YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6920c81abc6ba
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 4 9
Bugün : 40279
Dün : 45549
Bu ay : 893003
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45296824
IP'niz : 216.73.216.128

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

PKK’nın: önce Güneydoğumuzda federatif-özerk Kürdistan hedefine erişmek, ardından Irak ve Suriye Kürdistanıyla bütünleşmek üzere 30 yıldır silahlı terörle elde edemediğini, şimdi siyasetle ve Abdullah Öcalan – Recep T. Erdoğan ekibinin barış görüşmeleriyle gerçekleştirme girişimleri karşısında, hem yabancı uzmanların, hem AKP’li kurmayların, hem de iktidar yalakası Akif Beki gibi yazar ve yorumcuların, en çok hayret ettikleri ve tabi hem sevindikleri, hem de şüphelendikleri şey, toplumun bu denli sessizliği, tepkisizliği ve teslimiyetçiliği idi. Bunun iki ana nedeni olabilirdi:

1- On bir yıllık AKP iktidarı ve yandaş medya organları eliyle, aslında “milletin birlik ve dirliğini korumak ve ülkeyi kalkındırmak” gayesinin bir aracı olması gereken barış ortamının, Türkiye’nin bölünmesi pahasına da olsa, mutlaka erişilmesi hedeflenen bir amaç şeklinde gösterilmesi ve toplumun hipnotize edilmesiydi.

2- Açıkça gaflet ve dalalet kokan bu girişimler karşısındaki tepkisizliğin asıl nedeni, belki de “fırtına öncesi sessizlik”ti… Ve zaten “hainler korkak olur” hadisinin belirttiği gibi, iktidar yandaşlarının endişesi de bu yüzdendi.

Bu konuda sergilenen en büyük sahtekârlık ise, PKK’nın dış desteklerinin, ABD ve AB ilişkilerinin hiç gündeme getirilmemesiydi.

Hatta sivil PKK BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın:

“Abartılı bir umuda kapılmak istemiyoruz. Tümüyle karamsarlık içinde retçi bir havaya girmek de doğru değil, her şey İmralı görüşmesiyle çözüldü gibi abartılı bir iyimser havaya girmek de doğru değil. Sancılı bir sorunla uğraşıyoruz. Çok fazla umuda kapılıp sonra hayal kırıklığı yaşamak istemiyoruz. 14 yıl sonra böyle bir görüşme gerçekleşti. İki milletvekili siyasi kimlikleriyle İmralı’ya gitti ve görüştüler. Bizzat bu görüşme dahi çok önemli bir mesajdır. Bu nedenle görüşmeyi çok önemsiyoruz, değerli buluyoruz. Bu görüşmenin en önemli yönlerinden biri siyaset kurumunu güçlendirmesidir. Silahın, şiddetin dışında siyaset alanının devreye girmiş olması, güçlendirilmiş olmasıdır. Bu görüşme siyasete güç verecektir. Muhalefet partilerinin de katkısı çok önemli. Onlar da sürece katkı verecek bir yaklaşım içinde olmalılar. Bu sürecin sağlıklı olarak yürüyebilmesi için çok önemlidir.” Sözleri PKK ve BDP’lilerin bile ummadıkları girişim ve gelişmelerin yaşandığını göstermekteydi.

Demirtaş’ın Başbakan’ı sahiplenmesi ve destek vermesi!

Demirtaş, Başbakan Erdoğan’ın, terörle arasına mesafe koymadığı, PKK’dan bağımsız bir politika üretemediği, varlık gösteremediği, teröristlerle kucaklaşıldığı gerekçeleriyle BDP’yi muhatap almayacakları yönündeki sözleriyle ilgili olarak da şu değerlendirmeyi yapmıştı:

“Siyaset, konjonktüre göre yapılıyor. Bu nedenle şartlar değiştiğinde söylem de değişebilir. Bu nedenle biz eskiye takılıp kalmak istemiyoruz. Başbakan önce şöyle söylemişti sonra tersini yapıyor gibi bir suçlama yapmak istemiyorum. Biz, iki milletvekilimizle süreçte temsil ediliyoruz. Bunu çok önemsiyoruz. Bu hükümet açısından bir geri adım değildir. Bizi ileriye götürecek doğru adımlar önemlidir. Eskiye dönük tartışmalarda kalmak istemiyoruz.”[1] Bu sözler, yabancı güçlerin hazırladığı bir senaryoda, Erdoğan ve Demirtaş’ın danışıklı dövüş rolü aldıklarını deşifre etmekteydi.

İddia edildiği gibi, PKK en zayıf değil, en avantajlı konumdaydı!

Çünkü PKK, 2012’de Güneydoğu’da belli merkezlerde “vurup kaçmayı değil, çatışarak kalmayı ve yerel üsler kurmayı” deneyecek güce ulaşmıştı. Açlık grevleriyle bölgede ve Meclis’te gündemi belirlemiş ve böylece Öcalan liderliğini onaylatmıştı. En önemlisi, Suriye ve Irak’taki gelişmelerle PKK bölgede geniş manevra alanını kazanmıştı. Yani konjonktürel olarak en elverişli konumdaydı. Kaldı ki MİT Müsteşarı’nın, bu kadar hayati bir konuda evvela parti liderlerini veya Meclis’i bilgilendirmesi iyi olmaz mıydı? Önce büyükelçilerin bilgilendirilmesi de, olayın uluslararası boyutunun ortaya konulmasıydı.

Hem, madem sonunda barış için Öcalan’la müzakere masasına oturulacaktı, o zaman niye bu, ilk yakalandığı aşamada yapılmadı da 13 yıl oyalandı, arada onca can yakıldı? Madem “Devlet, terörü sona erdirmek için her şeyi yapar”dı, niye AKP’liler ısrarla “Devlet, terör örgütüyle müzakere etmez” tezini savunmuşlardı? Niye Başbakan, daha 4 Aralık’ta “BDP çözümün bir parçası olmak yerine terörün bir parçası oldu” diyerek dokunulmazlıklarının kaldırılmasını dayatmıştı? Bir ayda ne oldu da 4 Ocak’ta BDP’liler, hemen “çözümün bir parçası” olmuşlardı? Erdoğan, Haziran’da “Biz olsak Öcalan idam edilirdi” diyordu. 6 ayda ne değişti de “Asmayalım, besleyelim” noktasına ulaşılmıştı? Bunların kulağına hangi mahfiller kar suyu kaçırmışlardı?

Gülen’den çarpıcı ve çarpıtıcı İmralı açıklaması!

Fetullah Gülen, İmralı’da Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmeleri değerlendirirken “Sulh hayırdır, hayır sulhtadır” yorumunu yapmıştı. Fetullah Gülen:

“Bize ters gelen bazı şeyler olabilir; ‘Keşke şu görüşme olmasa.. şu anlaşma, şu uzlaşma olmasa.. biz Türk milleti.. şöyle onurumuz var, böyle gururumuz var; boyun eğmesek.. bazı şeylere evet demesek’ denilebilir. Muhtemel o türlü şeylerle bazı problemler çözülecekse, işte o Hudeybiye Sulhu mülahazasıyla, Hudeybiye Sulhu’ndaki mantık ve muhakemeyle, yapılması gereken şey neyse onu yapmak lazım.” diyerek PKK ile masaya oturan AKP iktidarına arka çıkmış ve hızını alamayıp bu girişimi, Hz. Peygamberimizin müşriklerle yaptığı Hudeybiye anlaşmasına benzetmekten sakınmamıştı. Oysa bu tam bir saptırmacaydı ve AKP’nin PKK konusunda, İslam tarihinden örnek alacağı tavır, Hz. Ebubekir’in (RA) Yalancı Peygamber ve ilk ayrılıkçı Müseylemetül Kezzeba karşı kararlı yaklaşımıydı!

İyi de Sn. Gülen’e sormak lazımdı:

“Milli onur ve gurur çiğnenmeden, Apo’nun eli eteği nasıl öpülecekti? Çünkü manevi hassasiyetini ve milli haysiyetini rüşvet vermeden ABD’nin gözüne girilemeyeceğini, en iyi kendisi bilirdi! Gülen’in bu yaklaşımı, bir maslahat ve merhamet gereği miydi, yoksa Mavi Marmara korsanlığında İsrail’i “izin alınması gereken meşru otorite” sayması ve Siyonist eşkıyayı aklaması cinsinden bir acziyet ve güce teslimiyet göstergesi miydi?

Ve zaten Fehmi Koru da, Abdullah Öcalan’a “asası ile denizi yaran Hz. Musa” benzetmesi yapmıştı… AKP yalakası Star Gazetesi yazarları Sedat Laçiner, Mustafa Kurtoğlu ve Başbakanın Baş Danışmanı Yalçın Akdoğan’ın: “Kandil Öcalan’ı takmayabilir. PKK bölünerek, anarşi ve terör devam edebilir, hatta eskisinden daha fazla kan dökülebilir” diyerek “İmralı’yla yürütülen sözde barış sürecinin, milletin ve ülkenin aleyhine sonuçlar doğuracağını seziyor ve şimdiden buna mazeret uyduruluyor” gibi bir tavır takınmaları dikkatlerden kaçmamıştı. Hala Başbakanın: “Ne af söz konusu, ne de ev hapsi, bunlara inanmayın!” şeklinde yalan palavralar savurması da artık olağandı, çünkü beyinleri hipnozlanmış ve milli sinir uçları dumura uğratılmış bir toplumun tepki vermeyeceğinin farkındaydı.

Başbakan bu boş lakırdılarla halkı oyalayadursun (9 Ocak 2013) gecesi CNN Türk’te Ahmet Hakan’ın Tarafsız bölge Programına katılan BDP milletvekili Ahmet Türk “Siz ayrı bir devlet istiyor musunuz?” sorusuna bir türlü “hayır!” diyemeyip “halkların özgürleşmesi, demokratik taleplerin gerçekleşmesi, bağımsız iradenin gelişip güçlenmesi gerektiği” gibi bir sürü kaçamak yanıtlar sıralamıştı. Hatta daha da ileri gidip, “Ömrünü Kürtlerin özgürlüğü için mücadele ile geçirmiş yurt içindeki ve dışındaki önder kişilerin de, bu yeni irade teşekkülünde etkin ve yetkin söz sahibi olmaları gerektiğini” vurgulamıştı. Yani Recep Erdoğan da Fetullah Hoca da boş konuşmakta ve sadece toplumun havasını almaktaydı. Türkiye üzerindeki oyunları ve sinsi planları Ahmet Türk konuşmaktaydı.

“Çözüm” başlıklı yazısında (05.01.2013-Star) Mahir Kaynak: “Öcalan dernek kurarken dış ilişkileri yoktu, gayesi Kürtleri kimlikleri içinde Türkiye’ye entegre etmek idi. Biz yanlış anladık…” diyerek gerçeği saptırıyordu. Bize göre ise o yıllarda sömürü sermayesi ve Siyonist merkezler PKK’yı Öcalan’ın şahsında MİT’e kurdurmuşlardı. Kim bilir belki de MİT farklı amaçlar ve hesaplar taşımıştı. Ama sermaye ise Türkiye’yi bölmek amacıyla PKK’ya sahip çıkmıştı. Sonra parası olan düdüğü çaldı, küresel güçler PKK’yı kullandı.

Burada minik ama önemli bir hatırlatma yapalım: Toplulukların özel kültürleri ve yönetim biçimleri vardır. Bu anlamda insanlık tek millet sayılır. Alt grupların kültür olarak başka, yönetim olarak başka merkezlere bağlı olması doğaldır. Bu sayede alt gruplar kişiliklerini koruyarak yönetimleriyle entegre olup uyumlaşmalıdır. Zaten “İslâm” “barış” anlamındadır. “ADİL DÜZEN” bu amaçla hazırlanmıştır.

ABD yani sermaye Öcalan’ı ülke ülke dolaştırdı, isteseydi daha da kollardı. Ama sağ kalması şartı ile Türkiye’ye teslim edip garantiye aldı. ABD Ortadoğu’yu AB’ye kaptırmak istemiyordu. Sömürü sermayesi Öcalan’ı Türkiye’ye gönderip “bölücübaşı” yaptı, Türkiye de buna uydu ve onun oyuncağı olmaya devam ediyor… Türkiye’de idam kaldırıldı, hapishaneler otele çevrildi… CHP de Kürt sorununa sermayenin istediği gibi yaklaştı… Türkiye sermayenin istediklerini yapınca Öcalan’ın Avrupa’daki rakibi de öldürüldü, Öcalan daha güçlü kılındı.

Mahir Kaynak diyor ki; “PKK, Kürt sorunu değildir, yeniden şekillenen Ortadoğu sorunudur. PKK sorunu ABD-AB sorunudur, bunu da ABD kazanacak. AK Parti doğru yoldadır. Muhalefet AB’yi destekliyor.” Oysa bize göre ise PKK sorunu, sermayenin Ortadoğu’ya hâkim olma aracıdır. Sömürü sermayesi Kürtler ile Türkleri çatıştırmaktadır. Kürtleri galip getirdikten sonra masa başında uzlaştırarak Kürt dengesi ile Türkiye’yi sermayenin tetikçisi olarak kullanmak amacındadır. Sorun “ABD-AB sorunu” değildir, sorun “Siyonist sermaye ile Milli Türkiye ve mazlum insanlık âlemi arasındadır ve kesinlikle sermaye kaybedecek ve yenilgiye uğrayacaktır ve Mahir Kaynak yanlış atlara oynamaktadır.”[2]

Bölünmenin yol haritası ve aşamaları!

a) BDP’lilerin ve hükümet yetkililerinin İmralı’yı ziyaretleri, perdenin açılışıdır!

b) Mart sonunda PKK’lı teröristlerin Kuzey Irak’a çekilmesi ve terör saldırılarına ara verilmesi ikinci safhadadır.

c) Güneydoğuya özerklik ve PKK’lılara güvenlik sağlayacak bir anayasanın çıkarılması üçüncü aşamadır.

d) Dördüncü aşama, Öcalan’ın en azından onursal başkanı yapılacağı federatif Kürdistan hedefine ulaşılması ve PKK’nın yasal ve siyasal bir statüye kavuşturulmasıdır!

Barzani Kürdistan’ı hızla ikinci İsrail olma yolundaydı!

Arz-ı Mevud emellerinde sınır tanımayan İsrail, Kuzey Irak’a yönelik faaliyetlerini derinleştiriyordu. Amerika’nın Irak’ı işgaliyle birlikte bölgeye yerleşen MOSSAD ajanlarından sonra İsrail şimdi de, tarihi emelleri için kültürel ve dini etki alanı oluşturuyordu. Müslüman Kuzey Irak halkına doğrudan doğruya “Yahudilik” propagandası yapıyordu. İsrail, Tel Aviv ile Erbil arasında kültürel, sosyal ve dini bağ oluşturmak amacıyla “Israel Kurd” isimli dergiyle çirkin ve sinsi çalışmalar yürütüyordu. İsrail’in Bölgesel Yönetimi ile olan sıkı ilişkisi uzun bir geçmişe dayanıyordu. İsrailli askerlerin Peşmergeyi eğittiği, hatta çeşitli operasyonları İsrailli muvazzaf askerlerin yönettiği ve İsrail’in Peşmergeye verdiği eğitimlerde ideolojik yönlendirmeler de yaptığı biliniyordu. Anlayacağınız Bölgesel Kürt Yönetimi ile İsrail arasından su sızmıyordu. Asya’daki en büyük silah tedarikçisi Peşmergeler, kısa bir süre önce İsrail’den 20 milyar dolarlık silah alımı yaparak tarihi bir rekora imza atıyordu. Kürt yönetimi İsrail’den 12 savaş uçağı, 20 savaş helikopteri, 3 nakliye helikopteri ve çok ileri İsrail Abrams tankı, bir füze kalkanı, uçak savar toplar, personel taşıyıcı, askeri botlar ve radar sistemleri alıyordu. Peşmerge İsrail ile ekonomik askeri ve siyasi olarak her açıdan angaje olurken İsrail’in Müslüman düşmanlığını da ne yazık ki ithal ediyordu.

Kürtlerle olan ilişkisi sadece askeri ve ekonomik alanda değil, İsrail’de yaşayan sözde Yahudi Kürtler üzerinden Kuzey Irak’ta kendisine sempati toplamaya çalışıyordu. Bölgesel Yönetim de bu durumdan oldukça memnundu. Kurdukları ‘israelkurd.com’ internet sitesi üzerinden Müslüman Kürtler, İsrail tarafından yönlendirilmek isteniyordu. İsrail ile sıkı ilişki içinde olan dergi yöneticileri, bunu saklama ihtiyacı dahi hissetmiyordu. “İsrail Kurd” dergisini çıkaran Davut Bağıstani, açıkça “İran’dan, Türkiye’den, Bağdat’tan ve de Beşar Esad’dan korkmuyorum ve de Eşşek Hasan Nasrullah’tan hatta o deli Ahmedinejad’tan korkmuyorum.” diyerek gözdağı vermekten ve İsrail’e olan bağlılığını sergilemekten çekinmiyordu. Derginin bir diğer yazarı da “İsrail ile müttefik olmalıyız” demekten geri durmuyordu.

PKK – İsrail ilişkilerinin perde arkası!

Kürtlerin yoğunlukla yaşadığı yerlerin “vaat edilmiş topraklar” ve Büyük İsrail sınırları içinde yer alması, İsrail’in Kürtlere olan ilgisinin daha da artacağını gösteriyordu. Ortadoğu bölgesindeki ülkeleri iç karışıklıklarla meşgul ederek sınırlarını değiştiren Büyük Ortadoğu Projesi’nin de “Vaat Edilmiş Topraklar”a giden bir yol haritası olduğu biliniyordu. Bu bağlamda, Türkiye’nin 30 senedir uğraştığı PKK meselesindeki İsrail etkisi de önem kazanıyordu. İsrail’in, kuruluşundan itibaren ayrılıkçı Kürtçü unsurlara desteği sürüyordu. Nitekim, 1961’de Irak yönetimine karşı isyan eden Molla Mustafa Barzani ve Celal Talabani’ye en büyük desteği verenlerin başında İsrail ve Yahudi lobisi geliyordu. Aynı desteği PKK için de sürdüren İsrail’in PKK ile temasını kuran kişi ise Davut Bağıstani oluyordu. Bu durumdan PKK da hayli memnundu. Onlar da İsrail’e olan sevgilerini gizlemiyordu. İsrail 2 televizyonuna röportaj veren PKK’nın önde gelen isimlerinden Murat Karayılan çok ilginç açıklamalarda bulunmuştu. “Bizi en iyi İsrail anlar, çünkü Kürtler Yahudiler gibidir. Soykırım geçirdiler ve sürgün yaşadılar.” diyen Karayılan adeta İsrail ile olan gönül ilişkisini ortaya koyuyordu. İsrail’e adeta bağlılık yemini etmişçesine hareket eden bu unsurlar İsrail televizyonunda okudukları şiirde de “Güzel İsrail / Yeni Kürdistan / Bunu da onu da seviyoruz / Dünyanın sonuna kadar / İkisini de yaşamaya söz veriyoruz. / Bu İsrail-Kürtün dostudur. / Bizim projemiz budur. / Tel-Aviv ve Erbil / Ellerini birleştiriyorlar. / Birlikte aslanlar gibi olacağız / Birbirimize sahip çıkacağız” diyerek açıkça İsrail’e uşaklık ilan ediliyordu.

Peki, o halde Akif Beki’nin endişesi boşuna mıydı?

“Hükümetin iradesi, her zamankinden daha cesaretlidir. İmralı’yla gizlemeden, saklamadan görüşerek siyaseten büyük risk alıvermiştir. CHP’nin yaklaşımı, hiç olmadığı kadar destekleyicidir. Müzakereleri teşvik etmesi, iktidarı cesaretlendirmesi paha biçilemez kıymettedir. BDP ise, geçmişe nazaran çok daha yapıcı ve sorumlu bir davranış içindedir. Bu tavrın çözüme katkısı inkâr edilemeyecek niteliktedir. İmralı sakini derseniz, dünden hazır beklemektedir. Öcalan, PKK’yı dağdan indirme rolünü oynamak için can atıyor gibidir. Tamam, bunları olduğu gibi kabul edelim de her şey gerçek olamayacak kadar iyi görünmektedir. Arada bir kollarımızı çimdiklemeye de rüyada olmadığımızı hatırlatacak uyarılara da ihtiyaç görülmektedir.”[3] Sözleri hangi endişelerden kaynaklanıyordu?

Her şey YENİ ANAYASA’ya bağlıydı ve çözüm oldukça riskli sayılmaktaydı!

Acaba kahraman ve kararlı(!) AKP iktidarı, ismen ve resmen olmasa da, fikren ve fiilen Türkiye’nin ayrışmasına ve federe Kürdistan’ın oluşmasına meşruiyet kazandıracak demokratik ve sivil (!) bir anayasa yapabilecek miydi?

Bir yandan İsrail karşıtı horozlanmalar sergileyip, öte taraftan, İsrail’in NATO şemsiyesine sokulması için fırsat verilirken.. Bir yandan “Amerika ve Avrupa’ya rağmen, Kuzey Irak (Barzani) ve Suriye Kürdistanlarını himayesine alıp Türkiye’nin etki alanını büyütmekle övünürken; öte taraftan ABD ve NATO destekli Patriot füzelerini ülkemize yerleştirip, hatta ABD tarafından Türkiye’ye füze güdümlü kapasiteli firkateynler hibe ve hediye edilirken!? Hazine 2013 yılı Ocak-Mart döneminde yaklaşık 39 milyar liralık iç borç servisine karşılık 35 milyar liradan fazla yeni bir iç borçlanmaya gidilirken, yani borcu borçla kapatırken ve aynı aylarda dış borç ödeme toplamı 47 milyar liraya yaklaşırken… Anlayacağınız ekonomide tam bir iflas ve yarı sömürge süreci yaşanırken… Ve Sn. Başbakan IMF borcunu bitirmekle övünedursun, Türkiye her yıl yaklaşık 60 milyar lirayı borç faizine öderken… Adalet Bakanlığının resmi raporlarına göre, son 11 yılda fuhuş suçları tam 6 kat artmışken… Ve Türkiye’nin “Sabataist-Masonik kirli derin güçleri”, solcu-sağcı Kemalist kafalı figüranlar yerine, şimdi dindar yapılı ve ılımlı İslamcı figüranlar kullanmaya başlamasını, halkımıza, “milli ve ümit verici bir devrim ve değişim” gibi yutturmaya çalışırken… Ve yeni aktörler şımarmasın diye eskilerini ambarda bekletmelerine karşı, Sn. Başbakan Erdoğan “Maalesef derin devleti tam olarak temizleyemediklerini ve bunun pek mümkün görünmediğini” acı acı itiraf ederken… Yani uzun yıllar, Protestanlar ve Neoconlar gibi Hıristiyan Siyonistleri kullanan Yahudi Lobilerinin, şimdi ılımlı (şeriatsız) İslamcı Müslüman Siyonistleri hizmete koşarken…

Bunların yapacağı –daha doğrusu Amerika’da hazırlanıp, bunların halka onaylatacağı- bir anayasa, acaba huzur ve hürriyete kavuşmaya mı, yoksa dağılıp parçalanmaya mı yarayacaktı?

Anayasalar, hangi esaslarla ve kimler tarafından yapılırdı?

Belirli odaklarca ve halkı hesaba katmadan, kendi çıkarları doğrultusunda hazırlanan anayasaların, askeri yönetim eliyle veya sivil ve siyasi meclislerce onaylanmasının hiçbir farkı bulunmayacaktır. İyi niyetli de olsa ve hukuk tahsili de yapsa, Anayasa yapacak yüksek uzmanlık seviyesine ulaşmayan ve toplumun dini ve ahlaki temel dayanaklarından haberdar olmayan kişilerden oluşan meclislerin-ekiplerin hazırlayacağı anayasalar, çözümün değil, sorunların kaynağı olacaktır. Ve zaten çoğunlukla dış güçlerin ve gizli merkezlerin dayattığı taslaklar, meclisler tarafından yapılmış gibi gösterilip, halk demokratik dalaverelerle aldatılıp avutulmaktadır.

Milli ve gerçekçi bir anayasa hazırlayacakların şu özellik ve yetenekleri taşıması lazımdır:

1- Hürriyet (Dış ve iç etkenlerden bağımsız düşünme ve hareket edebilme fırsat ve cesareti)

2- Ehliyet (Yüksek bilgi birikimi ve içtihat becerisi)

3- Emniyet (Sadece hakkaniyet duygusuna ve halkın huzuruna hizmet gayesi ve gayreti gütme konusunda güven vermesi)

      Evet, dış ve iç güç odaklardan bağımsız, sadece halkın her kesiminin ve ülkenin çıkarlarını esas alacak bir özgürlük ve özgüven ortamından,

      Hem büyük çoğunluğu oluşturan halkın hem de azınlıkların milli ve manevi amaçlarını karşılayacak, farklı kültür ve hayat tarzlarının insani ihtiyaçlarını doyuracak genel ve özel yasaları yapacak yüksek ilim ve içtihat kafasından

      Ve toplumun her kesiminin güvenini sağlayacak tarafsız bir bilim adamı saygınlığından mahrum kişi ve ekipler; sağlıklı, kalıcı ve huzur sağlayıcı anayasalar yapamayacaktır.

İlk insan doğal şartlarda ve tabii imkânlarla yaşamını sürdürecek şekilde yaratılmıştır ve uygarlık gelişerek insanlık bu günlere ulaşmıştır. Şeriat yani hukuk devletinin kuruluşuna bundan 5300 sene evvel Hazreti Nuh peygamber zamanında başlanmıştır. Sonra Mısır’da Firavunlar kendi zulüm ve sömürü anayasalarını yapmışlardır. Hazreti İbrahim peygamber İsrail oğulları için anayasa hazırlamıştır, çocuklarını bunu dünya çapında gerçekleştirmek için görevli kılmıştır. Ondan sonra aradan tam 4000 sene geçmiş bulunmaktadır.

Şu anda sanayi ve teknoloji çağında hala: “tarım dönemi hukuku” ile yaşamaya çabalanmaktadır. Yani “sanayi dönemi hukuku” oluşturamadığımız için aslında hukuksuz yaşanmaktadır ve huzursuzluğun çoğu bundan kaynaklanmaktadır. Milli Hukuksuz ve anayasasız bağımsız ve büyük devlet olmak imkânsızdır. Oysa yeni yıla, yeni yüzyıla, yeni binyıla, yeni bir nizam ve yeni bir anayasayla girmek lazımdır. Yeryüzünde zalim dönemi sona erdirip `ADİL DÜZEN’i kurmak kaçınılmazdır. Bu da ancak adalete dayalı, müspet bilimden ve İslami-insani prensiplerden kaynaklı `YENİ ANAYASA’ ile mümkün olacaktır.

Elimizde bulunan ilk yazılı anayasa esasları Tevrat’ta vardır. İncil ve diğer ilâhi kitaplar şeriat kitapları olmadıkları için onlara yasa kaynağı gözü ile bakılmamaktadır. İkinci anayasa kuralları Kur’an’dadır ve bu kitaptan kaynaklanan Medine Sözleşmesi ilk örnek sayılır. Batılılar bin sene “Roma Hukuku”nu oluşturmak için uğraşmışlardır…

İslâmiyet’te özellikle ilk asırlarda büyük “MÜÇTEHİTLER” yetişmiş, bu müçtehit âlimler günümüze kadar bize ulaşan “FIKIH KÜLLİYATI”nı oluşturmuşlardır… Avrupa’da yani Batı dünyasında anayasa çalışmalarına “ABD’nin Anayasası” ile başlanmış, uzun savaşlar ve çatışmalar sonunda bugünkü konuma ulaşmıştır.

Meselenin bir boyutu böyledir, ama daha da önemli bir konuyu hatırlatmak lazımdır:

O da, sıradan hukukçuların anayasa yapamayacağıdır! Evet, yanlış okumadınız; bilinen hukukçular anayasa yapma yeteneğinden uzaktır. Çünkü hukukçular ve hukuk eğitimi alanlar sadece mevcut yasaları okuyan ve uygulayan insanlardır. Bunların görevi metne sadık kalıp onu doğru anlamak ve uygulamaktır. Hukuk fakülteleri hukukçu yetiştirme okullarıdır. Anayasayı ise; yüksek donanımlı sosyologlar ve özel anayasa uzmanı hukuk hocaları ve İslâmiyet’teki usulü fıkıhçılar yapmalıdır. Hukuki metinleri, konuşma diliyle yazamazsınız. Yeni yasalar yapılırken eski hukuk terimlerini kullanırsınız ama onların yeni tariflerini yapmak zorundasınız. Yeni terimler ortaya koyar, onlara hukukilik kazandırırsınız. Oysa klasik hukukçu dediğimiz, savcı, hâkim ve avukatların çoğu kelimelere yeni mana katmadığı gibi hukuka yeni kavramlar da sokamaz. Bugünkü anayasalar sadece pozitif hukuk sistemi içindedir, o kadar.

Konuşurken ve yazarken biraz incitici söylüyor ve yazıyoruz. Çünkü bizler, bu günleri elde etmemiz için Millî Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan önderliğinde kırk-elli senemizi harcadık. Şimdiye kadar Türkiye ve dünyadaki “zalim düzen” sona ersin, “anayasal düzen” gelsin diye büyük bir fedakârlıkla çalışıldı. Şimdiki milletvekillerimiz ise orada keyif çatmaktadır, ama asıl yapılması gerekenleri bırakmışlardır veya belirli odaklarca kuşatılmışlardır.

Evet, “Gerçek ve örnek bir ANAYASAL SİSTEM, yani ADİL DÜZEN” kaçınılmazdır, şimdilik önünde tek engel kaldı; malum muhafazakârlar, yani gömlek çıkaranlar, AB ve ABD’ye ram olanlardır!

Sözlerimizi şu ayet mealleri ile bitirelim: “Sen sana Rabbinin kitabından vahyedilip bildirileni oku ve uygula, onun sözlerini değiştirecek yoktur ve ondan başka tutunacak ve sığınılacak bir şey bulamazsın.” (Kehf: 27)

“O (Allah): “Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin” diye ondan Nuh’a vasiyet ettiğini ve sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya vasiyet ettiğimizi sizin için de teşri’ etti (Kur’an bir şeriat ve hukuk nizamının temel prensiplerini içerdi). Ancak, Senin kendilerini çağırdığın şey, müşriklere ağır geldi. Allah, dilediğini buna seçer ve içten kendisine yöneleni hidayete erdirir.”

“Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki ‘tecavüz ve haksızlık’ (ihtiras ve azgınlık) dolayısıyla ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinden, adı konulmuş bir ecele kadar geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, muhakkak aralarında hüküm verilmiş (iş bitirilmiş)ti. Şüphesiz onların ardından (gelecek) Kitaba mirasçı olan (bir takım sözde Müslüman)lar ise, her halde ona karşı kuşku verici bir tereddüt (ve İslam şeriatına karşı şüphe ve isteksizlik) içindedirler.”

“Şu halde, sen bundan dolayı (İnsanları Kur’ani kurallara ve ilahi buyruklara) davet et ve emrolunduğun gibi doğru bir istikamet tuttur. Onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Ve de ki: Allah’ın indirdiği her kitaba inandım. Aranızda adaletli davranmak (ve Kur’an’ı uygulamak)la emrolundum. Allah, bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bizim, sizin amelleriniz sizindir. Artık bizimle (sizin) aranızda (lüzumuna ve yararına zaten inanmadığımız) ‘deliller getirerek tartışma (ya, hüccete gerek)’ yoktur. (Muhakkak) Allah bizi bir araya getirip-toplayacaktır. Dönüş O’nadır.” (Şura: 13,14,15)



[1] Milliyet, Fikret Bila, 05.01.2013

[2] Reşat Nuri Erol, Milli Gazete

[3] Radikal, 05.01.2013

 

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Subscribe
Bildir
0 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Picture of Ramazan YÜCEL

Ramazan YÜCEL

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...