TRT 1’e Göre:
TÜRKİYE BAĞIMSIZ ÜLKE Mİ,
YOKSA ÖZERK BÖLGE Mİ SAYILMAKTAYDI?
19 Ocak 2025 Pazar günü TRT 1’de yayınlanan “Enine Boyuna” programının sonlarına doğru denk geldim. Katılımcılardan Murat Yeşiltaş: “Trump Başkanlığındaki Amerika’da ve bütün dünyada gelişen teknolojilerin elbette bizim ülkemizi de etkileyeceği” anlamındaki ifadelerinden sonra: “Bunların karşısında Türkiye’nin de özerkliğini ve otonom özelliğini koruması yönünde tedbirler alması gerekecektir.” cümlesini kurmuşlardı. Kulaklarıma inanamamıştım. Türkiye Cumhuriyeti bağımsız bir devletti. Ülkemizin “özerkliğini ve otonom özelliğini” koruyacağını söylemek bir dil sürçmesi veya bilgi yetersizliği olamazdı. Bu ifadeler; “Siyonizm’in Tek Dünya hâkimiyeti içerisinde, Türkiye’nin Özerk bir bölge olduğunu” beyinlere kazımak için mi kurgulanmıştı? Çünkü; örneğin Sincan-Doğu Türkistan, ÇİN işgalinde bir özerk ülke konumundaydı. Irak’tan koparılan Barzanistan bir özerk bölge sayılmaktaydı. Hatta maalesef Filistin, Kuduz İsrail kontrolünde bir özerk bölge statüsü taşımaktaydı. “Otonom” kavramı da aynı manada kullanılmaktaydı.
Şimdi soralım ve vicdanı olanlara sorumluluklarını hatırlatalım: Şanlı Kurtuluş Savaşı’mızla ve ülkemizin tapusu olan Lozan Antlaşması’yla bağımsız bir Devlet olarak ortaya çıkan Türkiye Cumhuriyeti’nde, hem de TRT 1 gibi bir devlet TV’sinde, ve AKP iktidarı (Cumhur İttifakı) yandaşı bir şahsın kalkıp da “Özerk Türkiye’den ve otonom özelliğinden” bahsetmesi… Ve hele hem sunucu Gurbet Ece Zorba Hanımefendi’nin, hem katılımcılar Muhittin Ataman ve Nebi Miş Bey’lerin bu ifadelere hiç itiraz etmemeleri, toplumun beynini yıkamak ve Türkiye’yi özerk bölgelere ayırmaya çalışan Siyonist-emperyalist odaklara ajanlık yapmak değilse, hangi mazeretlere ve bilimsel(!) gevezeliklere sığınacaklardı? Yoksa Irak Barzanistanı’ndan sonra, Suriye’nin kuzeyinde oluşturulan Rojava Kürdistanı’na ve bu maksatla gündeme taşınan “APO’nun çağrılarıyla barışa ve huzura kavuşma” kılıfı sarılan Yeni Çözüm Arayışı safsatalarına toplumu fikren hazırlama seansları mı başlatılmıştı?
Gurbet Ece Zorba’nın sunduğu Enine Boyuna programına; Muhittin Ataman, Nebi Miş ve Murat Yeşiltaş katılmışlardı. Arkadaşlarımız sağ olsunlar, Murat Yeşiltaş’ın ilgili sözlerinin aynen çözümünü çıkarmışlardı:
“Önümüzdeki süreçte teknoloji meselesi çok kritik olacak. 18 ve 19. yüzyıldaki teknolojik denklem yok artık ve burada bir mücadele var. Bu süreçte ABD’nin durumu da bu teknoloji konusunda kritik. Burada önemli kısım; Türkiye’nin üzerine düşenin ne olduğu ve Türkiye’nin kendisini nasıl koruyacağı? Yani, Milli Güvenlik Siyaseti diyoruz ya… Teknoloji artık onun en önemli sütunlarından biri oldu. Orası yukarı çıkaracak, orası koruyacak… Türkiye’nin özerkliğini, Türkiye’nin otonomisini ve Türkiye’nin bağımsızlığını sağlayacak yer de orası.”
Tekrar soruyoruz; bağımsız bir devlet olan Türkiye’nin “Özerkliğinden ve otonomisinden” bahseden bu şahıs, özerklik ve otonomi kavramlarını bilmeyecek kadar cahil takımından mıydı? Yoksa ülkemizi; Siyonizm’in Tek Dünya Hâkimiyeti içerisinde ve bu ırkçı emperyalizmin güdümünde “Özerk ve otonom” bir bölge gibi gösterme amacı ve çabasıyla mı görevli kılınmışlardı? Şayet bilinçsizce ve istemeden bu sözler kullanılmışsa, hemen milletimizden özür dilemeleri ve artık sözlerine dikkat etmeleri lazımdı. Ve merak ediyoruz, acaba RTÜK ne işe yarardı ve bu pervasız ve patavatsız tavırlara nasıl fırsat sağlanırdı?!…
Neymiş… Türkiye yüksek teknolojilerle özerkliğini sağlayacakmış… Otonomi özelliğini koruyacakmış!.. Yahu biz sömürge ülkesi konumunda mıyız? Biz dominyon bölge mi sayılmaktayız? Yoksa Murat Yeşiltaş, “Aslında Türkiye; ABD, AB ve NATO’nun güdümünde, iç işlerinde serbest bırakılmış, ama dış işlerinde bu odaklara bağımlı kılınmış bir otonom ve özerk yapıdır!..” demeye mi çalışmıştı?
Bu uyarılar aklını ve vicdanını kullanabilenler için yapılmaktadır. Bakınız İsrail, Suriye ordusuna ait kritik yerleri vurup durmaktadır. Askeri hava alanlarını, mühimmat-silah depolarını, hava savunma rampalarını yakıp yıkmaktadır. Özellikle Şam çevresindeki işgallerin hedefleri açıktır. İsrail Suriye ordusunun altyapısını yok ediyor, çöküşe sürüklüyor. ABD’nin 2003’te Irak’ta yaptığı gibi davranıyor. İsrail, Suriye güneyini tampon bölge gerekçesiyle işgale başladı. Şimdi PYD terör örgütüyle kuzeyde birleşme hazırlığındadır. Ve sarı koridorla Akdeniz’e açılan bir otonom-özerk devlet ortaya çıkacaktır!.. Bunlar, en düşük bir ihtimal ve endişe bile olsa, Devletin ve Milletin artık uyanması lazımdır!
ABD ve İsrail, Mahmut Abbas’tan Yanaydı!
Filistin Devlet Başkanı Abbas, İsrail’le Hamas arasındaki ateşkes anlaşması sonrası yaptığı açıklamada, “Savaş sonrası Gazze’de tam sorumluluk üstlenmeye hazır olduklarını” hatırlatmıştı. ABD de Abbas yönetiminin Gazze’yi yönetmesine sıcak baktığını açıklamıştı.
Hamas’ın 2006’daki Filistin seçimlerini kazanmasının ardından, Mahmud Abbas yönetimindeki El Fetih, sonuçları kabul etmemiş ve yönetimi Hamas’a bırakmamıştı. Bunun üzerine yaşanan çatışmalar sonucunda Hamas, 2007 yılında Gazze’nin yönetimini ele geçirdi, Batı Şeria’nın kontrolü ise Abbas hükümetinde kalmıştı.
Zaten yıllardır İsrail zulmü altında kalan Filistin topraklarında, Filistinli grupların kendi iç çekişmesi sebebiyle aslında daha da bölünmüşlük ortaya çıkmıştı. Son dönemlerde, El Fetih ve Hamas’ın tekrar bir araya gelmek için çaba sarf etmesi doğru bir yaklaşımdı. İki taraf da anlaşırsa, Filistinli gruplar İsrail’e karşı yeniden birlik olacaklardı. Hatta iki grup, Mısır’da yürütülen görüşmelerde, Gazze’nin ortak bir komite tarafından yönetilmesi konusunda sözlü de olsa bir mutabakata varmışlardı.
Ama ABD ise “Gazze’yi El Fetih yönetsin” dayatmasındaydı!
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, yaptığı açıklamada, Filistin Yönetimi’nin Gazze Şeridi’ni yönetmesi gerektiğini hatırlatmıştı. Çünkü Mahmut Abbas kendi adamlarıydı.
Siyonist İsrail bile, sonunda rehine takası konusunda HAMAS’ı muhatap almak zorunda kalmışken, Erdoğan iktidarının, şayet zerre kadar Filistin ciddiyeti ve cesareti varsa, acilen ve hemen, HAMAS’ı Gazze halkının meşru temsilcisi olarak tanıdıklarını bütün dünyaya ilan etmeleri lazımdı. Suriye’deki yeni hükümeti tanıma konusundaki tavrını asıl HAMAS’la ilgili ortaya koyması, hayati önem taşımaktaydı. Erdoğan iktidarının, “İsrail’le normalleşme anlaşmasını devam ettirmemizin tek şartı, HAMAS’ın meşruiyetinin tanınmasıdır.” teklifi bile Siyonistleri hizaya sokmaya yeterli olacaktı.
Yahudi Lobilerinin Gayrimenkul Patronu, Netanyahu’yu Barışa Zorlamıştı!
İsrail medyası Başbakan Binyamin Netanyahu’nun Hamas’la anlaşmaya varılan ateşkes kararını, Donald Trump’ın Ortadoğu elçisi Steve Witkoff’un baskısıyla kabul ettiğini aktarmıştı. Gazze’de İsrail güçleriyle 15 aydır süren savaşı durdurmak ve kalan rehineleri serbest bırakmak için görüşülen ateşkeste sona varılmıştı. İsrail ile Hamas’ın 19 Ocak 2025’ten itibaren yürürlüğe gireceği belirtilen ateşkes için anlaştığı açıklanmıştı. İsrail ve Hamas arasında anlaşma sağlandığının duyurulması Gazze’de sevinçle karşılanırken İsrail medyası ateşkes sürecinin detaylarını yazmıştı.
Trump’ın Ortadoğu Elçisi Witkoff, Netanyahu’ya baskı yapmıştı!
İsrail basınında yer alan haberlere göre, İsrail ile Hamas arasında imzalanan ateşkes anlaşması için ABD’nin seçilmiş Başkanı Donald Trump, İsrail üzerinde yoğun baskı uygulamıştı. Trump’ın; 11 Ocak 2025’te Ortadoğu elçisi Steve Witkoff’u İsrail’e göndermesiyle birlikte, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu yoğun bir ateşkes baskısı altına alınmıştı. Steve Witkoff, Netanyahu’ya Trump’ın 20 Ocak’taki yemin törenine kadar bir esir anlaşması istediğini aktarmıştı. Witkoff’un ağır baskısı sonrası Binyamin Netanyahu son altı ayda defalarca reddettiği bir ateşkes planını kabul etmek durumunda kalmıştı.
İsrailliler şaşkınlığa uğramıştı!
Haaretz’te yer alan bir detay haberde, Steve Witkoff’un Binyamin Netanyahu ile görüşmelerinin perde arkası aktarılmıştı. Haberde, Witkoff, Katar’dan İsrail’i arayarak Netanyahu’nun yardımcılarına ertesi öğleden sonra İsrail’e geleceğini söylediği, Netanyahu’nun yardımcılarının ise bu tarihin Kutsal Şabat’ın ortasına geldiğini, ancak Witkoff’la memnuniyetle görüşeceğini vurgulamıştı. ABD Yahudi Lobilerinin önde gelen isimlerinden Witkoff ise İsrailli yetkililerin bu sözlerine sert çıkmıştı. Şabat’ın kendisi için ilgi çekici olmadığını belirterek Başbakan Netanyahu ile görüşeceğini tekrarlamıştı. ABD’li ismin tepkisi karşısında İsrailli yardımcılar şaşkına dönerken, Witkoff ifade edilen tarihte İsrail’e gelerek Netanyahu ile buluşmuşlardı.
Siyonist Stratejistten Türkiye’ye Dolaylı Uyarı Küstahlığı!
CIA eski Ortadoğu Şefi Graham Fuller, Türkiye ile İsrail arasında son dönemde verilen mesajlara ilişkin dikkat çeken değerlendirmelerde bulunmuşlardı. Fuller, Ankara ile Tel Aviv arasında yaşanabilecek olası bir savaşın İsrail için ‘felaket’ olacağını hatırlatmıştı. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) çok ciddi bir askeri kapasiteye sahip olduğunu dile getiren Fuller, “Türk ordusu, muhtemelen İsrail’in genel askeri kapasitesi açısından bölgede karşılaşabileceği en ciddi rakip.” ifadesini kullanmıştı. Fuller, Türkiye’nin; ordusunun disiplinli yapısıyla, askeri teknolojisiyle ve stratejik derinliğiyle bölgede öne çıktığını vurgulamıştı. Ayrıca, Türkiye’nin jeopolitik konumuyla da hem saldırı hem de savunma kapasitesinin güçlü olduğunu hatırlatmıştı.
Türkiye ile İsrail arasında gerçekleşebilecek olası bir savaşın, Tel Aviv için ‘felakete’ dönüşebileceğini vurgulayan Fuller, “Demek istediğim şu ki, İsrail, Suriye ve Lübnan’da aşırıya kaçarsa… Türkiye ile doğrudan angajmana dahil olmak için Beyrut’a girmek bile büyük bir hamle sayılırdı. Bunun askeri açıdan muhtemelen felaket olacağını hatırlatırım. Belki İran’ı da sayabiliriz ama Türkiye kesinlikle çok zorlu olacaktı… Bu yüzden şimdiye kadar karşılıklı tehditlerin bir blöf olduğunu düşündüm. Umarım blöftür.” ifadelerini kullanmış ve diplomatik dille Türkiye’ye “aba altından sopa sallamıştı”. Ama biz bu küstah Siyonist’e hatırlatalım: İsrail çıbanını deşmek bizim sadece birkaç saatimizi alırdı… Ülkemizin başında hep bu işbirlikçiler kalacak sananlar aldanmaktaydı!
ABD’li Bağımsız Senatör Bernie Sanders’ın İtirafı!
Son iki haftadır Los Angeles’ta olup biteni ve yangın felaketini anlamak isterseniz, yardımcı olalım!
“Los Angeles’ta yaşanan büyük felaket, hatta kıyameti yaşayan ve evlerinden sürgün edilen yüz binlerce insanın ve yanıp kül olan sarayların, şatoların, villaların sahiplerini birazcık araştırınca şu gerçeklere ulaştım:
Bu mahallelerde, semtlerde yaşayan insanlar büyük iş adamları, Hollywood yıldızları, sinema, dizi patronları ve ünlü siyasetçilerden oluşmaktaydı. Yanan on binlerce villanın ve yukarıda saydığımız meslek gruplarının neredeyse yarısı Yahudi Evanjelist insanlardan, cemaat üyelerinden oluşmaktaydı. İşin en acıklı ve enteresan olan yanı bu insanların tamamı İslam’a hor bakıp, düşman görüp, Gazze’nin hatta Filistin’in tamamının yakılıp yıkılması için siyaset yapan, yazılar yazan, küstahça söylemlere kalkışan ve milyonlarca doları İsrail’e akıtan insanlardı.”
Yani Milli Çözüm’ün; bu Kaliforniya yangını için “Allah’ın intikamı” yorumu, ne kadar da anlamlıydı!..
“Yüzyılın Anlaşması” Dedikleri, Aksa’yı Yahudilere Devretme Planıdır!
Mescid-i Aksa İmam Hatibi Şeyh İkrime Sabri, “şimdiki tüm komploların” ve hatta ABD Başkanı seçilen Donald Trump’ın daha önce önerdiği “Yüzyılın Anlaşması”nın bile Mescid-i Aksa’yı Yahudilere teslim etmeyi amaçladığını vurgulamıştı. Şeyh Sabri, İstanbul’da düzenlenen “Filistin bizim hakkımızdır” konulu toplantıda bunları açıklamıştı. Mescid-i Aksa İmam Hatibi Şeyh Sabri, “Filistin bizim hakkımızdır ve bunu söylediğimizde dünyadaki tüm Müslümanlar adına konuşuyoruz. Sadece Filistinliler adına konuşmuyoruz. ‘Hakkımızdır’ derken bunu sadece duygularla değil, kanıtlarla söylüyoruz.” ifadelerini kullanmıştı.
Müslümanlar olarak herkesin Kudüs’ü ve Mescid-i Aksa’yı sevdiğini ama bu duygunun yeterli olmadığını vurgulayan Sabri, “Hakkımızı savunmamız delil ve ispatla olmalıdır ve hakkımız belirli bir yönü değil, bir haklar topluluğunu içerir ve bu yönlerden ilki, Filistin’in inancımızın bir parçası olduğu şeklindeki doktrinel inanç hakkıdır.” gerçeğini hatırlatmıştı.
Şeyh Sabri, “Allahu Ekber çağrısı kıyamete kadar kalacaktır. Ezan sesinden rahatsız olan gitsin, ama biz toprağımıza kök salmışız, hakkımıza sahip çıkıyoruz. Tüm Müslümanlara, Filistin halkının haklarına ve dinlerine bağlı olduğunu ve Gazze’de olan ve olmaya devam edenlere rağmen teslim olmayacağını temin ediyoruz. Biz hakkımızla güçlüyüz çünkü hak sahibi güçlüdür.” ifadelerini kullanmıştı.
Filistin halkının kararlılığının, bir iman kararlılığı olduğunu ve Filistin’in başına gelen komplolar, diğer ülkelerin başına gelseydi, onların bu sıkıntılara dayanamayacaklarını anlatan Sabri; ancak Filistin davasının 100 yıldır varlığını sürdürdüğünü, çünkü Mescid-i Aksa’nın “Filistin’in kalbinde” olduğunu aktarmıştı.
Şeyh Sabri: “Şu anki tüm komploların hedefi Mescid-i Aksa’dır. ABD Başkanı seçilen Donald Trump’ın daha önce önerdiği ‘Yüzyılın Anlaşması’ bile Mescid-i Aksa’nın kontrolünü ele geçirip Yahudilere teslim etmeyi amaçlıyor. Müslümanlar Filistin’e, Mescid-i Aksa’dan dolayı bağlıdırlar ve Filistin’i Mescid-i Aksa’nın varlığından dolayı severler, bu yüzden İsrail ve müttefikleri Müslümanların Mescid-i Aksa ile olan bağlarını koparmak için komplo kurmaktadırlar.”[1] uyarılarıyla konuşmasını tamamlamıştı.
Biden’dan Erdoğan Ağzıyla Esad Açıklaması: Nihayet Yıkıldı!
Biden, “Esad rejimi nihayet yıkıldı” diyerek, “Esad rejiminin olmadığı bir Suriye’ye geçişi sağlamak amacıyla yeni bir anayasa ve Suriyelilere hizmet edecek yeni bir hükümet oluşturulması için tüm gruplarla temas halinde olacağız” buyurmuşlardı. Hayret! Bay Biden aynen R. T. Erdoğan gibi konuşmuşlardı. Biden, “Suriye’de 13 yıllık iç savaşın ve Beşar Esad ile ondan önce babasının, yarım asrı aşan acımasız otoriter idaresinin ardından, muhalif güçler Esad’ı görevinden çekilmeye ve ülkeden kaçmaya mecbur etti” derken sanki Erdoğan’dan laf çalmışlardı!..
“Esad rejimi nihayet yıkıldı” ifadelerini kullanan Biden, Suriye rejiminin yüz binlerce masum Suriye vatandaşını işkenceden geçirdiğini ve öldürdüğünü aktarmıştı. Biden, “Bu, uzun zamandır acı çeken Suriye halkı için gururlu ve ülkeleri adına daha iyi bir gelecek inşa etmek için tarihi bir fırsattır. Bu aynı zamanda hepimizin bir sonraki adımın ne olacağı sorusuna yöneldiği bir risk ve belirsizlik anıdır” ifadelerini kullanmıştı.[2]
Esad Kaçınca, Abdullah Gül’ün Sevinç Çığlığı!
Suriye’de muhalif grupların Halep’ten başlattıkları ilerleyiş, bir hafta içinde başkent Şam’da kontrolü sağlamalarıyla sonlanmıştı(!?). Abdullah Gül yaşanan gelişmelere sevindiğini açıklamıştı.
Sosyal medya hesabından bir paylaşım yapan Gül şunları aktarmıştı:
“60 yıllık acımasız Baas diktatörlüğünün bugün sona ermesi tarihi bir gelişmedir. Yeni dönemin, özgürlük taleplerinin bedelini yüz binlerce ölüm ve milyonlarca sürgün ile ödeyen Suriye halkına güven, barış ve huzur getirmesini, acı ve çileleri sona erdirmesini dilerim. Yeni liderliğin bir çekişmeye girmeden Suriye halkının tamamını kucaklaması, intikamcılıktan uzak, korku ve dehşete fırsat vermemesi başarının temeli olacaktır.”
Davutoğlu’nun Fırsatçılığı: “Bu Sonuç Başta Erdoğan Olmak Üzere Hepimizin Başarısıdır!”
Ahmet Davutoğlu, cihatçıların Şam’ı ele geçirmesinin ardından yaşadığı mutluluğu anlatmış, “Bir başarı varsa başta Sayın Erdoğan olmak üzere hepimize ait” buyurmuşlardı. Türkiye’nin Suriye’ye dönük saldırganlığının mimarlarından olan ve son zamanlarda “Yeni Osmanlıcılık” hayallerini yeniden dillendirmeye başlayan eski Başbakan ve Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, Beşar Esad yönetiminin düşmesinden duyduğu memnuniyeti paylaşmıştı.
TV100‘e konuk olan Davutoğlu, “Esad bizi dinlememesinin bedelini ödüyor. Dinleseydi, şu anda Şam’da halkı ile barışık ve belki de Ortadoğu’ya örnek bir demokrasi kurabilirdi. Bizi dinlemedi” iddiasında bulunmuşlardı. Geçmişte AKP hükümetlerinde Başbakanlık ve Dışişleri Bakanlığı görevlerinde bulunan Davutoğlu, “Şu anda söylüyorum. Bir başarı varsa başta Sayın Erdoğan olmak üzere hepimize ait” diye sahip çıkmıştı. Şimdi soruyoruz: Bu kutlu ve mutlu zaferi(!) Biden, Erdoğan, Abdullah Gül ve Davutoğlu birlikte mi planlamışlardı?
Abdullah Gül’den Bahçeli’ye Kahramanlık Şarkısı!
11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin terör sorununa yönelik attığı adıma tam destek çıkmıştı. Gül, “Bu adımı, Türk milliyetçiliğine yapılmış en büyük hizmet olarak değerlendiriyorum.” buyurmuşlardı. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin grup toplantısında terör örgütü PKK lideri Abdullah Öcalan’a yaptığı “terör örgütü PKK’yı feshet” çağrısı ile başlayan süreç, DEM Parti heyetinin İmralı ziyareti ile yol almaktaydı. İmralı’da terörist başı Öcalan ile görüşen heyet, sonrasında AKP, CHP ve MHP gibi siyasi partilerle görüşmeler yapmışlardı.
Gül’ün açıklaması enteresandı!
Bahçeli’nin hamlesine 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün desteği enteresandı. Bahçeli’nin açıklamalarını alkışladığını belirten Gül, “Bu adımı, Türk milliyetçiliğine yapılmış en büyük hizmet olarak değerlendiriyorum” ifadelerini kullanmıştı.
Karar gazetesine konuşan Abdullah Gül, 2009 yılında Kürt meselesinin demokrasi ve insan hakları temelinde çözülmesi gerektiğini söylediğini hatırlatarak “Türkiye’de kimilerinin ‘Kürt meselesi’, kimilerinin ‘terör meselesi’ olarak adlandırdığı bu konu, ülkenin en önemli sorunlarından biridir. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana varlığını sürdüren ve son 30-40 yılın en belirleyici meselesi haline gelen bu sorun hem siyaseti hem de toplumu derinden etkilemiştir. Ben de Cumhurbaşkanlığı dönemimde ve daha önceki pozisyonlarımda bu konuyu Türkiye’nin en büyük sorunu olarak gördüm. O dönemde, bu meseleyi çözmek adına çok çaba sarf ettim ve meselenin mutlaka Türkiye’nin kendi inisiyatifiyle gündemden düşmesi gerektiğini savundum. Bu bakış açısına sahip biri olarak, Sayın Devlet Bahçeli’nin açıklamalarını ‘olağanüstü bir adım’ olarak değerlendiriyorum” buyurmuşlardı!..
Bunlar Edebiyat Savururken, Kıbrıs Rum Kesimi Hızla Silahlanmaktaydı!
Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’nin İsrail’den “Demir Kubbe” hava savunma sistemi satın aldığına dair iddiaların ardından, Kuzey Kıbrıs’tan “hassas dengeleri değiştirme tehlikesine” dair açıklama yapılmıştı.
Kıbrıs Rum basınında çıkan haberlere göre, İsrail’in Gazze ve Lübnan’a yönelik saldırıları ve İran ile arasındaki gerilimden dolayı sekteye uğrayan süreç, iki yılın ardından tamamlanmıştı. İki yıldır bekleme sürecinde olan “Demir Kubbe”nin artık Kıbrıs Cumhuriyeti’ne teslim edildiği aktarılmıştı. Konuya ilişkin haberlerde, kaç batarya alındığına ve sistemin hangi bölgeye kurulacağına dair bilgiler saklanmıştı.
Güney Kıbrıs Savunma Bakanı Vasilis Palmas da “Demir Kubbe” konusunda yaptığı açıklamada, “Kıbrıs’ın güvende olduğunu ve Rum Milli Muhafız Ordusu’nun (RMMO) askeri açıdan hiç bu kadar güçlü olmadığını” vurgulamıştı. Palmas, “RMMO’nun Kıbrıs’taki Türk askeri varlığından dolayı her zaman teyakkuz durumunda olduğunu ve Suriye’deki gelişmeler için ayrı bir önlem almaya gerek olmadığını” hatırlatmıştı.
Kıbrıs Rum Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis de bir toplantıda, İsrail’den “Demir Kubbe” savunma sisteminin satın alınmasına ilişkin yöneltilen sorulara cevaben, “Kıbrıs’ın caydırıcı gücünün artırılması için gereken her şeyin yapılacağı” mesajını paylaşmıştı. Öte yandan Hristodulidis, “Demir Kubbe” hava savunma sisteminin teslim alınıp alınmadığı yönünde net bir cevaptan sakınmıştı.
Demir Kubbe Nasıl Çalışmaktadır?
İsrail tarafından geliştirilen bir hava savunma sistemi olan Demir Kubbe, özellikle kısa menzilli roketler ve havadan gelen tehditlere karşı savunma sağlamak amacıyla tasarlanmıştı. Demir Kubbe, İsrail’in hava savunma stratejisinin önemli bir parçasını oluşturmaktaydı. Temel işlevi, “düşman roketleri”ni havada imha ederek sivil alanları korumak olan sistem, radar teknolojisi kullanarak füzeleri tespit edip etkisiz hale getirmek için önleyici füzeler fırlatmaktaydı. 2021 yılında bir olayda Demir Kubbe, yanlışlıkla kendi savaş uçağını hedef almış ve uçağa füze fırlatmıştı. Bu ve benzer olaylar Demir Kubbe sisteminin güvenilirliği konusunda tartışmalara yol açmıştı.
- Milli Gazete / 15 Ocak 2025
- Haber7 / 08 Aralık 2024
“Bu Taklitçilerin Eline Değil Devlet, Bir Leblebici Dükkanı Bile Emanet Edilemez”
Prof. Dr. Necmettin Erbakan
İsrail çıbanını deşmek bizim sadece birkaç saatimizi alırdı… Ülkemizin başında hep bu işbirlikçiler kalacak sananlar aldanmaktaydı!
Biz Kitapta (Levh-i Mahfuz’da -kader programında-, olacakları önceden bildiğimizden) İsrailoğullarına şu hükmü verip (kararlaştırdık): “Muhakkak siz yer(yüzün)de iki defa (çok yaygın ve azgın bir fesatlıkla) bozgunculuk çıkaracaksınız ve muhakkak büyük bir kibirleniş-yükselişle böbürlenip şımaracaksınız. (Ekonomik, askeri ve siyasi gücü ele geçirecek ve bölgeye hükümran olacaksınız. Ne var ki bununla şımaracak; haksızlığa ve ahlâksızlığa başlayacaksınız.)”
Nitekim (bunlardan) ilk vaid (birinci azgınlığınızı cezalandırma vakti) geldiği zaman güç ve şiddet sahibi kullarımızı (İslam kaynaklarında Buhtunnasr, Batılılarca Nabukadnezar denen komutanı ve ordularını) üzerinize gönderdik de sizi evlerin aralarına kadar girip araştırıp (buldular, yurtlarınızı ve zulüm saltanatlarınızı yıktılar). Bu yerine getirilmesi gereken bir sözdü (ve tarihte aynen gerçekleşmiş bulunmaktaydı.)
Sonra size tekrar “güç ve kuvvet sağlayıp onların (insanların) üzerine geri döndürmüş olacağız”, size mallar ve çocuklarla destek çıkacağız, (karşılıksız dolarla ve masonik organizasyonlarla Siyonist sömürü saltanatını kuracaksınız) ve sizin cemaat ve teşkilatınızı da (etkinleştirip) çoğaltacağız. (Örneğin, BM ve NATO gibi kuruluşları güdümünüze alıp söz sahibi olacak ve kötü amaçlarınız için kullanmaya kalkışacaksınız!..)
İşte (böyle bir durumda) şayet iyilik (ve adalet) ederseniz, kendi nefsinize (ve menfaatinize) iyilik olacaktır. Yok, eğer kötülük (ve zulüm) ederseniz, o da kendi aleyhinize (sonuçlar doğuracaktır. Ama siz maalesef yine zulüm ve kötülük yoluna sapacak, elinizdeki ve emrinizdeki imkân ve iktidarları Siyonist hayallerinizi ve şeytani niyetinizi gerçekleştirmek için korkunç bir haksızlık ve ahlâksızlık yolunda kullanacaksınız. Dünya’yı savaş ve soygun alanına çevirecek ve insanları birbirine kırdıracaksınız.) Arkasından bu sonuncu (sapkınlık ve şımarıklığınızı cezalandırma) zamanı gelince, (size öyle Mü’min ve Mücahit kullarımızı göndereceğiz ki) yüzlerinizi kötüleştirsinler (servet ve saltanatınızı yıkıp sizi dize getirsinler, yüzlerinizi yere sürdürsünler) ve ilk kez girdikleri (Buhtunnasr veya Hz. Ömer döneminde Kudüs’ü fethettikleri) gibi tekrar yine Mescid’i (Aksa’ya) girsinler ve ele geçirdikleri (hainleri, katilleri ve mel’ânet merkezleri)ni mahvu perişan etsinler. (Böylece Siyonist saltanatınıza son versinler ve İsrail denen beşeriyet bünyesindeki kanser urunu kesip temizlesinler. Ey Beni İsrail, bu Allah’ın va’adi ve tehdididir ki, mutlaka yaşayacaksınız!)
İsra suresi 4,5,6,7
Tekrar soruyoruz; bağımsız bir devlet olan Türkiye’nin “Özerkliğinden ve otonomisinden” bahseden bu şahıs, özerklik ve otonomi kavramlarını bilmeyecek kadar cahil takımından mıydı?
Yoksa ülkemizi; Siyonizm’in Tek Dünya Hâkimiyeti içerisinde ve bu ırkçı emperyalizmin güdümünde “Özerk ve otonom” bir bölge gibi gösterme amacı ve çabasıyla mı görevli kılınmışlardı?
Şayet bilinçsizce ve istemeden bu sözler kullanılmışsa, hemen milletimizden özür dilemeleri ve artık sözlerine dikkat etmeleri lazımdı. Ve merak ediyoruz, acaba RTÜK ne işe yarardı ve bu pervasız ve patavatsız tavırlara nasıl fırsat sağlanırdı?!…
(Öyle ki bu taşların her biri) Rabbinin katında haddini aşıp ölçüyü taşıran (sapkınlar, ahlâksızlar, Firavun ve Nemrutlar ve onların zulmüne fetva veren çağdaş Bel’am ve Münafıklar için) ‘herkese ayrı ayrı (ve isim isim)’ işaretlenip damgalanmış (kahredici mucize mermiler şeklindedir). [Not: Bu ayette geçen “her bir şahsa ait olmak üzere işaretlenmiş taş mermiler” ifadesi yüksek teknoloji eseri ve belirlenmiş hedefine kilitli “akıllı silahların” varlığına ve ileride yaygınlaşacağına da işarettir.]Zâriât suresi 34
ZAFER İNANANLARINDIR VE ZAFER YAKINDIR!
Neredeyse çeyrek asırdır Siyonistlerden aldıkları talimatlarla BOP Projesi ve Haim Nahum Doktrinin uygulamacılığını yapan AKP Hükümetini ayakta tutmak için muhalefet de aynı odaklar tarafından kullanılmaktadır. Ancak Milli Çözüm’ü kimse atlatamamaktadır! Yaşanılacak büyük hesaplaşmada Kıbrıs’tan Türkleri atma hayallerine kapılacak olan Rumlar, İsrail’in bir kaç saatte tarihin çöplüğüne karıştığını gördükleri zaman, Delik Kubbenin Erbakan Teknolojisi, Milli Çözüm iktidarının cesareti ve Türk Ordusunun kudreti karşısında nasıl aciz olduklarını göreceklerdir!
Ne İsrail’i ne de karşımızda duracak olan Rumlar’ı, Emperyalist ağebeyleri kurtaramayacaklardır çünkü arkalarına bakmadan kaçmak zorunda kalacaklardır!
Ülkeyi yöneten zihniyet, Amerika Avrupa ve israille olan politik ve siyasi ilişklerınde bağımlı halde ise, TRT den bu minvalde konuşmalar ise,halkı kabullenme psikolojisine sevk etme yolu olmakta.
TRT son 20 yılıdır, Akp zihniyeti Yandaş kanallar özel tv’leri gibi yayın yapan bir televizyon kuruluşu olmuş..
TRT’nin Bağımsızlık anlayışı; iktidar in eylem ve soylemlerıne eyımli Bağımlı,
TRT ,gerçek Muhalefet yapan yazar ve siyasi temsılclerının (olumlu) fikir ve düşüncelerine görmezden gelerek, sadece muhaliflerin aleyhındekı haberlerı yayın yapması dikkatlerden kaçmıyor..
Abdullah Gül, Davutoğlun açıklamaları ise,bir kez daha açıkça belli ettiki,( endişelerımızde yanılmadık) , Mevcut iktidarın zihniyetine entegre olmuş,muhalif görunumlu politikacılardır,, amaçları ise iktidar a karşı ciddi bir muhalefet oluşmasın dıye iktidar in ayak izlerınden gıdıyorlar..
Davutoğlu; “Bedenen Ak Parti’den ayrıldım,ama Ruhen Ak partideyim” Açiklaması herşeyi net olarak ifade ediyor..
Saadet partisi yönetemıni;,
Abdullah Gül ve Davutoğlu gibi polıtıkacılarlın ekseninde yöresinde oluşumunda olmaması gerektiğini, haklı gerekçelerle dayanarak her fırsatta yazıp uyaran Milli çözümü acilen dikkate alması gerekiyor..
Saadet partisi yönetimi,Abdullah gül ve Davut oğlu düşüncesı ile ilerlemesi,Erbakan hocamızın Emanetı olan saadet partisi ve Milli Görüş anlayışını bitirmiş olacaklar.!
Sabah namazına kalkabilmek için BİR UYANIK olsun yeterlidir malumunuz. İsterseniz koca bir otel dolusu bir ortamda olunsun eğer ki BİR UYANIK varsa onlarca yüzlerce binlerce insanı o TEK UYANIK hepimizi uyandırır… Elhamdülillah rabbimize sonsuz şükürler ediyoruz ki Günümüzün UYANIK’I Milli Çözüm olduğu makalede hatırlatılan TRT 1 de gündeme gelen büyük yanlışı hatırlatarak hem ilgililerin ayağını denk almalarına ve hem de milyonlarca halkımızın da uyanmasına sorumluluklarını kuşanmasına vesile olmaya çalışılmaktadır.
Kıymetli yazara teşekkürlerimi arzediyorum.
Devletin ve Milletin artık uyanması lazımdır!
Milli Çözüm, aklını ve vicdanını kullanabilenler için soruyor:
TRT 1’e Göre: “Türkiye Bağımsız Ülke mi, Yoksa Özerk Bölge mi Sayılmaktaydı?”
Türkiye Cumhuriyeti’nde, hem de TRT 1 gibi bir devlet TV’sinde ve AKP iktidarı (Cumhur İttifakı) yandaşı bir şahsın kalkıp da “Özerk Türkiye’den ve otonom özelliğinden” bahsetmesi;
Irak Barzanistanı’ndan sonra, Suriye’nin kuzeyinde oluşturulan Rojava Kürdistanı’na ve bu maksatla gündeme taşınan “APO’nun çağrılarıyla barışa ve huzura kavuşma” kılıfı sarılan Yeni Çözüm Arayışı safsatalarına toplumu fikren hazırlama seanslarının başlatılmasıdır.
Murat Yeşiltaş’ın: “Türkiye’nin de özerkliğini ve otonom özelliğini koruması yönünde tedbirler alması gerekecektir.” sözlerinin anlamı “Siyonizm’in Tek Dünya hâkimiyeti içerisinde, Türkiye’nin Özerk bir bölge olduğunu” ifade etmektir.
Murat Yeşiltaş, “Aslında Türkiye; ABD, AB ve NATO’nun güdümünde, iç işlerinde serbest bırakılmış, ama dış işlerinde bu odaklara bağımlı kılınmış bir otonom ve özerk yapıdır!..” demeye mi çalışmaktadır.
Toplumun beyni yıkanmakta ve Türkiye’yi özerk bölgelere ayırmaya çalışan Siyonist-emperyalist odaklara ajanlık yapılmaktaydı.
Murat Yeşiltaş, “Türkiye’yi Konumlandırmak: Jeopolitik Zihniyet ve Türkiye’de Ordu” konulu doktora tezinin sonuç bölümünde:
“Amaç jeo’suz yeni bir politik dilin kurulabileceği ihtimalini gündeme getirmek olmalıdır. En nihayetinde, Türkiye’de “jeopolitiğin ontolojik statüsünü” yerinden etmenin ihtimal dâhilinde olduğunu gündeme getirerek alternatif bir bakışı yerleştirmek mümkündür.” diye yazmaktaydı.
Bakar mısınız, ne kadar da bilimsel(!?) ne kadar da tumturaklı laflar yazılmıştı!
Sahi millet anlamasın diye söylenen ve yazılan bu tumturaklı laflar ne anlama geliyordu?!
Amacın “jeo’suz yeni bir politik dilin kurulabileceği ihtimalini gündeme getirmek olmalıdır.” demenin anlamı; Türkiye’de Jeo’suz yani topraksız, yani vatansız bir anlayışın gündeme getirilmesi gerektiğidir.
“Türkiye’de ‘jeopolitiğin ontolojik statüsünü’ yerinden etmenin ihtimal dâhilinde olduğunu” demenin anlamı ise; Türkiye’nin, Siyonizm’in Tek Dünya Hâkimiyeti içerisinde ve bu ırkçı emperyalizmin güdümünde “Özerk ve otonom” bir bölge olmasını sağlamanın ihtimal dahilinde olduğunu ifade etmektir.
İkinci İsrail olan Kuzey Irak Kürdistanı (Barzanistan’dan) sonra, şimdi Kuzey Suriye Rojava Kürdistanı’nı kurdurup Türkiye’yi, önce kuşatma altına alarak, sonra Güneydoğumuzu da kışkırtıp katarak Büyük İsrail’e hazırlık yapma projesinin ihtimal dahilinde olduğu, halkımızın olup bitenleri anlamaması için vatansız bir politik anlayışın gündeme getirilmesi gerektiği bilimsel(!?) ve tumturaklı laflarla ifade ediliyor.
Aklını ve vicdanını kullanabilenlere duyrulur!
Boyunlarına taktıkları işbirlikçilik yuları ile özgür ve hür bir dünyada olduklarını zanneden kifayetsiz uşak takımının;
Gerçek bağımsızlıktan, İzzet Onur ve Saygınlıktan elbette nasipleri olmayacak, bunları anlayacak idrak, akıl ve ahlaktan da yoksun kalmaları kaçınılmaz olacaktı.
Siyonist Stratejistten Türkiye’ye Dolaylı Uyarı Küstahlığı!
CIA eski Ortadoğu Şefi Graham Fuller, Türkiye ile İsrail arasında son dönemde verilen mesajlara ilişkin dikkat çeken değerlendirmelerde bulunmuşlardı. Fuller, Ankara ile Tel Aviv arasında yaşanabilecek olası bir savaşın İsrail için ‘felaket’ olacağını hatırlatmıştı. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) çok ciddi bir askeri kapasiteye sahip olduğunu dile getiren Fuller, “Türk ordusu, muhtemelen İsrail’in genel askeri kapasitesi açısından bölgede karşılaşabileceği en ciddi rakip.” ifadesini kullanmıştı. Fuller, Türkiye’nin; ordusunun disiplinli yapısıyla, askeri teknolojisiyle ve stratejik derinliğiyle bölgede öne çıktığını vurgulamıştı. Ayrıca, Türkiye’nin jeopolitik konumuyla da hem saldırı hem de savunma kapasitesinin güçlü olduğunu hatırlatmıştı.
Türkiye ile İsrail arasında gerçekleşebilecek olası bir savaşın, Tel Aviv için ‘felakete’ dönüşebileceğini vurgulayan Fuller, “Demek istediğim şu ki, İsrail, Suriye ve Lübnan’da aşırıya kaçarsa… Türkiye ile doğrudan angajmana dahil olmak için Beyrut’a girmek bile büyük bir hamle sayılırdı. Bunun askeri açıdan muhtemelen felaket olacağını hatırlatırım. Belki İran’ı da sayabiliriz ama Türkiye kesinlikle çok zorlu olacaktı… Bu yüzden şimdiye kadar karşılıklı tehditlerin bir blöf olduğunu düşündüm. Umarım blöftür.” ifadelerini kullanmış ve diplomatik dille Türkiye’ye “aba altından sopa sallamıştı”. Ama biz bu küstah Siyonist’e hatırlatalım: İsrail çıbanını deşmek bizim sadece birkaç saatimizi alırdı… Ülkemizin başında hep bu işbirlikçiler kalacak sananlar aldanmaktaydı!
ABD’li Bağımsız Senatör Bernie Sanders’ın İtirafı!
Son iki haftadır Los Angeles’ta olup biteni ve yangın felaketini anlamak isterseniz, yardımcı olalım!
“Los Angeles’ta yaşanan büyük felaket, hatta kıyameti yaşayan ve evlerinden sürgün edilen yüz binlerce insanın ve yanıp kül olan sarayların, şatoların, villaların sahiplerini birazcık araştırınca şu gerçeklere ulaştım:
Bu mahallelerde, semtlerde yaşayan insanlar büyük iş adamları, Hollywood yıldızları, sinema, dizi patronları ve ünlü siyasetçilerden oluşmaktaydı. Yanan on binlerce villanın ve yukarıda saydığımız meslek gruplarının neredeyse yarısı Yahudi Evanjelist insanlardan, cemaat üyelerinden oluşmaktaydı. İşin en acıklı ve enteresan olan yanı bu insanların tamamı İslam’a hor bakıp, düşman görüp, Gazze’nin hatta Filistin’in tamamının yakılıp yıkılması için siyaset yapan, yazılar yazan, küstahça söylemlere kalkışan ve milyonlarca doları İsrail’e akıtan insanlardı.”
Yani Milli Çözüm’ün; bu Kaliforniya yangını için “Allah’ın intikamı” yorumu, ne kadar da anlamlıydı!..
Suriye konusunda Türkyemizin önünde öncesinde yaşanan bir Irak örneği vardı. Irak’taki önceki yaşananlardan gereken dersler alınıp Suriye’de de aynı hatalara yuvarlanılmaması lazımdır. Çünkü siyonist tezgah ırak’takine benzer şekilde işletmeye çalışmakta idiler. Akıllı insan bir delikten bir defa sokulurdu ama ahmakların pek aklı ermezdi onlar günü birlik ve anı kurtaracak kısa vade de siyasete bakarlardı.
Siyonist Fuller’e zamanı gelince gereken cevabı TSK’mız gerektiği gibi verecekti. Herkes haddi bilecekti, siyonist yahudi asıl düşmanının kim olduğunu çok iyi biliyordu.
Siyonist rejisörler oyunu kurgulamış ve sağdan, soldan, ortadan, dışarıdan, içeriden bütün cephelerin zahiren birebirlerinin rakibi muhalifi gibi gözükselerde aslında aynı oyunun bir parçası idiler. Oyunu birileri kurmuş oyuncularada rollerini dağıtmış herkes gerektiği gibi rollerini oynamakta idiler. AMMA birde asıl oyun kuranların en hayırlısı Allah’ın planı oyunu vardı. Hepsinin tuzaklarını nasıl başlarına geçirecek görecektik.Büyük İsrail hayali kuranlar eldekinide nasıl kaybediyorlar görecektik ve zaman daralmıştı.