Peşinden şunu vurgulayalım ki biz önyargılarla veya kızgınlık damarıyla hiçbir insanın hele Müslüman’ın şahsına düşmanlık yapmayız, yapamayız. Sadece onu azdıran Şeytan’a, şeytani odaklara, milli ve manevi tahribatlarına buğz edip karşı çıkarız.
Hz. Yakup’un “On bir yıldızın, Güneşin ve Ayın kendisine secde ettikleri” şeklindeki rüyasını yorumlarken, oğlu Hz. Yusuf’a “Oğlum, sakın bunu kardeşlerine anlatma, yoksa sana bir keyd (hile, hıyanet, hakaret) tasarlamaya kalkışırlar. Zira Şeytan insan için açık bir düşmandır” (Yusuf Suresi: 4 ve 5. Ayetleri) buyurması; aslında, kıskançlıktan dolayı kendisine tuzak kurmaya kalkışacak kardeşleri olmasına rağmen, onların şahıslarına değil, kendilerini azdıran şeytana ve yanlış tavırlarına düşman olmak gerektiğini hatırlatıp, bizlere İslami ve insani bir yaklaşım tarzı öğretmiş bulunmaktadır.
Ve yine şunu da hatırlatalım ki, hayır ve hizmet adına yapılan bütün girişim ve davranışların altında genel olarak şu üç amaç yatmaktadır:
1- Cahili duygularla haz alma, nefsini tatmine çalışma, reklam olma, hürmet ve rağbet kazanma,
2- İleride bir çıkar sağlama ve dünyevi (ekonomik ve siyasi) gelecek ve beklentilerine yatırım yapma,
3- Allah’ın rızasını arama ve ahiret hazırlığını artırma.
Bütün yazdıklarımız, yaptıklarımız, taraftarlığımız ve kızgınlığımız işte bu üç amaçtan birini hedef almaktadır. İnşallah bizim asıl gayemiz; Allah’ın rızası, ülkemizin çıkarı ve milletimizin yararı ve hatırıdır.
IŞİD, Irak işgaliyle ortaya çıkarılan, Irak, Suriye, Libya, Afrika’da 12 ülkede büyük alanları kontrolünde tutan; para basan, yüzlerce farklı ülkeden on binlerce militanı bağrında barındıran, petrol kuyuları, rafinerileri, şirketleri bulunan, Afrika’da birçok ülkede teşkilatları ve yandaşları olan ve eylemler yapan bir “terör devleti” konumundadır. Yani aslında Siyonist merkezlerin ve süper güçlerin gizli desteğindeki bir taşeron –işbirlikçi- yapıdır. Saddam’ın komutanlarının, gizli servis elemanlarının Irak’taki Sünni grupların, ABD tarafından kasıtlı olarak dışlanıp ülkede bir Şii-Kürt hâkimiyetine alan açmaları sonucu, kendilerine nefes alacakları ve varlıklarını koruyacakları bir yapı olarak gördükleri IŞİD’e katılmaları sağlanmıştı. BOP çerçevesinde, ABD’nin Irak’a savaş açması ve parçalaması, Suriye’de iç savaş çıkartılması, Libya’nın karıştırılıp kaosa sokulması ve bir sürü terör örgütünün bölgeye salınması olayından ayrı tutarak, sadece bölgedeki güncel gelişmeleri ve terörist eylemleri tartışmak, karanlığa kurşun sıkmaktır.
Peki bir zamanlar resmen ve alenen BOP’un Eşbaşkanlığını yürüten hangi şahıstı? ABD’nin Irak işgaline ve bölünmesine destek veren, başarıları için dua eden, Suriye’de demokrasi demagojisiyle iç savaşı körükleyen, Libya’nın Batılı barbarlarca bombalanıp kaosa sürüklenmesine resmen ve fiilen hizmet üreten hangi kafaydı ve hangi iktidardı? Eğer bütün bunları safdirikliğinden ve acemiliğinden yaptığı, kasıt aramanın ve şeytani odakların taşeronu saymanın insafsızlık olacağı söylenecekse, peki bu çok iyi niyetli ve safiyetli, ama ucuz kahramanlığa çok hevesli muhteremlerin, bundan sonra kandırılıp aldatılmayacağının ve ülkeyi daha büyük badirelere atmayacağının bir garantisi var mıydı?
13 yıllık tek başına iktidar döneminde Milli Eğitim Bakanlığına bağlı orta öğretim Biyoloji, Felsefe, Psikoloji, Astronomi ve Sosyoloji kitaplarında hala resmen Dinsiz ve densiz Darwin’in Evrim safsataları okutulmakta, imtihanlarda Evrim yalanıyla ilgili sorular çıkmakta yani yaratılış hakikati yerine Evrim sahtekârlığı dayatılmaktadır. Peki AKP iktidarını ve kurmaylarını Mehdiyet devriminin hazırlayıcıları diye övüp yücelten şu Adnan Oktar gibi şarlatanlar bu kadar saf mıdır yoksa bile bile gerçekleri mi saklayıp saptırmaktadır? Bu sahte kahraman dindar AKP iktidarlarının tamamen istismarcı ve toplumun hissiyatını yozlaştırıcı bir yaklaşımla, plansız programsız bir “Kur’an dersinden” önce bu okullarda hala okutulan Darwinist Evrim yalanlarının yanına, ilmi ve İslami gerçeklere ve bilimsel verilere dayalı Yaratılış hakikatlerini koymaktan kimler alıkoymaktaydı. Çünkü bunlar sanıldığı gibi Hakkın ve halkın adamı değil, yandaş yalakaları A. Dilipak’ın itirafıyla “bir dış projenin” İslamcı soslu elemanları ve BOP’un hizmetkârlarıydı. Rahmetli Erbakan’ın deyimiyle “Bunlara ülke iktidarı değil, bir leblebici dükkânı bile bırakılamazdı” ve Türkiye bu kafalardan kurtarılmadıkça düze çıkamazdı. İstanbul’un ortasında elinde uzun namlulu silahlarla devlete meydan okuyanlara, Urfa’da evlerine girip iki polisimizin kafasına kurşun sıkanlara, Adıyaman’da “kendi bölgelerine giren” jandarmalarımızı şehit edip yuvalarına ateş bırakanlara bile dokunamayan bir güdümlü iktidarla hiçbir yere varılamazdı.
Tam böyle bir süreçte Barzani’den bağımsızlık çıkışı bir tesadüf sanılmamalıdır!
Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Mesut Barzani, “Bağımsızlık ve boyunduruk seçenekleriyle karşı karşıyayız. Hiçbir şekilde boyunduruğu seçmeyeceğiz. Tercihimiz bağımsızlıktır” açıklamasını yapmıştı. Barzani, Erbil ve Musul cephelerindeki Peşmergeleri ziyaretinde yaptığı konuşmada, “Kürtler için altın bir fırsat doğmuş haldedir. Kürtler başarının zirvesindedir. Böyle bir süreçte birilerinin iki yönetimli bir Kürdistan’dan bahsetmesi çok ilginçtir. İnanıyorum ki Kürdistan halkı böylelerinin cevabını verecektir” ifadelerini kullanmıştı. İsim vermeden Celal Talabani liderliğindeki Kürdistan Yurtseverler Birliği’ni (KYB) ve Genel Başkanlığı’nı Noşirvan Mustafa’nın yaptığı Goran Hareketi’ni eleştiren Mesut Barzani’nin: “Kürdistan’ın iki yönetimli olmasından bahsedenler, tarihten ders almamış kimselerdir. Milletimiz bu kadar şehidi ve kurbanı, ‘Kürdistan parçalansın’ diye vermemiştir. Hiç kimse bunu hayal dahi edemez. Hiç kimse Kürdistan bölgesini bölemez, parçalayamaz. Kürdistan bölgesinin birliğinden ve bütünlüğünden razı olmayanlar, başka bir yeri tercih etmekte özgürdür. Yaşamını Kürdistan dışında sürdürebilir” sözleri bazı uzmanlarca “tam bağımsızlık ilanına hazırlık” olarak yorumlanmıştır.
PKK’lı Cemil Bayık’tan şok çağrı: Halkımız silahlanmalıdır!
Cemil Bayık, katıldığı bir televizyon programında silahlanma çağrısı yapmış, Ortadoğu’da ulus devlet sistemi dağılmasının sonucu olarak yeni sistem geliştirdiklerini açıklamıştı. Yani Türkiye dağılacaktı ve Kürtler silahlanıp kendi paylarını kapmalıydı. KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın cılız ve cığız silah bırakma çağrısının tam aksine Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler nedeniyle silahlanma çağrısı yapmıştı. Katıldığı bir programda konuşan Cemil Bayık, “Halkımız meşru savunma örgütlenmesini ve bilincini de geliştirip diri tutmalıdır. Bu sadece askeri güçlerin büyütülmesi temelinde değil, halk olarak meşru savunmasını güçlü kılmalı, tüm halkımız silah almalı ve hazırlıklı olmalıdır” diyecek kadar küstahlaşmıştı.
Cemil Bayık: “Ortadoğu’da ulus devlet sistemi dağılıyor. Bugün bu durum Irak, Suriye, Mısır ve Libya’da somut yaşanıyor. Bunun yerine bir devlet sistemi de kuramıyorlar. Şimdi bunun yerine yeni bir sistem gelişiyor. Bu sistem de şimdi Rojava’da hayata geçirilen demokratik ulus sistemidir. Buradaki örnekte herkes görüyor ki Ortadoğu’daki sorunları sadece bu strateji ve bu siyaset çözebilir. Ortadoğu başka şekilde kendini krizden çıkaramaz, kendini istikrara kavuşturamaz. İstikrarın, demokrasinin, kardeşliğin, birliğin, özgürlük ve adaletin de yolu demokratik ulus çözümünden geçer. Bu da Önder Apo’nun düşüncesidir, çözümü ve projesidir. Önder Apo bu düşünce ile sadece Kürt halkı için ve Ortadoğu için değil tüm insanlık için büyük bir armağan sundu. Bugün de bunun öncülüğünü Kürt halkı yapıyor” sözleriyle aslında BOP’un amaçlarını ve aşamalarını sıralamıştı.
Suruç katliamı doğru okunmalıydı!
Suruç’taki vahşi bombalı saldırının perde arkasını, küresel patronlarını ve planlarını bırakıp, sadece İŞİD piyonları veya BDP-PYD figüranları bağlamında konuyu yorumlayanlar, ya asıl gerçekleri kapatma çabasındaydı veya ahmaklık hastalığına müptelaydı.
Bazı uzmanlar Suruç’ta patlatılan bombanın Rus yapımı çok özel TNT olduğunu açıklamıştı. Oysa vücuda sarılmış onlarca çok etkili el bombasının bağlandığı ve yüzlerce demir bilyenin etrafına sıralandığı, CIA ve MOSSAD dışında sıradan terör örgütlerinin ve anarşistlerin kendi kendine başaramayacağı cinsten, yüksek teknik uzmanlık gerektiren bir patlama düzeneği hazırlanmıştı. Kobani’yi imar iddiasıyla ve hazırlık planıyla toplanan bu gençlerin bağlantılı olduğu ve Figen Yüksekdağ’ın da irtibatlı bulunduğu çatı örgütü gençleri Suriye’ye taşıyıp eğiterek PYD’ye kattıkları bilinip durmaktaydı.
Sn. Devlet Bahçeli’nin: “Geçtiğimiz 28 Şubat’ta Dolmabahçe’de toplanıp İmralı canisinin on maddelik ihanet metnini yol ve müzakere haritası olarak benimseyenler bölücülüğün ve terörün aldığı mesafede pay sahibi olan sorumsuzlardır. Bazılarının bu gerçeği inkâr edip tevil yoluna sapmaya çalışması sadece göz boyamadır ve suçluluk telaşıdır. Çözülme süreci, PKK’nın hain taleplerine kuluçka işlevi görmenin yanında; devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne yönelik bir dayatmadır. Bu gerçeği yok saymak, işlenen suç ve cinayetlere kılıf aramak hiç kimseye bir fayda sağlamayacağı gibi, iç huzur ve kardeşlik ikliminin lehine de olmayacaktır.
Şiddete bulaşanlar, terörü politika vasıtası yapanlar, bölünmeyi çözüm sananlar, pazarlık masalarına oturup Türkiye’nin parçalanmasına zemin hazırlayanlar elbette emellerine ulaşamayacaktır. Ama maalesef ki Türkiye, kaynak ve kökeni malum olan her türlü terör örgütünün saldırı ve tahrik kuşatması altına alınmıştır. Ülkemizin çevresindeki çember giderek daralmaktadır. Ortadoğu’nun yeni baştan haritasını tanzim ve çizimini vahşet projelerine sabitleyen odaklar Türkiye’yi Irak, Suriye, Lübnan ve Libya’ya dönüştürmek için tertiplenen provakasyonlar tezgâhın son aşamasıdır. Bu nedenle Şanlıurfa ilimizin Suruç ilçesi Amara Kültür Merkezi bahçesinde meydana gelen kanlı terör saldırısının başka türlü izahı olmayacaktır. Bu kapsamda bedenine bomba saran azılı bir cani 31 kişiyi öldürmüş, 100’ü aşkın kişiyi de yaralamıştır.
Türkiye’de yardım edilecek yer ve insan bitmiştir de geriye bir tek Kobani mi kalmıştır? Bu sorunun samimiyetle cevaplandırılması lazımdır. İstanbul’dan kafilelerle Suruç’a gidenlere göz yumulması, gerekli tedbir ve güvenlik önlemlerinin alınmaması ayrıca sorgulanması ve değerlendirilmesi gereken bir muammadır. Terör örgütü PYD’ye yardım ve yataklık hevesiyle Kobani’ye açılan koridordan geçme gayesi taşıyanları başıboş bırakanların, canlı bomba alçaklığıyla muhatap yapan ilişki ve irtibatların da perde arkası mutlaka aranmalıdır. Karşımızda çok ciddi bir istihbarat ve güvenlik zaafı olduğu ortadadır” sözleri bazılarınca “fırsatçı tepki söylemleri ve tahrik içerikli” bulunsa da, aslında içinde önemli tespit ve tavsiyeleri barındırmaktaydı.
DTK Eş sözcüsü Sebahat Tuncel:
“Türkiye’nin, sınırlarını DAEŞ çetesine açmasının Türkiye’de de ciddi anlamda bir risk oluşturduğunu hep hatırlattık. Bugün bunları yaşıyoruz. AKP hükümeti DAEŞ’le ilişkisi olmadığını ifade etse de pratikte DAEŞ’e hep alan açmıştır. AKP hükümetinin ısrarla Rojava devrimini kabul etmeyen, Rojava’nın kendi kendini yönetme hakkını tehdit olarak gören anlayışı bugün yaşananların temel nedenlerinin başındadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP’nin sözcüleri PYD’yi IŞİD’le bir tutan yaklaşım sergilediler ve Kobane direnişi sırasında “Kobani düştü düşecek” dediler. Kobani’nin düşmesi için DAEŞ çetelerinin sınırı geçmesine izin verildi. Adana’da giden tırlarda silahlar bulundu, bunların o örgüte gittiği net olarak ifade edildi ama AKP bunları hiçbir zaman kabul etmedi. Şimdi görüyoruz ki aslında oraya giden silahlar bugün Türkiye’de bomba olarak patlıyor. Seçim öncesi Amed’de patladı, dosyaya gizlilik kararı verildi, bunun arkasındaki güçler açığa çıkarılmadı, şimdi benzer olayı Suruç’ta yaşadık” diyerek AKP Hükümeti’nin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin resmen Suriye Kürdistanı’nı tanıması ve PYD PKK’sını meşrulaştırıp muhatap alma çağrısı yapmaktan sakınmamıştı. Bunların Güneydoğu’muzu da Büyük Kürdistan’ın (Küçük İsrail hazırlığının) bir parçası yapma hesapları da böylece ortaya çıkmıştı.
Bir zamanlar sağ-sol kamplaşması ve çatışmasıyla Türkiye’yi parçalama hesabı yapanlar, binlerce gencimizi birbirine kırdırıp hain amaçlarına yaklaşmışken 12 Eylül müdahalesiyle bu şeytani hesapları akim bırakılan küresel çevreler ve işbirlikçileri şimdi aynı oyunu Güneydoğu’da ve Kürtler üzerinde sahneye koymuş bulunmaktadır. Komünist-anarşist düşünceli PKK-BDP karşısına, güya İslamcı Kürtleri (Hüdapar) çıkartıp çarpıştırarak bölge halkını tedirginliğe ve teslimiyete zorlamaktadır. Daha önce Diyarbakır’daki HDP mitingini kana bulayan IŞİD üyesi Orhan Gönder’in terörden arandığı ortaya çıkmıştı. Oysa saldırıdan iki gün önce polisler, Gönder’in yoklama kaçağı olduğuna dair tutanak tutmuşlardı. Diyarbakır’da 4 kişinin hayatını kaybettiği, 414 kişinin yaralandığı HDP mitingine bomba koymakla suçlanan Orhan Gönder (20), saldırının ardından Gaziantep’te yakalanmış bu şahsın ‘terör nitelikli kayıp şahıs’ olarak arandığı ortaya çıkmıştı. Oysa saldırıdan iki gün önce kaldığı otele gelen polisler, Gönder’in ‘yoklama kaçağı’ olduğuna dair tutanak tutup bırakmışlardı, bu nedenle Diyarbakır polisi ihmalle suçlanmıştı.
AKP milletvekilinden gelen açıklamalar haklıydı! “Kısa sürede Suriye’ye benzeyeceğiz!”
AKP Mersin Milletvekili Muhsin Kızılkaya, Suruç’ta SGDF’li gençleri hedef alan bombalı saldırının ardından yaptığı açıklamada, “Çok kısa sürede Suriye’ye ya da bölgedeki başka ülkelere benzeme yolundayız. DAEŞ parmağı olduğu kesin bir hadiseyle karşı karşıyayız. Bu olayların Suruç’la bitmeyeceğini de bilmek lazımdır” itirafları dikkate alınmalıydı.
Artık batı bölgelerinden getirilerek Kilis ilimize konuşlanan tankların namluları Suriye’ye çevrilmiş durumdaydı. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) tarafından Suriye sınırına sevk edilen tank, obüs topları, füze ve topçu bataryaların yerleştirilmesi yoğunlaşmıştı. Tanklar ve zırhlı personel taşıyıcıları, belirli aralıklarla Türkiye-Suriye sınır hattına konuşlanmıştı.
Kur’an’ı Kerim, öncelikle bize en yakın tehdit ve tehlike oluşturan düşmanla savaşmamız ve etkisiz kılmaya çalışmamız gerektiğini emir buyurmaktadır. “Ey iman edenler inkâr (ve isyan) edenlerden (tehdit, tecavüz ve tehlikesi) size en yakın olanlarla (öncelikle) çarpışın; ki siz de caydırıcı ve saldırganların umutlarını kırıcı sert ve net bir kuvvet ve ciddiyet bulsunlar (ve ağızlarının payını alsınlar)” (Tevbe: 123) Şu anda Türkiye için asıl ve acil tahribat unsuru ve ülkemizi bölme tertibatı oluşumu PKK ve PYD olmakta, IŞİD (DAEŞ) ise görünüşte PKK ve PYD ile çarpışmakta, ama gerçekte ve neticede onlara alan açmakta ve meşruiyet kazandırmaktadır. Peki Amerika ile stratejik müttefik olanların, ABD güdümlü IŞİD ve PKK-PYD ile güya mücadele etmesi, ahmaklık mıdır, halkı aldatmak mıdır?
“Günümüzde Ortadoğu’da ve İslam coğrafyasında yaşadığımız olayların özünde, Irkçı Emperyalizmin üstün ırk inanışı gereği yürüttüğü BOP planı bulunmaktadır. Bu, Beni İsrail için gerçekleşmesi gereken bir inançtır. Bu inançtan taviz vermelerini veya vazgeçmelerini beklemek ahmaklıktır. Bunun için, Fırat’tan Nil’e kadar bütün Ortadoğu’yu kapsayan -Kıbrıs ve Kuzey Doğu Anadolu’muz da dâhil olmak üzere- vaat edilmiş toprakların tamamını içine alan “Büyük İsrail”i kurmak temel amaçlarıdır. Bu gün ABD, AB ve İsrail koalisyonu, Büyük İsrail’i kurmak için kolları sıvamıştır ve gerekenleri yapmaktadırlar. Bir zamanlar Sn. Erdoğan’ın eş başkanlığını yaptığı yayınlanan BOP haritası adım adım hedefine yaklaşmaktadır. Irak parçalanmış, Afganistan işgale uğramış, Mısır kontrol altına alınmış, Yemen dağıtılmış, Suriye bölünüp parçalanmıştır. Türkiye’nin güneyinde yeni bir Kürt devleti kurulmaktadır. Hedefteki ülke Türkiye, bölünmenin eşiğine gelip dayanmıştır. Çünkü BOP için Türkiye’nin bölünmesi, parçalanması şarttır. Türkiye, bunun için Suriye bataklığına çekilmeye çalışılmaktadır. Türkiye, Suriye’ye girdiğinde karşısında ABD’yi, AB’yi, Rusya’yı, İran’ı, Çin’i bulacaktır. Böylelikle bu ülkelerin eline Türkiye’ye saldırma ve BOP için bölme ve parçalama imkânı verilmiş olacaktır. Saddam’ı Kuveyt’i işgale teşvik edenlerin, sonrasında Saddam’ı idam ettiklerini ve Irak’ı üçe böldüklerini unutmamalıdır. Büyük İsrail için büyük savaş kapımızdadır. Ülkeyi yönetenlerin bu gerçeği görmeleri ve bir an önce Milli Görüşe dönmeleri son çıkış şansıdır” tespitleri yerden göğe haklıdır.
Bu yılki Bilderberg’te “Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkı” mı tartışılmıştı?
Dünya tekelci milyarderlerinin ekonomik programlarını pazarlayan siyasi örgütlerden birisi ve en önemlisi Bilderberg kuruluşu olmaktaydı. Gözlerden ırak, polis kontrol ve güvenliğin kuş uçmaz kervan geçmez hale getirdiği Avusturya’nın, Telfs kentine yakın yüksek Alp dağlarının yamacına bina edilmiş İnteralpen Hotel Tyrol’da, bu yıl (2015) 11-14 Haziran’da Biderbergciler toplanmıştı. Örgüt toplantıları basına yasaktı. Örgüt toplantılarında konuşulanı dışarıya aktarmak yasaktı. Toplantıda kim neler anlatmış, paylaşmak yasaktı. Not almak yasaktı. Şeffaf olmak yasaktı. Görüntü almak yasaktı. Bu yılki toplantıya Türkiye’den katılacak ilginç isimler vardı. Nuray Mert, Gönenç Gürkaynak, İlhan Kesici, Ahmet Üzümcü, Soli Özel ve Selina Sayek Böke. Bilderberg’in müdavimi sıfatına haiz patron Mustafa Koç’un katılmaması olmazdı.
Soli Özel, Habertürk’te yazan gazeteci, Kadir Has Üniversitesi öğretim üyesi sıfatını taşımaktaydı. Aynı gazetede çalışan meslektaşı İzzet Çapa’ya binaen, Yahudi kökenli Soli Özel TÜSİAD danışmanı ve “yerine göre Alevi yerine göre de İslamcı” takınırdı.
Eski Elçi Yalovalı Ahmet Üzümcü Suriye ve İsrail’de görev yapmıştı. NATO nezdinde daimi temsilci olmuşlardı. Dışişleri Bakanlığı Müsteşar yardımcılığı, Birleşmiş Milletler Cenevre Ofisi nezdinde Türkiye daimi temsilciliği görevlerinde bulunmuşlardı. 2014’te Oslo’daki ofisinde sergilenen ödülü gösterdiği ABD Dışişleri Bakanı Kerry’den epey övgü almıştı.
Selin Sayek (Böke) çiçeği burnunda CHP İzmir milletvekili olmuşlardı. Selin hanım Arap Hıristiyan kökenli ve Hataylıydı. Rahmetli annesi Füsun Sayek, Türk Tabipler Birliği Başkanı’ydı. Dünya Bankası projelerinde danışmanlık görevlerinde de bulunmuşlardı. Bu danışmanlık görevleri kapsamında Güney Afrika, Doğu ve Orta Avrupa ekonomilerine dair projelerde çalışmış. IMF’nin Washington DC ofisinde Ekonomist olarak görev almıştı.
Ve işte ayarı ve astarı malum bu AKP’li ve CHP’li zevatın katıldığı bu yılki Bilderberg toplantısında “Kürtlerin kendi kaderlerini tayin hakkı”nın tartışıldığı ve önemli gizemli talimatların alındığı sızdırılmıştı. Tekrar hatırlatıyoruz “Suruç saldırılarını ve Kobani olaylarını Bilderberg’siz düşünüp yorumlamak, sadece şeytani senaryolarda figüranlık yapmaktır”.
Ya “Adil Düzen” Programları veya “IŞİD”in marazlı mantığı!
“İslam âleminin neredeyse tamamında ilim ve içtihatta, maalesef bir “kabz” ve kısırlık hali yaşanmaktadır; akli, mutedil ve sosyal değişime açık bir çıkışa rastlanmamaktadır. (Oysa Adil Düzen projeleri bu konuda tek ve gerçek öneriler olarak ortada durmaktadır.) Genel ve içe doğru işleyen bu sıkışmışlık hali sağlıklı düşünenlerin, ılımlı ve olumlu seslerini kısmakta, savaş naraları atanları öne çıkarmaktadır. Tekfircilik, “Arap baharı” denen inficarın, sosyal ve politik patlamanın en şiddetli, en rijit ve en çok can acıtıcı versiyonunu oluşturmaktadır. Patlamalara yol açan faktörlerle tekfirciliği besleyen faktörler aynıdır. Küresel güçler Müslüman toplumların “kabz hali”nden “bast hali”ne geçişine fırsat tanımadılar; Arap monarşileri otokrat rejimler için kasalarını açtılar; Yeni Osmanlıcılık hastalığına yakalanıp oyalanan Türkiye ve Yeni Safevilik hastalığına yakalanan İran basiretli davranamadı; Tunus ve Mısır’da yeşeren umutlar bastırıldı. Böylece kelamı ve fıkhı meşruiyet aracı olarak kullanan askeri Selefiliğin bir anda yükselişe geçmesi sağlandı.
Tekfirciliğe ve IŞİD vahşetine yol açan sebepler şunlardır:
1) Adaletsiz, baskıcı ve ahlaken yozlaşmış, toplumsal düzenlerin değişme umudunun azalması. Yönetimlerin rüşvet ve yolsuzluklara batmış yöneticilerin elinde olması.
2) Küresel güçlerin küstahça ve utanmazca İslam dinini aşağılamaları; İslamofobi üzerinden politika dayatmaları ve kasıtlı olarak Müslümanları şeytanlaştırmaları.
3) Amerika’nın önderliğinde Batı dünyasının askeri işgalleri ve işgallerin dehşet verici ortamında kitlesel olarak süren sivil katliamlar; göçler ve milyonlarca mültecinin yürekler acısı sefalet manzaraları.
4) Guantanamo vb. insanlık dışı toplama kamplarında, Ebu Gureyb vb. cezaevlerinde işlenen işkence suçları. Filistin sorunu ve Gazze’nin tamamının bir temerküz kampı olarak tutulması, kimsenin buna son verecek gücünün olmaması infial ve isyanı kışkırtması.
5) Müslümanların basit ve fasit mezhep ve etnik çatışmaların içine girmeleriyle hiç değilse tarihtekine benzer bir arada yaşama reflekslerini kaybetmiş olmaları.
6) Mezhep ve etnik çatışmalarda, Suriye, Irak, Yemen, Libya ve Afganistan’da süren iç savaşlar dolayısıyla -tıpkı Cemel ve Sıffin’de olduğu gibi- “birbirlerini öldüren Müslümanların Allah katındaki hükümleri nedir?” sorusunun bir kere daha gündeme gelmiş olması. Bu soruya cevap aranırken Sünni ve Şiilerin tarihsel kelamlarının yetersiz kalması dolayısıyla yine Harici paradigmaya dönülmesi: Yani “amel yoksa iman da yoktur” fikrinden hareket edildiğinde, ameli salih olmayanların imansız (rafızi, müşrik ve mürted) sayılması.
7) İyi niyetli insanların İslami nassları yanlış yorumlayıp konumlarına ve maksatlarına uygun hükümler çıkarmaları; bu arada siyasilerin de kasıtlı olarak dini istismara kalkışmaları” diyen Ali Bulaç doğru tespitler yapmakta, ama bir türlü doğru teşhis ve tedaviyi ortaya koymamaktadır. Oysa Milli Görüş ve Adil Düzen yegâne huzur ve kurtuluş programları sunmaktadır.
PYD’nin iktidar alanını ABD hazırlamıştı!
Şimdi kalkıp “Türkiye’nin güneyinde bir devlet kurulmasına asla müsaade etmeyiz. Bu böyle biline!” diyen Sn. Cumhurbaşkanı ve AKP iktidarının kurmayları, neden acaba Erbakan Hocamızın 23 yıl önce söylediği “Haçlılar İsrail’in güdümünde bir Kürdistan kurulması için şöyle şöyle senaryoyu harekete geçirecekler! Bunu önlemenin yegâne yolu Türkiye, İran, Irak ve Suriye’nin toplanıp çözüm üretmesidir!” uyarısını 13 yıldır neden hiç dikkate almamışlardı.
22 İslam ülkesini parçalayıp, doğumuzu ve güneydoğumuzu da koparmayı amaçlayan, Büyük Ortadoğu Projesi’nin Eşbaşkanlığı’nı almaktan bile sakınmamışlardı. Irak’ın işgali için Haçlılara yardımcı olmuşlar, Irak’ın kuzeyinde bir devlet kurulması kırmızı çizgisini yalayıp yutmuşlar. Kurulan devletle ile ilk ilişkileri resmen kendileri başlatmışlardı.
Türkiye-Suriye sınırındaki mayınlı arazinin temizleme işini Yahudi firmalara vermeye kalkışmışlar, Milli Görüş “bunun anlamı burada bir devlet kurmaya teşebbüstür” diye meydanlara da inerek şiddetle uyarmış, ama aldırmamışlardı. Esad rejimi, 19-24 Temmuz 2012 tarihleri arasında, Amerika’nın dayatması, Rusya’nın da onaylaması ile yaptığı bir anlaşmanın sonucu olarak, Rojava’nın büyük bir bölümünü, Cizire, Kobani ve Afrin’i nerdeyse savaşmadan Suriye PKK’sı olan PYD’nin kurduğu YPG’ye bırakmış ve Suriye ordusu, donanım ve cephanesinin büyük bir bölümünü bırakıp bölgeden çıkmıştı. Ancak rejim hava alanı, tren garı resmi daire binası ve kamışlı şehrindeki stratejik açıdan önemli noktaları hala elinde tutmaktaydı. Yani PYD, Kürtler’in başka halklar ve azınlıklarla beraber yaşadığı bölgelerde oluşturduğu iktidarını, asıl olarak bu anlaşmayı Esad rejimine dayatan Amerika’ya borçlu bulunmaktadır.
“Gerçek olan durum şu: Önce, Irak sınırı için “kevgire döndü” deniliyordu. Buna Suriye sınırımız da eklenmiş bulunuyor. Denetimsiz, kontrolsüz birileri giriyor-çıkıyor, sınırlarımızı korumakla görevli olanlar da bu duruma seyirci kalıyor. Sınır ötesine geçen Türk vatandaşları da IŞİD ya da PKK için savaşıyorlar. Cenazeleri ülkemize getirildiğinde de belli çevreler onları “şehit” sayıyor. Sınır ötesine savaşmak için geçilmekle kalınmıyor. Teröristlere Türkiye üzerinden mühimmat, silah ve gıda ikmali de yine aynı örgütler aracılığıyla gerçekleştiriliyor. Yani terör örgütleri, yeterli önlem alınmadığı için topraklarımızı lojistik merkezi olarak kullanıyor. Terör örgütü PKK’lıların silahlarıyla Güneydoğu’da rahatça dolaşmalarına seyirci kalınıyor. Onlar yöre halkı üzerinde “baskı aracı” olarak sağda-solda dolaşıyor, propaganda yapıyor, eli silah tutan gençleri sınır ötesindeki çatışmalara götürüyor. Terör örgütü IŞİD’e de yine Türkiye üzerinden önemli katılımlar oluyor. Yani, başka bir ülke toprağında bu ülkenin vatandaşları ölüyor, öldürülüyor. “PKK ve yandaşlarının 6-7 Ekim’de gerçekleştirdikleri kalkışmaya benzer bir girişimi her an başlatacakları bekleniyor. Yalnız onlar değil IŞİD’in de bazı bölgelerimizde her an kanlı eylemlere girişebileceği değerlendiriliyor. O yüzden, istihbarat birimlerimizin ’muhalifleri’, ’hayali örgütleri’ değil, gerçek örgütlerle bağlantılı olanları ve perde arkasındaki küresel patronları saptaması ve hükümetin buna göre stratejik politikalar oluşturması gerekiyor.
Batı güdümlü ve dinci görünümlü örgütler arasında işbirliği ’cihat bölgesi’ olarak adlandırdıkları Afganistan’da, Bosna’da, Çeçenistan’da, Irak’ta başlamıştı. O yüzden her ülkede, o örgüt adına eylem yapmaya hazır hücreler bulunuyor. IŞİD’e Türkiye’den katılımlar daha çok Gerede, Karamürsel, Yalova, Bursa, Adapazarı, Bolu, Ankara ve Adıyaman’dan oluyor. Bu örgüte ilgi duyanların oranı da yüzde 6 civarında olduğu yazılıp konuşuluyor. Bugün radikalizm yani aşırıcılıkla birlikte şiddette de büyük bir artış görülüyor. Şiddetin artışı, tedhiş, terör hareketlerinin evrensel boyut alması, izan ve vicdan sahibi herkesi ortak bir tavır almaya zorluyor. Günümüzdeki olaylar Hasan Sabbah misali bir eylem değil bunlar bir çeşit ’Terörist Gruplar Konfederasyonu’dur. Bu konfederasyonun başındaki adamlar çok zekice hareket ediyorlar, bir nevi korku imparatorluğunu kurmuş bulunuyorlar” tespitleri doğrudur. Ama eksik ve yarım anlatılan doğrular yanlış yorumlara ve yararsız tepkilere yol açmaktadır. Bütün bu kaos ve kargaşanın arkasındaki BOP gibi Siyonist planlar, ABD İsrail ve AB’nin küresel hesapları niye hiç gündeme taşınmamaktadır. Tek kurtuluş çaresinin Erbakan’ın İslam Birliği ve Adil üzen projeleri olduğu niye hiç konuşulup tartışılmamaktadır.
Türkiye’nin haritası değişince mi akıllanacaksınız?
“Türkiye’nin sınırın diğer tarafında “güvenlik bölgesi” kurma hakkı bulunmaktadır. Buna uluslararası hukuk olarak da karşı karşıya bulunduğu tehditler açısından da hakkı vardır. Bu hak kimse tarafından sorgulanamaz. Türkiye’nin fiili ve “çok yakın tehlike”ye karşı bir “öz savunma” hali nedeniyle meşru müdafaa hakkı vardır. İki milyon kişiyi barındıran bir ülkenin dört milyon daha mültecinin sınırlarına dayanması ihtimaline karşı da böyle bir hakkı vardır. Irak’tan Akdeniz’e kadar olan sınırın diğer tarafını Türkiye karşıtı bir cepheye dönüştürme projesine müdahale de bir “öz savunma”dır. Bir ülke böyle bir savunmayı yapmayacaksa, acizdir, zayıftır.
Birileri Ankara’yı vurunca mı? (uyanacaktık!)
Türkiye uzunca bir süredir, siyasi olarak etkisini bölgeye, bölgenin de dışına, çok uzak coğrafyalara ulaştırmayı başarmıştır. Ancak bunu güvenlik alanında maalesef ortaya koyamamıştır. Siyasi ve ekonomik olarak dışarıya yönelen Türkiye’de güvenlik tam tersi ihmale uğramış, bırakın sınırlarının ötesini, her bölgesel krizde biraz da içe kapanmıştır. Bu hastalıklı bir tavırdır. Şu an Suriye konusunda da bu yaşanmaktadır. Garip bir tedirginlik, ürkeklik, umursamazlık… Bu ülkenin güvenlik birimleri, askeri güvenlik stratejilerinin gösterdiği doğrultuda Türkiye’yi alarma geçirmiş olmalıydı. Daha ne olacaktı. Birilerinin gelip İstanbul’u bombalaması ve Ankara’yı vurması mı lazımdı” diyen sevgili İbrahim Karagül’e bir sorumuz olacaktır:
“TSK, IŞİD ve PYD gibi ayak takımıyla çarpıştırılmak ve yıpratılmak için mi Suriye’ye sokulmalıydı, yoksa BOP’u hazırlayan ve AKP sayesinde uygulayan ABD, İsrail ve AB güçleriyle kapışmayı ve tarihi hesaplaşmayı göze alarak mı böyle bir müdahaleye kalkışmalıydı?”

CÜBBELİ AHMET “BEL’AM”CIK’I VE MAHMUT EFENDİ YAKINLARINA UYARI!
FETULLAH GÜLEN DOSYASI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
Dünyanın Fikri Değişimi Türkiye’den, FİİLİ DEĞİŞİMİ İSE FİLİSTİN’DEN BAŞLAMIŞTIR!
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’A İFTİRALARI
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
Anlaşılan amaç Özel'i bir şekilde aday yaptırıp tekrar kolaylıkla iktidarı sürdürmek. Tabi bu hizmet! falan…
Milli Çözüm, “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, Kripto Yahudiler ve Pakraduniler” kitabında yakın siyaset tarihimizi doğrudan ve derinden…
Siyonizmi en iyi tanıyan ve tanıtan üstadımızdan sistemler değişse de güncelliğini asla yitirmemiş bir şiir.…
Sn. Kılıçdaroğlu'na önlem olarak getirilen Özgür Özel, CHP'nin Kılıçdaroğlu ile başlayan ve olumlu yönde gelişen…
Bu yüzyılda Hak davaya önderlik eden Necmettin Erbakan ve Onun Adil Düzen plan ve programlarıdır.Elbette…
Halkı yıllarca IMF ve AB uyum yasaları arasına sıkıştırılan güçlerin emrindeki yöneticiler ; canım ülkemi…
İSRA SURESİ 71. AYETİN HIŞMINA UĞRAMAMAK İÇİN ASRIMIZA VE KUR'AN'A TERCÜMAN OLAN MİLLİ ÇÖZÜM'E TÂBİ…
TUTARSIZLIK = KILIÇDAROĞLU KORKUSU!.. ÇÜNKÜ KILIÇDAROĞLU MİLLİ MUTABAKAT TARAFTARIYDI!... Özgür Özel CHP'sinde evet bir tutarsızlık…
Saf 8 يُر۪يدُونَ لِيُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَاللّٰهُ مُتِمُّ نُورِه۪ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ Onlar, Allah'ın…
Tarihten günümüze hak davaya katılmış belli mevkilerde görev almış,farklı teşkilatlarda cemaatlerde bulunmuş olduklarını anlarken Hakkın…