DOĞU-BATI SENTEZİ
VE
“UYGAR İNSAN” KAVRAMI
Genel kanaat ve kanıtlar şu yöndedir ki;
Doğulu maneviyatçı, Batılı maddeci ve menfaatçidir. Ama hem inançlı, hem de iz’anlı olmak gerekir.
Doğulu içten ve hasbi, Batılı art niyetli ve hesabidir. Ama hem merhametli, hem de dikkatli olmak gerekir.
Doğulu duygularıyla ve metafizikle, Batılı beş duyusuyla ve matematikle hareket etmektedir. Ama hem imanlı ve insaflı, hem de planlı ve itidalli olmak gerekir.
Doğulu vefalı ve fedakâr, Batılı fırsatçı ve hilekâr bilinir. Ama hem yüreği yanık, hem de uyanık olmak gerekir.
Doğulu tevekkül ehli, Batılı tedbirlidir. Ama hem müdbir (tedbirli), hem mütevekkil (teslimiyetli, kanaat ehli ve geniş yürekli) olmak güzeldir.
Doğu’ya gönül ve ilham, Batı’ya akıl ve felsefe hâkimdir. Ama hem vicdana dayanmak, hem de aklını kullanmak gerekir.
Doğu’da din ve duygu, Batı’da bilim ve kurgu öndedir. Ama dinin değerleri, bilimin verileriyle yorumlanmalı ve yürütülmelidir.
Doğulu ölüm ötesine, Batılı ölüm öncesine önem verir. Ama ahiret burada kazanılacaktır, dünya ahiretin mezrası ve mektebidir.
Doğulu sevgiye ve sadakate, Batılı zevke ve hıyanete yöneliktir. Ama sadakat gösterirken, saflığa düşmemelidir.
Aşk deyince Doğu’da sevda, Batı’da şehvet hatıra gelir. Doğu’da genellikle hikmet, Batı’da özellikle edebiyat üretilir. Ama hikmetsiz edebiyat gevezelik, edebiyatsız hikmet zevzekliktir.
Doğu’ya din ve maneviyat geldi. Ama yobazlık ve istismarla yozlaştırıldı. Batı’dan laiklik ve demokrasi geldi. Ama dinsizlik ve ahlâksızlıkla yozlaştırıldı.
Doğu’dan hisler, sevgiler geldi. Ama hayalcilik ve hasetçilikle yozlaştırıldı. Batı’dan düşünme ve akıl yürütme geldi. Ama şehvet ve şeytaniyetle (hile ve desise ile) yozlaştırıldı.
Doğudan edep ve hürmet geldi. Ama şuursuz gelenek ve ruhsuz görenekle yozlaştırıldı. Batı’dan serbestlik ve medeni cesaret geldi. Ama haksızlık ve hayâsızlıkla yozlaştırıldı.
Doğulu kaba görünümlü ama insancıl, Batılı kibar görünümlü ama barbardır. Hâlbuki hem insancıl, hem kibar olmaya çalışmalıdır.
Doğulu “sen”cil, Batılı “ben”cildir. Ama doğrusu “biz”cil olmaktır. Yani farklı köken ve kültürden herkesi kendimizin bir âzâsı, kendimizi de âlemlerin bir parçası görme olgunluğuna ulaşmalıdır. Kısaca; yerli düşüncenin ve milli değerlerin çağdaş ve evrensel bir yorumcusu ve savunucusu konumuna ve şuuruna kavuşmalıdır.
Atatürk, “muasırlaşma”yı, yani çağdaş standartları yakalamayı ve tüm sorunlarımızı genel insan hakları ve uygarlık temelinde aşmayı amaçlamışken; İnönü, Bayar ve devamı, Atatürk’ün hayat boyu ağzına bile almadığı “Batılılaşma”yı ve körü körüne Batı’ya teslim olmayı, bu millete Atatürk’ün kutsal hedefi olarak göstermiş, daha doğrusu, zorla dikte etmişlerdir. Kendi sömürme ve sindirme düzenlerini, “Milli Şef”in Kemalizm yorumuyla meşrulaştıran ve toplumumuza dayatan masonik güçler, yıllarca bu aslından ve amacından saptırılmış Kemalizm sopasıyla, önce milletimizi korkutup susturdukları gibi, sonunda aynı sopayla devleti ve devleti temsil eden kurum ve kişileri de tehdit etmeye ve hizaya getirmeye yeltenmişlerdir. Atatürk: “(Ben kutsal bir kişi değilim, bu nedenle) Benim ‘Apotr’larım (havarilerim ve halifelerim) yoktur. Memleket ve millete kimler hizmet ederse ve kimler bu ülkeye ve millete hizmet liyakatini ve kudretini gösterirse işte ‘Apotr’ (havari ve kahraman) onlardır.” (1923 Nutuk II, s. 794) buyurdukları halde, İsmet İnönü’yü “Milli Şef” unvanıyla Mustafa Kemal’in halifesi gibi gösterenler, Atatürk’ün aziz hatırasını istismar etmek isteyen Masonik çevrelerdir.
Kabul edilmeli ki, bugün irtica ve din sömürüsü de önemli bir problemdir. Ama daha tehlikeli olanı “irtica istismarı” yaparak, bu kılıf altında millete ve İslamiyet’e hücum ve hakaret edilmesidir. Türkiye’mizin hem din istismarcılarından, hem de devrim yobazlarından mutlaka kurtulması gerekir.
Halbuki Atatürk’ü bir simge, bir sembol olarak düşünmelidir:
Batıcılığın değil, bağımsızlığın sembolü… Bağnazlığın değil, aydınlığın sembolü… Barbarlığın değil, uygarlığın sembolü… Geri kalmışlığın değil, kalkınmışlığın sembolü… Dayatmacılığın değil, demokrasi ve katılımcılığın sembolü… Din düşmanlığının değil, inanca saygının sembolü… Yozlaşmanın ve özüne yabancılaşmanın değil, milli kültür ve ahlâkın sembolü… Geçmişini inkârın ve tarihinden utanmanın değil, medeniyet mirasıyla gurur duymanın sembolü bir Atatürk yerine…
Uygarlık yarışında en gerilerde kalmanın ve ülkeyi her yönden batağa saplamanın… Bir vilayetimiz büyüklüğündeki ülkelere borç dilenmek için avuç açmanın… Devleti faizcilik, rantiyecilik ve hileli ihalecilik yoluyla bir avuç mutlu ve putlu azınlığa soydurmanın… Ekonomiyi IMF ve Dünya Bankası’nın, dış politikayı CFR’nin (ABD’de Siyonistlerin hâkim olduğu yüksek dış politika konseyi) güdümüne teslim edip, Türkiye’yi yarı sömürge konumuna ve komaya sokmanın Kemalizm olduğunu savunursanız… Özelleştirme diye, öncelikle ve özellikle, kâr eden ve gelirinin önemli bir kısmı Milli Savunmaya giden KİT’leri, hem de arsa fiyatının çok altında, malûm ve mel’un kesimlere satmaya çalışmanın… Hâlâ Orta Çağ şartlarına mahkûm yaşamanın… Ekonomik sefaletleri ve sosyal rezaletleri giderek yaygınlaştırmanın… Bunlar yetmiyormuş gibi milletin inancıyla savaşmanın… Kıbrıs’ta, Kuzey Irak’ta, Orta Asya’da, Kafkasya’da, hayati çıkarlarımıza sahip çıkamayıp, vatandaşın inancına sataşmanın adını Atatürkçülük koyarsanız, Atatürk’e en büyük hakaret ve hıyaneti siz yapıyorsunuz demektir. Ve bizim insanımız Atatürk’ten değil; sizin istismarınızdan, sahtekârlığınızdan, zulüm ve sömürü saltanatınızı yürütürken onun arkasına sığınmanızdan nefret etmektedir.
Ve artık milletimiz, din istismarcılarıyla Atatürk simsarlarının, aynı merkezlerden beslenip desteklendiğini… Sözde dincilerle sahte devrimcilerin, iç siyaset ve seçimlerde olsun; dış politika tercihlerinde olsun… (Ne tesadüfse) Hep aynı çizgide hareket ettiklerini artık çok iyi sezmektedir. Asıl problem; Suriye’de azınlık Nusayri yönetiminin ve yıllarca Irak’taki Baas Partisi’nin… Yani %10’luk bir kesimin %90’lık büyük bir kitleye hükmetmesi gibi… Türkiye’de de maalesef, sabataist dönmelerin denetimindeki hâkim ve hain bir azınlık zihniyetinin, “gizli diktatörlüğü”nü hâlâ sürdürmek istemesidir.
Evet; Doğu itaatkâr ve devletçi, Batı ise isyankâr ve devrimcidir. Ama hem devleti, yani dirlik ve düzeni korumak, hem de, tahrip etmeden değişim ve gelişmeyi başarmak gerekir. Gardiyan (baskıcı ve gaddar) devlet değil, garson (yönlendirici ve hizmetkâr) devlet anlayışına dönmelidir. Çünkü devlet, toplumun örgütlenmiş aklı ve iradesi yerindedir. Eğer, birtakım güçler devleti ele geçirirse, hipnotize edilmiş insan veya beynine virüs girmiş hasta gibi, milletin yetkisi ve tepkisi, etkisizleşir. Demokrasi ve seçim gibi şeyler de göstermelik hale gelir. Böylece ülke kaynaklarını sömürmek ve toplumu sindirmek isteyen güçlerin gizli iktidarı baş gösterir.
Bugün maalesef, devletimiz dış güçlerin ve sabataycı dönmelerin güdümündeki, “masonik merkezlerin” ve hain işbirlikçilerin kuşatması altına girmiştir. Kapitalist patronların ve sabataist baronların, en ezici ve etkili şeytanlığı ise; M. Kemal Atatürk’ü kendi emellerine alet etmeleridir. Atatürk’ün tasfiye ettiği Tanzimatçı, İttihatçı ve dayatmacı zihniyet, İnönü’nün yanlış Kemalizm yorumu ve devrimleri yozlaştırmasıyla tekrar geri gelmiştir. Bazı masonların ve marazlı medyanın, irtica bahanesiyle, dinimize ve milli değerlerimize yönelik tecavüzlerine, devlet kurumlarını ve hele ordu mensuplarını alet etmeye kalkışmaları ise, hıyanet ve hilekârlığın en sinsi örneklerindendir.
Öyle ise, dindar olalım, ama yobazlaşmayalım! Demokrat olalım, ama soysuzlaşmayalım! Devletimize bağlı kalalım, ama ruhumuzu köleleştirip yozlaşmayalım!
Hikmet ve hakikat, ilim ve sanat, hürriyet ve huzurlu hayat, inananların ve insanlığın kaybettikleri ortak malıdır. Nerede bulursak alalım, sahip çıkalım. Ama asla Hak yoldan sapmayalım, yalpalamayalım! Doğu’ya da Batı’ya da yanaşalım, anlaşalım… İnsani değerler ve milli dengeler çerçevesinde yüzleşelim, uzlaşalım. Tanışalım, danışalım, yardımlaşalım. Ama asla yalvarmayalım, yavşaklaşmayalım!
Velhasıl; “Devlet, devemiz; develerimiz ise devletimizdir” diyen… Böylece devleti, menfaat aleti ve keyfine hizmet değneği gören, şahsi servet ve etiketini de, devlet ve garantili ganimet zanneden, haysiyet ve şahsiyet fukaraları yerine; “Devlet, öz benliğimiz ve birliğimiz; birlik ve dirliğimiz ise devletimizdir” düşüncesine, yani devleti milli değerlerimizin, birlik ve dirliğimizin kutlu gücü ve güvencesi… Birbirimize ve devletimize bağlılığı ve mukaddeslerimize saygınlığı ise, varlık sigortamızın simgesi gören, olumlu ve onurlu bir zihniyete ihtiyaç vardır. Kısaca; artık öz benliğimize ve milli bilincimize dönmek zamanıdır.
O Halde, Milli Cephe ve Milli Şuur Nedir?
Bizi şerefli millet yapan değerlerin… Bize şanlı medeniyetler kurduran düşüncenin… Tüm insanlığa huzur ve hürriyet sağlayacak ve herkese model olacak adil ve asil bir düzenin, ortak ve orijinal tanımıdır. Peki kimler “Milli Şuur” kapsamındadır?
Yeni bir Medeniyet Mimarının ifade buyurdukları gibi:
A- “Kimya”sında (iç dünyasında);
1- Hakkı üstün tutan (yani herkesin insan haklarına saygı duyan ve sahip çıkan).
2- Maneviyatçı olan (yani menfaatçi ve insafsız değil, vicdan ehli olan).
3- Nefis terbiyesini, hesap ve sorumluluk düşüncesini esas alan.
B- “Fizik”i yapısında (dış dünyasında) ise;
1- Hidayet ehli olan (yani doğruyu tanıyan ve hayırdan taraf olan).
2- Feraset ehli olan (yani ayrıntıların ve sinsi hesapların farkında olan).
3- Dirayet ehli olan (yani inancının ve insanlığın hizmetinde gayret, metanet ve cesaret sahibi olan) herkes bu tanımın içindedir; yani yerli ve şerefli cephedendir. Yaratan’a saygısı, yaratılana sevgisi olmayan diğerleri ise, kirli ve şerli cephedendir. Ve artık yerlilerin müstevlileri kovacağı, millilerin kirlilerden kurtulacağı zaman gelmiştir. Irak, Suriye ve Libya saldırıları ve sonrası, inşaallah herkesin gözünü açacak; Doğu’yu gaflet ve meskenetten, Batı’yı şehvet ve nefse esaretten kurtaracaktır. Siyonizm’in ve emperyalizmin demokrasi ve insan hakları donkişotluğunun tam bir sahtekârlık olduğu anlaşılacaktır.
Hani, ABD’nin 1991 Körfez Savaşı sonrasında Kuveyt’e demokrasi götürüldü mü? Afganistan’a insan hakları ve demokrasi reva görüldü mü? Somali’ye ekonomik ve sosyal huzur ve hürriyet sağlanıp, zulüm ve sömürü ülkeden sürüldü mü? Suriye ve Libya halkı Arap Baharı ve demokrasi şarlatanlığıyla despotluktan kurtulup huzur ve hürriyet ortamına döndü mü? Ama umarız bu vahşi Irak işgali, Suriye ve Libya vahşetleri, Doğu ile Batı’nın kucaklaşmasını ve Siyonist sömürüye karşı ortak bir cephede mecburen buluşmasını doğuracaktır. Umarız ki bu işgal ve zulümler;
• Müslüman ülkelerdeki dirilişi ve öze dönüşü kamçılayacaktır.
• Sağcı, solcu, İslamcı bilinen ve birbirine diş bileyen kesimleri ortak harekete zorlayacak ve mutlak doğrular çerçevesinde buluşturup uzlaştıracaktır.
• İslami hizmet ve hizipler arasındaki kırgınlık ve kızgınlığı mecburen yatıştıracak ve birbirine yaklaştıracaktır.
• Siyonizm’e ve ABD’nin süper sömürüsüne karşı Doğu-Batı ittifakının gereğini hatırlatacak ve hızlandıracaktır.
• Böylece Süper Güç efsanesi yıkılmaya ve kartondan dev yırtılmaya başlayacaktır.
Irak gibi savunma gücü sıfıra indirilmiş ve halkı ambargolarla sindirilmiş bir ülke karşısında bile Amerikan, İngiliz ve İsrail güçleri ilk etapta şaşkına ve bozguna uğramışken, sonra kendi generallerinin hıyaneti ve İslam ülkelerinin Amerikan safında hücuma geçmesi sonucu işgali zor başarmışlardı.
• Ve bugün devam eden Batı güdümlü kukla İslamcıların İsrail’i değil de Müslümanları hedef alan vahşet savaşı, Siyonist merkezlere yönelecek ve İslam ülkelerindeki despotik ve masonik sistemlerin ve işbirlikçi hükümetlerin yıkılışını çabuklaştıracaktır.
• BM ve NATO gibi kuruluşların sorgulanmasına ve dünyanın daha dengeli ve disiplinli temellere dayalı olarak yeniden yapılanmasına inşaallah yol açacaktır.
İbrahim Hakkı Hazretleri’nin dediği gibi;
“Hak, şerleri hayr eyler
Zannetme ki gayr eyler
Arif olan seyr eyler
Görelim Mevlâ neyler
Neylerse güzel eyler”
Biz de bir şiirle kapatalım;
Celali Cemali, gafil seçemez
Nâr-ı Celal, nur-i Cemale düşer…
Şarlatan şeytana, kefen biçemez
Bu ancak, sahib-i kemâle düşer…
İnanç ve ideal, senin farkındır
Ümitsizlik küfür, kalbin sakındır
Mehdiyet müjdesi Hak’tır, yakındır
İnşallah hasretler, visale düşer…
Lütfunu kahır, kabında yoğurur
Sabret her usr, iki yusr doğurur*
Zulüm zirveye varınca, Ahmedim
Küfrün saltanatı, zevale düşer…
* Usr: Zorluk. Yusr: Kolaylık / İnşirâh Suresi: 5-6

CÜBBELİ AHMET “BEL’AM”CIK’I VE MAHMUT EFENDİ YAKINLARINA UYARI!
FETULLAH GÜLEN DOSYASI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
Dünyanın Fikri Değişimi Türkiye’den, FİİLİ DEĞİŞİMİ İSE FİLİSTİN’DEN BAŞLAMIŞTIR!
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’A İFTİRALARI
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
MİLLİ GÖRÜŞ - MİLLİ ÇÖZÜMDEN GAYRİSİ HAİM NAHUM DOKTRİNİN UYGULAYICISIDIRLAR. KİM DAHA İYİ UYGULAYACAKSA SİYONİZM…
Anlaşılan amaç Özel'i bir şekilde aday yaptırıp tekrar kolaylıkla iktidarı sürdürmek. Tabi bu hizmet! falan…
Milli Çözüm, “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, Kripto Yahudiler ve Pakraduniler” kitabında yakın siyaset tarihimizi doğrudan ve derinden…
Siyonizmi en iyi tanıyan ve tanıtan üstadımızdan sistemler değişse de güncelliğini asla yitirmemiş bir şiir.…
Sn. Kılıçdaroğlu'na önlem olarak getirilen Özgür Özel, CHP'nin Kılıçdaroğlu ile başlayan ve olumlu yönde gelişen…
Bu yüzyılda Hak davaya önderlik eden Necmettin Erbakan ve Onun Adil Düzen plan ve programlarıdır.Elbette…
Halkı yıllarca IMF ve AB uyum yasaları arasına sıkıştırılan güçlerin emrindeki yöneticiler ; canım ülkemi…
İSRA SURESİ 71. AYETİN HIŞMINA UĞRAMAMAK İÇİN ASRIMIZA VE KUR'AN'A TERCÜMAN OLAN MİLLİ ÇÖZÜM'E TÂBİ…
TUTARSIZLIK = KILIÇDAROĞLU KORKUSU!.. ÇÜNKÜ KILIÇDAROĞLU MİLLİ MUTABAKAT TARAFTARIYDI!... Özgür Özel CHP'sinde evet bir tutarsızlık…
Saf 8 يُر۪يدُونَ لِيُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَاللّٰهُ مُتِمُّ نُورِه۪ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ Onlar, Allah'ın…