AHMET AKGÜL Hocamızın 28 Nisan-2 Mayıs Afyon Milli Çözüm Kampı Sohbet Konuşması (Video Çözümü)
Memleketin Manzarası
DERS VERMENİN TAM SIRASI!
İnşallah hayırlı ve yararlı olacak bu Milli Çözüm Eğitim Kampına, öncülük yapanlara, hazırlıklara katılanlara ve aileleriyle bu toplantılarımıza teşrif buyuranlara tebrik ve takdirlerimi sunuyor ve Cenab-ı Hakka sonsuz şükürlerimi arz ederek başlıyorum. 5 günlük program çerçevesinde Ekonomik Adil Düzen, Adil Düzen’de Siyaset ve Hükümet, Adil Düzen’de Eğitim Kurumları ve Kuralları ve Adil Düzen’de Ahlaki Yapılanma ve Sorumlulukları konularını kendi sahalarında uzman olan, bu konuları üniversitelerde doktora tezi olarak hazırlayan ve Adil Düzen ve Yeni Bir Dünya kitabımızın İngilizce çevirisini yapıp, inşallah 20 ülkede okunmasını sağlayan arkadaşlarımıza, ayrıca sohbetleriyle bizleri rahatlatacak değerli yazarlarımıza da teşekkür ediyor, bu eğitim kampımızın ve bilimsel toplantılarımızın başarılı ve aydınlatıcı olmasını diliyorum.
Önce “burada ne arıyoruz?” sorusunun yanıtıyla başlayalım. Hem dünyada, Milli birlik ve dirliğimiz, yani huzur, hürriyet ve haysiyetimiz için; hem de ahirette Rabbimize hesap vereceğimiz için, bir sorumluluk duygusu ve dayanışma gayesiyle toplanıyor ve işte bu nedenle Milli Çözüm Dergimizi çıkarıyoruz. Özellikle “Manevi tamirat kılıflı İslami tahribat” yapanları uyarmaya ve topluma tanıtmaya çalışıyoruz. Kur’ani ölçülere göre ve halis niyetlerle yaptığımız takdirde, bu çabalarımızda isabet edersek iki, yanılırsak bir sevap alacağımızı umuyoruz. Bu bağlamda Dine ve davaya zarar verdiğimiz zannıyla bize karşı çıkanlara da peşinen teşekkürlerimizi sunuyor ve hakkımızı helal ediyoruz. Ama lütfen bu kararı vermeden önce bir sefer olsun yazıp konuştuklarımızı okumalarını istirham ediyoruz.
Aziz dostlar! Bir davanın dertlisi olmayan derinliğine varamaz! Rahmetli Erbakan Hocamız, imamımız ve üstadımız; “Cihat delisi olanlar kazanır!” buyururlardı. Cihat delisi olmak; farklı din ve düşünceden, ayrı kültür ve kökenden bütün insanların mutlu ve onurlu yaşayacağı bir Adil Düzeni kurma sevdasını taşımak, yani kutlu davasına ve Mehdiyet inkılâbına âşık olmaktır. ÇİN’de, çok yüksek teknolojik araçlar ve bilimsel araştırmalar sonucu “Bir kadına âşık olanların ve bir konuya tutkuyla bağlananların beyinlerinde en az 15-20 merkezin uyanıklığı aktif olduğu, buna karşılık dertsiz ve ilgisiz insanların beyinlerinde sadece bir iki merkezin hareketli bulunduğu” sonucuna varılmıştır. Yani Hak dava âşıklarının ve sadıklarının beyni bilinci, bilgeliği, feraset ve basireti artmaktadır.
Evet, Allah davasına sadık ve Mevla’sına âşık insanların; algıları, anlayışları, fıkıhları-yani kavrayışları ve olayları yorumlama zekâları nurlanıp açılmaktadır. Bakınız Frankfurt’ta, Avrupa Merkez Bankası’nın açılışına karşı çıkan ve “Almanya tarih oluyor ve sömürü sermayesinin güdümüne giriyor!” diye, on binlerce kişinin protestosu acımasızca bastırılmış, onlarca polis arabası yakılmış, 50 kadar polis yaralanmış, 160 gösterici hastaneye kaldırılmış, 350 kişi tutuklanmış, ama hem Alman medyası hem de yerli Mason medyası buna gözünü kulağını kapamıştır. Ve daha acısı, “AB’ye girmek bizim stratejik hedefimizdir!” diyen AKP, hala dindar halkımızdan alkış ve oy almaktadır.
Hiç kimse kalkıp ta: Ya hu bugün hiç yüzü kızarmadan “Cemaat beni 11 yıl aldattı” diyenlerin yarın çıkıp: “Yahu şu Abdullah Öcalan da beni kandırıp kullandı!” demeyeceğinin garantisi var mı? diye sormamaktadır. Sn. Cumhurbaşkanı, kendi başlattığı ve en büyük başarısı saydığı Çözüm Süreci ve İmralı heyetiyle ilgili, daha şimdiden karşı tavır almaya ve bu girişimleri yanlış bulduğunu açıklamaya başladı. Acaba bu açık bir tutarsızlık mıdır, yoksa çifte standart yani ikili oynamak mıdır? İnşallah tarihi yanlışlık ve tahribatlarının farkına varmıştır! Hatta teröristbaşı Öcalan’ın Nevruz gibi mesajları önce Hükümet’e ulaşmakta düzeltilip değiştirilmeler yapılmakta, sonra halka okunmakta; ama hiç utanmadan bir de AKP’li yetkililer kalkıp bu mesajlara karşı çıkmaktadır.
Siyonist senaryoda dindarlık rolü oynayanlar münafıktır
Maalesef bütün dünya bir Siyonist tiyatrosuna çevrilmiş durumdadır. Bu zulüm ve sömürü tiyatrosunda, Siyonist Yahudilerin yazdığı senaryoda, devlet, parti (siyaset) ve büyük şirket yöneticilerinin kimisi Hıristiyanlık, kimisi Müslümanlık, kimisi Putatapıcılık, kimisi solculuk kimisi de sağcılık rolü oynamaktadır. Halk ise kendilerinden sandığı bu yöneticilerin kurusıkı palavraları ve gönül okşayıcı propagandaları ile oyalanıp avutulmaktadır. Gizli Dünya Devleti; dolardan modaya, finans kurumlarından medyaya, silah ve sanayi fabrikalarından sinemaya, Birleşmiş Milletlerden NATO’ya, GDO’lu gıdadan meşrubatlara hemen her şeyi kontrolüne almış bulunmaktadır. Bugün insanlık ekonomik ve siyasi yönden bunalmıştır, sosyal tufanlar başlamıştır, özellikle İslam coğrafyası anarşi, iç savaş, işgal altında buhrandadır. Artık tarihi bir patlama ve hesaplaşma kaçınılmazdır, mevcut Siyonist sistem mutlaka yıkılacak, Adil Düzen kurulacaktır. Bu kutlu dönüşüm, derin dengelerin yer değiştirmesi şeklinde olacak ve umarız kan dökülmeden başarıya ulaşacaktır. Çünkü, ABD, İsrail ve NATO güçlerinin; nükleer başlıklı füzelerini ve diğer saldırı sistemlerini kilitleyip çalışmaz hale getirecek, uçak gemilerini ele geçirecek teknoloji harikaları hazırlanıp tamamlanmıştır.
Bütün dünya, 13 Yahudi ailesinin çiftliği konumundadır.
Sivil toplum örgütü İntermon Oxfam‘ın raporunda, dünyadaki zenginliğin neredeyse yarısının (yüzde 46) dünya nüfusunun yüzde 1’inin elinde olduğu ortaya çıkarılmıştı. Davos’ta, 22 Ocak’ta başlayan Dünya Ekonomi Forumu öncesinde ilginç kıyaslamalar yapılan raporda, dünyanın en zengin yüzde 1’lik nüfusunun zenginliğinin, dünya nüfusunun en fakir yarısının toplam zenginliğinin 65 katına denk geldiği açıklanmıştı. Raporda, dünyadaki fakir nüfusun yarısının gelirinin dünyanın en zengini olan 85 kişinin varlığına ulaşmadığı, 2009’dan itibaren ABD’deki yüzde 1’lik en zengin nüfus daha fazla zenginleşirken dünyadaki fakir nüfusun yüzde 90’ının daha da fakirleştiği aktarılmıştı. Dünyadaki sosyal dengenin geçmişte örneği görülmemiş bir şekilde bozulduğu saptanan raporda, zenginler ve fakirler arasındaki korkunç uçurumların, geri dönüşü olmayan bir sürekliliğe girme tehdidiyle karşı karşıya olduğu vurgulanmıştı. Raporun sonuç metninde “Ekonominin elit kısmı, ekonomi oyununun kurallarını istedikleri gibi değiştirebilmek için siyaset gücünü tutsak almıştır” tespiti yer almıştı. Bu raporda, dünyanın %1’lik en zengin tabakasının toplam servetinin yarıdan fazlasının 13 Yahudi ailesinin elinde bulunduğu gerçeği ise, malum korkular ve baskılar yüzünden saklanmıştı.
Sabah namazını, ama medya eşliğinde Hacı Bayram’da kılacak kadar dindar Davutoğlu, Siyonist CFR’ye sığınmıştı!
Siyonist sömürü sermayesinin güdümündeki ABD’nin faizleri arttıracağını açıklamasından sonra sıcak paranın yavaş yavaş kaçtığı Türkiye, yeni borçlar bulmak ve yabancı yatırımcıları Türkiye’den gitmemeye ikna etmek için küresel rantiyenin kapısını çalmıştı. Yahudi lobisinin en etkili ve tehlikeli kuruluşlarından CFR’nin (Council on Foregin Affairs-Dış İlişkiler Konseyi) 4-7 Mart tarihlerindeki yıllık kurumsal toplantısına “Onur Konuğu” yaftasıyla katılan Başbakan Ahmet Davutoğlu, hem Citibank ve Goldman Sachs gibi küresel rantiye şirketlerine, “Türkiye, ekonomik dinamizm ve siyasi istikrar açısından gelecek için size umut vadeden bir ülke, gelin yatırım yapın” diye yalvarmış, hem de yabancı yatırımcılar için referans niteliğinde olan Siyonist CFR’nin desteğini almaya çalışmıştı. Başbakan Davutoğlu, CFR’de“sözlüye kalkmış bir öğrenci” gibi Siyonist lobinin sorularını yanıtlamıştı. Davutoğlu, “Onur Konuğu” pozuyla katıldığı programın moderatörü CFR Başkanı Richard N. Haass’ın iç güvenlik paketine dair sorusunu yanıtlayıp, “komşularla sıfır sorun” palavrasıyla ilgili açıklamalar yapmıştı. Siyonist Haass, Türkiye’nin iç meselelerine dair soruların ardından daha da ileri giderek, Davutoğlu’nu, “Rusya ile ilişkilerinizde sorun yoksa, bu da bizim için bir sorun sayılır. Türkiye’nin Rusya’dan tam bağımsız hareket ettiğini savunuyorsunuz ama bizim buradan gördüğümüz doğalgaz ihtiyacınızın yüzde 60’ını Rusya’dan karşılıyorsunuz. Türkiye, Rusya’nın Ukrayna’da sebep olduğu sorundan dolayı izole edilmesini istemiyor” şeklinde suçlayacak kadar küstahlaşmıştı.
Faiz belası ve borç batağı
12 yıllık AKP iktidarı boyunca, halkımız kasıtlı ve planlı bir “Beyin yıkayıp faizli krediyle borçlandırma” süreciyle %80’i çoğu Yahudi olan yabancıların elindeki bankalara borçlandırılmış, Türkiye “gizli sömürge ülkesine” toplum ise, tüketim teşvikiyle “Siyonist sermaye kölesine” çevrilmiş durumdadır. Memurundan işçisine, esnafından köylüsüne, tam 16 milyona yakın insanımız; ev, araba, mobilya sahibi olma ve tatil yapma hevesiyle bankalara borçlandırılmış, yani faizci vahşi kapitalizmin uzaktan kumandalı kuklaları konumuna taşınmıştır. Böylece faizli krediye bulaştırılan her vatandaşın en az gelecek 10 (on) yılının bütün kazancı ve aylığı peşinen ipotek altına alınmıştır.
Bugün devlet dairelerinde, belediyelerde ve özel sektörde çalışan kesim, artık aybaşında bankamatik sıraları oluşturmamaktadır; çünkü maaşlarının tamamı zaten faizli kredi borçlarına mahsuben kesilmiş bulunmaktadır. Artık en zaruri ihtiyaçlarını bile karşılamakta zorlanan işçi ve memur kesimi, mecburen hanımlarına –ne olursa olsun- iş bulma telaşına kapılmakta, bu da aile yapısının sarsılmasına, yuvaların dağılmasına, psikolojik bunalımların artmasına ve kıskançlık katliamlarına yol açmaktadır; çünkü namus düşmanlarına ve fırsat istismarcılarına gün doğmaktadır.
Türkiye’yi yabancı kaynaklı ve ekonomikmen teslim alma maksatlı “karşılıksız sıcak para” ile aldatıcı ve günü kurtarıcı bir sahte rahatlık ortamıyla avutup oyalayan AKP iktidar kurmayları, hatta fiili Başbakan gibi davranan Sn. Cumhurbaşkanı ile, maalesef büyük payı yabancı ortaklı Merkez Bankasıyla giriştiği laf atışmaları –veya planlı danışıklı dövüş hesapları- sonucu hızla artan dolar yükselişi sonucu, sadece bir ayda borç toplamı tam 100 milyar dolar artmış bulunmaktadır.
Faizli kredi borcuna mahkûm edilen vatandaşlarda “AKP’ye oy vermeye mecburuz” algısı oluşmaktadır!
Faizli krediyle Siyonist sömürü sermayeli bankalara borçlandırılan 16 milyon vatandaşın 13,4 milyonunun AKP’ye, 1 milyon MHP’ye, 2 milyon kadarının CHP’ye oy verdiği hesaplanmıştır. Faizli kredi ile esir alınan vatandaşlarda: “istikrar bozulacak ve AKP iktidardan uzaklaşacak olursa, faiz puanlarının, dolayısıyla borç oranlarının kat kat artacağı, bunları ödeyemeyeceklerinden, EV ve ARABA’lara el konulacağı, bu nedenle AKP’ye mutlaka oy verilip istikrarın korunması gerektiği” algısı oluşturulmaktadır!
Canım bu AKP döneminde hiç mi iyi şeyler yapılmamıştı?
Evet, AKP iktidarları döneminde, duble yolarla şehirlerarası trafik oldukça rahatlamıştı… TOKİ’lerle halkımızın konut ihtiyacı önemli ölçüde karşılanmıştı… Hastane ve sağlık hizmetleri kolaylaşıp yaygınlaşmıştı… Pek çok ilimize havaalanları yapılıp ulaşım çabuklaşmıştı… Eğitimde imkân ve fırsatlar artırılıp yeni üniversiteler açılmıştı… Keyfi başörtüsü yasağı pek çok resmi kurumda kaldırılıp birtakım temel haklar sağlanmıştı… Sosyal yardımlarla birçok mağdur aileye el atılmıştı… Ancaaak… Bütün bunlar, kanser tümörleri bütün iç organlarını sararken ve kan damarları kangrenleşirken, hastanın ağrı-sızılarını dindiren uyuşturucular verilerek, yüzüne estetik yapıp pudra sürmekten ve güzel elbiseler giydirip süslemekten farksızdı!.
AKP “Dini siyasete”, Cemaat ise “Dini Siyonizm’e” alet edip riyakârlık yapılmaktaydı!
Recep T. Erdoğan, 30 Mart 2014 Yerel Seçim sonrası yaptığı balkon konuşmasında, başta Cemaat’e ve tüm muhaliflere yine ağır hakaretlerle saldırıyor, bir nevi intikam çığlıkları atarak “Bunların kaçmasına bile izin vermeyeceğiz, inlerine girip temizleyeceğiz!” şeklinde tehditler savuruyordu. İngiliz Financial Times, Başbakan’ın bu sözleri üzerine “Gülencilere yönelik sert önlemler geliyor!” şeklinde yorumlar yapıyordu. Özetle seçim zaferi sonucu yumuşaması ve her kesimi kucaklaması beklenen ve zaten öyle olması gereken Recep T. Erdoğan, tam aksine daha da şımarıp taşkınlaşıyor ve; “İşte bu (acı ve alçaltıcı akıbet) sizin yeryüzünde haksız yere şımarıp şaşırmanız ve azgınca ölçüyü kaçırıp taşkınlaşmanız dolayısıyladır!” (Mümin: 75) ayetinin tokadına uğrayacak günlere hazırlanıyordu.
Evet, hırsızlıkların, yolsuzlukların, hukuki suçların ve ahlaki sorumlulukların seçim sandığında alınan sonuçlarla aklandığı havası oluşturanların ve hele ülkesinin geleceğini ve güvenliğini, şahsi ikbal ve ihtirasları uğruna malum odaklara rüşvet sunanların, Allah’ın “KAHHAR” sıfatından ve şehit atalarımızın bedduasından asla kurtulamayacakları ve derbeder olacakları dönem yaklaşıyordu.
Sevr’in 62. ve 64. Maddeleriyle AKP’nin Meclis’ten çıkardığı kanun metni tıpatıp aynıdır ve Kürdistan kurularak Türkiye’nin parçalanmasını amaçlamaktadır:
Haçlı Müttefik Devletlerle, İttihatçı Osmanlı Hükümeti Arasında 10 Ağustos 1920’de Sevres’de İmzalanan Barış Antlaşması: Kesim III. Kürdistan Başlığı
Madde 62.
Fırat’ın doğusunda, ileride saptanacak Ermenistan’ın güney sınırının güneyinde ve 27. maddenin II/2. ve 3. fıkralarındaki tanıma uygun olarak saptanan Suriye ve Irak ile Türkiye sınırının kuzeyinde, Kürtlerin sayıca üstün bulunduğu bölgelerin yerel özerkliğini, işbu Antlaşmanın yürürlüğe konulmasından başlayarak altı ay içinde, İstanbul’da toplanan ve İngiliz, Fransız ve İtalyan Hükümetlerinden her birinin atadığı üç üyeden oluşan bir Komisyon hazırlayacaktır. Herhangi bir sorun üzerinde oybirliği oluşamazsa, bu sorun, Komisyon üyelerince,- bağlı oldukları Hükümetlerine götürülecektir. Bu plân, Süryanî-Geldanîlerile, bu bölgelerin içindeki öteki etnik ve dinsel azınlıkların korunmasına ilişkin tam güvenceler de kapsayacaktır; bu amaçla, İngiliz, Fransız, İtalyan, İranlı ve Kürt temsilcilerden oluşan bir Komisyon incelemelerde bulunmak ve, işbu Antlaşma uyarınca, Türkiye sınırının Iran sınırı ile birleşmesi durumlarında, Türkiye sınırında yapılması gerekebilecek düzeltmeleri kararlaştırmak üzere bu yerleri ziyaret edecektir.
MADDE 64.
İşbu Antlaşmanın yürürlüğe konuşundan bir yıl sonra, 62. maddede belirtilen bölgelerdeki Kürtler, bu bölgelerdeki nüfusun çoğunluğunun Türkiye’den bağımsız olmak istediklerini kanıtlayarak Milletler Cemiyeti Konseyine başvururlarsa ve Konsey de bu nüfusun bağımsızlığa yetenekli olduğu görüşüne varırsa ve bu bağımsızlığı onlara tanımayı Türkiye’ye salık verirse, Türkiye, bu öğütlemeye [tavsiyeye] uymayı ve bu bölgeler üzerinde bütün haklarından ve sıfatlarından vazgeçmeyi, şimdiden yükümlenir.
Türkiye’de, maalesef sözde farklı halklara kendi geleceklerini belirleme (Self- Determinasyon) hakkı veren ikiz sözleşmeleri ANAP-DSP-MHP koalisyon hükümeti zamanında 15 Ağustos 2000 tarihinde imzaladı. Ancak bu Sözleşmeler 4 Haziran 2003 günü AKP iktidarınca 4867 ve 4868 sayılı kanunlar ile TBMM’de kabul edilip resmiyet kazandı.
İşte Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi:
Bölüm I: Madde 1- Halkların Kendi Kaderini Tayin Hakkı
1. Bütün halklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir. Bu hak vasıtasıyla halklar kendi siyasal statülerini serbestçe tayin edebilir ve ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler.
2. Bütün halklar uluslararası hukuka ve karşılıklı menfaat ilkesine dayanan uluslararası ekonomik işbirliği yükümlülüklerine zarar vermemek koşuluyla, doğal kaynakları ve zenginlikleri üzerinde kendi yararına serbestçe tasarrufta bulunabilir. Bir halk sahip olduğu maddi kaynaklardan hiç bir koşulda yoksun bırakılamaz.
3. Kendini Yönetemeyen ve Vesayet altındaki Ülkelerden sorumlu olan Devletler de dahil bu Sözleşmeye Taraf bütün Devletler, kendi kaderini tayin hakkının gerçekleştirilmesi için çaba gösterir ve Birleşmiş Milletler Şartının hükümlerine uygun olarak bu hakka saygı gösterir.
Kürt Açılımı; Erdoğan’ın mı, Öcalan’ın mı Planıydı?
Soralım, aklımızı ve vicdanımızı devreye sokalım:
•Abdullah Öcalan’ı, Türkiye mi ele geçirmişti, yoksa sinsi amaçlar ve koşullar altında ABD mi teslim etmişti?
•Öcalan’ın “derin devlet”le ilişkisi öteden beri tartışılagelmektedir. Asıl soru: Milli derinlerin mi, kirli ve hain derinlerin mi güdümündeydi?
•Kürt Açılımı, AKP’nin mi, PKK’nın mı projesidir? Öcalan mı Erdoğan’ın stratejik partneri, yoksa Erdoğan mı Öcalan’ın siyasi aletiydi?
•Hakan Fidan’lı MİT, eğer milli çizgide ve Öcalan üzerinden PKK’yı pasifize ve tasfiye sürecinde ise, ABD güdümlü Cemaat niye Hakan Fidan’ın ve dolayısıyla Erdoğan’ın aleyhine tertipler içindeydi?
•Ulusalcı Aydınlıkçılar, Öcalan’ın “devlete teslimiyet ve hizmetinden” mi, yoksa, O’nun Darwinist, komünist ve anarşist tavrını terk edip laik, demokratik Kemalist çizgiye gelmesinden mi endişeliydi?
•Acaba, AKP’sinden PKK’sına, İP’sinden Cemaat’ine, yani din sömürücülerinden devrim tacirlerine, bunların hepsi, Siyonist ve emperyalist Gizli Dünya Devleti’nin “sağcı, ulusalcı ve ılımlı İslamcı” figürleri, Türkiye’de milli inkılâbın ve gerçek İslam’ın engelleri miydi?
Bu güne kadar ne Filistinlilere kan kusturan İsrail canilerine, ne Irak’ı cehenneme çeviren Amerikan Conilerine, ne de kendi ülkemizde Müslümanlara zulmeden kesimlere asla reva görmedikleri “Allah evlerine ateş salsın, yuvalarını başlarına yıksın, onlarda dirlik-düzen bırakmasın!” şeklindeki bedduaları, menfaat kumpasları biraz zarar görünce Recep Tayyib’e ve ekibine yönelten Amerikan dostu (Evliya üş-Şeytan) Fetullah Gülen’in Zaman Gazetesi, daha düne kadar “Büyük barışma, tarihi uzlaşma!” diye sahip çıktıkları “açılım” yüzünden şimdi “Öcalan: Devlet heyetiyle görüşmelerimiz olumlu geçiyor” diyerek, AKP’yi PKK ile görüşüyor bahanesiyle kötülemeye girişmişti. “Terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın yeğeni Dilek Öcalan, İmralı Adası’na yaptığı ziyaretin ayrıntılarını anlattı. Dilek Öcalan, Abdullah Öcalan’ın, kendisine, devlet heyeti ile yapılan son görüşmelerin iyi geçtiğini söylediğini aktardı” diyen Zaman’ın ikiyüzlülüğü dikkat çekmekteydi.
Bazılarına göre; Öcalan eve çıkarılacak, çözüm sürecinde cesur(!) adımlar atılacaktı!?
Çözüm sürecinde flaş bir adım atılacak; Öcalan ev hapsine çıkarılacaktı! Kulislere yansıyan çözüm sürecinde adım adım izlenecek yeni yol haritasında şunlar vardı:
. Bu yeni süreçte diyalog aşamasından müzakere aşamasına geçilecek somut adımlar atılacaktı.
. Bu adımların en önemlisi de Abdullah Öcalan’ın İmralı’da ev hapsine çıkarılmasıydı. Al Jazeera’nın haberine göre, Öcalan’ın ev hapsini geçireceği yer şimdilik Adalet Bakanlığı’na bağlı İmralı Adası’nda bulunan Mete Tesisleri olacaktı.
. Süreçte yeniden bir tıkanmanın olmaması durumunda, taraftarların talepleri “müzakere süreci dönemi”nde tek tek hayata geçirilip uygulanacaktı.
Al Jazeera Türk’ün edindiği bilgilere göre, bugün itibarıyla üzerinde anlaşma sağlanan önemli adımlar şunlardı:
1. HDP heyetine Hatip Dicle ve Ceylan Bağrıyanık dahil olacaktı.
2. Öcalan Kandil’e ‘mutlak eylemsizlik’ çağrısı yapacak, Kandil ise çağrıyı değerlendirip kararını açıklayacaktı.
3. Öcalan’ın çalışmalarına yardımcı olacak beş mahkûmdan oluşan sekretarya kurulacaktı. (İmralı’daki mahkûmlar yerine yeni mahkûmlar taşınacak, bunlar araştırma yapacak, kayıt tutacak ve Öcalan’ın yardımcıları olarak çalışacaklardı. Bu mahkûmlar örgütün cezaevlerindeki önemli isimlerinden oluşacaktı)
4. İzleme Kurulu oluşacaktı. (16 kişilik akil insanlar ve dışarıdan üç isim olacaktı. Bu isimlere Öcalan’ın onay vermesiyle birlikte kısa süre içinde kamuoyuna açıklanacaktı.)
5. Ağır sayılan PKK militanı hasta mahkûmlar serbest bırakılacaktı.
6. Öcalan ev hapsine alınacaktı. (Adalet Bakanlığı’na bağlı İmralı Adası’nda bulunan Mete Tesisleri hazırlanmaktaydı.)
7. Gazeteciler İmralı’ya giderek Öcalan ile görüşme imkânı bulacaktı.
8. Öcalan, silahsızlanma çağrısı yapacaktı. (Çağrıyı Kandil uygun bulursa örgüt militanları Türkiye’ye gelerek siyasete katılacaktı.)
9. Terörle Mücadele Kanunu’nda (TMK) değişiklik ile geri dönüş yasası Meclis’e sunularak çıkarılacaktı.
10. Türkiye’nin, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartındaki bazı maddelere koyduğu çekinceleri kaldıracaktı. (Böylece Özek Kürdistan’a resmiyet kazandırılacaktı.)
11. Genel af çıkarılacak, PKK anarşistleri, Özerk Federatif Kürdistan’ın “öz savunma ve güvenlik gücüne” katılacaktı!
Eski Milli Görüşçü, şimdi kirli düşüşçü, sözde ilim erbabı yalakalara sormak lazımdı:
• 12 yıllık iktidarı boyunca faizsiz düzen için hiçbir adım atmayan, hatta “faizi dünya gerçeği” sayıp meşrulaştıran ve yaygınlaştıran,
• Kur’an’ın, Resulüllah’ın, tarihi ve tabii hakikatlerin bize “sinsi ve tehlikeli düşman olduklarını sıkça hatırlatıp onları evliya edinmekten ve güdümlerine girmekten ısrarla sakındıran ve yasaklayan” Haçlı Avrupa Birliği’ne kuyruk olma gafletini hayatının stratejik gayesi sayan,
• AB talimatıyla Kur’an’ın “hayat ve huzur garantisi” olarak emrettiği idam cezasını çağdışı görüp askıya alan,
• Evli çiftlerin zina cezasını kaldıran,
• Eşcinsellik ahlaksızlığına meşruiyet kazandıran,
• Irak, Suriye ve Libya işgaline taşeronluk yapıp on binlerce masum Müslüman katline ortak olan,
Türkiye’nin milli ve yerli gerçek kalkınmasına engel olup, sanayi yatırımlarını ve fabrikalarını satıp kapatan, ülkeyi Siyonist sermayenin sıcak para esaretine sokup halkımızı faiz ve rantiye şehvetiyle yozlaştıran AKP iktidarının ve Sn. Erdoğan’ın bu korkunç tahribatlarına mazeret, hatta keramet uydurmasına şahit olunca hayretler içinde kalmamıza ve imani bir duyarlılıkla tepki koymamıza niçin bu denli karşı çıkılıp hücum edilmektedir? Gerçek dost, bütün bu vebal ve rezaletlere ve yaklaşan çok acı ve alçaltıcı akıbetlere karşı uyaran ve hakkı haykıran kimseler midir, yoksa yandaşlık ve yalakalık dürtüsüyle bunlara övgüler dizip makam ve menfaat devşirenler midir?
Şimdi bu zevata hatırlatmak farzdı:
• Hâşâ, Cenabı Allah mı dinini bırakmış ve Kur’ani hükümleri askıya almıştı?
• Hz. Peygamber Aleyhisselam mı sünnetini ve sistemini bırakmıştı?
• Muhterem Mezhep İmamlarının ve Müçtehit Ulemanın içtihatları mı artık boşa çıkmıştı?
• Yoksa AKP iktidarı, kurmay ve yandaş takımı mı sapıtmış ve hak yoldan ayrılmıştı?
Dilipak’ın itirafıyla: AKP zaten karanlık güçlerin bir planıydı!
Dilipak, Merkez Parti Genel Başkanı Abdurrahim Karslı’nın evinde özetle şunları anlatmıştı: Batılı ülkeler, 1990’lı yılların başlarından itibaren Türkiye’ye sıklıkla gidip gelmeye başlamıştı ve siyasal İslamcı gruplarla, bir takım taahhütler karşılığında yol arkadaşlığı yapmaya çalışılmıştı. Bu teklif önce Milli Görüş lideri Necmettin Erbakan’a yapılmış, O’nun kesinlikle reddetmesi üzerine arayışa giren ABD, İngiltere ve İsrail temsilcileri, aynı teklifi bu kez Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’e taşımıştı. Her iki isme yabancı odaklarca alınan taahhüt karşılığında destek çıkılmış ve AKP kurularak iktidar yolu açılmıştı. Dilipak da bunları doğrulamış, ama zoraki yorumlarla kıvırmaya başlamıştı.
Fetullah Gülen de Haham olacak mıydı?
Paralel yapının deşifre olmasıyla köşeye sıkışan Fetullah Gülen Türkiye’ye iade edilmemek için Kanada’ya gitme hazırlığına başlamıştı. Türkiye ile suçlularıiade anlaşması bulunmayan Kanada’ya daha önce de Tuncay Güney kaçmıştı. Verdiği yalan yanlış ifadelerle Ergenekon soruşturmasının başlamasını sağlayan ve ardından Kanada’ya kaçarak haham olan Tuncay Güney, paralel yapının elebaşı Fetullah Gülen’e ilham kaynağı mı olacaktı? Türkiye ile suçluları iade anlaşması olmayan Kanada’ya kaçmak isteyen Fetullah Gülen’e yakın isimlerin Kanada hükümetiyle temas kurup izin istedikleri ve Toronto’da ikamet yeri baktıkları ortaya çıkmıştı.
Elbette yaklaşan seçimler büyük bir fırsattır ve tabi imtihandır. Çünkü OY manevi emanettir, OY milli mesuliyettir, OY tarafımızı ve safımızı tercihtir; bu nedenle en haklı ve hayırlı zihniyet ve hedeflerin adresi olan SAADET PARTİ’mize mutlaka sahip çıkılacaktır. Ancak topluma ve tabanımıza güven aşılamak ve baraj çemberini kırmak için, partiye çöreklenen bazı yamuk kafalardan ve pinti politikalardan artık kurtulmamız da şarttır.
23 Şubat 2015 tarihinde (1 hafta öncesinde ve sonrasında da tekraren) bize telefon açan SP Elazığ İl Başkanı değerli kardeşim İbrahim Hacıbekiroğlu Bey:
“Teşkilat mensuplarımızın büyük çoğunlukla bizi 1. Sıra Milletvekili adayı yazdıklarını, fikren ve fiilen zaten birlikte olsak da, artık resmen de hizmete katılmamızı ve aramızdaki soğukluğun kaldırılmasını arzuladıklarını ve bu konuyu Oğuzhan Asiltürk’e de (telefonda) açtıklarını ve olumlu karşıladıklarını, bu nedenle Ankara’ya gidip bir kahvesini içmemizin çok iyi olacağını” belirtip kanaat ve kararımızı sormuşlardı. (Not: Bu görüşmeler ve karşılıklı söyleşiler her ikimizin cep telefonlarında kayıtlıdır.) Biz kendilerinin bu samimi arzularına ve duyarlılıklarına teşekkür ettikten sonra, haklı ve hayırlı davamıza resmen ve sorumluluk yüklenerek hizmet etmeyi bir şans ve şeref sayacağımızı belirtip şunları hatırlatmıştık;
“Merak ediyorum, bizim Genel Başkanımız Mustafa Kamalak Bey olduğu halde, neden bu konuları Onunla değil de, Onun altındaki istişare heyeti başkanıyla konuşmaktasınız? Sn. Kamalak, -hâşâ- sadece bir vitrin mankeni ve Oğuzhan Asiltürk’ün kuklası ise, bu toplumun partimize itibar ve itimat etmesini beklemekte ne kadar haklıyız? Allah’ın izni ve inayetiyle partimiz iktidar olacaksa, yetkili Başbakan Mustafa Kamalak mı, Oğuzhan Asiltürk mü olacaktır. Yani halkımız hangisine oy atacaktır? Oğuzhan Asiltürk bu denli mutemet ve mübarek bir insan ise, niye Aziz Hocamız kendisinden sonra Genel Başkanlığa Onu değil de, Sn. Mustafa Kamalak Beyi işaret ve tensip buyurmuşlardır? Biz evrensel proje ve prensiplere sahip bir siyasi cihat teşkilatı mıyız, yoksa Oğuzhan Asiltürk Tarikatı mıyız?” dedikten sonra kendilerine şu maruzatımızı aktarmıştık:
“Türkiye’nin en sıkıntılı ve partimizin en zayıf ilinde 1. değil, en son sıradan aday olmaya hazırım. Hiç aday yapılmadan da istediğiniz bölgede bütün gücümle çalışmaya varım ve bunu kutlu bir görev sayarım. 40 yıldır şahsıma yönelik bütün haksız suçlama ve dışlamaları da asla hesaba katmayacağım. Ancak Masonik ve münafık çevrelerce: “Bosna’ya yardım paralarını iç etti” “Partiye verilen devlet yardımını zimmetine geçirdi” şeklindeki haksız ve dayanaksız iddialara muhatap ve mahkûm olan Aziz Erbakan Hocamız’a yönelik: “Davaya hizmet için toplanan paraları -güya- el konulmasın ve zayi olmasın diye mala çevirip kendi üzerine tapuladı ve bunları çocuklarına miras bıraktı; Onlar da beytül malın üzerine yattı!” şeklindeki alakasız ve ahlaksız bir iftirayı hiç kimse yapmamış ve zalim çevrelerin ağzına sakız atmamıştır. Herhalde: bu iddia ve iftirada, asıl suçlanmak ve sorumlu tutulmak istenen çocukları değil, bizzat Erbakan olduğunu anlamamak için, ya AHMAK veya ALÇAK olmak lazımdır! Çünkü defalarca ve İslami kaynaklarıyla yazdığımız gibi “Beytülmalı, cihat paralarını, hatta ganimet paylarını, her ne sebep ve bahaneyle olursa olsun; kendi şahsi mülküne-zimmetine geçiren, vefatı ve tutuklanması halinde bunların hizmete iadesi için şahitli vasiyet belgesi ve durum bildirgesi düzenlemeyen yetkili kişiler, en büyük vebal altındadır ve açık hadislerle Hz. Peygamber Efendimizin lanetine uğramıştır!?”
Aziz Hocamız bu tür bayağılıklardan elbette uzak ve müstesna bir zattır. Öyle ise, ilk yapılması gereken ve bizim de kesin beklentimiz; Aziz Hocamızın ruhaniyetini töhmet altında tutan bu asılsız ve asaletsiz ithamların yalan ve yanlış olduğunun, Milli Gazetemizde ve TV5’te acilen yayınlanmasıdır.
“Yahu, şimdi bunların sırası mıdır, birlik dirlik zamanıdır!” gibi sözler, maalesef “hakarete mazeret kılıfı uydurmak” ve sorumluluktan kaçmaktır. Hocamız gibi Zat’a, hatta herhangi bir insana, böylesine iftiraları dışarıdakiler atarsa günah, içerdekiler atarsa mübah mıdır? Başkalarının haksız ve ahlaksız iddialarına karşı susmak “dilsiz şeytanlık” da, kendisini YİK Başkanı sayanların alakasız ve dayanaksız isnatlarına karşı el bağlayıp pusmak kahramanlık mıdır? Ya da, Erbakan’a asılsız isnatlarda bulunup töhmet altında tutmak bir hak da, Oğuzhan’ın bu iddiasına karşı çıkmak yasak mıdır? Bu nasıl bir vicdan, bu nasıl bir iz’an, bu nasıl bir İslam ve insanlık anlayışıdır? Yoksa bütün bunlar, Erbakan’a duyulan gizli kin ve intikam duygusunun dışa vurulması mıdır?
İşte AKP’nin Ahlâk Ayarı; Yetiştirme Yurtları ve Dış Politika Duyarsızlığı
Yapılan bilimsel araştırmalar, nikotin zehri içeren tütün yapraklarına ve esrar üretilen Hint Keneviri otlarına, böceklerin ve sineklerin bile konmadığını; hatta karınca ve haşaratın margarin gibi suni yağlara yaklaşmadığını ortaya çıkarmıştır. Oysa insanla hayvanın farkı; Hakla Batılı, doğru ile yanlışı, faydalı ile zararlıyı ayırmaya yarayan aklıdır. Hayvanların bile yaklaşmadığı zulüm ve zararlara bulaşan, hayrı ve şerri ayıramayan kimseler insanlık onurundan giderek uzaklaşmaktadır. Elazığ Palu kazasında yaşamış rahmetli Şeyh Mehdin Efendi, yeni kurdukları camilerinin açılışını yapmak üzere Karabegan’ın bir köyüne çağrılmıştı. Şeyh efendi, o köylülerin; faizcilikle uğraşan, komşular arasında fitne çıkaran ve başkasının namusuna kem gözle bakan huysuz ve soysuz bir adamı muhtar seçtiklerini haber almıştı. Camide İlk Cuma namazı kılındıktan ve ikram sofrasından sonra ilim ve hikmet ehli Rahmetullah Mehdin Efendiye yeni camilerini nasıl buldukları sorulunca verdiği yanıt herkesi şaşırtmıştı; “Çok güzel ve gösterişli yapılmış, ancak önemli bir husus eksik bırakılmış… Caminin içindeki dört duvarı boyunca yemlikler (ahırlarda hayvanların yemlerini yiyeceği özel bölümler) de tamamlansaydı daha iyi olacakmış!..”
Sözde dindar kahraman AKP İktidarı döneminde bütün milli ve yerli sanayimizin çökertilmesi, bütün fabrikalarımızın ve kazanımlarımızın yabancılara peşkeş çekilmesi yanında, ahlaki ve ailevi tahribat da korkunç boyutlara ulaşmıştı. Zina suç olmaktan çıkarılıp fuhuş yaygınlaştırılmış, eşcinselliğe meşruiyet kazandırılmıştı. İşte güya devletin denetimde ve AKP Hükümetinin gözetimindeki çocuk yetiştirme yuvalarının bir kısmı maalesef fuhuş merkezlerine ve gizil genelevine döndürülmüş bulunmaktaydı. Elazığ Harput Yetiştirme Yurdu’nda yıllardır devam ettiği anlaşılan ve bütün görevlileri açığa alınan tecavüz skandalı, bu dindar AKP’nin yüzkarası ve ahlâk aynasıydı. Ülkemizi, milletimizi ve ümmeti bu talihsiz gidişat ve tahribattan kurtarma umudu olması gereken Saadet Partisi ise, maalesef Oğuzhan Tarikatına çevrilmiş durumdaydı.
Milli Görüşçülerin Tarihi Sorumlulukları
Oğuzhan Asiltürk “tanık sıfatı”yla ve kendi iddialarıyla alakalı çağrıldığı savcılıkta ifadeye çağrılmış, Erbakan ailesiyle ilgili bütün tükürdüklerini yalamıştı!?
SP Genel İdare Kurulu üyesi (kendi tertibiyle YIK reisi) Oğuzhan Asiltürk de 12 Nisan 2012’de tanık sıfatıyla savcılıkta ifade veriyordu. Erbakan’ı 1954’ten bu yana tanıdığı için (Oğuzhan Bey gerçeği çarpıtıyor ve camiamızı yanıltıyordu. Çünkü S. Arif Beyin açık beyanına göre, Erbakan Hocamız 1970 yılına kadar kendisini tanımıyordu. M. Ç.) ailesini de yakından bildiğini belirten Asiltürk, Zeynep Erbakan’ın dilekçe verdiğindenhaberi olduğunu anlatıyordu. Çünkü zaten O’nu kendisi kışkırtıyordu. Zeynep Erbakan’ın dilekçesinin ardından Yüksek İstişare Kurulu’nu toplayıp Mehmet Altınöz ile Fatih Erbakan’ı çağırdıklarını, ama Fatih’in gelmediğini, Altınöz’e ise yalıyı sorduklarını belirten Asiltürk, “Kendisi ailesinin tasarrufları ile aldığını, zengin bir aileye mensup olduğunu söyledi” diyerek, aylarca “Erbakan cihat paralarını, mala çevirip üstüne tapuladı ve bunları çocuklarına miras bıraktı” iddialarının birer İftira olduğunu böylece İtiraf ediyordu. Milli Gazete Yazarımız Mevlüt Özcan Hoca bir rüyasını aktarmıştı: Cehenneme atılan bir tanıdık milletvekilini kurtarmaya çalışmış, ama görevli melekler mani olunca, O’nun günahını sormuşlardı. Melekler ise, “O Erbakan Hoca’ya atılan iftiraya inanmış ve yaymıştı” şeklinde yanıtlamıştı. Peki, şimdi Oğuzhan Asiltürk’ün yaptığı: “Erbakan cihat paralarını mala çevirip kendi üstüne tapuladı, onlar da çocuklarına miras kaldı” iftirasında susanların hali ne olacaktı?
Efendim, öyleyse Erbakan niye bunları etrafına toplamıştı?
Büyük liderler herkesi, kendi kabiliyeti ve karakteri doğrultusunda değerlendiren ve bu dengeleri gözeten zatlardır. Örneğin muhterem Süleyman Arif Emre Bey kendisi anlatıyor: “Biz MSP olarak Mason Hayrettin Erkmen’i, İsrail yanlısı diye gensoru verip düşürdük, Siyonistleri ürküttük; bir de kalkıp Konya’da Kudüs Mitingi yaparsak başımıza bela açarız!” diye, Erbakan Hocamızın ısrarlarına rağmen Konya Mitingine katılmıyor… Buna rağmen Hocam “Bir incele, kanunlara aykırı kısımlar var mı?” diye çekilen görüntüleri kendisine gönderince iyice afallıyor ve Hocamıza: “Biz sizi Nakşi bilirdik, ama siz mitingde on binlerce cehri zikir çektirmişsiniz!” gibi sitemleri ediyor..
İyi de Hoca partinin geleceğini ve güvenliğini S. Arif Emre Bey kadar düşünmüyor muydu? Kim bilir, belki de tasarladığını bildiği bir askeri müdahalenin, sonuçları itibariyle dinimize, devletimize ve milletimize daha büyük hayırlar getireceğini sezmiş bulunuyordu!? Oysa aynı muhterem, 1979’da genel başkanı olduğu MSP’yi kapattırmak için kendisine atfedilen bazı uydurma demeçlerin MGK’ya verildiğini duyunca telaşlanıp Hocamıza hatırlatmış, Hocamız da gidip Nahit Özgür Paşa’dan bu metinleri alıp okuyunca “Bu sözler şu anda Eskişehir cezaevinde bulunan Kadir Mısıroğlu’na aittir. Ama sizi yanıltmak için Sn. Süleyman Arif Beye aitmiş gibi gösterilmiştir” diyerek, Masonların tezgâhını bozduklarını da yine kendisi anlatmıştır.
Arif Ersoy’un tutarsızlığı!
“Hayatında hiç Erbakancı olmamakla” övünen ve bu sözleriyle “Erbakancıyım” diyenleri dolaylı biçimde tenkit eden (Oysa, Hanifi, Şafii, Kadiri, Nakşi ve Mevlevii olmak gibi Erbakani olmak ta bir meşrep ve meziyet tarifidir ve elbette caiz ve güzeldir) ve Erbakan Vakfı’nın akıldanesi ve akademisyeni bilinen ve üstelik Recai Kutan Bey’in başındaki ESAM’ın Genel sekreterliğini yürüten muhterem Arif Ersoy bile maalesef sonunda Rahmetli Hocamızın defaatle: “Bunlar Siyonizm’in işbirlikçi tahsildarları ve hidayetleri kararmış zavallılar” dediği AKP’den aday olmaktan sakınmamış ve bu tavrıyla nasıl bir adam olduğunu da ispatlamıştı. Acaba bu Hak davadan en başından kaytarıp ayrılanlar mı, yoksa en sona kalanlar mı daha bedbahttı. Zirveye yaklaşmışken kayıp aşağı yuvarlananlar mı, yoksa zorlu yokuşun henüz ilk basamaklarında iken vazgeçip kaçanlar mı daha çok hüsrandaydı? Birkaç puanla üniversite sınavını kazanamayanlar mı, yoksa zaten hiçbir iddiası bulunmayanlar mı daha fazla dizine vuracaktı? Ya Rab bu ne muazzam ve kül yutturulmaz bir imtihandı!.. Kaldı ki “(Aynı Kıbleye yönelmek) Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmek (tek başına) bir iyilik ve hayır (sayılmayacaktır)… …(Asıl iyilik ve şeref Hak uğrunda) Mücadele ve mücahadenin en kızıştığı (ve gevşeklerin kaçtığı) bir ortamda, zorlukların ve hastalıkların artması durumunda sabırlı ve sabit kalmaktır. Ve işte sadık ve sağlam duranlar da, samimi ve muttaki olanlar da bunlardır” (Bakara: 177. Ayetin başı ve son kısmı) Umarız bu dostumuzun vicdani ayarı değil, sadece makam ve menfaat damarı kaymıştı.
Erbakan Uçak Fabrikasını Türkiye’ye Taşıyacaktı!
“Ben Erbakan’a: “Ya hu şu siyaseti bırak, Evliya menkıbeleri anlatmaya bak!” dedim” diyecek kadar düşük ayarını ve ahlakını ortaya koyan Cübbeli Ahmet gibilerin Hoca’yı ve tarihi inkılâbını anlamaları için daha çok emek ve ekmek lazımdı. Başbakanlığı döneminde Erbakan’ın büyük bir gizlilikle yürüttüğü McDonall Şirketini satın alıp Türkiye’ye taşıma girişimi, uluslararası derin yapıları kuşkulandırmıştı. Harekete geçen küresel savunma lobisi, Türkiye’de 28 Şubat Darbe Planı yaparken, öte yanda büyük uçak firmaları McDonall Douglas’a hemen müşteri çıkıp bu yolu kapatmıştı. Böylece Yahudi Boing firması, McDonall’ı satın alarak merg denilen birleşmeye mecbur kalmıştı.
Erbakan’ın yerine, seçimsiz bir şekilde post modern darbe ile iktidara getirilen Anasol-D (Yılmaz, Ecevit-Sezgin) Hükümeti, bütün bu çalışmaları tarihin tozlu raflarına kaldırdıktan sonra THY için 4,5 Milyar Dolarlık 54 adet uçak alım işini yabancı firmalara aktarmıştı. O günden beri Türkiye, yolcu uçaklarını da, savaş uçaklarını da Batılılardan almakta, modernizasyonunu ise İsrail’e yaptırmaktaydı. Ve işte bu uçaklar da patır patır düşüp parçalanmaktaydı. Dindar kahraman rolü oynayan AKP iktidarları ise diğerlerinden daha Amerikancı ve Batı bağımlısı çıkmıştı. Velhasıl Cübbeli Ahmet gibi akıl ve irfan fukarası laf cambazlarının bir türlü kavrayamadığı Erbakan’ı Siyonist lobilerin beyin takımı çok daha iyi anlamış ve gerekli tedbirleri almışlardı. Hem imanen ve ahlaken, hem de ekonomik ve askeri yönden güçlü ve sözü geçerli olduğu içindir ki, her bağ bozumunda sınırı geçip gelerek kazançlarını yağmalayan Fransız çapulcularına karşı Osmanlı’dan medet bekleyen ve bir miktar askerle korunmalarını isteyen Almanlara, dönemin Padişahı “Askerimizi oraya yollamaya gerek yok, vereceğimiz birkaç çuval Yeniçeri kıyafetini korkuluklara geçirin, bu Fransız saldırganları durdurmaya yeter!” demiş ve gerçekten uzaktan bu kıyafetleri gören Fransızlar yıllarca Manhaim’e uğrayamamışlardı ve hala her yıl güz mevsiminde bu olayın kutlamaları yapılırdı.
Yegâne kuvvet ve kudret sahibi Cenabı Haktır ve zafer yakındır!
Türkiye’mizin genel manzarasını ve marazlı münafıkların tavrını resmetmemizin nedeni, sorunlarımızı kavramak ve sorumluluklarımızı kuşanmak amaçlıdır. Yoksa karamsarlık ancak iblis Şeytanına yakışır. Bize düşen iyi kimseler olmak ve iyiliklerin hâkim olması için çalışmaktır. Hatırlayacaksınız; iman, ilim, ittika, ibadet, infak, ihsan, ihlâs, iyilik ve istikamet gibi “9 i prensibi” olarak yazıp sınıflandırdığımız gerçekleri, Erbakan Hocamız üç-beş ay sonra, yeniden düzeltip düzenleyip bütün teşkilatlarımıza ders olarak anlatmaya başlamıştı. Bu hâşâ “bizden öğrendi” anlamını değil, bizim tasnif ve tespitlerimizi uygun ve makbul bulduğu ve manen tasdik ve takviye buyurduğu mesajını taşımaktaydı. Elbette şanlı askerimizle birlikte aziz milletimizin öncülüğünde yeni bir barış ve bereket inkılâbı kaçınılmazdır ve inşallah pek yakında bir ADİL DÜZEN devrimi yaşanacaktır.
Bizim millet anlayışımızı bir kere daha hatırlatmakta fayda vardır.
“Türk Milleti”: Necip Türk kavminin yüksek inancı, insani amaçları ve kahramanlık damarıyla; Anadolu’daki, Balkanlar’daki, Kafkaslar’daki, Ortadoğu’daki farklı köken ve kültürdeki insanları, İslamiyet mayası, adalet kimyası ve devlet-medeniyet DNA’sıyla meczedip bütünleştirdiği ve bütün dünyanın böyle bilip tarif ettiği, tarihi ve tabii gerçekliğin ifadesidir. Türk Milleti kavramı; Kürtleri, Çerkezleri, göçmenleri asla inkâr ve istihfaf (hafife alma) değildir; hatta hepsini barındıran ve onurlandıran bir tariftir. Anadolu coğrafyasını Türkiye, saydığımız asil ve aziz toplulukları Türk Milleti yapan bu şanlı ve şanslı kavmin varlığını ve kurucu rehberlik payını inkâr etmek, hem kaderin taksimine itiraz gafleti, hem de fiili birlik ve dirliğimizi dinamitleme girişimidir. Bunun yanında İslam’ı dışlayan veya “Türklüğün aksesuarı” gibi yaklaşan kesimler de, hem milletimize, hem de Yüce Dinimize karşı en büyük kötülüğü işlemektedir.
Örneğin Bediüzzaman Hazretleri başta 29. Mektup en az 20 yerde “Türk Milleti” tabirini kullanmakta, Türklerin İslamiyet’in en kahraman bayraktarı olduğunu hatırlatmakta ve beklenen büyük MEHDİYET devriminin kahraman Türk Ordusu desteği ile gerçekleşeceğini vurgulamaktadır.
Peki, ADİL DÜZEN nedir?
Biz görüşlerimizi, prensiplerimizi ve Adil Düzenimizi oluştururken, “Mutlak Doğru”ları esas alarak ve “Mutlak Yanlış”lardan sakınarak hareket etmekteyiz. “Doğru” ve “Yanlış” tespitinde ise şu beş değeri ölçü ediniriz:
1- Aklı Selim
2- Müspet ilim
3- Tarihi deneyim ve birikim
4- Vicdani kanaat ve tatmin
5- İlahi Din (Kur’an’ın muhkem ayetleri ve Resulüllah’ın (SAV) sağlam sünneti)
İşte bu beş temel ölçünün ittifakla; “Yararlı, hayırlı gerekli ve güzel” bulduğu şeyleri doğru; ve yine bu temel değer birimlerinin ittifakla, “Kötü, zararlı ve çirkin” bulduğu şeyleri yanlış biliriz. Çünkü Kur’ani kuralları dikkate almamak, imansızlık ve sapkınlık… Müspet bilimi ve aklıselimi hesaba katmamak, manyaklık ve mantıksızlık… Tarihi tecrübeleri ve vicdani kanaatleri önemli saymamak ise ahmaklık ve insafsızlık alametidir.
Müjde, Amerika’nın kozmik odaları, TSK’nın görüş alanındaydı!
Bir zamanlar, Türkiye’nin en mahrem sırları, gizli görüşme kayıtları, askeri üsleri ve tatbikatları, havadaki uçakları, karadaki tankları, denizdeki vapurları, hatta derin sulardaki denizaltıları… Hepsi ABD’nin “büyükgözü”nün görüş alanı içinde bulunmaktaydı. Ancak bu kez durum farklıydı; Genelkurmay, kuruluş çalışmalarını ve amacı 2013 başında açıklamıştı: Görüntü istihbaratı, güvenli haberleşme ağı, balistik füze tehdidine karşı erken ihbar-ikaz alarmı sağlayacak, her coğrafya ve koşulda en verimli şekilde çalışacak olan, Göktürk-2 uydusu 18 Aralık 2012’de yörüngeye oturtulmuş bulunmaktaydı. Ve ardından Hava Kuvvetleri bünyesinde stratejik merkez kurulup çalışmaya başlamıştı: Keşif Uydu Komutanlığı!
TSK’nın Uydu Keşif Komutanlığı “gözleriyle” Amerika’nın en mahrem üslerini yakalayıp fotoğraflamıştı! Yanlış okumadınız; ABD’nin en gizli insansız hava aracı operasyonlarını yönettiği çölün içine saklanmış Hollaman Hava Üssünü kayda almıştı. Burası ABD’nin en önemli operasyon merkezi ve kara kutusu sayılmaktaydı. İncirlik’te konuşlu ABD predatorlerinin pilotlarının yetiştiği merkez konumundaydı. Burada bir hareketlilik yaşanırsa, ABD’nin dünyanın herhangi bir köşesinde yine bir operasyon yapacağı anlaşılırdı. Burayı bilmek deyim yerindeyse ABD’nin yatak odasına girmek anlamını taşırdı ve TSK işte bunu başarmıştı. Yani Erbakan’ın teknoloji harikaları tek tek ortaya çıkmaya başlamıştı.

Cihad ve Olgunlaşma…
“…Rabbimiz, (cihaddan kaçmamak, ordudan ve itaatten ayrılmamak için) üzerimize sabır ve metanet yağdır; ayaklarımızı (hizmet ve istikamet üzerinde sabit ve) sağlam tut ve (Senin Hakk Dinini ve adalet düzenini) inkâr eden topluluklara karşı bize yardım et…” (diye dua etmişlerdi.)” (Bakara: 250)
Ya Rabbi cihadı tüm farzlarıyla birlikte (ittifak, ihlas, ittika, iyi ahlak, ihsan, istişare, itaat, infak, sadakat, nefis terbiyesi) tam manasıyla eda edebilmeyi lütfeyle bizlere ki hem bu şiirdeki ikazlara muhatap olmayalım hem de cihadı hakkıyla eda edip olgunlaşma sürecimizde hızlı yol alalım. Amin…