YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
6920d370a158c
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 9 4 9
Bugün :
Dün : 41199
Bu ay : 893923
Geçen ay : 1371576
Toplam : 45297744
IP'niz : 216.73.216.128

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

 

İsrail’in ileri teknoloji harikalarıyla hezimete uğratılıp teslim alınacağını, Kur’an şöyle haber veriyordu:

“Kitap ehlinden olan kâfirleri (Beni Nadir Yahudilerini) ilk sürgünde (Asrısaadet döneminde) yurtlarından çıkaran O (Allah’tır). Siz, onların (zulüm yaptıkları diyardan sürülüp) çıkacaklarını hiç sanmamıştınız; onlar da kalelerinin (ve teknolojik üstünlüklerinin) kendilerini Allah’ın (gazabından) koruyacağını zannedip durmuşlardı. Böylece Allah(ın azabı) da, hiç hesaba katmadıkları bir yönden (ve harika yöntemlerle) gelip onları kuşattı, yüreklerine korku saldı, öyle ki evlerini kendi elleriyle ve müminlerin elleriyle tahrip ediyorlardı. Artık ey basiret sahipleri ibret alın (bugünkü zalim ve fesatçı Yahudilerin ve müşriklerin de aynı akıbete uğrayacaklarını unutmayın).” (Haşr:2)

“Onların Allah’ın elçisine verdikleri “FEY’e” (savaşsız kazanılan ganimet, servet ve devlete) gelince; ki siz buna karşı (bu zaferi kazanma kastıyla) ne at ne deve koşturmamış (tank ve füze kullanmamış)tınız. Ancak Allah, elçilerini dilediklerinin üstüne musallat (edip muzaffer) kılmaktadır. Her şeye gücü yeten Allah’tır” (Haşr:6)

ayetleri, teknoloji harikalarıyla İsrail ve ABD’nin hezimete uğratılacağını ve onların bütün silah sistemlerinin çalışmaz hale sokulacağını haber veren Rahmetli Erbakan’ı haklı çıkarıyordu. Siyonist patronları derbeder olup yıkılınca, işbirlikçi piyonlarının ve BOP taşeronlarının ayakta kalacağını zannedenler ise elbette aldanıyordu.

 Gazze’de soykırım yapılıyordu!

Filistin Başbakanı Rami el-Hamdallah, terörist İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü saldırılar için, “Gazze’de yapılan bir soykırımdır” diye haykırıyor ve dünyanın Filistin konusunda çifte standart uyguladığını belirtiyordu. Siyonistlerin son saldırılarında 409 çocuk olmak üzere maalesef 2060 kişi şehit oluyor, 9798 kişi yaralanıyordu. Şehitlerin %80’i sivillerden, savunmasız masum çocuklar, kadınlar ve ihtiyarlardan oluşuyordu. AKP iktidarı ise kof demeçler dışında ciddi ve caydırıcı hiçbir girişimde bulunmuyordu. Ramallah’taki Başbakanlık binasında gazetecilere konuşan Hamdallah, Gazze’de devam eden İsrail ordusunun saldırıları için, “Gazze’de Siyonist saldırılar soykırıma dönüştü. Şu ana kadar binlerce kişi yaralandı, aralarında kadın, çocuk ve yaşlıların olduğu iki binden fazla insan öldürüldü” diye feryat ediyor, dünyanın Filistin konusunda çifte standart uyguladığını hatırlatarak şunları söylüyordu: “İsrail’in Gazze’ye düzenlediği hava saldırılarında, binlerce evden bazıları tamamen bazıları da kısmen yıkıldı. Bu bir soykırımdır. Uluslararası toplumu müdahale ederek bu saldırıları durdurmaya çağırıyoruz. Uluslararası topluluk, daha önce Kosova’da, Darfur’da çatışmalara müdahil oldular. Ancak Filistin halkı, 47 yıldır işgal altında kurban vermeye devam ediyor.” “Filistin ekonomisi büyük meydan okumalarla karşı karşıya bulunuyor” diyen Başbakan Hamdallah, ülke topraklarının yüzde 62’sinin fiili olarak İsrail denetiminde olduğunu, bu nedenle de ülkede hiçbir şey yapamadıklarını söylüyordu.

Meydanlarda ve ekranlarda mangalda kül bırakmayan Sn. Erdoğan, İsrail’in bu küstah ve barbar tavrına karşı, sadece beş-on yaralıyı Türkiye’ye taşımak ve camilerde Filistin’e yardım toplamak gibi komik ve göstermelik tedbirlerle halkımızı avutuyordu. Bu yaklaşım, çalınan heybesini geri vermezlerse, neler yapacağı konusunda kuru tehditler savuran Nasrettin Hoca’nın “eğer getirmeseydiniz, kilimi kesip yeni heybe yapacaktım!” yanıtını hatırlatıyordu. İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman, ABD’li siyonist John Kerry ile yaptığı telefon görüşmesinde Türkiye ile bir tırmanma istemediklerini belirtiyordu. İsrail Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamaya göre, “Dışişleri Bakanı Lieberman’ın, İsrail’in şimdiye kadar Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın sert açıklamalarına ve suçlamalarına yanıt vermekten kaçındığını (çünkü bunların seçim yatırımı ve oy avcılığı hatırına yapıldığını) ve bu saldırıların, seçimlerden sonra duracağını umduğunu” aktarıyordu.[1]

Filistin ekonomisinin her ay 300 milyon dolara ihtiyacı olduğunu aktaran Hamdallah, “İsrail kontrolündeki C bölgesinde petrol var ancak çıkaramıyoruz. İsrail her şeye el koyuyor. Okul bile izin alındıktan sonra yapılabiliyor, Gazze tam 7 senedir kuşatma altındadır. Umarız bu zor günümüzde tüm ülkeler bize yardım eder. İsrail bizden topladığı vergileri vermiyor, el koyuyor” açıklamasında bulunuyordu.

İsrail’in Gazze’ye düzenlediği ve cami, resmi daire, tarım arazileri ve yerleşim birimlerinin hedef alındığı son saldırılarla beraber terörist İsrail ordusunun, Suriye’nin denetimindeki Golan Tepesi’nde yer alan bir askeri noktaya 5 füzeyle saldırıyordu. Filistin uzlaşı hükümetinin Bayındırlık ve İskân Bakanı Mufid el-Hasayine, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarında 3370 evin tümüyle yıkıldığını, 26 bin 800 ev ise kısmen tahribata uğradığını belirtiyordu. Bu arada İsrail askerlerinin, Batı Şeria’nın farklı bölgelerinde bazısı Hamas milletvekili olan yüzlerce kişiyi gözaltına aldığı bildiriliyordu.

Ve korkulan oldu, Gazze can çekişiyordu!

Bu arada İsrail ateşkesi yeniden bozuyor ve tekrar bombalamaya başlıyordu. ABD Dışişleri Bakanı Siyonist Kerry Hamas’ı sorumlu tutuyor ve İsrail’i haklı çıkarıyordu. İsrail Mısır’dan gelen ateşkes önerisini kabul ederek uluslararası arenada sinsi oyununu sahneliyor, Hamas’ın askeri kanadı masaya gelmeyince de kanlı saldırılarına uluslararası dayanak buluyordu. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin Mısır’a gitmekten vazgeçip Hamas’ı kınamasının ardından bombaların düğmesine basılıyor, Gazze’ye yeniden ölüm yağdırıyordu. Dindar kahraman Recep Erdoğan ve AKP iktidarı ise, İsrail’den büyükelçilerini geri çeken Brezilya ve Ekvator kadar bile ciddiyet ve cesaret gösteremiyor, sanki bir sivil örgüt temsilcisiymiş gibi sadece kof kınama mesajlarıyla yetiniyordu. Yetmez Erdoğan, ABD Derin Devleti Siyonist Lobilerinin kendisine verdikleri ödülü iade etme erdemi bile gösteremeyince, bu sefer Amerikan Yahudi Kongresi bu ödülü kendisinden geri istemek suretiyle ağır bir hakaret ve küstahlık ediyor, Başbakan ve Cumhurbaşkanı adayı Recep Bey ise sadece sızlanıp duruyordu. Batılı-Doğulu tüm küfür cephesi ve Müslüman ülkelerin münafık hükümetleri “3 Maymun”u oynasa da, insanlığın vicdanı kanıyordu!

İsrail’in Filistinlilere karşı “Orantısız güç kullandığı” konusuna değinen ABD sözcüsü, “Orantısız güç kullanıldığına dair bir kanıt bulunmadığını” iddia ediyordu. ABD sözcüsü İsrail’in kendisini savunduğunu, bu savunma hakkını da desteklediklerini belirtmekten utanmıyordu. Yüzlerce ölü ve binlerce yaralı ortada iken böyle bir açıklama barbar Amerika’nın şeytan ahlakını ortaya koyuyordu. İsrail’in Filistinlilere karşı başlattığı saldırıyı “Ama onlar da İsrail’e saldırdılar” mantığı ile ele almak tam bir kahpeliği yansıtıyordu. “Karşı taraf bize taş attı, sopa salladı” gibi havadan-sudan bahanelerle sürdürülen katliamın savunulur yanı yoktu. “Füze attılar” iddiası da sonuçları itibarıyla ciddiye alınır bir gerekçe oluşturmuyordu.

Kuduz Siyonistler Mazlum Filistin halkına kan kustururken TV-9 stüdyolarında Yahudi hahamları ağırlayıp İsrail’e sahip çıkacaklarını açıklayan; Mini etekli ve göğüs dekolteli kızlarıyla çiftetelli oynayıp kıçlarını çalkalatan Adnan Oktar’ın sürekli saygılarını sundukları Recep T. Erdoğan hocasına, tıyneti ve zihniyeti malum Müslüm Gündüz de Elazığ’dan sahip çıkıyor, böylece aynı ayarda oldukları açığa vuruluyordu. İsrail’in Gazze katliamları karşısında gerekli tepkiyi koymadığı ve yeterli tedbirleri almadığı hatta dolaylı destek sağladığı için haklı olarak AKP iktidarını protesto eden Anadolu Gençlik’in cesur ve şuurlu talebelerine saldırıp susturmaya kalkışan Müslüm Gündüz’ün Aczimendi müritleri, yoksa zina cezasını kaldırdığı için mi Recep Bey’in militanlığını yapıyordu? Böylece herkes içini dışa döküyor, fıtratının gereğini yerine getiriyor ve fırsatçı-fesatçı tavrını ortaya koyuyordu.

Hayret, bu sefer herhalde Erdoğan’ın inadına Filistin’de katledilenlere taziye mesajı yayınlayan ve bu vesile ile hiçbir ilgisi ve gereği bulunmadığı halde; “İtikâfta iken haberdar edildiğini” hatırlatarak böylece ibadet ve riyazet ehli olduğu intibaını uyandırıp reklamını yapmak suretiyle çok çiğ ve çirkin bir riyakârlıkta bulunan Fetullah Gülen, AKP iktidarının dünyadaki itibarsızlığından şikâyet ediyordu… Oysa daha düne kadar, AKP ve Erdoğan sayesinde Türkiye’nin dünya genelinde ve bölgesinde büyük bir saygınlık ve ağırlık kazandığını söyleyip övgüler diziyordu!?

Zerre kadar izanı ve insafı olanlar söylesindi; Başkan Obama’dan tüm bakanlarına ve kurumlarına kadar hala Hamas’ı suçlayıp İsrail vahşetini haklı çıkaran Amerika’nın gavur tavrına bir kelime olsun dokunmadığı, sadece AKP iktidarının hesaba katılmadığını ve ciddiye alınmadığını vurgulamak ve itikafta (Bir Mescit köşesinde oturup ramazanın son 10 gününde devamlı ibadet halinde) bulunduğunu hatılatıp maneviyat ehli olduğu kanaatini yaygınlaştırmak isteyen Fetullah Gülen gibi basit hedefli ve fasit hevesli bir insanla nereye varılacağı zannediliyordu?

İsrail’in ileri teknoloji harikalarıyla hezimete uğratılıp teslim alınacağını, Kur’an şöyle haber veriyordu:

“Kitap ehlinden olan kâfirleri (Beni Nadir Yahudilerini) ilk sürgünde (Asrısaadet döneminde) yurtlarından çıkaran O (Allah’tır). Siz, onların (zulüm yaptıkları diyardan sürülüp) çıkacaklarını hiç sanmamıştınız; onlar da kalelerinin (ve teknolojik üstünlüklerinin) kendilerini Allah’ın (gazabından) koruyacağını zannedip durmuşlardı. Böylece Allah(ın azabı) da, hiç hesaba katmadıkları bir yönden (ve harika yöntemlerle) gelip onları kuşattı, yüreklerine korku saldı, öyle ki evlerini kendi elleriyle ve müminlerin elleriyle tahrip ediyorlardı. Artık ey basiret sahipleri ibret alın (bugünkü zalim ve fesatçı Yahudilerin ve müşriklerin de aynı akıbete uğrayacaklarını unutmayın).” (Haşr:2)

“Onların Allah’ın elçisine verdikleri “FEY’e” (savaşsız kazanılan ganimet, servet ve devlete) gelince; ki siz buna karşı (bu zaferi kazanma kastıyla) ne at ne deve koşturmamış (tank ve füze kullanmamış)tınız. Ancak Allah, elçilerini dilediklerinin üstüne musallat (edip muzaffer) kılmaktadır. Her şeye gücü yeten Allah’tır” (Haşr:6)

ayetleri, teknoloji harikalarıyla İsrail ve ABD’nin hezimete uğratılacağını ve onların bütün silah sistemlerinin çalışmaz hale sokulacağını haber veren Rahmetli Erbakan’ı haklı çıkarıyordu. Siyonist patronları derbeder olup yıkılınca, işbirlikçi piyonlarının ve BOP taşeronlarının ayakta kalacağını zannedenler ise elbette aldanıyordu.

Recep T. Erdoğan’ın “kutsal hedef” haline getirdiği Avrupa Birliği, İsrail’in menfaatlerini önde tutuyordu!

AKP’nin güdümündeki AA Syonist John Kerry ağzıyla ve dolaylı olarak Hamas’ı suçluyordu. Filistin’de İsrail katliamları devam ederken, eli kolu bağlı oturan Türkiye’de, Gazze ve Hamas konusunda ilginç gelişmeler yaşanıyordu. Müslümanların izzetini, haysiyetini ve en önemlisi ilk kıblesini korumak için yıllardır Siyonist çeteyle canı pahasına savaşan Hamas’lı mücahit kardeşlerimiz bu günlerde yine kahramanca mücadele ediyordu. İsrail ilk kez ateşkes isteyen taraf durumuna sokuluyordu. Durum böyle iken, Anadolu Ajansı’nın (AA) servis ettiği bir haber önemli maddi hatalar içeriyordu. Devletin resmi ajansının pek de alışık olmadığımız üsluptaki demeç haberi asla Hamas’ın işine yaramıyor ve hatta biraz daha dikkatli okunacak olursa iş Siyonist çetenin aklanmasına kadar gidiyordu. Böylesi haberlerde çok daha dikkatli olunması ve en ufak ayrıntılar dahi gözden kaçırılmaması gerekirken iktidar güdümündeki AA satır aralarında Hamas’ı suçluyordu.

AA’nın 17 Temmuz 2014 saat 11:50’de servis ettiği haber dikkatlice okununca maalesef Hamas’ı suçlayan ince mesajlara rastlanıyordu.

(…) Uluslararası kamuoyunun, Hamas’ı Mısır’ın öncülük yaptığı ateşkese olumlu cevap vermeye çağırdığına değinen Ebu Sade, ateşkes girişimini reddeden Hamas’ın, Gazze’de akan kana ve savaşın durdurulmasına kulak asmadığı şeklinde bir imaj oluşturulmak istendiğini belirterek, şöyle devam etti: “Bu girişimin ardından Hamas’ın siyasi tercih kapısı daraldı. Nitekim girişimin kabul edilmesi, Gazze ambargosunun kaldırılması şartının gerçekleşmeyeceği anlamına geliyor. Öte yandan Hamas’ın öneriyi reddetmesi, dünya kamuoyunda ‘Hamas tırmanıştan yana’ intibaını uyandırıyor.”

(…) Batı Şeria’da çıkan “Eyyam” (Günler) gazetesi köşe yazarı Tevfik Ebu Şuber ise Hamas’ın Mısır tarafından gündeme getirilen ateşkes önerisine karşı daha esnek davranarak, masaya oturması gerektiğini savunarak, şunları kaydetti: “Hamas’ın ateşkes önerisini reddetmesi, sanki kendisini savaş isteyen taraf’ durumuna soktu. İsrail, buradan hareketle Gazze’ye karşı tırmanışlarını meşru gösterecek.”

Gazze’nin kalbi Hamas kahramanca direniyordu!

Ne olursa olsun Filistinlilerin haklarını savunmaya devam eden Hamas, terörist İsrail ve Batı’nın direnişi sindirme ve dünyayı kandırma çabasına rağmen direnişten ödün vermiyordu. Hamas sözcüsü Ebu Zuhri, “Bazı istisnalar hariç yanımızda duran kimse yok. Tarih bunları kara sayfalara kaydediyor” diye haykırıyordu. Hamas, Filistinlilerin taleplerini karşılamayan hiçbir ateşkes girişimini kabul etmeyeceklerini bildiriyordu. Hamas sözcüsü Sami Ebu Zuhri, Gazze’deki Eş-Şifa Hastanesi’nde düzenlediği basın toplantısında, Mısır’ın başlattığı Gazze ve İsrail arasındaki ateşkes girişimini “şekil ve içerik” nedeniyle kabul etmediklerini belirtiyordu. Ebu Zuhri, “Reddedilmesindeki en önemli sebep, anlaşmaya varılmadan ateşkesin şart koşulmasıdır. Bu bizi sıfır noktasına götürür, akan her kan heder olur. Elimizde bir garantimiz yok. Çünkü işgalci İsrail, ancak güç kullanarak yanıt veriyor” diyordu.

Arap dünyasının Gazze’de yaşananlar karşısındaki tutumunu kınayan Ebu Zuhri, söz konusu tutumlardan ötürü üzgün olduklarını ifade ederek, “ABD, İsrail işgalinin yanında duruyor. Bazı istisnalar hariç yanımızda duran kimse yok. Tarih bunları kara sayfalara kaydediyor” diye konuşuyor, ayrıca Mısır medyasında “Gazze karşıtı kışkırtıcı yayınlar yapılmasını” eleştirerek, Refah Sınır Kapısı’nın derhal açılarak, yardım konvoylarının geçişinin sağlanmasını talep ediyordu.

İsrail’de 8 bin terörist daha orduya çağrılıyordu!

Terörist İsrail, sözde ateşkes masalları okurken aynı zamanda ordusuna takviye yapmayı sürdürüyor, Gazze’ye kara operasyonu nedeniyle, 8 bin yedek askerini daha göreve çağırma kararı alıyordu. İsrail güvenlik kabinesi, Gazze’ye kara operasyonu nedeniyle 8 bin yedek askerin daha göreve çağrılmasına karar veriyordu. İsrail devlet radyosundan yapılan açıklamada, söz konusu 8 bin askerin daha önce göreve çağrılan 40 bin askere ek olacağı belirtilerek, kararın güvenlik kabinesi üyeleri arasında telefonda yapılan oylamadan sonra alındığı belirtiyordu. Bu arada İsrail’in ticari ürünlerin geçişinin yapıldığı Kerm Ebu Salim Sınır Kapısı’nı kapatma kararı aldığı öğreniliyordu.

Hastane, Okul ve Camiler Hedef Alınıyordu!

İsrail ordusunun, Gazze Şeridi’nde yaşlılar için rehabilitasyon merkezi olarak kullanılan Vefa Hastanesi’ni hedef aldığı bildiriliyordu. Hastanenin, Filistinli gruplarla bir bağının olmadığına, sadece hareket edemeyen engelli yaşlı hastaların rehabilitasyonu için kullanıldığına dikkati çeken Anber, “İsrail, cuma gününden bu yana beşinci kez hastaneyi bombaladı. Saldırı sırasında hastalar büyük panik yaşadı. Binada geniş çapta hasar meydana geldi” diyordu.

AKP İsrail’i korkutuyor muydu, yoksa kolluyor muydu?

Evet, Türkiye, İsmet İnönü’den itibaren, yani kurulduğu günden bu yana İsrail’le sıcak ve sık ilişkiler sürdürmeyi bir nevi görev saymıştı. “Ortadoğu’nun bağrına saplanan paslı hançer”, 1948’de bir “devlet” olarak tescillendiğinde, Türkiye 1949’da İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke şerefine kavuşacaktı. Oysa Mustafa Kemal 1937’deki bir Meclis konuşmasında “Filistin’de Batılıların desteğinde bir Yahudi devleti kurulması halinde tüm İslam ülkelerini ayaklandıracaklarını” açıklamıştı. Geçen yıllar boyunca iki ülkenin ilişkileri, Filistin meselesi gibi bir soruna rağmen, ABD’nin sadık iki müttefikinin ilişkileri nasıl olmalıysa, aynen öyle sürüp durmaktaydı. Ta ki, 2009’daki “one minute” vakasına kadar. Bu tarihte, iki ülke birden bire iki azılı düşmana dönüşüyorlardı. Ortadoğu’daki “sayılı demokrasilerden ikisi” olarak kabul edilen bu iki ABD müttefiki (İsrail, sadece müttefik değil, ABD’nin göz bebeği aynı zamanda), kamuoyu önünde “küser gibi olmuşlardı”. “One minute” vakası ile kameralar önünde yaşanan “kahramanlık”, toplantı bitimindeki “tepkim moderatöreydi” açıklamasıyla sönüp giderken; kamuoyunda epeyce bir süre bu “diklenme”nin(!) ekmeğini yiyordu siyasi iktidar. Gerçekte ise verilen tepkinin nedeni, Erdoğan’ın, Peres’in 25 dakika süren konuşmasından sonra kendisine 12 dakika verilmesine kızmasıyla alakalıydı.

Ardından, 2010’daki Mavi Marmara katliamı ile ilişkiler gerilip sarsılmış ve yine kamuoyu önünde çizilen imaja göre “güya” kopma noktasına dayanmıştı. Siyasi iktidar, Türkiye’de her daim destek bulan İsrail karşıtlığının ve buradan devşirilen “ümmetin lideri” pozlarının rantını rahatça toplamıştı. Aynı zamanda bu durum, ABD ile haddinden fazla sıkı fıkı yürüyen dış politikanın izahını yapamadığı İslami hassasiyetleri olan kesimlere karşı bir savunma argümanı olarak ta kullanılmıştı. Kopma noktasına geldiği söylenen Türkiye-İsrail ilişkilerinde, gözlerden ırak ama hayli sağlam şekilde ticaret sahasında hatta tüm zamanların rekorunu kıracak artışlar yaşanmıştı. 2010 yılında 3.1 milyar dolar olan Türkiye ile İsrail arasındaki ticaret hacmi, 2013 yılında 4.9 milyar dolara ulaşmıştı. 2014’ün ilk 3 aylık döneminde ise 1.3 milyar dolar olurken, bu rakam yeni bir rekorun habercisi olmaktaydı.

Geçen sene Mart ayında yaşanan “özür” hadisesi de hala muğlaklığını korumaktaydı. ABD Başkanı Obama’nın, yanında bulunan Netanyahu’ya telefonu verip bir “özre” mecbur bıraktığı şeklindeki bir hikâye dışında henüz İsrail’in Türkiye’den özür dileyip dilemediğini bilene rastlanmamıştı. Ortada ne bir belge ne de tatmin edici bir resmi açıklama vardı. Üstüne üstlük, iktidar medyasının “Türkiye’nin zaferi” diye lanse ettiği tazminat meselesi ise tam bir rezalet yumağıydı. İsrail, katiller aleyhine açılan davalardan feragat edilmesi kayd-u şartıyla tazminat ödemeyi kabul etmişti, ki, rakam da 10 kişi için 20 küsur milyon dolar civarındaydı. Pek şanlı Dışişlerimizin o dönemdeki açıklamalarına göre tazminat rakamı üzerindeki ihtilaf çözüldükten sonra her şey tamam olacaktı. Yani, İsrail, telefonda dilendiği söylenen bir “özür” ve bir futbolcu parasına işi kapatacaktı. Elbette ki, ABD’nin ve İsrail’in birden bire böyle bir adım atmasının birkaç nedeni vardı. Son gelişmelere bakınca, bu nedenlerden bazıları olarak İsrail’in petrol ihtiyacının Türkiye üzerinden karşılanması ve yeni bulduğu doğalgaz rezervini en uygun güzergâh olan Kıbrıs üzerinden pazarlama telaşesinin yattığı anlaşılmaktaydı. Kuru bir özre teşne olan Türkiye, zaten krizde olmadığı İsrail’e anında kucak açıyor ve uluslararası piyasalarda satılması tartışma konusu olan Kuzey Irak petrolünün İsrail’e satışında aracı olmayı içine sindirebiliyordu. Yarın öbür gün, Kıbrıs üzerinden pazarlanacak olan İsrail doğalgazında da muhtemelen aynı amacın hizmetinde olacaktı.

Geçen sene, Obama’ya adeta “posta koyarcasına” Gazze’ye gideceğini açıklayan Başbakan’ın, 1 seneden beri neden Gazze’ye adım atmamasının, muhtemelen ABD Başkanı’nın telefonlarına bile çıkmamasıyla bir ilgisi vardı. “Ortadoğu’nun bağrındaki paslı hançer”, kafasına estiğinde hiçbir ahlaki ve insani duyarlılık gözetmeden ve kadın, çoluk, çocuk, bebek ayırt etmeden katliama kalkışmakta, ne AKP iktidarını ne de Erdoğan’ı zerre kadar hesaba katmamaktaydı. Sahte kabadayılıklarla hem bize güvenenler, hem de milletimiz kandırılmaktaydı. Yetmiyor, bir de terör devletinin can damarlarına kan taşınmaktaydı, yardımcı olunmaktaydı. “Paslı hançer”e verilen (aslında verilmeyen) cılız tepkilerin, onu daha da barbarlaştırdığını, daha da küstahlaştığını hala anlamayanlar herhalde akıl fukarasıydı.

İsrail’e karşı ortaya konan “kuru bir kınama” metni bile büyük fiyaskolar içeriyordu. “Tarafları itidalli olmaya davet”, “şiddet sarmalına dönüşebilir” gibi ifadeler mesela; acaba Dışişlerimiz katil İsrail’le Filistin’de ölen çoluk, çocuk, kadın, masum halkı birbirine eşdeğer taraflar, güçler olarak mı görüyordu? Ve Gazze’nin kendini savunma refleksiyle İsrail’e verdiği cılız karşılıkları “şiddet sarmalı”na sebep olacak hareketler olarak mı değerlendiriyordu? İktidarın başının İsrail’i “kınarken” kullandığı önermenin şartı ise, “durmazsan ilişkilerimiz eskisi gibi olmaz”dı. Türkiye’nin “muhafazakâr” iktidarı (ve kahraman Erdoğan’ı) demek ki, “Ortadoğu’nun bağrındaki paslı hançer”le ilişkileri iyileştirmeyi önemseyip amaçlamaktaydı. Zaten bu şartlarda Gazze’ye gitmemek lazımdı, çünkü Gazze’nin yüzüne bakacak halleri kalmamıştı.”[2] Tespit ve tenkitleri yerden göğe haklıydı. Sadece 12 Eylül’de Kenan Paşa döneminde asgari düzeye indirilen ve Erbakan’ın Refah-Yol Hükümetinde devlet değil bir ABD şirketi muamelesi reva görülen İsrail’le ilişkilerdeki artış, 12 yıllık AKP sürecinde zirveye ulaşacaktı. Eh BOP eşbaşkanına da bu yakışırdı.

AKP iktidarı ve Sn. Erdoğan’ın izin verdiği, Malatya Kürecik Radar Üssü İsrail’in savunma gözü gibi çalışıyordu!

Gazze’yi günlerdir ağır bombardıman altında bırakan Siyonist terör devleti İsrail, sonunda kara harekâtına başlamıştı. Kadın-çocuk demeden önüne gelen herkese vahşet uygulayan terör devleti AKP sayesinde şımarmıştı.

İşte Erdoğan’ın 12 yıllık İsrail kıyakları:

– “Bölgesel Kürt yönetiminin petrollerinin Türkiye üzerinden İsrail’e satışına aracılık yaptınız.

– İsrail’i ziyaret ettiniz ama Gazze’ye ‘gideceğim’ dediğiniz halde korkunuzdan sözünüzü tutamadınız.

– İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez’i TBMM’de konuşturup, milletvekillerine zorla alkışlattırdınız.

– İktidarınız döneminde Türkiye’nin İsrail’le ticaret hacmini tarihinin en yüksek seviyesine çıkardınız.

– Türkiye’de hiçbir iktidarın müsaade etmemesine rağmen 2010 yılında İsrail’in OECD’ye girişini onayladınız.

– İktidarınız döneminde Manavgat Nehri’nden İsrail’e su satışına ilişkin Türkiye ile İsrail arasında anlaşma imzaladınız.

– Ocak 2004’teki ABD ziyareti sırasında Amerikan Yahudi Komitesi’nden “üstün cesaret madalyası” aldınız ve bu madalyayı alan Yahudi olmayan tek isim olma şerefine(!) ulaştınız.

– Suriye sınırındaki mayınlı arazilerin 49 yıllığına İsrailli şirkete verilmesine itiraz edenleri “Yahudi düşmanlığı” yapmakla suçladınız.

– İsrail’in güvenliğini sağlayan Malatya Kürecik Radar Üssü’nün ev sahipliğini üstlenmekten utanmadınız.

– Aralık 2012’de İsrail’in NATO çalışmalarına katılmasına dolaylı destek sağladınız.

Siyonist Deccal, “Büyük İsrail” hayaline BOP eşbaşkanı Recep T. Erdoğan sayesinde adım adım yaklaşıyordu!

Yıllardır Ortadoğu, tam da İsrail’in arzu ettiği bir şekilde dizayn ediliyor, hem de bir tek İsraillinin ve bir tek Amerikan Conisinin burnu kanamadan Siyonist hedefleri gerçekleşiyordu.

Suriye ve Irak Parçalanıyordu!

İsrail’in uzun yıllar başını ağrıtan Irak parçalanıyor ve ülkeyi yüzlerce yıldır bir arada tutan Sünni çekirdek artık merkezkaç güçlerden biri haline getiriliyordu. Bundan sonra Irak’ta uzun süre Şii, Sünni ve Kürt çekişmesinin, hatta savaşlarının yaşanacağı bekleniyordu. Bu da İsrail’in başından beri “keşke olsa” dediği bir sonuçtu. Çünkü Irak güçlü bilinen ordusu, nispeten büyük ekonomisi ve dinamik insan gücü ile “Arapların Prusyası” olarak biliniyordu. AKP’nin ABD’ye desteği ile ve Kahraman Erdoğan sayesinde artık İsrail’e korkulu rüyalar yaşatabilecek bir Irak yoktu. En önemlisi Sünniler ile Şiiler arasında tetiklenen düşmanlık sayesinde İslam dünyası da bölünmüş oldu. Suudi Arabistan ve İran önderliğinde Müslümanlar Irak ve çevresinde güç mücadelesi yapıyordu ve her iki grup için de İsrail-Filistin meselesi ikinci plana itilmiş bulunuyordu.

Aynı şekilde İsrail’in hemen kuzeyinde yer alan ve Lübnan’ı da kontrol altında tutan Suriye de dağılmanın eşiğine gelip dayanıyordu. Ortada fiili olarak parçalı bir Suriye görülüyordu. Bundan sonra Suriye’de güçlü bir liderlik kurulmasına ihtimal verilmiyordu. Irak’ın işgal edilip parçalanmasına, Suriye’nin iç savaşa sokulmasına, Batılı ordular ve NATO’yla birlik olup Libya’nın bombalanmasına ve bugünkü kaosa ve katliamlara yol açılmasına sebep olan dindar kahraman Erdoğan ve AKP iktidarının Siyonist İsrail’e yaptığı bu hizmetlerin karşılığı olarak mı, yoksa cumhurbaşkanlığına taşınıyordu?

“Irak da Suriye de bölünecek!” diyen yandaş ve yalaka yazarlar acaba günah mı çıkarıyordu, yoksa mazeret mi uyduruyordu?

“Türkiye’nin güneyi bu yüzyıla büyük bir istikrarsızlıkla giriyor. 2003 yılından beri istikrarsızlık adım adım bütün kuşağa yayılıyor, ülkelerle ilgili detaylı bölünme haritaları yayınlanıyor. Etnik ve mezhep kimliği üzerinden cepheler inşa ediliyor. Bu cepheler her geçen gün söz konusu kuşak üzerinde devletlerle boy ölçüşebilecek güce ulaşıyor. Bugünlerde Irak’ta olduğu gibi ülkeyi bölecek bir aktöre dönüşüyor. Günübirlik olaylardan sıyrılıp on yıl geriden başlayıp on yıl geleceğe bakabilenler için Türkiye’nin güneyindeki bu istikrarsızlık kuşağında yeni devletçiklerin oluşabileceğini artık anlamak gerekiyor.

Petrol devletçikleri oluşturuluyor!

Petrol, doğalgaz ve enerji koridorları, etnik ve mezhep kimliği üzerinden yeni haritalar oluşturuyor. ‘Petrol devletçikleri’ kuruluyor. Tabi bizler bunu böyle görmeyeceğiz. ‘Kuzey Irak bağımsız mı olacak’ tartışması olayın sadece bir yönü. Irak Sünnileri ile Suriye Sünnilerini birleştiren bir devlet projesi eskiden beri vardı ve 2003 Irak işgali sonrası en hararetli tartışma konusuydu. Irak Şam İslam Ordusu (IŞİD) örgütünün dün Musul’u ele geçirmesi, ardından Tikrit’e yönelmesi, Bağdat’a karşı Sünni Arap bölgelerinin kontrolünü ele alması, 2003 yılından beri tartışılan Sünni Arap Devleti projesinin rafa kaldırılmadığını bir kez daha gösteriyor” diyen YeniŞafak yazarı İbrahim Karagül, her nedense Ortadoğu’nun bölünmesinde Recep T. Erdoğan’a verilen BOP eşbaşkanlık rolüne hiç değinmiyordu!

Yoksa Erdoğan farkına varmadan “Armageddon” Senaryosuna figüranlık mı yapıyordu?

Açık İstihbarat’ın hatırlattığı gibi, Albayraklar’ın Vatan Caddesi üzerindeki ofisinde köftesini yerken “Beni Başbakan yapacaklar” dediği günden beri kapalı odalarda yapılan pazarlıklarla bu makamlara taşınmış olan ve adım atmadan önce bu pazarlıkların yapılmasının önemini iyi kavrayan Erdoğan’ın arkasında; ABD Başkonsolosunun Büyükşehir Belediyesi binasına gelip kendisini öven demeçler verdiği gün atılan işaret fişeği ile başlayan, Abromowitz’lerden İhsan Doğramacı’ya, İshak Alaton’a kadar uzanan geniş bir örümcek ağı vardı. İsrail’in bir diğer gözdesi Çevik Bir’in başrolü oynadığı 28 Şubat’la ilmek ilmek örüldüğü ve Rahmetli Erbakan’ın devredışı bırakılmasının öngörüldüğü bu ağ üzerinden adım adım yükselerek bugünlere taşınan bu figür bugüne kadar kat ettiği yolun en kritik virajına gelmiş durumdadır.

Atatürk kompleksi’nden muzdarip, bu neo-İttihatçı Enver’in (bu Enver benzetmesi, Enver’in karakter, ahlak ve vatan sevgisi olarak Erdoğan’dan bir kaç gömlek üstün olduğu gerçeği teslim edilerek yapılmaktadır) doymak bilmez açlığının nihai hedefi “Yeni Türkiye”‘nin 1. Devlet Başkanı olmaktır.

Oysa, Anayasal düzende gerekli değişiklikler yapmadan çıkacağı o köşk Erdoğan için aynı zamanda hayatının en ciddi siyasi tuzağı olma riskini taşımaktaydı!

Halkımızın % 30’una yakınının sandığa gitmediği bir seçim sonucu % 51,5 gibi kritik bir farkla Cumhurbaşkanı seçilen Sn. Erdoğan’ın balkon konuşmasında “(AB kriterleri doğrultusunda) yüksek demokrasi standartlarından ve çözüm sürecini hedefine ulaştıracağından” bahsetmesi, aslında ne maksatla ve hangi odaklarca öne çıkarıldığını ortaya koymaktaydı. Bu arada Selahattin Demirtaş’ın parlatılıp-pohpohlanıp güya; ”PKK çizgisinden Türkiye partisine dönüştüğü” palavraları da, seçim sonrasında Türkiye’yi federasyonlara ayırma senaryolarının ip uçlarını yansıtmaktaydı. Balon gibi şişirilen CIA-MAAT’ın bütün oy oranının % 0,03’te kaldığının, yani toplumda taban ve taraftarının bulunmadığının sırıttığı bu seçim sonuçları, Tayyip Beyin de vurguladığı gibi; evet “yepyeni süreçlerin başlangıcıydı!” Ama bu süreçte, köşe mi dönülecekti, yoksa baş aşağı mı düşülecekti? O da yakında anlaşılacaktı!..

Egemen Bağış gibi bir cam siliciyi Başbakanlık koltuğuna oturtsanız bile o “karakterin” kanının bitlenmesi riskinden tutun da; mevcut Anayasal sınırlar içinde bizzat yürütmeyi idare etmenin pratik sıkıntıları ve muhalefetle birlikte Anayasa Mahkemesi’nin her adımda çıkarabileceği zorlukları göz önüne alındığında riskin boyutları daha bir somutlaşmaktadır. Şamil Tayyar ve Yiğit Bulut gibilerin dahi bakanlık hayali kurdukları; danışmanların birbirine ayak oyunları yaptıkları, Davud’un oğlunun bir yana, Gül’ün bir yana, Beşir Atalay’ın bir yana, Cemil Çiçek’in bir yana çekiştirip durdukları AKP kazanı ise cadı kepçesiyle kaynatılacaktır.

Bu tablo karşısında “Peki Erdoğan bu riski niye alıyor?” sorusu önem kazanmaktadır. Hâlbuki Erdoğan risk alan bir karakterden uzaktır. Aksine bugüne kadar pazarlık ettiği “Küresel şeytana” adım adım kaptırdığı yakasından tutularak yukarı çekilmiş bir pozisyondadır. Demek ki, bu son virajda da o şeytanla pazarlığına güvendiği için bu riski almaktadır! Çankaya’ya çıktığı andan itibaren önüne gelebilecek bütün riskler hesaplanmış durumdadır ve bu riskleri bertaraf etmek için “küresel Şeytan” yanındadır.

Pazarlığın ne olduğu açıktır: “Anadolu’ya katılan Kürdistan” ninnileri ile büyütülen “Federal Türkiye” karşılığında, tarihe 2. Atatürk olarak geçeceğini zanneden bir zavallı ruhun ikbalinin garantiye alınması. (acaba sağlanmış mıdır?) Peki bu riskler nasıl aşılacaktır? Erdoğan’ın gün geçtikçe kontrollü gerginliği arttırmasının ve “Ağustos’tan sonrası tufan” mantığı ile zamanında kendisine yakın olan kesimlere bile illallah dedirten tavırlarının arkasında işte bu kaos senaryosu yatmaktadır. Öyle ya veledi sorgulanmasın diye devleti parçalamaya hazır bir karakterin, kendisi yargılanmasın diye ülkeyi yakmasına kim şaşırır?

İşte asıl tehlikeli senaryo bu noktadan sonraydı!

PKK’nın Murat Karayılan’ından, özel kurmaylarımıza kadar bugünlerde; IŞİD’e karşı Irak ve Suriye’ye girme senaryoları hazırlandığını ve savaş oyunları üzerinde çalışıldığını düşünmekte fayda vardır! Onlarca vatandaşımız IŞİD’in elinde tutsak bulunurken ve Fidan’ın “sahte bayrak” (false flag) operasyon yeteneği tape tape ortalığa saçılmışken, bu tarz bir provokasyonun gerçekleşmesi ve Erdoğan’ın savaş cehenneminin kapılarını açıvermesi hiç de zor olmayacaktır. Oluşacak olağanüstü hal, tabiki olağanüstü bir siyasi işleyişi ve mevcut Anayasal işleyişin, hem de “meşru” gerekçelerle askıya alınmasını sağlayacaktır. Yani Erdoğan’ın “Devletin başı” ve “başkomutan” olarak savaş kabinesini sürekli Çankaya’da toplaması için hiçbir engel kalmayacaktır. Tabi ki; her komplo teorisi gibi bu teorinin de; bu senaryoya inanan gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde bir “milli” cuntaya bir de bu senaryo ile asıl senaryoyu saklayan “şeytani küresel cuntaya” ihtiyacı vardır. Gaflet, dalalet ve hıyanet içindeki cunta zaten şu anda Devlet yönetimini ele geçirmiş durumdadır ve “kaos senaryosu” öncesinde pürüz oluşturabilecek kadroları son gaz “Ergenekon”a paralel bir cadı avı ile tasfiye çabasındadır.

Bu cuntayı gaza getiren “şeytani küresel cunta” ise, Türk Ordusu’nun Irak ve Suriye’ye girmesi ile birlikte; tarihin en meşhur kehaneti “Armageddon” için start verileceğinin elbette farkında ve şuurundaydı.

Bu küresel şeytani cunta, Erdoğan’ın tetikleyeceği bu savaş ile, Ortadoğu’nun geri dönülemez bir kaos ortamına saplanacağını ve bu kaostan Türkiye’nin parçalanacağı, Kürdistan’ın kurulacağı, İsrail’in bütün Filistin’leri Ürdün’e göçe zorlayacağı Irak’ın ve Suriye’nin dağıtılacağı Büyük İsrail hedefine varılacağı hayalini kurmaktadır. Ancak Siyonist odaklar ve taşeronları böyle hesaplar yaparken Cenabı Allah’ın da bir hesabı olduğu asla unutulmamalıdır. Bu “kaos” senaryosunun iç siyaset ayağında Erdoğan’ın kontrolü kaybetmemesi şarttır. Aksi takdirde Ortadoğu’ya kral olacağım derken, kendinizi Yüce Divan önünde bulmanız ve İmralı’da Öcalan’la birlikte volta atmanız da hesaba katılmalıdır.

Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkması durumunda bir sonraki seçimlere kadar geçiş dönemi için atayacağı hükümet işte bu nedenle bir “Savaş Kabinesi” formatında olacaktır. Bu savaş senaryosunun üst düzey koordinasyonu için “sahte bayrak operasyonu” (false flag) uzmanı Fidan’a Başbakanlık düzeyinde olmasa bile etkin ve yetkin bir rol mutlaka bulunacaktır. Bir tür güvenlik ve bayındırlık teknokratlarından (savaşa gidiyoruz diye ihaleler dağıtılmayacak, kupon araziler paylaştırılmayacak, ayakkabı kutuları boş kalacak değil ya) oluşacak bu hükümetin tek görevi sahnede hükümet rolü oynamaktır. Nasılsa seçimlere varılmadan olağanüstü şartlar hasıl olacaktır. Nasılsa AKP’de işler iyice karışmadan; Anayasa Mahkemesi üzerinden yeni siyasi mekanizmalar oluşturulmadan ve Erdoğan’ın çevresindeki çember iyice daralmadan, “siyasi sistemi askıya alacak olağanüstü şartlar” iyice olgunlaşacaktır!? Sonra bir gün bir bakmışız; “Yeni Türkiye”nin federalist vizyonu ile uyumlu bir sloganla “Türkmenleri ve Kürtleri korumak için” Türk Ordusu Irak ve Suriye’ye müdahil olacaktır! “Ordular ilk hedefiniz Ortadoğu’dur” manşeti atacak kadar güdümlü bir havuz medyamız zaten hazırdır. Tabi ki, bütün bunlar uygun bir provokasyon sonrasında gerçekleşmiş olacaktır. Ve o zaman tarihinde savaşa hazırlık durumu en düşük seviyede bulunan ordumuzun ve beraberinde ülkemizin nasıl bir bataklığa sürüklendiğini düşünmek bile iç karartıcıdır. Mason ve Sabataist İttihatçıların Balkanlar’da Osmanlı’yı sürükleyip parçalattığı batak gibi, Neo-İttihatçı AKP 100 yıl sonra bu sefer Ortadoğu’da aynı tuzağa yürüyüp Türkiye Cumhuriyet’ini parçalanmanın eşiğine getirme olasılığı, vicdanı olan herkesi ayağa kaldırmalıdır. Aksi takdirde “Büyük Türkiye” ıslak rüyasından uyanan ucuz kahramanlar için de, Erdoğan için de çok geç olacaktır”.

Ve ancak; Haçlı ve Siyonist kesimlerce Armegeddon, Hadisi şeriflerde ise “Melheme-i Kübra= Büyük yaralanma ve tarihi hesaplaşma” denilen bir karşılaşma kaçınılmazdır ve bu Aziz Milletimizin zaferiyle sonuçlanacak, ABD hezimete uğratılacak, terörist İsrail çıbanı deşilmiş olacaktır. Buna inanmamak en azından bu müjdeyi veren Hz. Peygamber Aleyhisselamı ciddiye almamaktır.

Amerika uşaklığına, “İngiliz karşıtlığı” kılıfı sarılıyordu!

“Türkiye bir İngiliz imalatıdır! Bütün kurumlarımız, sistemimiz Kraliçe’nin adamları tarafından dizayn edilmiş durumdadır. CHP ile MHP bilmeden bu sistemin devamına hizmet edip durmaktadır. Ortadoğu’ya bakışlarında ciddi bir ufuksuzluk vardır! Küçük, kullanışlı, sesi çok gür çıkmayan bir Türkiye onlar için biçilmiş kaftandır! Ama maalesef hayat böyle akmıyor! Eğer oyun kurucuları bilmez ve gereğini yapmazsan içeride de rahat oturamazsın! Oturtmazlar!

Saddam 5 Kürt gardiyan tarafından bir Kurban Bayramı sabahı asılmıştı. Asanların ve mahkeme heyetinin Kürt kimliği taşıması, daha doğrusu Kürtlerden seçilmiş olması bir tesadüf sanılmamalıydı. Düşmanlık tohumlarını atmak ve bir süre sonra da Kürtler’i Ayırmak için kullanılan enstrümandı! ABD Irak’a girdiğinde zaten Bölmek için hazırlanmıştı. Şii, ortada Sünni, kuzeyde de Kürt bölgesi olacaktı! Fakat aynı dönemde biz de Tezkere ile uğraşıyorduk! Geçsin mi, geçmesin mi? diye kupon dolduruyorduk! Ancak Tezkerenin ayrıntılarıyla pek ilgilenmiyorduk! Oysa Amerika ne istiyordu? Neyin peşindeydi? Ve ne yapmaya çalışıyordu? Bu gibi soruların cevabını bulmamız gerekiyordu! Bir şeye “Hayır!” ya da “Evet!” demeden önce aslını anlamak icap ediyordu. İskenderun’a kadar gelen Amerikan askerleri bir yanda gemilerin içinde bekliyor ve Güneydoğu’da Karargâh kurmak için gün sayıyordu! Tezkerenin içindeki bir maddeye göre de Trabzon’da üs isteniyordu! İşte benim için alarm veren yer burasıydı! Trabzon ile Saddam’ın ne ilgisi vardı! İncirlik orada dururken Karadeniz’de ne yapacaklardı!

Saddam’a yapılan operasyon bölgenin dizaynı için atılan ilk adımdı! Irak’ı bölmek ve ardından Sünni-Şii savaşı çıkarmak büyük amaçtı. Müslümanları çatıştırarak bölgedeki İngiliz Egemenliği yıkılacaktı. Bu operasyonla tehlike olduğu aşikâr olan Çin’in enerji hattı kontrol altına alınacaktı. Böylece Avrupa’nın ipi Washington’un elinde bulunacaktı! Bunun için ilk hamlenin Kürtler’den gelmesi gerekiyordu! Ki Barzani ile Maliki bu nedenle birbirine girişiyordu. Bir de ortada Mezhep Savaşını tetiklemek için dolaşan IŞİD var! Şiiler’i hedefe koyan örgüt yüzünden Kürtlerin kendi yoluna gitmesi şart oluyordu. Ancak bu Kemal Bey’in anladığı gibi bağımsız bir devlet olarak mümkün değildi. Öyle bir şansları yoktu. Önce Irak’tan ayrılacaklar sonra da Ankara’ya bağlanacaklardı. Bu Ortadoğu’da yüzyıl önce çizilen sınırları değiştiren ilk hamle olacaktı!

Ortadoğu’daki bütün karışıklıklar Türkiye’yi büyütecek ve zirveye taşıyacaktı! Çünkü Erdoğan’la başlayan İngiliz Sistemine başkaldırı, bölgeyi bize bırakacaktı!? ABD de, Rusya da buna razıydı. Çünkü başka alternatifleri kalmamıştı. Osmanlı’yı yıkanları Türkiye’den başka kimseyle yıkamazlardı! Erdoğan da bunun farkındaydı!”

diyerek Recep Bey’i gaza getiren Ergün Diler gibi yalakalara göre:

a) Türkiye Cumhuriyetini kuran ve bölge ülkelerini parçalayan İngiliz kraliyet kodamanlarıydı…

b) Şimdi Amerika ve Rusya, Ortadoğu’nun İngiliz hegemonyasından kurtarılması için, sınırların yeniden çizilmesine ve Kürdistan’ın kuruluş realitesine razıydı.

c) Kürdistan Irak’tan ve İngiliz hegemonyasından koparılıp Türkiye’nin himayesine bırakılacaktı.

d) Bundan hem Türkiye, hem de ABD (ve İsrail) karlı çıkacaktı..

e) İşte Erdoğan bu gerçeği gören ve cesaretle rol üstlenen milli bir kahramandı!..

Atalarımız “Zırva tevil götürmez” yani saçma sapan iddialar yorumlamaya değmez demişler, ama bazı sorularla okurlarımızın işini kolaylaştırmak lazımdı:

1- İngiltere ile ABD’yi yöneten derin odaklar farklı mıydı, yoksa hem ABD hem de İngiltere dahil bütün AB, Siyonist Yahudi baronların güdümünde mi bulunmaktaydı?

2-  Ergün Diler ve Yiğit Bulut gibi “gen”leri ve gelenekleri karanlık yazarlar İngiltere ve AB ülkelerini Siyonist Yahudi Rothschild ailesinin, ABD’yi ise bunların kuzenleri Rockefeller ailesinin yönettiğini bilmeyecek kadar cahil mi kalmışlardı?

3- Bay Ergün Diler, Türkiye’yi şahlandıracak ve Erdoğan’ı da padişah yapacak bu senaryolarda İsrail’in parmağını ve çıkarlarını niye hiç gündeme taşımamıştı?

4- ABD ve Rusya, Kürdistan’ın ve petrol yataklarının Türkiye’nin himaye ve hizmetine bırakılması karşılığında, Erdoğan’dan hangi taleplerde bulunmaktalardı? Herhalde babalarının hatırına ve ahiret yatırımına bize bu iyilikleri yapmayacaklardı! Sn. Yazar bozuntuları bunların yanıtını da vermesi lazımdı.

 


[1] Odatv.com / 07 08 2014

[2] Burak Kıllıoğlu, Milli Gazete

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Subscribe
Bildir
0 Yorum
En Yeniler
Eskiler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Picture of Ahmet AKGÜL

Ahmet AKGÜL

AHMET AKGÜL KİMDİR?

INTRODUCTION OF USTADH AHMET AKGÜL

رسالة تعريفية لمعلمنا أحمد أكجول

قبل مؤتمر النظام العادل في جامعة قيرغيزستان أراباييف، والذي حضرناه، قدم أحد المحاضرين أستاذنا أحمد أكجول على النحو التالي: أحمد أكجول موجود في تركيا؛ إنه عالم ومثقف نادر جدًا يجمع بين المبادئ الإسلامية والمتطلبات الإنسانية، وفكر أتاتورك في التغيير والقومية الإيجابية والتوازن الاجتماعي. ألف حوالي 100 كتاب، بعضها في 3 مجلدات، وجميعها أعمال فريدة وأصيلة. 10 من الكتب؛ تمت ترجمته إلى الإنجليزية والروسية واليابانية والفارسية والفرنسية والعربية. البروفيسور الراحل، أحد رؤساء وزراء تركيا الأسطوريين. دكتور. ويعتبر من أكثر الطلاب المميزين وأتباع نجم الدين أربكان.
لقد حضر المؤتمرات العلمية في جميع أنحاء تركيا وأوروبا والجغرافيا الإسلامية منذ ما يقرب من 40 عامًا. إنه رجل حكيم تنبأ وشرح التطورات المهمة في تركيا ومنطقته والعالم قبل عقود، وتعرض للعديد من المشاكل والهجمات لهذا السبب، لكنه كان دائما على حق في النهاية. وهو رئيس تحرير مجلة الحل الوطني، التي يتابعها عن كثب كبار البيروقراطيين العسكريين والمدنيين، وأساتذة الجامعات، والكتاب والمعلقين المهمين، ومسؤولي الدولة في تركيا. ضد الأنظمة الرأسمالية والاشتراكية والليبرالية في العالم؛ فهو يحتوي على الجوانب الجيدة والمفيدة لجميعها، لكنه يترك الجوانب السيئة والضارة؛ سيدنا، الذي أعد ودافع عن برامج النظام العادل الأصلية القائمة على العقل والعلم والتاريخ والضمير والقرآن، يبلغ من العمر 74 عامًا وأب لخمسة أطفال. لا يتقاضى إتاوات أبدًا عن أي من كتبه أو مجلاته أو مقالاته أو مؤتمراته، ويعيش حياة متواضعة بعيدًا عن الترف والراحة، ويغطي نفقات كل ذلك بحوالي 40 من الرفاق المتطوعين والمخلصين في سبيل الله. المعلم الذي يدافع عن "حرمة التبشير بالعلم" وبالتالي لا يدين بالشكر لأي مركز أو حكومة. باستثناء ما يقرب من 105 من أعمال أستاذنا، حتى الأحزاب والحكومات تظل غير مبالية؛ الدين والأخلاق في المرحلة الابتدائية: 4-5، المرحلة المتوسطة: 1-2-3، المرحلة الثانوية: 1-2-3-4 والجامعة: 1-2-3، وفقاً للحقائق العلمية وجوهر الإسلام. ولكن بغض النظر عن أي طائفة، فقد أعد كتب العلم. خلال أحاديثهم المميزة جداً، كتلاميذه ومتابعيه المخلصين: "كيف أعددتم هذه (100) كتاباً يزيد عن مائة، كيف رتبتم وقتكم؟" أجاب أستاذنا أحمد أكجول على أسئلتنا كالتالي، ليكون قدوة وتشجيعًا لنا:



1- منذ ما يقرب من 60 عامًا، باستثناء الأمراض الخطيرة والصعوبات الكبيرة؛ ولم أؤجل عمل اليوم إلى الغد، كما أنني لم أحاول تأجيل عمل الصباح إلى الظهر أو عمل الظهر إلى المساء. لأنه لا ينبغي لي أن أضيع رأس مال حياتي المحدود في مساعي فارغة ومجانية يسميها القرآن الإلغاء ويحرمها

 

2- حتى لو كان شخصًا لديه معرفة وخبرة في موضوع ما، حتى لو كان أصغر منا كثيرًا... حتى لو كان شخصًا عاديًا وبسيطًا، فأنا لا أشعر بالإهانة أبدًا عند الاستماع إليه أو تعلم شيء ما، لأن أكبر عائق أمام التعلم والحصول على العلم هو الكبرياء والكبر

-3ما حصلنا عليه؛ حاولت أن أقرأ وأفهم كتابات وكتب الجميع، محليًا أو أجنبيًا، يساريًا أو يمينيًا، أعرفه أو لا أعرفه، أحبه أو أكرهه.
4- كنت أسجل المعلومات التي تعلمتها وأجد أهميتها منها أو مما سمعته في البرامج والمؤتمرات التليفزيونية، ولم أتردد قط في كتابتها ونقلها بذكر أصحابها
5- من خلال الوقوع في الرغبات والاعتراضات التعسفية من أقرب أقاربي ورفاقي وأعضاء الحزب وذوي المناصب ذات النفوذ والكفاءة... أو من منطلق حرصي على راحتي ومصالحي الشخصية، لم أخفي أبدًا الحقيقة التي قالها لي يجدها العقل والضمير نافعة ومفيدة، ولم أصعب فهمها بتغليفها بأغلفة مختلفة
6- كل الأشخاص الذين التقينا بهم في أي مناسبة وأصبحنا قريبين بما يكفي لتناول كوب من الشاي أو السفر لمدة ساعة على متن الطائرة؛ حاولت مساعدتهم على اكتساب وزيادة وعيهم الأخلاقي والضميري وكرامتهم، وخاصة سلامهم الروحي والعالمي. بمعنى آخر، كنت أهدف إلى أن أكون مفيداً له، وليس أن أستفيد من منصبه وفرصه ومجاملاته.
7- ولعل ذلك يعتبر ثمرة ومعجزة للأهداف والجهود المخلصة... وطبعا بفضل الله تعالى وفضله لا بد من قراءة كتاب ما يقارب 700 صفحة بسرعة في ساعة أو ساعتين. وتهنئة هذا الكتاب وانتقاده عمدا، والحمد لله أن إنتاج ملاحظات من 10 صفحات أصبح أسهل بالنسبة لنا.
أطيب التحيات…

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Düşünceleriniz değerlidir, lütfen yorum yapın.x
Paylaş...