ÜMİT; İMANIN CANIDIR VE BAŞARININ SIRRIDIR!
Gelecekle ilgili; olumlu, onurlu ve kutlu bir gayesi… Ve bu yönde bir gayreti… Ve erişeceği o kutlu dönemle ilgili projeleri olmayan kişiler “Meyyit-i müteharrike = Yürüyen cenaze”dir. Uğruna yaşayacağı ve savaşacağı… O yolda sıkıntı ve sarsıntılara katlanacağı bir gelecek umudu taşımayanlar, ölü değil de nedir?
Mutlu ve umutlu bir gelecek inşa etmekle ilgili:
a- Hazırlık ve hizmet süreçlerini,
b- Gerçekçi ve bilimsel çözüm önerilerini,
c- Geçiş sürecindeki engelleri aşma ve dayanışma çarelerini ortaya koyamayan bütün girişimler, partiler ve hükümetler, başarı şanslarını peşinen yitirmişlerdir.
Aslında bütün huzursuzlukların, depresyonların, bunalımların, hatta intiharların altında “Gelecek ümidini ve yaşama gayesini yitirmek” olduğu tespit edilmiştir. İnsanı pasifleştiren, hayata küstüren ve ruhsuz bir robot haline getiren; işte bu “Kutlu gayelerini ve gelecek projelerini” kaybetmeleridir.
Milli Çözüm ise; hem Adil Bir Düzen devrimini ve yeni bir dünya medeniyetini… Hem de sonsuz ve kusursuz bir cennet özlemini sürekli diri tutarak, gerçek mutluluk anahtarlarını… Onurlu ve huzurlu yaşama sırlarını ruhlara şırınga etmektedir.
Gelecek ümidi ve yaşama direnci tükenen kesimler; farklı Din ve Mezheplerden olsalar da, mevcut CAHİLİYE KÜLTÜRÜ gereği: Bu boşluklarını; bir üniversite bitirme, garantili bir işe girme, evlenme, ev ve araba edinme… Bazıları da; faizci ve rantiyeci yöntemlerle ve devlet ihaleleriyle haksız servete veya siyasi etiket ve şöhrete erişme gibi fani ve basit girişimlerle… Ve yine; içki, kumar, müzik, eğlence ve turistik gezilerle giderme… Yani koyu bir gaflet içerisinde, gelecek kaygılarını unutuverme gayretine yönelmektedir.
Evet, ümit imanın canı; ihlas ise imanın esası (özü) yerindedir. İslam tarihi boyunca nice yiğitleri; “Bir gül bahçesine girercesine – Alnından vurulup tam ercesine” şehadete koşturan; dünyada izzet ve devlete, ahirette ise cennete ve rü’yete kavuşma ümitleri ve Allah’ın rızasına ulaşma hedefleridir. Zahiren tüm kapıların kapandığı, bütün Haçlı ve emperyalist odakların üzerimize çullandığı ve ülkemizin tamamına yakınının işgale uğradığı, karamsar ve karanlık bir ortamda dahi; bize şanlı Kurtuluş Savaşı’nı kazandıran… 1974 Kıbrıs Harekâtı’nda Kahraman Ordumuza destanlar yazdıran… PKK kılıflı ABD-İsrail ve AB tezgâhını bozguna uğratan… Ve Erbakan Liderliğindeki Milli Görüş Hükümetleriyle efsane hizmetlere fırsatlar doğuran, hep bu iman ve ümit değerleridir… Bütün bunlar, Yüce Allah’a, Kur’an’a ve Resulüllah’a duyulan güvenin eserleridir.
Aşağıdaki Ayet-i Kerimeler Dikkatle Okunmalı ve Ona Göre Davranmalıdır!
“(Sonra evlatlarına dönüp:) ‘Ey oğullarım, haydi gidiniz de (hayırlı bir haber getirmek için) Yusuf’u ve kardeşini (dikkatle ve titizlikle) araştırıveriniz… (Ey Müslümanlar! Siz de nice yıllardır kaybettiğiniz izzet ve hâkimiyetinizi yeniden bulmaya gayret ediniz…) Sakın Allah’ın rahmet ve inayetinden umut kesenlerden olmayın. Zira kâfir olanlardan başkası Allah’ın nusret ve merhametinden ümit kesmez (kesmemelidir).’” (Yusuf: 87)
“Dediler ki: ‘Seni (Rabbinden ikram edilen bir) gerçekle müjdeledik; sakın umut kesenlerden olmayasın.”’
“Dedi ki: ‘Zaten dalâlete kayan (sapkınlardan) başka kim Rabbinin rahmetinden umut kesip (kuşkuya kapılır)?’” (Hicr: 55-56)
“(Tarafımdan onlara) De ki: ‘Ey kendi aleyhlerinde olmak üzere nefislerini israfa uğratan (günahlara dalan, yararsız ve ucuz kahramanlıklara kalkışan ve ölçüyü taşıran) kullarım. (Siz yine de) Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin. Şüphesiz Allah, (dilerse ve layık görürse) bütün günahları (ve suçları) Yarlığayıcıdır. Çünkü O, Bağışlayandır, Esirgeyip Acıyandır.’” (Zümer: 53)
Ümit etmek; henüz doğmamış bir gerçekliğe inanmak ve onun gelişimine katkıda bulunmaya hazır olmaktır. Ayrıca bu olay, kişinin yaşadığı süre içerisinde meydana gelmese bile, onun gerçekleşeceğinden asla kuşku duymamak da, ümit etme kavramının içerisinde yer alır. Ümit, insanın kendi doğasında var olan bir olgu ve algıdır. İnsanın inanç temelleri ve birikimleri, bu olguyu güçlü ya da zayıf bir şekilde yaşatır. İnsan ümide ihtiyaç duyduğunda onu içinde bulacaktır. Ümitle birlikte yola çıkmak, beraberinde sevinç ve sevgi dolu bir yaşam heyecanı kazanmaktır.
İnsanın maddi varlıklara ve imkânlara sonsuza kadar güvenmesi ve ümit bağlaması imkânsızdır. İnsan, sınırsız beklentilerini karşılayacak fizik ötesi mutlak bir güce, yani âlemlerin Rabbine ihtiyaç duymaktadır. Ayrıca insan; ümitlerini, ölümle sona eren dünya hayatının dışına taşımak arzusunda ve fıtratındadır. Mutlak manada insanın ümitlerini gerçekleştirecek, ölüm sonrası hayatta onu umutlu kılabilecek tek varlık Yüce Allah’tır. Bu gerçeklik; ümit olgusunu, Allah-insan ilişkisinin temel unsurları arasına sokmaktadır. Yine bundan dolayıdır ki; Kur’an, ümit olgusunu hep Allah-insan ilişkisi bağlamında ele almıştır.
“Ümidin” insan doğasındaki varlığı elbette “korkudan” bağımsız değildir. Bu yüzden Kur’an, Allah-insan ilişkisinde ümidin yerini ele alırken, onu korkuyla birlikte değerlendirmiştir. İnanç açısından ideal bir mü’min kişiliği hedefleyen tasavvuf disiplini de Kur’an’ın önerdiği korku-ümit dengesine büyük önem vermiştir. Kur’an, bazı ayetlerde korku-ümit ilişkisinin insan tabiatında ortaya çıkışını tasvir eden açıklamalar yapmış, bazı ayetlerde de Allah’a dua ederken bu iki duygunun nasıl hareket etmesi gerektiğini öğretmiştir. Kur’an’a göre, mü’minin Allah’tan ümitli olması, bir hayal ya da sadece bir ihtimal olarak düşünülmemelidir. Mü’minin Allah’a ümidi, güçlü bir iman ile desteklenmiştir. Kur’an, mü’minlerin Allah’tan ümitli olmalarının temelinde, sağlam bir imanı ve bu imanın gereği olan ahlâklı ve kutsal amaçlı bir yaşantıyı gösterir. İslam; inanç ve İlahi değerler doğrultusunda yaşamayı, ümidin şartı kabul etmiştir. Bu gerçeğin birçok ayette tekrarlanması bu nedenledir. Ölüm ve ölüm sonrası hayat, insanın ümide en çok ihtiyaç duyduğu gerçeklerdir. Kur’an, mü’minlerin dünyadaki umutlarını ölüm sonrası hayata taşıyabilme inancına sahip olduklarını belirtmiştir. Yine insanın, kendini Allah karşısında hiçbir zaman kusursuz ve günahsız saymaması gerekir. Kur’an, mü’minlerin günahlarının Allah tarafından bağışlanacağı umuduyla yaşadıklarını dile getirir.
Kur’an’da Ümitle İlgili Kavramlar
Ümitle ilgili kavramları Türkçe ve Arapçada kullanılışları açısından ele almakta fayda vardır. Arapçada ümit olgusunu anlatan kelimelerden “et-tam’u” ve “er-recâ” kelimelerinin anlamları üzerinde durmak lazımdır.
Türkçede “umut”; ümit, umulan şey, ummanın verdiği rahatlık ve güven duygusu gibi anlamlar taşır. Umut beslemek; bir şeyin olabileceğine inanmak, gerçekleşebileceğine yoğunlaşmaktır. “Ümit” kelimesi ise; umut, bazı şeylerin olacağına dair beslenen his, geleceğe yönelik beklenti, kuvvetli arzu anlamlarında kullanılır.
Arapçada, “et-tam’u”, ümitsizliğin zıddı olan durumu ifade eder. Bu kelime, istek ve arzu duyulan bir şeye ilişkin insanın iç dünyasında ortaya çıkan mücadeleyi anlatır. Tam’u, bir konuda hırslı, istekli ve beklenti içerisinde olmaktır. Örneğin; insanın, Allah’ın azabına maruz kalabileceğini düşünmesi korkuya, iyiliğine kavuşabileceğini düşünmesi ise recâ’ya sebep olur.
Er-Recâ’nın ilk akla gelen anlamı, ümitsizliğin zıddı olan beklentiler ve umulanlardır. Er-Recâ’, sonunda mutluluk olan şeyin meydana gelmesini gerekli gören zandır. Recâ, korku anlamını da içerir. Recâ ve havf (ümit ve korku) birbirinin gereği olan durumlardır. Râci, arzu ettiği şeyin gerçekleşmesini ümit eden, elden kaçacak olmasından korkan kimse manasınadır.
“Tam’u” kelimesi, öncelikli olarak ümit edilen ve beklenen şeye karşı duyulan hırs, istek ve arzuyu dile getirir. Recâ kelimesi, henüz gerçekleşmesi kesinleşmemiş, ama gerçekleşeceği sanılan duruma yönelik duygu ve düşünceyi dile getirir. Bir başka deyişle “recâ”da zan söz konusudur. İnsanın beklentileri gerçekleşebileceği gibi, gerçekleşmeyebilir de. Bir şeyin gerçekleşmesine yönelik ümit, o şeyin gerçekleşmemesi korkusundan bağımsız değildir. Bu yüzden recâ kavramına korku anlamı da yüklenmiştir.
Kur’an’da “et-Tam’u” kelimesi bir şeyi ümit etmek, o şeyin gerçekleşeceği beklentisine kilitlenmek anlamında geçmektedir. (Bakara: 75) Bu kelime, başka bir ayette ise, işveli ve edalı kadın sesine gösterilen cinsi eğilimi dile getirir. (Ahzâb: 32) Yine bir ayette, mal artırmaya ilişkin tamah ve açgözlülüğü ifade etmektedir. (Müddessir: 15) Bu anlamlar, kelimenin kökünde hazza yönelme eğilimi bulunduğunu göstermektedir.
Recâ kelimesi, Kur’an’da daha çok mü’minlerin Allah’tan beklenti içerisinde olmalarını, istek ve arzularının O’nun tarafından gerçekleştirilebileceği kanaatini taşımalarını anlatmak üzere kullanılır. (Nisa: 104) İnkârcıların Allah’tan ümitli olamayışları, bu konuda çektikleri yoksunluk, Kur’an’da “lâ yercûne” kelimesiyle anlatılır. (Yunus: 7) Recâ kelimesinin muhtevasındaki tahmin, zan olgusu da bir ayette kendini gösterir. Kur’an, Hz. Muhammed’in kendisine Kitap verilmesini tahmin etmediğini, böyle bir beklenti içerisinde olmadığını bu kelimeyle dile getirir. (Kasas: 86)
Korku-Ümit İrtibatı:
Korku ve ümit; hem birer duygu, hem de ruhsal güç olarak algılanmalıdır. Bunlar, yaşam boyu birbirini karşılayarak, telafi ederek, ya da tamamlayarak güdüleyici ve motive edici etki yaparlar. İnsanın gelişmesinde, kişilik kazanmasında her iki duygunun da önemli bir rolü vardır. Korku ve ümit, insanın ruhsal yapısına yerleşmiş karşılıklı duygularıdır. Bu iki duygu birlikte, yan yana ve aynı yönlerde hareket eder durumundadır. Yaratılışı gereği insan ruhu, hem korku hem de ümitle doludur. Çocuğun gelişimine paralel olarak korku ve ümit duyguları da karşılıklı iki çizgi halinde gelişip güç kazanır. Bu duygular, bireyin belli bir istikâmete yönelmesinde ve kendini kontrol etmesinde önemli etki yapmaktadır.
İyilik veya kötülük belirsiz olduğu zaman, bir taraftaki ya da diğer taraftaki bilinmezlik derecelerine göre ortaya korku veya ümit çıkacaktır. İnsan, gelecekte iyilik ya da kötülükten hangisinin başına geleceğini bilemez durumdadır. Dolayısıyla iyiliği ümit eden ya da kötülükten korkan kimse, bilinmeyen bir alana yönelik tepkide bulunacaktır. Temel kaynağı Kur’an olan tasavvuf literatüründe de korku-ümit ilişkisi ele alınmıştır. Korku ve ümidi birlikte değerlendiren disiplinlerden biri de tasavvuftur. Tasavvuf literatüründe korku ve ümit, birlikte ele alınan ve birlikte düşünülen kavramlardır. Çünkü tasavvufi eğitimde, olgun bir kişiliğin oluşmasında korku ve ümit duygularının birlikte, dengeli bir şekilde gelişmesi esastır. İnsanın geçmişle ilgili düşüncelerine hatıra/anı, yaşadığı anla ilgili düşüncelerine zevk ve duyumsama, gelecekle ilgili olanlarına ise beklenti denir. Eğer insanın beklentileri hoşa gitmeyecek türden ise buna korku, hoşa giden türden ise recâ denir. Bireyin istediği bir şeyin yok olacağı endişesinden ya da istemediği bir şeyin gerçekleşeceği düşüncesinden korku, istemediği bir şeyin yok olmasına veya arzu duyduğu şeyin gerçekleşmesine yönelik beklentisinden recâ ortaya çıkar. Her iki duygu da geleceğe yöneliktir. Kişide; Allah’ın iyiliğine kavuşma düşüncesi recâ duygusunun ortaya çıkmasına, tersi ise korkuya sebep olmaktadır. Korku ile ümit birbirinden ayrılmazlar, sevdiği şeyi ümit eden kimse, aynı zamanda onun kaybolmasından korkacaktır. Bazen bu iki duygudan biri diğerinden baskın olabilir, kalp biriyle meşgul iken, diğerine duyarsız olabilir. Korku ve ümit, gerçekleşeceği belirsiz olan şeylerle alâkalıdır.[1]
Kur’an’ın korku ve ümit tasviri yaptığı ayetlerde; şimşeğin çakması, bulutların ortaya çıkması, yağmurun yağması örnek olarak hatırlatılır. Bu olayların insanda uyandırdığı korku, endişe ve ümit duyguları anlatılır:
“O size şimşeği korku ve umut (hem bazı felaket ve ürküntülerin sebebi, hem rahmet ve bereket müjdesi) olarak gösteren, (yağmur yüklü) ağırlaşmış bulutları (inşa edip) ortaya çıkarandır.” (Ra’d: 12)
Kur’an’a göre, korkuya ya da ümide yol açan şartlar, insanların Allah’a yönelmelerine zemin hazırlayan, onları bu konuda uyaran işaretler konumundadır:
Bu bağlamda “Dua”, insanı ümitsizlik ve karamsarlık duygusundan, manevi çöküntüden kurtarır. Dua, özellikle zayıf ve çaresizlik içerisinde olduğu durumlarda insana ümit ve teselli veren önemli bir aracı ve yardımcıdır. Dua eden bir mü’min, Allah’tan her zaman için ümitvardır. O, iyiliğe dair ümit ve beklentilerinin gerçekleşeceğine inanır. Yaşama dair iyimserliği artar, ruhsal yönden kendini güvende hissedip rahatlamaktadır. Dua, her şeyden önce bir istek ve beklentinin ortaya konulmasıdır. İnsanda istek ve beklentileri uyandıran, canlı tutan ise ümit duygularıdır. Bu açıdan dua bir tür ümit sayılır. Kişinin zihninde dua etme eğilimi ortaya çıktığı andan itibaren, onda aynı zamanda bir umut ışığı da belirmiş olacaktır. İnsanın ümidini duanın şekli boyutuna bağlaması boşunadır. Bu yüzden dua ile ilişkilendirilen ümit, samimi ve içten olmalıdır.
“Yeryüzünde (ve ülkenizde): Islahından (Hakka dayalı bir nizama ve intizama sokulmasından) sonra, sakın bozgunculuk (fesat) çıkarmayın (Adil bir düzeni bırakıp bâtıl sistemlerin peşine takılmayın); O’na korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah’ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır.” (A’raf: 56)
Hem korku hem de ümit ve beklenti halinde Allah’a dua edip yakarmalıdır. Korku halinde ümit, ümit halinde de korku hatırdan uzak tutulmamalı, sürekli ikisi ortak bir noktada buluşturulmalıdır. Bu iki ruh halinin uyumu, mü’minin kişiliğinin gelişiminde tıpkı kuşlarda uçmayı sağlayan iki kanat konumundadır. Birinin eksik olması durumunda uçmak mümkün olmayacaktır. Kalp; bunların karşılıklı kanat çırpmasına ve uyumlu hareket etmesine bağlı olarak, yönünü İlahi gerçekliklere çevirmeye başlayacaktır. Allah’a yapılan duanın doğru ve olumlu olanı da kalbin bu tarz hareket etmesiyle yapılandır.
Allah-insan ilişkisinde korku ile ümit arasında denge kurabilmek, iman açısından olgunlaşmanın bir belirtisi sayılmıştır. İnanç bakımından olgun bir kişilik ortaya koyabilen insanlar, özellikle Allah’a ibadet ettikleri oranda ümit eğilimlerini korkuyla dengelemeyi başarırlar:
“Onların yanları (gece namazına kalkmak için) yataklarından uzaklaşır. Rablerine korku ve umutla dua edip (yaklaşırlar) ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak edip (ahirete hazırlanırlar).” (Secde: 16)
Bu ayet, mü’minlerin temel özelliklerinden bazılarını hatırlatır. Sayılan özelliklerden biri şudur: Mü’minler, günlük işlerini bitirip boş kaldıklarında ilgi ve yönelimlerini ibadete çeviren insanlardır. Allah’ı anarak, O’nun korkusuyla ürpererek, gazabından, hesaba çekmesinden ve vereceği cezadan çekinerek, tüm umutlarını O’na bağlayarak, rahmetini ve vereceği bol sevabı umarak kendilerini ibadete verenler bahtiyardır.
Ruhun bir eğilimi olan ümit, arzu edilen şeylerin gerçekleşeceğine inanmayı sağlayacaktır. Ümit bir hayalcilik değil, insanı besleyen gerçek duygulardır. Ümit, kof kuruntu ve hayalcilikle birbirine karıştırılmamalıdır. Hayalle yaşamak insana avuntu verir, ama ümit; insanın yaşanacak bir şeyi görmesiyle ortaya çıkar. Ümit eden insan kendini aldatmaz, bilakis inanır. Ümit, inanca eşlik eden bir ruh canlılığıdır. Ümitlilik hali olmaksızın inancın ayakta durması imkânsızlaşır. Ümit, inanç temeli üzerinde kaybolmadan kalan umutlardır. Ümit, inancın meyvesi durumundadır. İnanç, ilham kaynağının kapılarını açarken, ümit ise istek ve özlemin itici gücüne kuvvet kazandırır. İman; insanı ümide taşıyacak, sevilen şeye karşı güçlü bir ümit aşılayacaktır. Sağlam dini inanç; ümit, sabır ve dayanma gücü oluşturacaktır.
Kur’an, ümidi; iman ve onun gereklerini yerine getirmeyle irtibatlandırır. Mü’minlerin ümidini canlı tutan şeyin iman olduğunu hatırlatır. Gerçek manada ümidin ancak sağlam bir imanla birlikte var olabileceğine vurgu yapar:
“Şüphesiz iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler; işte onlar, Allah’ın rahmetini umabilirler. (Hakk hâkim olsun diye cihad etmeden cennet özleyenler ise boş bir aldanış içindedirler.) Allah Bağışlayandır, Esirgeyendir.” (Bakara: 218)
Kur’an, Allah’ın rahmetini umabilmenin koşulu olarak, ibadetlerin dikkatle yapılmasını ve ahiret hazırlığını öne almayı emir buyurmaktadır:
“(Şimdi bunlar mı hayırlıdır, yoksa) Gece yarıları kalkıp namaz için kıyama duran ve secdeye varanlar, canı gönülden itaat edip ahiretten korkan ve Rabbinin (rızasını ve) rahmetini umanlar mı? De ki: ‘Hiç bilenlerle bilmeyenler (ilim sahibi kimselerle cahiller) bir olur mu? Şüphesiz, ancak temiz akıl sahipleri düşünüp öğüt alır.’” (Zümer: 9)
Kur’an; Allah’ın rahmetini umabilmenin koşulları arasında, İlahi değerlerin bilgisinin kaynağı olan Kur’an’ı okumayı, namaz ibadeti aracılığıyla Allah ile irtibat kurmayı, Allah’ın rızasını umarak sahip olunan maddi imkânlardan başkalarını da yararlandırmayı şart koşmaktadır:
“Gerçekten Allah’ın Kitabı’nı (dikkatle) okuyanlar (mana ve mealini anlayıp uygulayanlar), namazı dosdoğru kılanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık (Hakk ve hayır yolunda ve ihtiyaç giderici oranda) infak yapanlar (var ya, işte bunlar) kesin olarak asla zarara uğramayacak bir ticareti umabilirler. (Bunlar her halde kazançlı çıkacaklardır.)” (Fâtır: 29)
Çünkü; Allah’a inanmak ve O’na ümit bağlamak, bir mü’min için sonsuz güven kaynağıdır. Bu güven, mü’minin zorluklar karşısında cesur ve dayanıklı olmasını sağlamaktadır. Mü’minlerin Allah’tan gelecek iyiliklere ve zafer va’adine karşı umut beslemiş olmaları, ölüm sonrası hayat için ümitli olmaları, onlara pek çok avantaj sağlayacaktır. Sahip oldukları ümit, mü’minleri başta zor koşullar olmak üzere her durumda cesur, gayretli, sabırlı ve mücadeleci yapacaktır.
“(Düşmanınız olan) Topluluğu (takip edip) aramakta (şerli merkezlere ve şeytani kesimlere karşı uyanık ve hazırlıklı olmakta, aleyhinize yazılan internet sitelerini ve gazeteleri araştırıp gerekli tedbirleri almak konusunda) gevşeklik göstermeyin. Eğer siz acı ve sıkıntı çekiyorsanız, şüphesiz onlar (düşmanlarınız) da sizin acı çektiğiniz gibi (çeşitli) acı ve sıkıntı(lar) çekiyorlar. Oysa siz (çok farklı ve şanslı durumdasınız çünkü), onların umut etmediklerini Allah’tan umuyorsunuz (dünyada zafer ve izzet, ahirette ise cennet bekliyor ve bunun huzur ve onurunu yaşıyorsunuz). Allah; (her şeyi, niyetinizi, gayretinizi ve teslimiyetinizi hakkıyla) bilip durmaktadır, Hüküm ve Hikmet sahibi olandır.” (Nisa: 104)
Mü’minlerin başarı ve zafer va’adine ve ahirete ilişkin ümit ve beklentileri; zayıf bir duygu değil, samimi ve kesin bir inanışın desteklediği ruh heyecanıdır. İmanın oluşumunda yeri bulunan ümit olgusu tasdik, samimiyet gibi diğer temel unsurlarla birlikte bulunacaktır:
“Her kim Allah’a kavuşmayı (O’nun va’adine ulaşmayı) umarsa, (acele etmesin) Allah’ın (tayin ve takdir ettiği) süresi gelmektedir. O (her şeyi) İşiten ve Bilendir.” (Ankebut: 5)
İnsanın, ümit olmadan huzurlu yaşaması imkânsızdır; fakat Allah’a, Kur’an’ın zafer çağrısına ve öldükten sonra dirilip O’nun huzuruna çıkmaya inanmadan da gerçek anlamda ümitvar olunamayacaktır. İnsanın ümit ve beklentilerini ancak her şeye gücü yeten Allah sağlayacaktır. Mutlak manada ümit, mü’minlere özgü bir sıfattır. Yetkin sıfatlara sahip olan Allah’a iman eden mü’min, O’ndan her şeyi umacaktır. Oysa iman etmeyenler böyle bir ümit kaynağından yoksundurlar. Mü’min; inancı, ibadetleri, cihadı ve iyi davranışları sayesinde Allah’tan her zaman ümitvar olmayı başarır.
Mü’minin Allah ile olan ilişkisinde yaşadığı dinî tecrübede, kendisini belli eden duyguların başında ümit vardır. Mü’min ibadet ve dualarında Allah’a, ümit duygusuyla yönelip yalvarır. İsteklerine kavuşma, korktuklarından kurtulma ümidiyle her zaman Allah’a sığınır. İnsanın ümit ve beklentileri onu Allah ile irtibatını sürdürmek zorunda bırakır. Allah’a duyduğu ümit, mü’minin azim ve kararlılığını canlı tutar, hedef ve amaçlara ulaşmada cesaretine kuvvet kazandırır. Ümit, mü’minin ruh sağlığını koruyacak; iyimser, olumlu ve onurlu bir kişilik sahibi olmasını sağlayacaktır.[2]
Karamsarlık nelere sebep olmaktadır?
Karamsar insanlar genellikle, yaşadığı olayların çoğunlukla olumsuz taraflarına odaklanmaktadır. Bu insanlar başlarına gelen olaylardan ya kendilerini ya da yakın çevrelerini sorumlu tutmaktadır. Başlarına gelen olumsuz bir olay karşısında genellikle; kendilerinin veya çevrelerinin bir kabahati olduğunu düşünerek mutsuzluk, hayal kırıklığı, çaresizlik gibi olumsuz duygulara kapılmaktadır. Bunun yanı sıra yaşadıkları olayların uzun süre devam edip sıkıntı yaşayacağına, kalıcı olacağına, etkilerinin kaybolmayacağına inanma eğiliminde olurlar. Dolayısıyla bu olayların veya olayların yarattığı olumsuz sonuçların değişmeyeceğine dair inançları vardır. Bu kişilerde, kendi sebep olduğunu düşündüğü olumsuz durum, ne yaparsa yapsın üstesinden gelemeyeceğine dair yanlış ve yoğun inanç, bu olumsuzluğun hayatın tamamını etkileyeceğine dair endişe yatmaktadır. Karamsar insanlar bu temel özelliklerinden dolayı genellikle stres, kaygı ve üzüntü duygularını yoğun olarak yaşamaktadır.
Hepimizin geleceğe dair çeşitli hayalleri, fikirleri ve planları vardır. Hepimiz geleceğe dair zihinsel senaryolar üretir, zamanımızın bir kısmını bunları düşünerek harcarız. Karamsar insanların ise geleceğe dair bu zihinsel senaryoları genellikle umutsuz, korkutucu ve olumsuzdur. Çünkü bu kişilerde olumsuzlukları düşünmeye alışmış olan zihinler, sürekli nelerin yanlış gidebileceğini düşünme eğilimde olur. Gelecek hakkında olası felaket senaryolarını düşünmek için çok fazla bilişsel enerji harcayan bireylerin depresif belirtiler gösterme eğilimi de daha fazladır.
Olumsuz beklentiler, depresif belirtilerin birçoğu ile yakından alâkalıdır. Karamsar kişiler, gelecekte onları bekleyen olumsuz sonuçların varlığını sıklıkla düşündükleri için çaresizlik, umutsuzluk, endişe duygularını yoğun olarak yaşamakta ve bunların üstesinden gelmek için kendisinin çok yetersiz olduğunu sanmaktadır.
Karamsar Değil, Gerçekçi ve Ümitvar Olmak Lazımdır!
Yaşanılan olaylar karşısında karamsar olmak; çok yoğun olumsuz duygular hissetmemize sebep olurken, tam tersine olayları salt iyimser bir bakış açısı ile değerlendirmek de olası riskleri göz ardı etmemize neden olacaktır. Çünkü sadece olumlu taraflarına odaklanılan bir olayda, beklenilen sonuç elde edilemediği zaman hayal kırıklığı yaşanacaktır. Bu sebeple, iyimserlik de karamsarlık da; olması gerektiğinden daha fazla bulunduğunda, yaşamda huzurlu ve olumlu bir halde olmamıza engel olacaktır. Gerçekçi davranmak ve gerekli tedbirleri almak, var olan şartları olumlu ve olumsuz sonuçları ile birlikte rasyonel bir şekilde ele alıp her iki tarafına da kendimizi hazırlıklı hale getirmemizi sağlayacaktır. Çünkü yaşanılan bir olay karşısında olumsuz tarafları görmek, bizi olası hayal kırıklıklarından korumakla beraber, olumsuzluğa dair çözüm üretmemizi de kolaylaştıracaktır. Benzer şekilde, yaşanılan bir olay karşısında olayın olumlu taraflarını görmek; olumlu çabamızı, motivasyon tavrımızı ve kendimizi toparlayabilme gücünü arttırmamızı sağlayacaktır. Bu sebeplerden ötürü, sağlıklı değerlendirmeler için her iki bakış açısını da dengeli bir şekilde hayatımızda bulundurmak faydalıdır.
Siyonist ve emperyalist dünyanın; insaf ve merhametten yoksun anlayış ve uygulamaları neticesinde yeryüzünde ve özellikle Müslüman toplumlarda yapılan katliamlar, akan gözyaşları, yetimlerin ve öksüzlerin feryadı, mazlumların çaresiz haykırışları umut kulvarında büyük gedikler açmaktadır. Karamsarlığın zifiri karanlıklarının vicdanlarımıza ve tasavvurlarımıza yaptığı baskı, tarifi mümkün olmayan boyutlara ulaşmıştır. Yeryüzünde, Müslümanların karşılaştığı olumsuzlukların, baskı ve barbarlıkların, söz konusu imtihanın bir parçası olduğunu kabul etmekle birlikte; böyle bir perdenin arkasına sığınarak çaresizliğe, ümitsizliğe ve gevşekliğe düşülmesinin asla doğru olmayacağını da vurgulamak lazımdır. Kur’an, şartlar ne olursa olsun inananlara sürekli umut aşılamakta ve karamsarlığa düşülmemesi konusunda uyarmaktadır.
Ümitsizliğin, üzülüp karamsarlığa düşmenin panzehiri ise imandır ve sağlam bir ümitle Allah’a beslenen hüsnüzandır. İman, en büyük güç ve umut kaynağıdır. Bütün dertler ve kederler imanla ve ümitle aşılacaktır. Uhud Savaşı’nda zarar gören ve kısmi mağlubiyet yaşayan Hz. Peygamber Efendimiz ve mü’minler çok üzülüp yılgınlığa kaymışlardı. Bunun üzerine onları teselli etmek ve moral vermek için Cenab-ı Hak şu ayeti inzal buyurmuşlardır:
“(Kâfirlere ve zalim düzenlere karşı) Sakın gevşeklik göstermeyin, üzüntüye girmeyin (ümitsizliğe düşmeyin). Eğer gerçek mü’minlerden olursanız zaten en üstün sizsiniz. (Ve galip geleceksiniz.)” (Âl-i İmrân: 139)
Allah’tan korkan ve O’na derin ve samimi bir saygı duyan kimse inanır ve bilir ki, Yüce Yaratıcı kendisine itimat eden ve yolunda cihadla gayret gösteren sadıkları asla mağlubiyete uğratmayacaktır. Maddi ve manevi sıkıntılar karşısında mü’min ve mücahit kullarını yalnız bırakmayacaktır. O, kendisine şah damarından ve herkesten daha yakındır. (Kaf: 16, Vakıâ: 85) Nerede olursak olalım, bizimle beraber olduğuna inandığımız Allah (Hadid: 4), samimi kullarını başkalarının eline ve insafına terk etmez. Allah’ın emirlerini yerine getirmeye ve yasakladığı şeylerden sakınmaya gayret eden ve hayatını bu İlahî prensipler üzerine inşa eden mü’min, hiçbir zaman karamsarlığa düşmez. Zira Allah ona hangi şartlar olursa olsun bir çıkış, bir kurtuluş yolu gösterir. Nitekim bu konuda şöyle buyrulmaktadır:
“…Kim Allah’tan korkup (haksızlık ve ahlâksızlıktan) sakınırsa (ve Rabbine güvenip sığınırsa, Allah) ona (her türlü darlık ve zorluktan kurtulacak) bir çıkış yolu açacaktır.” (Talâk: 2)
Hz. Cabir’in anlattığına göre bu ayet, müşrikler tarafından oğlu Sâlim’in esir alınmasına üzülen sahabeden Avf b. Malik el-Eşce’î hakkında inmiştir. Avf, Hz. Peygambere gelerek şikâyette bulunur. Oğlunun esir alındığını ve annesinin sabırsızlandığını ve bu konuda ne emir buyuracağını sorar. Bunun üzerine Peygamber (SAV), “Allah’tan kork, sabret, sana ve eşine ‘lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhi’ (Allah’tan başka hiçbir kuvvet ve çare lütfedecek hiçbir kimse yoktur) sözünü çok söylemenizi emrediyorum” buyurdu. Avf evine giderek Resulüllah (SAV)’in yukarıda ifade edilen emrini ve sözlerini eşine bildirdi. Eşi: “Resulüllah’ın bize emrettiği şeyler ne güzel” diye karşılık verdi. Karı-koca bunları söylemeye devam ettiler. Bu dua ve yakarışların sonunda düşmanın bir anlık gafletinden yararlanan oğulları, dört bin koyundan oluşan davarları da önlerine katıp sürerek babasına getirdi. Bunun üzerine bu ayet indi.[3]
ŞİİR
Ümitlerini yitirenlerin
İman pilleri bitmiş demektir…
Gayesiz kişiler, sanki canlı cenazedir,
Bu tiplerin gayreti de körlenir…
Yüce Rabbim isterse; kullarının kalbini,
Manevi mesajlarla diriltir…
“Sakın ha, rüya deyip geçme, salih rüyalar liderlerin yeridir!.. Ve manevi irtibat vesilesidir!..
Hayaller düşlerde bulunamaz, onlar, Kudret eliyle inşa edilir!..
Düşler ise hayallerde barınamaz, çünkü Rahmani düşlerin ucuyla arşa erişilir!..
Sadık kullara, bu kutlu mesajlar, hep düşlerde ve gökten verilir!..”
- Bak: Akademik Araştırma Dergisi Sayı: 18, Abdurrahman Kasapoğlu
- www.islamdahayat.com
- Kurtubî, Dûru’l-Fikr, c.9, cüz, 18, s. 150

Umutluyuz inşallah.
Umutluyuz, inançlıyız.
İnşallah çok kısa bir süre içerisinde Adil Düzen medeniyeti kurulacak her dinden her görüşten tüm insanlık huzur bulacak zalimlerden de elbette hesap sorulacar.
Umutluyuz ama Allah nasıl olsa bize yardım eder diye de yan gelip yatmıyoruz yatmamalıyız.
Allah’ın izniyle Erbakan Hocamız lazım olan gerekli her şeyi yapmış tüm hazırlıkları tamamlamış Biz de onun yolunda onun izinde yılmadan sıkılmadan bir an olsun ümitsizliğe kapılmadan vazifelerimizi yerine getirip umutla zaferi gözlemeliyiz.
Ümit
Birinci dünya savaşı sonunda ümmete yerleşen yenilmişlik ve ezilmişlik psikolojisi sonucu şimdilerde gördüğümüz yanaşmalığa soyunan devlet adamlarının türemesine yol açtı. İşte bu tipler güya imani açıdan kendilerini güçlü lanse etmelerine belki de öyle inanmalarına rağmen imanın en güçlü belirtisi olan Rabbimizin vadine kesin inanç ve bu inancın sağladığı ümitten yoksun yaşamaktadırlar. Eğer böyle olmasaydı bağımsızlık yerine siyonizmden icazet alıp, onların bir nevi yanaşmalığını kabul edip devletleri yönetmeye kalkarlar mıydı? Geçmişe baktığımızda tam bağımsızlık ruhuna sahip Atatürk ve Erbakan Hocamızın milletimizi harekete geçirirken en önemli stratejilerinden birinin milletimize zafere olan kesin bir inanç ve bu inancın desteklediği ümit aşılamak olduğunu görüyoruz.
Ümit İmanın Canı, İhlas İse Özüdür!
Ümit imanın canı; ihlas ise imanın esası (özü) yerindedir.
İmanı olanın ümidi, ümidi olanın da ameli ve cihadı olur. İhlasla yapılan kulluk ise, gerçek imana ve sonsuz huzura vesile olur.
İnsanlık tarihinin en mükemmel nizamı olan Adil Düzen Medeniyetine olan inancımız, Rabbimize duyduğumuz güvenimizin ve ümidimizin bir gereğidir. Ve o günler inşallah çok yakındır.
İMANIN İKİ KANADI: ÜMİT VE KORKU!
[i][b]“Onların yanları (gece namazına kalkmak için) yataklarından uzaklaşır. Rablerine korku ve umutla dua edip (yaklaşırlar) ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak edip (ahirete hazırlanırlar).”[/b][/i] (Secde Suresi: 16. Ayet)
[i][b]“… Gerçekten onlar (bütün peygamberler) hayırlarda yarışırlardı, (rahmetimizi) umarak ve (azabımızdan) korkarak Bize dua ederlerdi. Bize derin ve gönülden saygı gösterirlerdi.” [/b][/i](Enbiya Suresi 90. Ayet)
[b]HAVF VE RECA (ümit ve korku) imanın iki kanadı gibidir![/b]
[b]Sadece HAVF sahibi olunursa;[/b] “Nasıl olsa affedilmeyeceğim!” diyerek günahlara devam eder veya affedilmeme korkusu onu perişan edip sürekli endişeye sevk eder.
[b]Sadece RECA hâkim olursa;[/b] “Nasıl olsa affedileceğim!” diyerek tembelleşir, ibadetlerden uzaklaşır ve rehavetle günahlara devam eder.
Zafer inananlarındır ve zafer yakındır.
[b]Aziz Erbakan Hocamızın Anlattığı Temel Esaslarımız
1.Temel Esasımız; “Bir kavim saadet bulamaz, kendisini ıslah etmedikçe’’ Onun için Aziz Milletimize sesleniyorum, eski devir kapandı. Futbol takımı tutar gibi sen sağcısın öbürü solcu bu boş lafları bırakın Hakta birleşelim. Geliniz bütün insanlığa en hayırlı hizmeti yapalım.
2.Temel Esasımız şudur; Bir kavmin içinde hakkı tebliğ eden bir zümre bulunursa Allah o zümreye hidayet verir onların yüzü suyu hürmetine o kavme saadet verir. Bundan dolayıdır ki kardeşlerimizin, inananların, hakkı tavsiye eden sıfatını kazanmalarını gerekmektedir. Buda ancak canla başla çalışmayla mümkündür.
3.Temel Esas şudur; Üzülmeyin gevşemeyin inanıyorsanız üstünsünüz. Bundan dolayıdır ki batılların hepsi yok olacaklardır. Biz burada değişmez kanunları konuşuyoruz. İnanıyorsanız üstünsünüz, yoksa başkasını taklit ediyorsanız uşaksınız.
4.Temel Esas ise; Zafer inananlarındır ve zafer yakındır.
5.Temel Esasta; Allah nurunu tamamlayacaktır.[/b]
Büyük Hayallerimiz İnancımızın İcabıdır ve Amaçlarımız Oranındadır
İnanan bir insan, inandığı hedefe varmak için elbette arayışlar başlatacak ve arzulayacaktır. çünkü inanmak bunu gerektirir. Bu arayış neticesinde hayaller kuracaktır. Bu hayaller olmasaydı büyük teknolojilerin alt yapısı hazırlanamazdı. Erbakan Hocam: Hayal hakikatlere ulaşmanın ilk basamağıdır demiştir. Bu arayış ve tasarımların; yani hayal ve umutların peşinden iştah ve iştiyakla, şevkle ve şükürle koşanlar ise, tarihi değiştirecek kutlu devrimlerin öncüleri olarak zafere ulaşacaktır. Mevlana Hazretlerinin sohbetlerinden derlenerek hazırlanmış olan Fihi Ma Fih kitabında diyor ki: ”Allah’ın va’ad ettiğine inanan, sadece O’nun verdiği hazır nimetlere şükretmez. Aynı zamanda va’ad ettiği nimetlere de şükreder. O va’ad ettiği nimetlere kavuşmak için de iştahla, iştiyakla, heyecanla çalışmak şükrü arttırır ve hedefe ulaştırır!” Herkesin hayali kurguları, inancı doğrultusundadır. Umutla ve heyecanla çabalayanlar ise matluba ve maksuda ulaşacaktır.
HAKKIN TESİSİ İÇİN ÇALIŞMAMAKLA BATILIN HAKİMİYETİ İÇİN ÇALIŞMAK ARASINDA FARK YOKTIRUR.PROF DR NECMETTİN ERBAKAN
Milli Çözüm; hem Adil Bir Düzen devrimini ve yeni bir dünya medeniyetini… Hem de sonsuz ve kusursuz bir cennet özlemini sürekli diri tutarak, gerçek mutluluk anahtarlarını… Onurlu ve huzurlu yaşama sırlarını ruhlara şırınga etmektedir.
Siyonist ve emperyalist dünyanın; insaf ve merhametten yoksun anlayış ve uygulamaları neticesinde yeryüzünde ve özellikle Müslüman toplumlarda yapılan katliamlar, akan gözyaşları, yetimlerin ve öksüzlerin feryadı, mazlumların çaresiz haykırışları umut kulvarında büyük gedikler açmaktadır. Karamsarlığın zifiri karanlıklarının vicdanlarımıza ve tasavvurlarımıza yaptığı baskı, tarifi mümkün olmayan boyutlara ulaşmıştır. Yeryüzünde, Müslümanların karşılaştığı olumsuzlukların, baskı ve barbarlıkların, söz konusu imtihanın bir parçası olduğunu kabul etmekle birlikte; böyle bir perdenin arkasına sığınarak çaresizliğe, ümitsizliğe ve gevşekliğe düşülmesinin asla doğru olmayacağını da vurgulamak lazımdır. Kur’an, şartlar ne olursa olsun inananlara sürekli umut aşılamakta ve karamsarlığa düşülmemesi konusunda uyarmaktadır.
…Kim Allah’tan korkup (haksızlık ve ahlâksızlıktan) sakınırsa (ve Rabbine güvenip sığınırsa, Allah) ona (her türlü darlık ve zorluktan kurtulacak) bir çıkış yolu açacaktır. (Talâk: 2)
Allah’tan korkan ve O’na derin ve samimi bir saygı duyan kimse inanır ve bilir ki, Yüce Yaratıcı kendisine itimat eden ve yolunda cihatla gayret gösteren sadıkları asla mağlubiyete uğratmayacaktır. Maddi ve manevi sıkıntılar karşısında mü’min ve mücahit kullarını yalnız bırakmayacaktır. O, kendisine şah damarından ve herkesten daha yakındır. (Kaf: 16, Vakıâ: 85) Nerede olursak olalım, bizimle beraber olduğuna inandığımız Allah (Hadid: 4), samimi kullarını başkalarının eline ve insafına terk etmez. Allah’ın emirlerini yerine getirmeye ve yasakladığı şeylerden sakınmaya gayret eden ve hayatını bu İlahî prensipler üzerine inşa eden mü’min, hiçbir zaman karamsarlığa düşmez. Zira Allah ona hangi şartlar olursa olsun bir çıkış, bir kurtuluş yolu gösterir.
Bize dünyada cenneti yaşatan Rab’bimize şükürler olsun..
“(Düşmanınız olan) Topluluğu (takip edip) aramakta (şerli merkezlere ve şeytani kesimlere karşı uyanık ve hazırlıklı olmakta, aleyhinize yazılan internet sitelerini ve gazeteleri araştırıp gerekli tedbirleri almak konusunda) gevşeklik göstermeyin. Eğer siz acı ve sıkıntı çekiyorsanız, şüphesiz onlar (düşmanlarınız) da sizin acı çektiğiniz gibi (çeşitli) acı ve sıkıntı(lar) çekiyorlar. Oysa siz (çok farklı ve şanslı durumdasınız çünkü), onların umut etmediklerini Allah’tan umuyorsunuz (dünyada zafer ve izzet, ahirette ise cennet bekliyor ve bunun huzur ve onurunu yaşıyorsunuz). Allah; (her şeyi, niyetinizi, gayretinizi ve teslimiyetinizi hakkıyla) bilip durmaktadır, Hüküm ve Hikmet sahibi olandır.” (Nisa: 104)
Bütün dertler ve kederler imanla ve ümitle aşılacaktır.
Aslında bütün huzursuzlukların, depresyonların, bunalımların, hatta intiharların altında “Gelecek ümidini ve yaşama gayesini yitirmek” olduğu tespit edilmiştir. İnsanı pasifleştiren, hayata küstüren ve ruhsuz bir robot haline getiren; işte bu “Kutlu gayelerini ve gelecek projelerini” kaybetmeleridir.
Milli Çözüm ise; hem Adil Bir Düzen devrimini ve yeni bir dünya medeniyetini… Hem de sonsuz ve kusursuz bir cennet özlemini sürekli diri tutarak, gerçek mutluluk anahtarlarını… Onurlu ve huzurlu yaşama sırlarını ruhlara şırınga etmektedir.
Milli Çözüm, Onurlu ve huzurlu yaşama sırlarını ruhlara şırınga etmektedir.
MAKALEDE GEÇEN ŞU İFADELERİ YİNELEMEYİ YARARLI GÖRÜYORUM. GERÇİ MAKALE SIKLIKLA OKUNMASINDA ÇOK BÜYÜK YARAR TEŞKİL EDEN BİR MAKALE:
…
[u]Gelecekle ilgili; olumlu, onurlu ve kutlu bir gayesi… Ve bu yönde bir gayreti… Ve erişeceği o kutlu dönemle ilgili projeleri olmayan kişiler “Meyyit-i müteharrike = Yürüyen cenaze”dir. Uğruna yaşayacağı ve savaşacağı… O yolda sıkıntı ve sarsıntılara katlanacağı bir gelecek umudu taşımayanlar, ölü değil de nedir?[/u]
….
[b][i]Aslında bütün huzursuzlukların, depresyonların, bunalımların, hatta intiharların altında “Gelecek ümidini ve yaşama gayesini yitirmek” olduğu tespit edilmiştir. İnsanı pasifleştiren, hayata küstüren ve ruhsuz bir robot haline getiren; işte bu “Kutlu gayelerini ve gelecek projelerini” kaybetmeleridir.[/i][/b]
[u][b]Milli Çözüm ise; hem Adil Bir Düzen devrimini ve yeni bir dünya medeniyetini… Hem de sonsuz ve kusursuz bir cennet özlemini sürekli diri tutarak, gerçek mutluluk anahtarlarını… Onurlu ve huzurlu yaşama sırlarını ruhlara şırınga etmektedir.[/b][/u]
Mü’min ler Ümit siz Olamazlar
(Sonra evlatlarına dönüp:) “Ey oğullarım, haydi gidiniz de (hayırlı bir haber getirmek için) Yusuf’u ve kardeşini (dikkatle ve titizlikle) araştırıveriniz… (Ey Müslümanlar! Siz de nice yıllardır kaybettiğiniz izzet ve hâkimiyetinizi yeniden bulmaya gayret ediniz…) Sakın Allah’ın rahmet ve inayetinden ümit kesmeyiniz!.. Zira kâfir olanlardan başkası Allah’ın nusret ve merhametinden ümit kesmez (kesmemelidir).” Yusuf Suresi 87
Gelecek ümidi ve yaşama direnci tükenen kesimler; farklı Din ve Mezheplerden olsalar da, mevcut CAHİLİYE KÜLTÜRÜ gereği: Bu boşluklarını; bir üniversite bitirme, garantili bir işe girme, evlenme, ev ve araba edinme… Bazıları da; faizci ve rantiyeci yöntemlerle ve devlet ihaleleriyle haksız servete veya siyasi etiket ve şöhrete erişme gibi fani ve basit girişimlerle… Ve yine; içki, kumar, müzik, eğlence ve turistik gezilerle giderme… Yani koyu bir gaflet içerisinde, gelecek kaygılarını unutuverme gayretine yönelmektedir.(Makaleden Kesit)
Kurgulamaktan ve hayal kurmaktan sakınmayın!.. Çünkü meşru ve makbul isteklerinize ve kutlu hedeflerinize kavuşturacak tahminler, tahayyüller ve projeler üretmek şarttır!..
Hayal etmek, hakikate erişmenin ilk adımıdır. Doğru bir inancı ve kutlu bir amacı olan insanın, bu hedeflerine ulaştıracak yöntemler üzerinde yoğunlaşması doğaldır ve değerli bir adımdır. Bu hayal gücü sizin en büyük aracınız ve Kaf Dağı’na ulaştıracak kanatlı atınızdır.
Aslında olumlu ve onurlu hayaller kuramayanların, hayatları kararmaya başlamıştır. Unutmayınız; beynimiz ve bilincimizle, ruh sırrınız olan bilinçaltınız arasındaki iletişim köprüsü de bu hayaller sayesinde kurulmaktadır. İçinde iman ve umut taşıyan, Allah’ın rızası ve halkın refahı amaçlanan her hayal, sizi yeni deneyimlere, bu deneyimler de sizi kutlu zaferlere taşıyacaktır. “Ya İstanbul beni alır, ya ben İstanbul’u!..” diyerek tam ve sağlam bir inançla kutlu amacına kilitlenen Sultan Fatih; bu maksatla en güçlü orduları hazırlamış, en etkin silahlar-toplar yaptırmış… Surların altından İstanbul’a çıkacak derin ve uzun tüneller kazdırmış… Bütün bunlar olmayınca yine usanmamış, umutsuzluğa kapılmamış, hazırladığı gemileri karadan kızaklar üstünden kaydırıp Haliç’e aktarmış… Ve işte sonunda çağ kapatıp çağ açan Fatih unvanına ulaşmıştır.
Çünkü doğru ve olumlu hayal kurmak, sizin keramet ve bereketinizin anahtarıdır… Devrim ve değişime inanmayanlar, geçmişte kalmak ve mevcut duruma razı olmak zorundadırlar. Mevcuda razı olup ve hele faiz, fuhuş, kumar düzenine, zulüm ve zillet sistemine razı olmak ise bayağı ve aşağı bir ruh halini yansıtmaktadır. Kem talihini de, tarihin gidişini de değiştirmek isteyenler, büyük hedeflere büyük hayallerle ulaşılacağının şuurundadırlar. Hayaller sezgilere, sezgiler hikmetlere, hikmet ve hizmetler ise zaferlere taşıyacaktır
ÜMİT; İMANIN CANIDIR VE BAŞARININ SIRRIDIR!
Mâna ve muhteva olarak adeta müminlere Kur’ân-ı Kerim’in özünü verecek derinliğe sahip olan Fâtiha Sûresi’nin ayetlerini okuyan müminin ruhu, aslında Rabbine karşı ümit ve korku dalgaları arasında gidip gelmektedir.
“HAMD ÂLEMLERİN RABBİNEDİR.”
Hamd içinde olan bir kul olmak, Rabbimizin bütün nimetleri karşısında şükür halinde olmak ve O’nu senâ etmek sağlam bir ruh hali taşıyan mü’minin işidir. Hamd şuurunu taşıyan bir mü’min, mü’minlik kıvamında belli bir noktaya gelmiş demektir. Çünkü Rabbimiz insanın çok az şükreden bir varlık olduğunu farklı ayet-i kerimelerde ifade ediyor. Dolayısı ile hamd ve şükür şuuru taşımak mümin için güzel bir seviyedir. İşte Fâtiha Sûresinin ilk ayeti bir yönü ile bize bunu öğretiyor.
“O RAHMAN’DIR, RAHÎM’DİR.”
Bu ayet-i kerime bir recâ ifadesidir. Rabbimizin; bu dünyada tüm yaratılanlara merhameti, ahirette ise bu dünyada O’na iman edenlere, rahmeti ve şefkati ifade ediliyor. Mümin Rabbinin Rahman ve Rahim sıfatlarının farkına vararak afv ve mağfiret nimetine muhatap olma ümidi içinde olmalıdır.
“O, DİN GÜNÜNÜN SAHİBİDİR.”
İşte insanın susup amellerinin konuştuğu, elinin, ayağının, gözünün kulağının yaptıklarını bir bir saydığı bir mahşer anında tek söz sahibi Allahtır. Şüphesiz o günün insanlara verdiği korku ve insanın içine düştüğü dehşet, tarifi imkansız bir ruh hali olacaktır. Bu dehşetli günün azabından korunmak için Allah’a sığınmanın yolu O’na ibadetle yaklaşmak ve Ondan yardım istemektir. Bu da mü’mini yine havf ve recâ duygusuna götürmektedir. İbadet recâya, yardım istemek ise havfa işaret eder.
“YALNIZ SANA KULLUK EDER, YALNIZ SENDEN YARDIM İSTERİZ”
Ayet-i kerimesini kul söyleyerek acziyetini itiraf eder. Bu korku ve ümit arasında olan mü’min sonraki ayet-i kerime ile Rabbinden bir hidayet talebinde bulunur. Doğru yola sevk etme duası da kulun bir isteğidir. O doğru yol peygamberlerin, salihlerin, sadıkların, Hak hakim olsun Adil Düzen kurulsun diye cihat edenlerin yoludur. O doğru yol Hazret-i Peygamber efendimizin yoludur. Mümini ahirete en güzel bir şekilde götürecek ve Rabbinin huzuruna aydınlık bir yüzle çıkaracak yoldur.
“BİZİ DOĞRU YOLA, NİMETE ERDİRDİĞİN KİMSELERİN, GAZABA UĞRAMAYANLARIN, SAPMAYANLARIN YOLUNA ERİŞTİR. “
Mümin sırat-ı müstakimle Rabbinden hidayet üzere olmayı isterken, diğer taraftan da havf duygusu ile dalâlete ve sapıklıkta olanların yoluna değil diyerek gidilmemesi gereken ve kendisini cehenneme götürecek sapkınların yolundan da Rabbine sığınmaktadır. Bu da bir havf duygusudur. Rabbinin kendisini koruması ve dalâlet yolunda olanlarla beraber olmama isteğidir.
Fâtiha Sûresi’nin ayetleri arasında her gün her namazın her bir rekâtında dolaşan mümin, aslında Rabbine karşı ümit ve korku dalgaları arasında gidip gelmektedir.