Siyasi Münafıklığa Kılıf:
DİNDAR KAHRAMANLIK
VE GERİ ADIM ATMA UTANMAZLIĞI!
İsveç’in NATO’ya alınması konusunda Sn. Erdoğan’ın ve yandaş takımının çok sert ve net (!) laflarının: “Taviz verme ve teslimiyet gösterme öncesi takınılan sızlanma çıkışları…” olduğunu söylediğimizde bize kızanlar, iki gün sonra Erdoğan’ın geri adımları ve uyumlu tavırları karşısında şaşırmışlar, ama bize de “Hocam yine haklı çıktın!..” demeye yanaşmamışlardı. Maalesef bunların en başında da, yandaşında da, Erbakan Hocamızın tabiriyle; “Bir hidayet kararması ve basiret bağlanması” yaşanmaktaydı. “Eğer utanmazsanız, istediğiniz tavrı takınınız ve arzu ettiğiniz şekilde davranınız!” hadisi bunlara tıpa tıp uymaktaydı…
İşte Hak’tan kopmak ve Kur’an’ın sadece istismarını yapmak, insanları bu noktaya taşırdı.
Allah’ın ayetlerinin yazılı olduğu sahifeler topluluğu olan KİTAP, “MUSHAF”tır. Mushaf-ı Şerif; inanarak ve anlamaya çalışarak, meali manası ve mesajıyla okunursa, “KUR’AN” olur. Okunan Kur’an; insanı hidayet ve istikamet yoluna, ibadet ve hizmet huzuruna ulaştırır, artık Hak ile bâtılı, doğru ile yanlışı, helal ile haramı, dost ile düşmanı, yararlı ile zararlıyı fark edip ayırma şuuruna kavuşturursa “FURKAN” olur. Furkan feraseti ve kulluk mes’uliyetiyle sürekli okunan ve hayat rehberi yapılan, yani fiilen yaşanan Kur’an, Müslümana ve İslam toplumuna “ŞİFA” ve “DERMAN” olur. Kur’ani emir ve hükümlerin yasalara ve kurallara esas alınması, tüm insanların temel haklarının ve refahının sağlanması ve devlet eliyle uygulanması durumunda ise “İLAHİ FERMAN” olur.
Kur’an’ın hükümlerine uymak ve devlet adına uygulamak gayesi ve gayreti gütmeden, sadece manevi kıraat zevki için Mushaf okuyanların hüsranda olduklarını İsrâ Suresi 82. ayeti haber verip uyarmaktadır;
“Biz Kur’an’dan mü’minler için şifa ve rahmet (vesilesi) olan şeyleri (gerekli hüküm ve haberleri) indiriyoruz. Oysa O (Kur’an; sadece istismar için okuyan ama hükmünü uygulamayan) zalimlerin ise ancak zararını (hüsran ve hırçınlığını) artırır.” (İsrâ: 82)
Evet, Kur’an’ın sadece “SATIR”larının okunup tekrarlanmasıyla Hakka ve hayra varamayacağımız, yani; manası, mesajı ve ahkâmıyla “SADIR”larımıza taşıyıp uygulamadıkça “KUR’AN EHLİ” sayılmayacağımız hatırlatılmıştır. “SADIR”; göğüsler, gönüller, beyin ve bilinçler anlamındadır.
Yirmi iki yıllık iktidarları döneminde tek bir sefer olsun, herhangi bir konuda; “Acaba bu sorunun çözümünde esas olmak üzere Kur’an ne buyuruyor? Bu kararım ve icraatım Kur’an’ın açık ve kesin emirlerine ne kadar uygun bulunuyor?” diye düşünmeyen ve bunu dert edinmeyen bir insan, imana mı yoksa inkâra ve nifaka mı daha yakındır?
Bu Nasıl Dindar Kahramanlıktı?
T.C. Merkez Bankası Başkanlığına, Bayan Hafize Gaye Erkan’ın, Amerika’dan atandığı konuşulmaktaydı. Üstelik bu iddialara yönelik hiçbir yalanlamaya ve yanıtlamaya rastlanmaması da oldukça enteresandı. Yoksa bu tavır, “Sükût, ikrardan sayılır.” (Yani; bir iddia karşısında susmak, onu kabullenmek anlamı taşır) şeklinde mi anlaşılmalıydı?
Sn. Erdoğan’ın; ABD’deki Siyonist kodamanlarla ve İsrailli ajan diplomatlarla, özel münasebetlerini ve tavizlerini; Turhan Çömez TBM Meclisi’nde açıklamaya başlamıştı!
22. Dönem AKP Balıkesir Milletvekili olan ve Sn. R. T. Erdoğan’ın özel doktoru ve danışmanı olarak tanınan… AKP’de Genel Başkan Özel Kalem Müdürlüğü de yapan Turhan Çömez, E. Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’a yönelttiği eleştirileri ve Erdoğan’a yakın Atasay Kuyumculuk sahibi Cihan Kamer’e sağlanan özel vergi indirimlerini gündeme getirmesi üzerine, 28 Şubat 2008’de Disiplin Kuruluna sevk edilip partiden uzaklaştırılmıştı. Uzun bir süre gittiği Londra’da yaşayıp, sonunda yurda dönerek 2023 Seçimleri’nde Meral Akşener’in İYİ Partisi’nden Milletvekili yapılan Turhan Çömez’in şimdi TBMM’de, Sn. Erdoğan’ın hangi Siyonist merkezlerce irtibatları sonucu iktidara taşındığı konusundaki iddiaları Meclis’i karıştırmıştı.
Eski ABD Başkanı Donald Trump’ın Erdoğan’a yazdığı mektupta: “Aptallık yapma!.. Senin şahsi sorunlarınla nasıl ilgilendiğimi biliyorsun… Sabrımı taşırma!..” gibi aşağılayıcı ifadeler kullandığını belirten Turhan Çömez: “Bu mektubu çöpe atmak değil, onurlu ve milli sorumlu bir yanıtla, ABD Büyükelçisi aracılığıyla, Trump’a iadesi, yani yüzüne fırlatılması lazımdı, ama maalesef iç kamuoyuna yönelik ucuz kahramanlık edebiyatlarıyla geçiştirilmeye çalışılmıştı!..” yorumunu yapmıştı.
T. Çömez ayrıca Meclis konuşmasında şu iddiaları gündeme taşımıştı:
“AKP kurulurken Karanlıklar Prensi olarak bilinen Richard Perle ile, hangi pazarlıklar sonucu hangi makam ve iktidara kavuşturulduklarını yakinen ve çok iyi bilenlerdenim. O süreçteki bir ABD seyahatinde Türk heyetini otelde bırakıp, hangi İsrailli ajan diplomatlarla hangi gizli görüşmeler gerçekleştiğini ve hangi tavizlerin verildiğinin en yakın canlı şahidiyim!..” diyen Turhan Çömez’e hakaretler yağdırmak yerine, varsa belgelerle bu iddialarını yanıtlamak lazımdı. İddialarını yanıtlayamadıkları aydınları, yazarları ve muhalefet yorumcularını adres ve hedef gösterip, tutuklanmaları ve cezalandırılmaları yönünde, hem de açık Anayasa hükmüne rağmen, Yargı’ya “telkin”lerde bulunup etkilemek, Sn. Erdoğan’ın ve Kurmaylarının en geçerli silahı halini almıştı.
Oysa Anayasa’nın 138. maddesi gayet açıktı:
“Hâkimler görevlerinde bağımsızdırlar… Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz”dı… Yoksa anayasalar, Baba Başkanları bağlamaz mıydı?
Borç Alan, Buyruk da Alırdı!?
19. yüzyılın başına kadar Osmanlı Devleti’nin dış borç almaya başvurmadığı tespiti yapılmaktadır. Eğer Devlet’in bütçesi açık veriyorsa, en çok Galata’daki Rum ve Ermeni bankerlere başvurulmaktaydı. Ancak olağanüstü yükler getiren Kırım Savaşı (1854-56) nedeniyle dış borçlanmaya mecbur kalınmıştı. 1854 yılında Londra ve Paris borsalarında tahvil çıkartmak suretiyle, bu iki ülkenin sermaye çevrelerinden “iki buçuk milyon Osmanlı altını” tutarında borç alınmış, arkası hızlanarak gelmeye başlamıştı. 1854-1875 yılları arasında “250 milyon Osmanlı altını” tutarında bir borç yükü altına daha sokulmuşlardı. Bu sırada Fransa’dan alınan borç ile bugünkü Dolmabahçe Sarayı da yapılmıştı. Fakat alınan borcun neredeyse yarıya yakını emisyon ve komisyon karşılığı olduğu için ele geçen para sadece 130 milyon kadardı. Alınan borçlar ise, ya savaş giderlerini karşılamak, ya bütçe açığını kapatmak ya da bir önceki borcu veya faizini ödemede kullanılmak üzere harcanırdı. Çok geçmeden borcun ana parası değil, ancak faizleri bile ödenemez bir hale gelip tıkanmıştı. Sonunda, 1876 yılında, borç ödemeyi durdurmak zorunda kalınmış, yani Osmanlı iflasını açıklamıştı. Nitekim 1875 yılı bütçesi 17-18 milyon altın iken, ödenecek borç 14 milyon altın seviyesine çıkmıştı. 1881 Kasım ayında “Muharrem Kararnamesi” adını alacak bir belge yayımlanmıştı. Alacaklılar elbette bu kararnameyi sıcak karşılamışlardı ve bu belgeyle borçların ancak bir kısmının (116 milyon) ödenebileceği vurgulanmıştı.
Aynı kararnameyle, borçların ödenmesi için bazı devlet gelirleri ayrılmıştı. Bunlar, özellikle tuz, tütün, ispirto tekelleriyle balık ve ipekten alınan vergiler, pul ve damga resimlerinin gelirlerinden oluşmaktaydı. Bunları toplamak ve alacaklılar arasında paylaştırmak üzere bir düzenleme yapılmıştı ki adını “Düyun-u Umumiye İdaresi”, yani (Genel Borçlar Yönetimi) koymuşlardı. Fakat bu Yönetim doğrudan doğruya yabancıların denetimindeydi ve onlara karşı da sorumluydu. Böylece, milli gelirin geniş bir bölümünü denetim altında tutan, bazı vergileri toplayan ve dağıtan ikinci ve bağımsız bir Maliye Bakanlığı oluşturmuşlardı. Bu uygulamanın geldiği düzeyi göstermesi bakımından şu karşılaştırma, durumun vahametini ortaya koymaktaydı: 1911 yılı itibarıyla Osmanlı Maliye Bakanlığında 5472 görevliye karşılık, Düyun-u Umumiye’de dokuz bine yakın insan çalışmaktaydı. (Daha geniş bilgi için bkz: Haluk Ülman, Birinci Dünya Savaşı’na Giden Yol (ve Savaş), AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara 1973, s. 65 vd.; İsmail Kıllıoğlu, Zaman İçinde Maraş, Edebiyat Ortamı Yayınları, Ankara 2020, s. 235 vd.)
Düyun-u Umumiye borçlarının tamamı ancak 1954 yılında ödenip kapatılmıştı.
Bir de, 1856 yılında Londra bankacılarından bir grup tarafından kurulan, 1863 yılında da bazı Fransız bankacılarının katıldığı Osmanlı Bankası adlı başka bir kuruluş vardır. Tarihi; uyarıcı, ders çıkartıcı bir bilim dalı niteliğiyle kavramadığımız sürece, aynı tuzaklara, aynı çukurlara ve kör kuyulara düşmekten kurtulamayız. Tarihten biraz doğru bilgi sağlanmış olsaydı, Devlet’in taraf olduğu herhangi bir ticari sözleşmede, Londra mahkemelerinin yetkili olduğu hükmü konulmazdı. Hem de Devlet’in hükümranlık hakkı pahasına!”[1] Ve işte şimdi Dindar Kahraman R. T. Erdoğan iktidarında MB başına ABD’den atanma yapılmış, Hafize Gaye Erkan yollanmıştı. Mehmet Şimşek’in Maliye Bakanı yapılması da bize Düyun-u Umumiye’yi hatırlatmıştı.
Sn. Erdoğan ve Dış Bakanı Fidan “Mangal Tozu Palavraları” Sıkarken, ABD İsveç’i NATO’ya almış mıydı?
İsveç’in NATO’ya üye olabilmek için Türkiye’nin onayının gerektiği şartı, ayrıca ABD’nin tek başına istediği bir ülkeyi NATO’ya üye olarak alamayacağı kaydı kâğıt üzerinde kalmıştı. Özellikle de arka arkaya yaşanan Kutsal Kitabımıza saldırıların merkezinde İsveç’in bulunması, bunun yanında aynı zamanda Kutsal Kitabımıza saldırıların İsveç polisinin koruması altında yapılmış olması, ülkemizden onay almasını iyice zorlaştırmıştı. Çünkü Türkiye’den yapılan açıklamalarda terör ve teröristlere karşı İsveç’ten somut adım atmasının istenmesini; öyle anlaşılıyor ki, İsveç ders de almamıştı. Yani ülkemiz, İsveç’in; başta PKK teröristleri olmak üzere iadesi yönünde somut adım beklerken, ülkesinde dinimize saldırı ve terör olaylarının faillerini koruma hususundaki inadı ve küstahlığı elbette kasıtlıydı.
Ancak, İsveç NATO üyeliği için Türkiye’nin onayını beklerken, ABD üye olmamış bir ülkeye bombardıman uçağı verme kararı almıştı. Medyaya yansıyan haberlere göre 19 Haziran’da iki Amerikan Lancer bombardıman uçağı güya İsveç Ordusu ve Hava Kuvvetleri ile eğitim için Lulea Üssü’nde konuşlandırılmıştı. Aynı ABD’nin; ülkemizin parasını ödediği uçakları yıllardan beri teslim etmemesi, ister istemez insanın aklına “ABD tek başına karar vererek İsveç’i NATO’ya aldı mı?” sorusunu taşımıştı. Elbette ABD’nin böyle bir yetkisi yoktu ama gücüne dayanarak her türlü yetkiyi kendisinde görüyor gibi davranmaktaydı.
Bu arada; ABD’nin her fırsatta İsveç’in NATO üyeliğine onay vermemiz için birtakım baskılar uyguladığı da hatırlandığında, ister istemez NATO üyeliğimizi gözden geçirmemiz gerektiği açıktı. Çünkü uzun yıllardan beri üyesi olmamıza ve dünyanın çeşitli bölgelerinde NATO’da görev almamıza rağmen, üyeliği netleşmemiş bir ülkeye bombardıman uçağı gönderen ABD’nin niyetini anlamak için fazlaca düşünmeye gerek olmadığı ortadadır. Bu arada sıkça dikkat çekmeye çalıştığım, bölgemizin ABD tarafından teröristlerin barınağı haline getirildiği, bir başka ifadeyle bir yandan PKK, terör örgütü olarak kabul edilirken; öbür yandan aynı PKK’nın bir militanının, Kur’an-ı Kerim yakan hainin PKK’lı olmasının bir tesadüf olmadığını söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü İsveç, NATO üyesi olmadığı halde bombardıman uçağı gönderilirken, ABD’nin; ülkemizin parasını ödediği uçakları teslim etmiyor oluşu, küstahlığın da ötesinde açıkça düşmanlıktır. Kısacası görünen o ki, ortada NATO isimli bir Haçlı ittifakı bulunduğu gerçeğini, bu ittifakın her fırsatta dindaşlık dayanışması sergilediğini belirtmek yanlış olmayacaktır. Aslında bundan sonra İsveç ile aynı masa etrafında toplanıp üyelik müzakerelerinin sürdürülmesinin doğru olmadığını, artık bundan sonrasını İsveç’in düşünmesi gerektiğini açıkça vurgulamak lazımdır. Çünkü Türkiye’nin vereceği karar doğrultusunda NATO üyesi olabileceği gerçeği ortada iken hâlâ birtakım özgürlük palavralarına sığınarak, benim inancıma yönelik saldırıları korumaya almış bir İsveç ile aynı uluslararası askeri örgüt içinde birlikte olmanın da İsveç’e ödül anlamına gelebileceği unutulmamalıdır.”[2] Ancak Sn. Erdoğan’dan ve AKP iktidarından bu onurlu ve sorumlu tavrı beklemek ise boşunadır! Sahi ABD ve diğer AB ülkeleri PKK ve PYD’ye destek çıkmıyorlar mıydı? Ey AKP iktidarı! Girmek için can attığınız ve her türlü hakaretlerine katlandığınız bu AB ülkelerinin, 1992-1995 yılları arasında sırf Müslüman oldukları için Bosna soykırımını yapan ve en az 200.000 (iki yüz bin) masum insanı katleden Haçlı zalimleri olduklarını unutmanız bile ayarınızı ortaya koymaktaydı!
Ve hele Sn. R. T. Erdoğan’ın: “Siz önce AB’ye (Avrupa Birliği’ne) giriş için önümüzü açın, biz de (NATO için) İSVEÇ’in önünü açalım” teklifi, bunların Haçlı AB’ye girmek ve o ahlâksızlık kazanında eritilmek için, hangi kutsallarımızın pazarlık konusu yapıldığının ve Milli çıkarlarımızı nasıl rüşvet sunduklarının kahredici bir fotoğrafıydı. Yani İsveç (ve diğer AB ülkeleri) tarafından Kur’an-ı Kerimlerin yakılması ve PKK’ya arka çıkılması bunların umurunda bile olmamaktaydı. Yeter ki Haçlı ve ahlâksız AB bataklığına bunları katsınlardı!?
Şimdi soruyoruz… Güya; “Kur’an-ı Kerim yakıldı… PKK’ya arka çıkıldı…” diye İsveç’in NATO üyeliğine yönelik bunca havadan, tafradan ve kurusıkı palavradan sonra Sn. Erdoğan’ın 10 Temmuz 2023’te Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta bunların hepsinden geri adım atıp mutabakata razı olması ve İsveç’in NATO üyeliğine yeşil ışık yakılması, Dindar Kahraman(!)lığın hangi kuralına uydurulacaktı? İsrail’in ve Siyonist mahfillerin adamları oldukları konuşulan Hakan Fidan’la, İbrahim Kalın, Sn. Erdoğan’ın kulağına ne fısıldamışlardı ki, onun İsveç’le ilgili çok sert ve net (!) tavrından, geri adım attırmışlardı?
Ve ey Sn. Erdoğan’ın çok bilgiç danışmanı ve müzmin yandaşı!.. Biz sana, “Bekle gör, Erdoğan’a tükürdüğünü yalatacaklar ve İsveç’in NATO üyeliğine tıpış tıpış razı kılacaklar!..” dediğimizde; “Yahu, insaf be Ahmet (Akgül) Hocam… Bir insan ve hele Sn. Erdoğan, İsveç’in Kur’an’a saygısızlığı ve PKK’ya yardımları ortada iken ve üstelik bunca kesin ve keskin tavrına rağmen, hiç geri adım atar mı?” diye karşı çıkmış ve bizi ön yargılı olmakla suçlamıştınız… Hatırlayın biz ise cevaben: “Biz sizi de, Reisinizi de… O malum ve mel’un merkezlere sizi mahkûm ve mecbur bırakan gizli ve kirli ilişkilerinizi de çok iyi bildiğimizden bunları konuşmaktayız, yarın da hatırlatırız!..” diye uyarmıştık.
Şimdi ey AKİT’çiler, nakitçiler!.. Ey Cübbeliler, rütbeliler!.. Ey bekâ ve bağımsızlık edebiyatıyla Erdoğan’ın bütün bu tahribatlarına kılıf uyduran Sn. Bahçeli ve MHP’liler!.. Ey Fatih Erbakan ve YRP’liler!.. Ey Hüda-Par’lı günübirlik söylem değiştirenler!.. Ey ilim ve irfan ehli geçinenler!.. Ve ey, “Bu AKP Erbakan’ın özel projesi, bu Erdoğan ise Hoca’nın danışıklı dövüş içindeki seçkin talebesi ve takipçisidir” zırvalarıyla ve Rahmetli Erbakan’dan intikam alırcasına Erdoğan’ın bütün talan ve tahribatlarına hikmet ve keramet uyduran Elaziz’ci sefihler!.. Ve ey bütün AKP’liler, Dindar Kahramanınızın bu kararlı, bu tutarlı ve bu duyarlı tavrından dolayı şeref duymalısınız!.. Ve hâlâ, gerçekte Türkiye’yi kimlerin yönlendirip yönettiğini anlamayacak mısınız!?
Dindar Kahraman ve dünya lideri sayılan Erdoğan’ın bütün ağırlığına ve saygınlığına (!) rağmen İsrail küstahça katliamlarına devam ediyordu.
İsrail’in, Cenin mülteci kampına yönelik saldırısının oluşturduğu gerginlik ve İsrail tarafından yapılan açıklamada “saldırıların devam edeceği” ifadeleri, gerginliğin daha da artmasına yol açıyordu. Öbür yandan Fransa’da yaşanan olayların dozajı biraz düşmüş olsa da nasıl sonuçlanacağı belirsizliğini koruyordu. Bu arada, Fransa’da eski bir siyasetçi tarafından 17 yaşındaki genci katleden polise yardım kampanyası başlatılıyor ve ilk gün kısa zamanda toplanan yardımın bir buçuk milyon avroyu bulduğu konuşuluyordu. Oysa hiç yere öldürülen Cezayir ve Fas kökenli gence yardım kampanyasında sadece 130 bin avro toplanıyordu. Böyle bir kampanya ile “cinayet işlemiş bir polise yardım toplanarak, işlediği cinayet ödüllendiriliyor mu?” sorusunu gündeme taşıyordu.
Kısacası, dünyada gerilim her gün biraz daha artıyordu. Ne yazık ki İsrail, devlet terörü estirerek Filistinlileri katlediyor ama dünyadan ciddi tepki gelmiyor, Fransa’da 17 yaşında bir çocuğu öldüren polis memurunu ödüllendirmek için yardım kampanyası bile başlatılıyordu. Bunun da ötesinde başlatılan böyle bir yardım kampanyası Fransızlar tarafından ilgi ve destek görüyordu.
Böylece dünya üzerinde bir gizli el sürekli olarak yeryüzünde kan akmasını sağlıyor, dünyanın maddi nimetleri hep bir avuç gizli dünya devleti mensuplarına akıtılıyordu. Özetle, artık yeryüzündeki bu zalimlerin hâkimiyetine son vermek gerekiyordu.[3] Ancak, bunun için önce Türkiye’nin özüne ve Milli Çözüme dönmesi gerekiyordu. Haçlı Batı’nın ve onları güden Siyonist odakların kuyruğuna takılıp AB uyum yasaları diye ailevi ve ahlâki yapımızı tahrip eden, ülkemizi borç batağına saplatıp rehin konumuna getiren Erdoğan iktidarıyla bu kutlu değişimlerin asla yaşanamayacağı ise artık herkesçe biliniyordu.
Tekrar başa dönelim;
Biz; MUSHAF seviyesinde mi, KUR’AN meziyetinde mi, FURKAN marifetinde mi, DERMAN derecesinde mi, yoksa FERMAN fazilet ve mes’uliyetinde mi Kur’an’la irtibatlıyız? sorusunun doğru yanıtı, gerçek ayarımızı ortaya koyacaktır. Olgun ve sorumlu mü’min bunların hepsine sahip olandır.
İtikadi ve en tehlikeli münafık; Kur’an’ın lafzını okuyup, ahlâkını ve ahkâmını lüzumsuz sayandır:
“(Ey Resulüm!) Sana indirilen (Kur’an’a) ve Senden önce gönderilen (Kitaplara), sözde inandıklarını öne süren (sahtekâr münafıkları) görmez misin? Ki bunlar, (hak ve adalet ölçüleriyle değil) tağutun önünde (zalim ve bâtıl düzenlerin kurum ve kurallarıyla) muhakeme olunmak (şeytan fikirli Yahudi ve Hristiyanların hükmü altında yaşamak) istemektedirler! Oysa (mü’min ve Müslüman sayılmak için) onu (tağutu ve süper güç putunu) red ve inkâr etmekle emrolunmuşlardır. Şeytan onları derin ve dönüşü olmayan bir sapkınlığa sürüklemek istemektedir.
Ne vakit onlara: (Bu temelsiz ve geçersiz yorumları bırakıp) ‘Allah’ın indirdiği (Kur’an’ın açık ve kesin hükümlerine) ve Resulün (bildirdiklerine ve sünnetine) gelin (bunları ölçü edinelim)’ denildiğinde, o münafıkların Senden süratle uzaklaşıp kaçtıklarını (ve Kur’an’ın hükümlerinden kaytardıklarını) görürsün. (İşte bunlar asıl itikadi münafıkların ta kendileridir.) (Nisa: 60-61)
[Not: Bir Müslümanın şu soruları kendisine yöneltmesi ve samimi yanıtlarına göre iman durumunu değerlendirmesi gerekir. Benim istisnasız her konudaki tercihim ve hedefim: 1- İman ve itaat mı, İtiraz ve inkâr mı? 2- İslam’a (Hakka) teslim olmak mı, Fırsatçılık ve isyan mı? 3- Kur’an’ın Rahmani esasları mı, Batı’nın şeytani yasaları mı? 4- Faizsiz bir nizam mı, Faizli sömürü çarkı mı? 5- İslam ülkeleri ittifakı mı, Haçlı ortaklığı mı? 6- Farz-helâl kuralları mı, Haramların mübahlığı mı? 7- Hidayet aydınlığı mı, Dalâlet karanlığı mı? 8- Hakk ve hayır mı, Şer ve bâtıl mı? 9- Nübüvvet ve Sünnet bağlayıcılığı mı, Nefsaniyet ve şehvet bataklığı mı? 10- Ahiret ve adalet amaçlı mı, Dünya ve menfaat ağırlıklı mı? Evet, bu 10 şıktan sadece 1 tanesinde bile ikinci maddeyi tercih ve tensip edenlerin, iman ve İslam şuuru yara almaya ve hidayeti kararmaya başlamış demektir. Baskıcı ve zorlayıcı durumlarda aciz ve çaresiz fertlere ve müstaz’af kesimlere İkrâh-ı Mülci=Ölüm ve sakatlama cinsinden ağır tehditler gibi bazı mecburiyetler bir mazeret sayılsa bile, imkân ve iktidar sahipleri için bu tür mazeretlere sığınmak geçersizdir.]”
Ve hele, Hakk ve hayır yolunu bulup bildikten sonra, bâtıla kayanlar ve Batı’ya uşaklık yapanlar, en tehlikeli siyasi münafıklardır!
“Her kim kendisine ‘dosdoğru yol’ apaçık belli olduktan (hidayet ve hakikati bilip tanıdıktan, Hakk ile Bâtıl’ın farkına ve şuuruna vardıktan) sonra, (dünyalık makam ve menfaat hırsıyla) Elçiye (Peygambere ve Hakk dava rehberine) muhalefet edip (haklı ve hayırlı hareketten ayrılırsa) ve mü’minlerin yolundan başka bir yola (Siyonist ve Haçlı İttifakına ve şeytani kurallarına) uyarsa, onu dönüp gittiği yanda (şerli ortam ve ortaklıkta) bırakırız (bu hıyanet ve hakaretinden dolayı tekrar Hakka ve hidayet yoluna dönmesine fırsat tanımayız ve hidayetini karartırız) ve (ahirette de) cehenneme sokarız. O ne kötü ve sürekli bir (zindan) karargâhıdır!” (Nisa: 115)
En aşırı “Erbakancı” takınan ve Aziz Hocamızı AKP iktidarının ve Erdoğan’ın bütün tahribat ve talanlarına ortak yapmaktan sakınmayan NİFAK TAKIMI, nedense Kur’an’ın meali manası ve mesajından özellikle Milli Çözüm’ün, 40 yıllık bir ilmi gayret, özel marifet ve mes’uliyetle hazırladığı meal ve mesajdan oldukça rahatsızlardır.
Fussilet Suresi 26. ayeti bu nasipsiz ve edepsiz kimseleri haber buyurmaktadır:
“Kâfirler (müşrikler ve münafık kesimler) birbirlerine: ‘Bu Kur’an’ı dinlemeyin ve Ona (karşı; ayetleri okunurken ve açıklanırken) yaygaralar koparın. (Siz Allah’ın emirlerini Kur’an’dan öğrenmeye çalışmayın; Onu en iyi anlayıp açıkladıkları sanılan bel’am kılıklı Siyonist kuklalarına ve başka kitap ve yayınlara kulak kabartın.) Umulur ki, böylece (belki) üstün gelirsiniz’ (diyerek aldatmışlardı).” (Fussilet: 26)
Çünkü Kur’an’ın manası ve mesajı bu tıynetsiz tiplerin, akılsızlığını ve ahlâksızlığını ortaya koymaktadır. Kendi kof kafalarında kurguladıkları, nefsani ve şeytani kuruntularını “Erbakan’ın buyrukları” gibi sunmaktan sakınmayan… Her konuda ve defalarca yanıldıkları halde hâlâ utanmayan ve yeni hezeyanlar uyduran bu insanlar, yanlarında ve yuvalarında asla Kur’an Meali bulundurmazlar, Kur’an’a başvurma ihtiyacı duymazlar, çünkü nefislerini ilahlaştırmış bir SÜFYAN takımıdırlar.
Münâfikun Suresi 4. ayeti bunları anlatmaktadır:
“(Ey Nebim!) Sen onları (münafıkları) gördüğün zaman, (düzgün ve bakımlı) endamları (zahiri kalıpları ve tavırları) Senin hoşuna gidip beğenini kazanmaktadır. Konuştukları zaman da onları dinlemeye (değer sanırsın. Oysa bunlar sözlerine, kıyafetlerine ve zahir görünüşlerine aşırı dikkat gösterip, suni ve sahte davranışlarla takva ve tarafsızlık numarası yapmakta ustalaşmışlardır. Aslında) Onlar sanki (sütun misali) dayandırılmış düzgün ahşap-kütükler gibi (şuursuz ve vicdansızdırlar. Bu kofluklarından ve korkularından dolayı da) Her çıkışı ve çağrıyı (her yaygarayı ve konuşulanı) kendileri aleyhlerine sanırlar. Onlar (sinsi ve tehlikeli) düşmandırlar, bu yüzden onlardan kaçınıp-sakının (münafıkları tanımaya çalışın ve onlara karşı tedbirli ve dikkatli olun). Allah onları kahretsin; nasıl da (Hakk’tan) çevriliyorlar ve dönekleşip duruyorlar. [Bakara: 204, 205 ve 206 bu ayetin izahıdır.]” (Münâfikun: 4)
Ayetin sonunda geçen:
“Onlar (sinsi ve tehlikeli) düşmandırlar, bu yüzden onlardan kaçınıp sakının!” uyarısı üzerinde durmak ve gereğini yapmak lazımdır.
Evet Bakara Suresi 204. ayetinin son kısmına göre, bu münafıklar İslam davası için: “(En gizli ve tehlikeli) azılı bir düşman” sayılmaktadır.
“(Ey Resulüm!) İnsanlardan öylesi vardır ki, (aslında İslam’a hasım ve Sana hain oldukları halde) dünya hayatına ilişkin sözleri (kahramanlık gösterileri, başarılı girişimleri, kolaycı ve çıkarcı projeleri) Senin hoşuna gidecektir ve (böyleleri) kalbindekine (münafıklık ve menfaatçilik düşüncesine) rağmen Allah’ı şahit getirir (yeminler ederek dine ve davaya sadık ve samimi olduğunu belirtir); oysa o (gizli ve tehlikeli) azılı bir düşman (yerindedir).
(Çünkü bu tipler, Hakk davadan döneklik ederek) Sırtını çevirip gittiği ve işbaşına (iktidara) geçtiği zaman; (ülkesinde ve) yeryüzünde (barış kılıflı) bozgunculuğa girişmeye, ekini ve nesli (bozup) helak etmeye çaba gösterir. (Genleri bozulmuş İsrail tohumları ile bitki ve hayvan türlerini ve bebeklerin-gençlerin geleceğini tahribe yönelir.) Allah ise, (fitne ve fesadı) bozgunculuğu sevmemektedir. [Not: 8 Kasım 2006’da çıkarılan 5553 sayılı Hibrit Tohum Kanunu’yla, yerli tohumlarımıza yasak getirilmiş ve uzmanlara göre bu uygulamadan sonra hastalık ve ölüm oranlarında tam üç kat artış gözlenmiştir.]
Bunlara: ‘Allah’tan kork!’ (Bu hıyanet ve tahribatlarından vazgeç) denildiğinde ise, büyüklük gururu (ve sapkınlık durumu) onu (daha da kuşatıp isyana ve) günaha sürüklemektedir. Böylelerine cehennem yeterlidir; ne kötü bir yataktır o, (girince göreceklerdir.)” (Bakara: 204-205-206)
Asla unutmayalım; Kur’an-ı Kerim’in sarih (açık ve net) ayetlerini ve Peygamber Efendimizin sahih (doğru) hadislerini esas alarak yapılan yorumlar, bir nevi içtihat sayılır, isabet edip doğruyu tutturan iki sevap, yanılan ise bir sevap kazanır. Ama Kur’an ve Sünneti esas ölçü almadan, sadece kendi kurgu ve kuruntularına göre rastgele yorum yapanlar, hatta tuttursalar bile bir günah yazılır… Yanılmaları ve başkalarını yanıltmaları karşılığı da iki kat günah yazılır ve Allah bunların hidayetlerini karartır.

CÜBBELİ AHMET “BEL’AM”CIK’I VE MAHMUT EFENDİ YAKINLARINA UYARI!
FETULLAH GÜLEN DOSYASI
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
Dünyanın Fikri Değişimi Türkiye’den, FİİLİ DEĞİŞİMİ İSE FİLİSTİN’DEN BAŞLAMIŞTIR!
FİLİSTİN’DE; BÜYÜK BAYRAMIN BÜYÜLÜ BAŞLANGICI VE ZEKİ GEÇKİL’İN ŞARLATANLIĞI
OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’A İFTİRALARI
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
DİKKAT!? Soysuzların Soytarılığı!
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
KUR’AN’A TERCÜMAN, OLDUM KOVULDUM! (ŞİİR)
Anlaşılan amaç Özel'i bir şekilde aday yaptırıp tekrar kolaylıkla iktidarı sürdürmek. Tabi bu hizmet! falan…
Milli Çözüm, “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, Kripto Yahudiler ve Pakraduniler” kitabında yakın siyaset tarihimizi doğrudan ve derinden…
Siyonizmi en iyi tanıyan ve tanıtan üstadımızdan sistemler değişse de güncelliğini asla yitirmemiş bir şiir.…
Sn. Kılıçdaroğlu'na önlem olarak getirilen Özgür Özel, CHP'nin Kılıçdaroğlu ile başlayan ve olumlu yönde gelişen…
Bu yüzyılda Hak davaya önderlik eden Necmettin Erbakan ve Onun Adil Düzen plan ve programlarıdır.Elbette…
Halkı yıllarca IMF ve AB uyum yasaları arasına sıkıştırılan güçlerin emrindeki yöneticiler ; canım ülkemi…
İSRA SURESİ 71. AYETİN HIŞMINA UĞRAMAMAK İÇİN ASRIMIZA VE KUR'AN'A TERCÜMAN OLAN MİLLİ ÇÖZÜM'E TÂBİ…
TUTARSIZLIK = KILIÇDAROĞLU KORKUSU!.. ÇÜNKÜ KILIÇDAROĞLU MİLLİ MUTABAKAT TARAFTARIYDI!... Özgür Özel CHP'sinde evet bir tutarsızlık…
Saf 8 يُر۪يدُونَ لِيُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَاللّٰهُ مُتِمُّ نُورِه۪ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ Onlar, Allah'ın…
Tarihten günümüze hak davaya katılmış belli mevkilerde görev almış,farklı teşkilatlarda cemaatlerde bulunmuş olduklarını anlarken Hakkın…