Almıştı?
ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) Orta Doğu’da ve özellikle Afganistan’da konuşlu yüzlerce askerle savaş uçakları ve hava savunma sistemlerinin geri çekileceği yönündeki haberleri doğrulamıştı. Bu varlıkların bir kısmının bakım ve onarım için ABD’ye döneceği, bazılarının da diğer bölgelere yeniden konuşlandırılacağı belirtilen açıklamada, operasyonel güvenlik için çekilme hakkında ayrıntı verilmeyeceği vurgulanmıştı. Açıklamada, bu kararın bölgedeki ev sahibi ülkelerle yakın iş birliği içinde alındığı bildirilerek, bu değişikliklerin ABD’nin ulusal güvenlik çıkarlarını olumsuz etkilemeyeceği ve bölgedeki tehditlere karşılık verebilecek uygun bir kuvvet duruşunun devam edeceği hatırlatılmıştı.
Wall Street Journal gazetesi, ismi açıklanmayan yetkililere dayandırdığı haberinde, ABD Başkanı Joe Biden yönetiminin Afganistan’dan sonra Kuveyt, Irak, Ürdün ve Suudi Arabistan’da da askeri varlığını önemli ölçüde azaltmaya başladığını yazmıştı. Haberde, yüzlerce askerin de bölgeden çekileceği ifade edilirken, şu ana kadar çekilen ekipmanın büyük ölçüde Suudi Arabistan’dan geldiği yer almıştı. Bu arada ABD, bölgede artan İran tehdidi gerekçesiyle Ocak 2020’de Irak ve Kuveyt’e Patriot sistemleri sevk etmeye başlamıştı. Yani kendisi çekilerek Türkiye’yi Afganistan batağına sokan ABD, aynı zamanda Irak ve Kuveyt’e yığdığı Patriot füzeleri nedeniyle Türkiye ile İran’ın da arasını bozma çabasındaydı!
Hulusi Akar’dan Afganistan mesajı
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, “Afganistan’a yeni asker göndermemiz söz konusu değil. Orada zaten mevcudiyetimiz var” diyerek, haklı tepkileri törpüleme çabasındaydı. Kabil Havalimanı’nda Türkiye’nin rolüne ilişkin açıklama yapan Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın, “Afgan kardeşlerimizin güvenliğine ve refahına katkı sağlamanın arayışı içindeyiz. Şu anda mevcudiyetimiz orada zaten var, asker göndermek gibi durumumuz söz konusu değil. Diğer ülkelerle teması sürdürüyoruz, arayış içindeyiz.” açıklaması pek inandırıcı bulunmamıştı.
ABD’den Türkiye’ye küstah bir suçlama yapılmıştı!
ABD’den Türkiye’ye gerilimi yeniden tırmandıracak bir suçlama yapılmıştı. ABD Dışişleri Bakanlığı yayınladığı raporunda, Türkiye’yi; “Çocuk asker kullanımına karışan ülkeler” listesine almıştı. Biden yönetimi, “Türkiye’nin destek verdiği Suriyeli Sultan Murad adlı grubun çocuk savaşçı kullanması” nedeniyle bu kararı aldığını açıklamıştı. Oysa, 2017’den beri resmen ve alenen ABD’nin destek verdiği YPG’nin de çocuk savaşçı kullandığı gizlenmeye çalışılmıştı. Asılsız ithamlarla Türkiye’yi hedef alan Washington yönetimi, açıktan destek verdiği PKK/YPG’nin çocukları kaçırarak dağlarda eğittiği gerçeğine ise sessiz kalarak, ikiyüzlü bir tutum takınmıştı. Ve Erdoğan iktidarı, işte bu Amerika hatırına bizi Afganistan batağına sokmaktaydı.
Türk Askeri; NATO Emrinde ve ABD Güdümünde Değil, Dost ve Kardeş Afganistan’da İstikrarı Sağlama Amacıyla Bulunmalıydı!
Sahadaki dezavantajları ve avantajları ciddi anlamda değerlendirmeden alınacak bir karar, “İçinde büyük riskler barındıran bir maceraya kapı aralamak” anlamını taşırdı. Afganistan’dan çekilme kararı sonrası, ABD giderayak Türkiye’yi önü kestirilemeyen bir sürece dahil etmeye çalışmaktaydı. Kabil Havaalanı’nın işletme ve güvenliğinin TSK tarafından sürdürülmesi ile ilgili Ankara ve Washington arasında görüşmeler devam ederken, konu Türkiye kamuoyunda da tartışılmaktaydı. Konuyu Türkiye açısından, sıkıntıları ve kazanımları boyutuyla ele alan bölge uzmanları, sürecin Türkiye açısından riskler taşıdığının çok açık olduğunu kaydederken, hükümetin ise bu durumu ABD ile bozulan ilişkileri tamir etmek için bir fırsat olarak gördüğünü aktarmışlardı.
Türkiye ABD ile Kabil Havalimanı’nın güvenliği meselesini konuşurken Afganistan’da son durum içler acısıydı.
Taliban ülkenin önemli sınır kapılarını ele geçirmiş durumdaydı. İran sınırındaki İslamkale ve Türkmenistan sınırındaki Torkundi ilçeleri Taliban’ın kontrolü altındaydı. Uluslararası ajanslardan gelen fotoğraflar Taliban’ın ilerleyişini doğrulamaktaydı. Eğer bu coğrafyada ABD bir yerden çekiliyorsa, orada mutlak bir Rusya ağırlığı başlıyor anlamındaydı. Aynı durum Suriye’de yaşanmıştı. Nitekim bu olaylar gelişirken Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Maria Zaharova: “Taliban, Afgan-Tacik sınırının üçte ikisini ele geçirmiş durumdadır.” açıklamasını yapmıştı. Böylece Rusya Taliban’a olan ilgisini resmen duyurmuş olmaktaydı. Zaten Rusya’nın Afganistan ilgisini Sovyet döneminden hatırlamaktayız.
Hayret, oysa ABD Sovyet rejimine karşı Taliban’ı örgütlemiş ve silahlandırmıştı. Ama şimdi kartlar tersine dağıtılmıştı. ABD’nin Sovyetler’e karşı örgütlediği Taliban’a, şimdi Rusya destek olmakla suçlanmaktaydı.
Çünkü Komünizm ve Kapitalizm, aynı Siyonizm’in iki çenesi konumundaydı.
Taliban’ı Sovyetler’e karşı örgütleyip silahlandıran ABD’nin Afganistan’daki güçlerinin komutanı General John Nicholson şunları açıklamıştı: “Rusya Taliban’ı destekliyor ve hatta silahlandırıyor!”
İngiltere Genelkurmay Başkanı Sir Nick Carter ise şunları açıklamıştı:
Afganistan parçalanabilir ve hükümet dağılır. Taliban ülkenin bir kısmını kontrol ederken, diğer milliyetten ve etnik kökenden gruplar farklı bölgeleri kontrol altına alır. Tıpkı 1990’larda olduğu gibi…
Afganistan ve Eroin Tuzağı
Maalesef Afganistan, dünya pazarındaki eroinin yüzde 93’ünün üretildiği ve milli gelirinin yüzde 30 kadarı uyuşturucudan elde edildiği bir ülke konumuna taşınmıştı. Bugün itibariyle toprakları Kabil’deki Eşref Gani hükümeti ile Taliban tarafından paylaşılmış olan Afganistan, tüm bileşkeleriyle tam bir “narko-devlet” durumundaydı. Bu nedenle kaos halindeki bu ülkenin eroin pastasından pudra şekerli iyi bir parça koparmak umudundaki dünyadaki tüm mafya çeteleri Afganistan’a yoğunlaşmıştı. Oysa 2001’deki ABD müdahalesinden önce Taliban, Afganistan’da haşhaş üretimini yasaklamış ve bu nedenle Avrupa piyasasında eroin fiyatı zirve yapmış ve bu cins uyuşturucunun kullanımı azalmaya başlamıştı. Eroin yolu üzerindeki İran ve Türkiye’de 2000’li yılların başlarında yaşanan göreli istikrar ile Afganistan’da haşhaş ekimine son verilmesi sonucu Türkiye’den geçen eroin miktarının azalması arasında bir ilişki kurulmalıydı. ABD’nin 2001’deki Afganistan’a müdahalesinden sonra afyon üretimi o ülkede yavaş yavaş canlanmış ve 2010’dan sonra eski hâline ulaşarak 1990’lara geri dönüş sağlanmıştır. BM Uyuşturucu ile Mücadele Örgütü’nün rakamlarına göre 2018’de eroin üretimi 6 bin tonu aşmış ve geçtiğimiz 2020 yılında Afganistan’da haşhaş ekilen alanlarda yüzde 37’lik bir artış sağlanmıştır. Afganistan eroini; Avrupa, Rusya ve Orta Asya coğrafyasına satılmaktadır. ABD eroin pazarının tedarikçisi ise bir süredir Meksika’dır. ABD Başkanı Biden’ın, “Afganistan artık Amerika’nın kendisi için bir tehdit değildir” sözünü bu açıdan okumalıdır. Öte yandan, Afganistan’ın eroin üretim üssüne dönüşmesinin de ABD’nin izlediği politikaların bir sonucu olduğu unutulmamalıydı.
Eroin İşinin Organizasyonunu İçişleri Bakanı General Davut Yapmıştı!
Afganistan’da uzun süre İçişleri Bakanlığı yapmış olan General Davut’un uyuşturucu şebekeleri ile mücadele ederken hep kendisine yakın olan grupların rakiplerini hedef aldığı konuşulmaktaydı. Eski Devlet Başkanı Karzai’nin öz kardeşi Ahmet Vali’nin ise tüm şebekeler arasında paylaşım yaptığı bilinip durmaktaydı. Birleşmiş Milletler uzmanlarına göre Afganistan en azından 2006’dan beri afyon üreten bir ülke olmaktan çıkmış, bir “eroin devleti” halini almıştı. 15 yıl boyunca NATO tarafından korunan Afgan devleti bu tür bir rejimin kurbanıydı. Ama bu süre içinde ABD’li yetkililerin özellikle Obama döneminden beri “narko gerilla” olarak suçladıkları Taliban da onlardan farklı sayılmazdı. Taliban, üretici, dönüştürücü ve kaçakçıları korumakta, karşılığında onlardan açıkça vergi almaktaydı. 2017’de Karzai’den sonra başa gelen Eşref Gani’nin koltuğu sallanmaya başlayınca, dönemin Başkanı Trump “Demir Fırtına” operasyonu ile haşhaş tarlalarını B-52’lere bombalatmaya başlamış ama bu çok masraflı çabaya rağmen Taliban’ın bütçesini ancak yüzde 20 kadar bir zarara uğratmıştı. Sonuç olarak 20 yılda ABD’nin Afganistan’da harcadığı 2 trilyon dolar ile bir “narko-devlet” yapısı daha da palazlanmıştı.
İstikrarsız Bir Afganistan Hazırlanmaktaydı!
ABD, askerlerini çekmekle aslında Afganistan’dan tamamen de vazgeçmiş olmayacaktı. Biden, yaptığı bir konuşmada, “Afganistan’ın tümünün tek bir tarafın eline geçeceğini sanmıyorum” ifadesini kullanmıştı. Kabil’deki Karzai Havaalanı’nın korunması projesi de bu çerçevede ele alınmalıydı. Evet bölünüp parçalanmış ve çatışmalar artmış, kargaşa içindeki bir ülke uyuşturucu kaçakçılarının da arayıp bulamayacakları bir ortamdır. Ülkenin tümü Taliban’ın eline geçerse, Molla Ömer’in 2000 yılındaki fetvasının tekrar yürürlüğe girerek afyon üretiminin yasaklanması Siyonist odakları korkutmaktadır. Bu durum dünyanın değişik ülkelerindeki uyuşturucu çetelerini ve “narko-devletleri” koruyan yapıların keyfini kaçıracaktır, bu nedenle Afganistan’da kargaşanın hiç bitmeden devamını sağlayacaklardır. Ayrıca küresel mafyanın Afganistan’da yeni yatırımları vardır, şimdilik pek kaliteli olmasa da Afganistan’da kokain üretimi de başlamıştır, bu arada metamfetamin üreten laboratuvarların da Kandahar bölgesinde çoğaldığı konuşulmaktadır, ayrıca esrar ekimi ise Afganistan’ın geleneksel bir sektörü konumundadır. Afganistan’daki gelişmelerin başka sonuçlarından biri, Batı yanlısı Pakistan internet sitesi Gandhara’nın da kaydettiği gibi yüz binlerce, belki de milyonlarca Afgan’ın Türkiye’ye yığılmasıdır. Sınırların pratikte ortadan kalktığı kaos ortamında eroin şebekesi de bu coğrafyaya iyice yerleşmiş olacaktır.
Şimdi tekrar soralım: Bu ortamda Afganistan’daki Türk askeri kimlere hizmet etmiş olacaktı?
ABD Afganistan’dan Kaçarken, Bizi Batağa Sokmaktaydı!
Adı ister ABD, ister AB olsun, Haçlıların Türkiye’ye verdikleri sözlere güvenmek, tarihi gerçekleri hesaba katmamaktı. Hiç gündemde yokken Erdoğan-Biden görüşmesinin ardından Kabil Havaalanı’nı Türkiye’nin korumasının gündeme gelmesi birçok bilinmeyeni de ortaya saçmıştı. Bu gelişme öncelikli olarak yıllardan beri askerimizin Afganistan’da ve Kabil’de bulunduğu gerçeğini tartışmaya açmıştı. Afganistan’da askerimizin bulunduğunu biliyorduk ama Kabil Havaalanı’nın korunmasının bizde olduğu pek gündeme taşınmamıştı. Afganistan’da Taliban karşısında Afgan askerlerinin de fazlaca direnemediği ve son günlerde 134 Afgan askerinin Afgan sınırını geçerek Tacikistan topraklarına sığındığı haberleri medyada yer almıştı. Bu arada yine medyaya yansıyan bir başka haberde, ABD’nin Afganistan’dan çekilme süreci devam ederken ABD basınına yansıyan bir istihbarat raporunda, “Taliban’ın ABD ve NATO askerlerinin çekilmesi ile 6 ay sonra Kabil’i ele geçirebileceği” değerlendirmesi yapılmıştı. Görünen o ki, ABD bir yandan askerini çekerken Afganistan’a gidiş gelişleri engelleyecek bir gelişmeyi de önlemek için bu görevin Türkiye tarafından sürdürülmesini planlamıştı.
Medyaya yansıyan haberler eğer doğru ise Türkiye, Kabil’i Taliban’a karşı mı koruyacaktı? Bu durum başımıza ne belalar açacaktı? Taliban, 407 ilçeden 130’dan fazlasını, merkezleri dahil olmak üzere ele geçirmiş durumdaydı. Afganistan topraklarının büyük bir bölümünde güvenlik güçleri ile Taliban arasında mücadele sürüyor, 407 ilçenin 200 kadarında çatışmalar devam ediyordu. Böyle bir iç çatışmanın engellenmesini NATO ve ABD sağlayamamış iken bu sorumluluğun tek başına Türkiye’ye bırakılması elbette bir tuzaktı![1]
Ülkemizde ne zaman bir darbe ve darbe girişimi olmuş ise hareketin arkasında ABD’nin olduğu çok geçmeden ortaya çıkardı. Bu son FETÖ darbe girişiminin de arkasında ABD vardı. Hem de FETÖ ile birlikte darbenin asli faili Amerika’ydı. Bu nitelendirme o günlerde Adalet Bakanı olan Bekir Bozdağ tarafından yapılmıştı. Sadece darbenin elebaşlarının hâlâ ABD’de korunuyor ve kollanıyor, bir sarayda yaşıyor olmaları bile olayı açıkça ortaya koymaktaydı. Buna rağmen Afganistan’dan çekilme kararı alan ABD’nin, Kabil Havaalanı’nın korunmasını Türkiye’ye devretme adımları ve bu husustaki görüşmelerin devam ediyor olması, ister istemez bizim böyle bir darbeci ile niçin ortak hareket ettiğimiz sorusu aklımıza takılmıştı! Çünkü Afgan halkı bizim kardeşlerimiz ve dostlarımızdı. Onların bize ihtiyacı varsa doğrudan temasa geçerek irtibat kurulmalıydı.
Pakistan ABD Teklifine Karşı Çıkmıştı!
Pakistan Başbakanı İmran Han, ülkesinin içerisinde bulunduğu ekonomi ve güvenlikle ilgili sorunların, Pakistan’ın Amerika’nın Afganistan savaşına destek vermesinden kaynaklandığını söyledi. Han, uygulanan politikayı “aptallık” olarak yorumlamıştı. İmran Han, parlamentoda yaptığı açıklamada, “Biz Amerika’yla barışta ortak olabiliriz ve olmaya devam edeceğiz. Ancak bir daha asla çatışmalarda ortak olmayacağız” diye uyarmıştı. Amerika’nın Sesi’nde yer alan habere göre; Pakistan Başbakanı, açıklamasında, ülkesinin Afganistan’daki terör operasyonları için ABD’ye askeri üsleri kullandırma olasılığına da bir kez daha karşı çıkmıştı. İmran Han, ABD’ye Afganistan savaşında verilen desteğin ülkesinde terör saldırılarını azdırdığını, saldırılarda 70 bin kişinin hayatını kaybettiğini ve ekonomik olarak Pakistan’ın 150 milyar dolar zarara uğradığını hatırlatmıştı. Han, buna karşın Washington yönetiminin Pakistan’ı “iki yüzlü” ilan ettiğini vurgulamıştı.
ABD’li komutandan Afganistan’da; “iç savaş” uyarısı
Afganistan’daki ABD’li komutan çekilme sonrası için iç savaş uyarısı yapmıştı. Afganistan’daki Amerikan güçlerinin komutanı Orgeneral Scott Miller, son Amerikan askerleri ülkeyi terk etmeye hazırlanırken, Afganistan’ın iç savaşa doğru gitme riski taşıdığını açıklamıştı. ABD güçlerinin çekilmeye başlamasından bu yana hükümet güçleri ve Taliban arasındaki çatışmalar yoğunlaşmış ve Taliban geniş topraklar kazanmıştı. Ülkede kalan tüm Amerikan birliklerinin 11 Eylül’deki son süreden önce çekilmesi planlanmıştı. BBC Türkçe’de yer alan habere göre; Orgeneral Scott Miller, uluslararası askerlerin ülkeyi terk etmesinden sonra lider kadrosunun birleşememesi halinde, ülkenin “çok zor bir dönemle” yüzleşebileceğini hatırlatmıştı. ABD önderliğindeki uluslararası misyonun komutanından gelen uyarının, Taliban birçok bölgeyi ele geçirirken Birleşmiş Milletler’in (BM) “vahim senaryolar” uyarısından birkaç gün sonra gelmesi de anlamlıydı.
BM’den “Dünyayı Kaygılandırmalı” Uyarısı!
BM, Taliban’ın (2021) mayıs ayından bu yana 370 bölgenin 50’sini ele geçirdiğini, birçok kenti kuşattığını ve başkent Kabil’e yaklaştığını açıklamıştı. Özellikle Batı ülkeleri, Kabil Havalimanı’nın güvenliğinin sağlanamaması durumunda Kabil’deki diplomatik misyonlarının geleceğinin tehlikeye gireceğini duyurmuşlardı. Avustralya ülkedeki büyükelçiliğini kapatacağını açıklayan ülkelerin başındaydı. Buna rağmen Türkiye’nin bu havalimanının güvenliğini sağlamak için Afganistan’da kalmayı kabullenmesi büyük riskler taşımaktaydı. Orgeneral Miller’in düzenlediği basın toplantısında; “Şu anda güvenlik durumu iyi değil. Şu anki haliyle devam ederse, iç savaş kesinlikle gerçekleşebilecek bir ihtimal. Bu, dünyayı kaygılandırmalı” sözleri gayet açıktı.
Afganistan’ı Kana Bulayan Adamın Dünyadan Ayrılışı!
Afganistan ve Irak’ın işgalinde önemli rol oynayan ABD’nin eski Savunma Bakanı Donald Rumsfeld 88 yaşında ölüp bu dünyadan ayrılmıştı. George W. Bush’un Savunma Bakanı Rumsfeld, 4 dönem boyunca Amerika Birleşik Devletleri Temsilciler Meclisi’nde Illinois temsilcisi olarak görev yapmış, 1973-1974 yılları arasında Amerika Birleşik Devletleri’nin NATO örgütü nezdindeki elçilik görevinde de bulunmuşlardı.
1975-1977 yılları arasında Gerald Ford Hükümeti’ne 13. Savunma Bakanı olarak atanmıştı. Yıllar sonra George W. Bush’un Başkanı olduğu ABD hükümetinde 2001-2006 yılları arasında 6 yıla yakın bir süre 21. Savunma Bakanı olarak görev yapmıştı. ABD’deki 2006 yılı ara seçimleri kamuoyunda ABD’nin Irak siyaseti konusunda bir referandum olarak algılanmıştı. İktidardaki Cumhuriyetçi Parti’nin bu seçimlerde ağır bir yenilgiye uğraması üzerine 8 Kasım 2006 tarihinde görevden ayrılmak zorunda kalmıştı.
Rumsfeld’in İlaç Şirketi, Afrika ve Asya’da Toplu Ölümlere Yol Açmıştı.
ABD eski Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’in yönettiği ilaç devi Gilead Sciences 29 yaşındaki bir tıp doktoru olan Yahudi asıllı Michael L. Riordan tarafından 1987 yılında hazırlanmıştı. Bir yıl sonra, ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld yönetim kuruluna katılmıştı. Hemen ardından da ilaç şirketinin yönetim kurulu başkanı yapılmıştı. ABD Dışişleri Bakanlığı görevlerinde 1982’den 1989’a kadar bulunan George P. Shultz da yönetim kurulundaydı. Gilead Sciences, uluslararası kuralları ihlal ederek ve hastalarından onay almadan Hepatit C’ye karşı geliştirdiği “Sovaldi” ilacının (Sofosbuvir) testlerini yapmıştı. Gürcistan’daki laboratuvarı tarafından Aralık 2015’te yürütülen deneyler sırasında 24 hasta yaşamını yitirmiş durumdaydı. Ama çalışmaları durdurulmamıştı. Gilead Sciences testlerini sürdürmüş, bunun sonucunda 49 kişi daha ölüme yollanmıştı. Bu gerçeği Gürcistan Sosyal Güvenlik Bakanı İgor Guiorgadze belgelerle destekleyerek ortaya koymuşlardı.
ABD’nin en derin adamlarından Donald Rumsfeld 1997’de çiçek hastalığına karşı geliştirilen “Cidofovir” adlı ilacı, FDA’da onaylattırmayı, ardından da molekülünü Pentagon’un biyoterörizm alanındaki araştırmalarına dahil etmeyi başarmıştı! Gilead Sciences, Donald Rumsfeld 2001’de tekrar Savunma Bakanı olduğunda, “şarbon saldırıları” sırasında Pentagon’a çiçek hastalığına karşı bu ilacı satmıştı! Bu ilaç şirketi Gilead Sciences, “dünyayı kasıp kavuracak” palavrası sıkılan kuş gribi (H5N1) virüsüne karşı etkili olduğu belirtilen “Tamiflu” ilacını geliştirip Roche ilaç şirketine satarak milyarlarca dolar kazanmış, ama yüz binlerin sağlığıyla oynamıştı.
Bangladeş’te Cemaat-i İslami liderlerinin hukuksuz bir şekilde idam edildiği dönemde AKP hükümetinin tepkisizliğinin ardından milyar dolarlık silah ticareti ve ihale takipleri çıkmıştı.
Son 10 senede İslam dünyasının en ciddi sorunlarından biri olarak baş gösteren Cemaat-i İslami liderlerinin idamına karşı hiçbir yaptırımda bulunmayan AKP hükümetinin bu tepkisizliğinin ardından Bangladeş hükümetiyle yaptığı ve yapmaya çalıştığı ticari anlaşmalar ortaya çıkmıştı. 2013-2016 yılları arasında Bangladeş’te beş İslam âliminin idam edilmesi İslam dünyasında ve hatta dünya basınında büyük yankı uyandırmıştı. AKP hükümeti kamuoyundan gelen tüm tepkilere rağmen Bangladeş hükümetine karşı hiçbir yaptırımda bulunmamıştı. Hükümetin, ümmetin ana meselelerinden biri olan böylesine önemli bir konuda tepkisiz kalmasının sebebi yine ticari beklentiler çıkmıştı. Bangladeş Dışişleri Bakanı Abul Kalam Abdul Momen, Bangladeş’e yüklü miktarda silah satışı gerçekleştiren Türkiye’nin, Bangladeş’teki sağlık ve inşaat alanında ihaleleri almak için yoğun diplomatik girişimlerde bulunduğunu hatırlatmıştı.
ABD, Hataen Değil, Kasten Teröre Destek Olmaktaydı!
Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan yaptığı açıklamada, ABD’nin bölgemizdeki terör örgütleri ile yürüttüğü işbirliğine dikkat çekerek, “Terör örgütlerini tercih etmenin tarihi hata olacağını” hatırlatmıştı. Bu tespitinde Erdoğan haklıydı. Ama, ABD’nin Irak, Suriye ve Afganistan’da yıllardan beri sürdürdüğü katliamlara niye destek çıkmıştı? Yani, ABD’nin bölgemizdeki terör örgütleri ile birlikte yürümeyi tercih etmesinin bizim açımızdan hata olarak değerlendirilmesi ne kadar doğru ise; bu doğru tespite rağmen hâlâ söz konusu tarihi hatayı yapan bir ülke ile işbirliği ve müttefikliği sürdürmeyi, hatta artık Afganistan’da asker bulundurmayı gereksiz ve lüzumsuz harcama olarak gören ABD’nin oradan çekilmesinin ardından Türk askerinin Afganistan’da varlığını sürdürmesi teklifine gerektiği ölçüde net bir cevap verilmeyerek topun ortada bırakılması diplomatik körlük olmaz mıydı?
Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan, konuşmasında ABD’nin terör örgütleri ile işbirliğinin tarihi hata olduğunu belirterek bu tavrı sergileyenlerin büyük bir yanlış yaptıklarını er geç anlayacaklarını vurgulamıştı. Hâlbuki söz konusu hata bilerek yapılmaktaydı. ABD çıkarları gereği bölgemizde bizden çok terör örgütleri ile işbirliğini sürdürüyorsa hataen yapılmış bir tavır değil, bilerek ve kasten yapılmış bir uygulama söz konusu olmaktaydı. O zaman da yaptıkları işin hatalı olduğunu anlamaları imkânsızdı. Yani ABD için dostluk ve müttefiklik önemli olmayıp çıkarları gereği böyle davranmaktaydı. Bu noktada önemli olan ABD’nin yaptığının müttefikliğe uymadığı, ABD’nin terörün hedefi olan müttefikin yanında durmak yerine, o müttefikin mücadele ettiği terör örgütlerini tercih ettiği vurgulandığı halde, hâlâ aynı ABD ile işbirliği yapan Erdoğan, hangi konumdaydı!?
[1] abdulkadirozkan@milligazete.com.tr

Şahsiyetsiz Dış Politika…
Amerika ve NATO’nun, “Türkiye’nin Afganistan’da kalmasını, oradan çıkacak olan ABD ve Avrupa ülkelerinin boşluğunu doldurmasını” istemelerine karşı; sayın yazarın belirttiği Erdoğan iktidarının bu tuzak teklife, koşulsuz ve karşılıksız razı olmaları ve bu tehlikeli teklif karşısında; Amerika’dan ve Avrupa’dan, PKK ve PYD’ye destek çıkmamaları, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye kolaylık sağlamaları ve en azından AB’ye giriş sürecini hızlandırmaları gibi hiçbir talepte de bulunmamaları [u]şahsiyetsiz[/u] dış politikanın bariz göstergesidir. En kötü senaryoda bile diplomaside bir risk alıyorsanız karşılığında ülkenizin lehine çıkar koparmanız gerekir.
Siyonizm dünya coğrafyasını kaos ile yönetir malum. Afganistan meselesi de bunun çok net örneklerinden birisi. Bu, gün gibi aşikar iken ve üstelik Askerimiz için çok büyük tehlikeler barındırıyorken böyle bir tavize devletimizin milli sinir uçları inşallah müsaade etmeyecektir.
AB ve ABD’nin direktiflerini Afganistan’daki müslüman kardeşlerimize yardım istismarı ambalajı altında yutturmaya çalışan RTE ve iktidarın nasıl yardım yaptığını Bangladeş’teki Cemaat-i islami liderlerini idam eden hükümet ile, Arakan’daki müslümanları katleden Mynmar hükümeti ile yaptıkları işbirliklerinden biliyoruz. Dolayısıyla Afganistan’da bundan farklı olmayacaktır.
Dönüyoruz dolaşıyoruz yine aynı noktada çözüm düğümleniyor;
Şahsiyetli dış politika, D-8’ler,
İslam BM’si,
İslam Ortak Savunma Paktı,
İslam Ortak Pazarı,
İslam Dinarı,
İslam Kültür İşbirliği Teşkilatı…
Evet Türkiye’ye Düşen Mühim Görev ADİL DÜZEN’İN Yürütülmesi İçin, Milli Çözüm Zihniyetinin Bilge ve Yiğit Lider Şahsiyeti Muhterem Ahmet Hocamızın Çağırılması Önem Arzetmektedir…!
Muhterem Ahmet Hocamızın kaleme aldıkları bu makale için teşekkür ediyorum
Bir kez daha anlaşılmaktadır ki; Türkiye’nin ve İslam Ülkelerinin birincil sorunu Irkçı Emperyalizmin İşbirlikçisi olmaktan vazgeçilip , iyinin doğrunun faydalının güzelin ve adil olanın hakim olması yolunda gayret ve çaba sarfeden ve bu kafaya sahip olan Milli Görüş – Milli Çözüm zihniyetine geçmeden hiçbir topluluğa ne huzur var ne de maddi ve manevi saadet var… 50 küsür yıldır başta Aziz Erbakan Hocamız olmak üzere , Milli Çözüm ve Muhterem Ahmet AKGÜL Hocamız defaatle , makalemizin konusuyla eşdeğer olan ; DIŞ POLİTİKADA 3 TEMEL ESASTAN bahsedildi yazıldı..
Bu Esaslar:
– Şahsiyetli Dış Politika
– Hakların Korunması
– Uydu değil, Lider Ülke Türkiye
Bu temel ilke ve esasların ışığı altında değişen dünya konjöktüründe ülkemize düşen, kuvveti değil hakkı üstün tutan, değişen dünyada bütün insanlığa saadet getirecek yeni ADİL BİR DÜZEN projesi hazırlamak gerçeğinden hareketle, artık şimdiki siyasi iktidarın yerine bu Adil Düzen’i kurmaya bilgi beceri yeterlilik bilgelik bakımından ehil bir liderin ülke yönetiminde söz sahibi olması ve Türkiye merkezli yeni bir dünyanın kurulması aşamasına geçmezden evvel bu Milli Çözüm zihniyetine sahip lider ile Milli Mutabakat hükümetinin aktif hale getirilmesiyle Siyonizmin ve işbirlikçilerinin etkisiz yetkisiz hale sokularak ADİL DÜZEN’E geçişin sağlanması gerekmektedir… Ne kominizm ne kapitalizm insanlığa saadet verememekte çünkü insani – İslami – ilmi bir proje kapsamında değildir… Makalemizle ilgili olarak , Dış politikada Türkiye’ye düşen görev Adil Düzen’i resmi olarak kurup, Müslüman ülkelerle işbirliğine geçmek için;
1- Müslüman ülkeler ve toplulukların kendi Müslüman ülkeler Birleşmiş Milletler Teşkilatını kurmaları ,
2- Müslüman Ülkeler Savunma İşbirliği Teşkilatının Kurulması,
3- Müslüman Ülkeler Ortak Pazar Teşkilatı ve Birliğinin kurulması ve teşkili,
4- Müslüman Ülkeler Ortak Para Birimine geçilmesi,
5- Müslüman Ülkeler Kültür İşbirliği Teşkilatının kurulması …
Bu adımlar atıldığı zaman yeryüzünde hakkı üstün tutan düzeni, emperyalizm ve siyonizmin haksız tecavüzlerine karşı koruyabilecek bir güce kavuşulacaktır. Bu 5 adım atıldığı uygulamaya geçildiği vakit Batılılardan farkımız, kuvveti üstün tutan zulüm nizamı yerine HAKKI ÜSTÜN TUTAN ADİL DÜZEN için yani maddi ve manevi SAADET NİZAMI – MİLLİ ÇÖZÜME DAYALI bir düzenin adımları atılmış olacaktır.
Evet Türkiye’ye Düşen Mühim Görev ADİL DÜZEN’İN Yürütülmesi İçin, Milli Çözüm Zihniyetinin Bilge ve Yiğit Lider Şahsiyeti Muhterem Ahmet Hocamızın Çağırılması , Milli bir Mutabakat hükümetinin kurulması çok büyük Önem Arzetmektedir…!
NATO EMRİNDE VE ABD GÜDÜMÜNDE KAHRAMANLIK!
Siyonist senaryo gereği İslam ülkelerinde devlet kontrolünün kaybedilip yönetilemez hale gelmesi hedeflendiğinden, İslam ülkelerinin idari kapasiteleri zayıflatılıyor, istikrar ve düzenleri bozuluyor, böylece kurumları işlemez hale getiriliyordu.
[b]NATO emrinde ve ABD güdümünde kahramanlık yapılıyordu![/b]
Kendisi çekilerek Türkiye’yi Afganistan batağına sokan ABD, aynı zamanda Irak ve Kuveyt’e yığdığı Patriot füzeleri nedeniyle Türkiye ile İran’ın da arasını bozma çabasındaydı! İşbirlikçi hainler ise bu Siyonist senaryoda kahramanlık rolü oynuyorlardı!
Amerika ve Avrupa, Türkiye’nin Libya’da söz sahibi olmaması için Libya’dan derhal çıkmasını istiyorlardı. Ama Türkiye’nin Afganistan’da kalmasını, oradan çıkacak olan ABD ve Avrupa ülkelerinin boşluğunu doldurmasını istiyorlardı. Maalesef Erdoğan iktidarı, Siyonizm’in Gizli Dünya Devleti’nin bu tuzak teklifine koşulsuz ve karşılıksız razı oluyor, Afganistan’dan kaçan ABD’nin çıktığı batağa bizi sokuyorlardı!
Kendi senaryosu bulunmayan işbirlikçi hainler Siyonist senaryoda figüranlık yapıyorlardı.
Türk Askeri; NATO Emrinde ve ABD güdümünde değil, dost ve kardeş Afganistan’da istikrarı sağlama amacıyla bulunmalıydı!
İktidara getirenlerin emrinde…
ABD’nin Afganistan’da oynadığı oyun, bütün İslam ülkelerine yaptığından farklı değil.
Akp İktidarı şimdiden bu oyunun parçası olmuş durumda…
Akp günü kurtarma pahasına herşeyi göze almaktadır. Yeterki ABD nin hoşuna gitsin ve ABD nin çıkarlarına uygun olsun.
Bu ihanetleri yaparkende kahramanlık edalarıyla yapması verdiği tavizler nedeniyledir.
Akp ve Erdoğan’ı iktidara hazırlayan ve taşıyan güçlere diyet borcunu eksiksiz yerine getirmekte…
BOP eşbaşkanlığı hizmetine devam…
Sağ Gösterip Sol Vuranlar
Amerika Müttefikimiz-miş-
Zalim zulüm yapmakta mahirken Müslümanlar ve liderleri uyumaya ve uyutmaya devam etmekteydiler…Tabi alttan alttan silah ve illegal ticaret ortaklığı sürmekteydi…
Sürekli Abd müttefikimiz diye açıklama yapan bir hükümetten artık birşey beklemek akıl karı olması mümkün değildir…Irak ,Suriye ,Lübnan ,Afganistan,Libya ,Filistin,Doğu Bölgelerimizde Pkk ya verilen destek sonra Birleşik Arap Emirliklerinin arkasına sığınıp Yemen vs vs bu örneklerin bitmesi mümkün değilken ders alan nerede?
Ülkemizi stratejik olarak bu kadar çevrelemişken ve pasif duruma düşürmüşken hala düşmanlardan medet ummak tamamen akıl ve ilim yoksunu olmaktır…Feraset ve metanet aramak söz konusu bile olamazdı.Hala peşine takılanlanlar yüzünden bizleri de helak etme Ya Rabbi….Ümmeti bu duruma düşürenlerin Hakkından gel Allah ım…Amiiin
Bizimkinin Konumu
Bizimki efe geçinir.. Pozları güzel.. İçerde çok bağırır, hele bir de garibana çok cevval.. “Şükredin be” diye kükrer yeri gelince.. Ancak çeyrek porsiyon bir gavur bile görse geri basar.. Siyonizmin emrinde dün şeytan dediğine bugün özel tören bile yapar.. Utanmaz sıkılmaz da. Dostları da aynı. Saçları beynine batan mankurt misali emir verilen yöne koşar, koşarken coşar.. Bir tek; vatan, millet, ümmet kaygısı taşımaz-taşıyamaz. Şahsi hırsları konvoylara sığmaz oldu ya neyse. İşte bizimki.. Safi poz, biraz ses.. Gerisi boş ki hem de ne!