Fetullah Gülen’e Balyoz Planı rüyasında mı gösterildi, Yoksa CIA Ajanları mı olacakları bildirdi?
Son dönemde Türkiye gündemini belirleyen gelişmeler ile Fetullah Gülen Cemaati arasında sık sık bağlantı kuruluyor. Orduya karşı faaliyetleri, bu Cemaatin emniyet, yargı, siyaset içinde örgütlenmesinin tertiplediği konuşuluyor
Peki, bu iddialar ne kadar gerçek ve haberleşme nasıl sağlanıyor?
Hemen söyleyelim, ilginç ve şifreli bir haberleşme yöntemi kullanılıyor.
Fetullah Gülen’le ilgili bilgilerin, videoların, yazıların, özel fotoğrafların, konuşmaların yayınlandığı özel bir site bulunuyor. Sitenin adı “www.fethullahgulenhasreti.com”. Site, “Bünyamin İzzet” isimli “İzmir-Alsancak” adresli bir kişi adına kayıtlı görünüyor.
Yine aynı kişi ve adrese kayıtlı bir site daha var “www.tabirci.com”.
Bu tabirci.com’a girenler rüyalarını belli bir ücret karşılığı yorumlatıyor, bankaya belli bir ücret yatırdıktan sonra rüyalar bu adrese gönderiliyor.
Bu, site geçtiğimiz yıllarda, “Fetullah gülen’in Türkiye’ye gelişinin gecikeceğini” de rüya tabiri yoluyla bilmesiyle tanınıyor.
Bu rüyaların tabirlerinde, “güncel olaylara ilişkin şifreler” de yer alıyor. Bu rüyalar daha sonra “fethullahgulenhasreti.com” sitesinde yayınlanıyor.
Balyoz’u rüyasında görüyor!
tabirci.com sitesinde yayınlanan 6 Aralık 2009 tarihi ve halen sitenin manşetinde yer alan bir rüya tabiri dikkat çekiyor. Rüya şu başlıkla verilmiş: “DEVLET BAŞKANI İHTİLAL GİRİŞİMİ İÇİNDEKİ YÖNETİCİLERİ GÖREVDEN ALACAK”. Üstelik rüya tabirinin yanında Abdullah Gül’ün de resmi bulunuyor.
Bu rüya ise site tarafından şöyle tabir ediliyor:
“Rüyanızdaki gökyüzü, kıpkırmızı dolunay, dolunayın ateş saçması ülkemizde en önemli kurumların üst yönetimlerindeki değişikliğe işaret etmektedir. Devlet başkanı bu kurumların başında bulunan kişilerin etkilerini azaltacak ve onları zarar veremez hale getirecek. Bu süreçte kızgınlık ve dehşet senaryoları uygulamaya konulacak. Halk korku ve dehşet içinde olayları izlerken zarar görmeyecek. Ülkemiz korktuklarından emin olarak güzel günlere doğru hızla ilerleyecek.
Devlet başkanının bu tasarrufu adalet eliyle de tecelli edebilir yetkileriyle de. O günlerde ülkede çok büyük kargaşa çıkarma girişimleri olacak.
Yer sarsılması benzeri olay halk hareketlerine işaret etmektedir. Bu kurumların içindeki illegal uzantılar halkı sokağa dökmek için çok çaba sarf edecekler. Tüm çabaları boşa çıkacak. Halk onları terk edecek ve evlerine çekilecekler. Kim evine ve devletine sığınırsa korktuklarından emin olacak. Bu rüya ülkemizin yakın geleceğinde yaşanacak olaylara apaçık işaret ediyor. Devlet yönetimini elinde bulunduranların bu günden önlem almaları, illegal unsurların zarar vermeleri, ülkemizdeki huzuru bozmaları engellenmiş olur. Devleti yönetenlerin doğru ve hızlı istihbarat almaları, etkili emniyet kuvvetlerini hazır bulundurmaları acil ve elzemdir. Ay çekiminden çıkması bir tür ihtilal girişimi anlamına gelebilir. Devleti yönetenlerin bu süreçte kısa süreli de olsa kararsız kalmaları söz konusudur. Bu konuda yapılacak tek şey istişare, danışmaktır. Devleti yönetenlerin bu sorunları ve girişimleri danışarak aşabileceği rüyanızdan anlaşılıyor.”
Tevafuk eseri mi, CIA öğretisi mi?
Rüya ve tabiri biraz tuhaf değil mi? Durumdan değil ama “rüyadan vazife çıkarmak” buna denir. Tabirin bu kadar detaylı günceli bildirmesi ve 06.12.2009’dan bugüne yaşananlar hakkında ipucu vermesi de STV’nin acar yorumcusu Asım Yıldırım’ın deyimiyle “tevafuk” olsa gerektir.
Taraf Gazetesi Balyoz Planı’nı 20 Ocak 2010 tarihinde yayınlamıştı. Planın ardından bugün emekli kuvvet komutanlarının sorgulanmasına kadar giden süreç başlamıştı. Erzincan-Erzurum hattında Gülen Cemaati’ni ve tarikat istismarcılarını soruşturan savcı tutuklanmıştı. 3. Ordu Komutanı ifadeye çağrılmış, eski Erzincan Alay Komutanı hapse tıkılmıştı. Genelkurmay Başkanlığı’nda tüm orgeneral ve amiraller olağanüstü bir toplantı yapmış, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan ve Genelkurmay Başkanı ile zirve gerçekleştirmek zorunda kalmıştı.
Yani CIA uyarıları –pardon Fetullah’ın rüyaları- aynen yaşanmıştı.
Ama sonunda Fetullah Gülen ve cemaatinin tüm internet operasyonlarının şifreleri kırılmıştı. TSK uzun süredir yürüttüğü titiz bir çalışma ile “F” tipi cemaatin tüm internet örgütlenmesini çözmeyi başarmıştı. Başta internete düşen ses kayıtlarının nasıl yapılıp, montajlandığı, nerelerden servis edildiği, hangi internet siteleri ne amaçla kullanıldığı, internet sitelerini yurtiçi ve yurtdışından örgütleyen tepe isimlerin kimler olduğu, bunların yurtdışı ve para trafikleri (banka kayıtlarına kadar) hepsi netleştirilmiş durumdaydı. Sadece kamuoyuna açıklanılacak gün ve fırsat kollanmaktaydı.
Şimdi edindiğimiz bilgiler ışığında sorularımızı yöneltelim:
ABD’de yaşayan C.A adlı bir şahsın, N…. adlı bir siteden yıllardır yaptığı yayınlarda aynı Balyoz da olduğu gibi başka, hangi operasyonların şifreleri verilmişti?
- Türkiye’de ikamet eden Y.K adlı şahıs F.Gülen’e yakın hangi siteleri organize etmekteydi?
- Söz konusu bu iki şahıs, internete düşen ses kayıtlarını nerelerden servise vermekteydi ve bu işlemler için üs olarak neresi kullanılagelmekteydi?
- S.H ve A.H adlı siteler Gülen operasyonlarında ne rol üslenmişlerdi?
- F. Gülen’in internet operasyonları çerçevesinde, “e-devlet projesi” nasıl hizmetlerine verilmişti? Bu işlerde Nüfus işleri Genel Müdürlüğü ve MİT gibi bazı kurumlardaki Gülenci ekipler de görevli miydi?[1]
Artık eroin tacirleri bile cemaatin himayesine girmekteydi!
Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Bürosu UNODOL’un son raporu gazetelerde yayımlandı. Rapora göre, Avrupa’nın tükettiği uyuşturucunun (eroin, esrar, afyon vb.) yüzde 85’i Türkiye üzerinden geliyordu. Gene rapora göre, sadece Avrupa’nın değil, ABD dahil kapitalist dünyanın uyuşturucu tüketiminin yüzde 93’ünü tek başına Afganistan karşılıyordu. UNODOL’a göre Afgan kaynaklı uyuşturucunun yüzde 40’ı İran’dan Batı Avrupa’ya gidiyordu. İran “mafyası” bunu Türkiye üzerinden gönderiyordu. UNODOL’a göre, Avrupa’da satılan 110 ton eroinin yüzde 85’ini Türk mafyası kıtaya sokuyordu.
Buna kanıt olarak Orta ve Batı Avrupa’da ele geçen uyuşturucuların yüzde 93’ünün ülkemiz çıkışlı olması gösteriliyordu.
UNODOL bir “Türk mafyası”ndan söz ediyor ancak bu mafyanın yapısı hakkında bir şey söylemiyordu. Oysa bu çapta bir uyuşturucu trafiğini, bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de devletin iktidar organlarının en azından bir bölümünün desteği olmadan gerçekleşmesi imkânsız görülüyordu.
Ekonomisi eroine bağımlı bir sistemde iktidarın mafyalaşması ve mafyanın da iktidara ortak olması kaçınılmaz. Atatürk’ten sonra kaydırıldığımız “Küçük Amerika” sürecinin Cumhuriyet Devrimi Türkiye’sini ABD’ye bağımlı bir mafya-gladyo-tarikat diktatörlüğüne nasıl dönüştürdüğü zaten biliniyordu.
Bir cemaatin postmodern mafyalaşması süreci
Hatırlarsanız bir zamanlar ünlü bir ANAP milletvekili vardı. Doğu bölgesinin büyük bir ilinden birkaç kez Meclis’e girmişti. İran üzerinden yapılan uyuşturucu trafiği bu milletvekilinin adıyla anılır olmuştu. Hâlâ da öyledir. “İran mafyası”nın Türkiye ayağındaki en güvendiği kişidir. Onsuz, o trafiğe “yol verilmez.” Aşireti o kadar güçlüydü ki, güvenlik güçleri tarafından yakalanan mal, karakol basılarak ortadan yok edilebiliyordu!
ANAP iktidarı sona erse de aşiret reisinin dokunulmazlığı sürüyordu. Ve tabi sınırın öbür tarafındaki itibarını da koruyordu.
Sırtını dayayacağı yeni siyasal gücü çok geçmeden fark ediyordu. Malum cemaate yardım ve yalakalığa başlıyordu.
Kara paranın aklanması, akıl almaz boyutlarda petrol ve mazot kaçakçılığı ise cemaatin uzun süredir ilgilendiği yeni iş alanları oluyordu.
Aşiret reisi için değişen bir şey yok. Eskiden “Genel Merkez’ ödenen pay şimdi “Himmet kasası”na gidiyordu![2]
Kayseri’den telefonla bizi arayan milli şuurlu ve sorumlu bir iş adamı kardeşimizin “Fetullahçıların yurt içi ve yurt dışı okullarına ve sözde hayır kurumlarına yüklü para yardımı yapması halinde, kendisine “naylon fatura, hayali ihracat ve vergi kaçakçılığı” yöntemleriyle verdiğinin kat kat fazlasını kazandıracaklarını” anlatması da bu tür kirli ilişkileri doğruluyordu. Afganistan’daki radikal şeriatçı Taliban ve el-Kaide zavallı köylülere: “Esrar ekimi caizdir. Çünkü bunlar gâvurlara satılacak ve kâfir düşmanlarımızı içten çürütecektir.”
Fetvaları verip, üretilen uyuşturucuları NATO ve Amerikan askerleri himayesinde İran-Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşırken..
Türkiye’deki ılımlı İslamcılar da “dini hizmetlere destek vermek için bu tür hilekârlıklara ruhsat verildiğini” söylemekten utanmıyordu.
Bu arada Gâvura TARAF Gazetesinin, “Fetullahçılarla PKK’lıların birbirlerinin aleyhine çalıştıkları” yolunda haber-yorumlar yayınlamasının da, Fetullahçıların kirli ilişkilerini aklamaya ve kamuoyunda parlatmaya yönelik olduğu sırıtıyordu.[3]
Oysa artık ahmaklar hariç çocuklar bile, BDP’nin PKK’nın siyasi temsilcisi; Fetullah Gülencilerin de BDP destekçisi olduğunu biliyordu.
“Ilımlı İslâm, Münafık Müslüman” tipi!
M. Şevket Eygi Beyefendinin şu tespitleri çarpıcıydı:
Ilımlı İslâm diyorlar, tarifini yapmıyorlar. Sanırım onların ılımlı İslâm’dan anladıkları şu: Gerçek İslâm’da din ve dünya bir bütün olarak ele alınıyor. Onlar Batı’da olduğu gibi dünyadan (adalet, ticaret ve siyaset hayatından) elini eteğini çekmiş, seküler bir İslâm istiyorlar. Batı medeniyetini kabul etmiş, kendi medeniyetinden kopmuş bir İslâm üretiyorlar.
İslâm’ın kendi nefislerine ters düşen; faiz ve sömürü düzenine, Yahudi ve Hıristiyanların güdümüne girmeye müsaade etmeyen emirlerini yok saymaya ve yozlaştırmaya çalışıyorlar. Avrupa’da Hıristiyanlık din olarak hemen hemen bitmiş ve batmıştır, isim ve resimden ibaret kalmıştır. ABD’de bin çeşit kilise (mezhep, tarikat) vardır. Bunların Hıristiyanlığı bir tür hümanizmdir, sömürü ideolojilerine araçtır. Onlar Müslümanların da, kendilerini taklit ederek, İslâm’ı bu şekilde ılımlı hale getirmelerini dayatıyorlar.
Emperyalist kolonyalist Batılılar Müslümanları ikiye ayırırlardı: İyi Müslümanlar, kötü Müslümanlar.
Onların “İyi Müslümanları”; sömürge idaresini hoş gören, cihat ruhunu terk eden, kendi halkını ezen ve köleleştiren masonik sistemi bir nimet olarak benimseyen, işbirliğini ve gâvura itaati şeref bilen tiplerdir. Bunlar Barbar Batılıların başlarını ağrıtmaz, onlara karşı çıkmaz, sadece önlerine atılan kemikleri yalar.
Kötü Müslümanları ise: İslâm’a sâdık ve bağlı kalan… Sömürge idaresine karşı çıkan… Eline fırsat ve imkân geçince zulme ve zillete başkaldıran… Kur’ân’a, Sünnete ve İslâm medeniyetine sahip çıkanlar oluyor.
Artık çağımızda eski klasik sömürge yerine, İslâm dünyasında postmodern bir sömürge tipi uygulanıyor.. Siyonistlerle, Haçlılarla, emperyalistlerle dost ve müttefik bir rejim… Halkı sekülerleştirerek İslâm’dan uzaklaştıran bir düzen… (Ve işbirlikçi kiralık hain yöneticilerle bu sistem yürütülüyor)
Batılıların, Haçlıların, Siyonistlerin, Ateistlerin özledikleri “ılımlı İslâm” ile gerçek İslâm arasında şu farklar bulunuyor:
1. Gerçek İslâm’da din ve dünya işleri temelde Allah’ın koyduğu kurallara dayanır.
2. Gerçek İslam’ın kendi medeniyeti vardır. Bu medeniyeti bırakıp başka bir medeniyeti kabul etmek bir yozlaşmadır.
3. Gerçek İslâm’ın temel hükümleri vardır (Zaruriyat-ı diniye, muhkemat). Bunların terk edilmesi veya taviz verilmesi, haramdır.
4. Gerçek İslâm Kur’ân-ı Kerime, Sünnete, icmâ-i ümmete (akıl, vicdan ve müspet bilime) dayanır.
5. Gerçek İslâm’da dini, icazetli ulemâ ve (Salih ve salahiyetli) fukaha yorumlayıp anlatır. Müslüman veya gayrimüslim oryantalistlerin bu sahadaki saptırmaları batıldır.”
İslâm’ın zaten kendisi adildir ve mükemmeldir. Hâşâ kaba ve katı değildir ki ılımlaştırılmaya gidilsin. Kur’ân, Müslümanları vasat (ortada) bir ümmet olarak bildirir.
Siyonistlerin, Haçlıların, Ateistlerin, Zındıkların, Mülhidlerin, yoldan çıkıp sapmışların, dinini dünya için satmışların, münafıkların istediği gibi ılımlı bir Müslüman olmaktan Allah’a sığınırım.”[4] Çünkü “ılımlı İslam”, hukuken ve ahlaken gâvurlaşmanın kılıfıdır.
Poyrazköy’deki mühimmatı kim yerleştirmişti?
Tarafın ‘balyoz’ senaryosunun muhatabı olarak gösterilen dönemin 1. Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan 27-28 Ocak’ta Milliyetten Fikret Bila’nın sorularını yanıtlayarak, “plan seminerde” gerçekte ne konuştuklarını şöyle açıklıyordu: “Bizim çalıştığımız senaryo şuydu: Eğer bir savaşa girersek, birliklerimizin büyük bölümünü bu savaşa tahsis edeceğimizden, arta kalan birlikler, geri bölge olarak İstanbul’da asayişi sağlamaya yeterli olur mu?
Fikret Bila, Genelkurmay Başkanlığı “Plan seminerinin gayesi, dış tehdide ilişkin olarak hazırlanan Harekât Planı’nı geliştirmek ve ilgili personelin eğitimlerini sağlamaktır” açıklamasını hatırlatınca Orgeneral Çetin Doğan, Bila’nın “Genelkurmay, dış tehdit demesine karşın, siz iç tehdidi mi esas aldınız” sorusunu şöyle yanıtlıyordu:
“Elbette dış tehdit var. Bu tehdide göre de zaten hazırlanmış bir plan var. Her planda olduğu gibi, bunun bir de geri bölge emniyet planı var. Biz bunu tartıştık. Bir kalkışma halinde geri bölge emniyetini nasıl alırız, diye. Senaryo direktifini komutan olarak elbette ben veriyorum ama bu direktif zaten KKK’ya ve Genelkurmay’a önceden bildirilen buhran haline dayanıyor…
“…Biz en kötü ihtimaller üzerinden tartışıyoruz. Nedir bu? Bölücü ve irticai unsurların birleşerek bir kalkışma yaratmaları. Tabii dış tehdit var sayılıyor, hatta savaş hali var sayılıyor ve birliklerimizin büyük bir kısmı savaşa tahsis edilmiş durumda. Bu halde İstanbul’da asayişi sağlamak, doğacak bir kalkışmayı kontrol altına alacak iki alayımız kalıyor. Biri İstanbul’un bir yakasında, diğeri öteki yakasında. Kalkışma halinde iki alayla ne yapabiliriz, diye tartışılıyor. Ki bu alayların elinde sadece kalkan ve cop var… Senaryoya göre sıkıyönetim talep ediyoruz, ancak bu talep sivil otorite tarafından kabul görmüyor. Sıkıyönetim kabul edilmediği halde biz de birliklerimizin takviye edilmesi gerektiği sonucuna varıyoruz. Olay budur.”
Diyordu, ama 28 Şubatta ABD Yahudi Lobilerinin talimatıyla Erbakan Hükümetini yıkmak suretiyle milletimize ve devletimize yaptıkları hıyanetin manevi cezasını çektiklerini unutuyordu.
Adres: F Tipi
Çetin Doğan, ses kayıtlarında konuşmanın belli bölümlerinin alınıp montaj ve eklemeler yapıldığını da söylüyordu. 26 Ocak’ta katıldığı Teke Tek programında bunların hepsinin bir “Senaryo üretim merkezi” tarafından yapıldığını belirtiyordu. Fikri Akyüz’ün, “Poyrazköy’deki mühimmatı da F tipi mi yerleştirdi” sorusuna Çetin Doğan, “Gayet tabii” yanıtını veriyordu. Doğan, Kayseri örneğini de hatırlatıyordu.
“Kayseri’de İl Jandarma Komutanı’nı derdest ettiler. Ordu içinde uzman astsubay üç kişi. Belli yerden talimat alıyor. Bu belli, belirlenmiş durumda. Alıyorlar bunları, diyorlar ki bakın şimdi havacı tuğgenerale bir oyun oynayacağız. Nasıl? Bilgisayar sistemine gireceksiniz. Sonra yamultup yumultup, bu tutuklanan Albay lehine bir şey bulacaksınız. Bakın emir çıkartılıyor. Eski bir emir almıyor, o emir yontuluyor, düzenleniyor… Yani bir üretim merkezi var. Esas önemli olan o.”
Sahte delil üretme merkezi
Orgeneral Başbuğ, “Bizim de elimizde pek çok bilgi var. Bunları açıklamak zorunda kalacağız” demişti.
Genel kanı, Başbuğ’un elindeki bilgileri başbakana ilettiği, ancak bu bilgilerin gereğinin yapılmadığı şeklindeydi. Belli ki Başbuğ gazeteciler aracılığı ile başbakana, “size ilettiğimiz bilgilerin gereğini siz yapmazsanız, biz yaparız” mesajını iletmişti.
Büyük bir ihtimalle ordunun elindeki bilgiler halen devam etmekte olan TSK personeli ile ilgili soruşturmalar, ya da davalarla ilgiliydi. O zaman insanın aklına şu soru geliyor: TSK elindeki bilgileri neden doğrudan ilgili savcılara, ya da hâkimlere vermemekteydi? İlk akla gelen olasılık, TSK’nın elindeki bilgilerin o savcıların ve/veya hâkimlerin, TSK’ya karşı yürütülen asimetrik psikolojik savaşın içinde yer aldığını göstermesiydi. Bu durumda TSK ne yapabilirdi? Başbakanı bilgilendirip, o savcılarla ve hâkimlerle ilgili Adalet Bakanlığı müfettişlerinin görevlendirilmesini, o savcıların incelenmesini, görevini kötüye kullanan, belli bir cemaate hizmet eden savcıların ve hâkimlerin görevden alınmasını bekleyecektir. Eğer başbakan bunu yapmamışsa ne olur? TSK, “yargıya müdahale ediliyor”, yaygarası kopacağını bildiği için, elindeki bilgileri doğrudan kamuoyuna sunmak yerine, bu bilgileri medyaya sızdırmayı tercih edebilir.
Bizi bu düşüncelere sevk eden çok önemli bir haber yer aldı medyada. Haberi Radikal’in internet sayfasında gördük, NTV’de izledik.
Erzurum özel yetkili savcılığı, Erzincan Başsavcısı ve bazı askerler aleyhine soruşturma başlatmış, eski Erzincan Bölge Jandarma komutanı, diğer bazı askerler ve esnaf soruşturulmuş, bir bölümü de tutuklanmıştı. Bu soruşturmada en önemli tanık ise, rüşvet almak ve görevini kötüye kullanmak türünden suçlamalarla Erzincan başsavcısı tarafından hakkında dava açılan İliç savcısıydı.
İliç savcısı kendisine dava açan Erzincan savcısını, şu anda tutuklu bulunan dönemin Erzincan Bölge Jandarma komutanını, bazı diğer askerleri ve kendi aleyhine tanıklık eden esnafı, Ergenekoncu, ya da Jitem’ci olmakla suçlamış; Ergenekon tarafından öldürülmek istendiğini, arabasına kene bile konduğu iddialarını ortaya atmıştı. Oysa esnaftan borç aldığı ve bunları savsakladığı ve üzerine yattığı iddialarını reddeden İliç savcısını, AKP ilçe başkanı bile, “evet, benden de borç aldı, ama sonra geri ödedi” diyerek yalanlamıştı.
İliç savcısı, bu iddialarının önemli bir bölümünü İlyas Meral isminde bir vatandaşın tanıklığına dayandırmıştı. Bu tanıklık Erzurum Başsavcısı tarafından kullanılmış, tutuklamaların gerekçesi yapılmıştı.
Ancak, Ankara’da ortaya çıkan İlyas Meral gazetecilere şunları anlatmıştı:
“İliç savcısı beni Ankara’da buldu, asılsız iddialarda bulundu. Erzincan’da birtakım olayların yaşandığını, Erzincan üzerinde oyunlar oynandığını, bunları bertaraf etmek için Sivil Toplum Kuruluşlarının el ele verip işbirliği yaptığını, bunun altında benim de imzamın olması gerektiğini vurguladı. Getirdiler, ben de imza attım, bunların arasında; başsavcı hakkında tanıklık da yer almış, ben o kısmı okumamıştım.”
Evet, İlyas Meral, Erzurum Başsavcısı tarafından tanığı olduğu iddia edilen olayların aslında tanığı olmadığını söylüyordu. Ama onun sözde tanıklığıyla bazı insanlar şu anda tutuklu bulunuyordu.
“Balyoz gözaltıları” gündemdeki sıcaklığını korurken; Milliyet’ten Melih Aşık ve Gazeteport’tan Yavuz Semerci çok çarpıcı bir iddia gündeme getirmişti
Buna göre; iddia edilen Balyoz adlı darbe planının bazı bölümlerinde, Bağımsız Türkiye Partisi’nin lideri Haydar Baş’a ait tespitler ve metinler yer alıyordu.
Bilindiği gibi; “Balyoz” planının 2002-2003 yıllarında hazırlandığı iddia ediliyordu. İddia edilen bu planın içinde yer alan; darbe sonrasında kurulacak hükümetin izleyeceği ekonomi politikaları bölümünde ise, Haydar Baş’ın 2005 yılındaki Milli Ekonomi Modeli Kongresi’nde yaptığı konuşmalardan bölümler yer alıyordu.
İşte bu durum kafalarda soru işaretleri yaratıyordu. 2002-2003 yıllarında hazırlandığı iddia edilen bir darbe planında nasıl olur da, 2005 yılında yapılan bir konuşmadan bölümler yer alıyordu? Bu olay, Balyoz iddialarının kurgudan ibaret olduğu kuşkularını güçlendireceğe benziyordu.
İddiaları konu eden Melih Aşık’ın ve Yavuz Semerci’nin yazıları şöyleydi:
Taraf gazetesinde yayımlanan Balyoz belgelerinin ekonomiyle ilgili bölümündeki bir cümle ile Haydar Baş’ın 2005 yılındaki bir konuşması tıpatıp birbirine benziyordu.
2002’de yapılan plan seminerindeki bir cümlenin Haydar Baş’ın 2005’teki konuşmasında işi ne? Yoksa belgeler yeniden düzenlenirken araya Haydar Baş’ın konuşması mı karıştı! İşte Taraf gazetesindeki “Balyoz belgesi”nde o cümle:
“Kuruluş yıllarında kalkınmada uygulanan ulusal model ile sahalarda büyük başarılar elde edilmiştir. Bu dönemde uygulanan model ile ülkemiz Belçika’ya uçak ihraç edecek seviyeye ulaşmıştır. Ancak 1945 yılından sonra ülkemiz tekrar siyasi, kültürel, ekonomik yönlerden kuşatma altına alınmış; Batılı devletler, Atatürk döneminde hayata geçiremedikleri SEVR projesini AB, IMF ve Dünya Bankası yoluyla uygulamaya başlamışlardır.”
http://www.taraf.com.tr/haber/46654.htm
Haydar Baş’ın konuşmasındaki o cümle:
“Devletimizin kurucusu Atatürk’ün döneminde, yani 1938’e kadar çeşitli sahalarda kalkınma plan ve projeleri uygulanmış ve çok büyük başarılar elde edilmiştir.
Bu dönemde kalkınmada uygulanan Milli Model ile ülkemiz Belçika’ya uçak ihraç edecek seviyeye ulaşmıştır. Fakat Atatürk’ten sonra ülke tekrar siyasi, kültürel, ekonomik vs. topyekûn bir kuşatma altına alınmış; Batılı devletler, Mustafa Kemal döneminde hayata geçiremedikleri SEVR projesini AB ve IMF yoluyla gerçekleştirmeye başlamışlardır.
http://www.milliekonomimodeli.com/index.php?icerik=7
Haydar Baş’ın resmi sitesi olan http://www.milliekonomimodeli.com/ adresine girdiğinizde soldaki menüden giriş yazısına tıkladığınızda karşınıza çıkan yazının pek çok bölümü aynen Balyoz Darbe Planı’nda yer alıyordu.
http://www.gazeteport.com.tr/GUNCEL/NEWS/GP_642188 adresine girdiğinizde de Taraf Gazetesi’nde yayınlanan Balyoz Hükümeti başlıklı haberi görülüyordu. Kamuoyuna yansıdığı kadarıyla burada da, darbe sonrasında kurulacak Milli Mutabakat Hükümeti’nin izleyeceği ekonomi politikaları yazılıyordu.
Aşağıda Haydar Baş’ın konuşmalarıyla darbe hükümetinin raporunda yazılanlardan birbirinin neredeyse tıpatıp aynısı birkaç cümle koyduk. Siz internet adreslerinden bu yazıları çıkardığınızda onlarca benzer metin bulacaksınız.
Haydar Baş: Atatürk, 1 Mart 1922’de yaptığı Meclis açılış konuşmasında şöyle diyordu: “Her şeyden önce milli amacımız olan bağımsızlığımızı sağlamaya ulaşmaktan başka bir şey düşünemeyiz. Bu nedenle de bizce önemli olan mali gücümüzün, bu sonucu sağlamaya yeterli olup olmayacağıdır
Balyoz Planı: Büyük Atatürk, 1 Mart 1922’de yaptığı Meclis açılış konuşmasında şöyle diyordu: ‘Her şeyden önce milli amacımız olan bağımsızlığımızı sağlamaya ulaşmaktan başka bir şey düşünemeyiz. Bu nedenle de bizce önemli olan mali gücümüzün, bu sonucu sağlamaya yeterli olup olmayacağıdır’.
Haydar Baş: Yeni dünya düzeninde sömürü yönteminin adı ve adresi “uluslararası şirketler”dir. Bugün 300 uluslar arası şirketin varlıkları toplamı, tüm dünyadaki üretim varlıklarını % 25’ini oluşturmaktadır. Dünya ticaretinin % 65’ini 500 büyük şirket denetlemektedir.
Darbe Planı: “Günümüzde kapitalist sömürü yönteminin adı ve adresi uluslararası şirketlerdir. Dünya ticaretinin % 60’ı 500 büyük şirketin elindedir
Haydar Baş: Dünyaya hükmeden Kapitalist ekonomilerin bugün uygulanan kurallarında “doğal seleksiyon” olarak ifade edilen “güçlünün zayıfı ezdiği kuralı”nın vahşice işlediğini görmekteyiz. Gelinen noktada emperyalist bir sömürü aracına dönen ekonomi sistemlerinde halkların refahı ve ülkelerin kalkınması yalnızca sözde kalmaktadır.
Darbe Planı: Doğal seleksiyon’un hâkim olduğu, yani güçlünün zayıfı yok ettiği serbest piyasa sisteminde, halk fakirliğe ve yokluğa doğru itilmektedir. Gelinen noktada emperyalist bir sömürü aracına dönen ekonomik sistemde halkın refahı ve ülkenin kalkınması yalnızca sözde kalmaktadır.
Balyoz belgelerinde yer alan “2003 Milli Mutabakat Hükümeti Programının”, bazı bölümlerinin tarihe Anasol-D hükümeti olarak geçen ve 30 Haziran 1997’de Mesut Yılmaz Başbakanlığı’nda kurulan 55. Hükümetin TBMM’ye sunduğu programla tıpatıp aynı olduğu belirleniyordu.
Şimdi Balyoz Darbesi 2002-2003’te hazırlandığına, Haydar Baş’ın Milli Ekonomi Modeli ise 2005’te açıklandığına göre:
1- Ya Haydar Baş darbecilerin dokümanlarını bir şekilde çalmış, ulaşmış ve kendi eseri diye aktarmıştı.
2- Veya “Balyoz Darbe” iddiaları, sahte ve düzmeceydi, birileri Haydar Baş’ın programını araklayıp, o plana yapıştırmıştı.
3- Veya Darbeci Paşaları da, Mesut Yılmaz gibi Mason Maşaları da, Haydar Baş’ları da yöneten ve hazır bilgi servis eden, aynı odaklardı.
[1] Ahmet Takan / www.avazturk.com
[2] Hikmet Çiçek / 31 Ocak 2010
[3] Bak. Kurtuluş Tayiz. 9 Şubat 2010 Taraf sh. 10
[4] M. Şevket Eygi / Milli Gazete

CÜBBELİ AHMET “BEL’AM”CIK’I VE MAHMUT EFENDİ YAKINLARINA UYARI!
FETULLAH GÜLEN DOSYASI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
Dünyanın Fikri Değişimi Türkiye’den, FİİLİ DEĞİŞİMİ İSE FİLİSTİN’DEN BAŞLAMIŞTIR!
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’A İFTİRALARI
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
Özgür Özel, hapishanede bulunan İBB başkanı Ekrem İmamoğlunun yaptığı mitinglerle sesinini duyurmaya çalışıyormuş gibi görünürken…
"Başbakanlar, başbelasıdır bozuk düzende! Gizli gerçek hükümet, mason localarıdır Siyonist merkezler ise akıl hocalarıdır Amerika…
Sırtlanlar sadece, vergi yükler sırtlara BOP IMF görevlisidir, fatura hep yurttaşa Milli Görüş bereketle, zam…
Öyle anlaşılıyor ki hem CHP’de hem AKP’de hem de diğer muhalefet mahfillerinde, hâlâ en korkulan…
Bir toplumda iki sınıf vardır ki onlar bozulursa bütün toplumda ifsat olur bunlar yöneticiler ve…
"CHP’nin marazlı masonik takımı Kılıçdaroğlu’na karşıydı. Çünkü Kılıçdaroğlu, “Kirli, kiralık ve münafık cephenin” değil, “Milli ve duyarlı cephenin” yanındaydı.…
MİLLİ GÖRÜŞ - MİLLİ ÇÖZÜMDEN GAYRİSİ HAİM NAHUM DOKTRİNİN UYGULAYICISIDIRLAR. KİM DAHA İYİ UYGULAYACAKSA SİYONİZM…
Bugünlerde terörist başı bebek katili cani'nin ayağına gitmek için can atanların böylesine bir ihanete nasıl…
Anlaşılan amaç Özel'i bir şekilde aday yaptırıp tekrar kolaylıkla iktidarı sürdürmek. Tabi bu hizmet! falan…
Milli Çözüm, “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, Kripto Yahudiler ve Pakraduniler” kitabında yakın siyaset tarihimizi doğrudan ve derinden…