Hiç sakınmadan ve sıkılmadan, Siyonist İsrail’i OECD’ye (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütüne) sokarak İslam ve Müslümanları bağrından bıçaklayan Recep T. Erdoğan, Yahudi ve Siyonistlerin güdümünde olduklarını; “Askerlerin de emrinde bulunduklarını söylediği” masonlar eliyle paşaları hizaya sokacaklarını şöyle açıklıyordu:
18 Ekim 2005 tarihli Star Gazetesi’nde Faruk Mangırcı “Bu kadar demokrasi fazla” başlıklı yazısında, Sesar adlı internet sitesinde yer alan ve “Başbakan Erdoğan’a sorular” başlığı ile yayınlanan konulara dikkat çekiyordu. Bu haberler gazete sayfalarına yansımasına rağmen cevap verilemeyişi de olayı ilginç kılan gelişmeler arasına katıyordu. Erdoğan ve mason ilişkisinin açıklandığı ve Erdoğan’ın AKP Genel İdare Kurulu’nda söylediği iddia edilen yazıda özetle şöyle deniyordu: “Tüm dünyadaki Yahudi Lobilerinin ve Masonların desteğini aldık. Türkiye’de her istediğimizi yapabiliriz. Ordu da masonların kontrolündedir. Tüm paşalar ya masondur ya da masonların kontrolündeki kimselerdir. İsrail’le stratejik işbirliği yapıldığı için paşaları İsrail bağlantılarımız ile bağladık. Masonlar, Mason Localarının kapatılmasının hesabını soracaktır. Atatürkçülüğü ve Atatürk’ü Türkiye’den silerek intikamlarını Atatürk’ten alacaktır. (Meşhur Mason ve Yahudi asıllı işadamı) İshak Alaton bana bu konuda teminat verdi”
Eskiden dost şimdi tanıdık olan bir AKP’li bürokratla “yahu bu çok ciddi ve endişe verici iddialara niye yanıt vermiyorsunuz” diye sorunca:
“Biz bunlardan gocunmuyoruz ki, reklâmımız oluyor. Böylesi güçlü odakların arkamızda olması bize güven ve saygınlık kazandırıyor!” demişti ve şu ayeti kerimeyi aklımıza getirmişti.
“Münafıklara (şu) müjdeyi (alçaltıcı haber ve mesajı) ver: Onlar için gerçekten acıklı bir azap (ve akıbet) vardır.
Ki, onlar, müminleri bırakıp kâfirleri (zalim ve sapık kitap ehlini) veliler (dost ve müttefikler) edinirler. (Bu ahmak ve kaypaklar) izzeti (şerefi siyasi destek ve kuvveti) onların yanında mı arıyorlar? Şüphesiz bütün kuvvet ve onur Allah’ındır.”(Nisa: 138-139)
“Oysa onlar, çeşitli hizip (parti)lerden (toplanıp meydana getirilmiş) şurada hezimete mahkûm, kalabalık (ve kof) bir ordu (teşkilat)tır.”
“İşte bunlar (Allah’a ve elçisine karşı) birleşmiş hizip (parti)lerden oluşmaktadır.”
“(Dünyayı ahirete tercih ederek): “Rabbimiz hesap gününden önce (nimetlerden) payımızı bize (burada) acilen (peşinen) ver” diyen bunlardır.” (Sad: 11-13-16)
Ergenekon Davasında sahte CD telaşı yaşanıyordu!
Balyoz Harekât planıyla ilgili olarak 2. Askeri bilirkişi raporunda, TÜBİTAK’ın aksine “CD’ler üzerinde oynanıp ekleme ve çıkarmalarla gerçeklerin çarpıtıldığı” yolundaki iddialar kafaları ve ortalığı iyice karıştırmıştı. Yoksa “sahte belge ve bilgilerle, kamuoyu kasıtlı olarak aldatılıp oyalanmakta mıydı?
Sırası gelmişken, unutmadan hatırlatalım. Hazırlanan anayasa değişiklik paketi referanduma giderse, ona “EVET” demek sadece AKP’nin tahribatına değil; aslında İsrail’e, Yahudi Lobilerine, ABD’ye, Kürt Yahudi’si Barzaniye ve PKK’ya “evet” anlamına gelecektir.
Avni Özgürel’e göre: Devletin tüm kurumları demokratikleşme konusunda kararlıymış. Hükümet ve asker arasında hiçbir sorun yaşanmamaktaymış… Ordu Deniz Kuvvetleri’ndeki BÇG artıklarından, bünyesindeki hukuk dışı yapılardan ve mezhep ayrımcılarından arınmaktaymış.
Genelkurmay Karargâhında varılan bir karar istikametinde, 28 Şubat sürecini şekillendirmekte görev almış tüm kadrolar tamamen tasfiye edilip ayıklanmaktaymış…
Albay Tatar’a yöneltilen suçlamalardan biri ‘Deniz Kuvvetlerine, Harp Okuluna Alevi kökenli öğrencilerin alınmasını sağlamakmış. Alevi ya da Sünnileri değil, mezhepçi yaklaşımlarla hareket ettiği düşünülen personeli tasfiye ediyor TSK.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin AK Parti hükümetiyle herhangi bir çatışması bulunmamaktaymış. Demokratik değişim sürecinde sorun yaşamıyormuş, siyasi iktidarla, İletişim kanalları açıkmış.
Önceki Darbeler hep bir dış teşvik ve destekle yapılmış. Çevik Bir’in, 28 Şubat’ın baş aktörü olarak İsrailli üst düzey askeri bir yetkiliye rapor verdiğini saptamış. Ergenekon yapılanmasının böyle bir dış bağlantısı bulunmamaktaymış… Olsaydı bu kadar aptallık yapmazlarmış… Gidişatın nereye olduğunu okuyamamalarının nedeni kesinlikle şu an bir bağlantılarının olmamasıymış.
Deniz Kuvvetlerindeki hukuk dışı yapılanmayla temas etmiş ve özel eğitimlerden geçmiş bu kişileri intihara sevk eden şey çok ciddi bir hayal kırıklığı olmalıymış. Ali Tatar intiharında bu çok açıkmış… İnandığınız bugüne sorunsuz gelen bildik yapı birden tersine dönünce herkes telaşa kapılmış…”[1]
AKP yalakası ve açılım şakşakçısı Avni Özgürel, Ergenekon’un dış bağlantılarını saklamaya ve ABD-İsrail’i aklamaya çalışıyordu. Daha doğrusu Ergenekon senaryosunun, Siyonist güçlerin Türkiye’deki sömürü arabasının atlarını değiştirme operasyon olduğuna ya aklı basmıyordu veya gerçekleri saptırıyordu. Ama bütün bunların yanında Türkiye’de bir de “kirli derin merkezler”le, Milli derin güçlerin, çetin bilek güreşi yaşanıyordu.
Hatırlayınız, kendisine “suikast yapılacağı” haberini hepimiz gibi önce Star gazetesinden okuyan, ardından Emniyet yetkililerinden bilgi aldıktan sonra “soruşturmanın gizliliği” gibi hukuk kurallarını bir yana atıp “Beni öldüreceklerdi komşular, yetişin!” diye bağırmaya başlayan, konuyu Bakanlar Kurulu’na da taşıdığı halde hızını alamayıp Şamil Tayyar’a “MGK’ya da götüreceğim!” diye hırçınlaşan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, sonunda sakinleşmişti…
Oysa, Genelkurmay, “Subaylar Arınç’ı değil, TSK içindeki bir köstebeği takip ediyorlardı” demişti.
“Köstebek olayının Bülent Arınç ile ne alakası var?” sorusunun cevabı henüz belli değildi. “TSK içinde” olduğu söylenen köstebeğin Çukurambar’da Bülent Arınç’ın evine yakın bir yerde oturuyor olma ihtimali da enteresan; çünkü söz konusu köstebek eğer subaysa, askeri lojmanlarda oturması gerekirdi.
Çukurambar semti Ankara’nın gürültü patırtısından, göz önündeliğinden uzak olmakla beraber, yol durumu itibarıyla Meclis’e, Bakanlıklara, AKP Genel Merkezi’ne, Genelkurmay’a araçla en fazla on dakika mesafedeydi. Kamuoyunu dikkatinin çekilmesi istenmeyen bir takım “buluşmalar” için de idealdi, çünkü gazetecilere, meraklı kesimlere vs. yakalanma ihtimaliniz söz konusu değildi.
Hatırlayın, 27 Temmuz 2008 gecesi, çiçeği burnunda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Cumhurbaşkanı’nı nedense Köşk’te ziyaret etmekten özenle kaçınan Başbakan Erdoğan, Çukurambar’da bir milletvekilinin evinde gizlice bir araya gelmişlerdi. Cumhurbaşkanı ile Başbakan’ı evinde buluşturan bu milletvekili, aynı zamanda Abdullah Gül’ün eniştesi olan Mehmet Tekelioğlu’nun ta kendisiydi. Başbakan ile Cumhurbaşkanı’nın gece yarısı neden gizlice buluştuklarının sırrı hala çözülememişti.
27 Temmuz 2008 tarihinin özelliği şuydu: Anayasa Mahkemesi’nin AKP hakkında açılan kapatma davasında karar aşamasına gelinmişti.
O gece oraya Gül ve Erdoğan dışında üçüncü bir misafirin gelip gelmediği ise hala öğrenilememişti.
Şimdi konuya dönelim: yani “köstebek” eğer muvazzaf subaysa, Çukurambar’da oturuyor olma ihtimalinden söz edilemezdi. Ancak “Arınç’a suikast yapılacaktı” haberinin arkasından şöyle de bir soru gündeme getirilmişti:
Acaba köstebeğin takip edildiğini ve Çukurambar’daki bir buluşmasının saptanmakta olduğunu haber alan bir başka iştihbarat birimi, ani bir baskınla köstebeği askerlerin elinden kurtarmış olabilir miydi?
Daha açık sorulacak olursa;
Acaba Köstebek, Çukurambar’da bir randevuya mı gitmişti? Randevuya geldiği kişi, kendisinin “düzenli bağlantısı” birisi miydi ve devlet içinde etkili-yetkili bir mevkide miydi?
Şamil Tayyar, merhum Albay Belgüyay Varımlı’nın ardından “O Albay’ın Sırrı” diye bir yazı yazıp “Kamuoyu, onu yakından tanımadı. Şunu söylemeliyim; Albay Belgütay Varımlı, Sarıkız başta olmak üzere Ergenekon’un darbe senaryolarını çökerten birkaç isimden biridir” dememiş miydi?
Varımlı’nın pozisyonu bu şekilde deşifre edildikten sonra “çete kurmak” iddiasıyla gözaltına alınarak Emniyet’te verdiği ifadeyi Vatan gazetesi ortaya dökmemiş miydi?[2]
Yani derin güçlerin hakimiyet çekişmesi devam ediyordu!..
Ergenekon dalgaları çerçevesinde, ABD İsrail ve AB’nin, Türkiye’deki sömürü atlarının arabalarını değiştirdiklerini, Kemalist ve Komünist geçinen Dinsizlerin yerine, Ilımlı İslamcı ve Milli Görüş kaçkını “Dinci”leri getirdiklerini, bu arada hükümet muhalifi ve milli gayretli kişi ve kesimlerin de bu bahane ile seslerinin kesildiğini defalarca vurgulayan Milli Çözüm’ü haklı çıkaran bir yorum da, Üstat M. Şevket Eygi’den geliyordu:[3]
Satranç Turnuvası mı, piyonların kapıştırılması mı?
“Türkiye’de dehşetli (bir siyasi ve stratejik) satranç turnuvası devam ediyor. İki ekip bulunuyor:
1. Vesayetçi, darbeci, resmî ideolojici militarist ekip.
2. Sivil (ve dinci) ekip. Sivil lâfı muğlâk bir söz, bunu biraz açmak lazım. Sivillerin başını dinî bir topluluk çekiyor. Satrancı kendi akıllarıyla, kendi kafalarına göre mi oynuyorlar, yoksa arkalarında başka güçler mi var? Sanırım var. Haçlılar, Siyonistler, ABD var gibi geliyor bana.
Birinci ekip millî mi?.. Hayır! Sabataycılar ne kadar milliyse bunlar da o kadar millî… Hani Osmanlı’nın son devrinde bir Rum meb’us (milletvekili) “Ben Osmanlı Bankası kadar Osmanlıyım” demişti ya…?
Siyonistler iki ekipte de var mı? Var. Siyonistler çok kurnazdır. Hangisi kazanırsa, onlar kârlı çıkacak!..
1922’de Türk ordusu İzmir’e yaklaşırken Yahudi’nin biri balkonuna çıkmış, “Yaşasin, yaşasin, yaşasin!..” diye avaz avaz bağırmaya başlamış. Aşağıdan biri sormuş:
-Ya hu, Yusefaçi kim yaşasın? Yahudi şu cevabı vermiş:
-Henüz belli değil!?.. Yani Türkler de kazansa, Yunanlılar da kazansa Yahudinin işine geliyor…
Şimdilik satrancın sonu ne olur, kim kazanır bilinmiyor. Ekiplerden biri büyük bir falso ve hata yaparsa işi bitecek görünüyor. Maç, dönüşü olmayan sarp bir yolda ilerliyor. Dinî cemaatin çok büyük emelleri (beklentileri ve güvendikleri) var. Ama şu anda dost ve müttefik sandıkları ve işbirliği yaptıkları (Siyonist odaklar) işi bitince bazı şahları, vezirleri, develeri, filleri gözlerini kırpmadan harcayabiliyor!
Türkiye’deki bu satranç turnuvası bütün dünyanın kaderini ilgilendiriyor. Hatta üçüncü dünya savaşı bile bu yüzden çıkabilir, deniyor.
“Yahu be adam, daha açık konuşsana!..” dediğinizi duyar gibiyim. Ama konuşamam, yazamam, açıklayamam… Leb derim ama leblebi demeye kalkışamam…”
ABD’nin “kırmızı kitabı” değişiyor, ılımlı İslam’a mı geçiyordu!
ABD Başkanı Barack Obama’nın danışmanlarının, ülkenin ulusal güvenlik stratejisinin ana hatlarını içeren belgeyi, ”İslami aşırıcılık”, ”cihad” gibi terimleri çıkararak yeniden yazacağı bildiriliyordu. Amerikan haber ajansı AP’nin, terörle mücadele yetkililerinin sözlerine dayandırdığı haberine göre, belge bu tür terimlerden arındırılarak, ABD’nin Müslüman ulusları terör merceğinden görmediğini vurgulayacak biçimde yeniden yazılıyordu. Bu adımın, ülkenin Ulusal Güvenlik Stratejisinde önemli değişikliği yansıtacağı ifade ediliyordu.
Ergenekon’un eski sanık’ı ‘gizli tanık’ olursa! Veya; “Atlar ters koşulursa!?” Ne olurdu?
“Sayın Savcım,
Mayıs 2009’da yanınıza gelerek gizli tanık olarak ifade verdim… 5 ay geçmesine rağmen mahkeme tarafından gizli tanık olarak çağrılmadım. Habertürk gazetesinde kimliğim açıklandığı için duruşmalara katılmıyorum. Acilen gizli kapalı bir oturumda dinlendikten sonra tahliye olmak istiyorum… Eğer yardımlarınızı esirgemez tahliyem konusunda bana yardımcı olursanız minnettar kalırım.” (13 Ekim 2009)
“Minnettar Kalırım”
“Sayın Savcım,
…Defalarca kapalı bir oturumda dinlenmek için mahkeme başkanlığına yazdıysam da bir netice alamadım. Karşılıklı görüşmemizde dinlendikten sonra tahliye olabileceğimi söylemiştiniz… Artık dayanacak takatim kalmadı… Tahliye olmam konusunda yardımcı ulursanız minnettar kalırım.” (20 Ekim 2009)
“TSK Hakkında Bilgi Aktardım”
“Sayın Savcım,
…Tahliye olmam konusunda herhangi bir gelişme yok… Sayın Savcı Mehmet Ali Pekgüzel birkaç kez gizli tanık ‘Anadolu’nun dinlenmesini talep ettiyse de mahkeme net bir karar almadı,
(…)Size de açıkladığım gibi ben ne Ergenekon örgütüne üyeyim ne de başka bir gizli Örgüte. TSK’nın içinde olduğunu düşündüğüm (dikkat: “Bildiğim ve belgelediğim” değil M.Ç.) örgütlenme hakkındaki bilgileri size ifademde aktarmıştım.(…) Karşılıklı görüşmemizde ifademi verdikten bir süre sonra tahliye olacağım konusunda söz vermiştiniz. İfademden bu yana 6 ay geçti; hiçbir gelişme yok. Avukatım ve çevrem ifademi geri çekmem için ağır baskı yapıyorlar. (dikkat: Kendi aklınca şantaj yapıyor! M.Ç.) Dayanacak takatim kalmadı. Kasım 2009 sonuna kadar tahliyem konusunda herhangi bir gelişme olmazsa yine 221. maddede ve ifademde yazıldığı üzerine “kimliğimin gizliliğine” riayet edilmediği için baskılara dayanamayıp gizli tanıklıktan çekilmeyi düşünüyorum… Sizden olumlu veya olumsuz bir cevap bekliyorum. (2 Kasım 2009)
“Sanırım tahliyeyi hak ettim”
“Sayın Savcım,
(…) Daha garantili olsun diye bu seferki mektubu APS ile gönderiyorum. Tahliye olmam konusunda herhangi bir gelişme yok. Sayın mahkeme başkanının şerh koyarak imzaladığı ara karardaki tahliye listesinde de adım yok. (…) PKK teröristlerine ait bir grup dağdan inmiş bunlar tutuklanmamıştır, üstelik 221’i imzalamamışlardır bile.
(…) Oktay Yıldırım’la, Behiç Gürcihan aracılığıyla bir iki kez görüşmüştüm. Ümraniye bombaları olayı ortaya çıkınca Oktay Yıldırımla ortak yazı yazdığımız sitelerden (acikisrihbarat.com ve kuvaimilliye.net) hemen ayrıldım ve oradakilerle aram bir daha düzelmemek üzere açıldı.
(…) Artık cezaevi dayanılmaz hale geldi. Ağır depresyondayım. İlaçla ayakta durabiliyorum.
(…) Sizden ricam, acilen tahliye konusunda desteklerinizi esirgememenizdir, sanırım bunu hak ettim.” (Yani yalancı şahitlik ve hainlik ettim. M.Ç.) (6 Kasım 2009)
“Doğu Perinçek hakkımda çok ağır konuşmuşmuş”
“Sayın Savcım,
(…) Son APS ile attığım mektubu Sayın Nihat Taşkın ile Sayın M. Ali Pekgüzel’e de APS ile göndermiştim. (…)
Cuma günkü duruşmada mahkemenin aldığı kararlardan biri tüm sanıkların mahkemeye getirilmesiymiş. …Basında kimliğim açıklandı. Tutuklu sanıklardan pek çoğu hakkımda çok saldırgan konuşmalar yapmış. Doğu Perinçek, Oktay Yıldırım, Mehmet Demirtaş, İşçi Partililer, Muzaffer Tekin ve diğer pek çok tutuklu sanık hakkımda çok ağır konuşup saldırmışlar. Bu nedenle diğer sanıklarla aynı yerde bulunmam olanaksızdır. Onlarla bir araya gelmem güvenlik sorunu oluşturacaktır. (…) Avukatım İşçi Partili olduğundan sanırım gizli tanıklıktan çekilmezsem avukatlığımı bırakacağını söyledi… Çevremden de gizli tanıklıktan çekilmem için büyük baskı var. (Dolaylı şantaj, doğrudan avantaj! M.Ç.) Tekrar yazacağım.
Gelmekte olan Kurban Bayramınızı kutlar, yardımlarınızı esirgememenizi dilerim.” (16 Kasım 2009)
“Tahmin etmişsinizdir. Bütün bu mektupların altındaki imza Doç. Dr. Ümit Sayın’ın. Hepsi Ergenekon savcısı Zekeriya Öz’e yollanmıştı.
Mayıs 2009’da, Savcı Öz’ün duruşma tutanaklarına da yansıyan “35 yıl yatarsın” tehditlerine dayanamadı, gizli tanıklığı kabul etti ve adı “Anadolu” oldu! İnsanlıktan çıkarıldı, sefil bir duruma düştü. Ümit Sayın’ın “posasını” 29 Ocak günü tahliye ettiler. Ne eski dostları kaldı ne de ailesi. Ümit Sayın artık “özgür!” diye sızlanan Aydınlıkçılara bir sözümüz vardı: İçinizdeki bütün hainleri, pardon sahte sosyalistleri çıkarırsanız, geriye sadece samimi sabataistler ve komünizm rüyasından hala uyanmamış bazı gafiller kalırdı!?”
Hilmi Özkök niye sorgulanmıyordu?
Ergenekon davasının 24 Kasım 2009 tarihli duruşmasında Mustafa Balbay’ın sorgusu yapılmaktayken Mahkeme Başkanı Köksal Şengün araya girerek, savcı Mehmet Ali Pekgüzel’e, “Böyle bir şeyi soruyorsunuz ama darbe iddialarına ilişkin bir tahkikat var mı?” diye soruyordu. Savcı Pekgüzel de Başkan’a şu yanıtı vermişti: “Darbe planları bu davanın özüdür!” yanıtını veriyordu.
Anlaşılan Ergenekon’un suç niteliğinde değişiklik oldu ve dava konusu terör örgütünden, darbe iddialarına dönüştü. Bu darbeler ilginç bir biçimde gidip gidip 2003 yılına dayanıyor ama bir türlü dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’e ulaşamıyordu. Savcılar, sadece 1. Ergenekon davasıyla ilgili olarak İzmir’e gidip Özkök’ün tanık olarak ifadesine başvuruluyordu.
Örneğin aynı dönemin kuvvet komutanları olan Özden Örnek, İbrahim Fırtına ve Aytaç Yalman; “Sarıkız”, “Ayışığı” ve “Yakamoz” darbe planları iddialarıyla soruşturmaya uğruyor, dosyaları Ankara’ya gönderiliyordu. Oysa Hilmi Özkök daha önce savcılara “Ayışığı ve Yakamoz konularını biliyordum. Bilgi geliyordu, ancak delil bulamadığım için işlem yapmadım” dediği halde hakkında soruşturma açılmıyordu. Yine 5-7 Mart 2003 tarihlerinde 1’inci Ordu Komutanlığı’nda yapılan plan semineri “Balyoz” darbe planı iddiasına temel teşkil ediyordu. Ama dönemin Genelkurmay Başkanı Özkök’e bu konuda da hiçbir şey sorulmuyordu.
MİT belge verdi mi?
Akşam gazetesi yazarı Özlem Çelik, Başbakan Erdoğan’ın Ergenekon’u 2003’te MİT’in verdiği bir belgeden öğrendiğini, bu bilgilerin o tarihte Genelkurmay’a da verildiğini yazıyordu.
Aslında bu konuda Hilmi Özkök hakkında daha önce bir suç duyurusunda bulunulmuştu.
Özkök, 2003 yılında MİT’in gönderdiği Ergenekon şemasını araştırtmak yerine tutup imha ederek yetkisini kötüye kullanmakla suçlanıyordu.
Şimdi soralım:
MİT o belgeyi dönemin Genelkurmay Başkanına da verdiyse, Özkök bu belgeyi ne yapıyordu? Acaba Özkök o belgeleri İzmir ziyaretleri sırasında Ergenekon savcılarına mı veriyordu?
MİT, aynı belgeleri Genelkurmay’a da yolladıysa neden TSK’nın arşivlerinde bulunamıyordu? O dönem Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’tü.
Akşam yazarı Özlem Çelik, Savcı Zekeriya Öz’ün MİT’e yazdığı bir yazıdan anlaşıldığına göre, Başbakan Erdoğan’ın Ergenekon’u 2003’te MİT’ten öğrendiğini yazıyordu. Başbakan’ın 2003’teki bazı konuşmalarının da bu iddiayı güçlendirdiğini belirten yazar, bu durumda muhalefetin bazı savlarının geçerlilik kazanabileceğini belirtiyordu. Muhalefet, 2003’te bilinen “Ergenekon yapılanması” hakkında dava açılması için 2007’nin beklenmesini şu nedenlere bağlıyordu: aradan geçen sürede gerekli hukuki alt yapının tamamlanması; yani 2004’de CMUK, 2007’de Tanık Koruma Kanununun çıkarılması ve 2006’da TİB’in kurulması.
Başbuğ ve Gülen “Esposito”da mı buluşuyordu?
Çağdaş İslâm’a yönelik 35 kitabı ve konferanslarıyla tanınan Prof. Dr. Esposito “İslam’ın Geleceği” kitabında, bol bol övdüğü AKP’yi “İslâmi olmayan, Batı yanlısı bir parti” olarak tanımlıyordu.
Esposito ve Fetullah Gülen
Prof. Esposito’nun bizi ilgilendiren yanı Fetullah Gülen’e çok yakın birisiydi ve çalıştığı Georgetown Üniversitesi’nin de, cemaatten aldığı bağışlarla, Gülen konferansları düzenlediği de öne sürülüyordu. Nitekim Üniversitenin Rektör Yardımcısı, Katolik Papazlar Birliği eski Başkan Yardımcısı Prof. John Borelli 2006’da Zaman Gazetesi’ne verdiği bir demeçte, dinlerarası diyalog çalışmaları övüyor, bu konuda İslâm dünyasından Fetullah Gülen’den gördükleri yardımı anlatıyordu. Osmanlı dönemindeki dini hoşgörüden de söz eden Borelli, Türkiye’den beklentilerini ise şöyle ifade ediyordu:
“Ben Türkiye’nin dinî çeşitliliği kabullenecek derecede demokratikleşmesini görmek isterim ki o potansiyeli var Türkiye’nin. Bu şunları içine alır; Hiçbir dinî grup bir diğerinden üstün değildir ve kanunun önünde hepsi eşittir. Devletin müdahalesi olmaz. İdeal bu olmalıdır… Bence, dinlerarası diyalog ve diğer din mensuplarına tolerans noktasında Türkiye’deki demokrasi İslam âlemine ve bütün dünyaya örnek olacak mahiyette yükselebilir. Diyalog sabır ve cesaret ister. Değil Müslüman, Hıristiyan radikaller bile diyaloga karşı iken Fetullah Gülen’in cesur çabalarını alkışlamalıyız.”
2003’te, “Türkiye gerçek bir model olma şansını yakaladı” diyen Prof. Esposito, Gülen hareketi ile yakınlığı arttıktan sonra, Türkiye’nin uyguladığı laiklik modelinin katı olduğunu vurgulayıp, “Bugünkü dar laiklik yorumuyla Türkiye İslâm ülkelerine örnek olamaz. Türkiye, kuruluşunda demokrasiye değil laikliğe öncelik verdi. Türkiye, ancak daha özgürlükçü bir din anlayışıyla model olabilir” demeye başlıyordu.
Prof. Esposito, 2004’te Washington’da yapılan “İslam, Laiklik, Demokrasi” konulu Abant Toplantısının da baş konuklarından birisi oluyordu. Buradaki konuşmasında, Türkiye’deki demokratik gelişmenin iyi bir örnek olduğunu savunuyor, 1996 yılından sonra hiç hazzetmedikleri Erbakan’ın başbakan olmasını, “En laik devlet, ortaya ilginç bir demokrasi çıkardı” sözleriyle eleştiriyor ve “Kendini siyasal İslâm’dan ve Refah Partisi’nden uzak tutan Fetullah Gülen hakkında açılan davanın, devlette dinin yer almasından kaynaklanan korkuyu gözler önüne serdiğini” öne sürüyor ve ılımlı İslamcılara sahip çıkıyordu.
Gülen’in Kefili
Prof. Esposito’nun en dikkat çekici özelliği ise şu; Gülen’in ABD’de ikametini sağlayan yeşil kart başvurusunu reddeden Federal Mahkeme’ye sunulan savunma dosyasında yer alan kefalet mektuplarından birisinin Esposito’ya ait olduğu ortaya çıkıyordu. Gülen için Esposito dışında 29 Türk politikacının, eski CIA çalışanı George Fidas ve Graham Fuller ile ABD’nin eski Türkiye Büyükelçisi Morton Abramowitz’in destek mektubu yazdığı biliniyordu.
Org. Başbuğ ve Esposito
TSK’ya karşı yürütülen asimetrik psikolojik savaşta isim vermeden Fetullah Gülen’i hedef gösteren Orgeneral Başbuğ da, Gülen ve cemaate böylesine yakın Prof. Esposito’yu referans alıyordu! Hem de 28 Ağustos 2008’deki Genelkurmay Başkanlığı’nı devir-teslim töreninde yaptığı konuşmada. İşte Başbuğ’un bu konuşmasında, Esposito’ya atıf yaptığı bölüm:
“Şu konuyu da açıkça ifade etmek isterim ki askerlik mesleği, moral değerlere önem veren mesleklerin başında gelmektedir. Elbette bireysel moral değerler açısından din de bir unsurdur.
ATATÜRK; 10’uncu Yıl Nutku’nda bizlere şu hedefi vermiştir: “Ulusal kültürümüzü çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkaracağız.” O’na göre ulusal kültürün çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkartılması, Türk Halkının bütün anlam ve görüşleriyle medeni bir toplum haline dönüştürülmesi demektir.
Buna karşılık bugün toplumun bir kesimi, yeni bir kültürel kimliğin, yaşam tarzının oluşumunda dini düşüncelere büyük bir ağırlık verildiğini düşünmekte ve gelişmelerden büyük bir endişe duymaktadır. Bu endişe ciddiye alınmalıdır. Çoğulcu demokrasi anlayışı çerçevesinde, toplumsal huzur için bu zorunludur.
Cumhuriyetin diğer temel niteliği ise demokrasidir. Türk Silahlı Kuvvetleri demokrasiye ve demokratik kurallara karşı saygılıdır. Demokrasi, temel hak ve özgürlüklerin çoğunluğa karşı da güvencede olduğu bir rejimdir. Bu nedenle, demokratik yaşamda çoğulculuk esas olmalıdır.
Laiklik ilkesinin demokrasi ile çatıştığını iddia etmek de sağlam bir temele dayanmamaktadır. Aksine, laik düzen Türk demokrasisinin gelişmesinde ana itici gücü oluşturmuştur. Etrafımızdaki bazı ülkelere bakılırsa bu gerçek görülebilir.
Prof. John ESPOSİTO’nun ifade ettiği gibi, ‘demokrasinin aşırı şekilde popüler amaçlara yönlendirilmesi de, laik düzenin aleyhine sonuçlar doğurabilir’…”
Acaba Başbuğ, Esposito’nun, Gülen’e bu denli yakın olduğunu bilmiyor muydu? Yoksa özellikle bu isim aracılığıyla cemaate “demokrasi” dersi vermek mi istiyordu? Ya da Esposito’ya atıf sadece bir tesadüf müydü? Her halükarda Başbuğ ve Gülen’in, ilk kez Esposito ortak noktasında buluştuğu anlaşılıyordu.[4]
[1] 28 Aralık 2009 / Star / Fadime Özkan Röportajı
[2] 24.12.2009 / F. Sibel Yüksek / Açık İstihbarat
[3] Bak: 6 Nisan 2010 / Milli Gazete
[4] 9 Mart 2010 / Müyesser Yıldız

CÜBBELİ AHMET “BEL’AM”CIK’I VE MAHMUT EFENDİ YAKINLARINA UYARI!
FETULLAH GÜLEN DOSYASI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
Dünyanın Fikri Değişimi Türkiye’den, FİİLİ DEĞİŞİMİ İSE FİLİSTİN’DEN BAŞLAMIŞTIR!
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’A İFTİRALARI
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
Milli Çözüm, yaşam sürdüğümüz şu dünya hayatında gerçekleşen hadiseleri doğru anlamanın ve uyanık kalmanın tüyoları…
Özgür Özel, hapishanede bulunan İBB başkanı Ekrem İmamoğlunun yaptığı mitinglerle sesinini duyurmaya çalışıyormuş gibi görünürken…
"Başbakanlar, başbelasıdır bozuk düzende! Gizli gerçek hükümet, mason localarıdır Siyonist merkezler ise akıl hocalarıdır Amerika…
Sırtlanlar sadece, vergi yükler sırtlara BOP IMF görevlisidir, fatura hep yurttaşa Milli Görüş bereketle, zam…
Öyle anlaşılıyor ki hem CHP’de hem AKP’de hem de diğer muhalefet mahfillerinde, hâlâ en korkulan…
Bir toplumda iki sınıf vardır ki onlar bozulursa bütün toplumda ifsat olur bunlar yöneticiler ve…
"CHP’nin marazlı masonik takımı Kılıçdaroğlu’na karşıydı. Çünkü Kılıçdaroğlu, “Kirli, kiralık ve münafık cephenin” değil, “Milli ve duyarlı cephenin” yanındaydı.…
MİLLİ GÖRÜŞ - MİLLİ ÇÖZÜMDEN GAYRİSİ HAİM NAHUM DOKTRİNİN UYGULAYICISIDIRLAR. KİM DAHA İYİ UYGULAYACAKSA SİYONİZM…
Bugünlerde terörist başı bebek katili cani'nin ayağına gitmek için can atanların böylesine bir ihanete nasıl…
Anlaşılan amaç Özel'i bir şekilde aday yaptırıp tekrar kolaylıkla iktidarı sürdürmek. Tabi bu hizmet! falan…