ABD-ÇİN KAVGASI
VE
NATO’NUN ASYA KANADI
Güney Kore’de Devlet Başkanı’nın Sıkıyönetim Kararı Kaldırılmıştı!
Güney Kore Devlet Başkanı Yoon Suk Yeol, “Kuzey Kore yanlısı güçleri ortadan kaldırmak ve anayasal düzeni korumak” için 03 Aralık 2024 günü sıkıyönetim ilan etmişti. Öte yandan Meclis’in ve siyasi partilerin faaliyetlerine de yasak getirmişti. Güney Kore’de darbe mi oldu? sorusunun cevabı aranırken ülkede tanklar ve askerler sokaklarda görüntülendi. Öte yandan askerler parlamento binasına girerken ‘sıkıyönetimin kaldırılmasını isteyen karar’, Meclis Genel Kurulu’nda kabul edilmişti. Devlet Başkanı Yoon Suk Yeol; muhalefeti “parlamentoyu kontrol etmekle, Kuzey Kore’ye sempati göstermekle ve devlet karşıtı faaliyetlerle hükümeti felç etmekle” suçlayarak sıkıyönetim ilan etmişti. Bu duyuruyu televizyonda yapan Yoon, atılan adımın ülkenin anayasal düzeninin korunması açısından kritik olduğunu belirtmişti. Yoon “Kuzey Kore’nin komünist güçlerinin oluşturduğu tehditlerden liberal bir Güney Kore’yi korumak ve devlet karşıtı unsurları ortadan kaldırmak için olağanüstü sıkıyönetim ilan ediyorum.” demişti.
Güney Kore’de Darbe mi Yapılmıştı?
Güney Kore’de sıkıyönetim ilan edilmesinin ardından sokaklara birçok askerin indiği ve halk ile karşı karşıya geldiği görüntülendi. Güney Kore ordu birlikleri, Başkan Yoon Suk Yeol’un sıkıyönetim ilanının ardından parlamentoya girmişti. Askerler parlamento binasına girerken ‘sıkıyönetimin kaldırılmasını isteyen karar’, Meclis Genel Kurulu’nda kabul edilmişti. Kararın 190 oy ile kabul edildiği belirtilmişti. Güney Koreli Milletvekilleri sıkıyönetime karşı oy kullandı ve Başkan Yoon’un acil durum ilanının derhal kaldırılmasını talep etmişlerdi.
Beyaz Saray, Güney Kore’de sıkıyönetim ilan edilmesiyle ilgili gelişmeleri yakından takip ettiklerini ve Güney Koreli yetkililerle temas halinde olduklarını bildirmişti. Güney Kore Parlamento Başkanı, asker ve polis memurlarına parlamento binasını derhal terk etmelerini emretti. Parlamentoyu terk etmeyen askerlerin vatana ihanet suçundan yargılanacağını söylemişti.
Sonunda Karar Kaldırıldı
Güney Kore Devlet Başkanı Yoon Suk Yeol, sıkıyönetim konusunda geri adım atmıştı. Yoon, sıkıyönetim ilan ettikten saatler sonra Bakanlar Kurulu toplantısıyla sıkıyönetim kararını kaldıracağını duyurarak, ordunun geri çekildiğini açıklamıştı. Devlet Başkanı Yoon’un açıklamasının ardından parlamento dışında toplanan kalabalık, kutlama yapmıştı.
ABD’nin, Gelişmeleri “Derin Bir Kaygıyla İzliyoruz” Uyarısı!
Beyaz Saray, Devlet Başkanı Yoon Suk Yeol’un ilan ettiği sıkıyönetim kararıyla ilgili önceden haberlerinin olmadığını duyurmuşlardı. ABD yönetimi, Güney Kore’de sıkıyönetim ilan edilmesiyle ilgili gelişmeleri “derin bir kaygıyla” izlediklerini, süreçle ilgili önceden bilgilerinin olmadığını ve Seul’deki siyasi anlaşmazlığın barışçıl bir şekilde ve hukukun üstünlüğüne uygun olarak çözülmesini umduklarını açıklamıştı. “Bizim umudumuz ve beklentimiz, herhangi bir siyasi anlaşmazlığın barışçıl bir şekilde ve hukukun üstünlüğüne uygun olarak çözülmesidir.” şeklinde konuşan ABD’li Sözcü Yardımcısı, gelişmelerin halen çok sıcak olduğunu ve bir yargıda bulunma konusunda dikkatli davrandıklarını vurgulamıştı.
Cumhurbaşkanı’na İstifa Baskısı
Güney Kore Devlet Başkanı Yoon’un darbe girişimi, halk protestoları ve Milletvekillerinin dik durmasıyla boşa çıkarılmıştı. Sendikalar, Yoon ve kabinesi istifa edene kadar süresiz genel grev kararı almıştı. ABD’nin Asya’daki önemli müttefiki Güney Kore Devlet Başkanı Yoon Suk Yeol 3 Aralık 2024 Salı gecesi sıkıyönetim ilan ederek Meclis’i feshedip askıya alma, politik partileri kapatma ve planlanan kitlesel işçi grevlerini ve protestoları yasaklama girişimi sonuçsuz kalmıştı. Yoon, darbe niteliğindeki girişimine gerekçe olarak ise “Kuzey Kore yanlısı güçleri” ortadan kaldırmak olarak açıkladı. Yoon, muhalefette bulunan ancak parlamento çoğunluğuna sahip olan Demokrat Parti’yi (DP) “ulusal yıkımın başlıca sorumlusu devlet karşıtı güç” olarak suçlamıştı. Kendi partisi Halkın Gücü (PPP) parlamento çoğunluğunu yitirdiği için iktidar kaybına uğrayan Yoon’un bu açıklamasının ardından askerler parlamento binasını basmıştı. Ancak Yoon’un girişimi binlerce kişinin katıldığı halk protestoları ve Milletvekillerinin müdahalesiyle birkaç saat içinde boşa çıkarılmış ve Yoon sıkıyönetim kararını geri almak zorunda kalmıştı. İktidarı yeniden ele geçirme hamlesi başarısız olan Yoon’un görevden alınması gündeme taşınmıştı.
Grev Dalgası Sıkıştırmıştı!
Yoon’un girişimi öncesi KCTU’ya bağlı birçok sendika, aralarında demiryolu ve metro işçilerinin de bulunduğu grev ya da protesto gösterileri düzenleyeceklerini açıklamıştı. KCTU’ya bağlı Kore Demiryolu İşçileri Sendikasına üye işçiler 5 Aralık 2024’te, Seul metro işçileri de ertesi gün iş bırakmayı planlamıştı. Eğitim emekçilerinin bir kısmı da 6 Aralık’ta iş bırakacaktı. Kargo Kamyoncuları Dayanışmasına üye kamyon şoförleri 2-3 Aralık tarihlerinde iki günlük bir grev yapmıştı. Kore Metal İşçileri Sendikasına (KMWU) bağlı Hyundai Transys otomobil parçaları işçileri ekim ayından itibaren bir aylık greve çıkmıştı.
Güney Kore’de Bundan Sonra Ne Olacaktı?
Güney Kore Cumhurbaşkanı Yoon’un sıkıyönetim ilanının ve geri adım atmasının ardından ülke siyasi belirsizliğe saplanmıştı. Peki Güney Kore’de ne olmaktaydı, bundan sonra hangi gelişmeler yaşanacaktı? Yoon Suk Yeol, gece saatlerinde televizyondan yaptığı konuşmayla sıkıyönetim ilan ettiğini açıklamıştı. Yoon, muhalefeti “devlet karşıtı” faaliyetlerle suçlamış ve Kuzey Kore tehdidi gerekçesine sığınmıştı. Ordu, parlamento binasını kuşatıp siyasi faaliyetleri yasaklamış, medyaya sansür uygulamıştı. Ancak 190 Milletvekili Meclis’e girmeyi başarmış ve sıkıyönetimin kaldırılması için oy birliğiyle karar almıştı. Yoon’un kendi partisi bile karşı çıkınca geri adım atmak zorunda kalmış ve birkaç saat içinde sıkıyönetimi kaldırmıştı. Muhalefet partileri Yoon’un azli için yasa teklifi hazırlarken, sendikalar süresiz greve başlamıştı. ABD “ciddi endişe” duyduğunu açıklamış, Yoon’un Özel Kalem Müdürü ve üst düzey sekreterler istifa edip ayrılmışlardı.
Cumhurbaşkanı Yoon Görevinden Alınacak mıydı?
Cumhurbaşkanı Yoon’un siyasi geleceği tartışılmaktaydı. Altı muhalefet partisi azil için yasa teklifi hazırlamıştı. Parlamentonun üçte iki çoğunluğu olan 200 Milletvekilinin desteği lazımdı. Muhalefet 192 sandalyeye sahip bulunmaktaydı. Yoon’un partisi Halk Gücü Partisi’nden en az 8 vekil ayrılacaktı. Parti lideri Han Dong-hoon’un sıkıyönetime karşı çıkması, azil sürecini hızlandıracaktı. Yoon’un Özel Kalem Müdürü ve üst düzey sekreterlerinin istifası, siyasi çözülmeyi kanıtlamıştı.
Protestocular, Cumhurbaşkanı İstifa Edene Kadar Kararlıydı!
Protestolar iki koldan yapılmaktaydı. Bir yanda 1980’lerdeki askeri yönetimi hatırlayan yaşlı kuşak, diğer yanda demokrasi yanlısı gençler vardı. Ülkenin en büyük sendika konfederasyonu Kore Sendikalar Konfederasyonu (KCTU) süresiz grev başlatmıştı. Doktorlar grevi de sürüyordu. Polis ile göstericiler arasında yaşanan gerginlik tırmanacaktı. Gösterilerin Seul dışına yayılması planlanmıştı. Uzmanlar ciddi bir ekonomik türbülans öngörüyorlardı. KCTU, Yoon istifa edene kadar süresiz grev kararı almıştı. Sendika Seul’de gösterilere başlamıştı.
Kuzey Kore Bir Hamleye Kalkışır mıydı?
The Guardian’ın aktardığına göre Kuzey’de Kim Jong-un yönetimi, Güney’deki karışıklığı fırsat sayacaktı. Nükleer denemeler veya füze atışlarıyla gerilimi tırmandıracaktı. Rusya ile yakınlaşan Kuzey Kore, bölgesel dengeleri zorlayacaktı. Pyongyang’ın olası provokasyonları, Yoon yönetimini daha da zor duruma sokacaktı. Uzmanlar, Kim Jong-un’un “bekle-gör” politikası izleyebileceğini vurgulamıştı.
NATO’nun Asya Ayağı ve ABD’nin Çin’i Çevreleme Çabası
ABD’nin bölgedeki müttefiklerine (Tayvan, Güney Kore, Japonya) karşı Çin’in (ya da Kuzey Kore’nin) olası nükleer ve konvansiyonel müdahale olasılığı ve Güney Çin Denizi’nde askeri varlığını artırması, başlıca tehdit olarak sayılmıştı. Bu tehditlerin ABD tarafından çok net kırmızı çizgiler olarak saptanması ve karşı askeri angajman içeren caydırıcı bir harekât planına sahip olunması sonucunu doğuracaktı. Bu tehditlere karşı kullanılacak Amerikan gücü de dört ana sütun üzerinde kurgulanmalıydı: 1- Askeri güç, 2- Doların uluslararası piyasalardaki kredibilitesi ve uluslararası finans sisteminin dayanak noktası olarak kalması, 3- Teknolojik liderlik avantajı ve 4- Son dönemdeki krize rağmen özgürlük, şeffaflık ve hukukun üstünlüğü gibi başlıklardı. ABD’nin Çin’i sınırlandırmak için çeşitli adımlar atacağı konuşulmaktaydı. Buna karşı Çin’in de sessiz ve derinden işleyen stratejisini değiştirerek daha açık ve ciddi tavırlar alacağı umulmaktaydı.
Çin sorunu, aslında 2000’li yılların başından beri Amerikan akademisi ve kamuoyunda tartışılmaktaydı. Immanuel Wallerstein gibi dünya sistemi teorisyenleri “güç kaymasının doğuya yöneldiğini, Amerikan elitinin de yatırımlarını kaydırdığını ve bunun bir gerginliğe yol açacağını” vurgulamaktaydı. Bu durum Çin’le nasıl baş edileceği sorusunu gündeme taşıdı ve bu anlamda kabaca realist ve liberal yaklaşımlar olarak nitelendirilen iki gelenek birbirleriyle sürekli tartıştı. Realistler, Çin’in ekonomik yayılmasının orta vadede jeopolitik bir tehdide dönüşeceğini ve ABD’nin buna karşı önlem alması gerektiğini savunurken; liberaller ise Çin’in ABD hegemonyasındaki uluslararası sisteme katılarak kontrol edilebileceğini savunmaktaydı. Liberaller, ekonomi odaklı bir “angajman” politikasını savunurken realist kanadın önde gelen isimlerinden John Mearsheimer ABD’nin SSCB ile mücadele yöntemlerini Çin karşısında da uygulamasından yanaydı.
Obama’nın ikinci döneminden itibaren Çin, ABD tarafından daha fazla dikkate alınmaya başlandı. 2015 Güvenlik Belgesinde Çin’le iş birliğine vurgu yapılırken askeri modernizasyon ve anlaşmazlıkların silahla mücadele ile çözümüne dair endişeler vurgulandı. Uzun vadede ise Çin’in ekonomik yayılmasının yaratacağı riskler yorumlandı. Bu strateji pratik düzeyde ise Çin’le diplomatik bağlantı ve ekonomik düzeyde anlaşmalar şeklinde ortaya çıktı. Kısacası, Obama’nın Çin’e karşı liberal argümanların ağır bastığı angajman politikasını hayata geçirdiği anlaşılmaktaydı. Trump’ın ilk iktidara gelişiyle birlikte ABD’nin Çin politikasında belirgin bir farklılaşma yaşanmaya başladı. Çin’e karşı kapsamlı ve entegre bir strateji ortaya koymasa da, Aralık 2017’de yayımlanan Ulusal Güvenlik ve Strateji Belgesinde “Çin tehdidi” vurgulu bir şekilde yer aldı ve Çin’e karşı alınabilecek önlemler öne çıkarıldı. Özellikle ekonomik alanda uygulanan ambargo, demir ve çelik sektöründe gümrük tarifelerinin yükseltilmesi ve Çin’e kayan Amerikan menşeli üretimin geri getirilmesi için atılan adımlar, Trump’ın Çin’e karşı uyguladığı başlıca politikalar olarak ön plana çıktı. Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) yayılımına bağlı olarak başlayan pandemiden dolayı da Trump Çin’i hedefe koydu, ancak iktidarının ömrü daha ağır yaptırımlara başvurmak için yeterli olmadı.
“Asya NATO’su” Tartışmaları
“Asya NATO’su” adı altında dile getirilen tartışmalar yeni sayılmazdı. Bu ifadeyi ilk olarak, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in 2019 yazında dile getirdiğini hatırlatarak başlayalım. ABD ile Çin arasında suların ısındığı bir dönemde, Şi Cinping Asya ülkelerine ABD’ye karşı bir askeri ittifak çağrısı yapmış, fakat bu çağrı ciddi bir karşılık bulmamıştı. Son dönemde ise bu ifade, SSCB’nin Avrupa’ya yönelik tehdidine karşı, ABD’nin öncülük ettiği NATO’nun Asya versiyonu için kullanılmaya başlandı. Buna göre ABD’nin, Çin’in Pasifik’teki yayılmasını ve bölgedeki müttefiklerine yönelik tehdidini engellemek üzere Japonya, Avusturalya ve Hindistan ile birlikte yeni bir askeri ittifak kurması lazımdı. İngiltere’nin de bu ittifaka katılmak için istekli olduğuna dair haberler yayılmaya başlamıştı.
Bu ittifakın kurulması elbette kolay olmayacaktı. Ancak bütün bu tartışmalar, ABD’nin Çin’i eskiye nazaran daha büyük bir tehdit olarak gördüğünün ve önümüzdeki yıllarda bu tehdit algısının büyüyeceğinin kanıtıydı. Dolayısıyla ABD’nin Çin’i sınırlandırmak için çeşitli adımlar atacağı muhakkaktı. Buna karşı Çin’in de sessiz ve derinden işleyen stratejisini değiştirerek agresifleşmesini beklemek doğaldı. Myanmar’daki darbe yeni dönemde gerginliğin ilk adımı olarak adlandırılırsa şaşırılmamalıydı. Bu agresif manevraların karşılıklı olarak devam etmesi ve ABD’nin Çin’e yönelik stratejisini “Uzun Telgraf”ta sunulan çerçeveye oturtması durumunda, dünya siyasetinde yeni bir Soğuk Savaş’ın başlayacağı anlaşılmaktaydı.
Çin’in Tayvan’ı İşgal Hazırlıkları!
Hatırlayınız; ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin Tayvan ziyaretinin ardından, Çin bölgede geniş çaplı tatbikat başlatmıştı. Peki, 7 Ağustos 2024’te bitmesi beklenen tatbikat ile birlikte Çin Tayvan’ı işgale kalkışır mıydı? Çin’in tüm tehditlerine rağmen Tayvan’ı ziyaret eden Pelosi’nin bölgeden ayrılmasının ardından ilk olarak Washington yönetimiyle bazı ikili diyalog ve iş birliği mekanizmalarını durdurma kararı alınmıştı. Hemen ardından Pelosi’ye yaptırım kararı alan Pekin yönetimi, ‘Adaya yönelik saldırı simülasyonları’ başlatmıştı. Operasyonun ardından Çin Halk Kurtuluş Ordusu (PLA) Doğu Cephesi Komutanlığı tarafından yapılan açıklamada, “denizaltı-savar ve havadan gemiye saldırılara odaklanacağı” özellikle vurgulanmıştı. Pekin yönetimi Tayvan’ı, 66 savaş uçağı ve 14 gemi ile abluka altına alırken bölgedeki siber saldırıların sayısı da kısa sürede artmıştı. Çin, Tayvan çevresinde sekizi Sukhoi Su-30 savaş uçağı ve dört Shenyang J-11 savaş uçağı da dahil olmak üzere 12 uçak ile hava sınırını ihlale başlamıştı.
Bölgedeki sivil gemilere ve uçaklara erişimi kısıtlayan Çin, özellikle altı bölgeyi hedef almıştı. Seçilen bölgelerin, limanların tutulması, en önemli askeri tesislere saldırı ve Tayvan’a yardım edebilecek yabancı güçlerin önünün tıkanması için kritik noktalardan oluştuğunu vurgulayan uzmanlar, Çin’in Tayvan’ı işgal etmeden de dış dünya ile bağını kesebileceğini aktarmışlardı.
CNN’den Brad Lendon’ın aktardığı bilgiye göre, ABD Pasifik Komutanlığı’nın Hawaii’deki Ortak İstihbarat Merkezi eski Operasyon Direktörü Carl Schuster, Çin’in tatbikatlarını gerçekleştirdiği altı bölgenin ‘izolasyon’ amacı taşıdığını vurgulayarak, “Pekin’in önce Tayvan’ı izole etmeye çalışacağını ve Taipei’nin siyasi iradesini kırma umuduyla hava ve füze saldırılarına başvuracağını gösteriyor. Pahalı bir işgal muhtemelen son çaredir” görüşünü paylaşmıştı. Pelosi’nin Tayvan ziyaretinin ardından yaşanan gelişmeler, Çin’in fiili bir işgal için hazırlanıyor olabileceği kaygısını artırırken, gelişmeleri Dünya’daki köşelerinde değerlendiren uzmanlar, Pelosi’nin ziyaretinin 2022 Temmuz ayında kabul edilen “Çip Yasası” (CHIPS Act) ve haziran ayında açıklanan “Maden Güvenliği Ortaklığı” (Mineral Security Partnership) ile birlikte değerlendirilmesi gerektiğini hatırlatmışlardı. Küresel tedarik zincirinin yeniden yapılandırılmasının önemini aktaran uzmanlar, Pelosi’nin ziyaretinin de bu noktadan değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamıştı. Çin’in askeri tatbikatlar aracılığı ile ‘liderlik gücü’nü gövde gösterisine dönüştürmesinin Hindistan, Japonya ve Rusya’yı rahatsız edebileceğine dikkat çeken uzmanlar, ABD ve Avrupa’nın tek kutuplu dünyadan çok kutuplu yeni bir düzene geçilmesine direncinin Asya’da karşılık bulamayacağı görüşünü paylaşmıştı. Zira, Japonya’nın Pelosi’nin ziyaretini destekleyen G7 bildirisine katılması ve Çin’in askeri operasyonunu kınaması da bunun göstergelerinden birisi sayılmıştı.
Asya-Pasifik’te ipler her geçen gün gerilirken esas sürpriz başta Arjantin olmak üzere Latin Amerika ülkelerinin ABD’ye gösterdiği tepki olacaktı. Geçtiğimiz on yıl içerisinde Pekin yönetimi ile hem askeri hem de ekonomik ilişkilerini geliştiren Latin Amerika ülkeleri, “Tek Çin” politikasının da en önemli destekçileri arasındaydı. Üstelik, Pelosi’nin Tayvan ziyareti yalnızca Çin’in egemenlik hakkı üzerinde değil, göreve geldiği ilk günden bu yana milliyetçi politikaları ile yükselen Xi Jinping’in liderliğini de yakından ilgilendiriyordu. ÇKP’nin üst kademelerinde iç ve dış politikasına muhalif sesler olsa da, görev yaptığı sürede hem partinin hem de devletin kurumsal çerçevesine en fazla katkı yapan isim olarak öne çıkan Jinping’e yakın dönemde etkili biçimde muhalefet edecek bir oluşum henüz ortaya çıkmamıştı. Fakat Pelosi’nin konuşması sırasında, “kendi kaderini tayin hakkı”nın ABD-Tayvan ilişkilerinin temel değerlerinden biri olarak nitelendirmesi ve “Tayvan halkı” ifadesi, yalnızca diplomatik değil, Çin Komünist Partisi (ÇKP) içerisindeki aykırı seslerin de tezahürü olarak yorumlanmıştı.
Çin, Tayvan’ın Etrafını Kuşatan Kapsamlı Askeri Tatbikat Başlatmıştı
Çin, 2024 Ekim ortasında egemenlik ihtilafı içinde olduğu Tayvan’ın lideri Lai Ching-te’nin ilk “Ulusal Gün” konuşmasını yapmasından 4 gün sonra, Ada ve çevresini kuşatan kapsamlı askeri tatbikata başlamıştı. Çin Halk Kurtuluş Ordusunun Doğu Cephesi Komutanlığından yapılan duyuruda, Çin ordusunun, Tayvan Boğazı ile Tayvan Adası’nın kuzey, güney ve doğu bölgeleri çevresinde müşterek askeri tatbikata başladığı vurgulanmıştı. Komutanlık Sözcüsü Li Şi; tatbikatın, ulusal güvenliği ve birliği korumak için meşru ve gerekli bir eylem olduğunu öne sürerek bunun, Tayvan’ın bağımsızlığını savunan unsurlara karşı güçlü bir caydırıcı olacağını hatırlatmıştı. Tayvan Savunma Bakanlığı, sosyal medya platformu X’teki hesabından yaptığı paylaşımda ise, Çin ordusunun tatbikat duyurusunu doğrularken, “Çin ordusunun irrasyonel ve provokatif eylemini kınıyoruz. Yanıt vermek için uygun güçleri devreye sokacak ve ulusal egemenliğimizi koruyacağız.” ifadelerini kullanmıştı. Tayvan’ın çevresinde abluka oluşturan tatbikat, Ada’daki hükümetin lideri Lai Ching-te’nin ilk “Ulusal Gün” konuşmasının ardından yapılması anlamlıydı.
Lai’nin yemin töreni konuşmasının ardından da benzer askeri tatbikat yapılmıştı
Tayvan’da 13 Ocak 2024’te yapılan Başkanlık seçimini kazanan iktidardaki Demokrat İlerici Partinin (DPP) adayı Lai Ching-te, 20 Mayıs’ta yemin ederek görevine başlamıştı. Çin, Tayvan liderinin yemin töreninin ardından yaptığı konuşmayı da aynı kurguda bir askeri tatbikat düzenleyerek yanıtlamıştı. Lai, başkan olarak yaptığı ilk konuşmada, Tayvan Boğazı’nın iki yakasındaki statükoyu koruma sözü verirken, Çin’e, Tayvan’ı askeri olarak tehdit etmeye son verme çağrısı yapmıştı.
Çin-Tayvan Anlaşmazlığın Kaynağı
Çin’de İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Çan Kay-şek liderliğindeki Çin Milliyetçi Partisi (Koumintag) güçleri ile Mao Zedong önderliğindeki Çin Komünist Partisi (ÇKP) güçleri arasında yaşanan iç savaşta galip gelen komünistler, 1 Ekim 1949’da Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşunu açıklamıştı. İç savaşı kaybeden Koumintag üyeleri ise Tayvan’a yerleşip 1912’de kurulan “Çin Cumhuriyeti” iktidarının Ada’da devam ettiğini ileri sürerek, burada geçici hükümet kurmuşlardı. Çin Halk Cumhuriyeti’nin “kendi topraklarının parçası” olduğunu savunduğu Tayvan, 1949’dan bu yana fiili bağımsızlığa sahip bulunmaktaydı. Çin ana karası ile Tayvan arasındaki ayrılık hâlâ sürüyordu. Son yıllarda Tayvan üzerindeki askeri baskıyı artıran Pekin yönetimi, Ada’nın ana kara ile yeniden birleşmesi için gerekirse güç kullanımını dışlamayacağını vurguluyordu.
ABD’nin Çin’e Ekonomik Savaşı İşe Yaramamıştı
Her yıl Çin’de milyonlarca otomobil satan ve milyarlarca dolar kazanan ABD’li otomobil üreticileri artık rekabetçi olamıyor ve yatırımlarını azaltıyorlardı. ABD, 2016’dan beri Çin’e karşı binlerce yaptırım ve diğer “cezalar” uygulamıştı. 70’ten fazla Çinli teknoloji şirketi Washington tarafından hedef alınmıştı ve Sincan Özerk Bölgesi gibi tüm bölgeler (ABD tarafından), ABD’ye mal ihraç etmekten yasaklanmıştı. Yüzlerce Çin hükümet yetkilisinin ABD’li şirketleri ziyaret etmesi veya bu şirketlerle iletişim kurması da yasaklanmıştı. Ekonomik saldırı devam etmekle kalmamış, aynı zamanda müttefiklerin Washington’ın kendilerini kendi çıkarlarına karşı kullanmasına izin vermesiyle durmaksızın yoğunlaşmıştı. Washington liderliğindeki tek taraflı zorlayıcı önlemler, Çin’in yeniden yükselmesine izin vermek yerine, onu “Kontrol altına alma” ve yoksul tutma niyetiyle uygulanmaktaydı.
“Tarihi afyon savaşlarının” travması!
Bu durum Çin’de son derece kötü anıları hatırlatmıştı: İngiliz liderliğinde Çin’e karşı yapılan ve “aşağılanma yüzyılını” başlatan Afyon Savaşlarından önce Çin ekonomisi güçlüydü, kendi kendine yetebiliyordu ve Avrupa ülkeleriyle ticaret fazlası veriyordu. Ama afyonun zorla ithal edilmesi Çin’de büyük bir bağımlılık felaketine yol açmıştı. Çinliler, Batılı güçlerin kendilerine bir yüzyıl daha aşağılanma yaşatmasını her ne pahasına olursa olsun engellemek istiyorlardı.
Huawei, Batı için ürküten oranda güçlü hale gelmiş durumdaydı.
Huawei, yok edilmesi gereken şirketlerin başındaydı. Dünyanın önde gelen telekomünikasyon ekipmanı üreticisi, müşterileri arasında dünyanın en büyük 50 telekomünikasyon şirketinin %80’ini barındırmaktaydı. Huawei ürünleri 170’ten fazla ülkede satılmaktaydı. Kendi şirketleri için bu ciddi rakibi ortadan kaldırmak amacıyla ABD hükümeti, Huawei’nin artık yabancı mikroçiplere ve Batı ve diğer pazarlara erişiminin olmamasını sağlamıştı. Sonuç olarak Huawei, 2020’de önde gelen bilgisayar ve akıllı telefon yan kuruluşu Honor’u satmak zorunda kalmıştı. Akıllı telefonların üretimi için olmazsa olmaz olan çipler gibi temel bileşenlere erişimi engellenen Huawei, başarılı ürününün hayatta kalmasını sağlamak için cep telefonu işini daha az bilinen bir Çinli şirkete satma kararı aldı, çünkü alıcı aynı kısıtlamalar olmadan faaliyet yapmaktaydı. Bu hareket ayrıca Honor’un tedarikçilerini, ortaklarını ve çalışanlarını korumak ve markanın pazar varlığını sürdürebilmesini ve yenilik yapmaya devam edebilmesini sağlamak için lazımdı. Huawei, 2020’de Honor ile yollarını tamamen ayırmıştı.
Huawei’nin cirosu ve kârlılığı önemli ölçüde düştü. Washington, Huawei’yi iflasa sürüklemeyi neredeyse başarıyordu. Ancak, ABD’nin öldürmek istediği diğer birçok Çin şirketi gibi, Huawei de kendini yeniden icat etti ve Çin’in en üretken yüksek teknoloji şirketi olarak kendini yeniden canlandırdı. Liman otomasyonu ve elektrikli araçlar gibi yeni sektörlere açılmıştı. Bir süredir sadece Çin malı parçalar kullanarak dizüstü bilgisayar ve cep telefonu üretmeye başlayan Huawei, şu anda Çin’de oldukça kârlı olan Apple’dan önemli bir pazar payı kapmıştı. Batı’nın büyük medya kuruluşlarının aktarmadığı haberi, Hindistan’ın iş ve finans haberleri servisi “ET NOW” aktarmıştı: Apple, en büyük denizaşırı pazarında Huawei tarafından yenilmiş durumdaydı. Bugün Huawei’nin gelirinin %70’i Çin’den sağlanmaktaydı. Huawei yalnızca mükemmel ürünler ve hizmetler üretmekle kalmamış, aynı zamanda kendisini Çin’in ulusal şampiyonu olarak konumlandırmıştı. Yabancı güçlerin Huawei ve sayısız diğer Çinli şirkete yönelik ekonomik saldırısını endişeyle izleyen Çinli tüketiciler, çok da uzak olmayan geçmişte Çin’in yabancı güçlerin elinde yaşadığı yüzyıllarca süren aşağılanmayı hatırlayarak “zayıf”ın yanında yer almışlardı.
Çin’den yabancı yatırımın azalması ve çıkışı
Tüm dünyada yatırımcıların Çin’den göçüyle ilgili manşetler vardı. Bunun bir nedeni de yabancı yatırımcıların Washington tarafından cezalandırılmaktan korkmalarıydı. Çin’de üretilen ve ABD’ye ihraç edilen Tesla arabaları bile artık yüksek ABD ithalat vergilerine tâbi. Yabancı yatırımcıların Çin’de ürettiği diğer ürünler de hedef alınmaktaydı. Her yıl Çin’de milyonlarca otomobil satan ve milyarlarca dolar kâr elde eden ABD’li otomobil üreticileri artık rekabetçi olamıyor ve yatırımlarını azaltıyorlardı.
Çin’den yabancı yatırım çıkışı iki şeyi yansıtmaktaydı: ABD’nin Çin karşıtı politikalarından kaynaklanan yabancı yatırım tehdidi algısı ve Çin’deki yabancı yatırımcıların rekabet gücünün kaybı, yurt dışındaki Çin yatırımındaki artış, Çin’in iç pazarlarında kaybeden aynı rakiplerin pazar payı da dahil olmak üzere Çin dışında giderek daha fazla pazar payı ele geçiren Çinli şirketlerin artan rekabet gücünü yansıtmaktaydı. Çin, küçülen ve giderek daha fazla borçlanan Batı orta sınıflarının aksine, büyümeye devam eden dünyanın en büyük orta sınıfına (önemli tasarruflarla) sahip durumdaydı. Çin orta sınıfının ihtiyaçlarını karşılayan şirketlere hâlâ genişleme için bolca yer vardı. Ancak Starbucks‘ın çok uzak olmayan bir gelecekte Çin’den ayrılması şaşırtıcı olmazdı. Sonuçta, Batılı Çin şahinlerinin özlemle beklediği ve çok çalıştığı şey bu olmaktaydı.
Geriye kalan şirketleri dünyanın en büyük pazarını kaybederse, ABD’ye pek zararı olmayacaktır -satın alma gücü paritesi açısından ölçüldüğünde ve GSYİH açısından değil-. Bunun nedeni, ABD’nin Çin ile zaten büyük bir ticaret açığına sahip olması ve Japonya, Güney Kore ve Avrupa Birliği’nin aksine güçlü bir ihracatçı olmamasıdır. Ancak ABD’nin müttefikleri, Washington’ın Çin karşıtı sert önlemlerini desteklerlerse önemli bir ekonomik gerileme yaşayacaklardır. Çinli müşteriler artık onlara karşı iyi niyetli olmayacaklardır. Bu da nüfuslarının refahını tehlikeye atacaktır. Çin’in avantajı, büyüyen iç ekonomisinin genel ekonomisinin aslan payını oluşturmasıdır. En kötü senaryoda ise Çin ekonomisi Afyon Savaşları öncesindeki gibi kendi kendine yetebilir ve güçlü hale gelebilir durumdaydı.
NATO’nun Asya Kanadı, Çin’i Durduracak mı?
Dr. Hüseyin Korkmaz’a göre: “Stratejik konseptini revize eden NATO’nun 21. yüzyıldaki yeni misyonu, Asya-Pasifik bölgesini dikkate alan daha kapsamlı bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım, Asya-Pasifik vizyonunu Çin-Rusya stratejik ortaklığı üzerinden tanımlamaktadır ve ittifak olarak savunduğu değerlerin tehdit altında olduğu inancındadır.”
Aslında NATO bir süredir, Çin’in hızlı kalkınması ve dış politikasıyla ilgili endişelerini açığa vurmaktaydı. NATO Eski Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in Çin’in Baltıklardan Afrika’ya kadar artan askeri varlığından dolayı NATO’nun hazırlıklı olması gerektiği anlamında uyarıları vardı. NATO, 2019 yılında Londra’da gerçekleşen zirvenin kapanış bildirgesinde Çin’in yükselişi ile ilgili endişelerini resmen açıklamıştı. Burada dikkat çeken husus, Stoltenberg’in uzun süreden beri “güvenliğin bölgesel değil küresel olduğu” fikri üzerinde sıklıkla durmasıydı.
Zirve sonrasında yayımlanan deklarasyon metninde, “Rusya ve Çin Halk Cumhuriyeti arasında derinleşen stratejik ortaklık ve kurallara dayalı uluslararası düzenin altını oymaya ve yeniden yapılandırmaya yönelik birbirini güçlendiren girişimler derin endişe kaynağıdır.” şeklinde bir ifade yer almıştı. NATO’ya göre Çin, NATO’nun güvenliğine, çıkarlarına ve değerlerine meydan okumaktaydı. Çin’i Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaşın kararlı bir destekçisi olmakla itham eden NATO, Avrupa-Atlantik güvenliğinin tehlikede olduğunu savunmaktaydı.
NATO’nun Çin’e yönelik endişeleri 2019 yılındaki “Londra Bildirisi” ile somutlaşmıştı. Bu zirvede Çin ilk defa “stratejik bir zorluk” olarak tanımlanmıştı. 2021 yılında Brüksel’de yapılan NATO Zirvesi’nde ise Çin’in “ittifak güvenliğiyle ilgili alanlara yönelik sistemik bir meydan okuma” teşkil ettiği vurgulanmıştı. O dönemde Pekin bu irade beyanının Soğuk Savaş zihniyetinin ve “blok siyaseti” psikolojisinin bir devamı olduğunu aktarmıştı. Rusya’nın hâlâ NATO için öncelikli tehdit olarak görüldüğü ama projeksiyonun Asya’ya dönük olduğu bu dönemde NATO’nun stratejik konseptinde yapılan revizyon ise dikkatlerden kaçmamıştı.
28-29 Haziran 2022 tarihlerinde İspanya’nın başkenti Madrid’de icra edilen NATO zirvesi sonrasında yayımlanan ve on yılda bir gözden geçirilen stratejik konseptte Çin’in mevcut uluslararası düzen açısından “sistemik bir zorluk” olduğu yeniden hatırlatılmıştı. Madrid bildirisinde “Çin Halk Cumhuriyeti de dahil olmak üzere, çıkarlarımıza, güvenliğimize ve değerlerimize meydan okuyan ve kurallara dayalı uluslararası düzenin altını oymak isteyenlerin sistematik rekabetiyle karşı karşıyayız” ifadeleri yer almıştı. Ayrıca “NATO 2030: Yeni Bir Çağ İçin Birliktelik” isimli stratejik konsepte katkı sağlayan önemli bir raporda da Çin’in 2030’a doğru sistemik anlamda daha önemli hale geleceği ve bu bağlamda NATO’nun “siyasi yoğunluklu bir strateji” geliştirmesinin gerekliliği üzerinde durulmaktaydı. Çin’in sistemik bir zorluk olduğunun stratejik konsept içerisine resmen işlenmesi, NATO’nun önümüzdeki on yıl boyunca izleyeceği Asya-Pasifik stratejisi hakkında son derece önemli bir aşamaydı.
Bu çerçevede Japonya, Güney Kore ve Avustralya’nın 2022 yılında Madrid’de yapılan zirveye katıldıklarını hatırlatmak lazımdı. 2023’te Vilnius’ta gerçekleşen zirveye, ek olarak Yeni Zelanda da katılmıştı. 2024 yılındaki Washington zirvesine de aynı ülkeler katılmışlardı.
Öte yandan bu zirvede yaşanan diğer bir gelişme ise NATO’nun 2024 yılında savunma ve modernizasyon harcamalarını %18 düzeyinde artırmayı planlamasıydı. NATO’nun doğu kanadına savaşa hazır kuvvetler yerleştirilmesi de bir diğer önemli husus olarak öne çıkmıştı. NATO’ya göre Çin’in stratejik rekabeti ve Rusya ile derinleşen ortaklığı, kurallara dayalı uluslararası düzeni sarsma potansiyeline sahip bir tehdit oluşturmaktaydı. Sonuç olarak, NATO’nun stratejik metinleri sadece ittifakın savunma stratejilerini değil, aynı zamanda küresel güvenlik dinamiklerini de yeniden şekillendirmeye adaydı. Bu bağlamda NATO, çok kutuplu bir yapıya evrilen uluslararası sistem içerisinde kendisine tatmin edici bir tarihsel rol aramaktaydı. NATO’nun stratejik metinlerinde yer alan hususlara binaen Çin ve Rusya’ya yönelik sessiz bir ilan-ı harp süreci içerisinde olduğunu söylemek lazımdı. Bu süreç hibrit bir soğuk savaş üzerinden yapılanıyor ve küresel güvenliği karmaşık bir denklem haline dönüştürüyordu. (AA)
Ukrayna-Rusya Savaşı, Avrupa-Atlantik güvenlik düzeninde NATO’nun merkezî konumunun önemini açığa çıkarmıştı. Ukrayna’ya yardım etmek ve İttifakın doğu kesiminde caydırıcılığı arttırmak, NATO’nun en önemli politik ve stratejik öncelikleri arasındaydı. Ancak Müttefikler, Çin’in stratejik yükselişinin ve Hint-Pasifik jeopolitik dinamiklerinin Avrupa-Atlantik güvenliği açısından giderek artan öneminin yanı sıra bunların küresel askerî rekabet, teknolojik inovasyon ve ekonomik büyüme açısından öneminin farkındalardı. Çin’in stratejik yükselişi ile ilgili sorunlarla nasıl başa çıkılacağı veya Hint-Pasifik bölgesindeki temel ortaklarla iş birliğinin nasıl arttırılacağı konusundaki görüşmeler son zamanlarda NATO çevrelerinde tartışılmaktaydı. Bununla beraber Müttefiklerin, Çin’i NATO’ya karşı bir tehdit unsuru olarak tanımlama veya Hint-Pasifik bölgesinde doğrudan angaje olma konusunda süregelen çekinceleri, NATO’nun Çin ve Hint-Pasifik gündemlerinin kapsamı ve geleceği veya bu gündemlerin birbirleriyle bağlantılı olup olmadıkları konusunda belirsizlikler vardı.
NATO’nun Çin’e olan ilgisinin artmasının arka planında 2017 ABD Ulusal Güvenlik Stratejisinde Pekin’in “uzun vadeli stratejik rakip” olarak tanımlanması ve Avrupa’da Çin’in yükselişinin stratejik sonuçları konusunda bilincin giderek artması yatmaktadır. Gerek Trump gerek Biden yönetimleri ve şimdi tekrar Trump hükümeti Avrupa’nın ABD politikalarına verdiği desteğin artmasının; Çin’in büyümesinin getirdiği ekonomik, politik ve stratejik sorunların çözüm yolu olduğu düşüncesiyle, Çin konusunda transatlantik iş birliğini genişletmek istiyorlardı. Washington Çin’in yükselişi ve davranışları ile bağlantılı jeo-ekonomik, teknolojik ve diplomatik sorunlarla nasıl başa çıkılacağı konusunda Avrupa Birliği ile ve bireysel olarak Avrupa devletleriyle görüşmeleri yoğunlaştırmış, NATO Çin konusunda transatlantik iş birliğinin önemi giderek artan unsuru halini almıştı.
Brüksel Zirvesi üzerine inşa edilen ve 2022 Madrid Zirvesinde Müttefikler tarafından kabul edilen Stratejik Kavram, Çin’in faaliyetlerinin NATO’nun temel değerleri ve çıkarlarına nasıl meydan okuduğunun ayrıntılı bir analizini sunmaktaydı ve Çin’in stratejik bağımlılıklar yaratmak için ekonomi kozunu kullanmasını kınamaktaydı. Çin ve Rusya’nın, Batı’nın çıkarlarına ters düşerek kurallara dayanan uluslararası düzeni baltalama konusunda karşılıklı olarak birbirlerini destekleyen çabaları ve Çin’in “İttifakı bölmek yönündeki zorlayıcı taktikleri ve çabalarına karşı korunma” ihtiyacı üzerinde durulmaktaydı. 2023 yazı Vilnius Zirvesinde NATO liderleri Madrid Zirvesinde kullanılan dili teyit etmenin yanı sıra Çin’i “Rusya’nın Ukrayna’ya karşı giriştiği saldırgan savaşı kınamaya, Rusya’nın savaş faaliyetini desteklemeyi bırakmaya, Rusya’nın bu savaşın suçlusunun Ukrayna ve NATO olduğu şeklindeki uydurma hikâyesini abartmaktan kaçınmaya ve NATO Şartının amaç ve ilkelerine uymaya” çağırmıştı.
NATO ve Hint-Pasifik Dayanışması
İttifakın Hint-Pasifik bölgesindeki ileri gelen ortaklarıyla (yani Avustralya, Japonya, Kore Cumhuriyeti ve Yeni Zelanda) ile arasındaki iş birliğinin köklü bir tarihi vardı. Bu ülkelerin hepsinin zaten ABD’nin antlaşmalı müttefikleri oldukları gerçeği, güvenlik konusundaki görüşleri, askerî standartları ve siyasi değerleri açısından İttifakla aralarındaki yüksek derecedeki uyumu vurgulamıştı. Her ne kadar Hint-Pasifik ülkeleriyle gayriresmi bağlar oluşturma çabaları Soğuk Savaş yıllarına dayanıyorsa da, aslında İttifak üçüncü taraflarla resmi siyasi işbirliği mekanizmalarını Soğuk Savaş sonrası dönemde oluşturmuşlardı.
1990’larda NATO İttifakı eski Sovyet bölgesiyle, Akdeniz ve Ortadoğu’daki ülkelerle, özel amaçlı bölgesel ortaklık diyalogları başlatılmıştı. Hint-Pasifik bölgesindekiler de dâhil olmak üzere diğer ülkelerle de duruma özel siyasi diyaloglarını arttırmışlardı. Bu ortaklıkların çoğunu resmîleştirecek daha somut fırsatlar ancak NATO’nun Afganistan’daki angajmanı bağlamında ortaya çıkmıştı. Nitekim NATO’nun Afganistan’daki operasyonu, bu ortakların birçoğuyla İttifak arasında giderek büyüyen iş birliği dönemini siyasi, finansal ve hatta operasyonel olarak yönetmiş, bu dönemde Avustralya önemli ölçüde kuvvet tahsisi ile öne çıkmıştı.
Çin küresel çapta deniz yeteneklerine sahip konumdaydı. Çin Silahlı Kuvvetlerinin tatbikatlar ve liman ziyaretleri sayesinde Baltık Denizi ve Akdeniz’de araştırma ve savaş gemileri vardı.
2010 yılından sonra NATO Bireysel Olarak Uyarlanmış İşbirliği Faaliyetleri Paketleri denilen bir mekanizma kurmuşlardı. Bu mekanizma Küresel Ortaklar (Avustralya, Japonya, Kolombiya, Kore Cumhuriyeti, Irak, Moğolistan, Yeni Zelanda, Pakistan ve Afganistan’ı içeren bir kategori) ile iş birliğinin yapılandırılmasına olanak sağlamış, fakat bu ortaklık sonra askıya alınmış durumdaydı. Bununla beraber NATO’nun dört Hint-Pasifik ortağıyla aynı zamanda toplantılar yapmaya başlaması, 2030 Düşünce Grubu döneminde oldu ve böylece bölgenin öneminin altı çizilmeye başlandı. Bu ortakların liderlerini Madrid ve Vilnius Zirvelerine davet etme kararı, bu yönde atılmış bir başka sembolik adımdı. Ancak iki taraflı ilişkiler ve bireysel ortaklık anlaşmaları, en azından Hint-Pasifik bölgesindeki farklı ortakların NATO ile ilişkilerini nasıl algıladıkları konusundaki önemli farklar nedeniyle, iş birliğinin temel araçları olmaya başlamıştı.
NATO Eski Genel Sekreteri Stoltenberg, “Çin, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Avrupa’daki en büyük çatışmayı körüklüyor.” diyerek, ihtiyaç duyulması halinde NATO müttefiklerinin, Çin’in faaliyetlerini maliyetli kılmaya hazır olması gerektiğini vurgulamıştı. Stoltenberg, Washington’a resmi ziyareti kapsamında Wilson Centre adlı düşünce kuruluşunda konuşma yapmıştı. ABD’nin tek başına çok büyük bir ülke olduğunu ancak NATO müttefikleriyle beraber herkesin “çok daha güçlü” olacağını belirten Stoltenberg, tüm müttefiklerin birbirini desteklemesi sonucunda saldırıların engellenebileceğini hatırlatmıştı.
Rusya-Ukrayna Savaşı ve Çin-Rusya Yakınlaşması
Ukrayna’ya ihtiyaç duyduğu sürece yıllık en az 40 milyar avroluk askeri destek sağlamalarını içeren bir mali taahhüt önerdiğini hatırlatan Stoltenberg, “Moskova’nın bizi bekleterek vazgeçiremeyeceğini anlaması halinde savaş daha çabuk biter.” değerlendirmesini yapmıştı. Stoltenberg, Rusya’nın bugün de gelecekte de “saldırganlığın sonuç vermeyeceğini” anlaması için çaba sarf edilmesi gerektiğini kaydederek Ukrayna’yı, NATO üyeliğine yakınlaştırmak için çalışmaya devam edeceklerini, bunun için farklı adımlar attıklarını anlatmıştı. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in NATO ülkelerini “ikna etme” konusunda başarısız olduğunu söyleyen Stoltenberg, bu nedenle Ukrayna’ya güçlü desteğin sürdüğünü vurgulamıştı.
Stoltenberg, Ukrayna’daki savaşın güvenliğin bölgesel değil küresel bir mesele olduğunu gösterdiğinin altını çizerek Çin’in, Rusya’ya destek verdiğini hatırlatmıştı. “Çin, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Avrupa’daki en büyük çatışmayı körüklüyor.” ifadesini kullanan Stoltenberg, aynı zamanda Pekin’in Batı ile iyi ilişkiler yürütmeye çalıştığını vurgulamıştı. Stoltenberg, “Çin ikisini birden elde edemez.” diyerek, bu ülkenin aynı zamanda Kuzey Kore ve İran’la yakın ilişkisi bulunduğunu tekrar gündeme taşımıştı. NATO E. Genel Sekreteri, Çin’in “yön değiştirmemesi halinde” müttefiklerin, Pekin’in faaliyetlerini maliyetli kılmaya yani Çin’i durdurmaya hazır olması gerektiğini vurgulamıştı

Çin’i, Avrupa Yahudisi olan Karl Marx doktrini üzerine inşa eden egemen güç’le, bugün sömürüye odaklı ve neokapital jelatini ile esir alan güç, aynı güçtür.!
“Devletler Beka Stratejisi” kavramının, İsrail’ in devlet olarak ilan edilmesinden sonra uluslararası ilişkiler literatürüne girdiği iddia edilir. Siyonist yapının, bu bağlamda Çin’i de etkisi altına alarak, Asya hattından gelecek her türlü tehditi, bertaraf etmeyi garanti altına alma ihtimali, en yüksek ihtimaldir.!
Özetle, dünün Komünist Çin’i ile bugünkü Kapitalist Çin’ini, aynı Siyonist yapı inşa etmiştir Yarım asra yakın olarak Kapitalist sermayeyi Çin’e taşıma gayretleri de “Siyonist güdümlü Asya” planının bir parçası olarak da anlaşılmalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Dış Politika perspektifine sahip olan devlet iradesi, bu alanda mutlaka MİLLÎ ÇÖZÜM’e dayalı politikayı geliştirmelidir..
Makale aslında, devletin karar verici organlarına ciddi bir ölçü ortaya koymakta ve atılması gereken adımların koordinatlarını sunmaktadır. Eskinin ve şimdinin edilgen ve yetisiz dış politika anlayışından acilen sıyrılıp yepyeni bir Asya-Uzakdoğu Vizyonunu ortaya koymalıdır!
1997 yılında Prof Erbakan Hocamız tarafından kurulan ve dünyaya deklare edilen D-8 ler hareketi, çıkış kodları itibariyle 6 milyar insanı ve 160 Devleti, ortak değerler ve Adil prensipler üzerinde bir araya getirecek potansiyele sahiptir..Millî Çözüm vizyonunun bu alanda tüm insanlığa örnek olacak, ekonomik, siyasi, askeri, kültürel alanda ortaya koyduğu 5-P formülünü bir kez daha hatırlamakta fayda var..
“Kansız, kavgasız İslâm barış ve bereket medeniyetinin oluşmasını kolaylaştıracak 5 oluşum :
1-Pasaport ortak
2-Pazar ortak
3-Para ortak
4-Pakt (askeri savunma) ortak
5-Plan ve program ortak
Böylece Hakka ve hayra dayalı, temel insan haklarına odaklı, tek ve gerçek bilimsel sistem olan Adil Düzen’in, bütün kurum ve kurallarıyla uygulanması başlayacak ve başarılacaktır.”
Rockefeller Amerika)
Rotshchıld Avrupa kanadı)
Çin, Asya’daki Yahudi ailesi kim?
hukmedemedıkleri bölgelerde ya kaos ya
savaş çıkartma, yada yaptırım uygulamakta,
Ukrayna’yı Ruslara karşı destekleyen bu ıkı Yahudi ailesi,
Rothschild’ler Eşkenaz (Doğu Avrupa) kökenli bir Yahudi Haham ailesinden gelmektedir.
Rockefeller ise; Amerika’da, sonradan Hıristiyanlığa dönmüş Protestan Yahudi dönmeleridir. Ve Rotshchild’lerin özel himayesiyle yükselmiş ve Amerika’yı ele geçirmiştir. Batı Medeniyeti denilen, sömürme ve sindirme düzeninin Avrupa ayağı Rotshchild, Amerika ayağı Rockefeller isimli Yahudi asıllı Protestan dönmelerin tekelindedir.
Bu iki şebeke Rotshchıld, Rockefeller için, Asya yakasında işler iyi gitmemekte, hem ticari hem siyasi politik olarak,
Çin, Rusya, kuzey Kore’, İran gibi asya ülkerı , Amerika’ ve Avrupa nın hegemonyası ve yönetim şeklini istemiyorlar..bu arada çinin doğu Türkistan da yaptıği zulüm ise, İsrail in Filistine yaptığının aynısıdır..
Rockefeller ve Rotshchıld, siyasî ve ticari olarak hukmedemedıkleri bölgelerde ya kaos ya savaş çıkartma, yada yaptırım uygulamakta,
Ama bu devran bu şekilde gitmeyecek ve planları tersine dönecek…
Sözleri geçmediği için savaş açıyorlar.,. Ve kendi sonları nı hazırlıyorlar..
HAKKIN HAKİM OLDUĞU SİSTEME GEÇİLMEDİĞİ MÜDDETÇE.BATIL SİSTEMSEL SALDIRILAR SÖMÜRÜLER İFLAS ETTİRMELERİNİ TEK ÇATI ALTINDA BİRLEŞLEŞEREK YAPACAKLARI ORTADA.
D8 LERİN FAALİYETE GEÇMESİNİN NE KADAR ÖNEMLİ OLDUĞUNU ANLAMAKTAYIZ
Zulüm Saltanatının Sonu Geldi!
Emperyalist ülkelerin, Emperyal Hedefleri, danışıklı dövüşleri, Siyon güdümlü zalim politikaları son bulmak üzere…
Erbakan Hocamızın hazırladığı teknoloji harikaları; hayret ve hayranlık verici manevralar ile seçkin şahsiyetin kontrolüne girdiği gün, Yeni Adil Bir Dünya’nın temelleri atılacak ve Milli Çözümcü – Milli Mütabakat Hükümeti, eşi benzeri görülmemiş bir Saadet Döneminin kurulmasına öncülük edecektir İnşAllah..
Rusya-Ukrayna Savaşı ve Çin-Rusya Yakınlaşması
Ukrayna’ya ihtiyaç duyduğu sürece yıllık en az 40 milyar avroluk askeri destek sağlamalarını içeren bir mali taahhüt önerdiğini hatırlatan Stoltenberg, “Moskova’nın bizi bekleterek vazgeçiremeyeceğini anlaması halinde savaş daha çabuk biter.” değerlendirmesini yapmıştı. Stoltenberg, Rusya’nın bugün de gelecekte de “saldırganlığın sonuç vermeyeceğini” anlaması için çaba sarf edilmesi gerektiğini kaydederek Ukrayna’yı, NATO üyeliğine yakınlaştırmak için çalışmaya devam edeceklerini, bunun için farklı adımlar attıklarını anlatmıştı. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in NATO ülkelerini “ikna etme” konusunda başarısız olduğunu söyleyen Stoltenberg, bu nedenle Ukrayna’ya güçlü desteğin sürdüğünü vurgulamıştı.
Stoltenberg, Ukrayna’daki savaşın güvenliğin bölgesel değil küresel bir mesele olduğunu gösterdiğinin altını çizerek Çin’in, Rusya’ya destek verdiğini hatırlatmıştı. “Çin, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Avrupa’daki en büyük çatışmayı körüklüyor.” ifadesini kullanan Stoltenberg, aynı zamanda Pekin’in Batı ile iyi ilişkiler yürütmeye çalıştığını vurgulamıştı. Stoltenberg, “Çin ikisini birden elde edemez.” diyerek, bu ülkenin aynı zamanda Kuzey Kore ve İran’la yakın ilişkisi bulunduğunu tekrar gündeme taşımıştı. NATO E. Genel Sekreteri, Çin’in “yön değiştirmemesi halinde” müttefiklerin, Pekin’in faaliyetlerini maliyetli kılmaya yani Çin’i durdurmaya hazır olması gerektiğini vurgulamıştı.”
”KÜFÜR TEK MİLLETTİR ” HADİS-İ ŞERİF İ YANKILANIYOR KULLAKLARIMDA…ZALİMLER BİR ŞEKİLDE BİRLEŞİYORLAR VE MÜSLÜMANLARI VE İSTEDİKLERI HERHANGİ BİR ÜLKEYİ YERLE BİR EDEBİLİYORLAR…YAZIK ÇOK YAZIK..İNSANLIKTAN NASİBİ OLMAYAN İNSANLAR!!.İNŞAALLAH TÜM DÜNYA NIN REFAHA ULAŞACAĞI GÜNLERI RABBİMİZ LUTFEDER..AMİİN
Aziz Erbakan Hocamızın mükemmel tarifiyle “Siyonizmi bir timsaha benzetirsek, alt çenesi kominizm, üst çenesi kapitalizm, gövdesi işbirlikçiler ve kuyruğu ise İsraildir.” diyordu. Günümüz dünyasını bir cümlede özetliyordu ve Hocamız devamında şunu söylüyordu “ilk bakışta alt çene ve üst çene bir biri ile çarpışır gibi gözüksede aslında bunların çatışması gövdeyi beslemek içindir.” Şuanda batı ile doğunun (NATO ile eski kominist cephe) çatışması gibi gözüken durum iki tarafında tam güçlü olup yahudinin kontrolünden çıkmadan pillerini tüketip zayıflatma oyunu gibi görülebilir. Cambaz’a bak oyunu ile asıl tehlikeyi siyonist İsrail belasını gündemden düşürerek orta doğuda yaşanılanları unutturup dünyanın gözünü başka tarafa çekmek gibide okunabilir.
Rabbimiz imanımızı ve ferasetimizi artırarak olayların perde arkasını görüp gereken tedbirleri alabilen sadıklardan olmamızı Rabbimiz nasip etsin.AMİN
Milli Çözüm’ün yıllardır ifade ettiği; SİYONİZM GERÇEĞİNİ anlamadan dünya olaylarını anlamanın mümkün olamayacağı gerçeğinden hareketle, Siyonizm yıllardır ABD’nin ve avanesinin dünya insanlarının gözünde terör devleti haline geldiği ( tabiki bu durumu deşifre eden yani Abd ve avanesinin gerçek yüzünü ortaya koyan MİLLİ ÇÖZÜM SAYESİNDE OLDU bunlar) için Siyonizm faizci kapitalist düzeninde yıkılıyor olması ; insanlar ve ülkeler faiz belasıyla boğuşurken artık çıkmaza girildiği şu günlerde , RUSYA VE ÇİN ile yine Siyonizmin diğer alternatif düzeni olan KOMÜNİST DÜZEN ile sömürmek için , Abd Çin ile kavga ediyormuş havası vererek bu hedefine varmak istiyor. Milli Çözüm’ünHa AKP ( din istismarcısı) , ha CHP ( devrim simsarlığı – din düşmanlığı) dediği gerçeğinde hareketle HA KAPİTALİZM HA KOMÜNİZM …
Bu yüzden Siyonizmi en başından beri kavramış ve haykırmış Asrımızın ve Kur’an’ın Tercümanı MİLLİ ÇÖZÜM , bu sömürücü düzenlerden kurtulmak gerrktiği ve yerine de düzen hazırladığı ADİL DÜZEN PROJELERİNİ HAZIRLAMIŞ ve Abd Çin Rusya İsrail Avrupa gibi Siyonist bağlantıları olanların ancak güçten anlayacakları hakikatinden yola çıkarak hakkın doğrunun iyinin faydalının adil olanın hakim olması uğrunda kullanacağı TEKNOLOJİ HARİKALARIYLA inşaallah bu zulüm sistemini hak ettiği cezasını verecek ve insanlık rahat bir nefes almaya dünyada cenneti yaşamaya başlayacaktır… İnşaallah…
Yani TEK ÇAREMİZ VE TEK ÇIKIŞ YOLU ; MİLLİ BİR MUTABAKATLA TÜRKİYE MERKEZLİ , MİLLİ ÇÖZÜM’E İNANMIŞ BİR CUMHURBAŞKANI’NA VE MİLLİ ÇÖZÜM’E İNANMIŞ BİR HÜKÜMETİN KURULMASIDIR.
MÜJDELER OLSUN O GÜN BUGÜNDÜR. BEN DİYEYİM YARIN SABAH, SİZ DEYİN EN GEÇ BU HAFTA SONU… DUA MAHİYETİNDE… İNŞAALLAH.
Tek kutuplu dünyanın artık söz konusu olmadığı, Çin ve Rusya’nın ABD’ye alternatif bir güç merkezi olarak ortaya çıktığı ifade edilmekteydi.
ABD ve Avrupa’nın tek kutuplu dünyadan çok kutuplu yeni bir düzene geçilmesine direncinin Asya’da karşılık bulmadığı görülmekteydi.
Rusya ve Çin’in, bölgesel güç dengelerini kendi lehlerine çevirme ve uluslararası düzeni değiştirme çabaları, ABD ve Avrupa’nın menfaatlerine zarar vermeya başlamış, Rusya ve Çin’i NATO için tehdit haline getirmişti.
NATO bir süredir, Çin’in hızlı kalkınması ve dış politikasıyla ilgili endişelerini açığa vurmaktaydı.
NATO’ya göre Çin, NATO’nun güvenliğine, çıkarlarına ve değerlerine meydan okumaktaydı.
Çin’i Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaşın kararlı bir destekçisi olmakla itham eden NATO, Avrupa-Atlantik güvenliğinin tehlikede olduğunu savunmaktaydı.
NATO’nun Çin’e yönelik endişeleri 2019 yılındaki “Londra Bildirisi” ile somutlaşmıştı. Bu zirvede Çin ilk defa “stratejik bir zorluk” olarak tanımlanmıştı.
NATO’nun stratejik metinleri sadece ittifakın savunma stratejilerini değil, aynı zamanda küresel güvenlik dinamiklerini de yeniden şekillendirmeye adaydı.
NATO, çok kutuplu bir yapıya evrilen uluslararası sistem içerisinde kendisine tatmin edici bir tarihsel rol aramaktaydı.
NATO’nun stratejik metinlerinde yer alan hususlara binaen Çin ve Rusya’ya yönelik sessiz bir ilan-ı harp süreci içerisinde bulunmaktaydı.
NATO ile Çin ve Rusya’ya arasında hibrit bir soğuk savaş yapılanıyor ve küresel güvenlik karmaşık bir denklem haline dönüşüyordu.
“… Eğer Allah’ın, insanların bir kısmı ile bir kısmını defedip (engellemesi) olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı. Ancak Allah, âlemlere karşı büyük fazıl (ve ihsan) sahibidir.” (Bakara Suresi 251. Ayet)
Ülke içerisinde birliği sağlayacak söylemi/eylemi sergileyen Bilge bir lidere acilen ihtiyaç vardı. Dünyayı terör yuvasına çeviren İsrail’i durduracak cesaret ve projelere aynı zamanda teknolojik imkanlara sahip olan bir kutlu lider, cumhurun başına lazım.
Evet, Türkiye, bu iktidarla, dünya üzerinde cereyan eden tehlikeleri atlatamazdı, Milli Çözüm’e dayalı bir Milli Mutabakat oluşumuna acilen ihtiyaç vardı!..
Rahmetli Erbakan Hocamızın ifadesiyle siyonizm hiç bir taşın altını boş bırakmıyor. Ancak siyonist şebekenin savaş açtığı plan kuranların en hayırlısı olan Yüce Rabbimiz de bir planı vardı onu hesaba katmamaktalardı.