YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL MENÜ

DERGİLER

Ay Seçiniz
category
670bc9ebcc6b8
0
0
6401,171,6356,117,28,27,170,98,3,144,26,4,145,113,17,6330,1,110,12
Loading....

TOPLAM ZİYARETÇİLERİMİZ

Our Visitor

2 0 8 0 4 5
Bugün : 19129
Dün : 34178
Bu ay : 415823
Geçen ay : 1024615
Toplam : 28285863
IP'niz : 44.220.184.63

SON YORUMLAR

Son Yorumlar

YENİ ÇIKACAK KİTAPLARIMIZ

ÖZEL YAZILAR

YENİ ÇIKAN KİTAPLARIMIZ

ADİL DÜNYA YAYINEVİ

Tel-Faks:

0212 438 40 40

0543 289 81 58

0532 660 12 79

Mustafa Kemal’in Büyük Nutku’ndaki şu sözleri, bu şartlar ve dayatmalarla AB’ye girmemizin tam bir esaret ve zillet olduğunun açık bir belgesidir:

“Temel ilke, Türk Milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak hayatını sürdürmesidir. Bu ilke, ancak tam istiklale sahip olmakla gerçekleştirilebilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun istiklalden yoksun millet, medeni insanlık dünyası karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye layık görülemeyecektir. Yabancı bir devletin koruyup kollayacağını kabul etmek insanlık vasıflarından yoksunluğu, güçsüzlük ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir. Gerçekten de bu seviyesizliğe düşmemiş olanların, isteyerek başına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez. Hâlbuki Türk’ün haysiyeti, gururu ve kabiliyeti çok büyük ve yüksektir. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!”

İşte ordumuzun; egemenliğimizi AB’ye devretmeye ve Haçlıya teslimiyete zemin hazırlayan gaflet, dalalet ve hatta hıyanet sahiplerini ayrıntılarıyla belirlemesi ve tedbirler geliştirmesi, hem anayasal görevi, hem de Milli ve tarihi sorumluluk bilinci gereği olduğu halde, bu yüzden suçlanıp hücum edilmişti.

“Taraf Gazetesi’nin yayımladığı ve Genelkurmay tarafından yalanlanmayan Mart 2006 tarihli 73 sayfalık yeni andıçta, Dz. P. Kur. Albay Dursun Çiçek tarafından hazırlanarak ‘tasvip’ için dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Işık Koşaner’e gönderildiği belirtiliyordu. Hazırlanış amacı, ‘Konu’ başlıklı bölümde “Bu andıç; ABD ve AB’nin kendi amaçlarına uygun olarak yönlendirdiği sivil toplum örgütlerinin (STÖ) faaliyetleri hakkında bilgi vermek ve bu kapsamda alınabilecek karşı tedbirler hakkında onay almak maksadıyla hazırlanmıştır” şeklinde yazıyordu. ‘Gizli’ ibaresiyle gönderilen ve çeşitli şemalarla da desteklenen andıçta, kamuoyunun yakından tanıdığı kişi ve kuruluşlar, haklarında gazete ve internet sitelerinden edinilmiş bilgilere dayanılarak sınıflandırılıyordu. Andıçta, bazı gazeteciler, öğretim üyeleri, işadamları ve çeşitli sivil toplum örgütleri ‘AB’den destek alanlar’ ya da ‘ABD’den destek alanlar’ diye değerlendiriliyordu. Andıçta ‘para sihirbazı’ olarak da bilinen uluslararası spekülatör George Soros’a oldukça geniş bir yer ayrılıyor ve şu tespitler yapılıyordu:

“Dışarıya karşı Soros, Joan Baez ile birlikte barış konserleri düzenleyen, Oxford’daki genç Doğu Avrupalı gençler için burslar veren, her türlü sosyal faaliyeti destekleyen biri olarak sanılmaktadır. Ancak gerçekler, onun farklı bir görünümünü ortaya koymaktadır. Soros şahsen 1989’dan sonra Doğu Avrupa’daki kaos ve şok terapi ortamından sorumlu karanlık bir insandır. O, kendisine Doğu Avrupa’nın birçok yerinde son derece düşük fiyatlardan kaynakları satın almasını sağlayan zayıf hükümetlere karşı son derece ağır ve anlamsız tedbirlere ve tertiplere kalkışmıştır.”

Tamamı 73 sayfa olan andıcın Soros’a neredeyse 25 sayfa ayırmasının nedeni ise Türkiye ve KKTC’deki uzantılarıdır. Bu amaçla, dönemin Dışişleri Bakanı olan Abdullah Gül’ün Soros’la yapmış olduğu görüşmelere dikkat çekilmesi de enteresandır.

Andıçta, sivil toplum örgütleri üzerinde etkili olan bir diğer kesim olarak Alman vakıfları mercek altına alınmaktadır. Bu vakıfların Türkiye’yi alttan oymaya çalıştığı da andıçta yazılıdır. Alman vakıflarının Türkiye’deki faaliyetleri için Necip Hablemitoğlu’nun ‘Satın Alınmanın Adı ‘Proje Bedeli’ Olmuştur’ başlıklı yazısından alıntı yapılmıştır.

ABD ve AB’den para alanlar TSK tarafından tespit edilmişti!

Andıcın en ilginç bölümleri ise AB, ABD ve George Soros’tan hazırladıkları çeşitli projeler sayesinde mali destek alan kişi ve kuruluşların listeleri ile bu listelerde adı geçenlerin birbirleriyle olan bağlantılarını anlatan şemalardı. Buna göre, ABD, NED (National Edowment For Democracy) adlı kuruluş, aralarında Helsinki Yurttaşlar Derneği, Liberal Düşünce Derneği, Anadolu Kültür Vakfı, TESEV gibi kuruluşlara 31 proje için toplam 1 milyon 975 bin dolar aktarmıştı. Andıçta yapılan hesaplamalara göre, AB’den mali destek alan sivil örgütlerin sayısı da hayli kabarıktı. AB’den Türkiye’deki çeşitli kurum ve kuruluşlara 335 proje için toplam 88 milyon 466 bin 397 avro aktarıldığı vurgulanmıştı.

TSK, Sabataistler ve karanlık ilişkilerine dikkat çekmişti!

Çizilen şemalara göre, TESEV’in kurucusu Can Paker, İngiliz Konsolosluğu ile İngiliz Konsolosluğu Helsinki Yurttaşlar Derneği ve Umut Vakfı ile, tüm bunlar da Boğaziçi Üniversitesi ve Fetullah Gülen ile ilişkiliydi. Bir başka şemada ise devreye giren Museviler ve ‘Sabetaylar’ gösterilmişti. Kim olduğu açıklanmayan Sabetaylar, doğrudan Osman Kavala ile bağlantı halindeydi. Bu sayede Robert Koleji, TEMA gibi kuruluşlarla ilişki kuran Sabetaylar, Zaman yazarı Şahin Alpay’a, Milliyet ve Zaman gazetelerinin patronlarına kadar uzanıp gitmekteydi. Şemalarda anılan isimler arasında Nebahat Akkoç, Özlem Dalkıran, Murat Belge, Eser Karakaş, Neşe Düzel, Ahmet İnsel, Ömer Madra, Salim Uslu, Rahmi Koç, Bülent Eczacıbaşı, Mehmet Barlas, Mehmet Altan, Cengiz Aktar gibi kamuoyunun yakından tanıdığı çok sayıda gazeteci, yazar ve işadamı da dikkat çekmekteydi.”[1]

Andıç da Rahmi Koç, Bülent Eczacıbaşı ve Kemal Derviş gibi isimlere de yer verilmişti

Andıçta hangi STK’nın hangi yabancı vakıf ya da kurum tarafından desteklendiği belgeleniyordu. Bunların başında ise TESEV ve kurucusu Bülent Eczacıbaşı da bulunuyordu.

Türkiye’deki STK’ların (Sivil Toplum Kuruluşlarının) kirli ilişkileri!

Genelkurmay tarafından 2006 yılında hazırlanan andıçta, ABD, AB ve Musevilerin Soros Vakfı üzerinden sivil toplum örgütlerine rejimi değiştirmek ve ülkeyi bölmek için yardım ettiği iddia ediliyordu! 73 sayfadan oluşan raporda ünlü spekülatör Soros’un, Açık Toplum Fonu aracılığı ile desteklediği dünyadaki ve ülkemizdeki örgütler, Gürcistan darbesine verdiği destekler ve Kıbrıs’taki faaliyetleri de fişleniyordu. Türkiye’de Soros’dan para alan kişi ve kurumlarda tablolarla gösteriliyor, bu tablonun en üstünde ABD’de başkana bağlı dış politika konularını koordine eden Ulusal Güvenlik Konseyi yer alıyordu. Rapora göre mali destek buradan Soros Vakfı ve National Endowment For Democracy gibi vakıflara aktarılıyor, Bu vakıflar da Türkiye’deki STK’lara parayı dağıtıyordu. Raporda diğer bir tabloya göre ise Soros Vakfı’nın üzerinde hiyerarşik olarak Museviler bulunuyordu. Soros’un da bir Macar Musevisi olduğu özellikle hatırlatılıyordu.

Türkiye’de kimlere para gönderilmişti?

Tabloda bu kurumlarla ilişki içinde olan ve mali destek alan Türkiye’deki kurumlar da sıralanıyordu. En başta ise TOBB, TÜSİAD; Adalet, Dışişleri ve Eğitim bakanlıkları, TESEV, Arı hareketi, Sabancı Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi, Liberal Düşünce Topluluğu, KADER, KAMER, SODEV, ENKA okulları, Umut Vakfı, Robet Koleji, İstanbul Kültür ve Sanat vakfı ve Cemaate yakın kuruluşları yer alıyordu. Askerin raporunda Amerika ve Soros’dan para alan kurumlar ile ne kadar para aldıkları da not ediliyordu.

CIA bağlantı merkezlerinden proje bedeli adı altında para alan kurumlar şöyle sıralanıyordu:

* TOSAV (Doğu Ergil) : 92 bin dolar/ 6 bin 250 paund (Türk-Kürt sorununun çözümü için verilmiş)

* ANSAV (Gökhan Çapoğlu) : 189 bin 604 dolar (Parti örgütlenmesi için)

* Stratejik Araştırmalar Vakfı: 190 bin 193 dolar

* Türk Demokrasi Vakfı (Bülent Akarcalı) : 106 bin 100 dolar…

* Liberal Düşünce Topluluğu: 11 bin 500 dolar

* Türk Ekonomi ve Sosyal Etüdler Vakfına: 1 milyon 111 bin dolar.

* Arı grubu: (IRI -Uluslararası Cumhuriyetçiler Enstitüsünden para alan kurum olarak geçiyor): 278 bin 500 dolar…

* Ulusal Demokrasi Enstitüsü’nün ise Yeni Forum Dergisi’ne 150 bin dolar artı 11 bin 766 dolar aktardığı yazılıyordu. Bu enstitünün ayrıca Türkiye’deki diğer STK’lara ise 824 bin 900 dolar verdiği not ediliyordu. Burada bir noktaya dikkat çekmemiz gerekiyordu. Bu paralar daha büyük miktardaki kaynağı belirsiz kara paraları aklama kılıfı olarak dağıtılıyordu.

Andıca Göre STK’ların Faaliyetleri

Genelkurmay Başkanlığı’nın andıç belgesine aldığı STK’lar çok sayıda faaliyet yürütüyordu. İşte AB’den hibe alan Genelkurmay’ın andıç belgesinde STK’lara yönelik ithamlarından bazıları şöyle saptanıyordu:

* Dinsel özgürlükler kılıfıyla dinler arası diyalog ve hoşgörü sürecinin başlatılması

* “Eğitim ve öğretim birliğine” son veren girişimlere destek çıkılması

* Hükümet politikalarını ve kamuoyunu önemli ölçüde yönlendirme gücüne sahip siyasal partilerin, meslek odalarının, medya kuruluşlarının, sendikaların, birliklerin, vakıfların, derneklerin, tarikat ve cemaatlerin ve de illegal örgütlerin, rejim ve devlet aleyhine (farklı siyasal kamplarda yer alsalar da) asgari müştereklerde buluşturulması ve kullanılması

* Demokratik kitle örgütlerinin süratle NGO’laştırılma ve “sivil itaatsizlik” çağrıları ile kitlelerde kamu düzeni-devlet otoritesi aleyhine başkaldırı refleksinin oluşturulması,

* “Sivil denetim” stratejisi ile devlet kurum ve kuruluşlarının denetlenmesi ve hedeflenen gizli bilgilere doğrudan ulaşılması

* Bağlı NGO’ların baskı grubu olarak kullanılmasıyla hükümetlerin siyasal, toplumsal, kültürel, hukuksal ve de ekonomik politikalarının doğrudan ve dolaylı etkilenmeye çalışılması,

* Resmi ideoloji-sivil ideoloji ayrımı ile mevcut sistemden hoşnut olmayan, ezildiğine, sömürüldüğüne inanan kitlelerin toplumsal dayanışma bağlamında yönlendirilmesi ve resmi ideolojiyi temsil eden tüm kurum ve kuruluşlara, değerlere ve de resmi politikalara düşmanlaştırılması,

* Yerel yönetimlerin ön plana çıkarılarak merkezi yönetimin giderek zayıflatılması, “Global vatandaşlık” kavramı ile “etki ajanlığının” özdeşleştirilmesi, hedef ülkedeki etki ajanlığı potansiyelinin geliştirilip güçlendirilmesi ve yaygınlaştırılması.

Kaşağıyı görünce kaşınanların ve fişlenip deşifre edilmeye karşı çıkanların tepkisi:

O süreçte andıçta ismi yer alan TESEV Başkanı Can Paker, raporu ve hazırlanan şemaları ciddiyetten uzak bulduğunu söylüyordu. Paker, “Bu raporları ciddi bir istihbarat kurumunun hazırlamış olması mümkün değildir. Herhalde sansasyon yaratmak isteyen birilerinin işidir. O yüzden de bu rapordaki bilgiler üzerinden cevap vermek bana dedikodu yapmak gibi gelmektedir” diyordu. Can Paker’e göre bu “ciddiyetsiz istihbarat raporlarıyla” şemaları hazırlayanlar son dönemde sosyal bilimlerdeki tartışmalardan da habersiz sanılıyordu. “Alt alta ilişkileri yazmak istihbarat yapmak demek değildir. Kaos ve Ağ Teorileri bilseler dünyadaki her şeyin bir şekilde birbiriyle ilişkide olduğunu da bilebilirlerdi” diyen ve daha sonra halkımızı PKK özerkliğine alıştırmakla görevli Akil Adamlar takımına dahil edilen Peker: “Mesela kutupta yaşayan bir ayıyla çölde yaşayan bir maymun arasında da ilişki var. Ağ teorisine göre en fazla 6 tanışıklık kategorisiyle Çinli bir köylü, ABD Başkanı ile ilişki içinde gösterilebilir. Ama bu ilişkileri ortaya dökmek Çinli bir köylünün ABD Başkanı üzerinde etkili olduğu anlamına gelmez.” sözleriyle konuyu çarpıtmaya çalışıyordu.

Milli Birlik ve dirliğimiz için gerekli olan bu tespitler kimleri rahatsız etmişti?

Gazeteci Nadire Mater ise “TSK’nın andıç hazırlayıcıları nedense TSK’yı andıçlamayı unutmuş” ifadeleriyle rahatsızlığını dile getiriyordu. “Sivil Toplum Kuruluşları’nın devletin denetiminde ve bilgisinde gerçekleşen faaliyetlerinin gizliymiş de keşfetmiş gibi bir çalışma ortaya konulduğunu” iddia eden Mater: “Ama bu raporun çok önemli bir eksiği de var. Türk Silahlı Kuvvetleri, Amerika ve Birleşik Devletleri (ABD) ve Avrupa Birliği’nden (AB) karşılıksız hibe desteği alan kuruluşların başında geliyor. Nedense, biz bu ülkede yaşayanlar olarak, mesela, 1948’lerden 2000’lere kadar Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ABD’den aldığı milyarlarca dolarlık karşılıksız hibelerin ne kadar olduğunu, nerelere, ne amaçla kullanıldığını bilmiyoruz. Öncelikle TSK’nın bu bilgileri açıklamasını bekliyoruz.”[2] diyerek TSK’ya sataşıyordu.

Bugüne kadar marazlı medyanın ve mason localarının işaretiyle, sürekli: “Hanımı başını örten, Cuma namazına giden, evine ayakkabıyla girmeyen, Kurban kesen, kitaplığında dini eserler görünen, İmam Hatipten yetişen, haşama ile denizde yüzen” kimseleri yani milletin kendisini fişletmeyi meslek edinenler, şimdi bizzat TSK’nın:

* Demokratik kılıflarla Sevr’i uygulamaya ve ülkemizi parçalamaya çalışan AB’den yardım alan yamukların

* ABD’deki Siyonist sermayenin kiraladığı karanlık kuklaların

* Devletimizi ve cumhuriyetimizi dejenere edip sömürgeleştirmeyi amaçlayan sabataycı ve İslamcı münafıkların fişlemesinden dolayı oldukça içerlemiş ve işkillenmiş görünüyor ve tabi şaşkınlık ve perişanlıkları sırıtıyordu. Ve hatta bazıları bu şaşkınlık ve taşkınlıkla cami ve kışla duvarına işemeye yelteniyordu.

Ey masonik illet! Ey sabataist mel’anet!

Ey, yıllardır bu ülkenin kaynaklarını tüketen ve kaymağını yiyen ama milletimize hıyanet ve hakaretten de çekinmeyen şebeke-i şirret!.. Şimdi millet ve onun asil evladı olan Mehmet, asli görevini yapıyor, tehdit ve tehlike mihraklarını takip ve tespit ediyordu. Yaranız yoksa, niye gocunuyordunuz?. Hain değilseniz niye korkuyordunuz? Ve TSK’ya yönelik Ergenekon ve Balyoz kumpaslarını bu yüzden kurguluyor ve bazı eski suç ortağınız kurmay ve komutanlar bahanesiyle tüm Ordumuzu töhmet altına sokuyor, Cemaatinizi ve Hükümetinizi de taşeron olarak kullanıyordunuz.. Ama çok şükür ki, sonunda devran tersine dönüyor, Hükümet ve Cemaat birbirine düşüyor ve tüm şeytani tezgâhlarınız deşifre ediliyordu!

Amaç demokrasi dalaveresi mi, yoksa ülkenin bağımsızlık ve birliği miydi?

Demokrasi amaç değil, araçtır

AKP hakkında çok ciddi ve kirli iddiaların gündeme taşınması üzerine bir demokrasi davuludur çalınıp duruyordu. “Demokrasi yara almamalıymış… Herkes demokratik sonuçlara saygı duymalıymış… Demokrasiye yargı darbesi yapılmaktaymış… Demokrasi hepimize her zaman lazımmış…!”

Yahu iyi de, şu demokrasi dediğiniz amaç mıydı, yoksa bir araç mıydı? diye kimse sormuyordu. Ülkemizin bütünlük ve bağımsızlığı, milletlimizin dirlik ve bekası şu demokratik dalaverelerle tehlikeye sokulsa bile, hala asıl göreviniz devletimizi ve ülkemizi değil de, demokrasiyi kurtarmak mı oluyordu? PKK’yı terörist listesine sokmayan ve BDP’ye “Federatif Kürdistan” için arka çıkan Haçlı AB’den talimat alarak, Türkiye nereye kaydırılıyordu?

Türkiye’de perde gerisinde aynı Yahudi lobilerinin güdümünde olduğu bilinen sözde iki karşıt cepheden:

CHP ve yandaşları laikliği; bağımsızlığımızın, milli kalkınmamızın, temel insan haklarımızın ve halkımızın inanç ve arzularının üstünde görüp, sürekli istismarını yapıyor; AKP ve yandaşları ise demokrasiyi; milli birlik ve dirliğimizin, güvenlik ve geleceğimizin üstünde görüp, aslında hiç de inanmadıkları bu kavramın arkasına sığınarak tahribatlarını yürütüyordu.

“Yeni anayasa ile, egemenliğimizin resmen AB’ye devredilmesi, Vakıflar Yasasıyla İstanbul’un Vatikan’a çevrilmesi ve Rum Patrikhanesinin Ekümenleştirilmesi, BOP eşbaşkanlığı ile Türkiye’miz dahil 22 İslam ülkesinin parçalanıp bölünmesi, Tüm ekonomik ve stratejik kurumlarımızın pervasızca yabancılara peşkeş çekilip, ülkemizin fiilen sömürgeleştirilmesi, Ilımlı İslam safsatası ile Dinimizin dejenere edilmesi, böylece manevi direnç kaynaklarımızın törpülenmesi ve laikliğin emperyalizmin hakimiyet aracı haline getirilmesi” gibi ciddi ve geçerli gerekçeler yerine, AKP’ye mağduriyet bahanesiyle halkın merhamet duygularını sömürmesine ve sahte kahramanlık rolüyle siyasi rant devşirmesine yarayacak şekilde: “Başörtüsü meselesi, laiklik teranesi” gibi bahanelerle bu iktidara ve Erdoğan’a çatılması ise maalesef kötü niyetlilerin işini kolaylaştırıyor, kafaları karıştırıyor ve AKP’ye mazeret ve meşruiyet kazandırıyordu.

Hatırlayınız AKP aleyhine açılan davada Avrupa Parlamentosu AKP’ye destek çıkıyor ve talimatlar yağdırıyordu!

“Türkiye’de siyasi sürece yargı darbesi yapılıyor. Bunu önleyin!” tehditleri yapılıyordu. Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Hollandalı Hıristiyan Demokrat Ria Oomen-Ruijten, ‘Türkiye’de herkesin güvenebileceği bir yargı maalesef yok’ diyor ve Erdoğan’ı destekliyordu. Türkiye’deki son gelişmelere değinen Hollandalı AP Üyesi Oomen-Ruijten, ”Ordu ve yargıdan oluşan elit tabakası bulunuyor. TBMM 3’te 2 çoğunlukla “üniversitelerde başörtüsünün serbest bırakılmasına” karar veriyor fakat uygulanmıyordu. Ben dünyada böyle başka bir ülke bilmiyorum. Bunun örneği yok. Yargı bağımsızlığından yanayım. Ama Türkiye’de herkesin güvenebileceği bir yargı maalesef yok. Bu Türkiye’nin eksiği. Bu konuda çalışma yapılması gerekiyor.” Talimatları ve arka çıkmaları üzerine malum süreç başlatılıyordu.

”Orduya da güçlü mesajlar vermek gerekiyor. İyi işleyen modern demokrasi istiyorlarsa kendilerine çekidüzen vermeleri gerekiyor” şeklinde küstahça çıkışlar yapan AP sözcüsü demokrasi kılıfıyla devletimizi yıkmaya çalışıyordu. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın KKTC’yi ziyaret ederek ”çözümde ilk söz hakkı bizim” mesajı verdiğini savunan Oomen-Ruijten, Kıbrıs sorununun çözümünde ordunun yapıcı davranmasını istiyor. Ada’dan ”Türk askerlerinin çekilmesinin çözüm müzakerelerini kolaylaştıracağını” savunuyordu.

AB’den “Ergenekon’u devam ettirin ve derinleştirin!” talimatı geliyordu!

Taslak raporda, Ergenekon soruşturmasının kararlılıkla sürdürülerek örgütün ”devlet organlarındaki tüm bağlantılarının ortaya çıkarılarak örgütle ilişkisi olanların yargıya teslim edilmesi” isteniyordu. Yeni sivil Anayasa hazırlığının ”insan hakları ve özgürlüklerin korunmasını anayasanın merkezine yerleştirme” açısından çok önemli bir fırsat sunduğu anlatılan raporda, yeni anayasa çalışmasında sivil toplumun geniş katılımının sağlanması tavsiye ediliyordu. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ”2008’in reform yılı olacağı” taahhüdünün memnuniyetle karşılandığı belirtilen raporda, hükümetin parlamentodaki çoğunluğuna dayanarak reformlarda kararlı davranmasının Türkiye’nin modern demokratik refah toplumuna dönüşümünde hayati önem taşıdığı vurgulanıyordu. Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesinin ”tekrar tekrar verilen taahhütlere” bağlı kalınarak öncelikle değiştirilmesi istenen belgede, ifade özgürlüğü kapsamında yeni reformların yapılmamış olması eleştiriliyordu. Taslak raporda, ”Vakıflar Kanunu’nun onaylanmasını memnuniyetle karşılıyoruz. AB Komisyonunun metni tetkik ederek gayrimüslim azınlıklarca mülklerin idaresi, satın alınması ve 3. kişilere satılmış olanlar dahil geri alınmasının mümkün olup olmayacağını araştırması gerekir” deniliyordu.

Vakıflar Kanunu’nun kabulünün ardından Türk hükümetinin bu olumlu adımı değerlendirerek dini özgürlüklerle ilgili tüm taahhütlerini yerine getirmesi istenen taslak belgede bu kapsamda tüm dini topluluklara faaliyetleri için gerekli yasal statü, ruhani görevlilerin eğitimi, hiyerarşik seçim ve ibadet yerlerinin inşası konusunda yasal çerçeve sunulması, Heybeliada ruhban okulunun yeniden açılması ve ”ekümenik patrik” unvanının kullanımına izin verilmesi talepleri iletiliyordu. Belgede, ”Türk hükümetine, Kürt meselesinin kalıcı çözümü amaçlayan siyasi inisiyatifin öncelikli olarak başlatılması çağrısı yapılır” ifadesine yer verilerek, DTP’li milletvekilleri ve belediye başkanlarından ”demokratik Türk devleti içinde Kürt meselesine siyasi çözüm arayışına yapıcı şekilde dahil olmaları” tavsiye ediliyordu. Aynı Haçlı ve Siyonist çevrelerin şimdi Fetullahçılarla Erdoğancılar kavgasında Cemaatin tarafını tutmaları dikkatlerden kaçmıyordu!?

 


[1] Radikal, 08.04.2007

[2] Taraf, 07.04.2008

 

0 0 votes
Değerlendirmeniz

Makale Paylaşım Sayısı: 

Yorumu Takip Et
Bildir
0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Picture of Ufuk EFE

Ufuk EFE

YORUMLAR

Son Yorumlar
0
Yorumunuzu okumaktan memnuniyet duyarızx
Paylaş...