Balyoz Darbesi planlarının 1. Ordu tarafından yapıldığı iddia ediliyordu. Ama nasıl oluyorsa bundan Genelkurmayın bilgisi ve ilgisi yoktu. Üstelik bugünkü GKB İlker Başbuğ, o sırada 1. Ordu Kurmay Başkanlığı yapıyordu. Peki, Genelkurmayın ve diğer orduların alakası ve katkısı olmadan, sadece Marmara bölgesinin bir kısmına bakan 1. Ordu böyle bir darbeyi nasıl göze alıyordu?
Sabataistlerin yönettiği Taraf Gazetesi’nin bu konudaki iddialarının saptırmaca ve çarpıtmaca olduğu sırıtıyordu. Dinimize düşman ve Milli iradeden hoşlanmayan bir takım oluşumlar bahanesiyle açıkça hedef haline getirilen TSK yıpratılmaya ve yaralanmaya çalışılıyordu. Bu arada, İlker Başbuğ’un “TSK’ya yönelik asimetrik savaşla” ilgili sert çıkışlarıyla, ondan sonraki tavır ve yaklaşımları arasındaki çelişkiyi okumak ta zorlaşıyordu.
Ankara Gölbaşındaki Özel Kuvvetler Komutanlığına silah ve mühimmat taşıyan ve elbette yetkili birimlerin bilgisi ve izni çerçevesinde yapıldığı anlaşılan, sivil bir tır kamyonunu sözde bir ihbar üzerine yakalayıp ve anında bütün medyaya yansıtıp, böylesine kof ve boş bahanelerle TSK’yı yıpratanların, hukukla ve vatanseverlik duygusuyla alakaları olduğunu sanmak ahmaklıktır. Polis, elektronik posta ile gönderilen ihbarın ta Amerika’dan ve Türk subayların da görev yaptığı NATO karargâhının bulunduğu Florida’dan yapıldığını saptamıştı. Anlaşılan TSK’ya sızan CIA’cı Fetullahçı ve Mason bağlantılı köstebek ajanlar iyi çalışmaktaydı… Bunlar, Kur’an’ın haber verdiği münafıklar gibi, doğrularla yanlışları, Hak’la batılı harmanlayıp servis yapmakta bayağı ustalaşmışlardı.
“Hakla batılı karıştırmayın. Bile bile (gerçekleri çarpıtmak için) Hakkı gizlemeye (ve halkı yanlış yönlendirmeye çalışmayın)” (Bakara Suresi Ayet: 42)
Bu girişimlerin “Milli gayretli bir duyarlılık değil; kirli niyetli ve gâvur destekli bir şımarıklık olduğu” da açıktır. Ne var ki, “kışla duvarına fossuran bu fesatçılar” yularlarının: kontrollü biçimde uzatılıp, ayarlarını kusmalarına fırsat tanındığını anlayacakları günler de yakındı… Peki, oldukça teferruatlı ve tahrifatlı bilgiler veren bu ihbar mektubunun yalan çıkması gibi, Ergenekon davalarının temel dayanağı yapılan gizli ihbar ve tanıkların da sahte olması ihtimali niye hiç tartışılmazdı. “Sadece gizli tanık ve ihbar mektuplarına dayalı iddianame ve yargılamaların hukuka aykırı olduğu” şeklindeki AB kriterleri niçin hesaba katılmazdı?
Oysa işin aslı; Ergenekon’un da, PKK’nın da, bu iktidarın da arkasında aynı odaklar vardı. AB milletvekili bir Fransız parlamenterin itirafıyla: “PKK’nın silahlı eğitim kampıyla Fransız askeri kışlaların yan yana bulunduğunun” ortaya çıkması da, bu gerçeğin çarpıcı bir ispatıydı.
“Bu gün Siyonist güçlerin ve işbirlikçilerin bütün iktidar hesapları terör üzerinden planlanıyor. Bütün darbeler, işgaller ve iş çekişmeler terör üzerinden çıkarılıyor. Bütün kaos planları terörden geçiyor. Süper güçlerin küresel düzeyde mücadele ettikleri varsayılan terör örgütleri; ne gariptir ki, aslında bu güçlerin önünü açıyor, işini kolaylaştırıyor, onların amaçlarına göre alan çalışmaları yapıyor, hedefleri vuruyor, istikrarsızlık oluşturuyor.
“Küresel ve yerel terör, büyük oranda Siyonist odaklardan ve devlet iktidarından besleniyor. Uluslar arası organizasyonlardan ve sermayeden besleniyor. Büyük oyunların alt unsurları olarak kullanılıyor. Terör bir ihaledir ve bu ihale; devletler, istihbarat örgütleri, sermaye çevreleri, devlet içindeki iktidar talipleri tarafından açılıyor. Dev bir sektör ve yüz milyarlarca doların döndüğü kayıt dışı kaynaklarla finanse ediliyor” tespitleri haklıydı.
El Kaide ve PKK’nın arkasında da yine süper güçler ve sünepe işbirlikçiler çıkıyordu. ABD Afganistan savaşıyla, El Kaide’ye; AKP ise açılım safsatalarıyla PKK’ya siyasi serbestiyet ve resmi meşruiyet kazandırmak istiyordu. Ve tabi NATO’cu ve Mason Paşalara da bu tezgâhta önemli roller veriliyordu.
Şimdi bütün bu gerçekler gizlenerek, hatta tersyüz edilerek;
- Aylarca sıcak yuvasından uzak en kötü doğa şartlarında ve İsrail-ABD destekli PKK karşısında ve dağ başlarında çok zorlu bir mücadele yürüten
- Kendisi vatan için savaşırken, evinde üç yaşındaki çocukları bu yüzden katledilen
- “PKK’ya zarar verdin” diye, eli ayağı bağlanıp gözü önünde hanımının ırzına geçilen
- Yüzlerce silah arkadaşlarını, eratını ve komutanlarını şehit veren
- Emekli olduktan sonra bile PKK militanları ve CIA MOSSAD ajanlarınca intikam infazı için peşinde gezilen
- Ve onların bu fedakârlıkları nedeniyle 70 milyon olarak ülkemizde huzur ve hürriyet içinde hayat sürülen kahraman ordumuzun böylesine saldırıya uğraması, bizce dışarıdan gelecek bir düşman tecavüzünden daha tehlikeli bulunuyordu.
Hatta AKP yalakası ve eski porno reklamcısı Emre Aköz Sabah’taki yazısında; TSK’ya yönelik operasyonları kastederek:
“Artık çözüm yolları tıkanmış ve uzlaşı kapıları kapanmıştır. İki taraftan (TSK ve AKP iktidarından) birisi nakavt olmadan bu sorun aşılmaz!.”diye kışkırtıyor ve gerçek amaçlarını açığa vuruyordu.
Yani, Türkiye’de hedefine ulaşmış darbeler bile en fazla üç beş yıl konuşulup tartışılırken, şimdi gerçekleşmemiş, hatta teşebbüse dahi geçilmemiş suni ve sahte darbe düşünceleri bahanesiyle TSK’ya yönelik sataşma ve asimetrik savaşma tam sekiz yıldır sürüyordu! Albay Dursun Çiçek’in imza attığı iddia edilen “irticayla eylem planı” velev doğru bile olsa “O bir şube müdürü makamındadır. Üzerinde daire başkanı vardır. O J. Komutanının sorumluluğu altındadır. O 2. başkana o da GKB bağlıdır. Bir Albayın hazırladığı plan taslağının daha ilk komutanından geri döneceği bilinip dururken, bütün Genelkurmayı ve TSK’yı darbecilikle suçlayıp töhmet altına almaya kimler uğraşıyordu?” diye sorulmuyordu. Bu arada “irtica ve din istismarıyla” mücadelenin haklılığını, ama bunun “İslam Dinine ve halkın manevi değerlerine hücum etmeye bahane yapılmasının yanlışlığını” da ayırmak gerekiyordu. Çünkü irtica ve istismarla mücadele sorumluluk, ama İslam’a ve dindar halkımıza müdahale gâvurluktu.
Üstelik darbesavar görüntülü Recep Erdoğan, Donkişot misali bu düşük ihtimalli senaryolarla savaşmayı bırakıp büyük ve acı bir gerçek olan şu 28 Şubat darbesinin üzerine niye gitmiyordu? Sn. Devlet Bahçelinin bu konudaki teklif ve tavsiyelerini niye dikkate almıyordu? Yoksa kendi varlıklarını ve siyasi saltanatlarını 28 Şubat’a borçlu oldukları için onlara minnet mi duyuluyordu? Bu arada Star TV’de Ruhat Mengi’nin programına çıkıp “12 Eylül darbesi ve Kenan Evren yargılansın!” diye hava atan Süheyl Batum gibilerinin, sıra 28 şubata gelince “Efendim, irtica tehlikesi artmıştı, askerin haklı gerekçeleri vardı, Avrupa İnsan Hakları mahkemesi bile bu endişelere katılmıştı!” gibi bahanelere sığınıp kıvırmaları, bunların çifte standardını, sahte tavırlarını ve gizli İslam gıcıklığını ele veriyordu..
Peki, kumanda kimin elindeydi?
Genelkurmay Başkanı, orgenerallerle “durum çok ciddi” diyerek acil bir toplantı yapıyordu. Bundan birkaç saat sonra İspanya’dan dönen Başbakan Tayyip Erdoğan, gece yarısı kurmaylarıyla bir araya geliyordu. Anlaşılan 50’ye yakın komutan ve subayın tutuklanmasının şokunu yaşıyordu ve bu gelişmeleri kontrol edemiyordu. Sanmayın ki ard arda gelen bu iki kritik toplantıda asker yepyeni bir strateji belirliyor, hükümet bundan sonraki süreçte olacakları adım adım planlıyordu. Askerler eskiden olduğu gibi siyasete müdahale edemeyecekleri, hatta en mahrem toplantılarında bile kendi aralarında ulu orta konuşamayacaklarını biliyordu. Çünkü ABD ve İsrail onları sürekli dinletiyordu. Hükümet ise atacağı adımların kapatma davasına etkisini, askerde yaratacağı tepkiyi bile ölçemiyordu. O yüzden şaşkın davranıyor ve dolduruşa geliyordu. Böylece Ankara’da kimsenin kurallarını bilmediği oyunda, bir anda elektrikler kesilmiş ancak perde inmemiş gibi sessiz bir bekleyiş yaşanıyordu.
Türkiye yine o genetik kodlarından söküp atamadığı karmakarışık dönemlerden birine adım atmış gözüküyordu. Bundan sonra ne Genelkurmay Başkanı, ne Başbakan, ne Cumhurbaşkanı, ne MİT Müsteşarı, ne Meclis Başkanı, ne Deniz Baykal ya da Devlet Bahçeli ne olabileceğini kestiremiyordu.
Bazen gerçek, hepimizin düşündüğünden daha basittir. Gerçek şu ki, artık Türkiye’de temel siyasi aktörler, “oyun kurucu” olma özelliğini kaybetmiştir. Hükümet de, asker de, büyük ölçüde kendi kontrollerinde olmayan olaylar silsilesini yönetmeye çalışıyordu.
Sanmayın ki yargının Ergenekon operasyonları ve Taraf gazetesinin her yayını, hükümet ve AKP’nin işine geliyordu: Erzincan Savcısı İlhan Cihaner’in tutuklanmasını, generallerin toplumu son derece geren baskınlarla gözaltına alınmasını, kapatma davası şayiasını ve borsadaki “küt” düşüş ve kırılmaları, acaba kim kontrol ediyordu? Bu tarz bir freni boşalmış yokuş aşağı giden kamyon hissi, kimlerin işine yarıyordu?
Hükümet de asker de olayları şekillendirmek yerine akan sel suyunda bir dala tutunmaya çalışıyordu!
Hükümette, orduda, medyada birçok kişi, ülkede Ergenekon ve bazı davaları yönlendiren, bu davalarla ilgili haberleri servis yapan üçüncü bir güç olduğuna, kontrolün onların elinde olduğuna inanıyordu. Ancak artık o efsanevi gücün de ne mahiyetini ne de hedeflerini anlamak mümkün olmuyordu.
İşte bu yüzden Çankaya’daki üçlü zirve ve oradan çıkacak mesaja pek güven duyulmuyordu. Çünkü o tablo, önümüzdeki haftalarda bizleri yeni siyasi ve ekonomik krizlerin beklemediği anlamına gelmiyordu” diyenler artıyordu.
Mahir Kaynak’ın şu tespitleri, iktidar ve yandaşlarına tavsiye gibiydi!
“Balyoz Planıyla ilgili belgeler devlet kurumlarından biri tarafından ortaya çıkarılmadı. Bilinmeyen bir odak elindeki belgeleri önce medyaya verdi ve hukuki süreç bu yayınlar üzerine başlatıldı. Darbe teşebbüsünü ihbar eden odak bunu önce savcıya verebilirdi. Oysa bu konunun, “kamuoyunda, herhangi bir süzgeçten geçirilmeden tartışılmasının istendiği” anlaşılıyor. Yani hukuksuz bir eylemin önlenmesi kadar kamuoyunun yönlendirilmesi de amaçlanıyor..
İleri sürülen iddialara karşı, (emekli veya halen görevli TSK yetkililerince) yargı karşısındaki savunmalar dışında, cevap verilmiyor. Ancak Genelkurmay Başkanı ellerinde birçok bilgiler olduğunu ve gerekirse açıklayacağını söylüyor. Olayın şöyle gelişeceğini sanıyorum: Eğer eldeki delillerin bir kısmının bile doğru olmadığı, bir kurgunun ürünü olduğu ispatlanırsa Ordu iftiraya maruz kalmış olacak ve mağdur konumuna gelecektir. Bunun amacı şimdiye kadar mağdur olduğu için halk desteği alan iktidarın bu kozunu elinden almak ve mağdur konumunda olmasını engellemektir.
Siyasi iktidarla yargı arasında gereksiz bir tartışma yaratılmıştır. Bu yargının üst düzeyine bulunanları iktidarın karşısına itmiştir. Böylece Silahlı Kuvvetlerle Yargı iktidar karşıtı cephede yer almıştır.
Durum şöyle özetlenebilir: İktidardan ordu karşıtı olanlara yönelik tavır alması istenecek ve bu karşıtlığın kasıtlı olduğunu ispatlayan deliller sunulacaktır. (AKP’den) İktidarı desteklemiş olan bazı güçlere karşı tavır alınması istenecektir. Bu talep kabul edilmezse yargının devreye girmesi söz konusu olabilir.
İlk bakışta orduya yönelik olduğu düşünülen operasyonun gerçek hedefinin iktidar olduğunu düşünüyorum. Artık mağdur rolü oynayamayacaktır. Yargının kutsallığı iktidar cephesi tarafından savunulduğu için olumsuz kararlarına karşı çıkmak anlamlı olmayacaktır. Her yer ve herkes soruşturulabildiği için yeni soruşturmaların nereye yöneleceği bilinemez.
Şu sırada herhangi bir darbe ihtimali yokken ve hem iç hem dış şartlar bir darbeyi düşündürmezken eski bir dosyanın ortaya çıkarılması ve darbe tartışmaları yapılmasının amacı nedir? İlk bakışta Silahlı Kuvvetleri hedef aldığı düşünülen bu operasyonun gerçekte siyasi bir takım hesaplarla yapıldığını düşünüyorum.”
Hatta bazıları İlker Başbuğ’un, 25-27 Ocak tarihlerinde NATO toplantısı için bulunduğu Brüksel’de gizlice kaydedildiği belirtilen konuşmasının yayınlanmasını “Ona bir kıyak yapıldığı” şeklinde yorumluyordu.
Ve “Orgeneral Başbuğ istese, kendisi ve TSK için bundan daha etkili bir halkla ilişkiler operasyonu yapamazdı…” deniyor, çünkü sızdırılan konuşmanın içeriğinde kendisinin ve TSK’nın aleyhine delil olarak kullanılabilecek hiçbir unsur bulunmuyor. Aleyhine olmak şöyle dursun, o metin lehte unsurlar bile içeriyordu.
Şimdi Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un da telefonlarının dinlendiği anlaşılmıştı. Daha önce önemli isimlerin telefonu dinlenmiş ve basınla paylaşılmıştı. TSK, ne zaman bir açıklama yapacak olsa hemen telefon dinlemeleri ve gözaltılar ortaya çıkmaktaydı. Açık ve net bir biçimde TSK’ya “eğer kımıldarsanız, açıklama yaparsanız ya da ABD’ye aykırı davranırsanız yanınızda yer almayız” mesajı veriliyordu.
Yani Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’u ABD dinliyordu. Bu kadar ileri teknoloji sadece İsrail ve ABD’de bulunuyordu. ABD’nin bölgedeki politikası ile hükümetin politikası paralel yürüyordu. Elbette ABD gibi bir ülke Türkiye’de bir düzen değişikliği istiyorsa bunu sadece iyi niyetle açıklamak imkânı bulunmuyordu. Yahudi Lobileri güdümlü Obama’nın açılım politikası ile hükümetin sıfır sorunlu dış politika anlayışı örtüşüyordu. O nedenle Türkiye’deki Balyoz ve Ergenekon süreci artık geri çevrilemez bir sürece benziyordu.
Bakalım, Başbuğ dahil herkesi dinleyen ABD nereye koşuyordu?
Başbuğ’u kim dinlemiş, kimler servis etmişti?
Genelkurmay Başkanı’nın “dinlenmesi” ve oluşturulan kasetin piyasaya sürülmesi, öyle “geçiştirilecek” bir durum değildi. Önce bu dinleme “nerede” tespit edilmişti? Herhalde, ya “içeride”, ya da “dışarıda” yapılan bir tespitti.
Başbuğ, elbette, “konuştuğu” mekânı bilmekteydi ve muhtemelen “sızma” konusunda da gerçek bilgilere sahipti. Başbuğ’un sesi, ya “çürüklerce” kayda alınıp servis edildi, ya da, konuştuğu mekân dinlenmekteydi. Genelkurmay açıklaması; “Yapılan ilk incelemede, söz konusu ses kaydının, Sayın Genelkurmay Başkanı’nın yurtdışında askerî personele yapmış olduğu bir konuşmadan yararlanılarak düzenlendiği anlaşılmıştır” şeklindeydi. Yani “kayıt dış imalat!..” cinsindendi.
Orgeneral Başbuğ, en son yurt dışına 26-27 Ocak’ta NATO Askeri Komite Toplantısı’na katılmak için Brüksel’e gitmişti. Genelkurmay “dış kaynak” verdiğine göre Başbuğ’u dinleyen-kayıt eden “düşman” profili belliydi. Yani Türk Genelkurmay Başkanı, Türkiye’yi dönüştürme stratejisi gereği takibe alınmış, konuşmaları elde edilmiş ve “malzeme” haline getirilmişti. NATO Konferansına katılmak üzere Brüksel’e giden Başbuğ burada, “düşmanca” biçimde ve NATO gölgesinde saldırıya uğramışsa, sonuç için yapılacak değerlendirmenin boyutu geniştir. Meseleye, “Afganistan’a ABD uğruna gönderilecek asker, bölgedeki enerji hatları, Karadeniz’e ABD limanı, Kürt Devleti boyutunda bakmak gerekirdi.”
Şimdi, İlker Başbuğ’un sözlerine bakalım:
“Son bir iki yıldır, gördüğümüz TSK’ya karşı yürütülen faaliyetlerden dolayı herkes gibi ben de doluyum, ama belki “her şeyi biraz daha bilen birisi olarak” dimdik duracağız, fakat her şeyin bir zamanı var. Tabi ki asimetrik psikolojik harekât unsurları gerçekten ayrıntılı, kapsamlı olarak biliyoruz. Ha burada benim görevim ne, her defasında çıkıp ortaya şikâyet etmek, şimdilik ortaya şikâyet ediyoruz. Makamlar şikâyet makamları değil, olayları uzaktan seyrediyoruz anlamına gelmez… Tabii ki her şeyin zamanı, yordamı var, her şeyi herkes bilmez.”[1]
Başbuğla ilgili bulduğumuz video, Metacafe’ye popüler video sitesi Youtube üzerinden siteye yüklenmiş görünüyor. Yükleme saati; Türkiye saatine göre yaklaşık 14:00. Yani, Habervaktim’de yayınlanan videodan yaklaşık 3 saat sonra. Youtube’da videoyu yükleyen kişinin rumuzu ise: “muhibbumustaid” oluyor.
Muhibbumustaid rumuzlu kişi, Youtube’daki bilgilerinde Fetullah Gülen’le ilgili video linklerinin yanında bir link daha veriyor. Bu link bir diğer video paylaşım sitesi Dailymotion’a yönleniyor.
Muhibbumustaid rumuzlu kişinin Dailymotion’daki kullandığı rumuzu ilginç: Samanyolu Haber.
Başbuğ’un ses kaydını yükleyen Samanyolu Haber (Muhibbumustaid), siteye verdiği bilgiye göre; İstanbul’da ikamet ediyor.
Sitenin ana sayfasından, toplu videoların bulunduğu kategori olan “Video Vaktim”e tıkladığımızda çok ilginç bir olayla karşılaşıyoruz. İlgili sayfada söz konusu ses kaydının 2 kopyası görülüyor. Bir farkla…
Son yüklenen, yani haberde linki verilen videonun başlığı “SU SES KAYDI KİMİN?” diye görünüyor. Ve tıklayınca “BU VIDEO METACAFE’DEN ALINMISTIR” yazıyor.
Ondan bir önce yüklenen aynı video ise şu başlığı taşıyor: “BU SES KAYDI BASBUG’UN MU?”. O videoyu, yani ana sayfada ve haberin içinde görünmeyen ama galeride bulunan videoyu tıkladığınızda ise “BU SES KAYDI BASBUG’UN MU?” yazısı tekrar karşımıza çıkıyor. Yani gözden kaçırılmaya çalışılan videoda, ‘Metacafe’ sitesi kaynak olarak verilmiyor.
Hayret, HSYK’nın görevden attığı eski savcı Ferhat Sarıkaya’nın Ankara Çukurambar’da ortaya çıkarılmasıyla, Org. İlker Başbuğ’un Brüksel’deki konuşma kayıtlarının yayınlanması, aynı güne denk gelmişti!?
Türkiye’de ilk kez bir Genelkurmay Başkanının gizli kayıtla alınmış ses kaydı yayınlanıyordu!
Söz konusu kayıtta; İlker Başbuğ’un, (Brüksel)’de subaylarına yönelik bir konuşma yaptığı ve bu sırada ortam dinlemesine maruz kaldığı anlaşılıyordu.
Kaydın sızdırılan kısmında üç ana başlık yer alıyordu:
1) Başbuğ; Kozmik Odaya girişe izin vermese TSK’nın zan altında kalacağını, bu yüzden şaibe oluşmasın diye izin verdiğini belirtiyordu. Konuşmanın bu kısmı; “istesek tabi ki sokmazdık, nah girerlerdi” gibi genç subayların gönlünü hoş tutacak, üzerlerindeki üniformanın namusuna halel gelmediği psikolojisi yaratacak hoşluklarla süslü.
2) Başbuğ; ordu içindeki “çürüklere” dikkat çekiyordu.
On yıldır akaryakıt kaçakçılığı yaptığı halde farkına varılmayan albay örneği üzerinden huzurundaki subayları bu tarz vakalara karşı uyanık olmaları konusunda uyarıyordu.
3) Konuşmanın en kritik kısmında; Başbuğ, “Çukurambar’da yakalanan subayları kendisinin görevlendirdiğini, bölgenin birçok şahsa ev sahipliğini yaptığını” belirtiyor, fakat “bu subayların da profesyonelliklerindeki eksiklikten dolayı takip edildiklerinin farkına varmayıp, kendilerini yakalattıklarından” şikâyet ediyordu.
1402 gündür kayıp olan ve HSYK tarafından görevden alınan Şemdinli savcısı, Arınç’ın evinin
Peki, eski Savcı Ferhat Sarıkaya’nın Çukurambar’da tespit edildiğinin cümle aleme duyurulduğu gün; Başbuğ’un “Çukurambar’da görevlendirdiği subayların profesyonellik eksikliği sonucu yakalandığından şikayetçi olduğu” ses kaydının manşetlere taşınması bir tesadüf mü sanılıyordu?
Askerlik yapmayan Sarıkaya’nın dosyası yeniden incelenmekteydi!
Edinilen bilgilere göre, Genelkurmay Başkanlığı Şemdinli eski Savcısı Ferhat Sarıkaya ile ilgili eski dosyayı yeniden açıyordu. Çürük raporu alarak askerlik yapmadığı belirlenen Savcı Sarıkaya’nın sağlık durumunu gösterir bilgi ve belgeler yeniden değerlendiriliyordu. Yapılan çalışmalarda Savcı Sarıkaya’nın çürük raporunda bazı eksiklikler ve şaibe tespit edildiği belirtiliyordu. Tekrar tekrar yapılan araştırma ve incelemelerde “çürük” raporu ile ilgili ciddi şüpheler oluşuyordu. Yapılan son değerlendirmelerde ise Savcı Sarıkaya’nın askerlik görevini yapmamak için sahte rapor aldığına ilişkin bilgi ve belgelere ulaşılıyordu. Konuyla ilgili hazırlanan dosyanın tamamlanmasında son aşamaya gelindiği ve gerekli yasal işlemlerin yapılmasının kararlaştırıldığı konuşuluyordu. Savcı Sarıkaya, HSYK kararı ile görevden ayrıldıktan sonra yaklaşık 2 yıldır ortalarda görünmüyordu. Sarıkaya’nın izine sonunda Ankara’da Çukurambar semtinde Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a
[1] Behiç Kılıç / Yeniçağ
CÜBBELİ AHMET “BEL’AM”CIK’I VE MAHMUT EFENDİ YAKINLARINA UYARI!
FETULLAH GÜLEN DOSYASI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
Dünyanın Fikri Değişimi Türkiye’den, FİİLİ DEĞİŞİMİ İSE FİLİSTİN’DEN BAŞLAMIŞTIR!
OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’A İFTİRALARI
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
DEVLET VE HÜKÜMET YETKİLİLERİNİN VE DİĞER İLGİLİLERİN DİKKATİNE!..
ERDOĞAN’IN ASİLTÜRK ZİYARETİNİN PERDE ARKASI
YENİDEN REFAHÇI HADSİZE YANIT
Kızıl sular durulacak Çağa mühür vurulacak Adil Düzen kurulacak Mü’minse talip değil mi… Hucurât 15…
İsrail şortu bizden. Su gaz mazotu bizden Meyve Laz otu3 bizden. Gübre azotu bizden Dünya…
İşte milli çözüm Türk ve kürdün Alevi sünminin ve tüm din ve ırktan insanların dünyada…
Şimdi izanla düşünelim ve insafla karar verelim: Ülkemizde Kimileri Atatürk İSTİSMARI, İlke ve İnkılap sentarlığı…
Sabır ister çefakarlık Sadakattir vefakarlık Hak yolunda fedakarlık Milli çözüm soran azdır.
Milli Çözüm; hidayettir, ferasettir, dirayettir! Milli Çözümcüler; seçkin ve nasipli kimselerdir, hidayet, feraset ve dirayet…
Geçmişte ve günümüzde yaşanan tüm olaylar şunu göstermiştir:1. Şeytan ve onun şahaseri siyonizmin elbette öncelikli…
14 Nisan 2024 tarihinde İran, İsrail’e 300 balistik füze ve İHA yollamış, ama hiç kimsenin…
Peygamber Efendimiz “Asabiyyet (kavmiyyetçilik) davasına kalkan, onu yaymaya çalışan, bu dava yolunda mücadeleye girişen bizden…
Irkçılık, körü körüne bir ırkı ve kavmi veya bir soyu üstün sayarak diğer ırkları aşağı…