Türkiye’de bir süredir güvenlik konusunda birtakım çalışmalar yürütülüyor, yeni uluslararası düzenin beraberinde getirdiği belirsizliği aşabilmek, güvenlik algısını dünyanın yeni parametrelerine paralel hale getirebilmek için çaba harcanıyor.
Yapılan çalışmaların en somut örneğini, Kamu Güvenliği Müsteşarlığı oluşturuyor.
KGM’nin kuruluş tasarısı Meclis’te ele alınırken yapılan eleştiriler dikkat çekici: Muhalefet partileri, Kamu Güvenliği Müsteşarlığı’nı iktidarın kendi “derin devleti” olarak algılıyor. Müsteşarlığa verilen örtülü ödeneğin nerede kullanılacağını soruyor, dinlemeler yoluyla toplumda oluşturulan korku ve endişe ortamının bundan sonra bu Müsteşarlık eliyle mi devam ettirileceği kaygısı dile getiriliyor.
Meclis’teki tartışmalardan anlaşılan o ki, muhalefetin Kamu Güvenliği Müsteşarlığı konusunda çok ciddi kaygıları bulunuyor.
Yine anlaşılıyor ki, iktidar tüm toplumu ilgilendiren, toplumsal uzlaşma ve işbirliğine ihtiyaç hissedilen böylesine önemli bir konuda, daha önce pek çok konuda olduğu gibi, bir uzlaşma zemini aramaya yanaşmıyor. Muhalefet liderlerini ve milletvekillerini konuyla ilgili olarak bilgilendirmiyor, destek ve katkılarını alma ihtiyacı duymuyor.
Bu yapılmadığı gibi, İçişleri Bakanlığı toplumun farklı kesimlerinin (sivil toplum örgütleri, üniversiteler, medya kuruluşları ve konunun uzmanları vs.) görüşlerine başvurmuyor, onların stratejik bakış açılarını konuya dahil etmiyor.
Böylece, kamu güvenliğinin sağlanması için çok stratejik görevler üstlenebilecek, ülkemizin güvenliğini tehlikeye atabilecek unsurlarla başarılı bir mücadele verilmesine katkıda bulunabilecek bir mekanizma daha kurulurken, ölü doğuyor. Üzerinde bin türlü spekülasyon yapılıyor, şaibeli hale getiriliyor.
Kamu Güvenliği Müsteşarlığı konusunda, hem muhalefet partilerinde hem de toplumda oluşan soru işaretlerinin hızla cevaplanması, gerekli açıklamaların tüm detaylarıyla yapılması gerekiyor. Haklı eleştiriler mutlaka değerlendirilmeli, bu yeni mekanizma ülke güvenliğine hizmet edecek hale getirilmelidir.
Bürokratik oligarşiden şikâyet eden siyasal iktidarın, kamunun güvenliğinin söz konusu olduğu bir konuda bile aynı zihniyet kalıplarıyla hareket etmesi dikkat çekiyor.[1]
“Kamu Güvenliği Müsteşarlığı” TSK’nın yetki alanını daraltma maksatlı mı?
Adı: “Kamu Düzeni ve Güvenliği “Müsteşarlığı (KDGM)”…
Amacı: “Terörle mücadelede, koordinasyon zaafını giderme”
Yetkisi: Sonsuz!
Hükümet, terörle mücadelede koordinasyon zaafını giderme bahanesiyle yeni bir müsteşarlık kuruyordu. Yasası hazırdı. Üstelik 81 ilde örgütlenecek, hatta gerek duyulursa, ilçelerde de bürolar kurabilecekti.
İlk kez Mayıs ayında “açılım” çalışmaları kapsamında gündeme gelen Müsteşarlığın esas amacının, Tayyip Erdoğan’ın fiilen kurduğu “Özel Örgütü”nü yasal statüye kavuşturmak olduğu saptanıyordu.
İçişleri Bakanlığı bünyesinde kurulması planlanan Müsteşarlığın dinleme yapıp yapmayacağı tasarıda tam olarak belirtilmiyordu. Bu konu, “veri, bilgi ve belgeleri toplamak” olarak ifade ediliyordu. Tasarıya göre, Müsteşarlıkta belirli bir proje kapsamında sözleşmeli olarak yabancı uzmanlar da çalışabilecekti. Burası çok önemliydi. Çünkü şu anda fiilen sürdürülen CIA komutası işte bu mekanizma aracılığıyla yasallaştırılmış olacaktı.
KDGM bünyesinde, Dışişleri Bakanlığı, Genelkurmay, MİT ve Emniyet’in elde ettiği stratejik bilgi ve istihbaratları değerlendirmek üzere, İstihbarat Değerlendirme Merkezi oluşturuluyordu.
“Ekonomik, askeri, sosyolojik, psikolojik istihbarat KDGM ile tek elde toplanmış olacak. Emniyet, MİT, askeri istihbarat, KDGM ile F Tipi yoğunlaşmanın en fazla olduğu İçişleri Bakanlığı’na bağlı olacak. Bu sayede İçişleri Bakanlığı, bakanlık olmaktan daha öte bir yapı olacak” deniyordu.
Yavuz Donat 2003’te şunları yazmıştı:
“Başbakan Recep Tayyip Erdoğan birkaç kez “yolsuzluğun damarına girdik” demişti, ama hiçbir ayrıntı vermemişti. Bu konuda sorulan sorulara da “bekleyin” demekle yetinmişti. Sebebini araştırdık…
Ve gördük ki Ankara’da, yolsuzlukları araştırma konusunda, TBMM’deki komisyonun dışında bir başka organizasyon daha şekillenmiş… Doğrudan Başbakan’a bağlı, ama İçişleri ve Adalet Bakanları’nın bilgileri dahilindeymiş… Bütün “iç güvenlik birimleri” de bu organizasyonun içindeymiş. Çalışmalar gizliymiş. Çalışmaları yürütenler ise en az beş yıldır yolsuzluk dosyaları üzerinde çalışan, operasyonel yeteneği yüksek, tribünlere oynamayan bir ekipmiş…
Bu işlerin yürütüldüğü karargâha gelince, o da gizliymiş… Bir bakanlık binası değil, ama Ankara’nın göbeğinde, fakat “gözlerden uzak, kulaklara kapalı, dış etkilenmelerden arındırılmış, TBMM’ye yürüme mesafesinde” bir yermiş…
“TBMM dışında… Başbakan’ın orkestra şefliğindeki bir organizasyonda… Yargıdan, güvenlikten ve ekonomik birimlerdeki uzmanlardan oluşan bir takımla” hızlı bir çalışma yürütülmekteymiş…
Organizasyon bir denizaltı gibi, sessiz ve derinden yol almakta ve operasyon liderleri takım disiplinine ve gizliliğe riayet etmekteymiş…
Çalışmalar çok yönlü imiş…
Örneğin “Önemli bir şahsiyet (siyasetçi değil), yurtdışından, üç yıl boyunca mal getirmiş.”
Ama gümrük kayıtlarında görünen mal ile, Türkiye’ye giren mal birbirinden farklı imiş… Devletin kaybı yüzlerce trilyona erişmişmiş.
Bu organizasyonun çalışmaları belli bir noktaya geldikten sonra, iki ayrı düğmeye aynı anda basılıverecek ve bazı kişiler, doğrudan yargıya gönderilecekmiş…
Bazı kişilerle ilgili olarak da Yüce Divan kapısının aralanması için TBMM’ye başvuru süreci işletilecekmiş.”
Kamu Güvenliği Müsteşarlığı’nda Altay Tokat ta görev alacak mıydı?
CHP İzmir Milletvekili Bülent Baratalı, Tayyip Erdoğan’ın Cüneyt ‘Zapsu aracılığıyla Emekli Korgeneral Altay Tokat’a, TSK içinde gizli istihbarat birimi kurması teklifini Meclis gündemine taşıdı. Tayyip Erdoğan’ın yanıtlaması istemiyle 5 Şubat’ta soru önergesi veren Baratalı, iktidarın kurmayı planladığı Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığında E. Korg. Tokat’a görev verilip verilmeyeceğini sormuştu.
Erdoğan’a sekiz kritik soru
Baratalı, önergesinde Erdoğan’a şu soruları yöneltiyordu:
1- 11 Nisan 2004’te Bolu’da düzenlenen bir toplantıda, sizin adınıza Cüneyt Zapsu aracılığıyla E. Korg. Altay Tokat’a bir ekip kurulması teklifinde bulundunuz mu? Bu toplantıdan ve katılanlardan haberiniz var mı?
2- Dinleme ve takip amaçlı gizli bir ekip kurulması konusunda telefon kayıtlarına da yansıyan bu görüşmeler bilginiz dahilinde mi, yoksa Cüneyt Zapsu’nun kendi tasarrufunda mı gerçekleştirilmiştir?
3- 2003 yılından bugüne kadar, E. Korg. Altay Tokat’la telefonla ya da yüz yüze bir görüşmeniz oldu mu?
4- E. Korg. Altay Tokat’ın Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı içinde yeri ve rolü olacak mıdır?
5- Çağdaş demokrasilerde özel tim veya örgüt kurmanın anayasal dayanağı var mıdır?
6- Halen gündemde olan Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı’yla ilgili olarak, illegal olarak dinleme ve takip yapan bu oluşumun yasal güvenceye kavuşturulması şeklindeki kuşkuları nasıl gidereceksiniz?
7- Halen görevde olan Telekomünikasyon İletişim Başkanı (TİB) Fethi Şimşek’in bu ekip veya timle bir bağlantısı var mıdır?
8- 5397 sayılı MİT, Polis ve Jandarmaya telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişim tespit, dinleme ve kaydetme konusunda yetki veren kanun Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesine rağmen, görevde olan TİB Başkanı Fethi Şimşek’e yeni oluşturulan müsteşarlıkta bir görev verilecek midir?
Ergenekon davasını gizli örgüt mü yürütüyor?
“Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı, Erdoğan’ın 2004 yılında kurulması için emir verdiği gizli birimin yasallaştırılması anlamına geliyor.” Erdoğan Gizli Örgütü”nde yabancı istihbarat elemanlarının da yer aldığı biliniyor. “Bu örgüt, okyanus ötesinden emir alıyor” uyarıları maalesef dikkate alınmıyordu.
CIA güdümlü Özel Örgüte yasal kılıf hazırlanmıştı
20 gün boyunca Genel Kurul’da tartışılan Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı kanunu Meclis’ten geçerek Abdullah Gül’ün onayını alıyordu. Bu Müsteşarlıkla Tayyip Erdoğan’a bağlı Özel Örgüt yasal kılıfa kavuşuyordu.
Tasarıya göre, Müsteşarlıkta belirli bir proje kapsamında sözleşmeli olarak yabancı uzmanlar da çalışabiliyordu. Şu anda fiilen sürdürülen CIA komutası işte bu mekanizma aracılığıyla yasallaştırılmış oluyordu. Ulusal güvenlik konusunda en yetkili kurum olacak bu müsteşarlığın kapıları, yabancı ülke ajanlarına da sonuna kadar açılıyordu. KDGM bünyesinde, Dışişleri Bakanlığı, Genelkurmay, MİT ve Emniyet’in elde ettiği stratejik bilgi ve istihbaratları değerlendirmek üzere, İstihbarat Değerlendirme Merkezi oluşturuluyordu.
Ekonomik, askeri, sosyolojik, psikolojik’ istihbarat KDGM ile tek elde toplanmış olacaktı. Emniyet, MİT, askeri istihbarat vs. KDGM ile İçişleri Bakanlığına bağlanacaktı. Bu adeta devletin İçişleri Bakanlığı değil Erdoğan’ın özel bir yapısı gibi çalışacaktı.
35 CIA Ajanı Ankara’da karargâh kurmuşlardı!
CHP Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk, 4 Şubat’ta TBMM Genel Kurulu’nda “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı” görüşmeleri sırasında İçişleri Bakanı Beşir Atalay’a, önemli bir soru yöneltti. Atalay’ın yanıtlanmaktan kaçındığı bu soru üzerine, CHP Milletvekilleri ile yaşanan diyaloglar TBMM tutanaklarına göre aynen şöyle:
Ali Rıza Öztürk- 5 Kasım 2007 Oval Ofis görüşmesinden sonra Ankara’ya gelen 35 kişilik üst düzey ABD subay ya da istihbaratçıları, üç aylığına Türkiye’ye gelmiş olmaları iddia edildiği hâlde, bunlar geriye dönmüşler midir? Dönmemişlerse neden dönmemişlerdir?
İçişleri Bakanı Beşir Atalay- Bende bir bilgi yok o konuda, bir bilgim yok. Size vereceğim bir cevap yok.
Yani geldiyse, gelmediyse bilmiyorum.”
Diyaloglar böyle. Türkiye Cumhuriyeti’nin İçişleri Bakanlığı koltuğunda oturan Beşir Atalay, bu kadar önemli, üstelik kendi Bakanlık alanı içine giren güvenlikle ilgili bir konuda “bilmiyorum”dan başka bir yanıt vermiyor.
Bu heyetin gelişi şöyle duyurulmuştu: “Tayyip Erdoğan’ın Amerikan Başkanı Bush ile 5 Kasım 2007’deki görüşmesinden sonra Ankara’ya sessiz sedasız bir heyet gizlilik koşulları altında geldi. Heyette üst düzey subaylar ve subay görünümünde istihbaratçılar var. 35 kişiden oluşan CIA-Pentagon karma heyeti, Amerikan Büyükelçiliği yakınındaki bir binaya yerleşti. Heyetin ziyaret nedeniyle ilgili resmi bir açıklama yapılmadığı gibi basında konuyla ilgili tek satır haber yer almadı. Peki, ne için gelmişlerdi?
“Ekip, Türkiye’deki en üst düzey Amerikan askeri temsilciliği olan, başında bir Tümgeneral’in bulunduğu ODC ile irtibat içinde çalışıyor. ODC (Office of Defense Cooperation)’nin Türkiye’deki resmi görevi Türk-Amerikan savunma işbirliği. Ama ODC, başından beri bir operasyon merkezi olarak işlev görüyor. Bütün tertipler bu merkez tarafından planlanıyor, Türkiye’deki uzantılar aracılığıyla işleme geçiliyor.
Edinilen bilgiye göre, heyet doğrudan Emniyet İstihbaratı ile çalışıyor. Çalışmalarını sürdürdüğü yer ise, Emniyet İstihbarat Dairesi’nin Ankara Yıldız’daki merkezi.
Atalay’ın altında imzası olan mekanizma
Peki, nasıl oluyor da Amerikalı heyet ile Emniyet İstihbarat Dairesi birlikte çalışıyor? Heyetin CIA’cı üyelerinin Türkiye’deki muadil kuruluşu MİT, Pentagon’dan gelenlerinki ise TSK.
Sorunun yanıtı şu:
Amerikalı üst düzey ajanlar, doğrudan Atalay’ın altında imzasının bulunduğu ABD ile Türkiye arasındaki “teröre karşı işbirliği” mekanizması sonucu Türkiye’de, hem de Atalay’a bağlı Emniyet İstihbarat Dairesi ile işbirliği içinde çalışıyor. Hükümet’in Açılım Koordinatörü Atalay’ın bu konudaki sorular üzerine soğuk terler dökmesinin nedeni bu.
ABD’nin karma istihbarat teşkilatı
5 Kasım 2007’deki görüşmede anlaşmaya varılan konu da “karşılıklı istihbarat paylaşımı”ydı. ABD’nin Türkiye’ye PKK ile ilgili istihbarat vereceği söyleniyordu.
5 Kasım 2007’den sonra adım adım Emniyet İstihbarat Dairesi’yle ABD derin devletinin en kritik kurumu olarak CIA, Askeri İstihbarat, FBI ve diğer Amerikan İstihbarat örgütlerinin mensuplarından oluşan bir karma heyet tek kelime ile ülkemizi karıştırmaya geliyordu.
TSK sıkıştırılmakta, “Devlet sırrı” sulandırılmaktaydı!
Başbakan Yardımcısı Arınç’a yönelik sahte suikast hazırlığı iddiasıyla yürütülen soruşturma kapsamında yapılan kozmik oda aramaları yüzünden tartışılan “devlet sırrı” kavramını düzenleyen tasarı, 20 ay sonra tekrar gündeme taşınmış, Genelkurmay ve MİT tasarıya karşı çıkmıştı.
TBMM Adalet komisyonunda Mayıs 2008’den beri görüşülmeyi bekleyen tasarı için oluşturulan komisyon, üye değişimleri nedeniyle işlevsiz kalmış ve yeni bir alt komisyon da kurulmamıştı. Ardından TBMM Adalet Komisyonu’nda yapılan seçimle oluşturulan, 5 kişilik alt komisyonda AKP’den Mehmet Tunçak, Mehmet Emin Ekmen, İlknur İnceöz, CHP’den Turgut Dibek ve MHP’den Metin Çobanoğlu görev yapacaktı.
Yetki hâkimlerden müsteşara geçiyor!
Halen, “bir belgenin devlet sırrı niteliğine sahip olup olmadığına, hâkimlerce karar verilirken”, bu konuda karar yetkisini 5 müsteşarın inisiyatifine bırakan, itiraz halinde ise Başbakan’ın başkanlık edeceği bir üst kurula son sözü söyleme yetkisi tanınan tasarı, Mart 2008’de TBMM’ye sunulmuş, aralarında Genelkurmay Başkanlığı ve MİT’in de bulunduğu bazı kurumlardan düzenlemeye karşı çıkılmıştı.
Adalet Komisyonu’nda alt komisyon oluşturulmasıyla yeniden raftan indirilen tasarı, özetle şu düzenlemeleri öngörüyor:
Devlet sırrı tanımı yeniden yapılıyor
Tasarının 3. maddesinin ilk fıkrası ile “Devlet sırrı” tanımı net bir şekilde ortaya konuyor. Devlet sırrı niteliğindeki bilgi ve belgeler “Açıklanması veya öğrenilmesi, devletin dış ilişkilerine, milli savunmasında ve milli güvenliğine zarar verebilecek, anayasal düzenli ve dış ilişkilerinde tehlike yaratabilecek ve bu nedenlerle niteliği itibariyle gizli kalması gereken bilgi ve belgeler” olarak tanımlanıyor.
5 müsteşara karar yetkisi veriliyor
Tasarı ile bilgi ve belgelere devlet sırrı niteliğini verme işlemini yapmak üzere Devlet Sırrı Kurulu’nun oluşturulması hükme bağlanıyor. Kurul’un Başbakanlık Müsteşarı’nın başkanlığında, Adalet, Milli Savunma, İçişleri ve Dışişleri Bakanlıkları müsteşarlarından oluşması öngörülüyor. Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Bakanlar ve MGK’ya ise, kendi görev alanlarına ilişkin bilgi ve belgelerin devlet sırrı olarak belirlenmesini Kurul’a doğrudan teklif edebilme imkânı tanınıyor.
Son sözü üst kurul söylüyor
Tasarı ile kurulca alınan kararlara karşı açılan davalarda nihai olarak görüş bildirmek üzere Başbakan’ın Başkanlığı’nda, Adalet, Milli Savunma, İçişleri ve Dışişleri Bakanlarından oluşan “Devlet Sırrı Üst Kurulu” oluşturuluyor.
Cumhurbaşkanı’na özel yetki tanınıyor
Tasarıda Cumhurbaşkanlığına ait bilgi ve belgelerin niteliğini ise Cumhurbaşkanı takdir etmesi hükme bağlanıyor.
Tasarıda “devlet sırrı niteliği taşıyan bilgi ve belgeler, mahkemece talep edildiğinde, kurul gerekçesini belirterek buna izin vermeyebilir” hükmü yer alıyor. Yani tasarıya göre mahkemelerce talep edilen devlet sırrı niteliğindeki bilgi ve belgelerin mahkemelere gönderilmemesi ancak kurulun kararına bırakılıyor.
Tasarıda devlet sırrı niteliğindeki belgelerin mahkemelerce taraflara incelettirilmesinde CMK’nın 125. maddesindeki usulün uygulanması hükme bağlanıyor. Söz konusu madde de “Devlet sırrı niteliğindeki bilgileri içeren belgeler, ancak mahkeme hâkimi veya heyeti tarafından incelenebilir. Bu belgelerde yer alan ve sadece yüklenen suçu açıklığa kavuşturabilecek nitelikte olan bilgiler, hâkim veya mahkeme başkanı tarafından tutanağa kaydettirilir” hükümlerini içeriyor.
“Devlet Sırrı”na BOP Eş Başkanı karar kılacaktı!
AKP, “Devlet Sırrı” niteliği taşıyan belge ve bilgileri belirlemek için “Devlet Sırrı Kurulu” kurmaya çalışmaktaydı. 2008 yılında hazırlanan yasa taslağı TBMM Adalet alt Komisyonu’nda tartışılacaktı. Tasarıya göre, bilgi ve belgelere devlet sırrı niteliğini verme yetkisi, Başbakanlık Müsteşarı’nın başkanlığında, Adalet, Milli Savunma, İçişleri ve Dışişleri Bakanlıkları müsteşarlarından oluşan Devlet Sırrı Kurulu’na ait olacaktı.
Hukuk devletine aykırı
Kurulun bilgi ve belgelerin nitelenmesine ilişkin kararlarına karşı açılan davalarda da nihai görüşü Başbakan’ın başkanlığında; Adalet, Milli Savunma, İçişleri ve Dışişleri Bakanlarından oluşan Devlet Sırrı Üst Kurulu belirleyecekti.
TBMM Adalet Komisyonu üyesi Turgut Dibek yaptığı açıklamada, devlet sırrı niteliğindeki belgelerin kararlaştırılmasında bağımsız yargının da yer alması gerektiğini belirtmişti.
Düzenlemenin hukuk devletine aykırı olduğunu vurgulayan Dibek, tasarının Seferberlik Bölge Başkanlığındaki aramanın ardından hızla Meclis gündemine getirilmesine dikkat çekmişti.
Mustafa Yıldırım’ın saptama ve saptırmaları
“Ordu, mühimmat-silah ve araç gereç bakımından ABD’ye muhtaç ve bağımlı hale sokulmuş, subayların moral eğitimi bile Amerikan sistemine uydurulmuşsa…
Subaylar halktan uzakta, sanki farklı ülkelerin insanları gibi toplumdan ayrı lojmanlarda kendi dünyaları içinde yaşıyorsa… Genç subay adayları ABD eğitim sistemi içinde kendi tarihsel kökünden ve manevi kültüründen bağımsız, teknolojik robot misali kodlanıyorsa… Ordunun halkın inanç kimliğine özgü duygu ve düşüncesi, geleceğe yönelik temel bir ideolojisi kalmamışsa…
Ordunun teknik yapılanması ve konuşlanması bile yurdun ihtiyaçlarına göre değil ABD ve batılı müttefiklerin öngördükleri tehditlere ve NATO’nun ileri cephe harekâtına göre düzenleniyorsa…
Bu arada yurdun güvenliği için savaşan ordunun bir askeri başarıya ulaşmasından çekinen BOP hizmetçisi yeni yöneticiler, ABD ile gizliden anlaşmalar yapıyor ve yeni silahları “yani güvenlik kurumlarına” vermeye başlıyorsa… Yani savaşan ordu mühimmatsız ve silahsız kalıyor; cephe gerisinde orduyu aşağılamak için yapılmadık şey bırakmıyorsa…
Ve bu iktidar ordunun gizli ve stratejik kapılarını “şeffaflık” diyerek açıyor, komutanları ve subayları aşağılamak için yaygın bir karalama propagandasına girişiyor; Ordunun yetersiz, subaylarının yeteneksiz ve manevi değerlerden habersiz olduklarını sürekli yayıyorlarsa…
Orduyu hırpalamak ve onurunu kırmak için halkın gözü önünde araçlarına el konuluyor, subaylar karakollarda sorguya çekiliyorsa…
Polis teşkilatı da BOP görevlisi iktidarın ideolojik bekçiliğini yapmak üzere yeniden kurgulanıyor, milli çıkarlara ve anayasal kurallara aykırı biçimlere sokuluyorsa…” şeklinde doğru saptamalar yapan Mustafa Yıldırım:
“Amerikan ağzıyla “simetrik” ve “asimetrik” diyerek gerçekleri örtme kolaycılığının ve sızlanmanın kime ne faydası olacak?” diye soruyor ve bütün bunların İran’da yaşandığını söyleyip sonunda zehrini şöyle kusuyordu:
“Sonunda olan oldu; o yenilmez, güçlü rejim bekçisi ulusal ordu, beş-altı yılda dağılıp gidiyor ve yeni iktidarın silahlı güçleri rejimin sahibi yapılıyordu.
İktidar halkın eski büyük imparatorluk hülyalarını fetvalarla canlandırıyor ve sınırların yapay olduğunu, ulusçuluğun bölücülük ve asıl birleştiricinin din olduğunu yayıyor; komşu ülkelerde silahlı isyana yönelecek timler eğitiyordu.”
Yani TSK’nın da, dinden uzak hatta düşman olması gerektiğini vurgulamaya çalışıyor, İran ordusunun da bu hatayla bozulduğunu savunuyor ve Şah’ın dönemindeki gibi Amerika’nın jandarması kalmasını arzuluyordu. Ama yukarıdaki “Amerikan karşıtı” söylemleriyle sadece solculuk edebiyatı yapıyor ve sahtekârlık sergiliyordu. Çünkü Türk ordusunun her yönden güçlü, bağımsız ve başarılı olması, halkıyla ve inancıyla barışmasından geçiyordu.
[1] Dr. Abdullah Özkan / Milli Gazete

CÜBBELİ AHMET “BEL’AM”CIK’I VE MAHMUT EFENDİ YAKINLARINA UYARI!
FETULLAH GÜLEN DOSYASI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
Dünyanın Fikri Değişimi Türkiye’den, FİİLİ DEĞİŞİMİ İSE FİLİSTİN’DEN BAŞLAMIŞTIR!
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’A İFTİRALARI
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
Milli Çözüm, yaşam sürdüğümüz şu dünya hayatında gerçekleşen hadiseleri doğru anlamanın ve uyanık kalmanın tüyoları…
Özgür Özel, hapishanede bulunan İBB başkanı Ekrem İmamoğlunun yaptığı mitinglerle sesinini duyurmaya çalışıyormuş gibi görünürken…
"Başbakanlar, başbelasıdır bozuk düzende! Gizli gerçek hükümet, mason localarıdır Siyonist merkezler ise akıl hocalarıdır Amerika…
Sırtlanlar sadece, vergi yükler sırtlara BOP IMF görevlisidir, fatura hep yurttaşa Milli Görüş bereketle, zam…
Öyle anlaşılıyor ki hem CHP’de hem AKP’de hem de diğer muhalefet mahfillerinde, hâlâ en korkulan…
Bir toplumda iki sınıf vardır ki onlar bozulursa bütün toplumda ifsat olur bunlar yöneticiler ve…
"CHP’nin marazlı masonik takımı Kılıçdaroğlu’na karşıydı. Çünkü Kılıçdaroğlu, “Kirli, kiralık ve münafık cephenin” değil, “Milli ve duyarlı cephenin” yanındaydı.…
MİLLİ GÖRÜŞ - MİLLİ ÇÖZÜMDEN GAYRİSİ HAİM NAHUM DOKTRİNİN UYGULAYICISIDIRLAR. KİM DAHA İYİ UYGULAYACAKSA SİYONİZM…
Bugünlerde terörist başı bebek katili cani'nin ayağına gitmek için can atanların böylesine bir ihanete nasıl…
Anlaşılan amaç Özel'i bir şekilde aday yaptırıp tekrar kolaylıkla iktidarı sürdürmek. Tabi bu hizmet! falan…