YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6920c901a46f6
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 4 9
Bugün : 40297
Dün : 45549
Bu ay : 893021
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45296842
IP'niz : 216.73.216.128

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

Uğur Mumcu'nun İlhan Selçuk ve Cumhuriyetle yollarını ayırması

1977'de Mumcu'ya 1'inci sıradan milletvekilliği teklif eden Ecevit, 80'liı yıllarda da usta gazeteciye farklı bir teklifle gidiyordu. Mumcu'dan DSP'nin genel başkanlık koltuğuna oturmasını isteyen Ecevit, bu isteğine de "hayır" cevabı alıyordu. İlhan Selçuk'la yayın kurulu toplantısında kavga eden Uğur Mumcu, gazeteden ayrılıyordu. Sabataist ve sahte sosyalist İlhan Selçuk'la, rahmetli Uğur Mumcu, acaba neden kavga ediyor ve ne yüzden Cumhuriyeti bırakıyordu veya uzaklaştırılıyordu.

Rahmetlinin kardeşi Ceyhan Mumcu oldukça ilginç şeyler anlatıyordu:

"Uğur öldürülmeseydi 25'inde İstanbul'a dönecek, Tekin Yayınları'na Kürt Dosyası'ın teslim edecekti. Merak edip sordum. Kürt dosyası için verdiği forma sayısı, mevcut yazının iki katı kadar. Yani önemli bir bölümü eksik. Bunu İstanbul'da mı tamamlayacaktı, bilmiyorum" diyordu.

Gerçek tanığın suçlu konuma sokulması

Mumcu Cinayeti soruşturması: karartılan tanıklar, yalancı tanıklar, uydurma sanıklar, itirafçıların ihbarları ve koca bir meclis araştırmasına rağmen karmaşık bir bilmeceye dönüşüyordu. Soruşturma, maalesef; hatalar, ihmaller, tuhaflıklar ve unutkanlıklarla doluydu. En önemli tanık olan Ayhan Aydın polisler tarafından "Seni TBMM Komisyonu'na götürüyoruz" diyerek kandırılıyor ve daha savcılara bile ifade vermemişken canlı yayında Ateş Hattı programına çıkarılıyordu. "Yalancı tanık" ilan ediliyordu. Aydın için bizzat savcı tarafından "terör örgütü üyelerine iftira atmak" suçlamasıyla dava açılıyordu!?.

Şevket Kazan'ın, kahramanlık kılıflı sahtekârlığı

Ergenekon Operasyonu'nda ele geçirildiği ileri sürülen "Mumcu Cinayetine ilişkin MİT Belgesi"nin de böyle bir kampanyanın ürünü olduğu açıktı. İlk kez dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan tarafından kamuoyuna açıklanan bu "sahte belge" dönemin Başbakanı Süleyman Demirel'e "-çok gizli-" ibaresiyle gönderiliyor ve cinayeti MOSSAD'ın işlediği şu ifadelerle ileri sürülüyordu; "Ortadoğu'yu kontrol altına alıp Türkiye'nin dine dayalı bir yönetim altında girmesini önlemek maksadıyla, ABD haber alma servisi CIA denetiminde İsrail Haim Bar-Lev kontrolünde İsrail "GANDA" birliklerinde eğitim gören altı kişilik özel tim "Hayfa"  deniz üstünden botla Türkiye'ye giriş gerçekleştirmiştir. Timin ülkemizdeki görevleri, teşkilatımızın değerli haber kaynaklarından gazeteci Uğur Mumcu ve Mehmet Ali Birand'ı öldürmektir. Mumcu'yu öldüren tim elemanları Mehmet Ali Birand'ı öldürmek üzere, ülkemizden çıkış yapmamışlardır. Tim elemanlarının İsrail'in Ankara Temsilciliğinde kaldıkları tespit edilmiştir..!"

Müsteşar Sönmez Köksal'ın imzasının yerleştirildiği bu "MİT belgesinin" Kazan tarafından gerçekmiş gibi, sahip çıkılıp savunulmasını sağlayan gerekçesi ise "Teşkilatımızın değerli haber kaynaklarından Uğur Mumcu" ifadesi oluyordu. Belgeye bakılırsa Uğur Mumcu MİT'e çalışan bir isimdi! Kazan belgenin gerçek olduğunu ispatlamak için 70'li yılların sonunda Akdeniz kumsallarında yakalanan İsrail ajanlarını öne sürüyordu.

Ancak "belge" tutarsızlıklarla doluydu. Evet "Haim Bar Lev" vardı. "Sayeret Matkal" adını taşıyan bir özel güç ve "Metsada" adlı sabotaj gücü de vardı. Ancak "Ganda" adını taşıyan bir birlikten "Şevket Kazan" dışında söz eden tek kişi yoktu! Anlaşılan Şevket Kazan çok önemli gerçekleri biliyor ve cesaretle üzerine gidiyor" görüntüsüyle, aslında MOSSAD'ı aklamaya ve saklamaya çalışıyordu!? Ve yine Şevket Kazan Sabataist-Yahudi kökeni tartışılan ve malum odakların has adamı olan Mehmet Ali Birand'ı niye bu belgeye sokuyordu?

Numarası silinen silahlar PKK'ya nasıl aktarıldı?

Mumcu Cinayeti'ne yönelik iddialardan biriside Ergenekon Operasyonu'nda sanık olan Ümit Oğuztan tarafından şöyle ileri sürülüyordu: Oğuztan PKK'ya gönderilen numarası silinen 100 bin silahtan söz ediyor ve bu dosyanın ölümünden hemen önce bir Albay tarafından Mumcu'ya iletildiğini, Mumcu'nun ise bu dosyayı araştırdığı için öldürüldüğünü söylüyordu. Ancak komisyon, nedense emekli olup Akçakoca'nın bir köyüne yerleşen Albay'ı dinlemeye gerek bile görmüyordu. Oğuztan'ın iddiaları bir doğrunun çevresinde dolaşıyor ama biraz abartılarla yükleniyordu. Gerçekten de o dönemde eski Doğu Almanya'dan satın alınan 60 bin civarında Kalaşnikof'un Azerbaycan'a gönderildiği, ya da Barzani üzerinden PKK'nın eline geçtiği her yerde konuşuluyordu.

TGS'nin tuhaf ilişkiler ağı?

Ümit Oğuztan'ın bu iddiaları dile getirdiği sırada çalıştığı TGS Yayın Grubu tuhaf ilişkilere anılıyordu. Sisi olarak tanınan Seyhan Soylu ve Ergenekon'un soruşturmasının temel kaynağı Tuncay Güney'in de çalıştığı TGS Yayın Grubunun patronu ve Caferi cemaatinin önemli isimlerinden Turgut Büyükdağ, ilginç bir biçimde Akın Birdal suikastının azmettiricilerinden Semih Tufan Gülaltay'ın ortağı çıkıyordu. Ergenekon İddianamesi'ne göre Veli Küçük ve adamları Büyükdağ'ın fabrikasına el koyup, servetini paylaşıyordu. Hrant Dink soruşturmasında, olay yerinde bulunan "önemli bir tanık" da Seyhan Soylu'nun ofisinden çıkıp, Kurtuluş'a yürürken cinayete tanık olduğunu anlatıyordu!?

MİT'çi Talat Erman Şevket Kazan'ın köstebeği çıktı

Sahte belgenin sırlarını Uğur Mumcu'nun kardeşi Ceyhan Mumcu açığa çıkardı. Kendisini eski bir MİT mensubu olarak tanıtan Talat Bahrettin Erman, Ceyhan Mumcu'ya gidip bu belgeyi hazırladığı suçlamasıyla önce MİT tarafından gözetim altına alındığını, sonra teşkilattan atıldığını" anlattı. Ceyhan Mumcu ise bunun üzerine durumun daha farklı ve karmaşık olduğunu anladı. Talat Erman 1993'te MİT'teki bazı belgeleri Refah Partisi'ne sızdırdığı için teşkilattan çıkarılmıştı. Evinde yapılan aramalarda bazı sahte mühürler ve kaşeler bulunmuş, ancak savcılık tarafından takipsizlik kararıyla serbest bırakılmıştı. Erman da bu belgenin "sahte" olduğunu özellikle vurgulamıştı. Geçmişte Refah'a belge sızdırdığını kabul ediyor, ancak bu "sahte" belgeyi Şevket Kazan'a asla vermediği halde, Kazan'ın kendisine iftira edip Onun adını MİT'e bildirdiğinden yakınmıştı. Peki o zaman bu sahte bilgi ve belgeleri Şevket Kazan'a kim ulaştırmıştı? Veya Şevket Kazan, MOSSAD ve MİT'le işbirliği yaparken başka kimleri aracı olarak kullanmıştı?

Öldürülen ülkücü Tevfik Ağansoy'un anlattıkları, niye ciddiye alınmamıştı?

Mumcu cinayetini çözmeye yarayacak en önemli ipuçlarından biri telefon kayıtlarıydı. Ülkücü Tevfik Ağansoy, Almanya'da sınırda gözaltına alındığında "Mumcu cinayeti de dahil, bildiklerini anlatacağını" söyleyince, MİT'in devreye girmesiyle kurtarıldı. Avukat Medet Serhat'ın öldürüldüğü saldırıda, Serhat'ın karısı tarafından kesin olarak teşhis edilen Ağansoy'un o dönemde birlikte çalıştığı Alaaddin Çakıcı, suikastın gerçekleştiği günlerde Büyük Ankara Oteli'nde kalmıştı. Otelin telefon dökümlerinden Ağansoy'un evinin arandığı anlaşıldı. Ancak otel yönetimi hangi dahili numaradan bu ismin arandığını "bulamadı". Telefon kayıtları ne polis, ne de savcılık tarafından araştırılmadı. Meclis Komisyonu da kayıtlara ulaşmayı başaramadı. Ağansoy'un öldürülmesiyle birlikte, "Mumcu cinayeti dahil" derken neyi kastettiği de soru işareti olarak kaldı.

Tuhaf bir patlamaydı!

JİTEM olarak adlandırılan Jandarma İstihbarat Gruplar Komutanlığı'nda itirafçı olarak çalışan İbrahim Babat, İstanbul'da gasp suçundan yakalandıktan sonra 6-7 yılla kurtulmayı beklerken, 17 yıl 6 ay cezaya çarptırılınca önce Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş'a, sonra da DGM savcılarına 11 sayfa ifade verdi. Babat'ın ifadesinde dikkat çekici bir tuhaflık vardı; pek çok kanlı olaydan ve cinayetten bahseden itirafçı, nedense 1991 yılında Diyarbakır Barosu Başkanı'nın otomobiline konan bombadan da söz açmıştı. Sadece aracın parçalandığı, kimsenin burnunun bile kanamadığı bu olay için "Diyarbakır Baro Başkanı'nın arabasını Aytekin binbaşı, Abdülkadir'le birlikte bombaladı. Patlamadan sonra polisler bunları yakaladı. Ama daha sonra binbaşı ve itirafçı oldukları anlaşılınca serbest bıraktılar" dedi. İstihbaratçılara göre Diyarbakır'da patlayan bu bombanın, daha doğrusu ateşleme mekanizmasının çok önemli iki özelliği bulunuyordu; uzaktan kumanda mekanizması patlamanın ardından tamamen yok oluyordu ve alıcı-verici ünitesi bombanın frekans kirliliği nedeniyle kontrol dışı patlama ihtimalini ortadan kaldırıyordu. Bu çok özel bombaların özellikle bu frekans kodu sayesinde "uçaklarda bile" kullanılabileceği ileri sürülüyordu. Dikkat çekici olan tıpkı Mumcu Suikastı gibi C-4 kullanılan ve uzaktan kumanda ile gerçekleştirilen bu bombalama eyleminin "Milli Bomba Bilgi Merkezi" kayıtlarında yer almamasıydı. Ve Susurluk komisyonu raporlarında sözü edilen, Cem Ersever'in ölümüyle birlikte Ersever'den Yeşil'e geçtiği ileri sürülen ve "aynı anda 100 ayrı yerde birden patlama yapılabildiği" söylenen bu mekanizmanın ta kendisiydi. Peki Uğur Mumcu suikastında ya da Eşref Bitlis'in uçağının düşürülmesinde bu bomba kullanılmış olabilir miydi? Bu soruya cevap verebilecek isimlerden biri de Cem Ersever'di.[1] Ama o da yine Mossad eliyle ama Ergenekon görüntüsüyle ahrete gönderilmişti.

İhtimaller, hakikatlerin anahtarlarıdır. Şaibeler şüphelere, şüpheler işaretlere, işaretler ise bilgi ve belgelere ulaştırır.

İşte bunlar sadece bir zihin sporu veya komplo senaryosu:

Evet Uğur Mumcu'yu MOSSAD eliyle İsrail öldürüyordu. Çünkü Uğur MUMCU: İsrail'in Türkiye'deki PKK ve Hizbullah gibi terör oluşumları, bazı MİT elemanları, bazı sivil ve Asker bürokratlar, bazı İş adamları, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı,  mafya ve medya yapılanmaları, Tarikat ve fettullahçılık gurupları ve Mason localarıyla bağlantılarını belgeleyen çok önemli bilgilere ulaşılmıştı ve bunları kitaplaştırmaya hazırlanıyordu, ama bu amacına ulaşamadan bir suikaste kurban ediliyor ve suç radikal İslamcıların ve İran'ın üzerine yıkılıyordu.

Böylece Laiklik laklakçılarının ve solculuk sahtekarlarının ağzınada bol bol çiğneyecekleri bir irtica ve İslamcı terör sakızı tutuşturuluyordu.

Şevket Kazan ise "Uğur Mumcu'yu MOSSAD öldürttü" şeklinde bilgileri ve belgeleri açıklıyor görünerek, ancak sahte evraklar ve saptırılmış senaryolar  üreterek; aslında "yok canım bu işi MOSSAD yapmamıştır!" dedirtecek şartları oluşturuyor, yani kasıtlı olarak kafaları karıştırıyor ve böylece:

a) Hem Siyonist MOSSAD'ın üzerine giden ve deşifre eden kahraman Müslüman rolü oynuyordu.

b) Hem de, "bu tutarsız ve asılsız iddialar, MOSSAD'ı suçlamaya yönelik saçmalıklardır" kanaatini oluşturup MOSSAD'ı temize çıkarıyordu.

c) Üstelik Uğur Mumcu cinayetine hiçbir ilgisi olmadığı halde MOSSAD'ın has elemanı Mehmet Ali Birand'ı da katarak konunun karanlığa gömülmesine yardımcı oluyordu.

Bütün bunları niye mi yapıyordu?

Çünkü kendisi, Selanik göçmeni bir sabataistti. Sinsi ve Siyonist amaçlarına hizmet için, bilinen klasik "dindar bir aileden yetişmiş, mücahit birisi rolündeydi.."! Ve zaten Erbakan'ın yakın çevresine de bu yüksek marifet ve meziyetleri (!) yüzünden yerleştirilmişti.

Acaba, Şevket Kazan'ın; Erbakan gerçeğini çok iyi bilmek ve sahiplenmekten başka suçu bulunmayan Ahmet Akgül'e çok derin düşmanlığı, kendisinin bu gizli mahiyetini bildiği ve deşifre ettiği için miydi?

Sabataist Sönmez Köksal'ın telaşı!

MİT Eski Müsteşarı Sönmez Koksal, Ergenekon iddianamesi'nde "Uğur Mumcu'nun MOSSAD tarafından öldürüldüğüne" dair "MİT belgesi"ni görünce paniğe kapılmış ve soluğu İsmet Berkan'ın Radikalinde almıştı: "Bu belge MİT'e ait değildir; sahtedir." (Radikal, 29 Temmuz 2008) manşetleri attırmıştı… İddianame'de MİT'e dayandırılan bir sürü çürük iddia vardı. Bunlar orada dururken bu telaş nereden kaynaklanmaktaydı? Eski Müsteşar'ın Uğur Mumcu belgesine gösterdiği duyarlılığın altında ne yatmaktaydı?

İşte bu Sönmez Koksal Paris'te Büyükelçi iken, bütün diplomatik çevrelerde "MOSSAD'ın eniştesi" olarak anılmaktaydı. Türkiye Dışişleri Bakanlığı'nda da herkes Köksal'ı bu sıfatla tanımaktaydı. Sönmez Köksal'ı tanıyan herkes, Onun İsrail'e olan aşkını ve duyarlılığını biliyordu. İşte "Uğur Mumcu cinayeti" ve "MOSSAD" sözcüklerini yan yana görünce birden etekleri tutuşmuştu. Ne derler: Yarası olan gocunmuştu!

Sönmez Koksal; CIA ve MOSSAD güdümlü olduğu iddianamede bile yer alan Ergenekon Operasyonunda, sanki tufana tutulmuştu!..

Uğur Mumcu'nun katledilmesini yakından inceleyenler bilir ki şu "belge" diye ortada dolaştırılan: Şevket Kazan'ın ve MİT'teki adamlarının olayı çarpıtmak üzere uydurdukları bir kâğıt parçasıydı! Ama cinayeti CIA-MOSSAD'ın işlediği bir hakikatti. Dört dörtlük bir gladyo suikastıydı. MOSSAD'ın Eniştesi işte bundan rahatsızdı.

Şevket Kazan'ın karanlık tarafı

Yıllar önce uzak yörelerden geldikleri için önemli toplantıya geç kalan arkadaşlarımızın, bunun nedeni sorulduğunda: "Daha erken kavuşalım diye kestirme yollara saptık, ama hem yollar bozuktu hem yönümüzü şaşırdık!" yanıtı üzerine Erbakan Hocamızın; "Doğrudur, çünkü bu bizim de başımıza çok gelmiş bir durumdur." Şöyleki, böyle pek çok miting ve konferansa giderken "daha erken varacağız biz bu yolların erbabıyız" diyerek Şevket Kazan bizi öyle güzergahlara sokardı ki hepsine de birkaç saat geç ulaşırdık?!" Gibi ifade ve işaretleri bu adamın özel mahiyet ve maksadını araştırmaya mecbur bırakmıştı.

Şevket Kazan 1978 yılında Ahmet Akgül Hocamızın da bizzat çalışmalara katıldığı Van'da kısmi senato seçimlerinde MSP adayı iken ve en yakın rakibi Ferit Melen'den bile ileride görünürken, uyuşturucu kaçakçılığından zengin olup şımaran ve Van'da herkesin nefretini kazanan bir zorbanın, gariban komşusunun genç ve güzel hanımını almak için onu katletmesi üzerine, o dönemin Kürtçü-komünist görüşlü avukatları bile bu şerefsizin savunmasını almazken, Şevket Kazan'ın seçimlere çok az bir süre kala ve yüklü bir para karşılığı bu katillerin avukatlığını alması ve bunun duyulması üzerine MSP' ye meyilli oyların Ferit Melen'e kayması; acaba davasını satacak derecede çok bayağı bir para hırsı mıydı, yoksa bile bile  MSP'ye seçim kaybettirme amaçlı mıydı?

Vahşi Sivas Madımak katliamı sırasında hemen koşup "dinci, gerici" diye nitelenen zanlıların avukatlığını üstlenmesi, acaba geri zekâlıların bile girişemeyeceği bir ucuz kahramanlık havası mıydı, yoksa Milli Görüş'ün ve Erbakan'ın başını belaya sokma ve CIA-MOSSAD marifetli bu provakasyonun suçunu camiamızın üstüne yıkma hesabı mıydı?

Bununla bağlantılı olarak talebeliğinden beri özellikle sahip çıktığı ve nihayet hiçbir emeği ve ilgisi olmadığı halde Sivas'tan Milletvekili ve Bakan yaptığı Abdullatif Şener, Meclis Soruşturma Komisyonuna ifadeye gelen CHP'li Kültür Müdürünün: Bu işten dönemin iktidarının haberi var gibiydi. Hatta Kültür Bakanı Fikri sağlar, son anda Sivas gezisini iptal etmişti. Bütün uyarılarımıza rağmen güvenlik güçleri başka illere gönderilmişti. Jandarma birlikleri saatler sonra yetişmişti" şeklinde doğru bilgiler vermesi üzerine, bu adamın üzerine niye saldırmış ve susturmaya çalışmıştı?

Bu Şevket Kazan, Oğuzhan Asiltürk, Abdullatif Şener, kimlerin adamıydı?

Aynı Şevket Kazan, 28 Şubata bahane yapılan Sincan gecesinin ucuz kahramanı Bekir Yıldız'ı hem de Adalet Bakanı iken, cezaevinde ziyarete gitmesi, Refah Partisini resmen suçlu yapmaktan başka işe yaramayacağını düşünemeyecek kadar çapsız mıydı, yoksa zaten öyle anlaşılsın diye mi çırpınmaktaydı?

Aynı Şevket Kazan, yine Adalet bakanıyken, hapishanedeki İBDA-C'lilere hem de resmi amblemli mektuplar yazıp sahip çıkması, "Partisinin başını belaya sokmak" dışında hangi hikmet ve mazeretle açıklanırdı?

Peki ya, Adalet Bakanı iken, yanında sekreter olarak çalışan birisiyle önce kırıştırıp, üstelik ardından hem kendisi hem de sevgilisi resmen evli oldukları halde ve hiçbir ikazı dinlemeyerek, bu kadını evine kapatıp sonra karısı yapmasına rağmen, Milli Görüşçülerin aleyhine "öküzün altında buzağı arayan" masonik medya, o günden bugüne, bu olayı görmezden gelmesine hangi gerekçe ve güvence uyduracaktı?

Bütün bu adımları Erbakan Hoca'dan habersiz atmakta, sonunda O'nun ikazlarıyla hemen mazeret uydurup manevra yapmaktaydı ama, maalesef yaptığı tahribatlar zor kapatılmaktaydı.

Şimdi sorulabir:

Peki Erbakan Hoca bunların niyetini ve tiynetini bilmiyormuydu? Biliyorsa niye teşkilatına alıyor ve en yetkili konumlara taşıyordu?

Elbette biliyordu ve bile bile teşkilatına katıyor ve katlanıyordu. Çünkü talihli medeniyet devrimlerine ve tarihin seyrini değiştirecek değişimlere, bir araç yapılacak siyasetler, satranç oyunu gibiydi; kalıcı ve kapsayıcı büyük zaferlere erişmek üzere, geçici ve cüzi tavizler vermek gerekiyordu.

Erbakan Hoca hedeflediği ve kilitlendiği Adil Bir Dünya Düzeni'nin ülkemizdeki, bölgemizdeki ve yeryüzündeki temel alt yapılarını ve genel oluşum ve kuruluşlarını hazırlayabilmek için, siyasi parti gibi resmi, hukuki ve en geniş hizmet vesilesi olan bir statüye ihtiyaç duyuyordu. Ne var ki her türlü hakimiyeti ele geçiren küresel Siyonist güçler ve ülkemizdeki temsilcileri olan masonik merkezlerce, öteden beri tanıdıkları ve takibe aldıkları ve kendi sömürü saltanatları için tehlikeli saydıkları Erbakan Hoca'ya böyle bir fırsatı ve ruhsatı değerlendirme imkanı verilmiyordu.

Ancak teşkilatını sürekli kontrol altında tutabilecek ve Hoca'nın her adımını takip edebilecek şekilde "mücahit ve muhterem" kılıklı has adamlarını yakın çevresine kabul etmesi, Siyonizm ve İsrail aleyhtarlığından vazgeçmesi şartıyla parti kurmasına izin verileceği söyleniyor, aksi halde kurduğu partiler kapatılıyordu. Süleyman Arif emre Bey'in "Siyasette 35 yıl" kitabında, Amerika'daki Yahudi lobilerinin temsilcisi olarak Ankara'ya gelen Musevi asıllı Saffet Bayramaşık'ın, bu yöndeki teklifleri kabul edilmeyince, hemen ertesi gün, Milli Nizam Partisine nasıl kapatma davası açıldığı detaylarıyla anlatılıyordu…

Buna benzer denge politikalarını ve hamle planlarını Mustafa Kemal de çok güzel uyguluyordu.

Örneğin, sonunda kendisine İzmir suikastını bile hazırlayacak Dr. Nazım, İsmail Canbolat, Halide Edip Adıvar gibi sabataistleri, mason İttihat Terakki döküntülerini; ve yine zihniyet ve zaafiyetlerini çok iyi sezdiği ve Atatürk'e ne tür hıyanet ve hakaretler ettiklerini herkesin bildiği İsmet İnönü ve Rıza Nur gibileri önemli makamlara getirmesinin ve iltifatlar etmesinin de; taktik ve stratejik bir "kontrollu taviz" politikası olarak okunması gerekiyordu.

Hatta Hz. Peygamber Efendimizin Hudeybiye anlaşması gereği verdiği ve pek çok sahabeyi bile çileden çıkarmaya yettiği tavizleri ve yine nice münafık ve marazlı tiplerin çevresinde Müslüman görünmesine izin vermesi ve bunları doğal ve sosyal şartlar içinde etkisizleştirip eritmesi, bu konuda en güzel ve en mükemmel örneği oluşturuyordu.

Ve şimdi; Yıllarca Erbakan'ın sağ kolu ve en sadık kulu rolü oynayan Şevket Kazan'ın son numarası!

Yakın geçmişteki bir il başkanları toplantısında % 90'a yakınının talebini görüşen Genel İdare Kurulu üyelerine Recai Kutan'ın: "Artık mutlaka bir erken genel kongreye gitmeli ve parti yönetimini kökten değiştirmeliyiz" temennisini Erbakan'a ilettiğini, ama Hoca'nın Ekim ayını beklemelerini tavsiye ettiğini belirtmesi üzerine Şevket Kazan'ın: "Gelin bu teklifi oya sunalım. Çoğunluğun kararına uygun davranalım" teklifine karşı Ahmet Sünnetçioğlu'nun: "İyi de bundan Hocamızın haberi ve izni var mı? Şeklinde sorması üzerine, Şevket Kazan'ın büyük bir öfkeyle kalkıp: "Otur, her şeye karışma ve başından büyük işlere kalkışma!" diye susturması, acaba gizli tiyniyet ve hıyanetini açığa vurma anlamında mıydı? Bay Şevket Kazan bu gibi konuların oylama ile değil, istişare ile karara bağlanacağını, yıllarca ders olarak anlatmamış mıydı? Ve tabi böyle bir oylamanın Hoca'nın rızası hilafına sonuçlanacağını bile bile bu teklifi niçin yapmıştı?

(Not: Bu olayı Ahmet Sünnetçioğlu, Gemlik'teki bir seminere katılan, SP Gençlik Kolları Genel İdare Kurulu üyesi ve Bölge temsilcisi Naim Öztürk'e anlatmış, oda Bursa'daki Mikail Yılmaz kardeşimize aynen aktarmıştır.)

Saadet'i Erbakan'dan kurtarma planı!

Anayasa Mahkemesi'nde süren AKP davasıyla ilgili sona yaklaşılırken, merkez sağda yeni arayışların adreslerinden biri olan SP'de de hareketlilik çoktan başlamıştı. Yaklaşık bir yıldır SP'deki yönetim anlayışından rahatsız olan ve Recai Kutan'ın bırakmasını isteyenlerle buna direnenler arasında sıkı bir taktik savaşı yapılmaktaydı.

Hoca'ya rağmen kongre hazırlığı!

Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş'un etrafında toplanan yenilikçiler, bir süre önce "Milli Görüş" hareketinin doğal lideri Necmettin Erbakan ile görüşmüşlerdi. Partide bir yenileşme gerektiğini ve yönetimin Numan Kurtulmuş'a verilmesini istemişlerdi. Erbakan ise bu talebe karşılık sadece "Ekim ayını bekleyin" demekle yetinmişti. "Yenilikçiler" ise ekim ayını beklemek yerine yapılacak il başkanları toplantısı ve ardından Genel İdare Kurulu'nda Kutan ve ekibini ağustos ayında olağanüstü kongre kararı almaya iknaya yönelmişlerdi. Kutan ve ekibinin olağanüstü kongre kararı almaması halinde teşkilatlardan imza toplayarak partiyi kongreye götürmeye niyetlenmişlerdi.

İkinci Tayip olayı!

Kurtulmuş'un genel başkan olması halinde SP'nin adı ve ambleminin değiştirilmesi öngörülüyor. Kurtulmuş'un "Milli Görüş" çizgisini inkâr etmeyeceği, ancak dünyadaki ve Türkiye'deki gelişmelere göre yeni politikalar belirleyeceği kaydediliyor. SP'deki yenilikçilerin, AKP'de geçen dönem aday gösterilmeyen 150 vekilin büyük bir bölümüyle birlikte hareket ettiği, Kurtulmuş'un yönetimi ele geçirmesi halinde SP'nin tabanını cami avlusundan çıkaracağı, merkez sağa çekmeyi çalışacağını ileri sürülüyor. "Yenilikçilerin" partinin yüzünü değiştirmek içinde birçok akademisyenle de temas halinde oldukları belirtiliyor.[2]

MOSSAD bugün de Irak'ta bilim adamlarını ve toplumu emperyalizme karşı uyaranları yok ediyordu!

ABD Dışişleri Bakanlığı'nın hazırladığı bir rapora göre: İsrail istihbarat teşkilatı MOSSAD, şu ana kadar Irak'ta nükleer enerji konusunda uzman 350 bilim adamını ve 300 öğretim görevlisini öldürmüştü. Yani Uğur Mumcu cinayetinin benzerlerini Irak'ta sürdürmüştü.

Başkan Bush'a sunulan rapora göre; öldürülen üniversite öğretim görevlileri çeşitli branşlarda ders veriyordu. MOSSAD 2003 yılından beri Irak'ta karışıklık çıkarmakta kullanılacak Kürtlerden ve farklı başka gruplardan militanlar yetiştiriyordu.

Timeturk haber portalında yer alan habere göre, raporda Irak'ta bir süredir faaliyette bulunan İsrailli memurların ve subayların asıl görevinin, "nükleer enerji konusunda uzman olan bilim adamlarını ortadan kaldırmak olduğunu" içeriyordu. İsrailli subayların söz konusu bilim adamlarına ve aydınlara yönelik faaliyetlerinin, Iraklı bilim adamlarının "nükleer çalışmalarını ABD'de sürdürmeleri konusunda Amerika Tarafından bir türlü ikna edilememelerinden sonra" başladığı da raporda belirtiliyordu. Amerika'da nükleer enerji sahasında çalışmaları hususunda ikna edilen birçok bilim adamınınsa daha sonra Amerika'da çalışmayı reddederek başka ülkeleri kaçtığı ifade ediliyordu. Rapor Irak'ta kalma konusunda ısrar edip ülkeyi terk etmeyen bilim adamlarının Amerikan ordusu tarafından sorgulamalara ve takibata tabi tutulduklarını, hatta bazılarının bu yüzden işkence gördüklerini ileri sürüyordu. Yine raporda: "MOSSAD'ın bu bilim adamlarının ileride İsrail'in ulusal güvenliği için bir tehdit oluşturacağını düşündüğü" de yer alıyordu.

Ürdün'de çıkan "el-hakika e-devliye" gazetesi bu rapora işaret ederek: İsrail'in bu bilim adamlardan, ancak onları ortadan kaldırarak kurtulabileceğine inandığını, bunun içinse Irak'ta İşgalin başlangıcından bu yana baş gösteren şiddet ortamının en uygun bir ortam olduğu sonucuna ulaştığını" yazıyordu.

Gazetenin haberine göre: Pentagon'un İsrail istihbarat örgütlerinin verdiği raporlara sekiz ay önce muvafakatini bildirdikten sonra, MOSSAD komandoları bilim adamlarını öldürme görevini üstleniyordu. Bilim adamlarını ortadan kaldırmada İsrailli komandolara Amerikalı bir özel güvenlik ekibi de yardımcı oluyordu. Habere göre Amerikan özel güvenlik ekibi öldürülecek bilim adamları hakkında şahsi bilgileri İsrailli  merkezlere bildiriyordu. Bu Amerikan İsrail ortak operasyonu sekiz ay sürdü ve bu süre içinde 350 nükleer enerji uzmanı bilim adamı ve 200 kadar da Üniversite öğretim görevlisi öldürüldü. Yine haber göre 1000 kadar ıraklı bilim adamı İsrail'in ve Amerika'nın hedef listesinde yer alıyordu.

Özellikle siyonizme ve emperyalizme karşı halkı bilinçlendiren din adamları, aydınlar ve yazarlar da MOSSAD'ın hedefinde bulunuyordu


[1]04.08.2008 / Cengiz Erdinç / www.aksam.com

[2] 25.07.2008 / Ergun Aksoy / Sabah

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Subscribe
Bildir
2 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

Uğur MUMCU
MOSSAD ve Barzani – Uğur MUMCU
(Açık İstihbarat: Uğur Mumcu’nun katledilmesinden bir hafta önce yazdığı yazıyı, hala terörle mücadelede İsrail’e ziyaret etmekten medet umanların dikkatine sunuyoruz.)
Ortadoğu’nun karanlık bir kuyu olduğu her gün biraz daha anlaşılıyor.
Kanıtlanan son ilişki MOSSAD-Barzani ilişkisidir.
MOSSAD, İsrail’in gizli istihbarat örgütüdür.
Bu örgütün, Kürt lideri Molla Mustafa Barzani ile ilişkileri olduğu söylense daha önce kim inanırdı?
Barzani’nin CIA ile ilişkisi artık belgelendi.
Kimse bu ilişkiye, “Hayır olmadı” diyemiyor.
CIA-Barzani ilişkileri biliniyordu da MOSSAD-Barzani ilişkileri bilinmiyordu.
MOSSAD’ın Barzani ile ilişkileri Londra ve Sydney’de yayınlanan
“Israel’s Secret Wars-A History of Israel’s Intelligence Services”
adlı kitapta sergileniyor.
Kitap, İngiliz The Guardian gazetesinde 1984 yılından bu yana Tel-Aviv muhabirliğini yapan Ian Black ve Washington’daki Brooking Enstitüsü’nde çalışan öğretim üyesi Benny Morris tarafından yazılmış.
Kitapta MOSSAD-Barzani ilişkileri, İsrail Dışişleri Bakanlığı ve MOSSAD yazışmalarına dayanılarak açıklanıyor.
Önsözde, kitabın yayından önce İsrail ordu yetkilileri tarafından da incelendiği yazılıyor.
Kitapta 1967 Arap-İsrail Savaşı’ndan sonra, MOSSAD’ın Kürtlerle ilişki kurduğu (sh.327), Mısırlı ünlü gazeteci Hasan el-Heykel’in İsrailli subayların Kürtler aracılığıyla Irak’tan radyo bağlantıları kurduğunu 1971 yılında açıkladığı anlatılıyor.
1969 yılı Mart ayında Kerkük petrollerine yapılan saldırının da İsrail tarafından yapıldığı açıklanıyor.
1972 yılında imzalanan Sovyet-Irak Dostluk Antlaşması’ndan sonra İran Şahı ABD Başkanı Nixon ile gizli görüşme yapıyor; bu gizli görüşmeden sonra CIA tarafından “Kürdistan Demokratik Partisi”ne üç yıl içinde 24 milyon dolar gönderiliyor.
Barzani’nin Irak rejimine karşı ayaklandığı yıllarda, ABD-İsrail-İran üçlüsü bu ayaklanmayı destekliyor.
Barzani-ABD ilişkileri, ABD Dışişleri eski bakanı Henry Kissinger eliyle yürütülüyor.
MOSSAD-Barzani ilişkileri de İsrail’in Tahran’daki askeri ateşesi Yaakov Nimrodi (MOSSAD Ajanı) aracılığı ile gerçekleşiyor.
Nimrodi’nin üstlendiği görev ilginç:
Nimrodi Sovyet silahlarının Barzani’nin eline geçmesinde rol oynuyor.
Kitapta, MOSSAD’dan Kürtler’e 50 milyon dolar para verildiği, ABD kaynaklarına dayanarak açıklanıyor. (sh.328)
70’li yıllardaki bu ilişkiler bugün sürüyor mu?
Kitaba göre sürüyor.
“Körfez Savaşı” sırasında Irak’ın attığı Scud füzelerinin Tel-Aviv’e düşmesi üzerine bu ilişkiler yeniden başladı. ( sh.521)
Baba Molla Mustafa Barzani ile kurulan ilişkiler, şimdi de oğul Mesud Barzani ile sürüyor.
MOSSAD, Barzani’ye Avrupa kahvelerinde çekler vererek bu desteği sürdürüyor.
Kitapta, Mesud Barzani’nin İsrail’e gizlice giderek yardım istediği yazılıyor.
Bu ilişkiler sürüyor ve anlaşılıyor ki daha da sürecek…
Gizli yollarla sürecek, açık yollarla sürecek…
İlgi belli… İlişki de belli…
Kürtler sömürgeciliğe karşı bağımsızlık savaşı yapıyorlarsa ne işi var CIA ve MOSSAD’ın Kürtler arasında?
Yoksa CIA ve MOSSAD, antiemperyalist savaş veriyorlar da dünya bu savaşın farkında değil Mi?
http://www.mevzuvatan.com/haber/3532-mossad-ve-barzani.html
http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=7067

Uğur MUMCU
MOSSAD ve Barzani – Uğur MUMCU
(Açık İstihbarat: Uğur Mumcu’nun katledilmesinden bir hafta önce yazdığı yazıyı, hala terörle mücadelede İsrail’e ziyaret etmekten medet umanların dikkatine sunuyoruz.)
Ortadoğu’nun karanlık bir kuyu olduğu her gün biraz daha anlaşılıyor.
Kanıtlanan son ilişki MOSSAD-Barzani ilişkisidir.
MOSSAD, İsrail’in gizli istihbarat örgütüdür.
Bu örgütün, Kürt lideri Molla Mustafa Barzani ile ilişkileri olduğu söylense daha önce kim inanırdı?
Barzani’nin CIA ile ilişkisi artık belgelendi.
Kimse bu ilişkiye, “Hayır olmadı” diyemiyor.
CIA-Barzani ilişkileri biliniyordu da MOSSAD-Barzani ilişkileri bilinmiyordu.
MOSSAD’ın Barzani ile ilişkileri Londra ve Sydney’de yayınlanan
“Israel’s Secret Wars-A History of Israel’s Intelligence Services”
adlı kitapta sergileniyor.
Kitap, İngiliz The Guardian gazetesinde 1984 yılından bu yana Tel-Aviv muhabirliğini yapan Ian Black ve Washington’daki Brooking Enstitüsü’nde çalışan öğretim üyesi Benny Morris tarafından yazılmış.
Kitapta MOSSAD-Barzani ilişkileri, İsrail Dışişleri Bakanlığı ve MOSSAD yazışmalarına dayanılarak açıklanıyor.
Önsözde, kitabın yayından önce İsrail ordu yetkilileri tarafından da incelendiği yazılıyor.
Kitapta 1967 Arap-İsrail Savaşı’ndan sonra, MOSSAD’ın Kürtlerle ilişki kurduğu (sh.327), Mısırlı ünlü gazeteci Hasan el-Heykel’in İsrailli subayların Kürtler aracılığıyla Irak’tan radyo bağlantıları kurduğunu 1971 yılında açıkladığı anlatılıyor.
1969 yılı Mart ayında Kerkük petrollerine yapılan saldırının da İsrail tarafından yapıldığı açıklanıyor.
1972 yılında imzalanan Sovyet-Irak Dostluk Antlaşması’ndan sonra İran Şahı ABD Başkanı Nixon ile gizli görüşme yapıyor; bu gizli görüşmeden sonra CIA tarafından “Kürdistan Demokratik Partisi”ne üç yıl içinde 24 milyon dolar gönderiliyor.
Barzani’nin Irak rejimine karşı ayaklandığı yıllarda, ABD-İsrail-İran üçlüsü bu ayaklanmayı destekliyor.
Barzani-ABD ilişkileri, ABD Dışişleri eski bakanı Henry Kissinger eliyle yürütülüyor.
MOSSAD-Barzani ilişkileri de İsrail’in Tahran’daki askeri ateşesi Yaakov Nimrodi (MOSSAD Ajanı) aracılığı ile gerçekleşiyor.
Nimrodi’nin üstlendiği görev ilginç:
Nimrodi Sovyet silahlarının Barzani’nin eline geçmesinde rol oynuyor.
Kitapta, MOSSAD’dan Kürtler’e 50 milyon dolar para verildiği, ABD kaynaklarına dayanarak açıklanıyor. (sh.328)
70’li yıllardaki bu ilişkiler bugün sürüyor mu?
Kitaba göre sürüyor.
“Körfez Savaşı” sırasında Irak’ın attığı Scud füzelerinin Tel-Aviv’e düşmesi üzerine bu ilişkiler yeniden başladı. ( sh.521)
Baba Molla Mustafa Barzani ile kurulan ilişkiler, şimdi de oğul Mesud Barzani ile sürüyor.
MOSSAD, Barzani’ye Avrupa kahvelerinde çekler vererek bu desteği sürdürüyor.
Kitapta, Mesud Barzani’nin İsrail’e gizlice giderek yardım istediği yazılıyor.
Bu ilişkiler sürüyor ve anlaşılıyor ki daha da sürecek…
Gizli yollarla sürecek, açık yollarla sürecek…
İlgi belli… İlişki de belli…
Kürtler sömürgeciliğe karşı bağımsızlık savaşı yapıyorlarsa ne işi var CIA ve MOSSAD’ın Kürtler arasında?
Yoksa CIA ve MOSSAD, antiemperyalist savaş veriyorlar da dünya bu savaşın farkında değil Mi?
http://www.mevzuvatan.com/haber/3532-mossad-ve-barzani.html
http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=7067

Picture of Nevzat GÜNDÜZ

Nevzat GÜNDÜZ

YORUMLAR

Son Yorumlar
2
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...