SEDAT PEKER’İN İFŞAATLARI
VE
ERDOĞAN’IN KERAMET SANILAN İSTİDRACLARI![1]
Şımarıklık ve şetaret ayrıdır, mürüvvet ve cesaret ise farklıdır. Şetaret; göz ucuyla ve alaylı şekilde tepeden bakmak, sevinçli ve kibirli tavır takınmak anlamındadır. Hamiyet ise; namusunu, onurunu, yurdunu ve kutsal olgusunu koruma ve sahip çıkma gayreti, din ve dava hassasiyeti taşımaktır. Suçluların ve hain takımının ucuz kahramanlık ve kabadayılık çıkışları; gaflet ve cehaletle şişirilmiş kof bir güven duyguları, hatta cesaret kılıfı sarılmış sinsi korkuları ve kuşkularıdır. “Hain korkak olur!” hadisi ve “… Onlar her çıkışı ve çağrıyı (her türlü yaygarayı ve konuşulanı) kendi aleyhlerine sanırlar (ve paniğe kapılırlar)” (Münafikun Suresi: 4) ayeti de bu tiplerin tıynetini ortaya koymaktadır.
Her türlü hıyanet ve mel’aneti, üstelik dindarlık ve ucuz kahramanlık kılıfıyla ve İslamcılık istismarıyla yapanlara, Cenab-ı Hakkın verdiği ruhsat ve fırsat ise onların keramet ve fazileti sanılan bir “İSTİDRAC”tır. Bir Hadis-i Şerif’te Hz. Peygamber Efendimiz (SAV) şöyle buyurmuşlardır: “Bir kul (veya oluşum) Allah’a isyana (ve Dinini istismara) devam ettiği halde, Allah hâlâ ona sevip istediği dünyalık (mal ve makam gibi) şeyleri veriyor ise, bu Cenab-ı Hak tarafından o kula (ve oluşuma) verilen bir İSTİDRAC’tır. (Yani derece derece felakete ve alçaltıcı akıbete doğru kandırıp kaydırmasıdır.)” (Bak: el-Müsned: C.1 – Sh: 145, el-Câmiu’s-Sagîr C.1 – Sh: 359)
Şu ayet-i kerimeler de zaten bu gerçeği vurgulamaktadır:
“Artık bu (Hakk) sözü (ve Kur’an’ın hükmünü) yalan sayanı (ve kendi hevâ ve kuruntularına uyanı) Sen Bana bırak! Ki, Biz onları hiç bilmeyecekleri bir yönden (ve fark etmeyecekleri yöntemlerle) derece derece (adım adım helake ve dalâlete) yaklaştıracağız. [NOT: Yani, açık din düşmanlarına ve Müslüman dava adamı görüntülü münafıklara kulak asmayın, onların işi bize kalmıştır. Bilmeden bir kimseyi helake sürüklemenin bir şekli de şudur: Zalim ve doğruluk düşmanı birine bu dünyada sıhhat, mal, evlat, başarı gibi bazı nimetler verilir. Böylece kendisinde hiçbir günah ve yanılgı olmadığını zannederek Hakka karşı gizli düşmanlığa, zulüm ve isyana battıkça batıp tükenmektedir. Bu nimetlerin kendisi için bir bağış değil, bilakis felaketine vesile olduğunu fark etmemektedir.]” (Kalem: 44)
“(Ancak her türlü imkân ve iktidara kavuşturulduğu halde) Ayetlerimizi yalanlayanları (Kur’ani hükümleri gereksiz ve geçersiz sayanları, yetki ve fırsatları olduğu halde dini emirleri uygulamaya çalışmayanları) ise, onları bilmeyecekleri (ve fark edemeyecekleri) bir yönden derece derece (yükseltip, riyakârlık ve istismarcılıkla yüreklendirip, sonunda çok acı ve alçaltıcı akıbetlerine) yaklaştıracağız.” (A’raf: 182)
Bu mealdeki Ayet-i Kerimeler ve Hadis-i Şerifler, Erdoğan iktidarına ve yandaş takımına verilen imkân ve iktidarın nasıl bir istidrac (derece derece felakete kaydırma) olduğunu ne güzel anlatmaktadır!..
İşte Mafya Babası Sedat Peker’in açıklamaları karşısında, Erdoğan iktidarı ve ganimet ortakları sarsılmaya; boyaları dökülüp foyaları sırıtmaya başlamıştı!..
Zira Sedat Peker’in bu çarpıcı gerçeklerin ve ilişkilerin pek çoğunu bilemeyeceği ve belgeleyemeyeceği, Milli ve hassasiyet sahibi merkezlerin onun üzerinden bu kirli ve gizli sırları deşifre ettikleri açıktı!
İşte bu nedenle hem Erdoğan iktidarında, hem küçük ortağında, hem de yandaş-yalaka takımında gizleyemedikleri bir panik başlamıştı. Çünkü Sedat Peker’in itiraf ve ifşaatları, AKP iktidarının cerahatli icraatlarının deşilmesine ve hesaba çekilme endişesiyle korkularının derinleşmesine yol açmıştı. Ama korkunun ecele faydası olmayacaktı!
Dilipak’ın, Sedat Peker’in açıklamalarıyla ilgili: “Dünyayı Başımıza Bela Edecekler!” feryadı!
Erdoğan’ın ağabey tavırlı ve bilgiç havalı yandaşlarından Yeni Akit gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak, Mafya Babası Sedat Peker’in art arda yayınladığı ve ülkenin gündemine oturmayı başardığı videolardan sonra çok ilginç ve ibretamiz açıklamalara başlaması, bunların ayarını iyi bildiğimiz için bizleri şaşırtmamıştı.
İktidara yakınlığıyla bilinen Dilipak, “şimdi asıl görevin Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’de olduğunu” söyleyerek, hem Erdoğan’a hem de Süleyman Soylu’ya vakit kazandırmaya çalışmıştı.
Dilipak, Peker’in açıklamalarının yeni şeyler olmadığını, zaten bilinen ve konuşulan konular olduğunu söyleyerek, “Bu fitne ateşi herkesi yakacaktır. Peker’in yeni olarak söylediği hemen hiçbir şey yoktur. Hepsi daha önce duyulan, konuşulan konulardır. Üstelik konuşulanlar bunlardan ibaret de değildir. Peki neden bu işlerin üstü örtülür? İşte bir gün bunlar böyle topluca patlatılır!” ifadelerini kullanmış ve Erdoğan iktidarıyla ilgili bu iddiaların zaten bilinip durduğunu bir nevi itiraf ve ifşa buyurmuşlardı. Şimdi Bay Dilipak’a sormak lazımdı: “Peki bu durumda kendileri niçin bu zamana kadar susmuşlardı?”
Sosyal medya hesabından paylaşımda bulunan Dilipak şunları yazmıştı:
“Şimdi asıl görev Adalet Bakanına düşüyor. Bakan iman eden biri. Bilir ki, sadece yaptıklarında değil, yapması gerekenleri yapmadığı için de hesaba çekileceği bir gün var. En büyük sorumluluk bugün ona ait. Hak yolda yürüdüğü sürece Allah yardımcısı olacaktır. Değilse!? Ben hiçbir iddianın iddiacısı değilim. Ve kimsenin kefili de değilim. Herkesin haklı ve haksız olduğu yerler ve yönler var. Bu işler derin çevrelerin kendi iç hesaplaşması ve kimsenin yanında ya da karşısında da değilim, olamam. Fatiha’yı günde 40 kez okuyanlar ölçüyü bilir. Bu fitne ateşi herkesi yakacak. Peker’in yeni olarak söylediği hemen hiçbir şey yok. Hepsi duyulan, konuşulan konular. Konuşulanlar bunlardan ibaret de değil. Neden bu işlerin üstü örtülür? İşte bir gün bunlar topluca patlatılır. Bu işlerin başlangıcında (ve arkasında) birtakım derin güçler de olabilir, bu işin taraflarını birbirine düşürmek için, öyle olmasa bile, bunlar bugün bir şekilde ortaya döküldü, o iç ve dış mihraklar bu olayları aynı ülkenin çocuklarını birbirine kırdırmak için kullanacaklar. Yetmeyecek, dünyayı başımıza bela edecekler. Türkiye’nin imajı yerle bir. Uyuşturucu, yolsuzluk batağına batmış bir ülke imajı üretildi. Bu rezalette, tartışmanın tüm taraflarının payı var. Sapla saman birbirine karıştı. Gerçek herkes için en iyi olandır. Birbirini suçlayan tarafların taraftarı olmak, bizi barışa ve adalete götürmez. Gelin adil şahitler olalım, yüzümüzü Hakka dönelim. Tevbe edelim, zalimlere yardım etmeyelim, haksızlıkların üstünü örtmeyelim, lanetleniriz ve ateş sonunda bize de dokunur.” diyerek sapla samanı, ithamla iftirayı birbiriyle harmanlayıp kafaları karıştırmaya ve Erdoğan iktidarını aklayıp paklamaya çalışan Abdurrahman Dilipak, bir yandan da bütün bu rezalet ve hıyanetlerin altında kalacak AKP iktidarının yıkılışında kendi yakasını kurtarma telaşındaydı!
“Uyuz ve ucuz insanlar, korkusundan ısıran fırsatçı sırtlanlar gibidir” sözü oldukça anlamlı ve açıklayıcıdır. Ucuz ve uyuz insanlar, güç odaklarınca kışkırtılıp kullanılmaya, üsttekilere yağcılık yapıp yaranmaya, alttakilere ise hakaret ve hilekârlık yapmaya müsait, çok aşağı ve bayağı bir karakter taşımaktadırlar. Sözde ve görünüşte dürüst ve dindar, özde ve gerçekte ise yalama ve sahtekâr insanlardır. Bu tipler; mertlik ve netliği ahmaklık, namertlik ve münafıklığı ise kahramanlık sanmakta ve kendilerini bulunmaz Hint kumaşı gibi sunmaktadırlar. Bunlar fırsat buldukça ve üste çıktıkça şımarıp saldırganlaşmakta, en yakın dostlarını ve davalarını bile çok ucuza ve kolayca satmaktadırlar.
Kur’an’a Göre Uşaklık Psikolojisi; Korkaklık, Kolaycılık ve Kaypaklık Yansımaları Şeklinde Ortaya Çıkmaktadır.
Bugünkü ilmi ve teknolojik gelişmeleri, bilimsel deneylerle kanıtlanan sosyolojik ve psikolojik gerçekleri ve çok çeşitli ve çetrefilli insan tiplerini Kur’an-ı Kerim açıkça anlatmaktadır. 1450 sene önceki cahiliye şartlarında yetişen, asla mektep-medrese görmeyen Hz. Muhammed’in (SAV) bütün bunları kendi kafasından uydurması ve hepsinin aynen çıkması imkânsızdır. Öyle ise bu Kur’an her şeyi bilen Allah’ın kelâmıdır ve insanlığa huzur ve kurtuluş mesajıdır.
Kur’an-ı Kerim, sadece geçmişteki olayları ve insanları anlatan bir kutsal kitap değil; günümüzdeki sorunları ve sahtekârlıkları da aydınlatan, gelecekteki sıkıntı ve sapkınlıkları da hatırlatıp tedbir ve tedavi yöntemleri sunan İlahi bir kaynaktır. Kur’an ayetlerini; kendi nefsimize, ailemize, ekibimize, cemaat ve partimize ve tüm milletimize ve insanlık âlemine hitaben; her gün yeniden inen ve yol gösteren, psikolojik, sosyolojik, ekonomik ve politik problemlerimizi hem teşhis eden, hem tedavi çarelerini öğreten bir hidayet reçetesi olarak ve samimi bir ihtiyaç duyarak okuyup araştırmadıkça, ondan yararlanmamız ve felaha (kurtuluşa) ulaşmamız imkânsızdır. Asla unutmayalım ki, Kur’an’daki bütün kavimlerin ve peygamberlerin ibretli hikâyeleri; aslında bizi anlatmaktadır, bize ayna tutmaktadır, günümüze ve gönlümüze ışık tutan mana ve mesajlar taşımaktadır. Bu nedenle Kur’an; asla değişmeyen ve değerini yitirmeyen doğruların, asla eskimeyen ve modası geçmeyen olgunlukların, asla zamana yenik düşmeyen ve çağ dışına itilemeyen en güzel ahlâk ve en mükemmel kuralların kitabıdır; çünkü her şeyi bilen ve belirleyen Allah’ın kelâmıdır.
Günümüzde her kesimde, her partide, her kavimde ve her dinde en sık rastlanan KORKAKLIK, KOLAYCILIK VE KAYPAKLIK problemini ve bunun asıl nedeni olan UŞAKLIK-KÖLELİK psikolojisini, Maide Suresi 21-26. ayetleri şöyle anlatmaktadır:
21. (Hz. Musa halkına şöyle seslenmişti:) “Ey kavmim, Allah’ın sizin için yazdığı (imtihan aracı ve hürriyet diyarı olarak saptadığı) kutsal topraklara (Kudüs ve civarına) girin ve sakın gerisin geri arkanıza dönüp (davanızdan vazgeçmeyin), yoksa hüsrana uğrayanlar olarak (Hakk’tan ve hayırdan) çevrilip gidersiniz.”
22. (Beni İsrail) Dediler ki: “Ey Musa, orada (o topraklarda) gerçekten cebbar (güçlü ve zorba) bir topluluk vardır. (Onlarla mücadele etmeniz ve yenmeniz imkânsızdır.) Onlar (Filistin topraklarından) çıkmadıkça (oradan uzaklaştırılmadıkça) biz kesinlikle oraya girmeye (yeltenmeyeceğiz), şayet onlar (bir şekilde oradan çıkıp) boşaltırlarsa, biz (o takdirde) elbette girip (yerleşeceğiz).”
23. (Bunun üzerine) Bu korkaklar (ve kolaycı kaypaklar) arasında bulunup da, Allah’ın kendilerine nimet (fazilet ve gayret) verdiği iki kişi, (İsrailoğullarına dönüp şunları) söylemişti: “(Korkaklığa ve kahpelik yapmaya yönelmeyiniz, gevşeklik göstermeyiniz. Kutsal vatanınızı işgal eden zalim ve zorba topluluğun) Üzerine kapıdan (cepheden ve cesaretle hücum edip) giriniz. Böyle (bir gayret ve hareketle) girerseniz, şüphesiz siz galip geleceksiniz. Eğer (sahte değil samimi) mü’minlerseniz, sadece Allah’a tevekkül ediniz (şeytani kuşku ve kuruntularınızın peşinden gitmeyiniz!)”
24. (Yahudiler bütün bu uyarılara rağmen) Dediler ki: “Ey Musa, o (zorbalar) orada durduğu sürece, biz hiçbir zaman asla oraya girmeyeceğiz (böyle bir tehlikeye göğüs germeyeceğiz). Bu nedenle, sen ve Rabbin gidiniz, ikiniz savaşıp (düşmanları bertaraf ediniz), biz burada (her türlü tehlike ve tecavüzden uzak) durup (bekleyeceğiz).”
25. (Bunun üzerine Hz. Musa) Dedi ki: “Ey Rabbim (görüyor ve biliyorsun ki) ben gerçekten, kendi nefsimden ve kardeşimden başkasına malik değilim (sözümü geçirememekteyim). Öyle ise, bizimle bu fasıklar (ve sapkınlar) topluluğunun arasını ayır(manı dilerim).”
26. (Cenab-ı Allah) Buyurdular ki: “Artık orası (huzur ve hürriyet ortamı) kendilerine kırk yıl haram-yasak edilmiştir. (Korkaklıkları, kaypaklıkları ve kolaycılıkları yüzünden boyunlarına zillet, esaret ve eziyet halkası geçirilmiştir.) Onlar yeryüzünde (çöllerde ve verimsiz vadilerde), şaşkın (ve perişan) vaziyette dolaşmayı hak etmişlerdir. Sen de o fasık (ve sapık) topluluğa acıyıp üzülmeyesin (ve bizi yalnız ve yardımsız bıraktılar diye zaferden ümitsizliğe düşmeyesin.)”
Bu ayetlerden anlaşılıyor ki: YAHUDİLİK; bir dine ve kavime mensubiyetten daha öte, azgın ve sapkın zihniyeti anlatan bir kavramdır. Dünya hayatına ve rahatına tapınan, olabildiğince zevk almak ve keyfince yaşamak peşinden koşan, bu şeytani amaçları uğruna her türlü haksızlığı ve ahlâksızlığı mübah sayan mantığı taşıyanlar, Müslüman, Hristiyan veya ateist de görünseler, aslında fikren ve fiilen YAHUDİ kafalıdır. Bunun gibi; ırkçılık güden, İslam’ı ırkçılığın bir aksesuarı gibi gören, ahireti önemsemeyip bu dünyanın nimet, servet ve lezzetlerinden azami yararlanmak için didinen herkes, Yahudiliğin tabii taraftarı durumundadır. Daha açıkçası, Yahudilik insanlık bünyesinin nefsü emmaresi olmaktadır.
“Dinler arası diyalog”, “kültürler ittifakı”, “ılımlı İslam” safsatalarıyla, Müslümanları dünyevileştirme ve “Siyonist sömürü düzenine uysal vatandaş haline getirme” çabalarında rol alanlar da, ismen ve resmen olmasa da, fikren ve fiilen YAHUDİLEŞMİŞ İNSANLARDIR.
Bu ayetlerin bulunduğu Kur’an-ı Kerim 110. sayfanın başındaki, Maide 18’de:
“Yahudi ve Hristiyanlar: ‘Biz Allah’ın çocukları ve sevdiği (seçtiği dostları)yız diyorlar’…” ayeti de, onların sahtekârlık ve istismarcılık psikolojilerini açığa vurmaktadır.
Şöyle ki:
a- Önce Allah’a oğul isnat etmekle sapıtılmakta ve hâşâ Allah kendileri gibi bir beşer olarak tanınmaktadır.
Kitabı Mukaddes Karş. çıkış iv. 22-23’te; “İsrail benim oğlumdur.”
Yeramya xxxi, 9’da: “Ben İsrail’in babasıyım” gibi ifadeler, İncil ve Tevrat’ın nasıl tahribata uğradığını, Hak dinin nasıl ırkçı emperyalizmin (Siyonizm’in) şeytani hedefleri doğrultusunda çarpıtıldığını ortaya koymaktadır.
b- Bu ayetler Yahudi ve Hristiyanların ve hele bu odaklara kiralanmış insanların samimiyetsizliklerinin ve sahteciliklerinin de ispatıdır.
Çünkü; “Allah’ın sevdiği ve seçtiği dostları” olduklarını, dünya ve ahiret nimetlerinin kendileri için hazırlandığını iddia eden bu insanlar, aslında cennet ve ebedi saadete giriş kapısı olan kabirden ve ölümden şiddetle sakınmakta ve korkmaktadır.
“De ki: ‘Ey Yahudi (kafalı) olanlar, eğer siz, (bütün diğer) insanlardan ayrı (ve seçilmiş) olarak, sadece sizlerin Allah’ın gerçek velileri (dostları ve sevgili kulları) olduğunuzu öne sürüyorsanız; o halde (sonsuz ve kusursuz saadet diyarına ulaştıracak olan) ölümü temenni ediniz; eğer iddianızda sadık ve samimi iseniz (sizi cennete ve Allah’ın rahmet evine ulaştıracak ölümden asla ürkmemeniz, hatta istemeniz gerekir.)’” (Cum’a: 6)
c- Yahudilerde gerçek bir Allah ve ahiret inancı bulunmamaktadır. Onların dindarlık taslamaları ve Allah’a yakınlık iddiaları aslında;
1- Yaptıkları zulüm ve kötülüklerden dolayı oluşan vicdan azaplarını bastırmak,
2- Yüzlerini kızartan ayıplarını kapatmak ve zevahiri kurtarmak amaçlıdır.
İnsanların gerçek imanları ve ayarları; zulmü ortadan kaldırmak ve adil bir düzen içinde bağımsız yaşamak üzere çağrıldıkları CİHAD (küfür ve kötülükle mücadele) esnasında ortaya çıkmaktadır.
Hz. Musa’nın:
“Ey kavmim, Allah’ın sizin için yazdığı (imtihan aracı ve hürriyet diyarı olarak saptadığı) kutsal topraklara (Kudüs ve civarına) girin ve sakın gerisin geri arkanıza dönüp (davanızdan vazgeçmeyin)” (Maide: 21) çağrısı karşısında Beni İsrail’in:
“Oradaki cebbar (güçlü ve zorba) topluluk çıkmadıkça, biz kesinlikle oraya girmeyeceğiz” (Maide: 22) yanıtını vermeleri, Yahudi zihniyetini ve dünya ehli insanların din ve devlet uğrunda, izzet ve hürriyet yolunda ciddi ve cesaretli fedakârlıklara asla yanaşmadıklarını vurgulamaktadır.
Korkaklık ve kaypaklık, iman zafiyetinden ve dünya sevgisinden kaynaklanır.
“Andolsun, onları (Yahudileri ve Yahudileşmiş kimseleri) hayata (dünya rahatına ve çıkarına) karşı (diğer) insanlardan ve (hatta) şirk koşanlardan (bile) daha ihtiraslı bulacaksın. (Onlardan) Her biri, bin yıl yaşatılsın arzusundadır; oysa bunca yaşaması (bile) onu azaptan kurtarmayacaktır. Allah, onların yapmakta olduklarını Görendir (ve kayıt altına almaktadır).” (Bakara: 96)
Hak davanın sadıkları her asırda azın azıdır!
Cenab-ı Hakkın kendilerini Firavun’un zulüm ve zilletinden kurtardığı, aylar boyunca kudret helvası ve bıldırcın kızartmasıyla besleyip sakladığı binlerce Beni İsrail arasından Hz. Musa’ya destek olan ve halkını bağımsızlık mücadelesi için gayrete çağıran sadece iki kişi çıkmıştır. Bunlar Maide Suresi 12. ayetinde: “Onlardan on iki güvenilir gözetleyici (düşman topraklarına gidip bilgi ve haber getirici nakib-casus kişiler) göndermiştik” diye belirtilen kimselerden sadık ve sağlam kalan iki insandır. Kitabı Mukaddes, Sayılar XIV 6-9-24, 30, 38. bölümlerinde de bunlar anlatılmaktadır.
Ancak, ucuz ve uyuz karakterli, köle ve uşak zihniyetli basit insanlar:
“Ey Musa, o (zorbalar) orada durduğu sürece, biz hiçbir zaman asla oraya girmeyeceğiz (böyle bir tehlikeye göğüs germeyeceğiz). Bu nedenle, sen ve Rabbin gidiniz, ikiniz savaşıp (düşmanları bertaraf ediniz), biz burada (her türlü tehlike ve tecavüzden uzak) durup (bekleyeceğiz).” (Maide: 24) demek küstahlığında bulunmuşlardır.
Bu tıynetsiz tipler; namaz kılmak, oruç tutmak, hacc ve umre yapmak, ilim ve zikir sohbetlerine katılmak gibi nefislerine kolay gelen ve herhangi bir tehlike arz etmeyen ibadetleri emreden Allah’ı kabul ediyorlar da; CİHAD’ı, din ve dava uğruna fedakârlığı, mazlum halkların huzur ve onurunu kurtarmak üzere rahatını ve gerekirse hayatını ortaya koymayı isteyen Allah’ı asla tanımıyor, takmıyor ve Peygamberine: “Bizim değil, senin Rabbinle gidip savaşınız”, “Eğer kazanır ve galip çıkarsanız, ganimeti paylaşmak ve birlikte huzur içinde yaşamak için bizleri de çağırınız!..” demekten utanmıyorlardı.
Bu sözler Allah’a olan imansızlık ve itimatsızlıklarını yansıtmaktadır:
“Ey Musa, Rabbin o kadar güçlüyse, her şeye kadirse, vaat ettiğini yerine getirecekse, o zaman bizim yardımımıza ve kendimizi tehlikeye atmamıza ne gerek var?!” anlamındaki bu sözler, elbette korkaklığın, kolaycılığın ve kancıklığın ifadesi olmaktaydı.
Bugün ABD Siyonist Lobileri tertipli 28 Şubat tehditleri ve birtakım makam ve menfaat teklifleri karşısında, haklı ve hayırlı davasından ayrılıp dönekleşen; Türkiye dahil, 22 İslam ülkesini parçalayıp Büyük İsrail hayaline hizmet için BOP eş başkanlığına getirilen kişilerin, o gün Hz. Musa’yı yalnız bırakan Yahudilerden ne farkı vardır?
Ucuz kahramanlık, gizli kölelik psikolojisini yansıtmaktadır; aşağılık ve bayağılıktır!
Beni İsrail’in Hz. Musa öncülüğünde Mısır’dan ayrılıp Filistin’e doğru yol alırken, kendilerine İlahi bir lütuf olarak günde iki sefer gökten bıldırcın kızartması ve kudret helvası gönderilmesine rağmen, “Biz ille de soğan, sarımsak, bezelye gibi sebzeleri özledik” diye tutturmaları ve ardından Hz. Musa’ya: “Sen git, Rabbinle birlikte savaş. Filistin’e yerleşen zorba kavmi çıkarabilirseniz, ardınızdan geliriz” gibi küstahlıkları, aslında onların UŞAKLIK VE AŞAĞILIK PSİKOLOJİLERİNİ VE KÖLELİK YAŞAMINI ÖZLEDİKLERİNİ yansıtmaktaydı. Sürekli Mısır’a dönme arzuları ve bağımsızlık için mücadele ve özveriye yanaşmamaları, bu psikolojinin dışa vurulmasıydı. Bunlar kölelik ve esarette, bir nevi şeytani rahatlık ve kolaylık bulmaktaydı. Nasıl olsa zalim yöneticiler, bunların yaşayacak kadar karınlarını doyuracak, bu sorumsuzluk ortamında birtakım hayvani ve şehvani arzularını, kaçamak yollu tatmin fırsatı yakalayacaklardı.
Bu nedenle; “Onlar Firavunların emrine uymuşlar (zulmüne razı olmuşlar)dı.” (Hud: 97)
“Firavun ve avanesinin baskı ve barbarlığından korkuyor, (kuşku ve kuruntularının esiri oluyorlar)dı.” (Yunus: 83)
“Firavun ve önde gelen yakın çevresinin ihtişam ve iktidarı, onların dünyalık imkân ve saltanatları karşısında hayret ve hayranlığa kapılıyor ve bir nevi tapınıyorlardı.” (Bak; Yunus: 88)
“Firavunlar onları fırkalara ayırıp birbiriyle boğuşturarak güçten düşürdükçe ve onları küçümseyip hakaret ettikçe, bu köle ruhlu insanların hürmeti ve itaati artmaktaydı.” (Kasas: 4)
Günümüzde zalim ve kâfir Amerika ve Avrupa’ya hayranlık duyanların, her türlü hakaretine rağmen hâlâ AB’ye girmek için can atanların, servet ve siyasete yön veren Yahudi Lobilerinin ve İsrail’in gözüne girmek için çırpınanların; Milli, insani ve İslami amaçlı bağımsızlık ve kalkınmışlık mücadelesinden kaçıp kaytaranların, evet hepsinin asıl psikolojik hastalığı bu KÖLE MANTIĞI VE GÜÇLÜLER TARAFINDAN GÜDÜLME arzularıdır.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AKP Meclis Grup Toplantısı’nda: İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in Rize ziyareti sırasında yaşananlara değinerek; “Daha neler olacak, neler. Bunlar iyi günler. Bu ülkede ahde vefa diye bir şey var. Ahde vefa olmazsa bu millet affetmez!” diye çıkışmışlardı.
Erdoğan’ın bu ifadelerinin çok tehlikeli olduğu açıktı. Eğer Cumhurbaşkanı bazı şeyleri bildiklerinden dolayı bunu söylüyorsa gereğini yapması lazımdı. Cumhurbaşkanı, Meral Akşener’e karşı bir tehlike görüyorsa, bunu gidermesi görevinin icabıydı. Çünkü yetkili ve sorumlu makamda kendisi oturmaktaydı.
Bu sözler çok tehlikeli bir yaklaşımdı ve toplumda dehşet yaratacak bir açıklamaydı. Sn. Erdoğan, binlerce trolünden umudunu kesmiş gibi, bu sefer kendi de aynı ağızla konuşmaya başlamış, “bunlar daha iyi günleri” diyerek tehditler savurmuşlardı.
“Sayın Cumhurbaşkanı’nın ifadeleri bir hukuk devletinde aslında suç beyanıdır. Sayın Cumhurbaşkanı bir nevi TBMM kürsüsünden kendi suçunu itiraf etmiş bulunmaktadır. Erdoğan’ın bu açıklamasında şantaj yok mu? Tehdit yok mu? Azmettirme yok mu?” diye soranlar haksız mıydı? “Bugün artık Saray ve şürekâsı ülke için ciddi bir güvenlik sorunu halini almıştır” diye uyaranlar neden susturulmaya çalışılmaktaydı?!
AKP’nin Hıyanet Ortağı Bülent Arınç Bile Artık Erdoğan İktidarına Ayar Vermeye Kalkışmıştı!
Sedat Peker’in yayınladığı videolar hakkında değerlendirmelerde bulunan Bülent Arınç, yargıya ayar vermeye kalkarak, FETÖ’cülerin asılsız iddialarına atıfta bulunmuşlardı. TBMM’nin eski Başkanı, Hükümet Sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Sedat Peker’in yayınladığı videolar üzerinden FETÖ’cüleri mağdur gösteren ve Türk yargısını eleştiren açıklamalar yapmıştı. Daha önce de söylediği sözlerle gündem olan ve en son Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu’ndan istifa etmek zorunda kalan Arınç, yargıya da ayar vermeye kalkışmıştı. “Yargı işini yapmıyormuş” gibi konuşan Bülent Arınç, Adalet Bakanına “derhal talimat vermelisin” çağrısını tekrarlamıştı.
Arınç FETÖ’cülerin iddialarına atıf yapmıştı!
FETÖ’cüler, sosyal medyada ve yabancı basına verdikleri demeçte “Türkiye’de kadınlar çocuklarıyla birlikte hapse atılıyor. Cezaevinde namaz kılanların sayısı arttı” tarzı algı operasyonları yaparak, kendilerini “cici” göstermeye kalkışıyorlardı. Bülent Arınç da: “Yargı gereğini yapmalıdır. Peki bunu nasıl yapacaktır? Bütün bu iddiaları en ciddi biçimde inceleyecek ve sonucu kamuoyuna açıklayacaktır. Lohusa kadınların bile tutuklandığı, çocukları ile beraber cezaevinde kaldığı bir Türkiye’de, kanser hastalığı ile boğuşurken bile tahliye edilmeyen insanların bulunduğu bir Türkiye’de tutuklamalar yapılıyorsa, (şimdi Peker’in yönelttiği) bu ağır suçların sahipleri hakkında da herhalde tutuklamalar yapılmalıdır. Bu yargının görevidir. Yargı görevini yapacaktır, siyaset görevini yapacaktır. Siyasetin içindeki insanlar kendi görev alanlarını unutmayacaktır. Şeffaf olacaklar ve hesap vermekten kaçınmayacaklardır. Hesap vermek ise hamasi nutuklar atarak olmaz” ifadelerini kullanmıştı.
Bunun üzerine “Pelikancılar” olarak bilinen Erdoğan yanlısı gruba ait sosyal medya hesaplarından Arınç’ı hedef alan bir video yayımlanmıştı. Sedat Peker’in açıklamalarının ardından eski TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın, Independent Türkçe’den Can Bursalı’ya konuşmalarını kınamışlardı. Arınç’ın, “Lohusa kadınların tutuklandığı Türkiye’de, ‘şanlı yargımız’ bu ağır suçların sahipleri hakkında gerekeni yapacak herhalde” diye sitemde bulunmasına karşı çıkmışlardı. Arınç’ın, Peker’in açıklamalarının ardından yaptığı açıklamayla Pelikancılarca hedef alınmaya başlanması, iktidar yandaşlarının şımarıklığını ortaya koymaktaydı.
“Pelikancılar” olarak bilinen gruba ait “Bosphorus Global”in Yekvucut isimli sosyal medya hesabından yayımlanan videoda Arınç’ın eski açıklamaları da yer almıştı. Videoda, Bülent Arınç ve FETÖ’den yargılanan damadı tekrar gündeme taşınmıştı. “Zalime merhamet, mazluma ihanettir.” notuyla paylaşılan videoda Arınç, FETÖ’cülükle ve FETÖ’cüleri savunmakla suçlanmıştı. Aslında Pelikancılar da, Arınç takımı da birbiri aleyhinde hep doğruları konuşmaktaydı. Çünkü iki taraf da vicdanen yamuklaşmış ve her türlü hıyanete bulaşmışlardı.
Sonuç olarak:
Sedat Peker’in, sıkışınca sağa sola sıçrayıp sataşan kedi tavırlı kaplanlıkları da, AKP iktidarının ve yandaş yalaka takımının horozlanıp hava atmaları ve ucuz kahramanlıkları da; devlet çarkının hangi çirkef çamurlara bulaştırıldığının; malum ve mel’un odakların gizli güdümünde ve özel tavizler ve hıyanetler gündemiyle iktidara taşınanların hangi kirli çamaşırlarının askıya çıkarıldığının mide bulandırıcı fotoğrafıydı ve Allah’ın intikamı yakındı!..
O gün; dilleri, elleri ve ayakları kendi aleyhlerinde olarak, bütün yaptıklarına dair şahitlikte bulunacaklardı!
Ufuk Efe kardeşimiz çok güzel bir yorum yazmışlardı:
“Ki o (hesap) günü; (herkesin ve özellikle hainlerin) dilleri, elleri ve ayakları kendi aleyhlerinde (her) yaptıklarına dair şahitlik edeceklerdir.” (Nur: 24)
Evet, Mafya Siyonizm’in en alt maşasıydı, zaten konuşmasında da Sedat Peker defalarca bunu ikrar etmiş ben öyle baş-maş, örgüt lideri falan değilim, olsam olsam bu yapılanmanın en alt tabakasıyım, -en alt maşasıyım- diyerek bunu itiraf etmiştir. Bu kötü düzenin zulmeden eli ayağı oldum itirafında bulunmuştur.
Her şeyin aslıyla ve tecelli sırrıyla ahiret aleminde karşılaşacağımız ve bu dünya hayatının ise ahiretin bir gölgesi olduğu anlatılmıştır. O halde kıyamet ve mahşer günlerinde yaşanacakların da birer gölge suretleri bu dünyada da yaşanacaktır diyebiliriz. Ki buna işaret eden birçok sure ve ayet de vardır. Bu gibi Kur’an’da bizlere indirilen birçok ayette de hem dünyevi hem de ahiret alemindeymiş gibi düşünmek ve değerlendirmek olayları anlamamızda ve önce nefsimizi, sonra çevremizi ve nihayetinde de yaradılış gayemiz olan Rabbimizi tanımada bizlere yol, yordam ve yoldaş olacaktır.
Eskiden, çocukluğumuzdan beridir bizlere ahiret hayatından bahsederlerken ve yalan söylemememiz, gizli dahi olsa bir suç işlemememiz konusunda büyüklerimiz, nenelerimiz-dedelerimiz, bizleri uyarırken kimse bilmese bile ahirette mahşerde, biz ne kadar itiraf etmekten imtina dahi etsek, o yalanı söyleyen dilimiz, o suçu işleyen ellerimiz ve o kötü yollara giden ayaklarımız dile gelecek ve bizim aleyhimize şahit edecek derlerdi. E tabi çocuk aklı, aklımız almaz ve her ne kadar hayal etsek de çoğu zaman el ve ayaklarımızın dile gelip konuşmasına hem hayret eder, hem de biraz gülerdik. Hadi dil neyse de, hiç el, ayak konuşur muydu!? E tabi o zamanlar her şeyi olduğu gibi düz kalıp şeklinde düşünüyor, mecaz nedir, kinaye nedir bilemiyorduk…
İşte son zamanda gözlerimizin içine soka soka, ve biraz da post modern bir şekilde youtube kanalından şahit olduğumuz Sedat Peker video serilerini; Nur Suresi 24’üncü ayeti (Yasin-65, Fusilet-20) ışığında değerlendirdiğimiz vakit, eskilerin anlattıkları ve ayetlerin mesajları daha bir manalı, anlamlı ve ibretli gelmekteydi… Ayet ne buyuruyor: “Ki o (hesap) günü; (herkesin ve özellikle hainlerin) dilleri, elleri ve ayakları kendi aleyhlerinde (her) yaptıklarına dair şahitlik edeceklerdir.”
Diller-Eller-Ayaklar…
Şöyle bir düşündüğümüz zaman zamanımızda mevcut kirli iktidarların yalanlarını allayarak pullayan ve milyonlarca dolar harçlık alan kirli medya mensupları dilleri, çeşitli kirli işlerinde zulüm aleti olarak kullandıkları mafya elleri ve ayakları olmuştur. İşte bu ayetin müjdesi olarak şimdi bu diller-eller ve ayaklar kendileri, azmettirenler, emir verenler, günahın, zulmün ve pisliğin asıl sahipleri sus pus olmuş, ağızlarını dahi açamaz halde hayret ve korku ile izlerken ve mani dahi olamaz iken televizyon kanallarında, onların kirli elleri, çatallı dilleri olanlar, kimlerin adına, ne zaman nerede, ne amaçla ve nasıl yaptıklarını itiraf etmeye, hem de adeta ayetlerde buyurulduğu gibi ve sanki amel CD’lerinde kayıt edildiği şekli ile görüntülü ve sesli olarak aleyhlerine şahitlik etmektedirler… Sedat Peker’in videolarından belki de hikmet noktasında çıkarılacak olaylardan birisi de budur. Bu yaşananlar bu dünyada birer ufak numunedir, ayetin ışığında ise büyük olay yarın ahirette yaşanacak olandır. Bu dünyada dahi kendinizi o kadar güçlü sanırken ve mani olamıyorken, yarın huzur-u mahşerde nasıl mani olabileceksiniz. Evet: “Ki o (hesap) günü; (herkesin ve özellikle hainlerin) dilleri, elleri ve ayakları kendi aleyhlerinde (her) yaptıklarına dair şahitlik edeceklerdir.” Ve bu dünyada etmeye başlamışlardı bile ve devamı da gelecekti, itiraflar da devam edecekti…
Bir AK siyasetçinin(!) de dediği gibi: “Hiçbir şey olmasa bile kesinlikle bir şeyler oldu!” Ve artık cin şişeden çıktı, bir daha da sokana aşk olsun. Sedat Peker elbette çok şey söyledi, bunların muhatapları ve gereğini yerine getirmeleri için malum makamlarda oturanlar elbette gerekeni yapacaklardır, ama bugün, ama yarın, yakındır. Fakat benim dikkatimi çeken bunlardan da öte bir sözü vardı Sedat Peker’in. Kendisi sözün bir yerinde:
“Çakma gazetecileri unuttuğumu sanmasınlar. Bunlar diyorlar ki ‘Suç örgütünün liderine inanılır mı?’ Cami hocasının dediğine mi inanacaksın, bu işler pis iş, pis işleri kim bilir, pislikler (Süleyman Soylu’nun kendisine pislik demesine atfen) bilir… Dünyadaki en büyük skandallar cami hocalarının ya da bir kilise papazının anlattıklarından mı ortaya çıktı?”
Keşke bir cami hocasının dediği ile skandallar çıksa idi, halk uyanıp, silkinse ve Siyonizm’in kendilerine kurdukları hapishanede isyan çıkartsaydı ama ne yazık ki, dediklerinde haklılık payı vardı ve milyonlarca izleyen kitle de göstermiştir ki insanlarımız artık yandaş cami hocasına değil de bir mafya elemanına daha çok inanmakta ve güvenmektedirler. Zira mafya lideri kendini de ortaya koyarak, gerçekleri söylediğini (ben yaptım, oradaydım diyerek) iddia etmekte, ama günümüzde (görevini layıkıyla yapanlar başımızın üstünde yeri vardır…) insanlar artık yandaş cami hocalarının sözlerine itibar etmemekte, hatta bazı yanlış ve hatalı davranışları sebebi ile onları hükümetin tanıtma kolları elemanı olarak görmektedirler… Ahh keşke Sedat Peker’e bu konuda yalan söylüyorsun diyebilseydik. Keşke bu pis işler olmadan, bunlar olurken sadece izlenmemesi gerektiğini, eli ile, dili ile, hiç bunlara gücü, imanı yetmiyorsa bile en azından buğz edebilmenin imanın en alt seviyesi olduğunu, asıl cihadın sakalla, cübbe ile değil de, zulüm eden bir düzen, zalim bir hükümdar ve işbirlikçilerine karşı hak ve adaleti açıkça söylemenin, en büyük cihad olduğunu söyleyebilselerdi. Ama ne yazık ki bir mafya elemanının her türlü kanıtlarla ben bunların adına yaptım demesine bile inanmayıp, hâlâ kılıf uydurmaya çalışmasalardı ve biz iktidarın yaptığı bu zulümlere karşı Cuma hutbelerinde imamlarımız tarafından uyarılsaydık ve uyutulmasaydık. Hoca diye bildiğimiz onca zat insanımızı uyuturken, güven telkin edemez iken, bu mafya diye bilinen insanın insanları, hem de sabahın köründe ayağa dikebilmesi ve bir nebze dahi olsa uyanışa sevk etmesi kendisinden ziyade, ayetin de buyurduğu itirafın, şahitliğin ve ifşaatın bu sefer bizzat bu pislikleri işleyen, söyleyen dillerden, ellerden ve ayaklardan gelmesi idi…
Peki ne olacak şimdi?
Kim, yarın ahirette nasıl karşılık görecek, nasıl muamele edilecek bilemeyiz ama ben size yandaş Hüsnü Hoca ile, otobüs şoförü Necati’nin ahiretteki mizansen hikayesini anlatayım. Varın oradan siz zamanelerinin başına ne geleceğini hesap edin… Fıkra budur ya; önde şoför Necati, hemen arkasında da bizim Hüsnü Hoca… Zebani sırat köprüsünün sonunda dikilmiş, en son çıkışta gelenleri tek tek son kontrol ediyor ve elindeki defterden mırıldanarak okuyormuş. Sıra gelmiş şoför Necati’ye… Hımm şunu yapmış, biraz yaramazlık var, biraz da aymazlık, falan filan…. Tamam demiş arkadaşı direkt cennete alalım…. (Bir oh çekmiş bizim Hüsnü Hoca, demiş benim iş garanti…) Sıra gelmiş bizim Hüsnü Hocaya… Evet 5 vakit, cemaat tamam… Bir iki ufak dedikodu var… Biraz da lağviyat…. Bol bol tesbihat…. Sakal ve cübbe de tamam… Ve dönmüş görevlilere… Arkadaşı (Hüsnü Hocayı) önce 3 ay cehenneme alalım daha sonrada cennete… Hoca bir anda zıplamış havaya…. Ya nasıl olur önümdeki Şoför Necati’de ne tesbihat vardı, ne sakal, ne de cübbe… Onu direkt koydunuz cennete de bana ne kulp buldunuz ki önce 3 ay cehenneme atıyorsunuz!? Görevli zebani cevaben: Hoca bey sen cemaate vaaz, nasihat verirken cemaatin hepsi uyukluyordu (uyutuyordun, yapılan kötülükleri uyarmıyor, hepsine kılıf geçiriyordun…) ama bu şoför Necati öyle mi, o kadar kötü araç kullanıyordu ki ne zaman direksiyona geçse tüm yolcuları hep daima uyanık ve pür dikkat, hem de dillerinde salavatlar, dualar, tövbe istiğfarlar… Bir hayra-sevaba sebep olan o hayrı-sevabı işlemiş gibi olur kuralından dolayı şoför Necati’nin terazisi ağır bastı, seninki ise hafif…. E tabi bu fıkradır… Ama yarın ahiret âlemi bu kadar komik olmayacaktır. Eğer bizler de yarın sadece sakalımıza, cübbemize, o takva sandığımız taklidi amellerimize güvenirsek sonumuz hiç de komik olmayacak, Hüsnü Hoca belki 3 ayla işi ucuz atlattı ama bu gidişle bizim iktidar borazanı Hocaların, ilim ehlinin 3 ayla atlatamayacağı kesin….
Peki bu anlatılanlardan sonra ne yapmalı, nasıl davranmalı… Dedik ya bu kollardan birisi itirafa başladı, hemen bu kolları mı keselim… Kesin… Bu suç örgütü ahtapotun 9 kolu daha var. Ayaklarını kıralım bir daha gidemesin… Kırın!.. Bu kırk ayağın daha 39 ayağı daha var… O zaman dillerini keselim bir daha toplumu kandıramasınlar… Kesin!.. Ama çatal dillilerin, bir çatal dilleri daha var… O zaman hep beraber üfleyelim mumlarına sönsün, yatsıya kadar dahi beklemesin… Üfleyin, söndürün bir kolunu ama bu şamdanın diğer altı kolu daha var… Peki ne yapmalı… Akıl erbabına, vicdan ehline, memleket sevdalılarına ne yapmaları gerektiğini ve akılsızlara, vicdansızlara ve memleket düşmanlarına da ne yapmamaları gerektiğini Milli Çözüm olarak yıllardır yazdık, çizdik ve anlattık. Dediklerimiz çıktı, bundan sonrakiler de tek tek çıkacak… Anlayan anladı, anlamayan anlayamadı… Lakin bu sefer düşündüm de hep akıllılara anlatacak değiliz ya biraz da kuş beyinlilere anlatalım, hem de bir kuş beyinlinin sözlerinden….
Bir kuş, kanadını bir sofinin kırdığından şikâyet ile Hz. Süleyman’a gelir. Hz. Süleyman da o kuşun şikâyetçi olduğu sofiyi huzuruna getirtip sorar:
Bak, bu kuş senden şikâyetçi. Niye kırdın kanadını?
Sofi kendini savunur: Sultanım, Allah bu mahlûkatı âdemoğlunun emrine musahhar kılmıştır. Ben bu kuşu avlamak istedim. Yine de ona kaçması için fırsat verdim, fakat o bekledi. Adeta “gel beni tut, ne istiyorsan yap” dedi. Ben de bana teslim olacağını düşünerek üzerine atladım. Tam yakalayacakken kaçmaya çalıştı. O esnada da kanadını incittim.
Bunun üzerine Hz. Süleyman kuşa döner: Bak, bu adam da haklı. Sen niye kaçmadın? O sana sinsice yaklaşmamış. Neticede sen kendini savunabilirdin. Şimdi kolum kanadım kırıldı diye şikâyet ediyorsun.
Kuş itiraz eder: Efendim, avcı olsaydı o zaman hemen kaçardım. Ben onu sofi kıyafetinde gördüğüm için kaçmadım. Bundan bana zarar gelmez diye düşündüm.
Hz. Süleyman bu savunmayı beğenir ve kuşu haklı bulur. Kısasın yerine gelmesi için “sofinin kolunu kırın” diye emreder.
Kuş o an: Efendim, öyle yapmayın!
Ne yapayım?
Efendim, bunun kolunu kırarsanız, kolu iyileştikten sonra aynı şeyi yine yapabilir.
Peki, ne yapalım?
Siz bunu sofi kıyafetinden, cübbesinden (dini kisvelerinden) sıyırın! Sıyırın ki diğer kuşlar benim gibi aldanmasın!
Hikâye bu kadar….
Kuş beyinli der geçeriz… Ama bir kuş dahi bu kötülükleri işleyen kimselerin kolunu kanadını kırsanız da o kolun yarın iyileşeceğini ama o uyduruk sofinin yarın din kisvesi ile, takva görüntüsü ile bir başka kuşları(!?) avlayacağını o kuş kadar aklı ile bildiği için kendi nesline bu tip insanlardan zarar gelmesin diye önlem alıyor ve asıl tehlikenin ellerde, ayaklarda değil, insanları ve dahi kuşları kandıran münafık kimselerde ve sahip oldukları hak için değil zulme hizmet için kullandıkları makamları, siyasi güçleri ve iktidarları olduğunu anlıyor ve kendince hepimize ibret almamız gereken bir ders veriyor… Keşke bu kuş kadar akıl bazılarımızda da olsa!? Akıl akıldır, en azından bu kuş kadar akılları olsa!..
[1] İstidrac: Hain, kötü niyetli ve münafık karakterli kimselerde görülen geçici başarılar; onun üstün meziyet ve kerameti sanılan durumlar…

CÜBBELİ AHMET “BEL’AM”CIK’I VE MAHMUT EFENDİ YAKINLARINA UYARI!
FETULLAH GÜLEN DOSYASI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
Dünyanın Fikri Değişimi Türkiye’den, FİİLİ DEĞİŞİMİ İSE FİLİSTİN’DEN BAŞLAMIŞTIR!
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’A İFTİRALARI
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
Anlaşılan amaç Özel'i bir şekilde aday yaptırıp tekrar kolaylıkla iktidarı sürdürmek. Tabi bu hizmet! falan…
Milli Çözüm, “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, Kripto Yahudiler ve Pakraduniler” kitabında yakın siyaset tarihimizi doğrudan ve derinden…
Siyonizmi en iyi tanıyan ve tanıtan üstadımızdan sistemler değişse de güncelliğini asla yitirmemiş bir şiir.…
Sn. Kılıçdaroğlu'na önlem olarak getirilen Özgür Özel, CHP'nin Kılıçdaroğlu ile başlayan ve olumlu yönde gelişen…
Bu yüzyılda Hak davaya önderlik eden Necmettin Erbakan ve Onun Adil Düzen plan ve programlarıdır.Elbette…
Halkı yıllarca IMF ve AB uyum yasaları arasına sıkıştırılan güçlerin emrindeki yöneticiler ; canım ülkemi…
İSRA SURESİ 71. AYETİN HIŞMINA UĞRAMAMAK İÇİN ASRIMIZA VE KUR'AN'A TERCÜMAN OLAN MİLLİ ÇÖZÜM'E TÂBİ…
TUTARSIZLIK = KILIÇDAROĞLU KORKUSU!.. ÇÜNKÜ KILIÇDAROĞLU MİLLİ MUTABAKAT TARAFTARIYDI!... Özgür Özel CHP'sinde evet bir tutarsızlık…
Saf 8 يُر۪يدُونَ لِيُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَاللّٰهُ مُتِمُّ نُورِه۪ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ Onlar, Allah'ın…
Tarihten günümüze hak davaya katılmış belli mevkilerde görev almış,farklı teşkilatlarda cemaatlerde bulunmuş olduklarını anlarken Hakkın…