YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
692085f379421
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 4 8
Bugün : 27072
Dün : 45549
Bu ay : 879796
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45283617
IP'niz : 216.73.216.128

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

Milli gelir şişiriliyor!

Kişi başı gelire göre, zengin ülkelerin çoğu Avrupa kıtasında bulunuyor. Uluslararası Para Fonunun (IMF) 2008 yılı tahminine göre, kişi başına yurt içi geliri 10 bin doları aşan 57 ülkeden 31'i Avrupa kıtasında yer alıyor. Bu ülkelerden 13'ü Asya'da, 9'u Amerika'da, 2'si Okyanusya'da ve 2'si de Afrika kıtasında bulunuyor. Kişi başına gayri safi yurtiçi hasıla (GSYH) açısından en zengin ülkeler sıralamasında kişi başına 117 bin 231 dolar gelirle başı Lüksemburg çekiyor.

 

Bunu sırasıyla kişi başına 97 bin 808 dolar gelirle Norveç, 95 bin 167 dolarla Katar izliyor. İrlanda kişi başına 66 bin 815 dolar gelirle dördüncü, İsviçre 64 bin 636 dolarla beşinci, Danimarka 63 bin 898 dolarla altıncı sırada bulunurken, bunu 62 bin 153 dolarla İzlanda takip ediyor.

Sıralamada, kişi başına zenginlikte İsveç 54 bin 500 dolarla 8. sırada yer alırken, Finlandiya 51 bin 807 dolarla 9., Hollanda'da 51 bin 657 dolarla 10. sırada bulunuyor. Böylelikle kişi başına geliri 10 bin doları aşan ülkeler sıralamasında ilk 10 ülkeden 9'unu Avrupa ülkeleri oluşturuyor. Bu ülkelerin tamamının Asya, Afrika, Güney Amerika ve Avustralya ülkelerini, ya doğrudan veya dolaylı biçimde sömüren Siyonist Yahudi sermayesinin güdümünde olduğu biliniyor.

Dünyanın en büyük ekonomisi olan ABD ise kişi başına zenginlikte 46 bin 541 dolarla ancak 16. sırada yer alıyor. Diğer G-8 (gelişmiş 8) ülkelerinden Kanada 15. İngiltere 17. Fransa 18. Almanya 19. İtalya 22. Japonya 23. sırada bulunuyor. Bu ülkelerden Rusya ise 51. sıraya yerleşiyor.

Kıtaların en zenginleri nedense hep Yahudilerden oluşuyor!

Tahmini veriler kıtalar açısından incelendiğinde ise sıralamada birinci olan Lüksemburg, kişi başına 117 bin 231 dolar yurt içi hasılayla Avrupa kıtasının en zengin ülkesi durumunda. Listede 95 bin 167 dolar kişi başına yurtiçi gelirle üçüncü sırada yer alan Katar ise Asya'nın en zengin ülkesi olarak görülüyor. Kanada ise 47 bin 67 dolar kişi başı gelirle dünyada 15. sırada yer alırken, zenginlikte Amerika kıtasının lideri durumunda bulunuyor. Toplam 49 bin 271 dolarla dünya sıralamasında 13. sırada bulunan Avustralya ise Okyanusya'nın en zengin ülkesi olarak görülüyor. Afrika'nın en zengin ülkesi Libya ise 12 bin 703 dolarla kişi başına gelir bakımından dünyada ancak 50. sırada yer alıyor.

Türkiye 55. sırada yer alıyor

IMF'nin 2008 yılı tahminlerine göre, Türkiye de kişi başına yurtiçi gelirde, 10 bin doları aşan ülkeler listesine girdi. Kişi başına 10 bin 738 dolar gelirle listenin 55. sırada yer alan Türkiye, Avrupa ülkeleri arasında ise 31. sırada bulunuyor. Türkiye'nin komşusu Yunanistan ise 32 bin 421 dolar kişi başına gelirle dünyada 27., Avrupa'da ise 17. sırada gözüküyor.22[1] Türkiye için konuşulan 10.738 dolarlık milli gelirin yabancı sermayenin ve yerli rantiyecinin kasasına akan paralardan hesaplandığı ve vatandaşın gerçek gelir payını yansıtmadığı ise herkesçe biliniyor.

Cumhurbaşkanı'ndan daha fazla maaş ödeniyor:

Özerk saltanat sürüyor!

Türkiye'de özel yasalarla kurulmuş ve idari ve mali özerkliği bulunan "üst kurullar" ve kamu kurumlarının başkanları, maaş-ücret ve yan ödemelerle birlikte ele geçen aylık ortalama gelir düzeyinde, Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakanlar ve milletvekilleri de dahil tüm kamu yöneticilerini açık ara geride bırakıyor.

Türkiye'de özel yasalarla kurulmuş, idari ve mali özerkliği bulunan "üst kurullar" ile özerk yapıdaki kamu kurumlarının başkan, genel müdür gibi yöneticilerinin, maaş-ücret ve yan ödemelerle birlikte ele geçen aylık ortalama gelir düzeyinde, Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakanlar ve milletvekilleri de dahil diğer kamu yöneticilerini açık ara geride bıraktığı belirlendi.

Birçok üst kurul ve özerk kamu kurumu başkan ve yöneticilerinin, 15 bin YTL dolayında maaş alan Cumhurbaşkanı ile 8 bin 500 YTL dolayında aylık alan Başbakan, bakan ve milletvekillerini açık ara geride bıraktığını gösterdi. Özellikle devletin en tepe yöneticisi konumundaki Cumhurbaşkanı'nın, birçok kurul ve kurum üye ve yöneticisinin çok altında maaş aldığı dikkati çekti.

Birinci, Merkez Bankası başkanı

Değişik kurum, kuruluş ve bakanlıklardan gönderilen 100 sayfaya yakın bilgi notu içinde ANKA'nın derleyerek düzenlediği tabloya göre, aylık ortalama gelir düzeyinde Merkez Bankası Başkanı 31 bin 831 YTL ile ilk sırada yer alıyor.

Merkez Bankası Başkanı'na 2007 yılında maaş, tazminat, harcırah, temsil ağırlama, araç ve lojman gideri olarak toplam 381 bin 977.6 bin YTL ödeme yapılıyor.

Türk Patent Enstitüsü Başkanı yıllık 258 bin 409, aylık 21 bin 534.1 bin YTL ile ikinci, Ziraat Bankası Genel Müdürü yıllık 250 bin 227, aylık 20 bin 852 YTL ile üçüncü sırada yer aldı. Daha sonraki sıraları yıllık140 bin 571, aylık 11 bin 714 YTL ile Halkbank Genel Müdürü, yıllık 123 bin 195, aylık 10 bin 266 YTL ile TSE Başkanı geliyor.

İç borç faizi ile milletin hakkı israf ediliyor ve peşkeş çekiliyor!

Türkiye İsrafı Önleme Vakfı Başkanı Prof. Dr. Aziz Akgül, israfı altın, gümüş, bronz ve düz alanlar olmak üzere 4 kategoriye ayırdıklarını bildirerek, ''2007'de 40,3 milyar YTL'lik iç borç faizi israfın altın kategorisinde yer alıyor."

Türkiye  İsrafı Önleme Vakfı (TİSVA) Mütevelli Heyeti Başkanı Prof. Dr. Aziz Akgül, israfı altın, gümüş, bronz ve düz alanlar olmak üzere 4 kategoriye ayırdıklarını bildirerek, ''2007'de 40,3 milyar YTL'lik iç borç faizi israfın altın kategorisinde yer alıyor ve ülkenin en önemli israf alanını oluşturuyor'' diye feryat ediyor! İsrafın altın kategorisine iç borç faizini, gümüş kategoriye sosyal güvenlik kurumlarındaki açıklar, bronz kategoriye kamu yönetiminin her alınanda yapılan israfı, düz alanlara ise ekmek, gıda, su ve enerji israflarını örnek gösterdiklerini söylüyor. Akgül, altın kategorisinde yer alan 2007'de 40,3 milyar YTL'ye ulaşan iç borç faizi ile gümüş kategorisinde yer alan ve geçen yıl kapatılması için 24 milyar YTL aktarılan sosyal güvenlik açıklarının ülkenin en önemli israf alanlarını oluşturduğunu ifade ediyor.  Ayrıca Türkiye'de üretilen her 10 ekmeğin birinin israf edildiğini, günde üretilen ortalama 120 milyon ekmeğin yaklaşık 12 milyonunun çöpe atıldığını, bunun ekonomik kaybının ise 2,6 milyon YTL olduğunu kaydetti. Kaynakların yüzde 25'inin israf edildiğini, ''2007'deki 758 milyar YTL tutarındaki gayri safi milli hasılayı (GSMH) dikkate aldığımızda bunun yüzde 25'i 185 milyar 500 milyon YTL ettiğini hatırlatıyor.

Bürokrasi mafyalaşıyor!

Gümrüklerde 15 yolsuzluk iddiası vardı. Gümrükler, bir memleketin namusu, ekonominin ahlakıdır. 15 yolsuzluk iddiasını mutlaka "incelemek, araştırmak, suçluyu suçsuzu ayırt etmek ve kusurluyu, hayalciyi, hortumcuyu, sahtekârı adalete teslim etmek, kusursuzdan da özür dilemek" memleketin namusu ve ekonominin ahlakı açısından kaçınılmazdı. Devlet bu demekti…

Ama şu rezalete bakınız: Bu görevden alınan Teftiş Kurulu Başkanı Erdener Demirağ, sadece bu iktidar döneminde değil; Süleyman Demirel'in ve Ahmet Necdet Sezer'in de Cumhurbaşkanlığı döneminde yine iki kez görevden alınıyor. Ama üst mahkemeye başvurarak tekrar tekrar görevine geliyor. Bu adam şimdi de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün imzasıyla yeniden ve üçüncü kez görevden el çektiriliyor!23[2]

Şişirme rakam ve reklamla millet aldatılıyor!

Sanki, dünyanın en yüksek faizini biz vermiyoruz. Dünyanın en pahalı benzinini biz kullanmıyoruz. Dünyanın en yüksek vergileri bizde değil… Elektriğe daha dün yüzde 22 zam gelmedi. Doğalgaz sudan ucuz… İthalatın i'si yok; iğneden ipliğe yerli malı kullanıyoruz. Cari açık kapandı. Kayıt dışı yok. İşsizlik yok; çalışmayan keyfinden çalışmıyor. Asgari ücretle kira öder gibi ev sahibi oluyorsun. Kiralar düştü zaten… İngiliz vatandaşı bakanımız söylemişti; öğretmen maaşları, aralarında İngiltere'nin de bulunduğu OECD ülkelerinden yüksekmiş… Kişi başına düşen milli gelir, 10 bin dolar… Sen, yenge, 3 de çocuk, etti 50 bin dolar; hâlâ geçinemiyorsan, Allah'tan kork! Simit bile Simit "Sarayı"nda satılıyor; daha ne olsun? Sanki dünyanın en yüksek kredi kartı faizi bizde değil… Kart borcu olan yok. Hiç kimse açlık sınırının altında değil. Yoksul yok. Çocuklar çöplükten pazar artıklarını toplamıyor. Zenginlikten tembelleştiler, kömür almaya bile gitmiyorlar, evlerine servis yapılıyor. Bankaları satmadık. Telefonları satmadık. Devletin borcu artmadı. Esnafın kulağından para fışkırıyor; protestolu senet azaldı, karşılıksız çek yok. Kepenk kapanmıyor. Habire fabrika açılıyor. AB'ye girdik. Dünya bize hayran. Çiftçiye haciz gelmiyor. Mazot bedava. Gübre hiç bu kadar ucuz olmamıştı. Şımardılar, tarlalarını ekmiyorlar… Neyini kötüymüş gibi gösterebilirler ki? Ya "kör" bu millet, ya nankör"24[3] öyle mi?!

Siyasi nüfuz kavgası kutuplaşmayı körüklüyor!

Türkiye'nin en güzel özelliklerinin başında bir iç savaşa sürüklenmeden barış içinde bir arada yaşayabilmiş olması geliyor. Yeni bir devlet kurarken, büyük devrimler yaparken bile bunu başarmıştır.

Türkiye'de hiç toplumsal çatışma, kutuplaşma olmadı mı?

Elbette oldu. Son olarak 12 Eylül öncesinde sağ-sol ayrışması, bu ayrışmayı körükleyen ve yönetenlerin oyununa geldi ve bunun acı sonuçlarını yaşadı. Yine de birçok ülke ve ulusla kıyaslandığında Türkiye, bu kritik süreçleri çok şükür iç savaşsız atlattı.

Bugün yaşadığımız süreç elbette bir iç savaş değil, ama yine acı sonuçlar doğuracak bir kutuplaşmaya doğru hızla yol aldığımızı düşündürüyor.

Kutuplaşma iki eksen etrafında şekilleniyor:

1- Laiklik

2- Ulusal bütünlük

Maalesef siyaset kurumu bu iki alanda ülkeyi ve toplumu zorluyor. Kutuplaşmayı körüklüyor. Tarafları karşılıklı olarak biliyor. Kritik ve tehlikeli bir sürece sürüklüyor.

AKP'nin kapatılması davası ve Ergenekon soruşturması, son gözaltılar, toplumdaki saflaşmayı ve gerginliği artırıyor.

Türkiye'nin bir kaosa sürüklenmeden bu süreçten çıkmanın bir yolunu bulması hayati önem taşıyor.

AKP davası ile Ergenekon iddianamesi, birçok soruya neden olacak, yargılama süreci birçok iddiayı aydınlığa kavuşturacak ve Türkiye'nin gündemini çok uzun süre meşgul edecek iki önemli konuyu oluşturuyor. Katı laisizm istismarcılarıyla, ılımlı İslamcıların nüfuz kavgası, ülkeyi çıkmaza götürüyor..

Önemli olan bu sürecin sağduyu içinde, toplumsal çatışmaya yol açmadan geçilebilmesi…

Tarafların, hızlanan kutuplaşma riskine ve faturası ağır neticelerine dikkat etmeleri gerekiyor…

Devletler ekonomi politikaları ile nasıl yıkılıyor? 

Bir ülkede faizler ve enflasyon eğer yüzde 5 ile yüzde 10 arasında ise, o ülkede "ekonomi kör topal yürüyor" demektir; ancak, bunun bir bedeli vardır ve bu ekonomik dengeye karşılık işsizler kitlesi oluşmakta ve "sosyal denge" bozulmaktadır. Bozulan bu soysal denge ileride sosyal sorunlar doğurabilir ve ekonomiyi zora sokabilir.

Eğer, bir ülkedeki faizler ile enflasyon şayet yüzde 10 ile yüzde 20 arasında ise, o ülkede ancak siyasi müdahaleler sonunda "ekonomik denge" korunabilmekte; yani, ekonomi ancak "krizli ekonomi" olarak varlığını sürdürebilmektedir…

Nitekim Türkiye yıllar boyu böyle idare etmiştir.

Bugünkü Türkiye de böylesine bir "krizli ekonomi"nin eşiğindedir…

Türkiye'deki faizler yüzde 20'den biraz daha azdır, enflasyon yüzde 10'lar civarındadır. Ancak, bu yüzdelerle ve bu rakamlarla ekonomik denge korunamaz, enflasyon rakamları yukarıya doğru çıkmaya başlar; nitekim son zamanlarda artış hızlanmıştır.

Sürekli dış borçlanma yaparak ve varlıklarınızı ‘özelleştirme' adı altında satarak bu durumu sadece birkaç yıl daha sürdürmek mümkün görünmektedir.

Sonra, bir de bakarsınız ki, aniden "büyük bir patlama" oluverir!

Bu büyük patlama sadece ekonomiyi değil, devleti de yıkabilir…

Yani;

Bir ülkedeki enflasyon eğer yüzde 100'ün üstünde ise o devlet can çekişmektedir, yıkılır artık; ya yenisi kurulacak veya başka bir devlet oraları işgal edecektir.

Eski Sovyetler, Yugoslavya, Latin Amerika ülkeleri bunları yaşadı.

Bu ülkelerin çoğu ya yıkıldı ya da dağıldı.

Türkiye "yüzde 100 enflasyon"un üstüne bir iki defa çıktıysa da, bir şekilde kendisini toparladı ve Cumhuriyet şimdilik yıkılmadı ama; ülkemizdeki ekonomi politikaları ısrarla ve inatla böyle giderse, ya büyük bir "çöküntü" veya "yıkılış" mukadderdir…

ABD Merkez Bankası FED, yıkmak istediği devletlere kötü ekonomik programlar ve siyasi politikalar dayatmakta, o devlet de yıkılmaya doğru gitmektedir…

Peki, bu "kötü ekonomik ve siyasi politikalar" nelerdir?

– Bir ülkenin dengeli yaşayabilmesi için faizler yüzde 5'ten az olmalıdır; "yüzde 10'un üstünde faizleri olan ülke" er veya geç yıkılışa sürüklenecektir.

– Bir ülkenin dengeli yaşayabilmesi için piyasaya "tam istihdamı sağlayacak kadar para" sürülmelidir. Eğer piyasada yeteri kadar para yoksa o ülke "işsizler yurdu" haline gelir. Fazla para da sürülmemelidir, çünkü "enflasyon" azabilir.

– Merkez Bankası parayı uygun şekilde çıkarmalıdır; "üretime ve üreticilere" kredi açmalı, "spekülatörlere" değil. Piyasalara uygun şekilde para sürülmezse hem "enflasyon" olur hem de işsizlik olur. Bugünkü Türkiye'nin durumu bu merkezdedir.

– Merkez Bankası para arzını yaparken bir başka ülkenin para değerini korumakla uğraşmamalı; doların veya euronun düşmesine veya yükselmesine göre değil, altın fiyatlarının düşmesine veya yükselmesine göre parayı piyasadan çekmeli veya piyasaya para sürmelidir. Yani parasının değerini altına göre korumalıdır. Bu uygulama ihracat ve ithalat dengesini koruduğu gibi, aynı zamanda sağlıklı ekonominin işleyişini de sağlar. Altına göre yüzde 2.5 enflasyon yapabilir, bu uygulama ekonomide canlılığı korur. Ama daha fazlası o ülkedeki ekonomik ve sosyal dengeleri alt üst eder. Bir müddet sonra da bunu yapan devlet çökebilir.

Ne dersiniz; anlattığımız devlet, anlattığımız ülke, anlattığımız ekonomi politikaları örnekleri, bizim devletinize, bizim ülkemize, benziyor mu, benzemiyor mu?!.

Devlet, hak, halk, iş ve para 

İbni Haldun Mukaddime isimli eserinde devletlerin de insanlar gibi ömürleri olduğunu anlatırken; Başlangıçta topluluklar kazanmaya başlar, fetihler yapar ve ganimetler getirirler. Sonra büyür ve artık savaşları kazanma gücünü kaybederler.

Bundan sonra devletler başka şekillerde ayakta kalmak için gayret sarf ederler.

İnsanlar askeri, siyasi ve ekonomik güçler etrafında toplanıp şekilleniyor

Başlangıçta siyasi ve sosyal güç vardır. Zaferler insanları birleştirir. Duraklama döneminde ise sosyal güç kaybolur, ekonomik güç ile devlet yönetilir. Belli zaman sonra ekonomik güç de düşmeye, gerilemeye ve çökmeye başlar. Çöküntünün bir sebebi de israftır, çünkü devlet kendisini zengin ve güçlü göstermek zorundadır. İşte onun için çökme dönemlerinde göstermelik imara girişilir. Devlet kendisinin güçlü olduğunu bunlarla ispat etmeye çalışır. Oysa bu uygulama o devlete ağır ekonomik yük getirir ve o devletin çöküşünü hızlandırır. Burada bu vesileyle, İstanbul'daki bütün büyük sarayların hepsinin Osmanlı Devleti'nin çöküş döneminde yapıldığını hatırlayalım.

İbni Haldun diyor ki; devlet bu israfı yapmasa, halk psikolojik bakımından devletine güvenmez olur ve çöker, bu israfı yaparsa bu sefer de devlet borçlanarak batağa saplanır.

Dolayısıyla çöküşten kaçış ve kurtuluş yoktur.

Halk, peygamberlerden bile ekonomik varlık, zenginlik, güç veya mucizeler göstermesini istemekteydi: "Evet, biz sana inanalım ama senin öyle bir şeylerin olsun ki, mesela zenginliğin olsun ki, biz senin etrafında toplanalım."

Aradıklarını bulamadıklarında da; ‘Biz şimdi senden daha zengin, güçlü ve gösterişi olanların peşinden gideriz!' diyorlardı.

Oysa peygamberler ve onların vârisleri olan âlimler mâli varlıkları olmayan kimselerdir. Onların tek güçleri imanları ve ilimleridir.

Nitekim çağımızda da durum böyledir.

Hak ve halk için çalışanlar yoksul kimselerdir.

Servet edinenlerin bir kısmı ise ilk fırsatta gömlek çıkarıp kaçıvermektedir.

Bunun böyle olması bazı hayırlı sonuçlar da doğurmaktadır. Aksi halde halk için çalışanların çevresinde "Hak Düzen"i sömürmek isteyenler toplanır ve inananları devre dışı ederler. Bu sebepledir ki adalete dayalı bir düzenin hazırlık aşamasında ve uygulamasında bir yerden sermaye beklememek gerekir. Yapacaklarımızı halkın katkıları ile oluşturmalıyız. Halka para dağıtarak değil, halktan güçleri nispetinde para toplayarak iş yapmalıyız.

İnsanlara zenginlik değil, iş ve yaşam güvencesi vaat etmek gerekiyor

Hak düzen, adil düzen sizi zengin etmez ama size çalışma imkanı sağlar; kendinize iş bulursunuz, çocuklarınıza ve torunlarınıza iş bulursunuz, iş derdiniz olmaz.

Sosyal dayanışma içinde aş, iş ve eş de bulursunuz.

Bu düzende herhangi bir sorununuz olmaz.

Günümüzdeki bozuk zalim düzende ise bütün bunları sadece para sağladığı için herhangi bir durumda, ‘Paran var mı?' diye soruyorlar.

‘Param yok!' derseniz; öyleyse burada işin ne demeye getiriyorlar!

Hakka dayalı düzende, yani adil düzende para değil, "sosyal ve ekonomik yapı" düzeni oluşturur, kişilerin refahını ve gelişmesini sağlar.

Para tekellerde toplanmaz.

Kredi çalışana verilir, emeğe verilir ama çalışanın eline verilmez, çalıştığı yerde çalıştıktan sonra istihkak eder, banka ona öder, işveren bankaya borçlanır. Böylece para hükmeden ve sömüren değil, işveren aracıdır.

Sömürenlerin putları yıkılıyor!

Sömürenlerin putları, tanrıları vardır. Peki sömürenlerin putları nelerdir?

-Dolarları yani "karşılıksız kâğıt paraları" onların bir numaralı putlarıdır. Sonunda "dolar" mı galip gelecek, yoksa "halk" mı? Yarın dolar yerine halkın onayladığı para geçerli olacak. Halk; ‘elinizi bu faizli pisliğe sürmeyin' dediği zaman, artık yeryüzünde doları kimse eline almayacaktır. Onun yerine altın karşılığı çıkarılan altın para geçerli olacaktır… 

-Onların ikinci putları ise bombadır, atomdur, her türlü silahtır. "Biz istersek ülkeleri ve halkı bir günde silahlarımızla yok ederiz, halkın ne gücü varmış ki" diyorlar. Oysa bir milyon halkı silahla yok etseler bile; halk bir milyar insan olur, iki milyar insan olur ve varlığını sürdürür. Artık milyarları silahlarla yok etmek imkânı kalmamıştır. 

-Üçüncü putları ise yalandır, medyadır, basın-yayındır. Ellerine geçirdikleri medya gücünü halkı kandırmak için kullanmaktadırlar. Bu suretle yalanın, yönlendirmenin, kandırmanın onları saltanata ve ilelebet iktidara ulaştıracağını sanmaktadırlar. Oysa, yalancının mumu yatsıya kadar yanacaktır. Bu sahte tanrı da bir gün buz gibi eriyip yok olacaktır.

-Onların dördüncü putları teknolojik imkanlardır. İlmin gücünü görünce kendilerini güçlü sandılar. Ne var ki ilim 20. yüzyılın sonunda, kendi tabiatı gereği cephe değiştirdi, halkın tarafına geçti. Artık halk ve dindarlar da âlim oluyorlar. Bu güç artık onlarla değil, bizimle beraberdir. Yarın bütün güçler Âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim olacaktır…

Ancak…

-"Karşılıksız kâğıt para"nın tanrı olmayacağını ve sömürü saltanatını ayakta tutamayacağını halktan önce onlar da biliyorlar.

-"Silah gücü"yle sorunların çözülmeyeceğini, nefret ve intikamı azdıracağını onlar da biliyorlar.

-"Yalancı medya"yla bir yere varılmayacağını halkın uyandırılacağını onlar da biliyorlar.

-"İlim" tanrı değil, Tanrı'ya götüren araçtır, bunu da biliyorlar. Ama cahil halkı belki ikna edip bir süre sömürebiliriz diye yalanlarına devam diyorlar. Bu putları savunurken tanrı olmadıklarını biliyorlar ama halkı inandırmak için inanmış görünüyorlar.

Bu putlardan kurtulmak için "işçilik sistemi" sona erdirilmeli, "ortaklık sistemi" getirilmelidir. Kişi "ortaklık sistemi" sayesinde bir-iki patrona değil, topluluğa yani halka hizmet edecek, topluluğun işçisi olacaktır. Bunun için "emek sahibi" her insanı "hür insan" hâline getirmeliyiz. Kişi birine değil, hukuka ve sözleşmelere uymak zorunda olmalı, "iş ortakları" ile eşit haklara sahip olmalıdır.

Bunun gerçekleştirilmesi için şunların yapılması gerekiyor:

-Herkesin yeryüzünde kira payı vardır. Çalışmasa da herkes yaşayabilmelidir. Kira payından yararlanarak, isterse çalışmak zorunda olmamalıdır. Bunun için kişiye iki hâl tanıyoruz; ya emekliliğini al ve çalışma, ya da emekliliğini alma, çalışma kredisini al. Böylece kişi yaşamak için çalışmak zorunda olmaktan kurtarılmıştır. Çalışmayanlar fonda toplanan miktarı paylaşırlar. Sayıları çoğalırsa payları azalır, o zaman çalışmak zorunda kalırlar.

-Herkese çalışma kredisi verilmeli ve istediği işyerinde çalışma fırsatı sağlanmalıdır. Senin ücretini topluluk olarak biz ödeyeceğiz ve işvereni borçlandıracağız. Ayrıca aldığı ham maddenin bedelini de onu borçlandırarak biz ödeyeceğiz. Bu borç icrasız ve faizsiz olacaktır. Böylece herkes sermayesini sırtında taşıdığı için işverenle eşit hâle gelmiş olacaktır.

-Küçük firmaların büyük firmalarla birlikte faaliyetlerine devam edebilmeleri için "Genel Hizmet Kooperatifleri" oluşturulmalıdır. Küçük işletmeler kendi içlerinde tamamen bağımsız ama dışarıya karşı tek marka hâline gelmelidirler. Sabit giderleri olmamalıdır; bedel, emek, tesis ve genel hizmet üretimden pay almalıdır.

-Masraflarını asgariye indirmek ve işletmeleri teke gitmeye zorlamak için "dayanışma ortaklıkları" kurulmalıdır. Sigortalama böyle yapılmalıdır.

İşte bu şartlarla eşitlik sağlanacak ve herkes yalnız Hak ve adalete teslim olacaktır. "Hakim" değil "hadim" devlet anlayışı uygulanacaktır.25[4]


[1] AA

[2] Necati Doğru / Vatan

[3] Yılmaz Özdil / Hürriyet

[4] Reşat Nuri Erol / Milli Gazete

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Subscribe
Bildir
0 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Picture of Mehmet Nazım BALDÖKEN

Mehmet Nazım BALDÖKEN

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...