Bir insan, kısa zamanda ve kolay yollarla kendisine altın ve elmas çıkarmasını öğreten ustasına; “Bana ters davrandı, sert azarladı…” diye itiraz ve isyana kalkışmaz. Tam aksine; 5-10 gr. altın için tonlarca kayayı elemek zorunda kalmadan kolayca kıymetli madenlere ulaştırdığı için ona şükran duyguları ve saygısı artar.
Bunun gibi, kendisine; Yüce Allah’ı (CC), Hz. Resulüllah’ı (SAV), Kur’an-ı Azimüşşan’ı ve Hak davayı tanıtan… On yıllarca ilahiyat eğitimi alanlardan çok daha kolay ve kısa yöntemlerle iman ve İslam hakikatine taşıyan Hocasına, nefsi ve dünyevi bahanelerle itham ve itirazlara yönelenlerin de; ya akılları ve iz’anları noksandır, veya vicdanları sakattır!..
YA SEN NE SANDIN?
Enaniyet yaptın, “BAŞ”lık tasladın
Allah’ın gözünden, kaçar mı sandın!..
Sen kof kuruntuya, umut yasladın
Yazık; Üstadını, macar1 mı sandın?..
Bunca emeğini, hiçe satarsın
Çırpındıkça daha, beter batarsın
Giderayak ifti-ralar atarsın
Mevlâ hayır kapı, açar mı sandın?..
Kime yaranmak çin, dostun aşırdın
Haddini zorladın, bardak taşırdın
Allah’a kulluğun, yolun şaşırdın
Hâşâ, sen Rabbini, naçar2 mı sandın?..
Nasipsiz; davadan, dosttan boşanır
İlimsiz irfansız, makam kuşanır
Mutlak Adil Düzen, devrim yaşanır
Hak emeğin boşa, harcar mı sandın?..
Aylar dua ettik, kaymasın diye
Bunca emek verdi, caymasın diye
Dostlarını düşman, saymasın diye
Bizi dalâlete, dûçar3 mı sandın?..
Namertlik yakışmaz, mü’minler merttir
Dava ehli adil, açık ve nettir
Riya nifak bilmez, bu yüzden serttir
Dost gayretin boşa, saçar mı sandın!..
Her yerde her halde, seni kayırdım
Ne zaman kendimden, seni ayırdım
Arkadan vurunca, cayır cayırdım
Sen dava rehberin, nacar4 mı sandın?..
Ya Rabbi bahara, çevir kışları
Akıldan nasipsiz, etme başları
On kilo yük vursan, serçe kuşları
Kuru bir hevesle, uçar mı sandın?..
Hayırlı geçmişin, boğup gömersin
Duam uçurumdan, beri dönersin
Yoksa bir üfrükle, hepten sönersin
Sen işbirlikçiyi, acar5 mı sandın?..
- Macar: İnançsız, vefasız ve vicdansız kişiler.
- Naçar: Aciz, çaresiz.
- Dûçar: Belaya uğramış.
- Nacar: Marangoz.
- Acar: Cesur, kararlı ve atılgan.

İftiraları YanıtlıYORUM
ÜSTADIMIZA İFTİRA ATANLARIN ZİLLETİ!
Üstad Ahmet Akgül’ün, muhterem ve mücahit sanılan bazı kişiler ve girişimlerle ilgili:
1- Fetullah Gülen, Milli Görüş’e sızan hainler ve Din istismarcısı kesimlerle ilgili TESPİT ve TEŞHİS’leri aynen çıkmıştır.
2- Bazı şahıslar ve olaylarla ilgili zamanlama yönünden TAHMİN ve TEMENNİ makamındaki sözlerinde ise, yanılma payı gayet normaldir.
3- İşte, büyük kısmı kendi orijinal kanaat ve yorumlarından oluşan 100 kitabı ise ortadadır. Siyonist odaklara, istismarcı münafıklara, işbirlikçi kiralıklara karşı; Kur’an kaynaklı, akıl, bilim ve vicdan dayanaklı saptamaları, hem gerçekleri haykırmaktadır, hem de geleceğe ışık tutmaktadır…
Otuz yıl el etek öpüp hizmete koşturduktan ve bu gayretlerin hikmet ve kerametini anlattıktan sonra, şimdi imanlarının ümit pili bittiğinden kayıp gidenlerin, hiç utanmadan ve Allah’tan korkmadan Üstadımıza iftira atmaları, ne mal olduklarını ortaya çıkarmıştır. Aylardır görevlerini yapmadıkları, toplantılara katılmadıkları ve fesatlık yaymaya çalıştıkları halde, Üstadımız onlara şefkatle yaklaşmış, yanlışlarını anlasınlar diye fırsat tanımış ve sürekli duacı olmuş ve uyarmışlardır.
Bakınız, Elâzığ Cumhuriyet Mahallesi’ndeki evini; emekli parasıyla aldığı eski evini satarak, üstünü de kardeşi Mustafa Bey tamamlayarak almışlardı. Ancak, büyük Elâzığ depreminde ciddi hasar aldığından ve şimdi müteahhitler yıkıp yapılması için daire başı 2,5 milyon istediklerinden öylece durmaktadır. Yani tapuda var, ama fiiliyatta yok gibidir.
Pek çok katın duvarlarının yıkılması ve büyük yarıklar açılması nedeniyle tam 5 yıl boyunca Üstadımız, kızlarının evlerinde misafir kalmıştır. Sonunda şimdi oturdukları evi de kardeşlerinin desteği ile almıştır. Ancak hiçbir dava arkadaşımızdan bunun için bir lira olsun para istenmemiş ve alınmamıştır. Bir kişi bile çıkıp ben şu yardımı yaptım desin, ev kendilerine bırakılacaktır. Ama, bazı illerimizde, ya bu iftirayı atanların kendileri, veya başka birileri Hocamıza ev alması için destek niyetiyle, Üstadımızdan habersiz para toplamış ve ceplerine atmışlarsa, bundan haberimiz ve alâkamız yoktur.
Üstadımızın Elâzığ’daki hizmetlerine kolaylık olsun diye, alınan Reno marka ikinci el arabanın da zaten önemli kısmını yine Hocamız kendisi vermiş, birkaç sadık kardeşimizin gönüllü destekleri de alınmıştır. Maalesef rahatsızlığı nedeniyle kendisi de kullanamadığından, Gebze Hanım Komisyonları adına gelininde bulunmaktadır. Buna katkı sunan kardeşlerimize elbette minnettarız. Ama biz; Siyonist zalimlerle, işbirlikçi hainlerle ve tüm şeytani kesimlerle… Ve tek dayanağımız Kur’an-ı Kerim’le cihad ederken, utanıp sıkılmadan bizimle uğraşıp çelme takanların minneti altında kalmayız!..
Ne izzetli bir davamız ve ne şerefli bir Hocamız var ki; 77 yıllık birikimi ve 100’den fazla eseri ve bunca kutlu, onurlu ve cesur hizmetleri sonucu, içinde oturduğu mütevazı evi dışında yıkılmayı bekleyen ve müteahhit parası ödenemediğinden 50 m2 son katlarda bir ofise rıza gösterilen ve kâğıt üstünde var görülen bir evi konuşulmaktadır.
Bu tarihi ve talihli hizmetlerini yürütmek üzere Gebze’ye geldiklerinde herhalde çadırda barınamayacaklarından, mecburen kaldıkları ev ise, önce oğlu için alınmıştı. Sonra oğlu daha uygun başka bir eve taşınınca burayı satışa çıkardığından, hesaplı bir fiyatla Annesi üzerine devralmamız dinen de, hukuken de, ahlâken de meşru bir yaklaşımdır. Ne bahtiyarız ki, meşru ve mubah davranışlarımızdan dolayı kınanmaktayız.
Şu ayetler üzerinde dikkatle durmalı ve ona göre davranmalıdır:
“(Ey Nebim!) Kesin olarak biliyoruz ki, onların söyledikleri Seni gerçekten üzüyor. Doğrusu onlar Seni yalanlamıyorlar, ancak o zalimler (inatla ve şeytanlık damarıyla) aslında (inkâr ve nifak kastıyla) Allah’ın ayetlerine başkaldırıyorlar. (İtiraz ve isyanları bundandır. Ve asıl düşmanlıkları Banadır!) [Her asırda; Hz. Peygamberi ve Onun izindeki İslam tebliğcilerini yalanlayan kimse; aslında Allah’ın ahkâmına kin tutmakta ve gerçeği fark ettiği halde ısrarla saldırıp çok inatçı Yahudiler gibi “cühud”luk, yani çıfıtlık ve fesatçılık yapmaktadır.]” (En’am: 33)
“‘Ve doğrusu ben, sizin beni (suçlayıp sataşarak) taşa tutmanızdan; benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan (Allah)a sığındım.’
(Hz. Musa devamla:) ‘Eğer bana inanmıyorsanız (yalancı ve menfaatçi bir istismarcı sanıyorsanız) bu durumda benden kopup ayrılın!’ (Çünkü ben davamı ve Hakkı haykırmayı asla bırakmayacağım!)” (Duhân: 20-21)
Ne diyelim; kusun beyler, kusun!.. İçinizde safra kalmasın!.. Hz. Peygamberimiz münafıkların 4 vasfını açıklamıştır:
1- Konuştuğunda sözüne yalan katar.
2- Vaatte ve ahitte bulunduğunda hulfedip sözünde durmaz.
3- Emin ve güvenilir sanıldığında hıyanete kalkar.
4- Biriyle arası bozulup, hasımlaştığında; onda bulunmayan kötülüklerle, isnat ve iftiraya başlar!..
“Milli Çözüm’ün umutları ve Adil Düzen’in hâkimiyet muştuları, boş hayal ve kuruntulardır. Hiç değilse bir ilçe Belediye Başkanlığı falan koparmaya bakalım…” gibi dünyevi heves ve hedeflere kapılanlara… Yani ebedi altınları ve elmasları bırakıp, geçici teneke ve tedbirlere razı olanlara, yine Üstadımızın anlattığı kader-kısmet uyarısını hatırlatalım:
“Bizlerin arzu ettiğimiz ve sahip olmak istediğimiz; ekonomik, siyasi ve sosyolojik imkânlar ve makamlar 3 kısımdır:
1- Amaçladığın ve arzuladığın o şey, zaten senin nasibin ve kaderdeki payındır. Öyle ise, yersiz telaşa, haram ve haksız yollara başvurmana gerek kalmamıştır.
2- O elde etmeye çalıştığın şey, başkasının nasibi olarak ezelde planlanmıştır. O halde, her türlü girişimi yapsan da, başkasının nasibi asla sana ulaşamayacaktır.
3- O kavuşmaya uğraştığın nimet ve fazilet; ne senin, ne de başka kimsenin nasibi değildir; sadece bir imtihan vesilesi olmak üzere vardır. Bu nedenle, gerçek iman ehli, dünyalık beklentiler için asla hilekârlığa, sahte tavırlara, dostlarına ve rakip sandıklarına çelme takmaya… Ve hele en haklı ve hayırlı cepheden kaytarmaya asla tenezzül buyurmayacaktır!”
Anlayana sivri sinek saz… Anlamayana Milli Çözüm de az!..
Bizim vefamız, vicdanımız, mertlik ve netlik damarımız; bu kopuşun asıl sebeplerini, şahitleriyle birlikte anlatıp, yıllarca birlikte yol aldığımız insanları mahcup etmeye izin vermediğinden susmaktayız ve inşaallah bu duruma mecbur bırakılmayız.
Konumuzu aydınlatan şu ayet mealleriyle bağlayalım:
“Biz Senden önce hiçbir resul ve hiçbir nebi göndermiş olmayalım ki, o (Allah’tan) bir temennide bulunduğu zaman, şeytan (hemen) onun dileğine (ümit ve temennisine bir kuşku veya sapma unsuru) katıp bırakmış (ve kafalarını karıştırmaya çalışmış) olmasın. Ama Allah, şeytanın ilka ve iğvasını (ayartma ve saptırma çabalarını) giderir, sonra Allah Kendi ayetlerini sağlamlaştırıp-pekiştirir. Allah, gerçekten (her şeyi hakkıyla) Bilendir, Hüküm ve Hikmet sahibidir.
Şeytanın (bu tür kafa) karıştırmalarına ve şüphe bırakmaları(na, vesvese ve kışkırtmalarına fırsat verilmesi), kalplerinde hastalık olanlara ve kalpleri (imani ve vicdani) duyarlılıktan yoksun bulunanlara (Allah’ın) bir deneme kılması içindir. Şüphesiz zalimler, (gerçeğin kendisinden) uzak bir ayrılık ve uyuşmazlık içindedirler.
(Ayrıca) Kendilerine ilim verilenlerin de, bunun (Kur’an’ın) hiç tartışmasız Rablerinden olan bir gerçek olduğunu bilmeleri; böylelikle ona tam iman etmeleri ve kalpleri tatmin bulmuş olarak ona bağlanıp (huzur ve güvene erişmeleri) içindir. Şüphesiz Allah, iman edenleri dosdoğru yola yöneltir.” (Hacc: 52-53-54)
Osman ERAYDIN
Cenabı Hak hepimize şuur, feraset ve gayret, Hocamıza da sağlık, uzun ömür versin.
Yalancı korkunun esiridir. Yalan söyleyen, hem dünyada rezil olur hem ahirette hesap verir.
Ey iman edenler! (Birbiriniz hakkında kötü) Zandan (ve tahmini kurgulardan) çoğunlukla kaçının; çünkü zannın (haksız ve alâkasız olan) bir kısmı günahtır (ve yalandır. Ve sakın) tecessüs de yapmayın (birbirinizin gizli ve ayıp yönlerini araştırmayın). Kiminiz kiminizin gıybetini de yapmasın (arkasından çekiştirmesin.) Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte (nasıl) bundan tiksindiniz. (Öyle ise) Allah’tan korkup (başkalarına kötülük düşünmekten ve küçük düşürmekten) sakının. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, çok Esirgeyendir.
Ey Resulüm, bazıları da) Müslüman oldular (ve birtakım hizmet ve fedakârlıkta bulundular) diye (gelip başına kakmak niyetiyle) Sana minnet etmektedirler. (Uğradıkları sıkıntıların sorumluluğunu Sana yüklemektedirler.) De ki: “Müslümanlığınızı Bana karşı minnet (konusu) etmeyin. (Hizmet ve ibadetlerinize karşılık dünyalık makam ve menfaat beklemeyin, kendinizi ayrıcalıklı zannetmeyin!) Tam tersine, sizi imana yönelttiği (küfür ve kötülükten çekip çevirdiği) için Allah size minnet edip (verdiği nimet ve faziletlerin şükrünü isteyebilir). Eğer doğru sözlüler (ve temiz özlüler) iseniz (bunu böyle kabullenmeniz gerekir.)
Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını (görünmeyen tüm sırlarını) bilir. (Sizlerin her türlü niyet ve gayretinizden de habersiz değildir; hak ettiğiniz karşılığı elbette verecektir. Ancak Rabbinizi kendinize borçlu zannetmek büyük bir gaflet ve edepsizliktir) Allah, yaptıklarınızı Görendir. Hucûrat 12-17-18
AHMET AKGÜL, ÜSTADIMDIR!
Facirler saldırmış, O direnmişti
Hem yüzlerce sahte, ilaha rağmen…
İthamlara karşı, şöyle demişti
“Kimse zarar veremez, Allah’a rağmen!..”
İlmi dirayetle, yüksek cesaret
Fazilet ehliydi, gerçek feraset
“Korkaklık, alçaklık; büyük esaret!..”
Olduğun söylerdi, melaha1 rağmen…
Bâtılla savaştı, tabular yıktı
Her iddiasından, hep haklı çıktı
Hakikat kurşunun, haksıza sıktı
Darlığa katlandı, feraha rağmen…
Fakirin garibin, sesin duyardı
Güçlü iktidara, suçun sayardı
Hak rızasın arar, Dine uyardı
Başına dayanan, silaha rağmen…
O çok şefkatliydi, hem de yiğitti
Sabırla çok sadık, kardeş eğitti
Çıkara ilgisiz, hayra seğirtti2
Makam istemezdi, günaha rağmen…
Dava aşıkıydı, cihad delisi
Erbakan hayranı, takva velisi
Hem ilim erbabı, şaşmaz “Beli”si3
Sıkıntı belaya, her aha rağmen…
“Tek kişilik ümmet…”, sırrına sahip
Hainse takmazdı, hoca şeyh rahip
Zalime karşıydı, âlime muhip
Fesat çıkarmazdı, salaha rağmen…
Sayesinde nice, gönül göverdi4
Ömürden ziyade, ölmü severdi
Yanlışa düşerse, dizin döverdi
Fıska yanaşmazdı, felaha rağmen…
Bağışlardı hayra, muvafık5 ise
Sevmezdi Siyonla, mutabık6 ise
Riyakâr sahtekâr, münafık ise
Başındaki beyaz, külaha rağmen…
1- Melah: Yüz ve öz güzelliği.
2- Seğirtmek: Yetişmek için hızla yürüyüp gitmek.
3- “Beli” demek: Âlem-i ervahta, Allah’a “Evet” diye söz vermek.
4- Gövermek: Ağaçların baharda yeşermesi ve filiz vermesi.
5- Muvafık: Uygun, uyumlu.
6- Mutabık: Anlaşan, uzlaşan.
Beyler tahtından inerler,
Ayarsız ata binerler,
Bütün dünya senin olsun,
Bir dostlar, bir post yeter bana,
Atlas libas senin olsun,
Bir dostlar, bir Akgül yeter bana..
Filistin, Arakan, Doğu Türkistan, Yemen, Suriye kısacası tüm İslam ve insanlık alemi ağlarken,
tüm insanlık aleminin kurtuluş reçetesi Erbakan hocamızın kurmuş olduğu İslam Birliğinin savunucusu olan
ve Erbakan hocamızın sadık ve samimi talebesi üstadımız Ahmet Akgül hocamız bu işlerle uğraşması gerekirken
bir takım densizlerin ortaya çıkması can sıkmaktan öte artık inanç ve imanımızı galeyana getirmektedir,
fazla zorlamayıp herkesin haddini ve hududunu bilmesi lazımdır…
YA RABBÎÎ BİZİ HİDAYETE ERDİRDİKTEN SONRA KALPLERİMİZİ KAYDIRMA ve İLİMDE DERİNLEŞEN ÜSTADIMIZIN ÖĞÜTLERİNE UYMAYI LUTFET 🤲🤲🤲
-Sana Kitabı-Kur’an’ı indiren O’dur. Ondan (Kur’an’dan) bir bölümü kitabın anası (temeli ve esası) sayılan muhkem ayetler (açık ve kesin emirler)dir. Diğer bir kısmı da müteşabihtir. (Benzer manalara ve çeşitli yorumlara müsaittir.) Kalplerinde şüphe ve eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve (keyfi) te’villerde bulunmak üzere (açık ve kesin emirleri bırakıp, manası kapalı olan) müteşabih ayetlerin peşine düşmektedirler. Halbuki bunların gerçek te’vilini ancak Allah bilir… İlimde derinleşenler (râsihûn) ise: “Biz ona inandık, tümü Rabbimizin katındandır” derler. (Ve müteşabih -kapalı- ayetlere ise; Kur’an’ın sarih hükümlerine ve Resulüllah’ın sahih hadislerine uygun yorumlar getirirler.) Zaten temiz ve olgun akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.
-“Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra, bir daha kalplerimizi caydırma (ayaklarımızı kaydırma), bize katından rahmet ve inayet bağışla. Şüphesiz, bağışı en çok olan Sensin Sen.”
-“Rabbimiz, kendisinden asla şüphe olmayan bir günde, insanları gerçekten Sen (tekrar diriltip hesaba çekmek üzere bir araya) toplayacaksın. Doğrusu Allah, va’adinden cayıp dönmez.”
A’li İmran Suresi…7,8,9
KIYMETLİ HOCAM ,SİZİ ALLAH İÇİN SEVİYORUZ
İmanın gereği ve göstergesi ve amellerin en yükseği “Allah için sevmek ve Allah için buğzetmektir”. İslam’a ve insanlığa yararlı kişileri ve hayırlı İşleri sevmek, sahiplenmek ve desteklemek; ama zararlı, kafir ve zalim amaçlı kimselere ve girişimlere de buğzetmek (nefret ve adavet beslemek) ve engellemek imanın temeli ve tecellisidir.Hakkı ve haklıyı sahiplenip destekleme, bâtılı ve barbarı da engelleyip buğzetme, hem İslam’ın hem de insanlığın emridir.
Yaşı Yetmişyedi.!
Tam ellibeş yıldır şeytanların en büyüğünden en küçüğüne kadar onlarla an be an mücadele ve mücahede içinde.. Elinden ve emeğinden geçmiş, yüzlercesi en başta bugünkü Akp İktidarının, paralı besili kıdemli memuru olmuş, onlarcası ise belediye başkanı, milletvekili, hatta bakanı olmuş..!
Bu yarım asrı aşkın olan mücadele sürecinin, en azından son 25 yılına şahitiz..
Yaşadığı ortam ortada, giydiği ortada, yediği ortada, maddi kazancı ortada.
Böyle bir insanın acaba derdi ne ki ;
Medeniyet nedir, bilgi nedir nitelik nedir, kifayet nedir bilmeyen taşra kültürünün dinciliği içinde, yozlaşan zavallı takımını, içinde bulunduğu cehalet ve bağnazlık ortamından kurtarıp, tüm insanlığa öncülük yapacak bir düzeye, bir niteliğe bir seviye ve liyakate ulaştırmak için çabalıyor?!
Derdi nedir ki, bizi sonsuz Ahiret yurdunun zorlu azabından kurtarıp kabul olunmuş bir İman ile bu âlemden yüz akı ile göçmemizi istiyor…
Acaba bu çabayı, bu tasayı imrendiğiniz hangi makamlar ve kişiler yapar size, bize?
Hangimizin babası, anası her gün hatırlattı bizlere ahireti ve sorumluluklarımızı…? Hangi akrabamız, hangi yakınımız Hocamız kadar katlandı bizim cehaletimize ve bağnazlıklarımıza!?
Yarabbi, yazık ettirme kendimize
Yazık ettirme emeklerimiz.
Nankör ettirme bizi bağladığın bu temiz kapıya… Amin
Allah Resûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün ashâbına:
“–Müflis kimdir, biliyor musunuz?” diye sormuştu. Onlar:
“–Bize göre müflis, parası ve malı olmayan kimsedir” şeklinde cevap verdiler. Bunun üzerine Resûlullah şöyle buyurdu:
“–Şüphesiz ki ümmetimin müflisi şu kimsedir: Kıyamet günü namaz, oruç ve zekât sevabıyla gelir. Fakat şuna sövdüğü, buna zina isnâd ve iftirasında bulunduğu, şunun malını yediği, bunun kanını döktüğü ve şunu dövdüğü için iyiliklerinin sevabı şuna buna verilir. Üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları kendisine yükletilir ve netîcede Cehenneme atılır.”
Rabbim bizleri bu imtihan pazarında-dünyasında iflas edenlerden eylemesin,
Çünkü herkes kendi kazandığı karşılığı (serbest kalmak ve sonsuz huzura kavuşmak üzere) rehin alınmış (bir tutsak)tır. (Ancak hesabını doğru vermekle ve ahiret için ciddi hazırlık görmekle kendisini kurtaracaktır.)(Müddesir: 38)
Dünya ahiretin bir tarlasıdır, burada ekip biçmek ve ekilip biçilenleri hasat etmek tek başına yetmez, her bir hasenatımızı ambarımızda emin bir şekilde, terazide tartıya girene kadar muhafaza etmeliyiz.
Nasıl ki samimi bir nasuh tevbesi ile evvel günahlarımız arınıp, hayra-sevaba dönüşebiliyorsa, bunun aksi de mümkündür.
Yukarıdaki Hz. Peygamberimizin hadisinde belirtildiği gibi, insan bin bir zorlukla ekip biçtiği dünya tarlasındaki sevaplarını, nasılsa onlara bir şey olmaz diye, yığdığı ambarında bir anda ambarına sıçrayan bir fitne ateşi ile bütün ambar küle dönebilir, ambarına dadanan bir benlik faresi ne var ne yoksa yiyebilir, haset fareleri tarafından kemirilebilir.
Ya da, en kötüsü, çevresine saçtığı fesat ve mesnetsiz iftiralar ile ambarındakileri kokuşmuş birer küf deposuna çevirebilir…
İşte o zaman… Kıymet bilenler tarafından imrenilecek senelerini heba etmiş, döktüğü terleri zayi etmiş, o kadar zorlu günleri zayi etmiş demektir…
Peki insan onca sene ekip biçtiği tarlasını neden heba eder, ateşe verir? Düşünmez mi ki o ateş ambara da sıçrar da onca senenin mahsulünü yakıp yıkar, sanır mı ki yaktığı bu fitne ateşi sadece tarlayı yakar da durur?
İki sebebi vardır, senelerce mahsul(sevap) aldığı tarlasını yakıp yıkmasının; ya hainliğinden ya da tarlaya bıraktığı bir haltın gözükmesini istemediğinden.
Yoksa neden yaksın ki? Onca sene mahsul almışsın, ekip biçmişsin, herkes seni sevmiş saymış, sana değer vermiş… Derdi nedir ki bu adamın demezler mi?
Oysa ki bir günah işlenmişse o tarlada yakıp yıkmakla ne o günah yok olur, ne de izler…
Evet, çiftçi olmaktan bıkmışsındır, artık ekip-biçmek, tarlayı kazıp-sürmek, güneşin altında ter döküp çalışmak zor gelebilir, doğrudur, her babayiğidin harcı değildir bu tarlada çalışmak… Efendi gibi, artık tarlada ekip biçmeyeceğim dersin, çeker gidersin o tarlaya başkaları eker biçer… Çeker gidersin de, yukarıda yazdım, neden bir insan onca senelik mahsulünü yığdığı ambarına da sıçrayacak bir ateşi yakar, ambara da fareleri salar da gider, işte onu anlamam !?. Ki bu tam bir ahmaklıktır… Ahmak değilse de derdi, niyeti bozukluktur…
Ya da:
Bir insan yıllarca çalışıp çabaladığı ve pek zorlu zahmetler ve fedakârlıklarla kazandığı ALTIN’larını ve ELMAS’larını, hiç ucuza satar ve bir inat uğruna çöpe atar mı? Böyle yapıyorsa; ya kendisine ve sevdiklerine acımayacak, akıbetini ve ahiretini hiç hesaba katmayacak kadar şuurunu yitirmiş, gurur ve kibrine yenilmiş bir insandır… Veya, kazandıklarının ALTIN ve ELMAS olduğuna, ta başından beri inanmamıştır!?..
Ve hele ki;
İnanarak, hak dava yolunda her ne infak etti iseniz…
Mallarını Allah yolunda infak edenler, sonra infak ettikleri şeyin ardından başa kakmayan ve eziyet vermeye kalkışmayanların ecirleri Rableri katındadır, onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır. (Bakara:262)
Hal böyleyse zaten Hz. Allah kefildir, yetmiyor mu!?
Fakaaat;
Yok eğer bunca sene gayret ve infak bir dünyalık yatırım için ise ve hatta, ulan ya tutarsa diye, bir imandan ziyade bir ihtimale basılmış ve heba olmuş görülen onca kupon olarak görülüyor ise….
O zaman da:
Ey iman edenler! -İnsanlara gösteriş için malını harcayan, Allah’a ve ahiret gününe inanmayan kimse gibi- başa kakmak ve incitip eziyette bulunmak suretiyle sadaka ve hayırlarınızı boşa çıkarmayın. Çünkü onun bu gösterişinin misali, üzerinde az bir toprak bulunan (ve tohum atılan) bir kayanın haline benzer ki, ona şiddetli bir yağmur (düşünce veya hafif bir rüzgâr) isabet edince, üzerindeki toprağı silip süpürüp kendisini katı bir taş halinde bırakır. Onlar (gösteriş için hayır ve hizmet yapanlar, işte böyle riyakârlıkla) emek harcayıp kazandıkları hiçbir şeyi elde tutmaya kâdir olamazlar. Allah kâfirler topluluğunu hidayete ulaştırmayacaktır. (Bakara: 264)
İkazlarının ciddiyetini anlamak ve korkmak lazımdır…
Bir haklı ve doğru tespit ise Münafıklar veya Münafıklaşmış kimseler hakkındadır ki onlar:
Konuştuğunda sözüne yalan katar, vaatte ve ahitte bulunduğunda hulfedip sözünde durmaz, emin ve güvenilir sanıldığında hıyanete kalkar, ve en fenası ise; biriyle arası bozulup, hasımlaştığında; onda bulunmayan kötülüklerle, isnat ve iftiraya başlar!..
Yel kayadan ancak bir zerre toz alırmış…
Kişi neden bu huyları takınır da bu işleri işler peki ?
İşte hikmeti:
… Gerçekten, uydurulmuş bir yalanla ve ağır (zina iftirasıyla yanınıza) gelenler, kendi içinizden (zahiren sizinle birlikte hareket eden münafık) bir ekiptir; (ama) siz onu (iftira olayını) kendiniz için (kötü) bir şer saymayın, aksine o (sonuçları itibariyle) sizin için bir hayırdır. (Çünkü bu tavırları, münafıkların tanınmasına ve ayrışmasına vesile olacaktır.) Onlardan her bir kişi kazandığı günahın cezasını çekecektir. Onlardan (iftiranın) büyüğünü yüklenen (o çirkin yalanı uyduruveren) ise daha ağır bir azabı hak etmiştir. (Nur: 11)
İşte ahiret yurdu; Biz onu, yeryüzünde (Allah’a iman ve itaat davetine karşı) büyüklenmeyenlere ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere (armağan) kılarız. Ve (güzel) sonuç (elbette) takva sahiplerinin olacaktır. (Kasas:83)
Vel akibetü lil müttakin.
Dünyada sürekli sınav halindeyiz ve son nefesimizi vermemizin ardından mezuniyet törenimiz yapılacak. Burası hayat okulu. Dünyalık ihtiyaçlarımız için küçük yaşta her birimiz okula başladık, yıllarca sabahın köründe kalkıp okula gittik. Yeri geldi uykumuzdan çaldık yeri geldi oyunumuzdan. Öğretmenlerimizin eğitimiyle bu günlere geldik. Bilmeden başladık, sabrettik, azmettik, öğrendik. Öğrenmenin sonu yok, daima öğreneceğiz… Bu süreçte yeri geldi öğretmenlerimizden azar da işittik, cetvel de yedik. Ama ben, öğretmeni azarladı diye eğitiminden vazgeçeni hiç görmedim. Dünyadaki nimetler için sabır ve azim gösterdiğimiz kadar, ahiretimiz için göstermiyorsak; kendimize dönüp neyi ön planda tutuğumuza bir bakmamız gerekir. Zahmetsiz rahmetin olmadığını okul hayatımızdan biliriz biz. Bu manevi okulda gönül yorgunluğu verecek olanlar bir daha düşünsünler. Zira Üstadımıza yapılan hadsizlik, bu davanın sahibine itimatsızlıktır ve diğer tüm kardeşlere de saygısızlıktır. Rabbim emeklerimizi zayi etmesin. Bizleri de bu şekilde kimsenin gönlüne yük etmesin inşallah. Amin.
Üstadımız Ahmet Akgül Hocamıza Sadakat Şerefimizdir.
Yalnız Yüce Allah’ın rızasını kazanmak için, Kur’an ve Sünnet yolundan hiç ayrılmadan, konferansları, sohbetleri, şiir ve yazılarıyla;
Siyonist zalimlere ve işbirlikçilere kılıç ve balyoz, cahil ve gafillere cımbız ve iğne, mü’minlere ve Milli Çözümcülere ise ilaç ve merhem olmuş; ülkemizin ve dünyanın Efsane Başbakanı Rahmetli Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın en özel talebesi ve takipçisi olan Ahmet Akgül Hocamız bilge ve yiğit bir şahsiyettir. Herkes bunu böyle bilsin.
Hak hâkim olsun ve halk huzur bulsun diye; en büyük ibadet Cihat ibadetinin nasıl yapılacağını bizlere öğreten ve aşılayan Ahmet Hocamızdır.
Allah’ın vadettiği, Peygamber Efendimizin müjdelediği, Erbakan Hocamızın altyapısını hazırladığı; bugün yeryüzünde insanlığın huzur bulacağı Adil bir Düzen’in Milli Çözümün eliyle kurulacağına inanıp arzulayan, Allah’tan başka hiç kimseden korkmayan ve yardım beklemeyen, Kur’an’dan ve Sünnet’ten beslenen ve bu uğurda 7/24 devamlı çalışan tek Ahmet Akgül Hocamız ve Onun yetiştirdiği ve eğittiği Milli Çözüm ekibi kalmıştır.
Yeryüzünde bugün şeytanın en mükemmel düzeni olan Siyonist sistemin çökmesi ve Kuduz İsrail’in yok edilmesi için takatımızın sonuna kadar, yani nefesimizin bittiği ana kadar Ahmet Hocamızın bir neferi olarak gayret edip mücadelemizi sürdürmeliyiz.
Bu yolda mücadele ederken yaşayacağımız darlık, sıkıntı ve zorluklardan hiç korkmamalı ve yılmamalıyız. Yaptığımız cihadda önümüze çıkan bu engeller bizim ecrimizi-puanımızı arttırmak içindir. Bunun sonucunda başarı ve kazanç Allah’ın elinde ve yardımıyla gerçekleşecektir. Bize düşen itaat, sadakat, sabır, gayret ve dirayettir.
Biz Milli Çözümcülere düşen görev; sütü bozukluk yapmamak, ihanete kalkışmamak… Zoru görünce veya cazip makam ve menfaatler vaat edilince kaytarıp kaçmamak… Ve hakaret edip iftira atanlara karşı dik durarak gerekli cevapları vermeliyiz.
Bu zorlu ve sıkıntılı süreçte; artık herkes bu yaşananlardan dersini almalı, hatalı düşünce ve davranışlarını bırakmalı ve bu duruma bir son vermeli. Her bir Milli Çözümcü; Ahmet Hocamızın talimatlarına harfiyen yerine getirmeli, Ondan özür dileyerek bize verdiği görevlerimize dönmeliyiz. Bu nedenle her bir kardeşimiz, iki rekat kendi hataları ve yapmaması gereken yanlışları için, iki rekat da kafaları karışmış olan ve bir çıkış yolu arayan kardeşlerimizin bu imtihanı başarıyla atlatması için namaz kılıp, salih ve halis bir dua ile kutlu yolumuza devam etmeliyiz.
Biz Milli Çözümcüler; ya Rabbi Senin Milli Çözüm’ün kapısında Kıtmir gibi bekler, bekçilik ederiz. Milli Çözüm’deki gayretlerimiz ve çalışmalarımız tek Senin rızanı ve hoşnutluğunu kazanmak içindir. Bize verdiğin bu nimet ve faziletlere nankörlük etmekten, isyan ve günah işleyip zalimlerden olmaktan Sana sığınırız.
Ya Rabbi, bizleri yıllardır Milli Çözüm’de hizmet edip, emeği boşa gidenlerden eyleme. Çok hatalar, kusurlar işledik, günahlarımız çoktur, tövbe ya Rabbi. Önümüze serdiğin fırsatları değerlendiremedik. Senden, Ahmet Akgül Hocamızdan ve Milli Çözümcü kardeşlerimizden özür diliyoruz. Allah’ım Senden yine Sana sığınırız, bizi affet, bağışla. Bizleri ve ailelerimizi Milli Çözüm’den ayrılmamıza, ayağımızın kaymasına müsaade etme, amin…
“Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra, bir daha kalplerimizi caydırma (ayaklarımızı kaydırma), bize katından rahmet ve inayet bağışla. Şüphesiz, bağışı en çok olan Sensin Sen.” (Âl-i İmrân: 8) [(https://www.mealikerim.com/ Yüce Kur’an’ın Manası ve Mesajı (Türkçe Meal-i Kerim. Yorumlayan; Üstad Ahmet Akgül. Hazırlayan: Abdullah Akgül)]
Kovulmuş şeytanın ve onu aratmayacak nefsimin şerrinden Rabbim’e sığınarak, Erbakan Hocamın himmetlerini umarak yorumuma başlıyorum…
Fitne öyle bir ateş ki, sanki baştan aşağı bedenim benzinle yıkanıp, yanmakta olan bir ormanın içinde yürüyorum. Her an ateş üzerime değerse korkusuyla yaşıyorum.
Sözlerime bir soruyla başlamak istiyorum: BİZ BU DAVAYA NEDEN GİRDİK?
Herkesin hikâyesi başkadır ve özeldir elbette lakin, kendi açımdan kısaca anlatmak isterim.
Lise çağlarında çok farklı görüş ve inançların, hatta inançsızlığın, her cemaatten tarikatten bir öğrencinin içinde bulunduğu bir sınıfta okudum. Bu süreçte hepsini çeşitli felsefe derslerinde dinledim, dinledim, dinledim… Her biri amacının Allah’ın rızası olduğunu, her biri görüşlerinin Kur’an’ın emri olduğunu söylerken hepsinin de birbirine bu denli zıt ve bir noktada kendi çıkar ve menfaatlerine din anlayışlarını bulandırmış olmaları oldukça dikkat çekiciydi.
Bir bir gezdim, doğru olan kalıp neyse ona bürüneyim de, “Müslümanım” iddiam sözde kalmasın diye…
Dikkatimi en çok çeken şey, dinin kaynağı nedir dediğimde, cevap olarak ya şeyhlerini, ya atalarını, ya evvelki alimlerin sözlerini göstermeleriydi. Kur’an’ın ve sünnetin sadece adı ve lafzı vardı lakin manasından binlerce kilometre uzaktalardı.
Elhamdülillah bir şekilde bu dava ile tanıştırıldım. İlk Milli Çözüm yazımı okuduğumda ise gördüm ki, Kur’an ayetlerini ve sünneti tıpkı bir projektör gibi hayatımıza yansıtıyor… Hem kendi şahsi hayatımızda hem de ülkelerin milletlerin hayatlarında öncekilerle hep ortak bir boya var: Sıbğatullah. Hem silsile hem tekerrür eden bir yapı var. Hiçbir zaman ve şartta değişmeyen bir HAK var. Bakın bu yaptığım tanım dahi yine Milli Çözüm’den öğrendiğim orijinal bir tanımdır. İşte o zaman belli bir döngüde olmanın, şu dünya hayatının bir yönü rotası hedefi olmasının huzurunu yaşadım. Zira düşünün, dünyada türlü zevklere zenginliklere sahip insanlar dahi intihar edebiliyorsa, bunun en büyük sebebi ne yöne ne amaçla gittiğini bilmedikleri bir gemide olduklarını düşünmeleridir.
Fakat Milli Çözüm ile öğrendik ki, asırlar boyu hep Hak ve bâtılın mücadelesi vardır, bununla eş zamanlı olarak kendi şahsımızda da bir nefis mücadelesi vardır. İnsanın şu dünyada amacı ise, Hak’kın galebe olduğu asırda da olsa, bâtılın galebe olduğu asırda da olsa hep Hak’tan yana olmak ve bunun tesisi veya devamı için çalışmaktır.
Diğer her şey, bakın, her şey diyorum. İbadetler de dahil. Hatta Adil Düzen de dahil. Hep bu mücadelede insanı desteklemek, dünya için yaşayanı dünyada, ahiret için yaşayanı hem dünya hem ahirette insanca yaşatmak içindir. Zira yine Üstadımızdan öğrendik ki; insan İslam için değil, İslam insan içindir.
Milli Çözüm’den öğrendiğimiz bir diğer çok mühim şey; içtihadın manası gerekliliği ve içtihat üzerinden içtihat yapılmayacağıdır. Kimileri içtihat diye bidatlar yayarken kimileriyse toptan içtihat kapısını kapatıp çağa gözlerini kaparken… Milli Çözüm ise içtihadın anlamını şartlarını esaslarını ortaya koymuş ve kanayan bir yaraya merhem olmuştur.
Yine Milli Çözüm’den öğrendiğimiz bir hakikat; Kur’an her asrın ihtiyacı olan genel kaideleri barındırır. Kimileri Kur’an’ı fıkıh kitabı, kimileri zikir kitabı, kimileri ilahi kitabına çevirirken, hatta kimileri de güya Kur’an’ı sünneti inkâra bahane yaparken… Milli Çözüm’ün yine en dengeli, doğru, doyurucu olanı, hakikati bize öğretmesi i, bizi Allah bilir nice itikadi imani sapıklıktan korumuştur.
Milli Çözüm’ün hayırlı hizmetlerinden bazılarını daha sayayım. Cihadın ilmihali, okul kitapları, yüzlerce kitap, Adil Düzen Projeleri hazırlamak… Yıllarca yanlış yorumlanan çevirilen birçok ayeti yine en doğru biçimde açıklamak ve bugüne bakan yönünü anlatmak… Siyasette yaşanan sinsi oyunları, gerçek niyet ve amaçları ortaya dökmek… Hayat boyu karşılaşacağımız durumların, insanların Kur’an’a göre hangi sınavlar ve hangi paradigmalar olduğunu göstermek… Gururlu demiyorum, onurlu, duruş sahibi bir hayatın formüllerinden tutun da fiziksel sağlığımız için dahi en acil reçeteleri sunmak…
Bakın, sabaha kadar sayarım, yine de eksik sayarım… Milli Çözüm’ün=Ahmet Akgül Hocamızın bizlere kattıkları, bizleri çiçek çiçek dolaşmaktan kurtarıp hazır balı önümüze koymaları asla inkâr edilemez bir gerçektir…
Bazıları ne yazık ki; Milli Çözüm’ün dışında bir Milli Görüş varolduğunun yanılgısına düşmektedir. Üstadımız bir sohbetlerinde “Milli Çözüm Milli Görüş’ün billurlaşmış halidir” demişlerdi. Ne demek billurlaşma? Elcevap: Yoğunlaşmak, seçikleşmek, açıklık kazanmak… Hal böyleyken, elinde elmas varken, kömür kömür gezmek niye?..
Kaldı ki, Milli Çözüm’le yeni tanıştığım sıralarda, şuanki bazı Milli Görüş dernek ve kuruluşlarına gittiğimde Erbakan Hocamızın adının dahi geçirilmediğine, cihadın asıl manasıyla anlatılmadığına defalarca şahit olmuştum… Şuan Milli Çözüm’den ayrılıp buralara gidenlerin dahi bahsettiğim gibi onlarca olaya şahitliklerini bizzat kendi ağızlarından dinlemiştim…
Elbette cüruflar ayıklanacak, elbette asırlar önceki dava önderleri erleri ne yaşadıysa aynen yaşanacak. Erbakan Hocamıza atılan iftiralar da aynen yaşanacak, yaşanıyor. Sünnetullah böyledir.
Lakin şunu da unutmayalım ki, tek bir kardeşimizin ayağının kaymasına zerre miktar sevinç geçiyorsa içimizden, biz kayanlardan daha beter hallere düşmüşüz de haberimiz yoktur!
Allah aynı anda, binlerce hikmetiyle imtihan içinde imtihan yaratır. Ayağı kayanı da imtihan eder, geride kalanların hallerini de…
Peki ne oldu? Ne değişti? Milli Çözüm, Üstadımız yukarıda saydığım hiçbir hayırlı hizmetinden vazgeçmediğine, 50 yıl önceki açıdan milim sapmadığına, dönmediğine göre… Ne değişti? Milli Çözüm’e girme ve burada bulunma nedenimiz bu hakikatler ise, ki hakikatler zerre değişmediğine göre, asıl nedenimiz neydi? Üstadımız mı değişti? Velev ki isnat edilenler davamızda Üstadımızda bulunuyorsa bunca yıl susmak dilsiz şeytanlık değil miydi? Kem alatla kemalât olunmadığını bile bile, gayemiz ahiret, Hak idiyse fitne ve iftirayı, kulisçilik yapmayı yöntem seçmek niyeydi?
Üstadımızın bu uyarılarından yazdıklarından rahatsız olanlar; hakkın stratejisi gizli lakin söylemi açıktır bilmez misiniz? Bâtıl ise hep kapalı kapılar ardından arkadan iş çevirmeye çalışır. Üstelik Üstadımızın bu sert uyarı metodu bizzat Kur’an’ı Kerim’in metodudur. Rabbimiz Efendimiz’in eşlerini ayetlerinde sert bir biçimde uyarır. Bizler hâlâ okur ve şahit oluruz. Ümmeti ilgilendiren durumlarda, “kusur örtülmeliydi, ifşa edilmemeliydi” vb itirazlar zaten bizzat Kur’an’a terstir. Elbette şahsi kusurlar örtülür ki yıllardır nice şahsi kusurlarımız Üstadımız tarafından örtülmüştür lakin ümmetin davasına ve liderine iftira ve ihanet edip sonra da örtülmesini beklemek iki yüzlülüktür.
Nefsin türlü sebepleri bahaneleri vardır elbet lakin, nimet insanın elinden birden alınmaz… İnsanda önce gaflet ve nisyan başlar. Bu davaya, bu hakikatlere ihtiyaç ve iştiyak azalır, muhabbet ve hayranlık biter. Sonra nefis kusur arar, bulamasa dahi uydurur. Ve nihayetinde insanı zelil, ziyan ve nankör eder. O halde şu son düzlükte bu hakikatlere daha çok sarılıp; daha çok, daha dikkatli, daha ihtiyaç ve iştiyak halinde okumalarımıza görevlerimize devam etmeliyiz. Fitne çağında helakten, tufandan bizi koruyacak olan Nuh’un gemisinin Milli Çözüm olduğunu asla unutmamalıyız.
Selam ve dua ile…
Çok Kıymetli Hocam,
Bizleri sabrınız, sevginiz ve şefkatinizle emek emek işleyip manen olgunlaştırdığınız için size minnettarız.
Her bir nasihatiniz bizlere yön, her bir eseriniz ise rehber olmuştur.
Bugün Hakkı-Batıldan, doğruyu-yanlıştan,yararlıyı- zararlıdan ,mü’mini- münafıktan ayırabiliyor, güvenle bir yolda yürüyebiliyorsak, bu sizin şefkatli ellerinizin emeği ve yıllarınızı vererek bizlere kazandırdığınız o kıymetli eserleriniz sayesindedir. Bizlere ahiretimiz için en iyi yatırım yapmamıza her zaman vesile oluyorsunuz. Sizden gelen her bir uyarı bizler için bir ikramdır. Rabbim bizleri kusurlarını görebilen, nefsine karşı uyanık olan, dostça nasihati nimet bilen ve hatasında ısrar etmeyen kullarından eylesin. Her zaman duamızda ve teşekkürlerimizdesiniz. Allah sizden razı olsun.
Enaniyet yaptın, “BAŞ”lık tasladın
Allah’ın gözünden, kaçar mı sandın!..
Allah’ım sen bizi koru. Manevi hastalıklarımızdan bizi kurtar. İmanımıza leke bulaştırmamıza izin verme yarabbi…
KİBİR ve İFTİRA
Başlık taslayarak bencilce kibirlenerek, Üstadımızın verdiği en değerli hazine; iman ve İslam hakikatini elinin tersiyle itip, gerçekte boş hayal ve ümitlere kapılan. Bunca uyarı ve ikazlara rağmen durmayan. Üstadımızın bu kadar sabır ve merhametli olması, hatta bunca gayret ve emeğin, yıllardır süren mesainin, heder olmaması hatırına, müsamahasını bile anlayamayarak Üstadımıza mesnetsiz iftiralar atmak nedir!? Başata Kuranda olmak üzere tarihimizde bu işin çok acı örnekleri vardır! Bu son ikaza duyarsız kalmayalım inşaAllah!..
Allah’ım bunca emekleri gayretleri boşa giderme! Hatasız kusursuz değiliz.. Beşeriz aciziz ne olur bizleri bağışla.. Nasuh bir tevbe inşaAllah kurtarır bizleri.. Allah’ım bizlere imanla, istikametle, sadakatle bereketli bir ömür ve akıbet nasib eyle.. Amin
Üstadımızın şiirlerinden iki dörtlük;
Yazık olur sana, bunca emeğe
Tilkiye yüklersin, bütün sermaye
Şuurla huzurla, “Allah…” demeye
Başlarsın; İlahi, nusrete düşsen…
Dost ilacı söyler, amma acıdır
Vesvese ve kuşku, ruhta sancıdır
Muti;muttaki kul, başlar tacıdır
Rabbinin lütfuyla, rahmete düşsen…
https://www.millicozum.com/mc/2020/haziran-2020/milli-cozume-iftira-eden-birilerine-kurtul-be-kardes-siir/
Hz. Ali “Bana bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olurum” buyurmuş. İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah’a şükredemez. Şükür ise Kur’an’da nankörlüğün zıttı olarak zikredilmektedir. Üstadımızın 100 kitabı, asrın idrakine uygun Meal-i Kerim’i, yazıları, şiirleri, konferansları ile bizlere ve tüm insanlığa olan katkıları işte ortadadır. Yahu hiç değilse akp’li olmadık ya… Üstadımızın sert ve net tavırlarını bahane ederek bunca emeği hiçe satmak hiç akla, vicdana sığar mı?!.. Ümmetin yükü omuzlarında olan, gece-gündüz, yakın-uzak demeden canla başla Siyonist odaklara, işbirlikçi kiralıklara, din istismarcılarına karşı Kur’an kaynaklı, akıl, bilim ve vicdan dayanaklı mücadele veren bir kutlu şahsiyetin, bu kadar net ve biraz da sert olması doğal sayılır.
Enaniyet yapıp “BAŞ”lık taslayan ve iftiralara yönelen kişilerin acı sonu ise açık ve net olarak bizlere hatırlatılıyor. Akıllıca olan, hataların neresinden olursa olsun dönmektir. Üstadımız, iftira atanların yanlışlarını anlamaları için şefkatle yaklaşmış ve onlara fırsat tanımıştır ve uçurumdan beri dönmeleri için duacı olmuşlardır. Hata yapmak insana mahsustur ve hatadan dönmek de bir erdemdir. İş işten geçmeden tevbe-i nasuh ile yanlışlardan dönülmelidir.
Tebbet suresinde İHTAR !
Allah’a, Resulüne, manevi değerlere saldıranlar…
Mukaddesata, ulvi değerlere, Peygamberlere, Hakk dostlarına dil uzatan nâdanlar;
Onların yücelik ve şerefine asla halel getiremezler.
Bu hareketleriyle ancak kendi hüsranlarını artırmış olurlar.
Böyle durumlarda mü’minler, o zalimlere karşı Allah için buğzun tabii bir gereği olan tavırların tamamını sergilemekle yükümlü ve sorumludurlar.
Bu suretle, İslam’ın şahsiyet ve vakarını korumak hususunda gayretleriye imtihan olurlar.
İmanın kemâli; Allah’ı ve O’nun sevdiklerini sevmek, Allah ve Resulünün düşmanlarına kesinkes buğzetmek ve karşılarında olmaktır.
Bu iki yolun ortası yoktur.
Rabbimizin bedduasından Rabbimize sığınıyoruz.
Rabbimiz buyurdu ki:
“…Yeryüzünde dolaşın (ve tarihten ibret alın) da, sonra görün (bakalım) davetçileri yalanlayanlar nasıl bir akıbete uğramışlardır?” (En’am: 11)
Böylesi vahim iddia ve iftiralar karşısında yine yazıp yazıp siliyoruz dünden beri…
Hiçbir kuldan çekincemiz yoktur elhamdülillah fakat böylesi hassas bir konuda Aziz Üstadımızı daha fazla üzme ihtimalinden dolayı kendimize ait cümle kuramadık, çünkü yazmak istediğimiz, aklımızdan geçen her kelime topukkıran dikeni gibi sert olacak ve ne yazsak muhataplarına batacak cinsten… Ama sessiz kalmak da dilsiz şeytanlık olacağından, ve “iftiraya susan, kusanlardan alçak” konuma düşeceğinden dolayı…
Size daha önce de iftira edenlere karşı, Davasına ve Hocasına sadık kardeşlerimizin yorumlarından alıntı birer cümle ile iktifa edelim:
Aziz Üstadım!.. Muhterem Hocam!
“ŞAHİDİZ Kİ, HİÇ ŞÜPHESİZ VE ELBETTE; ALNINIZ AK, YÜZÜNÜZ PAK…
VE YİNE ŞAHİDİZ Kİ; SİZİN GÖNLÜNÜZÜ DAR EDİP DE İFLAH OLANI GÖRMEDİK.”
Rabbim bizi kat azlara!
Selam olsun Sadıklara… (Âmin.)
Elmas sandın kendini, çakıl taşı bile değildin…
Kendin yükseklere yerleştirme al ayağın altına kıymet değerin artsın…
Allah’ın sevdiği bir kuluna yanlış ve haksız ithamlarda bulunan kişi,
o yanlışları yaşamadan Allah O’nun canını almaz imiş,
siz kimsiniz ve kimi üzmektesiniz hala farkında değilsiniz…
Allah kulunun zannı üzerinde imiş…
İşte kulunda gerçek değeri ve kıymeti buradan anlaşılıyor…
Fırsat verir yuların uzatır, haşa sen kandırdım sanırsın,
siyonist şeytanla dans eden Adam sana kanar mı sandın…
Lidere yapılan iftira ve ithamlar karşısında İmtihan olan Biziz?
Nûr suresi 11. Ayette; Ayşe validemize atılan iftira için Allah; siz onu kendiniz için kötü bir şer sanmayın. Aksine o sonuçları itibariyle sizin için bir hayırdır. Çünkü bu tavırları, dava inancını yitirip sizle yol alamayacakların tanınmasına ve ayrışmasına vesile olacaktır.
12. ayette ise; Mü’minler uyarılmakta ve hayırlı bir zanda bulunup: “Bu, açıkça uydurulmuş iftira ve yalandır” deselerdi ya!.. (Böyle davranmaları gerekmez miydi?) diyerek, Allah; bu iftiraya inanan mü’minleri uyarmakta ve niye yalandır demediniz diye kınamaktadır.
13. ayette ise; (Bu asılsız ve kasıtlı ithamları ortaya atanlar) Şayet (haklı iseler, iddialarını ispatlamak için) buna karşı dört şahit getirselerdi ya… diyerek yine mü’minlere; biri liderinizle ilgili itham ve iftira edici bir şey söyleyince, yapmanız gereken şahitlerin kim diye sorgulamadan inanmamaktır niye inandınız diye sitem vardır.
14. ayette ise; “Eğer Allah’ın dünyada ve ahirette sizin üzerinizdeki (sonsuz) fazlu inayeti (afvu mağfireti) ve rahmeti olmasaydı, içine daldığınız dedikodudan (ve bu iftiralara sessiz ve tepkisiz kalmaktan) dolayı size büyük bir azap dokunuverirdi.” diyerek yine müminlerin bu olay karşısında tepkisiz kalmalarının cezasının büyük bir azabın dokunmasıdır ama Allah size öğüt vermek istediği için rahmet etmiş ve bağışlamıştır diye Allah yine mü’minleri uyarmaktadır.
15. ayette; bu itham karşısında mü’minlerin inanmamaları gerekirken, inanmış olmaları ve hakkında kesin belge ve bilgileri olmayan şeyi ağızlarıyla söyleyip yaymanın kolay ve basit bir şey olduğunu sanmalarıdır. Oysa bu yaptıkları Allah katında Hz. Resulüllah’ın ailesine hakarette bulunmaktır ve bu Allah katında çok büyük (bir vebaldir). diyerek yine bilgisi olmayan şeyleri boş boğazlık edip anlatmanın nasıl bir vebal olduğu konusunda yine mü’minler uyarılmıştır.
16. ayette yine mü’minler için; bu ithamlarda bulunanlara inanmak ve onları haklı görmek bize yakışmaz, bu apaçık bir iftiradır demeniz gerekmez miydi? diyerek yine mü’minlere yakışan tavrın ne olması gerektiği öğretilmekte ve aynı zamanda uyarılmaktadır.
17. ayet ise; “Eğer (gerçekten) iman edenlerden iseniz, bunun gibisine (Peygamberin namusuna, Hakk dava elçilerinin ve masum kişilerin onuruna yönelik asılsız iddialar karşısında tepkisizliğe) bir daha dönmemeniz için Allah size öğüt vermektedir.” diyerek, Üstadına-Liderine-Hocasına karşı isnat edilen bu gibi iddia ve ithamlar karşısında mü’min kişilerin nasıl tavır alacaklarını Allah öğüt olarak bildirmiştir. Yani ayetlerde; itham-iddia-iftira atanların akıbetlerinden çok asıl; “eğer mü’minseniz” diyerek mü’minlerin bu gibi durumlarda nasıl davranırlarsa mü’min sayılacakları anlatılmaktadır.
Yani;
bizler Üstadımıza ve inandığımız davamıza yapılan ithamlar karşısında bu ayetlere uygun tavır takınabildik mi?
Her birimiz ayrı ayrı takındığımız tavrımıza göre ayarımızı-ederimizi gördük mü?
Her birimiz bu yaşanan olay karşısında nasıl bir tavır almış olursak olalım,
17. ayette belirtildiği gibi buna benzer bir olay karşısında;
Bir daha Hakk dava elçilerinin ve masum kişilerin onuruna yönelik asılsız iddialar karşısında tepkisiz kalmayacağımıza ve yukarıdaki ayetlerin gereği gibi davranacağımıza söz verelim ve bunun için Allah dua edelim.
Bir hatırlatma olarak da;
Yusuf Suresi 98. ayetinde; “(Hz. Yakub ise şöyle) Demişti: ‘(Şimdilik değil; ama pişmanlıkta ve tevbekârlıkta samimi olduğunuzu görürsem) İleride sizin için Rabbimden bağışlanma dilerim. Çünkü O, Bağışlayandır, Esirgeyendir’ (cevabını vermişti).”
Anlayana sivri sinek saz… Anlamayana ise Milli Çözüm de az!..
Namertlik yakışmaz, mü’minler merttir
Dava ehli adil, açık ve nettir
Riya nifak bilmez, bu yüzden serttir
Dost gayretin boşa, saçar mı sandın!..
BU YOLUN DÖNÜŞÜ YOK.
Yaklaşık 50 yıl olmuş bu kervan yola çıkalı. Kimbilir neler gördü o gözler, neler duydu duydu o kulaklar, kim bilir ne anılar var bu kervanda ve kervanın başında bulunanda.
Ama biz çok iyi biliyoruz’ki bu yük çok ağır, bu yük çok önemli ve çok kutsal, bu kervana en başta katılıpta hiç sapmadan hiç şaşmadan devam edenler ne kutlu ne mutlu dava erleri, dava neferleridir. Biz biliriz’ki yükü Kuran , davası Adil Düzen, istikameti dünyada ve ahirette Zaferdir. Bu kutlu davanın lideri üç beş kerpiç tanesine, üç beş urba ve esvaba, nede üç beş kuruşa veya bol sıfırlı rakamlara ne tenezzül etmiş nede pirim vermiştir. Bulunduğu beldede ve bölgede hislerine ve emirlere inancına göre davranmış hiç bir dünya malına ne tamahı ve zaafı ne duyulmuş nede görülmüştür. Biz Elhamdülillah bildik ve inandıkki bu yol zor, bu yol yokuş, bu ahir zamanın en çok entrikanın iftiranın bol olduğu ve olacağı yegane yol ve davadır. Tenezzül ve teveccüh edenler ellerindekine bir baksınlar ne var ellerinde, ya güzel ülkemin küçücük bir ilçe veya beledesinde belediye başkanlığı adaylığı, yada haddini bilmeden Cumhur başkanlığı adaylığıdır.
İman ahir zamanda böylesine zor olacak ve insan avucunda tutamayacak. İnsan bir şeye uzanmadan önce bir boyuna sonrada cürmüne bakmalı elbette. İlim ve İman gibi en önemli konuya ise hiç bahse konu bile etmeye gerek yok.
Evet bu yol yokuş, her zaman uçurum ve yaarlarla dolu ya inandığın liderine davana sımsıkı turunursun, yada Allah muhafaza buyursun yuvarlanıp gider insan nefsinin peşinden. Akıllı inançlı İmanlı hiç bir insan bundan Sevinç veya mutluluk duymaz haşa sevinmez, her zaman kapısını açık merhametini sonsuz tutar. Amma gitmiş ise gidenden dolayı ne kervan yolda kalır nede geri döner, bu yolun geri dönüşü yok. Yunus Emre ve taptuk mevzusu biz bu kapının eşiğine başımızı koyduk, dünyada ve ahirette ya bizim diyecekler yada başımıza basıp geçecekler.
Amma biliyoruz bu kapı sonuna kadar pişman olana, nadim olana açık, ama gideceksende edeple gittiki, edeple dönmeye yüzün olsun.
MİLLİ ÇÖZÜM’ÜN TADINI TADAN, NEREYE GİDERSE GİTSİN BU TADIN SONSUZDA 0.00000000000000000000000……….00000001′ İNİ BİLE TADAMAZ!… KENDİSİNE ANCAK ZULMETMİŞ OLUR !… RABBİMİZ CÜMLEMİZİ BÖYLESİ BİR SONDAN MUHAFAZA BUYURSUN.
ERBAKAN’IN DEVAMI OLMANIN – KUR’AN’A ASRIMIZA TERCÜMAN OLMANIN GEREKTİRDİĞİ BU GİBİ DURUMLAR, REHBER ŞAHSİYETLERE SÜPRİZ BİR DURUM DEĞİLDİR!..
Tarih boyunca kalabalıkların değil, AZ’LAR olmuşlar Hakkın tâbileri… Rabbim bizleri de o AZ’lara katsın.. Milli Çözüm ve Şahsi Manevisi, Erbakan Hocanın devamı takipçisi ve talebesi olmanın gereklerini bihakkın yerine getirdiğine şahidiz. İspatı http://www.millicozum.com sitesindeki yazılar şiirler videolar ve yüz küsür tane kaleme alınmış ve büyük çoğunluğu da 2-3 ciltlik kitaplarıdır.. Aziz Erbakan Hocamızın her söylediği bir bir çıkmakta ve çıkmaya da devam etmektedir. Taaa 1980 yılında TRT ekranlarında o dönem canlı yayında ifade ettiği : “Bakın size kesinlikle ifade ediyorum ki: TÜRKİYE’NİN KURTULUŞU; Milli Çözüm’e inanan bir Cumhurbaşkanı’nın o makama oturması, Milli Çözüm’e inanan bir Hükümet’in kurulması ve yeni bir devrin başlamasıyla mümkündür!”
(TRT Basın Toplantısı, Yazarlar soruyor – Nisan 1980) ifadelerine, ERBAKAN’IN taraftarı talebesi takipçisi yolunun yolcusu olduğunu ifade eden bizlerin, Milli Çözüm’ün ve Şahsi Manevisinin Erbakan’ın en sadık talebesi ve takipçisi olduğuna dair yüzlerce örnek içinde sadece bu 1980 yılında Erbakan Hocamızın ifade ettiği altın sözüne hakkıyla iman etmenin gerektirdiği günlerdeyiz… Zaten, böylesi başta ülkemiz insanlığının kurtuluşu başta olmak üzere 8 milyar insanlık aleminin maddi manevi kurtuluşuna ADİL BİR DÜZEN projesinin hayata hakim kılınması uğrunda gayret ve çaba gösteren bir topluluğun içinde, kötü çirkin zararlı yanlış kirli düşüncelere sahip olanların olması anormal bir durumdur malum. Bu insanlığın kurtuluşu için, Erbakan Hocamız, kendi hedeflerini ve projelerini takip ve tatbik edecek Milli Çözüm Ekibinin Şahs-ı Manevisini, çok özel yöntemlerle yetiştirmiş ve 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde bunun müjdesini vermiştir. Öyleyse, kader; gayrete ve sağlam niyete âşıktır ve zafer kapıları, haklı ve hayırlı dönüşümlere kilitlenen cihad ve ümit ehline açılacağından, NİYETLERİMİZİ DÜŞÜNCELERİMİZİ HEDEFLERİMİZİ GAYELERİMİZİ TEMİZ TUTMANIN ALLAH’IN RIZASINA VE RIDVANINA KİLİTLENEN VE O UĞURDA ÇIRPINAN MİLLİ ÇÖZÜM’ÜN ŞAHSİ MANEVİSİNİ ÖRNEK ALMALI VE O NİSPETTE ÇIRPINMANIN GAYRETİNİ GÜTMELİYİZ. Çünkü 8 milyarlık insanlık aleminin kurtuluşuna sebep olmak böylesi bir gayretin sevabına ecrine karşılık gelecek başka bir iyilik cihat yok ve tüm peygamberlerin bu dönemde olmak için dualar ettiği ama sadece HZ. İSA Aleyhisselamın duasının kabul edildiği bu döneme kavuşmanın bedeli her türlü kirlilikten arınmış olmayı gerektirir… Rabbim Erbakan Hocanın devamı ve onun en Sadık Takipçisi Talebesi olan Milli Çözüm’e ve Şahs-i Manevisi’ne olan sadakatten ayırmasın, nankörlük ve hainlikten muhafaza etsin cümlemizi… Aziz Erbakan Hocamız 2010 yılında Numan Kurtulmuş sürecinde sadakatı tarif ederlerken şöyle buyurmuşlardı : SADAKAT : ” Sütü bozukluk yapmamaktır!..”
KIYMETLİMİZ; MİLLİ ÇÖZÜM’DÜR!..
Ve unutmayalım ki; böylesi bir hareketin içinde bulunurken kazandırıldığımız bilgi olsun, olgunlaşma olsun, görgü kültür ve terbiyemiz olsun, kazanılan stratejiler olsun, çevremizden saygı hürmet görme olsun, aklınıza gelen her ne tür iyilik güzellik doğruluk faydalılık ve adaletli olma öğretileri olsun bunları Milli Çözüm bizlere kazandırmıştır eğitim ve terbiye ile… Bu kazanımları kendi gayretimizle olduğuna inanıp şiirde de ifade edildiği gibi ” Enaniyet yaptın, “BAŞ”lık tasladın … Giderayak ifti-ralar atarsın… ” gibi çiğlikler yapıp Erbakan Hoca’nın devamı olan Milli Çözüm ruhundan ve topluluğundan ekibinden ayrı kaldığımız zaman aklımız başımıza gelir bir bakarız ki gittiğimiz yerde ne ruh ne heyecan ne hidayet ne feraset ne dirayet göremeyiz ve bize gösterilen saygı hürmet kıymet verme gibi hasletler meğerse Hakka- Milli Çözüm’e – Üstadımıza olan sevgimizden bağlılığımızdan ötürüymüş onu görür ve eyvahhhh deriz ama iş işten geçmiş olma ihtimali vardır. İş işten geçmeden tevbei nasuh ile yanlışımızdan dönmeliyiz eğer gecikirsek NİSA SURESİ 115. AYET (www.mealikerim.com/4/nisa/115 ) gereği geri dönmemiz zor hatta mümkün olmaz… Bu ruhtan ve topluluktan tam anlamıyla ayrılmadan son çağrı yapan Üstadımızın şiirle olsun veya başka yöntemlerle olsun ağır ama aklımızı başımıza getirecek o şefkatli merhametli uyarılarını, şeytanın vesveselerini nefsimizin o zararlı telkinlerini elimizin tersiyle itip YA ALLAH BİSMİLLAH deyip özür dileyip tevbei nasuh ederek himmetlerine sığınıp yeniden eskiki gayretlerimizi çabalarımızı fedakarlıklarımızı sollayıp artırarak bu dünya imtihanını kazanmak HALA ELİMİZDE… Hata yapmak insan olmamızın bir icabıdır. Şeytan en çok bu insanlığın kurtuluşuna vesile olan ekiple uğraşması kadar doğal bir durum yok… Hiç nefis yapmadan çünkü hatadan dönmek erdemdir prensibince yeniden Hakka teslim olmak en büyük duamızdır… Rabbim böylesi bir topluluktan ayrılmayı ve Üstadımıza iftira vb şeylerden cümlemizi muhafaza etsin. Amin.
Son olarak; Üstadımız neden meal okuyun yazıları şiirleri okuyup kafa yorup birkaç satır yorum yazın diye üzerimize tir tir titrediğini şimdi anlıyor muyuz?!! Davasını anlamayan davasının liderini tanıma kavrama anlama yaşama gayreti gütmeyenin zamanla iman pili – iman ümidi sönecek bitecek. İman bir fidan gibi devamlı sulanmazsa çürümeye yüz tutar. Çünkü ortalıkta şeytan cirit atmakta, o kadar çok şeytanın kuşatılmışlıklarına maruz kaldığımız hadiseler materyaller var ki kendimizi anca HAK İLE MEŞGUL EDEREK bu şeytanın oklarından muhafaza edebileceğimizi Üstadımız hepimizden çok iyi bildiği için üzerimize titremekte…
HADİSİ ŞERİF:
“Bir edepsizliğin cezası, bir hayrı işleyememektir.”
YA SEN NE SANDIN?
Üstadımız, Muhterem Hocamız;
Öncelikle, Aziz Erbakan Hocamızın hatırasına, programlarına ve manevi mirasına yönelik haksız itham ve iftiralara ne pahasına olursa olsun cevap verdiniz.
Siz, Kur’an-ı Azimişan’ın, Aleyhissalatu Vesselam’ın ve Aziz Hocamızın kutlu yolunda bizleri devamlı kılmak gayesiyle, sabahın işini öğlene bırakmayan bir disiplinle çalıştınız. Ömrünüzü, İslam’ı, Kur’an’ı ve davayı doğru tanıtmaya ve bu yolda en çetin mücadelelere girmeye adadınız.
“Fetullah Hoca Efendi” gibi ifadeler devletin en üst makamlarında yankılanırken, bu şer odağına karşı herkesten önce ilk çıktığı günden itibaren ciddiyetle, açıkça ve sonuna kadar mücadeleyi yürüten “Milli Çözüm” olarak tek hareket yalnızca Siz oldunuz. Ülkemiz adına bu şerefli hizmeti yürütmek, sizin önderliğiniz sayesinde bizlere de nasip oldu. Allah bizleri bu nimetin şükrünü eda edebilenlerden etsin, nankörlük etmekten de uzak eylesin…
Sizin cihadınız, şeytanı en çok öfkelendiren “zalim iktidarlara karşı gerçeği haykırmaktı” yani en büyük cihad sevabı barındırmaktaydı!
Kur’an’a, Resulullah’a ve Aziz Hocamızın programlarına en uygun olan ve sahip çıkılan bu davada, Erbakan’a kıtmir olmayı şeref addeden kutlu Liderimiz; yapmadığımız veya geciktirdiğimiz işlerden ve kusurlarımızdan dolayı ahiretimizi düşünerek bizi açık-kapalı sert-yumuşak her türlü uyarmaktan sakın vazgeçmeyin…
“Tevbenin aslı pişmanlıktır. Pişmanlık ise; yaptığı yanlışlık ve haksızlıklara hayıflanıp huzurunun bozulması ve hatasını telafi etme çabasıdır. Böyle samimi pişmanlık duyanların; sevinçleri kedere, güvenleri endişeye, gurur ve kibirleri alçakgönüllülüğe dönmüş olmalıdır. Bu tevbe ve pişmanlık ise, dünyalık makam ve çıkar kaybından değil, Allah’ın rızasından ve Hak davası yolundaki cihadından ayrı kalma kuşkusundan… Cennet ve rü’yetten mahrum kalıp cehenneme düşme korkusundan olmalıdır. Yoksa nefsi heveslerinden ve dünyevi hedeflerinden mahrum kalma endişesiyle gösterilen pişmanlık tevbekârlık değil, sahtekârlıktır. Hatta Cenab-ı Hakkın Zat’ını ve rızasını değil de, O’nun nimet ve faziletlerini yitirme korkusuyla pişmanlık duyanlar bile kınanmıştır.” [1]
[1] https://www.millicozum.com/mc/ozel-yazilar/hizmet-ve-gayret-ehlinin-amaci-allahin-rizasi-mi-dunyalik-kazanci-mi/
Aldırmadan, sağ soluna
Gir daim, mazlum koluna
Pek hevesle, Hak yoluna
Giren çok ya, varan azdır…
Ne oldum demeyelim
Ne olacağım diyelim…
Üstad Ahmet Akgül Hocamızı tanıdığım güne binlerce kez hamdolsun. Onu tanıyalı yirmi beş yıl oldu; bu yıllar boyunca, hocamızın bize gösterdiği yoldan yürümek gönlüme huzur, kalbime şuur, hayatıma bereket kattı.
Rabbime, davamıza ve Aziz Erbakan Hocamıza her geçen gün daha çok yakınlaştırdı.
Bize sadece iyiliği, hakikati ve hem dünya hem de ahiret saadetini kazandıracak yolu göstermekten, başta mazlumların ve bütün insanlığın kurtuluşu için, Aziz Erbakan Hocamızın projelerinin hayata geçirilmesi Adil bir Düzenin kurulmasından başka bir gayesi olmayan bu mübarek zata iftira etmekten, ona karşı atılan iftiraların karşısında susmaktan ve onu üzmekten Allah’a sığınırım.
Rabbim, hocamıza sağlık, afiyet ve uzun ömürler ihsan eylesin; bizleri de onun izinden gidenlerden eylesin. Âmin.
Tarih boyunca İslami hareketlerde şu iki şey affedilmemiştir:
1- Ayrı baş çekip ekip oluşturmak
2- Dünyalık hesaplar için kardeşlerini istismar etmek
Üstad Ahmet Akgül
Zuhruf 36
(Artık) Her kim Rahman’ın Zikrini (Kur’an-ı Kerim’i) görmezden gelir, (hükümlerinden ve haberlerinden yüz çevirip başka şeylere) yönelirse, Biz, (insan suretli bilgiç sanılan) bir şeytanı ona musallat kılarız, (üzerine kabuk gibi sardırıp bağlatırız ve onun kötü emellerine kendisini uşak yaparız.) Artık bu (şeytan), onun yakını (yoldaşı ve kaptanı)dır.
Zuhruf 37
Gerçekten bunlar (şeytanlaşmış insanlar), onları (kandırıp saptırdıkları insanları, Hakk) yoldan alıkoyup (bâtılın ve barbarlığın peşine takmaktadırlar). Bunlara (aldananlar) ise, (hâlâ) kendilerinin, gerçekten hidayete erdiklerini (en doğru ve hayırlı yönde yürüdüklerini) sanmaktadırlar.
Zuhruf 38
Sonunda o (şeytanlara ve şarlatanlara aldanan kişi, ahirette) Bize geldiği zaman (kendilerini kandırıp kullananlara): “Keşke benimle senin aranda iki Doğu (Doğu ile Batı) uzaklığı olsaydı. Meğer ne kötü yakın-dost(muşsun sen)” deyip (suçlayacak ve pişmanlık duyacaklardır).
Zuhruf 39
(Cenab-ı Hakk onlara: Bu söylenmeleriniz) Bugün size kesin olarak bir yarar sağlamayacaktır. Çünkü (bile bile) zulme saptınız (şeytani odakların peşine takıldınız). Şüphesiz (artık) azapta da ortaksınız!
Zuhruf 40
(Ey Nebim!) Öyleyse sağır olanlara Sen mi dinletip (gerçeği duyuracaksın), veya (kalp gözü) kör olan ve açıkça bir sapkınlık (ve Hakk’tan uzaklık) içinde bulunanı Sen mi hidayete kavuşturacaksın?
Zuhruf 41
Şayet Biz Seni (ölümle) alıp götürürsek (bile), elbette onlardan (yine) intikam alacağız.
Zuhruf 42
Ya da (henüz Sen hayatta iken) kendilerine va’ad ettiğimiz şeyi Sana gösterip (onları cezalandıracağız) ki, Biz gerçekten onlara karşı Muktedir durumdayız.
Zuhruf 43
Şu halde, Sana vahyedilene sımsıkı-tutun (Kur’an’a ciddiyet ve samimiyetle sarılıp Allah’a sığın); çünkü Sen dosdoğru bir yol üzerinde bulunmaktasın.
Ayna parlak, kara çehrededir
Yeter bozulmasın vicdan!..
Şükür ve şuuru olan insanların kaybettiğini hiç görmedim; hakikati nefsin heveslerine değişmeyen insanlardı onlar. Belki maddi külfetleri vardı, biraz da yorgundular; ama yüzleri hep gülerdi. O zaman anladım ki insan, huzuru ev–araba–makam gibi dış dünyanın sunduklarında aradığında yanılıyor; böyle bir arayış kalbi zayıf düşürüyor. Nimetler inkâr edilmez, ama kalbin direği onlara bağlanmaz.
İnsan, kendi kendini içeriden yeşertebilmeli; bunun için de doğru kaynaktan beslenmeli. Bizim yolumuzda bu kaynak, teslimiyetle cesaretin birleştiği bir mektep: Millî Çözüm ve üstadımız Ahmet Akgül. Bu, kör bir bağlılık değil; bilinçli bir bağlılık, edep ve emekle yürüyen bir mensubiyet demektir. Soru sormaktan, anlamaya çalışmaktan ve öğrendiğini hayata taşımaktan hicap duymayan bir duruş…
Zira ilmiyle övünen iblise, makamıyla övünen Firavun ile Hâmân’a, malıyla övünen Kârun’a, soyuyla övünen Ebû Leheb’e bakan şunu görür: Bize gösteriş değil, takva gerek. Takva; kibri söndürür, kalbi inceltir, başkasını yargılamaktan çok kendini terbiye etmeye çağırır. Gıybeti ve iftirayı terk eder, helal kazanca, adalete ve merhamete sarılır.
Bugün için payımıza düşen şudur: Şükürle başlamak, şuurla sürdürmek, takvayla tamamlanmaya çalışmak. Bir teşekkürü ulaştırmak, bir yanlışı düzeltmek, bir kırgınlığı onarmak… Yorgunluğumuzu bahane etmeden, samimiyet–sebat–sabır ile yürümek. Çünkü şükürle yürüyen yorulsa da tükenmez; şuurla yürüyen de çekinse bile geri durmaz. Huzur dışarıdan gelmez; içeride inşa edilir. Kalbin direğini sağlam tutanlar, dünyaya da hayra da daha faydalı olurlar.
ÜSTADIMIZIN MÜCADELESİNİ GÖREN, HOCAMIZDAKİ HİKMETİ GÖREN KİŞİNİN, KURANA TERCÜMAN OLDUĞUNU GÖREN, VE AZİZ ERBAKAN HOCAMIZIN GERÇEK TEK TAKİPÇİSİ OLDUĞUNUN FARKINA VARAN HER GECE 2 REKAT ŞÜKÜR NAMAZI KILMASI GEREKİR. ÇÜNKÜ BU EN BÜYÜK NİMETLERDENDİR.
“Görenedir görene, nasipsize ne çare?
Köre nedir, köre ne, bakar görmez biçare!”
Zuhruf 40
Ey Nebim!) Öyleyse sağır olanlara Sen mi dinletip (gerçeği duyuracaksın), veya (kalp gözü) kör olan ve açıkça bir sapkınlık (ve Hakk’tan uzaklık) içinde bulunanı Sen mi hidayete kavuşturacaksın?
https://www.mealikerim.com/43/zuhruf/40
RABBİM ÜSTADIMIZA LAYIK TALEBE OLMAYI NASİP EYLESİN, ÜSTADIMIZ ÖNCÜLÜĞÜNDE ADİL DÜZENİN KURAN KUTLU EKİBİN İÇERİSİNDE YER ALMAYI NASİP EYLESİN..AYAKLARIMIZI VE KALBİMİZİ SABİT KILSIN.
Yazık bunca verilen emeğe, harcanan senelere…
Hayretler içinde kalarak, gidişe değil gidenin haline üzülerek geçen bir döneme…
İslamlık dairesine girmeden henüz, insanlık dairesine sığmayacak bu sözlere
yine Üstadımızdan öğrendiğimiz hareketle; kötü fiile karşı duruyor ve hukuku yere atmaktan imtina etmelerini diliyorum.
Zalimin yüzüne karşı zulmü haykırdığı malum olan bir zata karşı takınılan tavırlara iyi niyetle yaklaşamıyor, içine düşülen bu sıkıntıdan sıyrılıp tevbe ile af yoluna girmelerini umuyorum.
Ne mutlu nefsinin ve şeytanın kuruntularını ayaklar altına alıp hatadan dönene, ne mutlu hak yolda sebat edene…
Binlerce kere tecrübe edilmiş hatalara düşmekte; gafletin bir bahane olmayacağını, dünya tarlasına ekilen ahiret tohumlarının fesada uğrayacağını bilerek; bir abimizin dediği gibi: “bir hata ya da günah işlediğimde ümidimi kesmek yerine Rabbime o hatamı affettirecek bir fiil işleyebilmek için dua ederim” düsturuna uygun hareket etmenin yolunun açılmasını diliyorum.