YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
68cc979ca56d6
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 7 4 4
Bugün : 563
Dün : 42942
Bu ay : 820073
Geçen ay : 1415082
Toplam : 42496445
IP'niz : 216.73.216.163

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

YURTTA; KAOS VE KUTUPLAŞMA,

DÜNYADA; DIŞLANMA VE KUŞATILMA YAŞANMAKTAYDI!

          

Hatırlayınız; İngiltere’nin önde gelen gazetelerinden Financial Times, “Türkiye’de Anayasa Mahkemesi’nin Twitter’a erişim engelinin kaldırılmasına yönelik kararıyla hükümete darbe yapıldığını ve Recep Erdoğan’ın hesaba katılmadığını” yazıyordu. (05 Nisan 2014) Mahkemenin kararı Financial Times’ın ilk baskısına yetişmediğinden, bu gelişme, gazetenin internet sitesinde duyuruluyordu. Financial Times bu haberi: “Türkiye’nin en yüksek mahkemesi Twitter yasağını bozdu” şeklinde veriyor, gazetenin İstanbul’daki Türkiye muhabiri Daniel Dombey, “Anayasa Mahkemesi’nin Twitter’a erişim engelini ifade özgürlüğünün ihlali olarak değerlendirdiğini belirtiyordu.

Demokrasi raconu:

Ve artık, matematiksel rakamlarla Tayyip Erdoğan’ın demokratik bir garantisi de bulunmuyordu. Çünkü: Tayyip Erdoğan (AKP), 2011’de 21 milyon oy almış, 30 Mart 2014’te 19,5 milyonda kalmıştı. Cumhurbaşkanı seçilebilmesi için -ilk turda- 22 milyon 323 bin oy gerekiyordu, bu 2 milyon 900 bin (yaklaşık 3 milyon) oya ihtiyacı olduğunu gösteriyordu. MHP, 2011’de 5 milyon 575 bin iken, 30 Mart’ta 7 milyon 875 bin yani 2 milyon 300 bin net artış elde ediyordu. BDP-HDP toplamı ise 2011 ve 30 Mart’ta oran olarak aynı kalıyor ve 30 Mart’ta 2 milyon 952 bin çıkıyordu. (Aşağı yukarı 3 milyon) Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı hesaplarında Saadet Partisi’nin 1 milyon 248 bin ve BDP’nin de 713 bin kadar oylarını da elbette hesaba katmak gerekiyordu. Bu net ve aritmetik tabloya bakarak, 30 Mart’ın Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığının kesin olduğunu söylemek mümkün olmuyordu.

Ekonomi Balonu:

AKP sayesinde ülkemizdeki bütün bankaların ve başta otomotiv, büyük fabrika ve yatırımların %70’i yabancıların eline geçiyordu. 30 Mart seçimlerinin hemen ardından açıklanan Türkiye’nin 2013 yılı dış borç verileri de ekonomide tehlike sinyalleri veriyordu. AKP 2002’de iktidara geldiğinde, Türkiye’nin dış borcu 129 milyar dolardı. Ama 2014’te, Türkiye’nin dış borcu 600 milyar doları aşmış bulunuyordu. Türkiye’nin dış borcu AKP döneminde tam 470 milyar dolar artıyordu. AKP döneminde 12 yılda Türkiye’nin dış borcu yüzde 500 katlanıyordu. Yani “IMF’den kurtulduk!” edebiyatı ile halkımız aldatılıyordu. 15 Şubat 2022’de ise dış borç toplamı 1,5 trilyon doları buluyordu.

O süreçte Zaman yazarı Yahudi asıllı Hristiyan Joost Lagendijk Atatürk’ün ‘Yurtta sulh cihanda sulh’ sözüne benzeterek Today’s Zaman’daki yazısına: ‘Yurtta kutuplaşma, cihanda tecrit’ başlığını atıyordu. Joost Lagendijk, yıllarca Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanlığı yapıyor, Türkiye’ye AB yolunun açılması için yaptığı mücadeleyle tanınıyordu. Avrupa Parlamentosu’ndaki görevini bıraktıktan sonra Türkiye’de evleniyor ve ülkemizde yaşamaya başlıyordu ve işte o yazısının sonu, şu satırlarla noktalanıyordu: (Başbakan’ın tavrı yüzünden) Türkiye’nin uğradığı “… O siyasi tecrit yakında ekonomiye de yansıyacak. Toplumdaki istikrarsızlığın ve hukukun üstünlüğüne saygısızlığın sonucu olarak sadece yabancı yatırımlar azalmakla kalmayacak, Türkiye ‘orta gelir tuzağı’nda kalmış olacak. Çünkü, enformasyon ve iletişim teknolojisine, eğitime, insan sermayesi ve güçlü kurumlara yatırım yapmak yerine, mevcut liderlik sosyal medya ile savaş yürütüyor, en iyi dershaneleri kapatıyor ve bağımsız mali denetçileri zayıflatıyor. Bütün siyasi ve ekonomik fırsatların, bunları artık umursamayan bir politikacı tarafından heba edildiğini ve ismini ebedileştirmek için giriştiği kişisel çabanın ülkesini bir çıkmaz sokağa götürdüğünü, görmek hazin.”

Yani Amerika’nın ve Vatikan’ın provokatör ajanlığını yapan Fetullahçılar tarafından, kanatları altında palazlandıkları Erdoğan hükümetinin yanlış icraatları bahanesiyle aslında Devletimize yönelik bir hıyanet kalkışmasının temel taşları döşeniyordu. Ama maalesef bu yöndeki uyarılarımızdan dolayı iktidar bizimle (Milli Çözüm’le) uğraşıyordu.

Cemaatin TV’sine “Hükümet Komplosu” iddiası!

2014 seçimleri öncesinde ve sonrasında cemaate yönelik operasyon yapılacağı yönündeki iddialar konuşulurken cemaatin yayın organı olan Samanyolu grubu tarafından şaşırtıcı bir iddia ortaya atılıyordu.

İddiaya göre, hükümete yakın bazı gruplar, Samanyolu Yayın Grubu’ndaki bir çalışan ile işbirliği yapıyor ve bu kişinin itirafları sonucu olay ortaya çıkıyordu. İddiaya göre bu kişi tehdit edildiğini ve bazı suç unsuru dosyaları Samanyolu çalışanlarının bilgisayarlarına zorla yüklediğini anlatıyordu. “GSM numarama kadar bilgilerimi benimle paylaştılar. “Bizim böyle bir gücümüz var. Yani istediğimiz bilgileri elde ederiz” diye korkuttular. Ardından “cemaatin piramit yapılanmasıyla ilgili dosyalarda değişiklik yaptırdılar” diyen STV çalışanı, yoksa paralel yapıyı zor durumda bırakacak belgeleri, yine hükümetin baskısıyla hazırlanmış gibi göstermeye mi çalışıyordu?

ABD’nin dünyayı sarsan itirafları!

Beyaz Saray, Küba’da ayaklanma çıkarmak için tasarlandığı iddia edilen ve ‘Küba Twitter’ı’ olarak anılan kısa mesaj servisinin arkasında bir Amerikan yardım örgütünün olduğunu sonunda kabul ediyordu. ABD yönetimi, Küba’daki komünist hükümeti yıkmak için “Twitter benzeri” bir sosyal paylaşım ağı kurulmasını savunuyor ve Beyaz Saray onayı gerektirmeyen gizli programın, Kongre’nin verdiği “yetkiyle” düzenlendiğini açıklıyordu. Uygulamanın tam olarak neyi hedeflediği, gizlilik derecesi ve nasıl yürütülüp yönetildiği konusundaki sorulara yanıt aranıyordu. Associated Press ajansına göre ZunZuneo adlı servis, internete erişimin kısıtlı olduğu dönemde 40 binden fazla kullanıcıya erişiyordu. Yarın Türkiye’deki paralel yapının da, aynı teknik ve tertiplerle çalıştırıldığı saptanırsa, kimsenin şaşmaması gerekiyordu.

İktidar uçakta cemaatçi avı başlatmıştı!

Emniyetteki görevden almaların en sıra dışı olanı yaşanıyor, İsrail’de özel göreve giden 4 emniyet müdürü bindikleri uçaktan indiriliyordu. İsrail görevi için özel olarak seçilen 6 kişilik ekipteki polis müdürleri bindikleri uçakta valizlerinizi indirin açığa alındınız’ denilerek indiriliyor ve polislerin silah ve kimliklerine el konuluyordu. Emniyet Genel Müdürlüğü, İsrail ile Filistin arasındaki insan hakları ihlallerini gözlemlemek için Filistin El-Halil’de kurulan Uluslararası (TIPH) Geçici Mevcudiyet Gücü’nde çalışacak çeşitli rütbelerdeki 6 polisi seçiyor, adaylarda iyi derecede İngilizce ve Arapça bilme kriteri aranıyordu. Şartları tutan adaylar Ankara’ya çağırılıp mülakata alınıyor, 6 amir ve şube müdürünün seçilmesinden sonra İçişleri Bakanı Efkan Ala tarafından yurt dışı görev onayları imzalanıyordu. Çeşitli illerde Terörle Mücadele, İstihbarat ve KOM Şube Müdürlüğü yaptığı öğrenilen 4 şube müdürünün ‘paralel yapı’ suçlamasıyla açığa alındıkları söyleniyordu. Uçaktan bagajları indirilen 4 müdürün silah ve kimliklerine de el koyuluyor, diğer 2 şube müdürü ise Filistin’e uçuyordu. Uluslararası Misyon’da 10 Türk polisi görev yapıyor, her 6 ayda bir ekip değiştiriliyordu.

Bu arada Fetullahcı paralel yapı elamanlarının orduya sızdığı konuşuluyor, şu kadar Albay, şu kadar Yarbay, şu kadar da alt rütbeli subay var deniyordu. Emniyet kadrolarının neredeyse üçte ikisinin bu yapının tezgâhından geçtiği konuşuluyordu; yüksek bürokrasinin ve yönetim kademesinin üçte birinin bunların güdümüne girdiği belirtiliyordu. Ayrıca bunun yargı kademelerini, milli eğitim personelini ve ekonomi bürokrasisini de hesaba katarsanız koskoca devlet içten kuşatılmış görünüyordu. Bu Cemaatin CIA-MOSSAD maşası olduğu dikkate alındığında durumun vahameti daha net ortaya çıkıyordu. Peki, ABD ile stratejik müttefik olan ve Yahudi lobilerince boynuna cesaret madalyası takılan bir kahraman Başbakan’ın vücudumuza kanser gibi sarmış bu yapıyı temizlemesi makul ve mümkün geliyor muydu? Kaldı ki İngiltere’de yayınlanan Financial Times’in haber yorumuna göre; Cemaat tarafından şantaj olarak kullanılan ve sızdırılmasından kuşku duyulan yeni kasetler korkusuyla Anayasa Mahkemesi’nin Twitter yasağını kaldırmasıyla, Sn. Erdoğan’ın hizaya sokulduğu iddia ediliyordu!

Çünkü;

“1- Cemaat Türkiye’de doğuyor, gelişiyor ve ülkenin sadece en etkili dini yapılanması olmakla kalmayıp, önde gelen üç iktidar odağından (diğerleri AKP hükümeti ve Kürt siyasi hareketi) biri hâlini almış görünüyordu.

2- 1990’lı yıllardan itibaren cemaat önce Türk Cumhuriyetlerinde, ardından İran ve Arap ülkeleri dışındaki İslam ülkelerinde, nihayet dünyanın dört bir tarafında okulları üzerinden küresel bir ağ oluşturuyordu.

3- Cemaatin çok sıkı bir hiyerarşik örgütlenmeye sahip olduğunu ve en tepede Fetullah Gülen’in bulunduğu biliniyordu. 28 Şubat sürecinde sağlık gerekçesiyle ABD’ye giden Gülen bir daha dönmüyor. Yani 1999 yılı Mart ayından beri bu küresel hareket ABD’nin Pensilvanya eyaletinden yönetiliyordu.

4- Özellikle 2,5 yıl sonra yaşanan 11 Eylül terör saldırıları nedeniyle her türlü İslami şahsiyet ve grupların faaliyetine şüpheyle yaklaşan Amerikan yönetimi, her ne sebeple olursa olsun Gülen’in ikametine, bulunduğu yerden hareketini yönetmesine, bu bağlamda sürekli olarak ziyaretçi kabul etmesine ses çıkarmıyordu. Bu da cemaat aleyhtarları tarafından Gülen’in himaye edildiği spekülasyonlarına neden oluyordu”[1] tespitini yapanlar, her nedense dünya çapındaki bu oluşumun arkasındaki CIA-MOSSAD parmağını hiç gündeme getirmiyordu! Yoksa, bu gerçeklerin konuşulması durumunda, Fetullah Gülen’in sadece bir maşa olduğunun anlaşılmasından mı korkuluyordu? Cemaat, Erdoğan aleyhine patlatacaklarını söyledikleri 25 Mart bombasını acaba niye erteliyordu? Yoksa Cumhurbaşkanlığı adaylığını açıklama sürecine mi bırakılıyordu?

Kur’an-ı Kerim’de ‘çoğunluğun hak ölçüsü olmayacağıyla’ ilgili şu hükümler yer alıyordu:

1- İnsanların çoğunluğu inanmıyordu, inanmayacaktı. (11/Hud, 17; 12/Yusuf, 103; 13/Ra’d, 1)

2- İnsanların çoğunluğu şükretmiyordu, nankörlük yapacaktı. (2/Bakara, 243; 12/Yusuf, 38)

3- a) İnsanların çoğu gerçekleri bilmiyordu. (7/A’raf, 187; 30/Rum, 30; 12/Yusuf, 40)

b) İnsanların çoğu cahillik ediyordu. (6/En’am, 111)

c) İnsanların çoğu zanna uyuyor, tahmin ve tesadüflerle hareket ediyordu. (10/Yunus, 36)

4- İnsanların çoğunluğu aklını kullanmıyordu, kullanmayacaktı. (29/Ankebut, 63)

5- İnsanların çoğunluğu Hakkı kerih görüyordu, Kur’an adaletinden kaçacaktı. (43/Zuhruf, 78)

6- İnsanların çoğunluğu yoldan çıkmış fasıklardı! (7/A’raf, 102)

7- İnsanların çoğunluğu ahde vefa göstermiyordu, sadakatten ayrılacaktı. (7/A’raf, 102)

8- İnsanların çoğunluğu Allah’ın nimetini bildiği halde nankörlüğe kayacaktı. (16/Nahl, 83)

9- İnsanların çoğu (Hak sözü) işittiği ve gerçeği fark ettiği halde, yine yalanlayacaktı. (26/Şuara, 223)

Netice itibarıyla Yüce Allah Elçisine şu uyarıda bulunuyordu: Şayet (Hakka ve hayra değil de kalabalıklara) yeryüzündekilerin (veya bulunduğunuz ülkedekilerin şuursuz) çoğunluğuna uyacak olursan, Seni Allah’ın yolundan şaşırtıp saptırırlar…” (6/En’am, 116)

Peki eğer insanların çoğu iman etmiyor, şükretmiyor, bilmiyor, cahil olup zanna uyuyor; Hakkı ve hakikati kerih görüyor, yoldan çıkıyor; ahde vefa göstermiyor; nimete karşı nankör davranıyor ve bilerek Hakkı yalanlıyorsa, böyle bir çoğunluğun oy desteği referans alınır mıydı? Ve hele bu çoğunluk özellikle modern toplumda kitlesel olarak kolayca manipüle edilebiliyorsa, ondan tam yetki alan iktidarların her diledikleri yasayı çıkarıp ülkeyi keyiflerince yönetebilme hakları doğar mıydı? Belki Batı’da; çoğunluk hukuk devleti, hukuk sözleşmeleri ve azınlık haklarıyla sınırlandırılıp bu sakınca telafi edilebilir sanılıyordu; İslam’da ise Allah’ın muradı olan sabit hükümler üst referans alınarak çoğunluğun rejimi yozlaştırmasının ve yöneticilerin halk adına keyfî yönetim kurmalarının önüne geçilmesi kaçınılmaz oluyordu” diyen Zaman yazarı Sn. Ali Bulaç, Kur’an’ın temel kuralları ve Resulüllah’ın genel uygulamaları esas alınarak, çağdaş, demokratik ve laik kurumlar ıslah edilip korunarak yeni bir Adil Düzen projelerine niye sahip çıkmıyordu?

Bu arada E. İstanbul İstihbarat Müdür Yardımcısı Ali Fuat Yılmazer‘in açıklamaları çok sayıda gazetede manşet oluyordu. Gazeteler, ağırlıklı olarak “Başbuğ’un tutuklanmasını Başbakan istedi” başlığını atıyordu. Başbakan ise, bunu yalanlamakla kalmıyor üstüne bir de Yılmazer hakkında suç duyurusunda bulunuyordu. Ancak bu dört sayfalık suç duyurusu metni pek çok konuda Ali Fuat Yılmazer’i haklı çıkarıyordu.

Başbakan Erdoğan’ın suç duyurusundaki maddeler kendisini ele veriyordu:

1. Suç duyurusunda İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer’in Ocak 2014’teki emekliliğinin haricen öğrenildiği belirtiliyordu. Hâlbuki Başbakan’ın bu süreç hakkında malumatı olmaması mümkün görülmüyordu. Hastane raporu için Sağlık Bakanlığı’ndan bizzat hem Yılmazer’e hem de hakem hastaneye telefonlar gidiyordu.

2. Suç duyurusu metninde avukatların, Ergenekon ve Devrimci Karargâh davaları için “terör örgütü” ifadesi kullanmamaları özellikle dikkat çekiyordu.

3. Başbakan’ın tutuklanmaları için talimat verdiği iddia edilen Mehmet Haberal, Hurşit Tolon, Hanefi Avcı ve Engin Alan’ın isimleri, programın ilgili bölümlerinde hiç geçmiyordu. Yine, Balyoz konusuna da programda hiç değinilmiyordu.

4. Yılmazer’in Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın tutuklanmalarına dair talimat aldığına dair bir beyanı da yoktu. Avukatlar, ilgili ilgisiz her şeyi belli ki aynı torbaya koymuştu. Doğru olan şuydu: Yılmazer, Oda TV soruşturmasının Başbakan’ın talimatı ile başladığını söyledi. Sonrasında Başbakan’la görüşmesi kesildi. Operasyonu Organize Şube yaptı. Kaldı ki polis adli kolluktur. Tutuklamayı savcı ister, mahkeme karar verir. Bunu da herkes biliyordu.

5. Asıl enteresan olan, Başbakan’ın avukatları zahmet edip programın deşifresini çıkarmıyordu. Gazete haberlerine istinaden bir dilekçe hazırlanıyor, Yılmazer’in gerçekte neler söylediği açıp seyredilmediği anlaşılıyordu. Bunun için de hemen her cümlede yığınla maddi hata yapılıyordu.

6. Suç duyurusunda geçen şu ifadelere bakar mısınız: “Sayın Başbakan, ülkemizde gerçek bir hukuk devletinin yerleşmesi için çetelerle, örgütlü suç yapılarıyla, vesayet rejimleri ile mücadele edilmesi konusunda, soruşturma mercilerine her türlü hukuki ve lojistik desteği vermiştir” sözleri, Ali Fuat Yılmazer’i haklı çıkarıyordu.

7. Şu ifadelere bakar mısınız: “‘Ergenekon adı altında bir suç örgütünün varlığı’ iddiası ve buna ilişkin istihbarat raporlarının devletin üst yöneticileri tarafından müvekkile (Başbakan) arz edildiğinde bunlarla ilgili gerekli tedbirlerin alınmasını da talimatlandırmıştır.” itirafları, Başbakan’ı ele veriyordu.

8. Gelelim İlker Başbuğ’un tutuklanması konusuna… Başbakan’ın avukatları, suç duyurusu metninde itiraf gibi cümlelerle bunu teyit ediyordu: “Eğer ülkenin eski bir Genelkurmay Başkanı, hükümeti cebren yıkma iddiası ile ifadeye çağırılıyorsa genel güvenlik ve kamu düzeni açısından son derece önemli olan bu olay nedeniyle Sayın Başbakan’a bilgi verilmesinden daha doğal bir şey olamaz. İfadeye çağırma ve gözaltı yetkisi, Cumhuriyet Savcısı ve acele hallerde kollukta olduğuna göre bu süreçte ortaya çıkabilecek genel güvenliği etkileyecek olayların önlenmesi için üst yöneticilere bilgi verilmesi son derece doğru ve olması gerekendir.”

9. Soru basit oluyordu: Kendisine arz edilen bilgilerin kimin tarafından ulaştırıldığını ve hazırlanan dosyaların kim tarafından kendisine sunulduğunu Sn. Başbakan’ın açıklaması gerekiyordu. Bu Ali Fuat Yılmazer değilse kim oluyordu?

10. Başbuğ’un tutuklanması meselesinde Yılmazer, dönemin başsavcı vekiline atfen ifadeler kullanıyordu. O başsavcı vekili Fikret Seçen de daha sonra yaptığı yazılı açıklamada Yılmazer’i teyit eden cümlelere yer veriyordu.

11. Suç duyurusu metninden itiraf gibi başka bir cümle: “Müvekkilim yapılan soruşturmalar sırasında hukuka uygun olarak yürütüldüğüne inandığı tüm süreçlere sonuna kadar da sahip çıkmış ve kamu görevlilerini yüreklendirmiştir. Zira bu süreçte bir kısım kamu görevlilerine karşı da baskı ve tehditler olmuştur. Kamu görevlilerine karşı suikast veya sair tehdit ve saldırılara karşı güvenliklerinin sağlanması için ciddi lojistik destek sağlamıştır.”

12. Hatırlatalım, Ergenekon soruşturmalarını başlatan Savcı Zekeriya Öz’e bizzat Başbakan zırhlı makam aracını tahsis ediyordu. Sadece bu bile, “paralel yapı” iftiralarının nasıl bir kandırmaca olduğunu, o süreçlerin Başbakan’ın bilgisi ve onayı ile geliştiğini açıkça gösteriyordu.

13. Ali Fuat Yılmazer, en az 30-40 kere Başbakan’la görüşerek yürüttüğü soruşturmaların safahatı hakkında malumat verdiğini söylüyordu. 2008 yılı başlarında başlayan görüşme trafiği, 2010 ortalarına kadar da sürüyordu. Daha sonra bu irtibatı dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın’ın sürdürdüğünü belirtiyordu.

14. Bu konu çok su götürür. Başbakan’ın suç duyurusu çok iyi olmuştur. Başbakan bizzat süreci takip ettiğini avukatları aracılığıyla doğrulamıştır. Esasen bu hep böyle olmuştur. Başbakan defalarca, “Seçimden sonra operasyon yapılacak, inlerine gireceğiz” gibi cümleler kuruyor, yürüyen bir soruşturmadan, yaklaşan bir operasyondan haber veriyordu.[2]

Derin ABD’nin Fetullah Gülen kozu çöküşe yaklaşıyordu!

Erdoğan iktidarı 14 yıl sonra da olsa Milli Çözüm Dergisi’nin Fetullahçılarla ilgili sürekli uyardığı noktaya geliyor ve bu hıyanet çemberinden kurtulmak için çırpınmaya başlıyordu.

Eski CIA ajanları-büyükelçileri Graham Fuller, Eric Edelman ve Morton Abramowitz tarafından kurgulanan Fetullah Gülen’le ‘Türkiye iç siyasetini’ dizayn etmeye yönelik küresel proje çöküyor muydu? Bu çöküşün dış yankıları tartışılırken, Başbakan Tayyip Erdoğan’ı ilk kutlayan dünyanın 2 numaralı gücü Rusya lideri Putin oluyordu. Moskova’nın dost sesi küresel denklemlerin duvarında ses getirirken Derin Amerika’nın nasıl tepki vereceği merak ediliyordu. ABD’den ilk ses, Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Marie Harf’ten geliyordu. ”Pensilvanya’da yaşayan beyefendiyi unutun” açıklamasını yapınca işin rengi ortaya çıkıyordu. Bu açıklamayı küresel stratejiye oturtursak, Derin Amerika ”Fetullah Gülen kozunu” bırakmayacağa benziyordu. Haritası yeniden çizilen Ortadoğu-Batı Asya koridorunda, Graham Fuller’in ‘Ilımlı İslam’ projesi revize edilerek, sürdürülecek görünüyordu. ABD’nin derin seslerinden Ankara eski Büyükelçisi James Jeffrey’in açıklamasıyla bir strateji ortaya koyuyordu: ”Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı adayı olacak. Türkiye’de ona karşı etkili kampanya yürütecek kimseyi bilmiyorum. AKP ve Kürtlerin oyu yüzde 50’den fazla. Bu oylar Erdoğan’ı kazandırır sözleri derin ABD’nin (Yahudi Lobilerinin) Cemaat-Hükümet kapıştırması sonucu Recep T. Erdoğan’ı Cumhurbaşkanlığına taşımak istediklerini gösteriyordu.

Bu saptamalardan şu stratejik sonuç ortaya çıkıyordu:

Fetullahçı Cemaatini de, Erdoğan Hükümetini de, ABD derin devleti kışkırtıp kapıştırıyordu. Böylece her iki tarafa da istediklerini daha rahat yaptıracağı sanılıyordu, ama milli güçler devreye girince, ipin ucunun ellerinden kaçacağı hesaplanmıyordu.

Sıra Cemaatin yurt dışı okullarına mı geliyordu?

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Bakü ziyareti için ülkenin en çok satan gazetesi Yeni Musavat, bomba bir iddiayı manşetine taşıyordu. Gazete, ‘Erdoğan Bakü’ye yeni dosya ile geliyor’ başlığıyla verdiği haberde, Erdoğan’ın Azerbaycan’da paralel yapıya yönelik operasyonu konuşmak için günübirlik Bakü’ye gittiğini yazıyordu. Yeni Musavat’ın haberine göre Ankara, 17 Aralık (2013) operasyonunun ardından paralel yapıya karşı düğmeye bastığında Azeri devletinin içinde yer alan paralelci kişiler araştırılıyor ve rapor halinde Erdoğan’a sunuluyordu. Erdoğan da 7 Şubat 2014’te Rusya’nın Soçi kentinde düzenlenen Kış Olimpiyatları’nın açılışı için katıldığı törende Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’e paralel yapıyla ilgili ilk dosyayı bizzat veriyordu. Azeri istihbaratı da çok geniş çaplı bir inceleme ve takip başlatıyordu. Böylece Hükümet ile Gülen grubu arasındaki gerilim yurt dışına uzanıyordu. İngiliz haber ajansı Reuters, bu gelişmeyle ilgili bir analiz haberi yayınlıyordu. Habere göre; hükümet, Gülen hareketinin yurt dışındaki okulları ve banka şubeleri için düğmeye basıyordu. Gülen hareketinin 160 ülkede 2 bin eğitim kurumu olduğu biliniyordu. Afrika ülkesi Gambia’nın bu hamleden ilk etkilenen ülke olacağı konuşuluyordu.

Bütün bu uyarılarımızdan dolayı bizi tebrik etmesi ve özür dilemesi gereken iktidar; hâlâ milli çıkarlarımıza ve ahlâki yapımıza aykırı tutumlarını tenkit ettiğimizden dolayı bize mahkeme üstüne mahkeme açıyordu!

 

Bu makaleyi sesli olarak dinleyebilirsiniz:

{mp3}yurttakaosvekutuplasma{/mp3}

 

 

 


  [1] Vatan / 04 04 2014 / Ruşen Çakır

  [2] Bugün / Tarık Toros / 03 04 2014

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Picture of Orhan ATAY - E. Türk Harb-İş Sendikası Gn.Bşk.

Orhan ATAY - E. Türk Harb-İş Sendikası Gn.Bşk.

Abone ol
Bildir
14 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

AZİZ HOCAMIZIN DEDİGİ GİBİ
Kur’an-ı Kerim’de ‘çoğunluğun hak ölçüsü olmayacağıyla’ ilgili şu hükümler yer alıyordu:

1- İnsanların çoğunluğu inanmıyordu, inanmayacaktı. (11/Hud, 17; 12/Yusuf, 103; 13/Ra’d, 1)

2- İnsanların çoğunluğu şükretmiyordu, nankörlük yapacaktı. (2/Bakara, 243; 12/Yusuf, 38)

3- a) İnsanların çoğu gerçekleri bilmiyordu. (7/A’raf, 187; 30/Rum, 30; 12/Yusuf, 40)

b) İnsanların çoğu cahillik ediyordu. (6/En’am, 111)

c) İnsanların çoğu zanna uyuyor, tahmin ve tesadüflerle hareket ediyordu. (10/Yunus, 36)

4- İnsanların çoğunluğu aklını kullanmıyordu, kullanmayacaktı. (29/Ankebut, 63)

5- İnsanların çoğunluğu Hakkı kerih görüyordu, Kur’an adaletinden kaçacaktı. (43/Zuhruf, 78)

6- İnsanların çoğunluğu yoldan çıkmış fasıklardı! (7/A’raf, 102)

7- İnsanların çoğunluğu ahde vefa göstermiyordu, sadakatten ayrılacaktı. (7/A’raf, 102)

8- İnsanların çoğunluğu Allah’ın nimetini bildiği halde nankörlüğe kayacaktı. (16/Nahl, 83)

9- İnsanların çoğu (Hak sözü) işittiği ve gerçeği fark ettiği halde, yine yalanlayacaktı. (26/Şuara, 223)

Milli Türkiye’nin, Küresel Güçlerle ve İşbirlikçileriyle Onurlu Mücadelesi!
AKP sayesinde ülkemizdeki bütün bankaların ve başta otomotiv, büyük fabrika ve yatırımların %70’i yabancıların eline geçiyordu. 30 Mart seçimlerinin hemen ardından açıklanan Türkiye’nin 2013 yılı dış borç verileri de ekonomide tehlike sinyalleri veriyordu. AKP 2002’de iktidara geldiğinde, Türkiye’nin dış borcu 129 milyar dolardı. Ama 2014’te, Türkiye’nin dış borcu 600 milyar doları aşmış bulunuyordu. Türkiye’nin dış borcu AKP döneminde tam 470 milyar dolar artıyordu. AKP döneminde 12 yılda Türkiye’nin dış borcu yüzde 500 katlanıyordu. Yani “IMF’den kurtulduk!” edebiyatı ile halkımız aldatılıyordu. 15 Şubat 2022’de ise dış borç toplamı 1,5 trilyon doları buluyordu.

İşine hangisi gelirse iktidarı
Bütün bu uyarılarımızdan dolayı bizi tebrik etmesi ve özür dilemesi gereken iktidar; hâlâ milli çıkarlarımıza ve ahlâki yapımıza aykırı tutumlarını tenkit ettiğimizden dolayı bize mahkeme üstüne mahkeme açıyordu!

Çoğunluk hak sebebi değildir.
Kur’an-ı Kerim’de ‘çoğunluğun hak ölçüsü olmayacağıyla’ ilgili şu hükümler yer alıyordu:

1- İnsanların çoğunluğu inanmıyordu, inanmayacaktı. (11/Hud, 17; 12/Yusuf, 103; 13/Ra’d, 1)

2- İnsanların çoğunluğu şükretmiyordu, nankörlük yapacaktı. (2/Bakara, 243; 12/Yusuf, 38)

3- a) İnsanların çoğu gerçekleri bilmiyordu. (7/A’raf, 187; 30/Rum, 30; 12/Yusuf, 40)

b) İnsanların çoğu cahillik ediyordu. (6/En’am, 111)

c) İnsanların çoğu zanna uyuyor, tahmin ve tesadüflerle hareket ediyordu. (10/Yunus, 36)

4- İnsanların çoğunluğu aklını kullanmıyordu, kullanmayacaktı. (29/Ankebut, 63)

5- İnsanların çoğunluğu Hakkı kerih görüyordu, Kur’an adaletinden kaçacaktı. (43/Zuhruf, 78)

6- İnsanların çoğunluğu yoldan çıkmış fasıklardı! (7/A’raf, 102)

7- İnsanların çoğunluğu ahde vefa göstermiyordu, sadakatten ayrılacaktı. (7/A’raf, 102)

8- İnsanların çoğunluğu Allah’ın nimetini bildiği halde nankörlüğe kayacaktı. (16/Nahl, 83)

9- İnsanların çoğu (Hak sözü) işittiği ve gerçeği fark ettiği halde, yine yalanlayacaktı. (26/Şuara, 223)
[b]Sözün özü, Milli Çözüm ne kadar azınlık gibi görünse de ve yok sayılmaya çalışılsa da Hakkın taraftarları insanlık tarihi boyunca imtihan vesilesi olarak hep ilk başlarda azınlık sayılmış sonradan kıymeti bilinmiştir. Üstadımız Ahmet Akgül Hocamızın, Fetullah Gülen Cemaatinin en güçlü olduğu, herkesin bu güçten nemalanmaya çalıştığı dönemde bile bu cemaati Küresel Fesatçılık sıfatıyla addederek iftiralara uğrasa ve tehdit edilse dahi İslâm’a, insanlığa ve ülkemize verdiği zararları söylemekten çekinmemesi, ne kadar Hak yolda olduğunu gösteriyor. Üstelik bu, Üstadımızın haklı çıktığı konulardan sadece bir tanesi…
Rabbim Milli Çözümcü olarak bizleri Hak yolda sabit kılsın ve imtihanı kazananlardan eylesin inşallah. Amin.[/b]

Gerçekler ayan ve ilan edildiğinde hala daha Milli Çözüme dava açanlar çalışmalarını engellemeye çalışanlar nasıl bir bedbahlık içinde olduklarını anlamış olacaklar!..
“CIA’nın Türkiye’deki en örgütlü kuruluşu olan Fetö yapılanmasına bugün karşı olmak bir erdemdir, şereftir ve Dini-Milli bir vecibedir. Dün ise ABD, AB, Papa destekli, İslam görünümlü Fetö terör örgütü ne karşı durmak ve bu şer şebekeye karşı bıkmadan, korkmadan Milli Çözüm gibi canla başla mücadele etmek ise;
Malazgirt inanışının şahlanışı, Kosova’da Niğbolu’da bir kılıç olup parlamayı, Ulubatlı Hasan olup İstanbul’u fethetmenin şurunu, Sultan Fatih olup atını denize sürmenin azmi ni, Kanuni olup şanlı ordularıyla Avrupa’nın içine yürümenin cesaretini, Seyit Çavuş olup 250 kiloluk mermiyi ya Allah deyip namluya sürmenin kuvvetini, Sakarya’nın siperlerine girmenin sabrını ve Kıbrıs’ta düşman tahkimatının arasından geçmenin aklını temsil etmektedir.
Gerçekler ayan ve ilan edildiğinde hala daha Milli Çözüme dava açanlar, çalışmalarını engellemeye çalışanlar nasıl bir bedbahlık içinde olduklarını anlamış olacaklar.

Bu kapıya gelmekten başka çareniz yok bu kapiya geleceksiniz.
[b]”40 senedir ben siz anlayacaksınız diye bekliyorum. Bide bakıyorum ki; başınızı yarmışsınız, gözünüzü yarmışsınız, ağlayarak geliyorsunuz. Ben size ne diyorum yav! Bu kapıya gelmekten başka çare yok buraya geleceksin hiç çaresi yok!!!..” Prof Dr. Necmettin Erbakan [/b]

https://youtu.be/DQgEJXQdRDs

Erbakan hocamızin kısacık hitaplari

Adam ol
“sakın koyun olma!… İnsanlar,
Uysal diye seni sevmezler…
Bilakis,
kesip yerler!…
Ve sakın kurt da olma!…
İnsanlar saldırgan diye
Sana saygı duymazlar!…
Velhasıl
Sadece nefretle kokar
Ve kaçarlar!…
Ve eşek hiç olma!… Çünkü asla
Acımazlar!… Sana yükünü
Taşıtırlar ve sıra ile sırtına
binerler!.. Velhasıl adam ol,
Kurtul!… Hiçbir mahluka
Özenme.”

Tarihi her zaman kötüler değil bu sefer İYİLER YAZACAKTIR..!
Türkiye ve insanlık yaşadığı bu toz duman ortamını inşaallah Türkiye merkezli yeni bir dünyanın kurulmasını , adil asil bir düşünce ruhuna sahip aynı zamanda bilge ve yiğit bir şahsiyet eliyle ve elbette Aziz Erbakan Hocamızı en iyi anlamış kavramış ve takipçiliğini yapmış MİLLİ ÇÖZÜM ZİHNİYETLİ SADIK VE SADAKAT EHLİ BİR LİDER olanın eliyle kurtulacağını hissediyoruz bekliyoruz dua ediyoruz …

[u][b]ZARİYAT SURESİ 59. AYET[/b][/u]
Artık şüphesiz zulmedenler için, (geçmişteki) yoldaşlarının kötülüklerine benzer bir günah (ve akıbet) vardır. Şu halde (belalarını bulmak için) acele etmesinler. (Allah onları ve yaptıklarını asla unutmayacaktır.)

KAYNAK: [url]https://www.mealikerim.com/51/zariyat/59[/url]

[u][b]MÜCADELE SURESİ 21. AYET[/b][/u]
(Unutmayınız ki) Allah, “muhakkak Ben ve Elçilerim galip geleceğiz” diye yazmış (ve kararlaştırmış)tır. (Allah’ın partisi ve Kur’an’ın takipçisi olanlar mutlaka kazanacak ve başarıya ulaşacaklardır.) Gerçekten Allah, en büyük Kuvvet sahibidir, Güçlü ve Üstün olandır.

KAYNAK: [url]https://www.mealikerim.com/58/mucadele/21[/url]

O küçücük gayret ehlini küçümsemeyin ..
Tuvalet kuyusuna ciğer asılmasına aklı yatmayan çocuk, bir gün annesine sormuştu: “Anne, biz neden bunu yapıyoruz, bu ciğeri pislik çukuruna niçin asıyoruz?”

Annesi konuyu şöyle açıklamıştı:

“Burada asılı olan ciğere bir müddet sonra kurtçuklar üşüşür. O kurtçuklar ciğeri yer, yedikçe gelişir ve çoğalırlar. Ve tabi onlar çoğaldıkça ciğer de azalır… Bir gün kurtçuklar ciğeri tamamen yer bitirirler ve aşağıya düşmek zorunda kalırlar. Bu sefer oradaki pislikleri yemeğe başlarlar…

Kurtçuklar yine çoğalıp dururlar; bu defa da oradaki pislikler azalır, gün gelir, o çukurdaki pislikleri de yiyerek bitirmiş olurlar. Aç kalan kurtçuklar, en sonunda mecburen birbirlerini yemeğe başlarlar… Nihayet, onlar da biter ve kuyu tertemiz olur yavrum!”

AKP iktidarının talan ve tahribat icraatlarını ve menfaat grupları arasında son yaşanan çıkar çatışmalarını gördükçe, aklımıza, o evin lağım çukurunun tepesine asılan ciğer takıldı. Üzülerek söylüyoruz ama, vaziyetin aynen böyle olduğu kanısına vardık… Şöyle ki; yıllar evvel bir ciğere saldırdılar… Saldırdıkça da çoğaldılar. Şimdi ciğer (ucuz kredi, devlet ihalesi ve hazır sıcak para ekonomisi) bitti, tükenip tıkandı ve lağım çukuruna düşmeye başladılar…

O kadar açgözlü davrandılar ki, oradaki ganimet pislikleri de yiyip yuttular, ama doymadılar… Şimdi de birbirlerini yiyorlar… Az kaldı, biraz daha dişinizi sıkın; yakında her yer tertemiz olacak!..”

Zalim Allah’ın kılıcıdır!
“Zalim Allah’ın kılıcıdır; onunla intikam alır, sonra ondan intikam alır.”

Bağımsız Dış Politika ve İç Bünyenin Güçlendirilmesi!
İç bünyenin güçlendirilmesi,bağımsızlık ve güçlü dış politika kadar önemlidir.. Bir Devletin iktidarı, küresel Siyonist şebekesine işbirlikçilik yaptığı ölçekte devletin tüm kurumlarının dış güdüme açık olması, bürokratik yapısının ise yozlaşması kaçınılmaz bir hal alacaktır..Prof Erbakan Hocamızın;
Müspet siyaset, Müspet medya, Müspet sermaye diye tanımladığı acil eylem planları içerisinde, dış güdüme bütünüyle kapalı, Milli, bağımsız, Güçlü bir denetim yapısının oluşturalarak, kendi insanı ve kendi hükümeti tarafından idare edilen, bütün kurumlarıyla garson devlet mekanizmasını oluşturmuş bir devlet yapısı vardır.. Milli Çözüm Adil Düzen proğramları bu konunun en büyük garantisi ve sigortasıdır..

SİYONİZMİN İŞTİRAKÇİLERİ VE İŞBİRLİKÇİLERİ; CEMAAT VE HÜKÜMET
FETÖ, Siyonizm tarafından kurulmuş küresel bir TETÖR yapılanmasıdır.
FETÖ, faaliyetlerini gizlilik içinde ve denetimden uzak olarak yürütmektedirler.
FETÖ, faaliyet yürüttüğü ülkelerin anayasal kurumlarını Siyonizm’in hakimiyetine almayı hedefleyen bir işgal hareketidir!
FETÖ, dış güçlerin desteği ve talimatlarıyla faaliyet yürütmektedir.
FETÖ, Siyonizm’in istihbarat servislerinin (CIA-MOSSAD) iştirakçisidir.
FETÖ, “Ilımlı İslam” görüntüsüyle, hedeflediği kesimlerin dini duygularının suiistimal etmektedir.
FETÖ, sadece Türkiye için değil dünyanın dört bir yanındaki gizli yapılanmalarıyla birçok devlet için de potansiyel bir tehdit oluşturmaktadır.
FETÖ yönetici kadrosun önemli bir bölümü işbirlikçi siyasilerden oluşturulmaktadır.
Siyonizm, önceleri Cemaat ile Hükümeti birleştirip barıştırmış, sonra istediklerini her iki tarafa daha rahat yaptırabilmek için onları kışkırtıp kapıştırmıştır.
Siyonizm’le işbirliği yapıp iktidar olanlar, Siyonizm’in iştirakçisi olan CEMAAT görüntülü terör yapılanmaları ile gerçek anlamda mücadele edemeyeceklerdir!
Milli güçlerin stratejik hamleleri hem Siyonizm’le işbirliği yapıp iktidar olanların hem de Siyonizm iştirakçisi olan CEMAAT görünümlü terör yapılanmalarının sinsi ve şeytani planlarını boşa çıkarmaktadır.
Milli Çözüm;
Hem Hükümetin yanlış icraatları bahanesiyle aslında Devletimize yönelik bir hıyanet kalkışmasının temel taşlarını döşeyen FETÖ ile ilgili uyarılar yapmakta,
Hem de iktidarın milli çıkarlarımıza ve ahlaki yapımıza aykırı tutumlarıyla ilgili uyarılar yapmakta,
Ama maalesef, iktidar bu haklı ve hayırlı uyarıları nedeniyle Milli Çözüm’le uğraşmaktadır.

Akp Türkiyesi
Akp Türkiye’sinde kaos ve sorunsuz bir gün geçmek bilmiyordu…Çünkü liyakat sahibi olmayan kişiler ülkeyi yönetirse her türlü rezalet yaşanır ve yaşanmakta nitekim de!
Allah CC sonumuz hayreylesin gün geçmiyor ki
büyük bir olayla ,krizle uyanmıyoruz!

Ahır zaman alametini yaşıyoruz ”Zengin zengin oluyor,fakir fakir oluyor” du !

Kalpleri Paramparça Olanlar
Bu saptamalardan şu stratejik sonuç ortaya çıkıyordu:

Fetullahçı Cemaatini de, Erdoğan Hükümetini de, ABD derin devleti kışkırtıp kapıştırıyordu. Böylece her iki tarafa da istediklerini daha rahat yaptıracağı sanılıyordu, ama milli güçler devreye girince, ipin ucunun ellerinden kaçacağı hesaplanmıyordu.

Kandırılmışız palavrası atanların ,” öküz gitti ortaklık bozuldu” konumunda oldukları ortaya çıkmıştı…

Haşr 14
Onlar, iyice korunmuş (sağlam tedbirler alınmış) şehirlerde veya surlar-kaleler gerisinde olmaksızın sizinle toplu bir halde savaşa girişemezler (kendilerine güvenemezler. Müşriklerin ve münafık kesimlerin) kendi aralarındaki çarpışmaları (birbirlerine kin ve haset duyguları) ise pek daha şiddetlidir. Sen onların (zahiren) birlik ve dirlik (içerisinde olduklarını zan ve) hesap edersin; oysa onların kalpleri paramparça vaziyettedir (çıkarları ve ihtirasları uğrunda her an kapışmaya hazır haldedir). Bu, şüphesiz onların akletmeyen bir kavim olmaları dolayısıyla böyledir.

Dolayısıyla; dünyevî menfaat uğruna bi araya gelenler paramparça olup dağılmaya mahkumlar…

ÖZEL YAZILAR

YORUMLAR

Son Yorumlar
14
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...