
“Stirring Up The Kurds”
Kürtleri Ayaklandırmak!
Newsweek Dergisi – 1958
(Bütün dünyada dağıtılmakta olan Amerikan Haftalık Haber Dergisi)
APO’YA MUHTAÇ MI KALDI TÜRKİYEM!
“Yeni Açılım”mış, Ülkem saçılır
APO himmetine, kaldı Türkiyem!..
Gerçekten sıkılır, Hakk’tan kaçılır
Cumhur batağına, daldı Türkiyem!..
Bebek katilinden, medet umanlar
Siyonist tertibe, gözün yumanlar
Suyumuz ısınır, tüter dumanlar
Bunlar akıntıya, saldı Türkiyem!..
BOP’un kâhyaları, hep iş başında
Hâlâ tevbe etmez, yetmiş yaşında
Baykuşlar ötecek, mezar taşında
Diriliş kararı, aldı Türkiyem!..
İmralı Ziyaretini Anlamak İçin:
ÖZET KÜRTÇÜLÜK DOSYASI
VE
TÜRKÇÜLERİN SON KATKISI
Siyonistlerin: Osmanlı zayıf düşünce, yoğunlaşan Kürtçülük istismarı
Üç kıtada şanlı ve adalet odaklı bir medeniyet kuran Osmanlı İmparatorluğu, 18. yüzyıldan itibaren iniş ve gerileme dönemine geçtikçe, Merkezi Hükümet taşradaki ve özellikle “uzak” taşradaki kontrolünü de kaybetmeye başlamış, Bab-ı Âli ile aşiretler arasındaki irtibat kopmaya yüz tutmuştu. Aşiret başları da, Osmanlı’nın artık zayıfladığını anladıkları için 19. yüzyılın başlarından itibaren İstanbul’la ilişkilerini zayıflatmaya, kendi başlarına buyruk hareket etmeye başlamışlardı. Pax Ottomana yani “Osmanlı Düzeni” gevşeyince, kendi aralarında da rekabet mücadeleleri kızışmıştı. Kürtleri ve Ermenileri bağımsızlık vaadiyle sürekli kışkırtan ve destek çıkan ise Siyonist mihraklar ve Haçlı Avrupa’ydı.
Büyük Oyun Başlamıştı!
Bölgedeki anarşiye yakın bu durum içinde başta Rusya olmak üzere Batılılar, bölgedeki “Büyük Oyun”larına başlamışlardı. İlginçtir, 19. yüzyılın başlarında ilk defa Kürtlerle tanışan Ruslar, daha önce Osmanlı Ermenilerini kullandıkları gibi, 1829’da Kars’ı alırken, organize edip silahlandırdıkları bir “Müslüman” Kürt aşiret alayını da Türklere karşı Kars’ı almak için kullanmışlardı. Bu arada her mezhepten Hristiyan, Katolik, Protestan ve Rus Ortodoks misyonerler de bölgede yoğunlaşmıştı. Bab-ı Âli (Osmanlı Yönetimi) ise başlangıçta bu faaliyetlere lakayt kalmıştı.
Önce III. Sultan Selim, sonra da II. Mahmud bu çöküşü durdurmaya çalışmışlardı. III. Selim’in, Yeniçeri Ocağı’nın yerine modern bir ordu kurma teşebbüsü akamete uğradıktan sonra II. Mahmud, 1820’den sonra derebeylerine ve aşiret beylerine karşı başarılı tedbirler almıştı. Zira Osmanlı ordusu, Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın, Mısır Ordusu’na Suriye’de yenilmesinden sonra Kürt aşiretleri Merkezi Hükümete karşı büsbütün meydan okumaya başlamışlardı. Merkezi Hükümete meydan okumaların başını Ravanduz “hükümdarı” Mir Mehmed çekiyordu. 1834’te, bölgedeki ilk bağımsızlık hareketi değilse de, ilk hatırı sayılır başkaldırı sayılabilecek bu isyan ve bu vesile ile diğer ahali derebeylerinin kıpırdanmaları da eski Sadrazamlardan Sivas Valisi Reşit Mehmet Paşa’nın dirayeti sayesinde fazla kan dökülmeden, Mir Mehmed’in sessizce öldürülmesi ile etkisiz bırakılmıştı.
Bedirhanlar Sahneye Çıkarıldı.
Bölgedeki ikinci önemli Kürt kıpırdanması, sonraları adı Kürtçülük hareketlerinde çok işitilecek olan Bedirhan Bey‘in 1843-1845 Diyarbakır harekâtıdır. Bedirhan Bey’in; Ermenilere, Nasturi Hristiyanlara ve hatta misyonerlere saldırılarının Batı’nın protestolarına sebep olması üzerine; Bab-ı Âli, ileride kendi otoritesine karşı da tehlike oluşturacağı düşünülen, hatta bağımsızlığını ilan eden Bedirhan Bey’e ve kuvvetlerine karşı harekete geçmek zorunda kaldı. Bedirhan ve avenesi 1845’te yakalanarak Girit’e sürgüne yollandı. Bu arada belli başlı Kürt aşiret liderleri ve Baban aşireti lideri yakalanmış ve kontrol altına alınmıştı. Bölgedeki aşiret tehdidi dönemi bir süre için kapanmıştı.
Yeni Bir Çözülme Dönemi Başlatıldı.
Aşiret emirlerinin ve büyüklü küçüklü derebeylerin otoritelerinin kırılması ile bölgeye beklenen barış ve düzen egemen olmamıştı. Bundan evvel aşiret başları birbirlerini dengeliyor ve bir nevi -hassas ve netameli de olsa- düzen sağlıyorlardı. Ortaya çıkan otorite boşluğunda Kürtlerle Ermeniler arasında cereyan etmeye başlayan kanlı olaylar, Hristiyan Batı devletlerine ve Ortodoks Rus Devleti’ne, Osmanlı Devleti’nin bölgedeki iç işlerine müdahale imkânını veriyordu ve “Büyük Oyun” artık bu bölgede ajanlar arasında ve Ermenilerin Osmanlı’ya karşı kışkırtılması şeklinde oynanmaya çalışılmaktaydı. Ermeni vatandaşlarımızı kendi içlerinde asıl karıştırıp kışkırtanlar ise, Yahudi oldukları halde Ermeniliğe dönen PAKRADUNİ takımıydı.
Kürtçülük Hesabına Tarikatların İstismarı
Daha önceki eski dönemlerde aşiret ve aileler arasındaki ihtilaflara, zaten birbirleri ile hısım veya akraba oldukları için kabile reisleri tarafından “aile ve aşiret içinde” çözümler aranırdı. Bu düzen kalkınca yerine tarikat şeyhlerinin ve temsilcilerinin otoriteleri geçmeye başladı. Ancak zamanla tarikatlarda da yozlaşma yaşandı. Toplumda sosyal disiplin ve dengeyi sağlayan manevi karakollar hükmündeki tarikatlar, maalesef zamanla bir istismar ve suiistimal ocağı konumuna taşınmıştı.
Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu’sunda, Irak ve Suriye’nin kuzey tarafında Kürtlerin yaşadığı coğrafyada, Tarikat Şeyhleri giderek aşiret reislerinden daha etkili olmaya başlamışlardı. Bunların en önemlisi, önceleri Abdülkadir Geylani’nin kurduğu Kadiri Tarikatı mensuplarıydı. Bu tarikata mensup başlıca iki şeyhlik vardı: Şeyh Abdülkadir’in sülalesinden ve iddialarına göre Peygamber neslinden gelen, Hakkâri havalisinde hâkim “Nihr seyidleri ve şeyhleri”; diğeri de Irak Süleymaniye havalisindeki Barzınca Köyü’nden oldukları için “Seyid” yani Peygamber soyundan olduklarını söyleyen “Barzinciler” olmaktaydı. Ne var ki, 19. yüzyılın başlarında Nakşibendi tarikatının içinden çıkan, başını Şeyh Mevlâna Halid’in çektiği bir yenileşme veya “Yeniden Doğuş” (Müceddidin) hareketinin bölgede yaygınlaşması üzerine Nakşibendilerin nüfuzu Kadirilerinkini geçip bütün bölgeye yayılmıştı. Bab-ı Âli’nin (Osmanlı Yönetiminin), bu Sünni tarikatı İran’a karşı bir denge unsuru olarak kullanmak istemiş olması da hesaba katılmalıydı.
İlk Kürt milliyetçisi sayılmaktaydı.
Bazı Kürt araştırmacılar, Nihri Şeyhi Ubeydullah’ı Kürt milliyetçisi saymaktadır. Osmanlılarca Urumiye Valisi tayin edilen Şeyh Ubeydullah, bir taraftan Osmanlılara sadakat teminatı verirken, diğer taraftan ikinci oğlu Abdülkadir’i (sonraları, mütareke döneminde Kürt bağımsızlık hareketlerinde önemli rol oynayacaktır) İran’a karşı kullanmaktaydı.
Abdülhamid’in akılcı ve vicdanlı tedbir adımları!
Siyonizm’i ve emperyalist gayelerini çok iyi kavrayan ve 1876’da Osmanlı tahtına çıkan Sultan Abdülhamid; imparatorluğu, tahtta kaldığı sürece 1908’e kadar parçalanmaktan korumuş bir hükümdardı. Doğu’daki Ermeni hareketlerini büyük bir tehdit olarak görüyordu ve bunların Dindar Kürt halkını kandırıp kışkırtmalarına engel oluyordu. Bütün bunları da Tanzimat’ın, dolayısıyla Avrupalıların önerdiği liberal ve demokratik tedbir ve reformlardan başka usullerle yapılmasına çalışıyordu. Hatta, açıkça söylemek gerekirse, Tanzimat’ın Batı destekli liberal fikirlerinin, bölgedeki ayrılıkçı hareketlere ivme kazandıracağına inanıyordu.
Sultan Abdülhamid, Ermeni tehlikesine karşı Kürt aşiretlerini ve şeyhlerini şuurlandırmaktan yana idi. Bunun için de Şeyh Ubeydullah’ın başını çektiği bir Kürt hareketini hem alttan alta desteklemiş hem de kontrol altında tutmak istemişti. Hatta bazı tarihçiler bu konuda Abdülhamid’in çok stratejik bir gaye güttüğünü söylemektedir. Şeyh Ubeydullah hareketine, Hristiyan Ermenileri ve Nasturileri de katarak böylelikle Avrupalıların Ermenilere olan sempatileri de körlenecekti…
Hamidiye Alayları
Abdülhamid’in Ermeni tehlikesine karşı en belirgin hareketi, Sünni Kürt aşiretlerinden yarı muntazam Hamidiye Alayları’nı kurması idi. Osmanlı Devleti’nin ve II. Abdülhamid’in Ermeni ihanetine karşı başlıca güvencesi de Kürt aşiretleri ve sonra kurulan sadık Hamidiye Alayları, bir de İstanbul’da devlete yakın Kürt aydınları yetiştirmek için kurdukları “Zadegân” okulları idi. Ne var ki, hem Mason İttihatçıların, hem bazı münafık hocaların istismarıyla bu okullardan bazı Kürtçüler de çıkacaktı.
Meşrutiyet’ten Sonraki Kürtçülük Kışkırtmaları
Haçlı Batı’nın ve Mason İttihatçıların desteklediği Meşrutiyet’ten sonra İstanbul’da Kürt ve Kürtçülük hareketleri Emin Ali Bedirhan‘ın, Baban ailesinden Mahmut Şerif Paşa‘nın ve Ubeydullah’ın oğlu Nihri Şeyhi Abdülkadir‘in kurdukları Kürdistan Teali (uyanış) ve Terakki Cemiyeti gibi cemiyetlerle hareketlenecek ve Doğu bölgesinde yayılacaktı. Aynı zamanda ayrı bir Kürt derneği, gene Abdurrahman Bedirhan’ın kurduğu, Kürt Eğitimini Yayma Derneği de, o sırada İstanbul’da yaşadığını öğrendiğimiz Kürtlerin çocuklarını eğitmek için özel okullar açmışlardı.
Bediüzzaman Said-i Nursi’nin Tavrı
Bu okulların destekçileri arasında Bediüzzaman Said-i Nursi de vardı. Nursi, Kürt kimliğinden gocunmadığı halde, tam Kürt bağımsızlığına karşı çıkmaktaydı. Maksadı; ırk, aile ve mezhep farklılıklarının yerine İman ve İslam bağını koymaktı. Bu maksatla II. Abdülhamid’e, maksadının Doğu’ya “Manevi ilimlerle, Müspet bilimlerin birlikte okutulacağı ‘çağdaş eğitim sistemini’ taşımak ve Kürt aşiretleri mensuplarını” sadık Osmanlı tebaaları ve Türk Devleti’nin bağlıları yapmak için “Kürtçe bilen Osmanlı öğretmenlerinin gönderilmesini sağlamak” olduğunu belirten bir dilekçe verdiği aktarılmıştır.
Bediüzzaman Said-i Nursi, Kürtçülüğe ve Türkçülüğe karşıdır; İslam mayalı ve Din kardeşliğine dayalı bir toplum oluşturmaktan yanadır.
“Çağdaş Batılı araştırmacılardan David McDowall, aslen Bitlisli bir Kürt olan, bunun için de Said-i Nursi denilen bu kişinin, ‘dini ve etnik kimliklerini karıştırdığı ‘muğlak’ bir alanda hareket ettiğini’, Kürt kültürel kimliğine sahip çıkmak ve mahalli özerkliği savunmakla beraber aslında hiçbir zaman ‘ayrılıkçı’ olmadığını ve Bağımsız Kürdistan kurma hareketlerine katılmadığını vurgulamaktadır. Yazara göre, İslamiyet’te tecdit (yenileme) istemesi ve İttihatçılara meyletmesi Abdülhamid’in kuşkularını arttırmıştır. Ayrıca Said-i Nursi, Kürtçü bölücülüğü bir İslam kimliği ve bu kimliğe dayanan Osmanlılık şemsiyesi altında bertaraf etmeye çalışmıştır. Said-i Nursi bu maksatla Abdülhamid’e 31 Mart Vak’ası’ndan birkaç ay evvel başvurarak, çağdaş Osmanlı eğitimini ve Türkçeyi Kürtçe konuşan Osmanlı öğretmenler vasıtası ile Doğu’ya taşımak ve kendi deyimiyle ağaların nüfuzunu kırmak ve eğitimi ‘Bağnaz Medrese Ulemasının’ elinden almak için uğraşmıştır… Bu düşünceleri ve özellikle Osmanlı birliğini muhafaza etmekteki ısrarı yüzünden, Kürdistan hayali peşinde koşan Kürt aydınları ile Bediüzzaman’ın yıldızı hiç barışmamıştır.
Başlangıçta Abdülhamid’le ters düşen Said-i Nursi, 31 Mart Vak’ası’ndan sonra, isyan hareketine katıldığı için Divan-ı Harp’te yargılanmış, kendisini savunurken “Vaka”yı oluşturan sebepleri objektif olarak ortaya koyduktan sonra, kendisinin bu harekete fiilen katılmadığını vurgulamış ve başkaldıranların “itaat-ı askeriyeyi” feda etmelerini şiddetle kınamıştı. Ve neticede de beraat edip aklanmıştı.”
Barzaniler ve Perde Arkası
1900’lerin başında Musul vilayetindeki Barzani aşireti hayret, on yıl içerisinde ve tabi Siyonist ve emperyalist güçlerin sayesinde bölgede en nüfuz sahibi olan aşiretlerden biri haline taşınmıştı. Barzanilerle Zap Nehri’nin sol yakasındaki Zibariler‘in arası hiç barışık olmamıştı. Kuzeylerindeki Nihri Seyidleri ile de Barzaniler pek uyuşmazlardı. Bir zamanlar Nihri şeyhlerinin tebaaları iken son yıllarda bölgenin en nüfuzlu beş şeyhliğinden biri halini almışlardı. Bu durum, gücünü Zibariler’den alan Musul Valisini çok rahatsız ediyordu. Meşrutiyet’ten sonra çok dindar Barzaniler, dinsiz olduğuna inandıkları İstanbul hükümetine ve yeni hükümetin vergi alma, asker toplama vb. Merkezi Hükümet baskılarına karşı hükümet kuvvetleriyle devamlı çatışmaya başlamışlardı. Barzanilerin başı Şeyh Abdulselam, başka şeyh ve liderlerle de arasını düzeltince Bab-ı Âli’nin endişeleri büsbütün artmıştı ve 1914 yılında hükümet kuvvetleri Barzanlara saldırıp bozguna uğratmıştı. Barzani Şeyhi önce Urumiye’ye sonra Tiflis’e kaçmış ve Ruslara sığınmıştı. Maksadı İran’da Simko ile buluşmaktı ama yolda muhtemelen, Osmanlılar’dan para alan Haydut Simko’nun bir tertibi ile tuzağa düşürülüp Osmanlılarca teslim alınmıştı. 1914 sonunda ise asılarak idam edilmekten kurtulamamıştı.
1. Dünya Savaşı Sonrası, Siyonist Güdümlü İngiliz-Fransız Planları
1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu, müttefikleriyle birlikte yenilmiş sayıldıktan ve Mondros Mütarekesi’ni imzaladıktan sonra İmparatorluğun parçalanması ve paylaşılması gündeme taşınmıştı. Zaten daha savaş sona ermeden önce İngiliz Mark Sykes ile Fransız Georges Picot masa başında cetvellerle, etnik, hatta jeolojik ve coğrafi gerçeklere bakmadan, ekonomik çıkarları açısından bu toprakları aralarında İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan nüfuz bölgelerine ayıran gizli anlaşmalar yapmışlardı. Bu planlar arasında İstanbul’u ve Boğazları da Çarlık Rusya’sına bırakmak da vardı ama Çarlık ömrü vefa etmeyip yıkılınca Sovyet İhtilâlinden sonra Lenin, o da bu anlaşmanın Rusya ile ilgili kısımlarını ve mirasını -bir süre için- ertelemek zorunda kalmıştı.
Siyonist güdümlü emperyalistlerin bu kirli ve gizli anlaşma metni, Sovyet İhtilâli’nden sonra, yeni Sovyet yöneticileri tarafından açıklanınca, Arapları, Ermenileri ve Kürtleri kızdırmıştı. Çünkü bağımsızlıklarından söz edilmiyordu; yani aldatılmışlardı.
Mirasın taksimatında İngiltere için en önemli faktör; Hindistan yollarını güvence altına almaktan daha önce petrol, daha doğrusu Musul petrolleri idi. İngilizler kendi çıkarları için Musul-Bağdat ve Basra’nın entegrasyonuna önem veriyorlardı. Kürdistan’ın geleceği, Mezopotamya’nın özellikle Musul’un güvenliğine bağlı olarak düşünülüyordu. Sykes-Picot taksimatında Musul bölgesi, Fransa’nın kontrolüne verilecekken bu sonra değiştirilecekti.
Taksim planı, olaylar geliştikçe, İngilizler lehinde bir hayli değişikliğe uğramıştı. İngiliz Başbakanı Lloyd George ile Fransa Başbakanı Georges Clemanceau arasında yapılan bir anlaşma ile İngiltere, neticede Suriye ve Lübnan’ı Fransızlara bırakarak kendi çıkarları açısından daha önemli olan Mezopotamya’yı, özellikle kendi nüfuz ve himaye bölgesi içine almıştı. Lozan’da İngiltere’yi temsil edecek Lord Curzon’la, Churchill arasındaki o sıradaki yazışmalardan, Hindistan yollarının güvenliği ve Musul Petrol kaynakları yüzünden Mezopotamya üzerindeki hâkimiyeti elden kaçırmamak için uğraştıkları anlaşılmaktaydı.
Petrol Kavgası ve Kürtçülük Kartı
Meşhur İngiliz ajanı T. E. Lawrence, daha 1913 yılında bir raporunda şöyle yazmıştı: “Yeni denize indirilen Queen Elizabeth transatlantiğindeki, petrolle işleyen türbinleri gördükten sonra, imparatorluğun geleceğinin petrolde olduğunu anladım.”
Mütareke zamanı İstanbul’da ABD’nin yüksek komiseri olarak görev yapan Amiral Mark Bristol, 1922’de Washington’a gönderdiği raporda: “Kürdistan’ın meşhur petrol yatakları sebebi ile entrikaların, hatta İngilizlerle Fransızlar arasındaki çıkar çatışmalarının başladığını, İngilizlerin ‘Kürdistan’ı denetim altında tutmak için, Kürtleri Türklere karşı kullandıklarını, Kürt aşiretlerine silah ve para yardımı yaptıklarını” yazmıştı.[1]
Kürtler Eliyle Mustafa Kemal’i Tutuklama Çabaları!
Mustafa Kemal, Sultan Vahdettin’in her türlü desteği ve üstün yetkileri sayesinde Samsun’dan Anadolu’ya geçtikten sonra başlattığı Milli Mücadele hareketi, Anadolu, Ortadoğu ve Mezopotamya’daki Siyonist ve emperyalist amaçlarına engel olacağı için İngiltere’yi, Noel gibi ajanlarını çok rahatsız etmeye başlamıştı. 1919’da bölgeye gelen ve hemen “Kürtlerin Lawrence’ı” olmaya soyunan Binbaşı Noel bunun içindir ki, Sivas Kongresi’ni basıp Milli Hareketin başı Mustafa Kemal’i tevkif etmeye kalkışmıştı. Noel, İstanbul’da Sadrazam Damat Ferit Paşa ile iş birliği yaparak Elâzığ’daki son Osmanlı Valisi Ali Galip’i, Bedirhanlılar’dan Mutasarrıf Halil Bey ve Celadet Beyleri, Malatya’dan da bazı silahlı Kürt milislerini ve Valinin Jandarma Birliklerini alarak Sivas Kongresi’ni basıp Mustafa Kemal’i yakalamak için harekete geçmiş durumdaydı. Ancak ne var ki, Mustafa Kemal artık hiçbir resmi görevi ve sıfatı olmasa da “Genel Müfettişlik ve özel Padişah iradesi” sayesinde bölgede kendisine bağlı idareci ve komutanların yardımıyla bu teşebbüsü boşa çıkarmıştı. Binbaşı Noel de tevkif edilip, geldiği yere geri yollanmıştı. Üstelik bu olayın ayrıntıları Mustafa Kemal’in Büyük Nutuk’unda kayıtlıdır.
Kürtlerin “Lawrence’ı” Binbaşı Nowill Figüranı!
Bu komplonun “kahramanı” daha doğrusu “kötü adamı” bağımsız Kürt devletinin en hararetli taraftarı, Atatürk’ün Nutuk’unda Binbaşı Nowill diye bahsedilen işte bu Noel olmaktadır. “Kürtlerin Lawrence’ı Binbaşı Edward William Charles Noel.” Bağımsız Kürdistan ve Kürt isyanlarının bu gizli ve ilginç kahramanı Binbaşı Noel’i çoğu Intelligence-İstihbarat Service ajanları gibi, asil bir İngiliz ailesine mensup, İngiltere hükümetinin işine gelince sahip çıkıp, işine gelmeyince “o tek başına hareket eden bir maceraperesttir” diye tanımazlıktan geleceği ajanlardan birisi konumundadır. Bazılarına göre meşhur romancı John Buchan‘ın, 1920’lerde çok satılan Green Mantle adlı macera romanının kahramanının modeli bu Noel ajanıydı. Oysa Green Mantle, yani Yeşil Pelerinli adamın gerçek modelinin Aubrey Herbert adlı başka bir asilzade -ajan- olması çok daha akla yatkındı. Herbert’in ailesi bunu ispat için bir de kitap yayımlamıştı. Aubrey Herbert adlı kişi ölümüne kadar milletvekili olarak İngiliz parlamentosunda Türk çıkarları için Lloyd George’a ve diğerlerine karşı mücadele ettiği konuşulmaktadır.
Azılı Türk düşmanı Binbaşı Noel ise 1938’e kadar bölgede kalmış ve Şeyh Sait isyanı dahil bir dizi Kürt isyanlarını sürekli kışkırtmıştır!..[2]
Cumhuriyet Sonrası, Kürtlerin Kışkırtılması
Yeniden doğuş ve diriliş destanımız olan Şanlı Milli Mücadelemiz; Türkiye’deki bütün etnik grupların, Kürtlerin, Türkmenlerin, Çerkezlerin, Lazların vb. birlikte yaptıkları bir kahramanlık harikasıydı. Kürtlerin büyük çoğunluğu, dış tahriklere kapılmadan bu mücadelelere katılmışlardı. Bu arada; “Mustafa Kemal, Milli Mücadele esnasında, Türklerin yanında ‘Kürt halkından’ da söz ettiği halde, sonra neden ‘Üniter Türk Devleti’ni’ kurmuş da bir Federasyon kurmamış ve Türk adını ve kimliğini üste çıkarmış, hatta Kürt kimliğini bastırmıştır?” diye soranlara da hatırlatmamız lazımdı:
Hatta Kürtlerin Modern Tarihi kitabının yazarı David McDowall da: “Mustafa Kemal’in yeni Cumhuriyetinde, Türk-Kürt halkları yerine veya üstüne Türk kimliğini ortaya çıkarması önceden düşündüğü bir şey mi idi?” diye sormaktadır![3]
Bize göre, Mustafa Kemal’in o dönemin şartları gereği Türk kimliğine ve milliyetçiliğine sarılmaktan başka bir alternatifi bulunmamaktaydı. Ancak bunun sebebi ırkçılık yapmak ve Kürt kimliğini saklamak niyeti olamazdı. Ne var ki, Cumhuriyet kurulduktan sonra art arda çıkan Kürt ve Nasturi başkaldırıları, Mustafa Kemal’i “Ne mutlu Türk’üm diyene!” formülü ile Kürtleri de, diğer yirmi küsur etnik topluluk gibi Müslüman mayalı Türklüğün erime kazanı içinde entegre etmek politikasına yöneltmiş ve bu politikanın gerekleri de yapılmaya başlanmıştı. Mustafa Kemal pragmatik (mevcut gerçeklere ve gelecek tehlikelere uygun davranan) bir lider konumundadır. O zaman Türkiye’nin bir “mozaik” olduğunu düşünse ve buna göre mesela bir Türk-Kürt Federasyonu kursa idi veya bu diğer etnik grupların da benzeri istekleri karşısında devleti çok “etnisiteli” bir federasyona dönüştürse idi; bir Pandora Kutusunun kapağı açılır ve ardından Siyonist ve ırkçı emperyalist odakların fırsat kolladıkları Sevr canavarı uyandırılır ve felaket yaşanırdı.
Mustafa Kemal’in maksadı, Kürtleri kimlikleri ile Cumhuriyet’e ortak yapmaktı. Maksadının arkasında önemli bir faktör daha vardı; İngilizlerin, Güney Kürdistan dedikleri bugünkü Kuzey Irak’taki petrol çıkarlarını korumak maksadıyla Kürtlere çeşitli şekillerde “bağımsızlık” vadetmeleri de Türkiye’deki bazı Kürtlere özerklik hevesleri aşılayacaktı. Nitekim İsmet Paşa, Atatürk’ün uyarısıyla Lozan Konferansı’nda Lord Curzon’un ısrarlı olarak Kürtlere Türk Devleti içinde azınlık statüsü talep etmesinden de kuşkulanmış ve çok haklı olarak bunun arkasında Türkiye’ye karşı büyük bir Kürt Devleti kurulması hesaplarının farkına varmıştı. Bunun için de Curzon’un teşebbüsüne şiddetle karşı çıkmış ve Kürtlere Lozan Anlaşması’nda azınlık statüsü verilmesine Atatürk mâni olmuşlardı. Bu durumla bugün Kürtlere özerklik ve kimlik tanınması arasında bir göbek bağını hâlâ görüp anlamamak, ya ahmaklıktır veya hıyanet kasıtlıdır.
Dersim İsyanı ve Acı Sonuçları:
Arazisi çetin ve nüfusunun çoğunluğu Alevi olan ve tarihler boyunca ihmale uğrayan Dersim bölgesi 19. yüzyıldan beri devletin başına büyük badireler açmış, Cumhuriyet’ten sonra da 1925-26’da ve 1927’de Koçuşağı aşiretinin ayaklanmaları feci şekilde bastırılmıştı. Bu Tenkil Harekâtı’nda Albay Mustafa (Mustafa Muğlalı Paşa) büyük bir dirayet ortaya koymuşlardı. Muğlalı Mustafa’nın 1950’de çok partili rejim başladıktan sonra DP hükümeti tarafından bölgedeki oy hesaplarıyla tutuklanması, yargılanması ve hatta idam cezasına çarptırılması, tarihimizin acı ve Güneydoğu’daki başkaldırıları tahrik eden olaylarından birisi konumundadır. Muğlalı sonunda idam edilmemiştir ama büyük bir acılar ve kahırlar içinde yaşamıştır.[4]
Atatürk döneminde, Dersim’deki (Tunceli’deki) son ayaklanmalarda, devletin bölgede nizamı tesis etmek için aldığı bir dizi enerjik tedbirin alınmasında, Tunceli-Elâzığ ve Bingöl’ü kapsayan bölgede Dördüncü Umumi Müfettişliğin kurulması, Umumi Müfettişlik görevine General Abdullah Alpdoğan’ın tayini ve sıkıyönetim ilanı etkili olmuştur. Öyle ki; bir taraftan reform bir taraftan temizlik harekâtına başlanması, bölgedeki şeyh ve ağaların otoritelerini sarsmış ve onları rahatsız etmişti. Buna karşı hazırlanan isyan hareketinin başı da İngiliz ve Rus ajanların ve yerli Mason figüranların kışkırttığı Seyit Rıza idi. Rıza, 1937 Mart’ının sonlarında bölgedeki karakolları basarak isyanı başlatmıştı. Buna karşı TSK ve Hava Kuvvetlerince asiler, 16 Eylül 1938’de tamamıyla bastırılmıştı. Bundan önce de kötü hatıraları olan Dersim ismi Tunceli olarak değiştirilmek zorunda kalınmıştı.
McDowall kitabında Dersim İsyanı’nın, “Kemalist devlete karşı son aşiret isyanı olduğunu” yazar. McDowall’ın başka ilginç yorumu da şudur: “Dersim’den sonra Kürt milliyetçiliği ile İslamcı Kürt hareketlerinin yolları ayrılacaktır. 1950’de çok partili rejim başladıktan sonra Şeyhler genellikle taraftarlarını İslami veya sağcı partileri desteklemeye teşvik etmişler, Kürt milliyetçileri de Türk solundan destek almışlardır…”
Oysa Komünizmin ve solcu sosyalist hareketlerin de; Kapitalizmin ve sağcı faşist hareketlerin de, din istismarcısı işbirlikçi İslamist hareketlerin de, hepsinin arkasında aynı Siyonist ve ırkçı emperyalist odaklar bulunduğu gerçeği özellikle saklanmaktadır.
Nuri Dersimi’nin Ağzından Hıyanet Senaryoları!
Talihsiz Dersim İsyanları’nda ve ardından Ağrı İsyanı’nda önemli roller oynayan Nuri Dersimi’nin (Baytar Nuri’nin) yazdığı ve ilk defa 1952’de Halep’te basılan, sonra da Komkar Örgütü tarafından Almanya’da yayımlanan, son olarak ise 1992’de Diyarbakır’da Dilan Yayınevi tarafından bir şekilde basılıp dağıtılan “Kürdistan Tarihinde Dersim”[5] kitabı ayrılıkçı Kürtçülerin zihniyetlerini, Türkiye’ye ve Türklere karşı sönmez kinlerini göstermesi bakımından ilginç bir vesikadır.
“Kürtlerle Ermeniler arasındaki düşmanlığı tarihi bir yanılgı” olarak gösteren ve Dersimlilerin aslında Ermenilere çok yakın olduklarını, sadece Ermenilerden kız aldıklarını söyleyen Baytar Nuri, Dersim Kürtlerinin Birinci Dünya Harbi esnasında Ermenilerle iş birliği yaptıkları ve bu Alevi Kürtlerin Rus kuvvetlerine de yardımcı oldukları itirafında bulunmaktadır. Hatta söylediğine göre, 1877-78 ve 1893 Rus-Türk Savaşlarında da Dersim Kürtleri hem Ermeni çetelerine, hem de Rus kuvvetlerine yardımcı olmuşlardır. Nuri Dersimi, bölgedeki Alevi Türklerin de Alevi Kürtlerle kız alıp verdiklerini, hatta Koçgiri hareketinde Dersimlilerle birlikte hareket ettiklerini ve de “Kürtleştiklerini” yazmıştır.
Barzanilerin İsrail Bağlantısı
Molla Mustafa Barzani, Rusya’da sürgünde iken oradaki Musevilerle de irtibat kurmuşlardır. Irak’ta 1950’den önce çok sayıda Musevi yaşamaktaydı, fakat bunların hemen hemen hepsi 1950’den sonra İsrail’e taşınmıştı. Ne hikmetse, Irak’taki Kürtlerle Yahudiler arasında hiçbir zaman problem olmamıştı. İsrail Devleti de bu temeller üzerine Ortadoğu’daki çıkarları açısından Araplara karşı Kürt kartını sürekli elinde tutmaktaydı ve Molla Mustafa Barzani ile çok kirli ve çetrefilli ilişkileri dikkatlerden kaçmamıştı.
1950’li yıllarda başlayan temaslar 1965’e kadar yoğunlaşmıştı. O yıl Haim Lovakov adlı bir MOSSAD ajanı bölgeye giderek Molla Mustafa Barzani ile direkt irtibat sağlamış, silah ve cephane yardımını başlatmıştı.
İsrail; kendi çıkarları açısından ve Araplara karşı bir tampon ve denge olarak, Irak’ta bağımsız bir Kürt Devleti’ni en azından bir “ihtimal hesabı” olarak tasarlamıştır ve fakat Türkiye ile sıklaşan ilişkileri bakımından bu konuda çok ihtiyatlı ve dikkatli (münafıkça) davranmıştır.
APO’nun yakalanması ve Türkiye’ye istihbarat sağlanması, diğer taraftan da Kürtleri gücendirme çabalarını artırması tam bir Siyonist tezgâhıdır.
Kürtlerin Irak’ta Birleşme Çabaları:
Molla Mustafa Barzani 1947’de İran’daki Mahabat Kürt Cumhuriyeti’nin çok kısa sürede çöküşünden sonra Sovyetler Birliği’ndeki karargâhından, uzaktan kumandayla, muhtelif Kürt grup ve örgütleri arasındaki birliği, Kürdistan Demokrasi Partisi (KDP) çatısı altında oluşturmaya başladı. Bu arada üyelerinin hemen hemen yarısı Kürt olan Irak Komünist Partisi ile de şeyh ve ağaların nüfuzunu kırmak için yakın iş birliği yapılmıştı.
1950’li Soğuk Harp yıllarında Ortadoğu’da hareketli gelişmeler yaşanmıştı. Kürt şeyh ve ağaları, nüfuzlarına karşı KDP’den ve Irak Komünist Partisi’nden gelen tehditlere karşı Batılılara yanaşmayı ve hizmet sunmayı deniyorlar ve bu arada Türkiye-İran-Irak ve Pakistan arasında 1953’te kurulan Bağdat Paktı’nı destekliyorlardı. Bazı komünist ve Barzani karşıtı gafil şeyh ve ağalar İngiltere ile temasa geçerek, kendilerine silah ve cephane verilirse, Kuzey Irak’ta anti-komünist bir Kürt Devleti kuracakları vaadini veriyorlardı. Hatta, Molla Mustafa Barzani’yi Rusya’daki karargâhında “halledeceklerini” söylüyorlardı.
KDP ve Irak Komünist Partisi ise bu gelişmeleri kendilerine karşı tehdit kabul ediyorlardı. Zira Bağdat Paktı’nın satırları arasında Kürt bölücülüğüne karşı iş birliği yapılması da elbette vardı. Bölücü Kürtler de buna karşılık, Sovyet blokuna destek veriyorlardı. Bir bakıma Bağdat Paktı’nın kurulması Kürtlerin kendi aralarında ve özellikle Bağdat’taki Haşimi Krallığına karşı diğer etnik gruplarla Arap aydınları ve milliyetçileri ile birleşmeleri ve işbirliği çabalarını artırmıştı.
Solun Canavarı, Kürtçülerin Kahramanı!
1978’de Abdullah ÖCALAN’ın liderliğinde kurulan PKK (Partiya Karkari Kürdistan) Türk solunun bir eseri konumundadır. Yani APO ve PKK, İslam düşmanı solak ve salak takımının ortaya çıkardığı bir canavardır. Bu partinin silahlı kolu ERNK’nın 15 Ağustos 1984’te Eruh-Şemdinli kanlı baskını, Kürt başkaldırısının ilk işaret taşıdır. On beş eşkıyanın yaptığı bu baskın çok geçmeden Türk Devleti’ni yıllarca uğraştıracak silahlı bir mücadelenin başlangıcı olacaktır.
İlk Yol (TİP): Kürtçülerin ilk siyasi yolları Türkiye İşçi Partisi olacaktı. Birçok Kürtçü aydınlar o sırada TİP’e katıldılar, çünkü kendi partilerini kuramıyorlardı. Ama TİP de o dönemde Kürt davasını açıkça desteklemekten sakınmaktaydı. Tarık Ziya Ekinci ve diğer bölücü Kürtler, TİP içinde kendi Kürt hücrelerini kurmuşlardı. TİP yöneticileri bunları görmezlikten geliyor ve alttan alta da destekliyorlardı. Ancak TİP, 1970 Ekim’indeki Dördüncü Kurultay’daki sonuç bildirgesinde: “Türkiye’nin doğusunda Kürt halkı yaşamaktadır. Egemen sınıfları temsil eden faşist yönetim, Kürt halkına çoğu zaman kanlı baskınlar haline gelen bir asimilasyon ve sindirme politikası uygulamıştır” sözleri yer almıştı.
Bu, Türk solunun Kürtçülüğü ve bölücülüğü desteklemiş olduğunun somut delillerinden birisi sayılmaktadır.
1969-1970’lerde işçi sendikaları içinde ve dışında solcu hareketler yayılmış ve azgınlaşmıştı. Bir taraftan TÜRK-İŞ’e karşı solcu DİSK kurulurken, Fikir Kulüpleri, DEV-GENÇ güçleniyor ve bunların içinden “Devrimci Doğu Kültür Ocakları (DDKO)” çıkıp büyümeye başlıyordu. Bu ocakların şubeleri Doğu’da ve Güneydoğu’da köylere kadar yayılmıştı. Türk solu Kürtçüleri kullanalım derken, giderek Kürtçüler, bölücüler Türk solunu kullanmaya başlıyorlar ve solcu Türklerle birlikte Kürt delikanlıları da (mesela Deniz Gezmiş) Filistin’e El Fetih örgütünde gerilla ve terör eğitimi almaya gidiyorlardı.
1970’te DDKO’nun, İstanbul ve Diyarbakır’daki liderleri Musa Anter, Tarık Ziya Ekinci, Sait Elçi ve onlara destek olan, Kürt davasını benimseyen Türk Sosyolog İsmail Beşikçi, Diyarbakır ve İstanbul’da tutuklanmışlardı. Beşikçi ilk defa olarak Kürt kimliğini ve haklarını savunan ve Kürt tarihini, toplumunu araştıran bir kitap yayımlamıştı ve yargılanıp hapse tıkılmıştı.
Bu sırada Kürt delikanlıların da ön saflarında olduğu Türk Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) ve Türk Halk Kurtuluş Partisi Cephesi (THKP-C) gibi terör örgütleri de eylemlerini artırmışlardı.
APO’nun Asılması İçin İP Taşıyanların, Şimdi VİP Çağrıları!?
Ama bunlara rağmen bugün iş sadece Abdullah ÖCALAN’ın konumuna odaklanıyor ve düğümleniyordu. APO’yu asmalı mı, yaşatmalı mı? Bazı iyi niyetliler sırf ölüm cezasına karşı oldukları için, “Cezasını müebbet hapis cezasına çevirmeli!” diyorlardı. Ama bazıları da “APO idam edilirse, Türkiye’nin milli çıkarları açısından ne getirir, ne götürür” hesapları yapıyorlardı. Bu kişiler ki aralarında çok saygın olanlar da vardı. APO’nun asılmayıp hapiste tutulmasını ve PKK isyanının bitirilmesi için “kullanılmasını” öneriyorlardı.
“Hemen söyleyeyim ‘APO kullanılabilir mi?’… Kullanılmasının ‘ne getireceğini’ bilmem, ama bunun ortaya atılıp tartışılması bile milli haysiyetimizden çok şey koparacaktır!” diyenler haklıydı.
AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından, Cumhur İttifakı’nın sağlandığı 2018 yılına kadar, tam 16 yıl boyunca AKP iktidarını ve Sn. Erdoğan’ı en açık ve acıtıcı ifadelerle sürekli suçlayan, ülkemizin siyasi, ekonomik, ahlâki ve stratejik sorunlarının baş sorumlusu olarak sataşan… Bu arada MHP’nin mitinglerinde, Meclis kürsülerinde, Parti sohbetlerinde, sürekli “On binlerce masum ve mazlum insanımızın ve çocuklarımızın bebek katili Abdullah Öcalan’ı yaşatıp hapishanede tutmayın, onu derhal idam edip asın!..” diyerek cebinde taşıdığı yağlı idam urganı parçasını sağa sola fırlatan Sn. Devlet Bahçeli, her ne olduysa şimdi, APO’ya “İP” edebiyatını bırakmış, “VİP=Özel imtiyaz statüsü ve yüksek devlet erkânı” prosedürüyle, Yüce Meclis’te ağırlanmasını istiyorlardı!.. Güya APO’nun kutsal barış çağrılarıyla PKK belası ortadan kalkacaktı!?
Oysa APO, basit ve fasit bir maşaydı, artık son kullanma tarihi çoktan aşılmıştı. Daha önce güya, asla kabule yanaşmayacaklarını söyledikleri BARZANİSTAN’ı nasıl devlet statüsüyle tanımış ve ağırlamışlarsa, şimdi de Kuzey Suriye (ROJAVA) Kürdistanı’na meşruiyet kazandırmak üzere, APO ve PKK devre dışı bırakılacaktı. Evet, bu nursuz solcuların da, şuursuz sağcıların da, onursuz Din istismarcılarının da, hepsinin yuları aynı odakların elinde tutulmaktaydı.
APO’nun Demokratik Cumhuriyet Çözümüne Devlet Bahçeli Formülü Kılıfı!
Abdullah Öcalan’ın seksen bir sayfalık mahkeme mütalaasında, evire çevire defalarca tekrarlayarak sundukları, 1990’da tesadüfen okuduğu Leslie Lipson adlı yazarın “Demokratik Uygarlık” adlı kitaptan uyarladıkları “Ortak Vatanda, Ortak Demokratik Cumhuriyet” tezi veya çözüm önerileri, ve güya gerekçeleri şunlardı:
“Anadolu, doğal asimilasyonla iç içe karışmış ve birlikte yaşamış Türklerle Kürtlerin binlerce yıllık ortak vatanıdır. Osmanlı döneminde Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölgelerde zaman zaman isyanlar yaşanmışsa da, bunlar ayrılıkçılık ve bağımsızlık maksatları ile değil, merkeze karşı mahalli, vergi ve askere alınmak gibi şikâyetlerle çıkmıştır. Feodal kaynaklı isyanlardır. 19. yüzyılda yabancılar bu olayları kaşımışlarsa da Birinci Dünya Harbi’nde ve Kurtuluş Savaşı’nda Kürtler Türklerle ortak Vatanın savunmasında birlikte vuruşmuşlar, kurtuluşu sağlamışlardı. Mustafa Kemal de bunun için hep Kürt-Türk halklarını öne çıkarmıştır. Hatta başlangıçta Kürt bölgelerine mahalli otonomi vermeyi bile tasarlamıştır. Ne var ki, bu sırada yabancıların da tahriki ile irticai ve mahalli sebeplerle ve bazı Kürt aydınlarının da tahriki ile Şeyh Sait, Koçgiri, Dersim İsyanları çıkarılmıştı. Ancak bunlar hazırlıksız ve zeminleri sağlam olmayan başkaldırılardı. Hem şiddetle bastırıldılar hem de Mustafa Kemal’in de kafasında olan ‘Ortak Vatanda Ortak Cumhuriyet’ gelişmesine engel oldular. (Türk) Milliyetçiler de, Kürt varlığını, kültürünü inkâr eden Üniter Cumhuriyet’e yol açtılar. Böylelikle Kürtlerin isyan sebeplerini hazırladılar. PKK kurulana kadar vaki Kürt hareketleri de Türk solundan kaynaklanan amatörce hareketler konumundaydı. PKK silahlı bir hareket olarak kuruldu ve 1984’te silahlı isyanı başlattı. Benim de emrimle birçok yanlış hareketler yapıldı. Bunların bazıları ‘Kürt’e veya Çingene’ye paşalık vermişler babasını asmış!’ nevinden aşırı davranışlardı. Bazıları örgüt içi çekişmelerin ve itaatsizliklerin neticesi olarak yaşanmıştı. Ben, çok geçmeden, radikal bir taktik veya strateji ‘dönüşümü’ yapılmasını, TSK’nın gücü karşısında silahlı isyanın başarılı olamayacağını ve Türkiye Kürtlerinin asıl geleceklerinin Türkiye’den ayrılmak değil, bu ortak Vatanda demokratik bir çatı altında birleşmek olacağını, hele Lipson’un kitabını okuduktan sonra anladım. 1993 ve 1998’de girişimlerim bu idrakin sonuçlarıydı. Ne var ki, Özal’dan başkasından bize karşı samimi bir mukabeleye rastlamadım. Oysa Türkiye’de de enteller ve devlet katında Kürt realitesi anlaşılmaya ve benim tezim için bir zemin oluşmaya başlamıştı. Hatta ordudan bile böyle mesajlar alıyorduk. Şimdi benim bu davamdan başlayarak ve ders alarak, bu süreci devam ettirmek, artık bütün dünyada geçerli olan ‘Ortak Vatanda Ortak Türk-Kürt Demokratik Cumhuriyet’ kurmamız lazımdı.”
APO’ya göre, Kürt isyanının ve PKK eşkıyalığının başlıca kıvılcımını başlatan sebepler olarak; Kürtlere uygulanan dil ve kültür yasağı ortadan kaldırılmalı; yani Kürt kimliğini tanımalıdır. Kürt kimliği Anayasa’ya yazılmalı, özerklik garantisi sağlamalı, Kürtçe eğitim ve hukuk dili olarak resmiyet kazanmalıydı!?
Kısaca, Barzanistan ve Rojava Kürdistanı gibi “Doğu ve Güneydoğu Otonom Kürt Alanı” da artık mutlaka tanınmalıydı!.. İşte şimdi Erdoğanların, Devlet Bahçeli ve yandaşlarının YENİ ÇÖZÜM SÜRECİ kılıfı sardıkları ve büyük bir kahramanlık edasıyla savundukları tarihi tahribat girişimlerinin altında, Siyonist ve emperyalist merkezlerin bu sinsi planları yatmaktaydı.
- MEISEIAS, Susan “Kürdistan” in The Shadow Of The History, Random House, s.78, 1997.
- Bak: Bu alıntı notlar için; Büyük Kürdistan – Büyük İsrail. A. Kılıç Buğra Yay. 2013
- McDOWALL, David “A Modern History Of The Kurds” L. B. Traruris, New York, s.380, 1996.
- Muğlalı Mustafa Paşa, 1940’larda Ağrı’da sınırdan geçen 33 kişiyi yargısız idam ettirdiği gerekçesiyle yargılanmıştı.
- DERSİMİ, Nuri (Baytar) “Kürdistan Tarihinde Dersim” Dilan Yayınları, Diyarbakır ve Halep, 1952 ve 1992.

En zor zamanda ve kafaların iyice karıştığı ve umutların karardığı bir ortamda, MİLLİ ÇÖZÜM yorumları imdada yetişmektedir. Artık gaflet ve cehalet midir, yoksa bilinçli bir hıyanet midir… Cumhur İttifakı’nın terör başı APO’ya Meclis’te konuşmak üzere özel militanlar, pardon Milletvekilleri yolladığı… Muhalefet Partisinin zil takıp oynadığı talihsiz bir süreçte, normalde en az bir haftalık araştırma ile zor hazırlanacak böylesine mükemmel bir makaleyi aynı saatte hazırlayıp, tarihi bilgi ve belgeleri yayınlamak, ancak Milli Çözüm’e has bir başarıdır, hatta kahramanlıktır. Başta Üstadımızı ve emeği geçen tüm sadıkları kutluyor ve dualar ediyoruz.
Böylesine ilginç ve isabetli yazıları dikkatle okuyup anlamak ve birkaç cümlelik samimi ve seviyeli yorumlar yazmaktan bile imtina edenleri, insafa ve iz’ana davet ediyoruz.
Bu kutlu mesajlar, bu onurlu ve şuurlu ikazlar, zulüm iktidarlarının başında patlayacak manevi bombalar ayarındadır. Çok yakında bu gerçekler fiilen yaşanınca, haset ve fesat damarıyla ve meskenet ve gevşeklik ayarıyla Milli Çözüm’e ters düşenler, bekleyin dizlerine vuracaklardır.
En’am: 33. ayeti işte böylelerini tanıtmakta ve uyarmaktadır.
“(Ey Nebim!) Kesin olarak biliyoruz ki, onların söyledikleri Seni gerçekten üzüyor. Doğrusu onlar Seni yalanlamıyorlar, ancak zalimler (inatla ve şeytanlık damarıyla) aslında Allah’ın ayetlerine başkaldırıyorlar. (İtiraz ve isyanları bundandır. Ve asıl düşmanlıkları Banadır!) [Her asırda; Hz. Peygamberi ve Onun izindeki İslam tebliğcilerini yalanlayan kimse; aslında Allah’ın ahkâmına kin tutmakta ve gerçeği fark ettiği halde ısrarla saldırıp çok inatçı Yahudiler gibi “cühud”luk, yani çıfıtlık ve fesatçılık yapmaktadır.]”
Son söz: Evet, Milli Çözüm’ün en büyük suçu(!) cesaret ve ferasetle Kur’an’a tercüman olmaktır!
Ufuk Efe Kara Harp Okulu Mezunu ve Bilişim Uzmanı
Irkçı Türkçüler, ırkçı kürkçüler ve öncesinde de solcu,sağcı hatta islamcı görünümlü işbirlikçiler Siyonist dünya düzeninde ve içimizdeki tehlikeli çıban olan PKK ve dinci türevlerinin temelini oluşturmuşlardır. Şimdiki İslamcı AKP ve Tükçü MHP de bölücü bu yapıya meşruiyyet kazandırmak için en yüksek düzeyde gayret sarfetmektedirler. Tabi sessiz muhalefet de bu durumu sukunetle desteklemektedir.
Bölgesel kürtçü oluşumlar ikinci planda KÜRDİSTAN’ın, asıl BÜYÜK İSRAİL’in ayak, kol, bacak gibi organlarıydı. Zaten hali hazırdaki İSRAİL ise BAŞ organı olarak DECCALİZMİN beyni
durumundaydı.
Bu onların hesabıydı!..
“Yeni Açılım”mış, Ülkem saçılır
APO himmetine, kaldı Türkiyem!..
Gerçekten sıkılır, Hakk’tan kaçılır
Cumhur batağına, daldı Türkiyem!..
Bebek katilinden, medet umanlar
Siyonist tertibe, gözün yumanlar
Suyumuz ısınır, tüter dumanlar
Bunlar akıntıya, saldı Türkiyem!..
BOP’un kâhyaları, hep iş başında
Hâlâ tevbe etmez, yetmiş yaşında
Baykuşlar ötecek, mezar taşında
Diriliş kararı, aldı Türkiyem!..
Vazifesini tamamlamış olan Siyonizst planın parçası apo ve pkk tasfiye edilirken, bop un yeni aşaması Suriye, Irak ve Güneydoğumuzu kapsayan projede cumhur ittifakı taşeron olarak kullanılmaktaydı. Bunu da Halkımıza güzel jelatinlenmiş şeker gibi görünen zehiri yutturmak için yeni çözüm süreci kılıfıyla sunmaktaydılar.
Merhum Erbakan Hocamızın ifade ettikleri gibi ”Cenabı Allahın Aziz Milletimize verdiği en büyük özellik her şey bitti tükendi dendiği anda küllerinden yeniden doğar” bahsettiği gibi.
Yeniden Büyük Türkiye ve Yeni Bir Dünya Hedefinin işaret fişeği ateşlenmiştir. Bu Diriliş Kararını da Milli Çözüm öncülüğünde ateşlemiştir.
ALDATAN DA OLMA, ALDANAN DA…
Osmanlı Parçalanırken devlet hayali kuranlar, nasıl aldandıysa yeni çizilen haritalarda Kürdistan ismi sadece göstermeliktir.
Asıl amaç Büyük İsrail’dir!
Osmanlı’nın dağılmasından sonra Orta Doğu’nun hali ortadadır.
İsrail Lübnan ve Suriye saldırılarında sadece Camileri değil, Hristiyanlara ait olan Kiliseleri de yok etmektedir.
Dünyanın dört bir yanına dağılmış ve Filistin topraklarına gelmek istemeyen yaşlı, hasta, Antisiyonist Yahudileri de öldürenler bizzat Siyonist Yahudilerdir.
Siyonistlerin üç asırdır kullandıkları ABD’de 750 binin üzerinde evsiz yaşamakta olup Büyük İsrail uğruna bütün dünya ülkelerinin dış borç toplamının iki buçuk katı (32 milyar dolar) civarı dış borcu bulanmaktadır.
Binlerce Hristiyan, Büyük İsrail Projesine hizmet ederken canından olmuştur.
Osmanlı’ya karşı kullandıkları Ermeni, Yunan ve Kürt İsyancıların akıbeti bellidir.
Bütün insanlığa kan kusturan Siyonist – Emperyalistlerin, Türk Halkını kandıran işbirlikçi hainlerin sonu ibreti alem olacaktır.
Sultan Abdülhamid Han ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün emekleri boşa gitmeyecektir!
İngilizler, Fransızlar, Ruslar ve yardımcıları, “hasta adam” dedikleri Osmanlı’nın küllerinden nasıl doğduğunu ve bütün cihanı toptaklarımızdan nasıl kovduğunu hatırlamalılardır.
Türk’e kurşun sıkmayı göze alan İsrail ve ABD, tarihlerinde ilk defa Türklere karşı savaşmak zorunda kalacaklar! Anayasa, özerklik, ayaklanma gibi olanları asla tutmayacaktır.
Evet, Erbakan Teknolojisi ve Kahraman Türk askerinin gücüyle karşılamak olan İsrail ve ABD’nin tarihlerinde ki son savaşları olacaktır.
Bunun için sadece Erbakan Hocamızın, emin ellere teslim ettiği kadroların işbaşına geçmesi kalmıştır.
Milli Çözüm merkezli, Milli Mütabakat Hükümetinin kurulması artık an meselesidir.
İşbirlikçiler eliyle işgal altına alınan vatanımız, tarihinde hep olduğu gibi güçlü bir liderin etrafında toplanacak bütün planları, zalimlerin başında patlatacaktır!
Aldatanların sonu hüsrandır, aldananların belki de hâlâ fırsatı vardır.
Dünya adalet istiyorsa, şunu unutmamalıdır!
“Türk’e kefen biçenin sonu!..”
Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü ve devletin üniter yapısını korumanın en önemli domino taşlarından birisi de Kürt kimliğine sahip olan Doğu ve Güneydoğu sosyolojisini ve imanlı inançlı Kürt kardeşlerimizin dertlerine çare olacak yöntemlerle birlikte,1950’lerden itibaren Kuzey Irak bölgesindeki etkinlik sürecine dahil olmaya çalışan ve köken itibariyle Yahudi olduğu da bilinen Barzan aşiretinin lideri Molla Mustafa Barzani ve bugünkü uzantılarının adımlarını çok iyi analiz edip bilmek gerekir..
Birbirinden farklı yönleri olan, ama aynı anakara üzerinde birlikte yaşama mecburiyeti olan bir milletin yaşamın bütün alanındaki koşullarını en iyi ve adil seviyeye çıkarıp ulaştırmak, devletin sorumluluğundadır..
Bir milletin onurla, şuurla ve huzurla birlikte yaşama şartlarını “4 K” prensibi ile belirlemekte fayda vardır
♦️KAFA:Hür düşünce ve berrak bilinç ortamına ve imkanına sahip olmalı.
♦️KALP:Sarsılmaz ve doğru bir inanca ve imana sahip olacak unsurlara sahip olmalı.
♦️KARIN:Helal kazanca ulaştıracak Milli, güçlü, süratli, yaygın kalkınma proğramları ile tanışacak.
♦️Ve bu üç unsurun birlikte olgunlaştırıp huzura ulaştıracağı KİŞİLİK VE KARAKTERİ oluşmuş bir millet bilinci devletin BÖLÜNMEZ BÜTÜNLÜĞÜNÜN en önemli sacayağıdır..
Çünkü bu dört unsur gerçek anlamda uygulanıp, etkinlik kazanırsa hem devlet hem millet, dış güdümün her türlü desise ve entrikalarından korunmuş olacaktır.
Bu atılımı sağlamak ise her türlü şantaj ve dış bağımlılıktan uzak olan bir irade ile mümkün olacaktır
Bu irade, donanım ve vizyona sahip olan yegane anlayışın ise Millî Çözüm anlayışı olduğunu, şimdiye kadar ki bütün tecrübeler gösterdiği gibi, bundan sonra da aynı haklılığımızı, tarih ve zaman ortaya koyacaktır.
Ülkemizin ezelden bu yana gelen siyonist düşmanları değişik grupları etnik kökenleri ve farklı dinleri kullanarak emellerine ulaşmak için her yolu denedikleri bu müstesna yazıda görülmektedir ve şimdi de parti ve grup başkanlarının kullanarak yıllarca ülkemizin başına bela olmuş ve yine kuruluşunda Siyonistlerin olduğu örgüt liderini kullanarak kendileri için yeni sahalar açmak niyetinde oldukları çok iyi görünmektedir inşallah insanlarımız siyasilerimiz bu tehlikeleri görürler ve ona göre hareket ederler
Kendilerinden olmayanları hep PKK olmakla suçlayarak halkı kutuplaştıran iktidar partileri mensupları bugün kalkmışlar PKK başı Öcalanı mecliste konuşturmaya DEM Grubunda konuşsun tekliflerle geliyorlar. Özellikle 2023 seçimlerinde (tabi önceki yıllarda da bu böyleydi) kendilerinden olmayanlara hep PKK lı propagandası ile seçim çalışması yaptılar. Hatta saadet partilileri yoğun bir şekilde saldırılar gerçekleştirildi. Bugünlerde bir video sosyal medyada sürekli dönüyor, “pkk elebaşını bırakacak tek bir iktidar olur o da HDP nin içinde olduğu zillet ittifakı” sözleri. Bugüne geldiğimizde ise Bahçelinin teklifine iktidar partisi de destek vermekte hatta o ittifakın tüm temsilcileri destek vermektedirler. Bu durum onlar için büyük zilletttir. Onlara destek verenler için de aynı durum geçerlidir diyebiliriz.
Bugün Büyük İsrail kurulması adımlarından biri olan Büyük Kürdistanın Kuruluş çalışmaları yapılmaktadır. Iraktaki Barzanistan ile Suriye de kurulun Rojava ve Türkiye’nin Doğu ve Güney Doğusunu içine alan Büyük Kürdistanı kurma çalışmaları yapılmaktadır. Elbette buna müsaade edilmeyecektir.
Oysa APO, basit ve fasit bir maşaydı, artık son kullanma tarihi çoktan aşılmıştı. Daha önce güya, asla kabule yanaşmayacaklarını söyledikleri BARZANİSTAN’ı nasıl devlet statüsüyle tanımış ve ağırlamışlarsa, şimdi de Kuzey Suriye (ROJAVA) Kürdistanı’na meşruiyet kazandırmak üzere, APO ve PKK devre dışı bırakılacaktı. Evet, bu nursuz solcuların da, şuursuz sağcıların da, onursuz Din istismarcılarının da, hepsinin yuları aynı odakların elinde tutulmaktaydı.
Erbakan Hocamıza sahip çıkmazsanız, işte bu gün bunları yaşarsınız. Elbette bu böyle gitmeyecek, elbette Hak yeryüzünde hakim olacak. Milli Çözüme dayalı Milli Mutabakat Hükümeti kurulacak, Deccal ve İsrail yıkılacak, Adil Düzen’e dayalı Yeni Bir Dünya inşa edilecek Allah’ın izniyle.
“Bakın size kesinlikle ifade ediyorum ki; TÜRKİYE’NİN KURTULUŞU; Milli Çözüm’e inanan bir Cumhurbaşkanı’nın o makama oturması, Milli Çözüm’e inanan bir Hükümet’in kurulması ve yeni bir devrin başlamasıyla mümkündür!”
Prof.Dr. Necmettin ERBAKAN
Tarihi süreç içerisinde görülüyor ki bütün başkaldırılar devletin zayıflaması sonucu dış mihrakların eliyle organize edilen ve böylece bağımsızlık hayaline kapılan etnik gruplar baş kaldırmıştır. Günümüz şartlarında da devlet hizmet ve otoritesinin sekteye uğradığı zaman içerideki yapılar harekete geçirilmiştir. İşte teröre ve terörist yapılara eyvallah deme mecburiyeti aslında muktedir yönetimlerin olmayışı nedeniyledir. Asrımızda muktedir olma aşamaları ise bütün dünyada etkili olacak stratejik plan ve programlardan geçmektedir.
Bu planın ilk aşaması Milli Çözüm beyinli muktedir bir iktidar. Ardından Siyonist sembol terörist devlet İsrail’in yıkılması. Sonunda Milli Çözüm’ün 5 -P formülünün devreye sokulmasıyla kansız, kargaşasız bir devrimle huzur ve güvenlik sağlanmış olacaktır.
1. Pasaport ortak
2. Para ortak
3. Pazar ortak
4. Plan ortak
5. Pakt ortak (askeri güvenlik ve işbirliği)
Bu sayede hem ülkemiz, hem islam alemi, hem de geniş çerçevede bütün dünyada Adil Bir Düzenle yönetimler hükümdar olacaktır.
Siyonist ve Batılı aktörler Osmanlı’dan günümüze Kürt kardeşlerimizi kışkırtarak milliyetçilik, sosyalizm ve İslamcı akımlarla ayrışmalar kurgulayarak
halkımız arasında bölünmelere sebebiyet vermişlerdir. Ülkemiz coğrafyasında özellikle doğu illerimizde mevcutta bulunan petrol ve doğal gaz gibi zengin enerji kaynaklarına sahip oluşumuz dikkatleri çekmektedir.
ABD, Rusya ve asıl İsrail, Büyük Orta Doğu Projesini uygulamaları için bölgesel ve uluslararası manipülasyon çalışmaları yapmaktadırlar.
Bu doğrultuda, ülkelerin iç dinamik ve toplumsal anlayışlarına karşı gerçekleştirdikleri saldırı planları maalesef ki ülkemiz adına da
etnik köken ayrıştırma, terör ve güvenlik tehditleri gibi farklı senaryolar üretilerek gerçekleştirilmiştir. Bu ise göç ve demografik değişimlere sebebiyet vererek sosyal yapı ve kaynaklarımızı zorlamıştır.
Ancak ümitvarız çünkü kurulacak olan Adil Düzen Medeniyeti ile, toplumsal dayanışma ve uluslararası arenada dengeli bir diplomasi yürütülecek ve mevcut problemler ALLAH’ın izniyle ortadan kalkacaktır.
O zaman haydi hep birlikte;
Ayrıştıran planlara inat birleştiren bir geleceği, 5P ile güç birliği yaparak, ortak adımlarla ortak yarınları Milli Çözüm Merkezinde inşa edelim;
Peki nedir bu 5P kuralı?..
Pasaport ortak,
Pazar ortak,
Para ortak,
Pakt ortak,
Plan ortak.
Böylece serbest seyahat ve kültürel etkileşim ile kültürel deneyimler zenginleşerek anlayışlar genişleyecek, ön yargılar zayıflayacaktır. Her alanda pozitif yönlü büyüme sağlanacaktır. Örneğin; Ekonomik büyüme ve genişleme birçok iş ve kariyer fırsatlarını oluşturarak, kolay ticaret ve yatırım imkânlarını artıracak, halk açısından da güvenilir ve kaliteli ürünlerin üretilmesine ve bu ürünlerin rahatlıkla alınıp satılmasına vesile olacaktır. Bununla birlikte iç ve dış pazarlarda etkin halk anlayışı elde edilecektir.
Ülkeler adına finansal istikrar sağlanırken, dayanışma hukuku gereği barış ve güvenlik hakim olacak ve oluşabilecek krizlerde (Doğal afet vb.) hızlı ve etkili müdahale etmeyi kolaylaştıracaktır. Sonuç olarak; sürdürülebilir bir gelecek ancak 5P kuralı ile gerçekleşecektir.
Makalenin son kısmı aslında tüm olayların özeti niteliğindedir. Sebepler ve sonuçlar açısından değerlendirildiğinde her şey BOP projesi kapsamında figüranlara verilen rolün gereğidir. Çünki hepsi aynı merkezlerden emir alıp uygulamaktadır.MHP gibi “Türkçülük” kırmızı çizgisi olan bir partinin herşeyini feda etmek anlamı taşıyan Bahçelinin, APO çıkışı acaba neyin gerekliliğiydi. Şimdi burda yapılmak istenen 2.Açılım meselesi olacak çıkışa müsade edielecekmiydi,.İmralı ile HDP’nin görüşmesiyle devam eden süreç bakalım nasıl sonuçlanacaktı.Ok yaydan bir kere fırlamıştı. Herkez tarafını seçmiş AKPnin dolayısıyla İsrail’in hizmetkarlığı bakalım kimlerin elinde patlayacaktı çok yakında bazı gelişmelerin olması kaçınılmazdı!!!
Her kim ki…
Vatan, millet, devlet meselesi deyip…
Bunun arkasına saklanıp…
Kendi menfaatlerinin, ikbalinin, koltuğunun, Siyonistlerin emirlerinin ve vaadlerinin peşine düşerse…
Vatanı ve Mehmetciği arkadan vurmuş, on binlerce canımıza, 40 yılımıza mal olmuş eli kanlı terör örgütüyle işbirliği yaparsa…
Allah onlara lanet etsin.
Oyunlarını, tuzaklarını, hesaplarını bozsun.
Başlarına geçirsin.
Sandıkların eliyle Adil Düzeni tüm dünyada hakim kılsın inşallah.
Komünizmin ve solcu sosyalist hareketlerin de; Kapitalizmin ve sağcı faşist hareketlerin de, din istismarcısı işbirlikçi İslamist hareketlerin de, hepsinin arkasında aynı Siyonist ve ırkçı emperyalist odaklar bulunduğu gerçeği özellikle saklanmaktadır.
.
APO, basit ve fasit bir maşadır, artık son kullanma tarihi çoktan aşılmıştır. Daha önce güya, asla kabule yanaşmayacaklarını söyledikleri BARZANİSTAN’ı nasıl devlet statüsüyle tanımış ve ağırlamışlarsa, şimdi de Kuzey Suriye (ROJAVA) Kürdistanı’na meşruiyet kazandırmak üzere, APO ve PKK devre dışı bırakılacaktı. Evet, bu nursuz solcuların da, şuursuz sağcıların da, onursuz Din istismarcılarının da, hepsinin yuları, aynı odakların elinde tutulmaktadır.
.
Ancak, Siyonistlerin de, işbirlikçi hainlerin de çabaları sonuç vermeyecek, Adil Düzen’in inşasına ve tüm insanlığın huzuruna vesile olacak Yeni Bir Dünya mutlaka kurulacaktır Allah’ın izniyle.
Bu kutlu medeniyet, Türkiye öncülüğünde ve Milli Çözüm rehberliğinde hayat bulacaktır inşallah.
Ne mutlu, Milli Çözüm şuuruna erenlere ve samimiyetle gayret edenlere…
“Oysa Komünizmin ve solcu sosyalist hareketlerin de; Kapitalizmin ve sağcı faşist hareketlerin de, din istismarcısı işbirlikçi İslamist hareketlerin de, hepsinin arkasında aynı Siyonist ve ırkçı emperyalist odaklar bulunduğu gerçeği özellikle saklanmaktadır.”
Gerçeği özelikle ve yılarca Aziz Erbakan Hocamız tarafından ısrarla vurgulandı. Evet, hastalığın tedavisi için “doğru teşhis” en önemli konuydu. İşte bugün bu doğru teşhisleri yapabilen adres ancak milletimizi kardeş edecek fikri/duruşu sergileyebilir.
“Oysa APO, basit ve fasit bir maşaydı, artık son kullanma tarihi çoktan aşılmıştı. Daha önce güya, asla kabule yanaşmayacaklarını söyledikleri BARZANİSTAN’ı nasıl devlet statüsüyle tanımış ve ağırlamışlarsa, şimdi de Kuzey Suriye (ROJAVA) Kürdistanı’na meşruiyet kazandırmak üzere, APO ve PKK devre dışı bırakılacaktı. Evet, bu nursuz solcuların da, şuursuz sağcıların da, onursuz Din istismarcılarının da, hepsinin yuları aynı odakların elinde tutulmaktaydı.” Tespiti de bu yaşanan olayları en doğru yönüyle ele alan tarihi gerçeklerdi.
“Kısaca, Barzanistan ve Rojava Kürdistanı gibi “Doğu ve Güneydoğu Otonom Kürt Alanı” da artık mutlaka tanınmalıydı!.. İşte şimdi Erdoğanların, Devlet Bahçeli ve yandaşlarının YENİ ÇÖZÜM SÜRECİ kılıfı sardıkları ve büyük bir kahramanlık edasıyla savundukları tarihi tahribat girişimlerinin altında, Siyonist ve emperyalist merkezlerin bu sinsi planları yatmaktaydı.”
Yahudiler dediler ki: “Hristiyanlar hiçbir (hakikatli) şey (hayırlı ve yararlı bir temel) üzerinde değillerdir.” (Bunun gibi) Hristiyanlar da: “Yahudiler hiçbir (hakikatli) şey (doğru ve değerli bir temel) üzerinde değillerdir” demektedirler. Oysa onlar (Allah’ın gönderdiği) kitabı okudukları halde (her iki taraf da bâtıl ve bozuk bir yol üzerinde bulunduklarını görmemektedirler). Bilmeyen (ve akıl erdirmeyen cahiller de bugün) onların söylediklerinin benzerini tekrar etmektedirler. Artık Allah, kıyamet günü (ihtilaf edip) anlaşmazlığa düştükleri şeyde aralarında hükmünü verecektir.
Bakara süresi 113.ayet
APO, basit ve fasit bir maşaydı, artık son kullanma tarihi çoktan aşılmıştı.
APO’ya göre, Kürt isyanının ve PKK eşkıyalığının başlıca kıvılcımını başlatan sebepler olarak; Kürtlere uygulanan dil ve kültür yasağı ortadan kaldırılmalı; yani Kürt kimliğini tanımalıdır. Kürt kimliği Anayasa’ya yazılmalı, özerklik garantisi sağlamalı, Kürtçe eğitim ve hukuk dili olarak resmiyet kazanmalıydı!?
Yani “Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğusu Otonom Kürt Alanı” olarak tanınmalıydı.
Siyonistlerin işbirlikçileri vasıtasıyla oynadıkları “Büyük Oyun”
Daha önce güya, asla kabule yanaşmayacaklarını söyledikleri BARZANİSTAN’ı nasıl devlet statüsüyle tanımış ve ağırlamışlarsa…
Şimdi de Kuzey Suriye (ROJAVA) Kürdistanı’na meşruiyet kazandırmak üzere, APO ve PKK devre dışı bırakılacaktı…
Kısaca, Barzanistan ve Rojava Kürdistanı gibi “Doğu ve Güneydoğu Otonom Kürt Alanı” da artık mutlaka tanınmalıydı!..
İşte şimdi Erdoğanların, Devlet Bahçeli ve yandaşlarının YENİ ÇÖZÜM SÜRECİ kılıfı sardıkları ve büyük bir kahramanlık edasıyla savundukları tarihi tahribat girişimlerinin altında, Siyonist ve emperyalist merkezlerin bu sinsi planları yatmaktaydı.
Birinci olarak; makalenin hazırlanmasında ve kaleme alınmasındaki Saygıdeğer yazara şükranlarımı tebriklerimi arz ediyorum. İşin temelinden itibaren, ilk defa SADECE MİLLİ ÇÖZÜM’ÜN ORTAYA KOYDUĞU bir şeyin karar alınmasında veya herhangi bir hadisenin doğru mu yanlış mı olmasında etkin rol oynayan 6 şarttan biri olan TARİHİ BİRİKİM VE TECRÜBE esasından yola çıkarak ÖZETLENEN, günümüzün hadisesinin “İMRALI ZİYARETİ ” konusunun doğru anlaşılmasını ve makaledeki ziyaret ile ilgili, Siyonist ve emperyalist merkezlerin sinsi planlarının gereği olduğu ve Cumhur İttifakı olsun yandaşları olsun ve aynı zamanda muhalefetinde bu oyun ve tuzağa alet olduğu tespitlerinin ne kadar doğru doyurucu ve DEVLET YETKİLİLERİNE – BÜROKRATLARINA – İLGİLİ BİRİMLERE, yön verdiği yol gösterdiği ve her şeyden önemlisi BÖYLESİ MUHTEŞEM BİR GAYEYE HİZMET EDEBİLECEK AKLA İLME BİLGELİĞE VE YİĞİTÇE hatırlatma yapabilen ŞAHSİYETE; müslümanların – ülkemiz insanlığının Türkiyemizin – yetmez dünya insanlığının (çünkü Türkiye merkezli bir yeni dünya kurulacak) sahip olunması ülkemiz milletimiz ve tüm insanlık için büyük bir nimet , büyük bir kazanç ve nasiptir. Bu Değerin inşaallah bilineceğine KESİN OLARAK İMAN EDİYORUM.
Milli Çözüm’ün 20 yıl önceki makaleleri olsun şiirleri olsun o günkü bilgilendirmeleri hatırlatmaları ikazları olsun , bugünümüze hala ışık tutuyor yol gösteriyor… İşte bu özellik Milli Çözüm’ün KUR’AN’A TERCÜMAN OLMASININ TESCİLİDİR. Çünkü günlük tv’lerde gazeteciler olsun yazarlar olsun akademisyen bilinenler olsun dün doğru dediklerine bugün yanlış diyorlar yeniden yorumlarını değiştirerek sunuyorlar veya yanlış olduğunu bile bile yanlış yorumlarını sunmaya devam ediyorlar… MİLLİ ÇÖZÜM iyi ki varsın!..
İkinci olarak; makaleye yorum yapanlardan UFUK EFE Bey’e de hassaten teşekkürlerimi saygılarımı arz ediyorum. Hatırlatmaları önem arz ediyor. Tebrik ediyorum.
MİLLİYETÇİLİK DAVASI FISKA BÜRÜNDÜ,!
Yıllardır” din vatan millet ” Edebiyat yapıp milleti istismar eden Cumhur ittifakı ve mensupları, kendinden olmayan kişi ve partileri âdeta “terörist ” İlan etmişlerdi..
Yüce Allah’ın Adaleti ise tecelli etti..
Artık resmen ve fiilen Apo ve pkk ile kol kola el eleler..
Bu milletin%51 Cumhur ittifakı nın yapmiş olduğu hezimetlere ses çikar maması ise;
Geçmiş tekı bir şiirde, rıza Tevfik in, şu mısrası aklıma geldi..
Milliyet davası fıska büründü
Rida-yı diyanet yerde süründü
Türkün ruhu zorla asi göründü
Hem Peygamber’ine, hem Allah’ına
Tarihimize baktığımız zaman bizi parçalamak için devamlı Türkçülük Kürtçülük meselesi çıkartıyorlar.
yağlı urgan atanlarda kravata atma dönemine geçmiş.
Erbakan hocamızın tesbiti ile ;
“Türk ile Kürt’ü ayırırsanız, ne Türk kalır ne de Kürt. Eğer Çanakkale misali birleştirirseniz, ne İngiliz kalır ne de Fransız.”
Siyonist zihniyetin 250-300 yıllık Anadolu topraklarındaki bölücülüğü kışkırtıp uygulamak için her zaman fırsat kollamakta idi. Bunuda ancak merkezi yönetimde ne zaman zafiyet başladıysa o zaman palazlanmaya başlıyordu. Bu gelinen son süreci, ziyareti ve ziyaretin amaçlarını saatler içerisinde bu şekilde ilmi bir şekilde hap halinde hazırlaya bilmek ancak Milli Çözüm’den başkasına nasip olması beklenemez çünki bu feraset sadece Milli Çözüm’de vardı.
Tarihin her döneminde islam kardeşliğinden uzaklaşıldığında karşımıza fitne fesat hareketleri başlıyordu. Bunları bir araya getiren düşünce her zaman insan kötülüğü fısıldayan şeytandır, şeytanında vücud bulmuş halide siyonizmdir. Şeytanın en çok sevdiği çatışma ve kaosdur. Demokrasi, huzur ve barış gibi kavramların istismarını yaparak bölücük ve anarşi şeytanın en büyük tuzaklarındandır. Huzur ve barışda tabiki islam kardeşliğinin bütün toplumların tüm hücrelerine kadar yaşaması ile mümkün olacaktır.
Bunuda asrımızda en iyi yapan tabiki Milli Çözüm’dür. Yıllarca birbirine düşman gibi gösterilen karşıt kutupların birbiri ile barıştırıp kaynaştırmanın derdini çeken vede bunu da başarabilendir.
Kısaca, Barzanistan ve Rojava Kürdistanı gibi “Doğu ve Güneydoğu Otonom Kürt Alanı” da artık mutlaka tanınmalıydı!.. İşte şimdi Erdoğanların, Devlet Bahçeli ve yandaşlarının YENİ ÇÖZÜM SÜRECİ kılıfı sardıkları ve büyük bir kahramanlık edasıyla savundukları tarihi tahribat girişimlerinin altında, Siyonist ve emperyalist merkezlerin bu sinsi planları yatmaktaydı.
Allah’ın emrine uymaya çalışanların samimiyeti ve çaresizliği ile Allah’a kafa tutanların azgınlığı ve iblisliği çarpıştığında, Cenabı Hak zalimlere yanlışlık yaptırmakta, mü’minlere kolaylık sağlamaktaydı.
En yakın bir süreçte en hayırlı ve başarılı sonuçları nasip ve müyesser eyleyip, zalimlerin ve hainlerin planlarını tersine çevirip Adil Düzen imkân ve iktidarını bizlere lütfeyle Allah’ım. Âmin…
Bu makale sadece bir makale değil
– Üniversitelerin ilgili fakültelerinde dahi 100de 1ini bulamayacağımız muazzam bir tarih dersi
– Kitlelerin hangi şartlar altında kendilerini nasıl bir bilinmeze sürüklediklerini gözler önüne seren, şahsi çıkar ve menfaatler uğruna dün kara dediklerine bugün ak diyenlerin ruh hallerini ortaya koyan mükemmel bir psikoloji ve sosyoloji dersi
-Yapılan analizler ve coğrafya üzerinde oynanan oyunların izahı ile zihinlerimize adil ekonomik düzenin önemini hatırlatan sosyoekonomi dersi
Ve evet biz biliyor ve inanıyoruz ki bu ve daha sayamadığımız onca dersin neticesinde tarih, tarihinden ders almayanları değil tarihe yön verenleri yazacaktır ve tarih “Yeni Çözüm Süreci” ile değil “MİLLİ ÇÖZÜM” eliyle yazılacaktır.