YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6920d91631793
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 4 9
Bugün : 434
Dün : 41199
Bu ay : 894357
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45298178
IP'niz : 216.73.216.128

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

Afganistan’da CIA’ya Ölümcül Darbeler indirilmekteydi

Afganistan’ın Host vilayetindeki bir askeri üsse yapılan intihar saldırısında ölen 8 Amerikalının, merkezi haber alma örgütü CIA ajanı olduğu bildirilmişti. Washington’da, adının açıklanmasını istemeyen bir yetkili,

Host vilayetinde bulunan Chapman üssünde meydana gelen olayda, bir intihar eylemcisinin saldırısında ölen sivillerin 8’inin de CIA ajanı, saldırı yapılan üssün de ”ABD Başkanı Barack Obama’nın ülkede istikrar sağlanması kapsamında yeniden oluşturma projeleriyle ilgili çalışmaların gerçekleştirildiği bir merkez olduğunu” belirtmişti.

Olayı, adı açıklanmayan üst düzey bir yetkiliye dayandırarak duyuran CNN televizyonu da, söz konusu saldırıda ölenlerin CIA ajanı olduğunu söylemiş ama konuya ilişkin ayrıntı verilmemişti.

Bu arada, intihar saldırısı eylemini Taliban örgütü üstlenmişti.

Taliban sözcüsü Zebilullah Mücahid, Associated Press (AP) haber ajansına yaptığı açıklamada, patlayıcı yeleği giyen Taliban bombacısının askeri üniformayla Host’taki üsse girdiğini, spor salonunda üzerindeki bombaları patlattığını söylemişti.

Mücahid, Reuters haber ajansının sorularına verdiği yanıtta ise saldırının “yürekli bir Afgan ordusu üyesi” tarafından, CIA ajanlarının mücahidler hakkında bilgi edindiği sırada düzenlendiğini ifade etmişti.

Aslında Afganistan’da Milli bir oluşum ABD’ye kök söktürmekteydi!

Amerikan Ulusal İstihbarat Başkanı Dennis Blair: Saldırıları önlemenin giderek zorlaştığını itiraf etmişti!

Amerikan Ulusal İstihbarat Başkanı Dennis Blair, gelecekteki saldırıları önlemenin çok daha zor olacağını çünkü El Kaide’nin ABD’nin savunma sistemlerini giderek daha iyi öğrendiğini itiraf etmişti.

Blair, çalışanlarına hitaben kaleme aldığı bir iç yazışmada, ”Beni en çok kaygılandıran şey, sadece geçmişteki saldırılarla benzer saldırıları önlemek değil de bu saldırıları önceden bilmek ve gelecekte düzenlenebilecek kurnazca saldırıları durdurmak” sözleri ilginçti.

El Kaide ile ona bağlı diğer örgütlerin Amerikan savunma hattını incelediğini ve buna yönelik yeni saldırılar hazırladığını belirten Blair, “Siz bu mektubu okurken onlar bu hazırlık içinde. Bu saldırıları önceden haber almak ve engellemek çok daha zor olacak” ifadesine yer vererek, saldırganların bir adım önünde olabilmek için savunma sistemini iyileştirmek gerektiğini kaydetmişti.

ABD çöküş sürecindeydi

ABD mevcut askeri planındaki 2.5 savaş kapasitesini, yeni doktrininde tek savaşa indirirken ve Çin’den gelen tehditleri ön plana çıkarırken, Rusya Medvedev’in onayladığı yeni Askeri Doktrini’nde ana hedefi NATO’nun genişlemesi olarak belirledi ve savunma yerine taarruz konsepti ilan etmişti.

İki ülkeye karşı iki konvansiyonel savaş ile başka ülkelerde küçük çaplı varlık bulundurma üzerine kurulu mevcut ABD Askeri Planı artık tarihe gömülmekteydi.

Mevcut Strateji Belgesi’ndeki son büyük gözden geçirmenin 2006 yılında yapıldığını kaydeden CNN, Pentagon’un son dört yılda dünyaya bakışında önemli değişiklikler olduğunu, bu nedenle de yeni bir plana ihtiyaç duyulduğunu belirtmişti.

Washington 2006 yılındaki gözden geçirmede, Çin ve Tayvan nedeniyle yaşanacak geniş çaplı konvansiyonel bir savaş olasılığına odaklanırken, 2010’daki gözden geçirme ve yeni planlamada da, Çin’den gelen tehditleri ön plana çıkarmış gözükmekteydi.

Peki, CNN’nin belirttiği gibi, ABD’nin son dört yılda dünyaya bakışı aslında neden değişti? Obama’nın Nobel Barış Ödülü almasına neden olan barışseverliği nedeniyle mi?!?

ABD 13 cephede kaybetmişti

Bu değişime neden olan tek gerçek, ABD’nin son dört yılda tam 13 cephede kaybettiği gerçeğidir! Sıralayalım:

1. ABD, Rusya’nın Gürcistan’a müdahalesine yanıt veremedi ve Kafkasya’da büyük yenilgi aldı. Washington, Sorosçu Turuncu Darbeyle işbaşına getirdiği Saakaşvili’nin çaresizliğini sessizce izlemek zorunda kaldı.

2. Gürcistan’a müdahale gibi bir gerekçe üzerinden Karadeniz’e girmek isteyen ABD, hem Rusya’nın hem de Türkiye’nin direnci karşısında geri adım attı.

3. Washington, İran kadar aslında Rusya’yı da açıkça hedef alan Doğu Avrupa Füze Kalkanı’nı rafa kaldırdı ve uykuya yatırdı. (Yeni füze kalkanı yeri için Türkiye önerilirken, zaman zaman Romanya seçeneğiyle Moskova’nın tepkisi ölçülüyor)

4. ABD, Irak’ta tam bir bataklığa saplandı! Bölgesel başarısı Irak’ın kuzeyinde kuracağı kukla devlete bağlı olan ABD, Irak’tan geri çekilirken kukla devletini Türkiye’ye himaye ettirme çabası yoğunlaştı.

5. ABD, 2002’de, Irak’la birlikte şer ekseni ilan ettiği Suriye’yi değil işgal etmek, artık tehdit bile edemiyordu. Mevcut bölgesel politik şartlar, Washington’u yıllar sonra Şam’a Büyükelçi atamaya bile mecbur bıraktı.

6. Irak’tan hemen sonra İran’a saldıracağına kesin gözüyle bakılan ABD, aradan geçen 7 yıl sonunda, değil saldırmak Tahran’la diplomatik temaslara bile sarıldı, ama İran’ı hizaya sokamadı.

7. ABD’nin şer ekseni ilan ettiği bir diğer ülke, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti ise çoktan kendi yoluna bırakıldı.

8. Şanghay İşbirliği Örgütü’nü çevreleme-zayıflatma-etkisizleştirme politikası izleyen ABD hem başarılı olamadı, hem de örgütün yeni üye ve gözlemci kazanmasını mani olamadı. ABD, örgüt üyesi ülkelere yönelik üs politikasını da uygulayamadı. Öte yandan ŞİÖ’nün temel unsurları olan Çin ve Rusya, tarihte ilk kez ortak askeri tatbikat yaparak ABD’ye meydan okumuşlardı.

9. ABD küresel ölçekteki planlamasının sıklet merkezi olan Afganistan’da bataklığa saplandı. Kabil’den çıkamayan ABD, istediği oranda muharip destek gücü bulamadığı gibi askeri kayıpları artan ülkelerin geri çekilme tartışmalarıyla da boğuşmaktaydı.

10. Sincan ve Tibet üzerinden Çin’i karıştırmaya çalışan ABD, bu alanda da başarı sağlayamadı. (ABD Tayvan konusunu kaşımayı sürdürüyor) Ekonomik büyüklük olarak Çin’le arsındaki makas hızla daralan ABD, Pekin yönetiminin Ortadoğu’dan Latin Amerika’ya, Afrika’dan Avrupa’ya uzanan büyük yatırımlarını imrenerek seyretmeye başladı.

11. ABD’nin arka bahçesi olan Latin Amerika, teker teker antiemperyalist devrimlere ve iktidarlara sahip çıktı.

12. ABD, Almanya-Fransa eksenli AB’nin uluslararası desteğini hemen hiçbir konuda alamadı. Rusya Alman Başbakanı Merkel’in en çok ziyaret ettiği ülke olmayı başardı!

13. Washington ekonomik krizi bir türlü aşamamıştı. Washington’un, 2010 bütçe tasarısına göre rekor bütçe açığı vardı. 1.56 trilyon dolarlık açık ilk defa milli gelirin yüzde 10’un da üstüne çıkmıştı! ABD doları son 8 yılda yüzde 25 değer kaybetti. Dünya genelindeki dolar cinsinden döviz rezervi 2002’de yüzde 71.6 oranındayken, 2009’un üçüncü çeyreğinde bu oran yüzde 61.6’ya kadar gerilemiş durumdaydı! Açığını on yıllardır, doların rezerv olmasıyla dengeleyen Washington, çok önemli bir kozunu kaybetme aşamasındaydı!

14. Öte yandan ABD tekelleri içinde de büyük bir savaş yaşanmaktaydı. Obama’nın durduk yere “istifa etmeyeceğim” açıklaması yapması manidardı!

Rus Taarruz Doktrini

ABD 2006 tarihli doktrinini güncellerken, Rusya da 2001 tarihli doktrinini yeniledi. Rusya’ya yönelik tehditlerin azalmadığı, tersine arttığı kaydedilen savunma doktrininde, “Kuzey Atlantik ittifakı kuvvetlerinin, NATO’nun genişlemesi de dahil olmak üzere, çeşitli şekillerde Rusya’nın sınırlarına yaklaşmış olması” birinci tehdit olarak programlandı. İkinci tehdit ise ABD’nin Doğu Avrupa’ya füzesavar sistemleri yerleştirme planıydı.

Rusya’nın yeni savunma doktrininin en çarpıcı bölümü ise nükleer silahlarla alakalıydı. Rusya, nükleer silahları sadece nükleer saldırıya maruz kaldığı ya da ülke güvenliğine yönelik konvansiyonel silahlarla saldırının gerçekleşmesi durumunda değil, kendisini böyle bir tehdit altında hissetmesi halinde bile, “önleyici saldırı” olarak kullanacağını açıklamıştı.

Böylece Rusya yeni askeri doktrinin ruhunun savunma değil taarruz ağırlıklı olduğunu vurgulamıştı.[1]

“İstihbarat…” daha bir önem arz etmekteydi

Devletler için istihbarat, her zaman olduğundan daha fazla önem kazanıyor… Çünkü belirsizliğin arttığı, küresel ve bölgesel aktörlerin kıyasıya yarıştığı ve kimin hangi oyun planına göre hareket edeceğinin zor anlaşıldığı bir dönemde istihbarat, devletler için adeta bir pusula görevi görüyor. İstihbarat bizde yanlış anlaşılıp algılanıyor. Bizde, istihbarat kavramı daha çok, “ülke içine yönelik faaliyetleri” hatırlatıyor. Kamuoyu böyle algıladığı gibi ülkeyi yönetenlerin vizyonu da ancak içeriye dönük istihbaratla sınırlı kalıyor. Oysa günümüzde büyük istihbarat savaşları uluslararası arenada yaşanıyor. Küresel güçler, uluslararası eylem planlarını hazırlarken istihbarat örgütlerinin kendilerine sunduğu raporlardan ve öngörülerden yararlanıyor. Amerika Birleşik Devletleri’nin istihbarat çalışmalarında uzayı bile kullandığı biliniyor.

Günümüzde istihbaratın temelini “stratejik bilgi” oluşturuyor. Bu bilginin ille de siyasi ya da askeri nitelikte olması gerekmiyor. Ekonomi ya da finans alanında bir stratejik bilgi de, çoğu zaman ülkelere tahmin dahi edilemeyecek üstünlükler, rekabet avantajları sağlayabiliyor. Bu bilgilerle oyun planlarının sağlamasını yapabiliyor veya gerekli gördükleri değişiklikleri zamanında yapma imkânına kavuşabiliyor. Stratejik bilginin elde edilmesi kadar, bu bilginin analiz edilmesi ve doğru kullanılabilmesi de önem arz ediyor… Burada istihbaratın aslında ne kadar entellektüel birikim gerektiren, stratejik vizyona ihtiyaç duyan bir nitelik taşıdığı da ortaya çıkıyor. İstihbarat asla teknik takip, telefon dinleme, izleme ya da benzeri faaliyetlerden ibaret değil… Kaldı ki günümüzün teknolojik imkânlarıyla kişiler ya da kurumlar hakkında bilgi toplamak sorun olmaktan çıktı. Asıl sorun bu bilgilerin ne anlama geldiğini çözümlemek ve nasıl/nerede/ne zaman kullanılacağına karar verebilmek… Dünyada bu işi iyi yapan, bilimin imkânlarından yararlanan, istihbaratın entellektüel yönünü öne çıkartan ve öngörüleriyle kendi devletinin çıkarlarını koruyan istihbarat örgütleri bulunuyor.

Asıl merak edilen konu şu: Peki bizde durum nasıl? Türkiye, kendi çıkarlarını koruma konusunda istihbarat kavramından ne kadar yararlanabiliyor? İstihbarat görevi yapan örgütler, ülkemizin küresel rekabette geri kalmaması için hangi stratejik bilgileri/raporları/öngörüleri karar vericilere sunuyor, oyun planımızın şekillenmesinde nasıl bir katkıda bulunuyor? Bu sorunun cevabını aramadan önce, uzun yıllar Milli İstihbarat Teşkilatı’nda üst düzey görevlerde bulunan bir istihbarat uzmanının şu açıklamasını hatırlatmamız gerekiyor: “Türkiye yabancı ülkelerin ajanları için cennet oldu. MİT’in karşı casusluk faaliyetlerini engelleme becerisi zayıfladı…”

Evet, Türkiye jeostratejik önemi ve bölgesel güç olma hedefi nedeniyle pek çok ülke tarafından yakından izleniyor; attığı her adım özellikle Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya bölgelerine yönelik uzun vadeli planlar yapan küresel güçlerce değerlendirmeye tabi tutuluyor.

Küresel güçler bunu Türkiye’ye gönderdikleri istihbarat uzmanları vasıtasıyla yapıyor. Bazen ülkemizde ABD ile kimi Avrupa ülkelerinin istihbaratçılarının hesaplaşmalarına da tanık olunuyor. Bazı MİT uzmanlarının açıklamalarından, yabancı devletlerin ülkemizdeki istihbarat çalışmalarına engel olunamadığı” sonucu çıkıyor. Kendi ülkesindeki istihbarat çalışmalarından yeterince haberdar olamayan, karşı istihbarat geliştirip uygulamayan, aleyhindeki tertipleri koyamayan istihbarat kurumlarından, “uluslararası alanda stratejik değeri olan bilgiler derlemesini ve karar vericileri ülkemizin çıkarlarını korumaları yönünde yönlendirmesini” beklemek ne kadar doğru olur?[2]

CIA’nın, Türkiye’yi eroin ve PKK konusunda uyarması, kendi rolünü gizlemeye yönelikti!

ABD’de Türk yetkililerin de katıldığı bir toplantıda CIA ajanları, “küresel eroin tüketiminin yüzde 92’sini karşılayan Afganistan’ın 2010 yılında Türkiye için büyük tehdit oluşturduğunu” söylemişti. Aynı kaynakların yaptığı açıklamada “Afganistan’ın elindeki eroin stokunu eritmek için 2010 yılında Türkiye’nin iç piyasasını ele geçirmek istediği” bilgisine ulaştıkları da belirtilmişti. Bu arada PKK terör örgütünün en büyük gelir kaynağının Afgan eroininin satışı olduğuna da dikkat çekilmişti.

Bu habere bakıp CIA ajanlarının, Türkiye’yi bir tehlikeye karşı uyardığını, bir diğer ifade ile sanki ülkemizi korumaya çalıştığını düşünmek saflık alametiydi. Yani haberi verildiği gibi doğru kabul eder, meselenin arka planını düşünmezsek, CIA planlarına gönüllü olarak alet olabilirdik.

Gelin isterseniz yukarıya özetini aktardığım habere bir de şu açıdan bakalım.

Afganistan yıllardan beri ABD’nin işgali altında değil miydi? İşgalin gerekçelerinden biri de Afganistan’ın uyuşturucu kaçakçılarının merkezi olduğu, buradan tüm dünyaya uyuşturucu sevk edildiği ileri sürülerek, buna bir son vermek için işgalin gerekli olduğu ileri sürülmemiş miydi? Öyle ise kendilerinin işgali altındaki bir ülkedeki uyuşturucu kaçakçıları Türkiye için bir tehdit oluşturuyorsa, bunun sorumlularının başında ABD gelmez miydi? Dünyanın gözünün içine baka baka sorumlusu oldukları bir felakete karşı birde uyarı görevi yapıyormuş pozlarına bürünmeleri, kendilerini akıllı dünyayı ahmak saydıkları için miydi?

Yine CIA kaynakları sanki hiç kimsenin bilmediği ve sadece kendilerinin bir takım gizli bilgilere ulaştıkları gibi bir tavır sergileyerek, PKK’nın gelir kaynaklarının çok büyük bir bölümünü uyuşturucu ticaretinin oluşturduğunu söylemişlerdi. Sanki bunu CIA ajanları açıklamasa Türk yetkililer hiç bilemeyeceklerdi!.. Çünkü, yer yüzündeki gelişmelerin en ince teferruatına kadar sadece CIA haberliydi!..  Kaldı ki PKK’nın kuruluşundan bugüne kadar terör örgütünü eğiten, her türlü desteği verenler kendileri iken, bugün Afganistan uyuşturucusunun PKK aracılığı ile dünyaya yayıldığını söylemek sorumluluklarını itiraf etmekteydi. Bir tarafta işgal altında bir Afganistan, öbür yanda hala ABD’nin kontrolü altındaki bir terör örgütü ve Afganistan uyuşturucu tacirleri ile PKK’nın işbirliği! Bu oluşumdan en son şikayetçi olması gereken ABD ve CIA olması gerekmez miydi?

Bu noktada Pentagon toplantısının ardından yayınlanan sonuç bildirisine dikkat çekmek istiyorum. Bildiride, artık Türkiye’nin iç pazarının tehlike altında olduğu, hedef kitlenin ise gençlerden oluştuğuna yer veriliyor.

Böylece tehlikeye dikkat çekilerek, Türkiye’nin mücadelede aktif görev alması istenmektedir. Sanki Türkiye uyuşturucu kaçakçılığına göz yumuyormuş havası verilmektedir. Oysa sadece geçen yıl içinde yapılan operasyonlardan tonlarla ifade edilen uyuşturucu ele geçirilmiş, uyuşturucu tacirlerine ciddi darbe indirilmiştir. Ne var ki ABD işgali altındaki Afganistan’da adeta uyuşturucu tacirlerine kol kanat germektedir. Ve yine desteği altındaki PKK aracılığıyla da bu işin ticareti yürütülmektedir. Bu bakımdan ABD gerçekten uyuşturucu kaçakçılığından rahatsız ise, öncelikli olarak Afganistan’ı uyuşturucu merkezi olmaktan çıkaracak adımı atması gerekir. İkinci olarak da PKK terör örgütünün tasfiyesi hususunda artık Türkiye’yi oyalamaktan, bu konuda Türkiye’yi yine işgali altındaki Irak’ta geçici yönetim ve Kuzey Irak’taki liderlere havale etmekten vazgeçmelidir. Eğer Afgan uyuşturucusu dünya için bir tehdit ise-ki öyledir-bunun bugün için başlıca sorumlusu ABD’dir. Çünkü, uyuşturucu ABD işgali altındaki Afganistan’da üretilmekte ve yine ABD’nin işgali altındaki Irak’ta barınan PKK tarafından dünyaya ve özellikle de ülkemize gönderilmektedir. Kısacası sorumlu mevkiinde olanların kuzu postuna sarılmaları, tam bir sahtekârlık örneğidir. Bu gerçek Pentagon’daki toplantıya katılan Türk yetkililer tarafından CIA ajanlarına ifade edildi mi bilmiyoruz, ama işin gerçeği böyledir. Bu gerçeği görebilmek için dünyayı sarmış istihbarat örgütlerine ve CIA’nın bilgilendirmesine gerek görülmemektedir.

Ankara Seferberliğin Kozmik Odası niye hedefti?

Seferberlik Tetkik Kurulu’nun, Tuğgeneral Daniş Karabelen tarafından, 1952’de kurulduğu, 1948’de, ABD’ye, “özel harp kurumları ve strateji eğitimi” için gönderilen 16 subayın, STK’nın resmi çekirdeğini oluşturduğu bilinmekteydi. Bu subaylar arasında Karabelen’in yanı sıra, Turgut Sunalp, Ahmet Yıldız, Alparslan Türkeş, Suphi Karaman, Mucip Ataklı, Refik Tulga da dikkat çekiciydi. Adı geçenlerin, isimlerinin daha sonra darbelerle birlikte anılması sadece bir tesadüf olabilir miydi? Turgut Sunalp’i 12 Mart döneminden, özellikle, Faruk Gürler’i cumhurbaşkanı seçtirme gayretlerindeki rolüyle, 12 Eylül’de de Evren onaylı partisi MDP ile hatıralarda yer etmişti. Diğerleri 27 Mayıs Milli Birlik Komitesi içinde rol üstlenmiş, Refik Tulga ise, Celal Bayar’ın yaveriyken 27 Mayıs yönetimi tarafından İstanbul valiliğine getirilmişti.

Türk kamuoyunun Kıbrıs davasına dikkatini çekmek için başlatılan 6-7 Eylül olaylarında da Özel Harp’in parmağı olduğu artık kesinleşmişti. Seferberlik Tetkik Dairesi komünizmle mücadele diye işe başladı ama, komünizm tehlikesi ortadan kalkınca, bu yapı, Başka tehditleri(!) bertaraf etmeye yönelmişti. Bu tehditler “irtica” ve “bölücülüktü.” Psikolojik harp ile tehdidi abartmaya yönelik eylemler yapıldı, bu konuda çeşitli andıçlar devreye girdi. Kıbrıs Barış Harekâtı dolayısıyla ABD’den gelen para kesilince o tarihte başbakan olan Ecevit ilk defa Özel Harp’in ismini duymuş, daha sonra teşkilatta, sivillerin de kullanıldığını öğrenmişti. Hatta Tümgeneral Sabri Yirmibeşoğlu ile Kars’ın Sarıkamış ilçesinde yaptığı bir konuşmadan söz edilmişti.

Ecevit Yirmibeşoğlu’na sordu: “Farz- ı muhal, buradaki MHP il başkanı, aynı zamanda Özel Harp Dairesi’nin sivil uzantısındaki gizli elemanlardan biri olamaz mı?” Yirmibeşoğlu samimiyetle cevap verdi: “Evet, öyledir ama kendisi çok güvenilir, vatansever bir arkadaşımızdır.”

“12 Eylül öncesindeki kavganın ateşleyicileri arasında da bu yapı gösterilmektedir. Bu yüzden diyoruz ki, gerçekleştirilen operasyon, tarihimizin karanlıkta kalan bazı sayfalarını aydınlatacak çok önemli bir gelişmedir.  “Kara Kutu”, tam açılmasa dahi aralanıyor.”[3] Diye sevinmek gerekir diyen Nazlı Ilıcak, bu yapının Özel Kuvvetler Komutanlığına çevrilip, ABD ve İsrail güdümünden çıktığı için hedef haline getirildiğini ise özenle gizleyebilmektedir.

Türkiye karanlığa sürüklenmekteydi!

Israr ediyorum; bu gidişten “demokratik bir Türkiye” çıkmayacaktır! Tekrar ediyorum; bu yönde kaygıları olan insanları, demokratik bir Türkiye istemeyenlerle aynı kefeye koymak yanlıştır!

Bu gidişten, hepimiz zararlı çıkacağız; daha fazla demokrasi istemeyenler de, daha fazla demokrasi isteyenler de, mevcut rejimi tartışmaya açmak/açtırmak istemeyenler de, demokratikleşme istikametinde statükoyu tartışmaya açmak isteyenler de, hükümette, iktidar da, iktidar partisi de, Türkler de, Kürtler de, azınlıklar da, mezhep ve meşrebi birbirinden farklı olup, sindirilmiş olanlar da, bu ülkede yaşayan herkes zararlı çıkacaktır!

Kimse kendini kandırmasın, böyle bir ülkede ne kimse topuna tüfeğine güvenip fikrini bozarak varlığını sürdürebilir, ne sivil siyaset demokrasi sınırlarını zorlayarak ülkeyi yönetmeye devam edebilir, ne yargı birbirini boğazlayarak birbirine galip gelebilir, ne “Kürtlerin” istediği olur, ne “Türklerin”!

Ve tabii ne de, aydınlar, tüm bu olan bitene “demokrasi sancısı” diyerek, ıslık çalarak bu mezardan sağ salim geçebilir. O nedenle, neredeyiz, nereye gidiyoruz, önce adını koyalım![4]

Ergenekon sanığı teğmen Mehmet Ali Çelebi:

Türk yargısı, teröristi aklama, subayı aşağılama kurumuna mı dönüşmekteydi?

“Mahkemenizin yargılama şekli TSK’ya hayâsızca saldıranlara cesaret vermektedir. Bizler neden hedefiz? Mustafa Kemal söylüyor: Kuvvet ordudur! Orduyu imha etmek için mutlaka subayları mahvetmek ve aşağılamak lazımdır. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta engeller ve müşkülat kalmaz.”

Mehmet Ali Çelebi askeri liseyi birincilikle, Harp Akademisi’ni de dördüncülükle bitirmiş bir subaydır. 15 aydır Ergenekon’un tutuklu sanığıdır. Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nda, Kara Pilot Teğmendir ve 24 yaşındadır. 2. Ergenekon davasının 24 Kasım günkü 20. duruşmasında bunları haykırmıştır. O konuşurken, izleyenler gözyaşlarını tutamamıştır.

Askeri Yargıtay Eski Genel Sekreteri Ali Fahir Kayacan:

Genelkurmay bilgisayarlarına sızma işi özel bir ekibin işiydi!

Askeri Yargıtay Eski Genel Sekreteri Ali Fahir Kayacan, ihbar mektuplarını özel bir ekibin düzenlediğini belirterek Genelkurmay bilgisayarlarına 4-5 yıl önce bir ekibin sızmış olabileceğini savunan Kayacan, TSK’ya karşı psikolojik savaşın ABD’nin Türkiye’ye, Ilımlı İslam rejimi getirme hedefi doğrultusunda yapıldığını söylemişti. Askeri Yargıtay Onursal Üyesi ve Eski Genel Sekreteri Ali Fahir Kayacan, ıslak imzalı kâğıt parçasını ve yargıya yönelik dinleme skandalını şöyle değerlendirmişti:

”Bir subay tarafından gönderildiği ileri sürülen ihbar mektupları “bir ekip işi” dir. 

“Ilımlı İslam Rejimi” için TSK’ya Psikolojik Savaş başlatılıyor.

ABD’nin Türkiye için “Ilımlı İslam Cumhuriyeti” şeklinde bir hedefi olduğunu hatırlatan Kayacan, bu hedefe ulaşmak için Türk halkının ezici çoğunluğunun benimsediği değerlerin yıpratılması ve sonunda yıkılmasının hedeflendiğini belirtmişti.

“İlk olarak, Anayasa’nın başlangıç ilkesinde belirtilen Cumhuriyet değerleri. İkincisi Atatürk’e ve ilkelerine olan bağlılık. Bütün bunların ötesinde Türk Silahlı Kuvvetleri’ne olan güven ve saygınlık. Türkiye’nin isminin ve değiştirilemez maddelerin değişip değişmemesi önemli değil. Fiilen Türkiye’nin Ilımlı İslam Cumhuriyetine dönüşmesini ABD ve AB’nin güdümüne girmesi tehlikelidir.

“Atatürk’le ilgili değerler çeşitli durumlar vesile ederek örselenmeye çalışılıyor. Bu değerlerin en önemli güvencesi TSK. Amaç burada Dursun Çiçek değil. Dursun Çiçek mahkûm olmuş olmamış, tutuklanmamış bunlar o kadar önemli değil. TSK’nın halk nezdinde itibarını sarsmak ve ondan sonra TSK’yı içten içe birbirine düşürerek çürütmek hedefleniyor.”

Birinci sınıf hâkimler için dinlemeler yok hükmünde bulunuyor!

Ali Fahir Kayacan, birinci sınıf hâkim ve savcılar hakkında verilen dinleme kararlarının hukuka aykırı ve bu yolla elde edilen delillerin ‘yok hükmünde’ olduğunu belirtmişti:

“Yargıtay Kanunu’nun 46’ncı ve Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun 98’inci maddesi birlikte değerlendirildiğinde birinci sınıf hâkim ve savcılarla ilgili soruşturma iznini Adalet Bakanı verdikten sonra dosyanın Yargıtay Birinci Başkanlar Kurulu’na gönderilmesi gerek. Yargıtay Birinci Başkanlar Kurulu bir ceza dairesi başkanını görevlendirecek. Bu ceza dairesi başkanı soruşturmayı yapacak. Dolayısıyla verilen kararlar ve o kararlara istinaden elde edilen iletişim tespiti tutanakları yok hükmündedir. Ceza hukuku anlamında ‘yasak suretlerle elde edilmiş delil’ değerindedir ve hiçbir delil ifade etmez.”

İhbar Mektuplarıyla insanların hürriyet ve haysiyeti katlediliyor.

MİT Müsteşarlığından gönderilen bir diğer yazıda, kendilerinde bulunan bilgilerin 7 Haziran 2007’de gönderilen bir ihbar mektubuyla sınırlı olduğu vurgulanıyor. İstanbul Sefaköy’den gönderildiği ifade edilen mektubun 21 Haziran’da Başbakanlık ve Genelkurmay Başkanlığı’na sunulduğu da ifade etmişti.

2. Ergenekon Davası’nın 20. duruşmasında söz alan Albay Cengiz Köylü ‘ham bilgilere’ dayanan MİT raporu yüzünden uzun süredir tutuklu olduğunu söylüyor. Köylü, “Toplantı yapıldığı iddia edilen Yenibosna Cemevi’ne hiç gitmedim. Bu TİB’den getirtilecek telefonuma ait sinyal kayıtlarıyla da ispatlanabilir. Bu kayıtların getirtilmesini istiyorum” diyor. Cengiz Köylü, Karargâh Evleri şemasında bir numara olarak gösterilen İbrahim Arslan adlı kişinin gerçekte olmadığını, Üsküdar’da yaşayan yalnız bir kişinin kimlik bilgileriyle hayali bir insan yaratıldığını belirtiyor.



[1] Odatv.com / Mehmet Ali Güller / 09 02 2010

[2] Dr. Abdullah Özkan

[3] Nazlı ILICAK / Sabah

[4] Nuray MERT / Hürriyet

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Subscribe
Bildir
0 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Picture of Hakan EKMEKÇİ

Hakan EKMEKÇİ

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...