Türkiye İçin Asıl Tehdit;
PKK MI, İŞBİRLİKÇİ İKTİDARLAR MI?
Papa’nın Gazze İtirafı, İsrail’i Şaşırtmıştı!
Kuduz İsrail; Katoliklerin ruhani lideri ve Vatikan Devlet Başkanı Papa Franciscus’un Gazze’deki saldırılar için “büyük zalimlik” demesi nedeniyle Vatikan’ın Tel Aviv Büyükelçisini Dışişleri Bakanlığına çağırmıştı. Böylece İsrail, Filistin ve Gazze Şeridi’ndeki saldırılarını “büyük zalimlik” olarak nitelendirerek tepki gösteren Katoliklerin ruhani lideri ve Vatikan Devlet Başkanı Papa Franciscus ile ilgili yeni bir karara imza atmıştı.
İsrail, Papa Franciscus’un İsrail saldırıları altındaki Gazze’de yaşananların “savaş değil zulüm” olduğunu vurgulamasının ardından, Vatikan’ın Tel Aviv Büyükelçisi Nuncio Adolpho Yllana 25 Aralık 2024 günü Bakanlığa çağrılmış ve “Tel Aviv yönetiminin, Papa’nın eleştirilerinden hayal kırıklığına uğradığı” hatırlatılmıştı.
Katoliklerin ruhani lideri Papa Franciscus: “Noel’de; Ukrayna’da ve Ortadoğu’nun tamamında ve dünyanın her yerindeki tüm cephelerde ateşkes olması için dua yapmalıyız. Büyük bir acıyla Gazze’yi düşünüyorum; o kadar çok zulümkârlıklar, makineli silahlarla vurulan çocuklar, bombalanan okullar, hastaneler ve çadırlar!.. Bunların ne kadar büyük zalimlikler olduğu açıktır!” ifadelerini kullanmıştı.
Buna benzer çıkışları Sn. Erdoğan, kurmayları, Cumhur ortağı ve yandaş yalakaları da yapmaktalardı!..
Papa ile Erdoğan’ın İsrail’e karşı aynı tepkileri koymaları acaba hangi gerekçelere ve gereksinimlere dayanmaktaydı?
1- Ya Papa, insafa gelmeye ve doğruları görmeye başlamıştı ve böylece vicdanının sesine tercümanlık yapmaktaydı.
2- Veya Katolik Hristiyanlar arasında giderek yükselen İsrail vahşetine duyulan nefret dalgasını kontrol altına alma, ya da aynı baskıların altında ezilip kalmama duygusuyla mecburen böyle davranmıştı.
3- Veya Siyonist İsrail’e olan gizli bağlılıklarını ve kirli bağlantılarını daha rahat sürdürebilmek için, böyle dışı hoş içi boş çıkışlarla kendi inananlarını ve halklarını avutmaya çalışmaktalardı.
Zaten HTŞ Lideri ve Kurtuluş Hareketi Reisi(!) Colani de: “Suriye’yi, İsrail Karşıtı Saldırılarda Kullandırmayacağız!” açıklamasını yapmıştı.
Suriye’de Beşşar Esad’ın devrilmesindeki senaryoda kahramanlık oynayan HTŞ lideri Colani, Golan Tepeleri’ne girerek işgale başlayan İsrail ile ilgili dikkat çeken bir açıklamada bulunmuşlardı. İsrail’le savaşmak istemediklerini belirten Colani’nin: “Suriye’nin, İsrail’e düzenlenen saldırılarda kullanılmasına da müsaade etmeyeceğiz.” çıkışı, Cumhur İttifakçılar hariç, herkesi şaşırtmıştı. Adam, Suriye’nin kurtuluş kahramanı değil de, İsrail’in kiralık ajanı gibi davranmaktaydı.
Oysa Esad’ın gitmesinin hemen ardından İsrail, Golan Tepeleri’ne girerek işgale başlamıştı. İsrail Suriye’de ilerleyişini sürdürürken, Esad’ın devrilmesinde öncü rol oynayan Heyeti Tahrirüş Şam’ın (HTŞ) lideri Colani’nin bu İsrail aşkı nereden kaynaklıydı?
The Times’a verdiği röportajda Colani “İsrail’in Suriye’ye müdahalesinin gerekçesi İran ve Hizbullah’tı. Onlar artık yok, bu sebeple gerekçe de ortadan kalktı.” ifadelerini kullanacak kadar net ve açık bir ajandı!..
İsrail ile yapılan; 1974 Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması’na dönmeye hazır olduklarını ve bu konuda Birleşmiş Milletler’in aracılığını kabul ettiklerini söyleyen; ve “Ne İsrail’le ne de bir başka ülkeyle savaşmak istemiyoruz. Suriye’nin İsrail’e düzenlenen saldırılarda kullanılmasına müsaade etmeyeceğiz. Suriyelilerin nefes almaya ihtiyacı var.” diyen Colani, öte yandan şeriat iddialarını yalanlayarak, “Yeni Suriye, doğal bir yapıda olacak. Suriye bireysel özgürlüklere müdahalede bulunmayacaktır.” ifadelerini kullanmıştı. Colani’nin (Ahmet eş-Şara’nın) İsrail’e yağcılık yaptığı bu konuşmalarından bir hafta sonra, 3 Ocak 2025’te Kuduz İsrail, bu sefer HALEP havaalanına saldırmış, onlarca masum insanın ölümüne yol açtığı gibi havalimanında ve bazı uçaklarda büyük hasarlar oluşturmaktan sakınmamıştı…
Ne yani, Erdoğan ve Papa kahraman, Colani ise figüran mıydı?
Ama TVNET yorumcusu Muhammet Enes Dönmez’e bakarsanız: Sn. Erdoğan’ı ve Cumhur İttifakı kurmaylarını; tüm İsrail’in ve Siyonist mahfillerin, onların güdümündeki bütün Batılı (ABD-AB gibi) emperyalist merkezlerin her türlü şeytani projelerini hemen sezip, hatta içine sızıp hepsini tersine çeviren… Hatta bunları Türkiye’nin ve İslam âleminin lehine yönlendiren, feraset, dirayet, cesaret ve keramet ehli seçkinler ve yüksek seviyeli erişkinler olduğuna inanacaksınız!.. Oysa Allah’ın Kelâmı Kur’an’ın hükmü açıktır!.. Marazlı münafıkları ve iblis maksatlı tavırlarını hatırlatan hadis-i şerifler ortadadır. Türkiye’nin 22 yıldır, ekonomik, sosyal, ahlâki ve ailevi olarak nasıl talan ve tahrip edildiği meydandadır!.. Hâlâ bütün bunları göremeyecek kadar kalp gözleri körelmiş olan… Daha da beteri, bunlara keramet uyduran çağdaş Bel’amlara Nisa Suresi 88 ve 89. ayetlerini tekrar hatırlatalım:
“Öyle ise size ne oluyor ve (Hakk davaya sızan gizli gâvurlar ile şeytani odaklara uşaklık yapan dindar görünümlü) münafıklar konusunda ne diye ikiye ayrılıyor (ve birçoğunuz hâlâ onları sahiplenip savunuyorsunuz?) Allah, kazandıkları (günahları ve sadık mü’minlere kazdıkları tuzakları) yüzünden onları tersine çevirip tepetaklak ettiği halde, siz Allah’ın saptırdığını hâlâ hidayete erdirmek (ve bu marazlı münafıkları masum ve mazur göstermek mi) istiyorsunuz?! (Bu tavrınız bir nifak hastalığıdır!) Allah kimi saptırırsa, artık Sen kesin olarak (hidayet bulması ve kurtulması konusunda) onun için asla bir yol bulamazsın.
(O münafıklar) Onlar, kendilerinin (hıyanet ve nankörlük edip) inkâra saptıkları gibi, sizin de (Hakk’tan ayrılıp) inkâra kaymanızı arzulamaktadırlar. (Eğer onlara uysaydınız) Böylelikle (ahlâk ve anlayış bakımından) onlarla bir olacaktınız. Öyleyse Allah yolunda hicret edinceye (küfür ve zulüm düzeninden vazgeçip Hakka dönünceye) kadar onlardan veliler (dostlar) tutmayın (onlara aldanmayın). Şayet (hicretlerinden ve tevbelerinden sonra bile) yine yüz çevirirlerse (tekrar Hakk’tan döner ve halkı fesada yönelirlerse), artık onları yakalayın ve her nerede ele geçirirseniz öldürüp (etkisiz bırakın! Artık) onlardan ne bir veli (dost) edinin, ne de bir yardımcı! (Çünkü onlar güvenilmez insanlardır.)”
Bizim inancımıza göre münafık:
• Özü ile sözü başka olan…
• İddialarıyla icraatları uyuşmayan…
• İtikadıyla irtibatları zıtlaşan…
• İslamcı geçinip TAĞUTİ nizamlara yanaşan (Nisa: 60)…
• Eline imkân ve iktidar geçince; içki, kumar, fal ve şans oyunları gibi şeytanın necis icraatlarını meşrulaştıran ve yaygınlaştıran…
• Haçlı sapkınların ve AB’ci şaşkınların haksız ve ahlâksız keyfi için bir yılbaşı rezaletinde ülkeyi on milyarlarca dolar zarara uğratan ve milyonlarca Müslümanı teşvik edip-özendirip günahlara batıran, ama hâlâ Dindar-Kahraman rolü oynayan ve bunların kiralık şakşakçılığını yapan ve faizin %50’ye çıkarılmasına fetva uyduran insanların genel vasfıdır!..
AKP Destekli, Yeni Şam Valisi’nin Münafıklık İtirafları: “İsrail ile Bir Arada Yaşamak Amacındayız, Sorun Çıkarılmasına Karşıyız!?”
Suriye’de yeni yönetimin iktidarı devralmasıyla birlikte en çok merak edilen konulardan biri de İsrail-Suriye ilişkileri olmaktaydı. HTŞ Lideri Ahmed Şara, Suriye’nin savaşlardan ötürü yorgun olduğunu ve yeni bir savaşa hazır olmadığını bahane ederek İsrail ile herhangi bir sorun istemediklerini açıklamıştı. Benzer bir itirafı yeni atanan Şam Valisi de yapmıştı. Şam Valisi Mahir Mervan “İnsanlar İsrail’le bir arada yaşamak istiyor, herhangi bir sorunumuz yok. Barış istiyoruz” diyerek, gerçek ayarlarını ortaya koymuşlardı.
Baas Rejiminin devrilmesinin ardından iktidarı devralan HTŞ ve kurduğu Suriye Geçiş Hükümetinin; “İsrail ile ilişkilerin düzelmesinden yana olduklarına” ilişkin açıklamaları kafa karıştırıcı ve mide bulandırıcıydı. Daha önce HTŞ Lideri Ahmed Şara tarafından sıkça dile getirilen İsrail ile barış söylemi, bu sefer de yeni atanan Şam Valisi Mahir Mervan tarafından dile getirildi. NPR isimli yayın organına röportaj veren Mervan, “İsrail biraz korku hissetmiş olabilir, bu sebeple Suriye’yi biraz bombaladılar ve ilerlediler. Ancak biz İsrail’le ilgili herhangi bir endişe taşımıyoruz, bizim problemimiz İsrail’le değil.”[1] diyerek Siyonist uşağı olduklarını açığa vurmuşlardı.
Mervan, “Birleşmiş Milletleri, Suriye-İsrail ilişkilerinin düzelmesine aracı olmaya” çağırmıştı. Mervan ayrıca İsrail’le bir arada yaşayabileceklerini belirterek, “Bir arada yaşamak isteyen insanlar var, barış istiyorlar. Çatışma istemiyorlar.” dedikten sonra; “Biz barış istiyoruz, İsrail’e düşman olamayız, esasen hiç kimseye düşmanlık yapamayız. Bu barışı bozmak isteyen fırsatçılara ve fesatçılara karşıyız!..” Evet, işte AKP-MHP’nin Yeni Suriye ayağı!..
Yeni Çözüm Sürecini; İktidar Kazanırsa ve Amacına Ulaşırsa, Türkiye Kaybetmiş Olacaktır!
“Emekli Amiral Türker Ertürk’ün: “Devlet Bahçeli’nin Abdullah Öcalan’ı Meclis’e daveti ile başlayan süreç, inkâr etseler de planlı bir açılım sürecinin başlangıcıydı. Bu süreç büyük güçlerin(!) çizdiği, iktidarın da görebildiği büyük resmin ve ortaya koyduğu stratejinin bir parçasıydı. Böyle bir stratejiye ihtiyaç duymasının nedeni ise Erdoğan’ı tekrar tekrar seçtirerek Cumhur İttifakı’nı devamlı iktidarda tutmaktır. Bunun için Anayasa değişikliğini kotarmak, bunu başarmak için Kürtlerin desteğini almak amaçlıdır. Suriye’de PKK’nın uzantısı durumunda olan Suriye Demokratik Güçleri’ni (PYD/YPG) Öcalan, HTŞ üzerinden aslında İsrail, ABD ve İngiltere’nin istediği çözüme zorlamaktır. Bu çözümün başlangıç bölümünü, Trump görevi almadan 20 Ocak 2025 öncesinde becermek istiyorlardı. Şam’ın dirençsiz teslim alınmasında, Esad ve BAAS’ın çökmesine neden olan gelişmelerin bir bölümünün arkasında Türkiye’yi yöneten iktidar vardı. Öcalan çağrısı yaparken HTŞ ile başlatılacak planlı harekât biliniyordu ama hedef sadece Halep’le sınırlıydı.” tespitleri önemli ve anlamlıydı.
Irak Barzanistanı’na ikiz olacak, Suriye Rojavası hazırlığı mıydı?
HTŞ Halep’i kısa zamanda ve kolaylıkla alınca, aynı hız ve heyecanla Şam’a kadar devam ederek rejim değişikliğini başarmıştı(!) Çünkü HTŞ arkasındaki esas güç; İsrail, ABD ve İngiltere olmaktaydı. Türkiye’yi yönetenlerin, ya büyük plandan haberi yoktu veya cehalet ve gafletten öte bir durum vardı. Bunun böyle olduğunu, Erdoğan’ın açıklamalarından ve 5 Aralık’taki MGK’nın açıklamasının üçüncü maddesinde, “Esad’ın muhalefet ile uzlaşma çağrısından” çok net anlaşılmaktaydı. Halbuki HTŞ arkasındaki büyük akıl (İsrail, ABD, İngiltere), harekâtın Şam’a kadar sürdürülmesini planlamışlardı ve bu kapsamda aynen Irak’taki gibi Generaller ikna edilip silah bırakmışlardı ve ayrıca Ruslarla da dolaylı anlaşma yapılmıştı.
İktidar bu yüzden önce şaşırdı ve DEM-Öcalan görüşmesinde frene bastı; ama geçen süre içinde kendini yeni duruma uyarlayarak, sanki HTŞ’nin arkasındaki esas belirleyici gücün kendisi olduğu rolüne kapılarak ve iç kamuoyunda zafer algısı yaratarak durumu sahiplenmeye başladı. Şimdi kafalarında olan çözüm ise; Türkiye abiliğinde veya sahipliğinde; Türkiye, Suriye ve Irak’taki Kürtlerle birlikte bir çözüm arayışıdır. Bu kapsamda da ABD ve İsrail’in desteğini alma çabasıdır.
Bu çözümde iktidar açısından Öcalan, beşinci sınıf “piyon kilit” konumdadır. Çünkü Kandil ve Kamışlı’da da karşılığı vardır ve etkin olacaktır. İktidar, siyasi ikbali için ABD ve İsrail’in Ortadoğu ve bu bağlamda Suriye’yi siyasi olarak yeniden dizayn etme projesine Türkiye’yi de gönüllü olarak dahil ederek, ‘kazan-kazan’ı oynamaya çalışmaktadır. İktidar belki ilk etabı kazanabilir, ama kazanırsa Türkiye kaybetmiş olacaktır.”
Emekli General Ahmet Yavuz’un: “Önümüze yeni anayasa metni gelince anlarız!” uyarısı halkımızın oyalanmasıdır. Çünkü onun beklenmesi ve belirlenmesi durumunda her şey için çok geç kalınmış olacaktır.
Derin merkezlerin talimatıyla “Devlet Bahçeli inisiyatifiyle” başlatılan yeni ÇÖZÜLME sürecine, Öcalan beklendiği gibi büyük bir barış havarisi rolüyle destek çıkmıştır. Çünkü zaten atılan adımın bir Siyonist planının başlangıç bölümünün olgunlaşması sonucu olduğu sırıtmaktadır. Ancak ucu açık bir paradigmayla karşı karşıyayız. Nereye varılacağı ve hangi beklenmedik sonuçlara yol açacağı hâlâ bir muammadır. Ama günübirlik ve politik kazanımların peşinde koşan Cumhur İttifakı’nın figüran kahramanları bunun farkına vardıklarında çok geç olacaktır. Terörle kendini ortaya koyan ayrılıkçı bir örgütün liderinin, devletin önerdiği bir çizgiye varmış olması elbette hafife alınamazdı. Ama devletin önünü açtığı ve hele dış odakların güya seyirci kaldığı bu yeni yolun nereye çıkacağını bilemediğimiz için de çok tehlikeli riskler barındırdığı da asla unutulmamalıydı.
“Bu sorun üniter yapı içinde mi çözüme kavuşturulacaktı? Yoksa geleceğe yönelik bir federasyon beklentisiyle mi aşılacaktı? Ve asıl Irak ve Suriye’nin kuzeyindeki yapılarla olası bağı ne olacaktı? Meselenin Erdoğan’ın zihinsel yol haritasında olduğunu varsaydığım Türk-Kürt-Arap kimliklerinin baskın olduğu “Yeni Türkiye” isimli bir Osmanlı yapısıyla -ki Osmanlı’nın da merkezi bir devlet olduğu akıldan çıkarılmamalıdır- bağlantısı var mıydı? Bütün bunlar, önümüze yeni anayasa metni konduğu zaman ortaya çıkacaktı?” saptamaları üzerinde kafa yorulmalıydı!
Hatta topluma, önce genişlemenin ve büyümenin sunulacağı, ardından gelecekte ise küçülmenin kaçınılmaz olacağı bir senaryo ile mi karşı karşıyayız? sorusu anlamlıydı. Yeni paradigmanın emperyalizme karşı tavır olarak sunumu, uzun yıllardır Batı’nın bize önerdiği paradigmayla paralellik barındırmasını dikkatten uzak tutmak tarihi bir yanılgıydı. Sorunu, gelecekte olabileceklerden soyutlayarak düşünmek kısa vadeli mutluluklarla avunmamıza yol açacaktı. İşte üniter yapıların parçalanmasının son örneği Suriye’dir ve ne doğuracağı hâlâ karanlıktadır. Ve hele “APO sayesinde barışa ulaşma” hikâyesinin ayrılmaz bir parçası, olmazsa olmazı ise, ‘Erdoğan’ın yeniden Cumhurbaşkanı yapılmasıdır!’ bunu da görmemiz gerekiyor.” diyenler kesinlikle haklıdır.
Prof. Dr. Ümit Özdağ: “Öcalan, kendisini Erdoğan ve Bahçeli ile aynı konuma koymuşlardır!”
İşin en acı ve alçaltıcı tarafı: Eşkıya Başı Öcalan’ın 7 maddelik açıklaması, kendisini Erdoğan ve Bahçeli’nin çözüm ortağı ve müzakere masasında muhatap olarak sunmasıdır! Kendisini çözüm ortağı olmaya ehil ve kararlı olarak tanıtmaktadır. Anadolu’da kan dökerek kardeşliği yıkmaya çalışan Öcalan, şimdi ‘Dağıttığı kardeşlik taşlarını’ yapıştırma havasındadır.
“Ermenistan, İran, Almanya, Fransa, Suriye, Sırbistan, Yunanistan, ABD ve Rusya ile değişik dönemlerde iş birliği yaparak Türkiye’yi savaşa sokmaya çalışan aynı Öcalan, şimdi dış müdahalelerin olumsuzluğuna vurgu yapmaktadır. Özetle bir yandan aba altından sopa gösterip tehditler yağdırmakta, diğer yandan kendisini Erdoğan ve Bahçeli ile aynı konuma koyarak, TBMM’yi Öcalan ve PKK’nın muhatabı haline taşımaya çalışmaktadır. Sonuç olarak; Öcalan yolladığı mesajlarla sürecin içeriğiyle ilgili hiçbir izah yapmamış, sadece şekil şartlarını açıklamıştır.” diyen Ümit Özdağ, bu tarihi ve talihli(!) girişim ve gelişmelerin arkasındaki asıl Siyonist mihrakları ve maksatlarını ortaya koymadıkça, “Ne Öcalan’ın kendisini Sn. Erdoğan’ın ve Bahçeli’nin yerine koymasının… Ne de Sn. Bahçeli ve Erdoğan’ın APO’nun derekesine kaymasının” hiçbir anlamı olmayacaktır!
The Guardian’a Göre “İran’ın ‘Şii Hilali’ Bitti, Türkiye’nin Dolunayı Başladı”
The Guardian’da “Ortadoğu’da güç dengesi değişiyor, Türkiye’nin ‘dolunayı’ yükselişte” başlıklı Hassan Hassan imzalı dikkat çeken bir analiz yer almıştı. Analizde, Esad rejiminin devrilmesinin İran’ın “Şii Hilali” stratejisini sona erdirdiği ve Türkiye’nin “Dolunay” etki alanını başlattığı vurgulanmıştı. Siyonist sermaye güdümlü The Guardian’da, Esad rejiminin düşüşünün İran’ın “Şii Hilali” stratejisinin sonunu hazırladığını, Türkiye’nin ise “Dolunay” etki alanının yükselişe başladığını yazmıştı. Bu etki alanının Afrika Boynuzu’ndan başlayıp Doğu Akdeniz ve Afganistan’a kadar uzandığı hatırlatılmıştı.
Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’ın Suriyeli muhalifleri desteklemesinin, Ankara’yı bölgesel güç merkezi yaptığı belirtilerek, “Ankara’nın Suriye’deki isyancıları desteklemesi, bölgesel güç merkezi olarak İran’ın yerini aldığını teyit eden stratejik bir zafer” ifadeleri kullanılmıştı. Irak’taki İran etkisinin de kademeli olarak zayıfladığı vurgulanarak, “Türkiye’nin başarısının etkilerinin komşu Irak’ta da hissedilmesi muhtemel görünüyor”[2] yorumu yapılmıştı.
İran’ın, Irak üzerinden Suriye’ye ve oradan da Lübnan’a karayoluyla ulaşıp, kendi gruplarına lojistik destek temin etmek için planladığı koridora “Şii Hilali” adı takılmıştı. Siyonist İsrail kuklası Ürdün Kralı Abdullah, Aralık 2004’te, İran’ın; Irak, Suriye, Lübnan ve Filistin gibi ülkelerde nüfuzunu genişletme politikasının bir tespiti olarak “Şii Hilali” kavramını kullanmış ve “Sünni Arap ülkelerinin Şii Hilali tarafından kuşatıldığı” tespitinde bulunmuşlardı.
The Guardian’ın Erdoğan iktidarını övmesi ve İran’ı yermesi sizce hangi şeytani damarı açığa vurmaktaydı?
Suriye Cumhur İttifakı’ndan İsrail’e Yaranma, İran’ı Uyarma!
Suriye’nin yeni yönetiminin Dışişleri Bakanı Hasan Şeybani, İran’ı Suriye’de kaos yaymaya çalışmakla suçlamıştı. Yaptığı açıklamada, İran’ın Suriyelilerin iradesine ve egemenlik haklarına saygı göstermesi gerektiğini belirten Şeybani, İran’ı uyarmıştı. Öte yandan İran Sivil Havacılık Teşkilat Başkanı Hüseyin Purferzane, İran ile Suriye arasındaki uçuşlarla ilgili olarak, bir süreliğine ara verildiğini açıklamıştı.
Oysa İsrail İnsanlıktan Çıkmış, Katil Robotlar Kullanmaya Başlamıştı!
Hamas yetkilileri, işgalci İsrail ordusunun Gazze Şeridi’ni yok etmek için patlayıcı taşıyan robotlar da dahil olmak üzere ileri düzeyde askeri teknolojiler kullanarak “tam teşekküllü savaş suçları” işlediğini açıklamıştı. HAMAS medya ofisinden yapılan açıklamada, katil İsrail ordusunun, Gazze Şeridi’ndeki sivillere ve hayati tesislere karşı yaklaşık 15 aydan bu yana sürdürdüğü soykırım savaşı boyunca öldürme ve yok etme konusunda hiçbir çabadan, herhangi bir mekanizmadan veya silahtan kaçınmadığı ve tüm suç ve vahşeti kullandığı vurgulanmıştı.
Açıklamada, İsrail’in hâlâ öldürme ve yok etmede kullandığı en tehlikeli mekanizma ve araçlardan birinin, insanları doğrudan hedef almak ve hastaneler de dahil yerleşim alanlarını yıkmak suretiyle ve mümkün olan en çok sayıda sivili öldürüp ortadan kaldırmak için patlayıcı taşıyan robotların kullanılması olduğu hatırlatılmıştı. Bu suç niteliğindeki davranışın, uluslararası hukukun ihlali ve İsrail’in altyapıyı yok etme ve sivilleri öldürme konusundaki ısrarını yansıtan tehlikeli bir tırmanış olduğu ifade edilen açıklamada, İsrail’in silahsız sivilleri ve sivil tesisleri hedef almak için ileri askeri teknoloji kullanmasının tam teşekküllü bir savaş suçu teşkil ettiği vurgulanmıştı.
Sn. Ali Ekber Velayeti, Türkiye’ye yönelik demeciniz şöyle olmalıydı!
İmam Hamaney’in danışmanı Ali Ekber Velayeti, Keyhan gazetesinde yayımlanan yazısında[3] şu ifadeleri kullanmaları lazımdı:
“Siyonistlerin ve Batı hegemonyasını destekleyenlerin alçakça saldırılarına karşı ülkelerin; 1- Ya direnişi seçmesi, 2- Ya da uzlaşmaya boyun eğmesi gerektiği açıktır. İkinci seçenek aşağılayıcıdır ve maliyeti ağırdır; birincisi ise onurlandırıcıdır ve uzlaşmacılıktan daha kârlıdır.
Bu iki hareket, İsrail rejiminin kuruluşundan bu yana hep iki paralel akım olarak karşımızdadır. Çatışma hattı, merhum İzzettin Kassam’ın zamanından itibaren başladı ve büyük Arap şahsiyetlerden olan merhum Cemal Abdünnasır tarafından cesaretle uygulandı. Öte yandan, uzlaştırıcıların başında bulunan İran Kralı, Suudi hükümeti ve Ürdün Kralı gibi kişiler, Abdünnasır’ı fiilen durdurdu ve onu ikna etmeye çalıştı ve onun çabalarını Amerika ve Siyonistlerin lehine boşa çıkardılar. Bunların Nasır’a indirdikleri en önemli darbe, çoğunlukla Ürdün Nehri’nin Batı kıyısında yaşayan Filistinlilerin katledilmesi olayıdır. İngilizlerin damadı Kral Hüseyin’in işlediği bu cinayette 4 binden fazla Filistinli katledildi ve şehit oldu ve Filistinlilere destek için ayağa kalkan 600 Suriyeli de şehit edildi ve bu iki paralel çizgi hâlâ vardır.
Ancak; 7 Ekim’deki kahramanca savaş, Hamas ve İslami Cihat güçlerinin 14 aydan fazla bir sürede oluşturduğu ve devam eden ciddi ve benzeri görülmemiş bir direniş destanıdır ve Filistinlilerin bu düzeydeki direnişinin, çağdaş savaşlarda benzeri yoktur ve bir mucizeyi andırmaktadır. Öte yandan Siyonistlerin saldırılarının ve savaş suçlarının şiddetine de tarihte rastlanmamıştır. İslam’ın bu değerli örnekleri, şu ayetin pratik bir yansımasıdır:
“Ey iman edenler! İçinizden kim (ve hangi kesim) dininden (haklı ve hayırlı çizgisinden) geri döner (irtidat eder)se, Allah (yerlerine) Kendisinin onları sevdiği, onların da Kendisini sevdiği; mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı ise ‘güçlü ve onurlu’ olan, Allah yolunda cihad edip (çaba harcayan) ve (gerçekleri savunmak hususunda hiçbir) kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk (ve ekip) getirir. İşte bu Allah’ın bir (ikramı ve) fazlıdır ki, onu dilediğine verir. Allah (rahmetiyle Vâsi) geniş ve kuşatıcıdır, Alîm’dir. (Her şeyi ayrıntılarıyla Bilendir.)” (Maide: 54) ve en önemli nokta ise şudur ki, bu defa şuurlu ve onurlu Müslümanlar, küresel yayılmacılara (Haçlıların alıntıları) ve onların gayrimeşru çocukları Siyonistlere karşı ayağa kalkmaya ve direnmeye kararlı grup ve ülkeleri destekleyen bir direniş ekseni oluşturmuşlardır.
Bu arada küresel müstekbirlerin zelil figüranları ve dünyada küfrün ve yayılmacılığın kimliksiz propagandacıları… Öte yandan bölgedeki bazı gerici ve kukla iktidarlar, müstekbir güçlere sorgusuz sualsiz itaat durumundadır ve onların izni olmadan su içmekten bile korkmaktadır. Bu hükümetler sadece İslam düşmanlarının vekili değil, aynı zamanda efendilerinin iradesiz hizmetçileri konumundadır.
Yeri gelmişken Suriye ile ilgili olarak birkaç noktaya da değinmek lazımdır!
1- Cemal Abdünnasır’ın göreve gelmesinden sonra, bir nevi federal cumhuriyet haline gelmiş olan bu iki ülke, (Suriye ve Mısır) bir arada durdu ve merhum Nasır’ın ölümüne kadar da böyle kaldı.
2- Türk kökenli komutan Ali Sabri ve Enver Sedat, Abdünnasır’ın yardımcılarındandı ve Ali Sabri direniş ruhlu bir insandı. Nasır’la aynı görüşleri paylaşmaktaydı ama Batılılar Enver Sedat’ı öne çıkarmışlardı. Nasır’ın Eylül 1971’deki ölümünden sonra çeşitli yollarla ve sahte propagandayla onu meşhur edip Nasır’ın ılımlı halefi olarak tanıttılar, Ali Sabri’yi Mısır solcularının başı olarak karaladılar.
3- Amerikalılar tarafından Enver Sedat lehine yalan övgü propagandaları yapıldı; öyle ki 1967 savaşında Siyonistler Sina Çölü’nün tamamını işgal altına almıştı. Sina Çölü’nün işgalini kesinleştirmek için Kızıldeniz’in yanına çok yüksek ve geniş bir duvar örmeye başlamışlardı. Ancak Mısırlılar, Amerikalıların zımni anlaşmasıyla 1973 yılında Ramazan ayında (Yom Kippur) savaş başlatmış ve Suriye de sağladığı imkânlarla Mısır’a yardım etmek için savaşa girerek Golan’ın bir kısmını geri almıştı. Maalesef tüm Haçlıların yardımıyla ardından Siyonistler ilerleyerek Kahire’nin 102 kilometre yakınına kadar ulaşmışlardı.
Bundan sonra Cyrus Vance (eski ABD Dışişleri Bakanı) başkanlığındaki ABD delegasyonları Kahire’den Tel Aviv’e gidip geldi ve nihayetinde Enver Sedat ve Siyonist İsrail eski Başbakanı Menahem Begin, Camp David’de, o ülkenin ordusunun o bölgede (Sina Çölü’nde) ağır silah taşımasına izin verilmemesi şartıyla Mısır’a iade edilmesini öngören bir barış antlaşması imzalamışlardı. İki taraf da resmi bir ilişki kurmaya yanaşmış ve sahte İsrail rejiminin Kahire’de Büyükelçiliği açılmıştı. Bu komplonun ardından Nobel Barış Ödülü’nü bu iki ülkenin Başkanlarına verdiklerini de hatırlatalım.
Ama o süreçte dik durup anlaşma imzalamayan taraf; Suriye, Libya, Güney Yemen, Cezayir ve hatta Sudan’dan oluşan “El Samud el-Tasaddi” cephesi olmaktaydı.
Şimdi Türk yetkililere tavsiyem, İran’a İsrail’le uzlaşmayı tavsiye etmek yerine, gittiğiniz yanlış yoldan dönmenizdir. Türkiye gibi on milyonlarca Müslümanın yaşadığı bir ülkenin, İslam dünyası ve bölgedeki Müslüman milletlerle birlikte olmak ve onlarla aynı safta yer almak yerine, barbar ve çocuk katili Siyonist rejimle dolaylı uzlaşması ve göstermelik ŞAM’a girişinden sonra ilk demeci “İsrail’le asla savaşmayacağız; ABD, İngiltere, Fransa ve Rusya ile uzlaşacağız!..” olan kuklalar üzerinden zafer naraları atması asla yakışmamaktadır!
Şimdi sizden umulan, Büyük Lider Necmettin Erbakan’ın İslam Birliği programlarına ve Siyonist-emperyalist odaklara karşı onurlu duruşuna sahip çıkmaktır. Ve hepimize yaraşan, mezhebi taassup ihracı yerine, İslam kardeşliği esaslarına bağlı kalmak ve Adil bir Düzen’i elbirliği içinde kurmaktır!..”

İslam’ı laytlaştıran, faizi-fuhşu-kumarı meşrulaştırıp yaygınlaştıran iktidarlar Suret-i Hak’tan göründükleri için, kendilerini mütedeyyin olarak gören kesimler tarafından maalesef hâlâ destekleniyorlardı.
Yine Irak savaşında ABD’ye destek verdikleri halde, Libya’ya NATO ile birlikte İzmir’i üs olarak kullanıp birlikte saldırdıkları halde, Obama’yı Suriye’ye müdahale etmesi için davet edip devamında Suriye’nin bölünmesine sebep oldukları halde, Arap Baharı’nı destekleyip BOP eş başkanlığı ile Siyonizm hizmetkârlığında başat rol aldıkları halde, yine maalesef İslam ülkelerinde de popülaritesi olanlar bu işbirlikçilerdi.
Türkiye’mizde Milli Mutabakat Hükümetinin kurulmasına mâni olmaya çalışan bu işbirlikçi iktidarlar, Dünyada da Adil Düzen Medeniyetinin kurulması yolundaki en büyük engeldiler.
İsrail’in Gazze katliamı ve soykırımı başladığı zaman, Milli Çözüm Dergisinin ve mağdur Filistinliler’in tarafında olan, az sayıda da olsa yerli ve yabancı haber kaynaklarının da ifşasıyla, işbirlikçi iktidarların Siyonist İsrail destekçisi oldukları ortaya çıkarılmıştı. Artık dünyadaki Müslüman olan veya olmayan herkes gibi zulüm altındaki Filistin halkının gerçek mücahitleri de bu işbirlikçilerin farkına varmıştı.
İnşaallah artık, ülkemizdeki destekçileri de bu işbirlikçilerin gerçek yüzünü görsündü.
Çünkü Suriye’de Colani de İsrail’le savaşmayacaklarını ve ABD-İngiltere ile de iyi geçineceklerini vurgulamıştı.
Yine gündemde olan Çözülme Süreci de, Siyasi ve Ekonomik anlamda çözülen işbirlikçi iktidarlara ‘hayat suyu’ mu olacaktı yoksa milletimizin uyanmasına vesile olup yeniden bir Kuvayı Milliye Hareketini mi başlatacaktı yakında göreceğiz.
Tez Geliyoruz!
Necmettin Erbakan Hocamız;
“Adil Bir Düzen kuracak mısın Adil Düzenden haberin var mı?
Yok!
O zaman hiçbir şey yapamazsın!
Bu düzeni, Adil Düzen ile değiştirecek misin? Yeni bir dünya kuracak mısın?
Hayır.
Bugünkü sömürü dünyasının içerisinde hiçbir şey yapamazsın! Bütün dünyayı değiştirmeye mecbursun! Ve maneviyatçı olmaya mecbursun! Sende maneviyat boyutu yok! Sen maneviyatçı değilsin, beş para etmezsin!”
Ahmet Akgül Hocamız;
“Ya bütün dünyaya hükmedeceksin ya da bir kasabada bile Adil Düzen uygulayamazsın!”
İsrail yanına Emperyalist güçleri almış, İşbirlikçi Müslüman görünümlü münafıkların yularlarını sımsıkı tutmuş, Hamas tek başına direniyor! Çok değerli Mücahid ve Mücahide Filistin halkı sabredin, Milli Çözüm – Milli Mütabakat Hükümeti ile kurtulduğumuz gün, tarihte olduğu gibi yeniden geleceğiz! Öyle bir geleceğiz ki, kıyamete kadar unutulmayacak!.
İSRAİL’den ERDOĞAN Tasviri: Düşman Görünümlü DOST
Suudi yayın kuruluşu İlaf’a demeç veren İsrail İstihbarat ve Nükleer Enerji Bakanı Yisrael Katz, Hayfa’dan Suudi Arabistan’a uzanan bir demiryolu projesi üzerinde çalışıldığını açıklayarak Türkiye’nin de mallarını Körfez’e Hayfa limanından ulaştırdığını söyledi.
Erdoğan İsrail İçin DüşmanDost
Siyonist İsrail’li Siyonist Bakan Yisrael Katz, ABD Başkanı Donald Trump’un Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasından sonra Erdoğan’ın “Düşmandost” (Frenemy) rolü oynadığının altını çizdi.
Siyonist Katz, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan için şunları söyledi:
Türkiye – İsrail Ticareti Sürekli Artmakta
Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konumu itibarıyla da sürekli İsrail’e saldırmak zorunda hissetmekte olduğunu ifade eden Siyonist Bakan Katz şunları ifade etti:
Erdoğan’ın Sert Açıklamaları Türkiye – İsrail İlişkilerini Etkilemiyor
Katz, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsrail karşıtı açıklamalarının Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkileri etkilemediğini belirtti ve hatta Gazze’ye insani yardım taşıyan Mavi Marmara gemisindeki 10 Türk vatandaşının İsrail askerleri tarafından uluslararası sularda öldürülmüş olmasının dahi Türkiye’nin İsrail’le ekonomik ilişkilerini olumsuz etkilemediğini söyledi.
AŞAĞIDAKİ SİSTEMİN DÜNYAYA HAKİM OLMASINI İSTEYENLER VE İSTEMEYENLER
Bütün Mesele bundan ibaret.
Şimdi sizden umulan, Büyük Lider Necmettin Erbakan’ın İslam Birliği programlarına ve Siyonist-emperyalist odaklara karşı onurlu duruşuna sahip çıkmaktır. Ve hepimize yaraşan, mezhebi taassup ihracı yerine, İslam kardeşliği esaslarına bağlı kalmak ve Adil bir Düzen’i elbirliği içinde kurmaktır!..”
Yahudi oyununu hiç bir zaman değiştirmiyordu, hep aynı oyundu, kullandıkları işbirlikçilerinin kuru halk yığınlarından fazla tepki alıp dikkat çekmemeleri için toleransı artırıyordu, bana kızın, gerekirse hakaret edin amma perde arkasında da benim dediğimden dışarı çıkmayın bir dediğimi iki etmeyin diyordu vede işbirlikçileride aynısını yapıyorlardı.
Aynı işbirlikçilerin birisi siyonist Herzel’in mezarı başında saygı duruşunda bulunurken Papa işbirlikçisinede aynı yerde siyonist ağa babalarının ellerini öptürüyordu bunlar, demek ikiside aynı yerden besleniyorlardı.
Bir insanda onur ve şahsiyet olması lazımdı, aynı şey devletler içinde geçerli idi. Adam gelecek senin vatan toprağını resmen işgal edecek, askeri üslerine bombalar yağdıracak sende biz ona elimizi kaldırmayacağız onun derdi bizimle değil diyeceksin nerede devlet onuru ve izzeti. Ama maalesef orta Suriye diye bir devlet olmayınca müslüman halklarında onurunu kurtarmak bize düşmekte idi ve büyük bir stratejik sabırla sabredilmekte idi.
Birileri dönem daha fazla o koltukta fazla oturabilmek için artık sınır tanımaz hale gelmişlerdi. Bu milletin sinirlerini iyice almışlar ve rahmetli Erbakan Hocamızın defalarca anlattığı Lozan antlaşmadan bahsederken “bu milleti aç bırakacaksın, işsiz bırakacaksın, yoksullaştıracaksın, borca esir edip ahlak ve maneviyatından uzaklaştırıp YUMUŞAK LOKMA haline getirip parçalayıp yok edeceksiniz” diyen Hayim Nahum planından bahsediyordu ve şuanda toplum tam bunların istediği kıvama gelmişti. Bundan fazla değil 15-20 sene önce terör örgütü ile alakalı kimsenin ağzına almaya cesaret dahi edemeyeceği konuları koca koca parti liderleri ağzına alıyordu ve alkışlanarak bu vatan için ne büyük fedakarlık yapan kişi gibi gösterilmeye çalışıyordu.
BOP tıkır tıkır işliyor, her yerdeki işbirlikçiler gerçekten vazifelerinin hakkını fazlasıyla veriyorlardı. Irak bölünmüş, Suriye’de aynı şekilde resmi bir bölünmenin eşiğinde ve sırada İran ile beraber maalesef Türkiyem vardı. Birileri bilerek veya bilmeyerek buna hizmet ediyordu.
Rabbimiz biran evvel dünyadaki bütün mazlumların hatırına bu işbirlikçilerin elinden bizleri kurtarsın ve Aziz Erbakan Hocamızın 45 sene önceden haberdar ettiği o günleri bizlere göstersin ve o uğurda hizmet ettirsin “Bakın size kesinlikle ifade ediyorum ki:Türkiye’nin kurtuluşu; Milli Çözüm’e inanan bir Cumhurbaşkan’ının o makama oturması, Milli Çözüm’e inanan bir hükümetin kurulması ve yeni bir devrin başlaması ile mümkündür.” diyerek yarım asır önceden kurtuluş adresini gösteren Liderin izin Rabbimiz bizleri ayırmasın.
Bir tarafta onca imkansızlığa rağmen onurlu direnişlerinden asla ödün vermeyen ve zalim israil terörüne boyun eğmeyen kahraman Filistin yiğitleri diğer tarafta ise kendi holywood menşei filmlerinde en ufak bir uçak kaçırma olayında dahi kendilerini ne de büyük gösterme adına devletlerin hiç bir şart altında teröristlerle pazarlık yapmayacağı vurgusunu yapan siyonist odakların kayığına binerek bir avuç çapulcu sürüsünü muhattap kabul edip tepemize çıkaran, şahsi hesaplar ve ihtiraslar uğruna devlet onurunu haysiyeyini ayaklar altına almaktan imtina etmeyen basiretsizler ve dahi hainler güruhu…
İnanıyoruz ki az kaldı Allah’ın rahmet ve inayetiyle tüm oyun kurucuların oyunları, hileleri tepetaklak edilecek ve Milli Çözüm eliyle yeni bir medeniyet kurulacaktır…
”Suriye’nin İsrail’e düzenlenen saldırılarda kullanılmasına müsaade etmeyeceğiz.” diyen Colani sanki, güya siyonist şebekenin dünya hakimiyetini ilan edeceği armageddon, İslami kaynaklarda ise Yeryüzüne Hakkın Hakim kılınacağı batılın darman duman edileceği Melheme-i Kübra savaşında siyonist İsrail’i koruyacağını ima ediyor ve onların güvenlik subayı gibi davranıyor.
Öte yandan koltuğunu bırakmamak ve Türkiye’yi İsrail’e vilayet yapma uğruna bop eş başkanı ve kabinesi ise ülkenin asıl meselelerinin çözmeyi bırakın sanki ortalık güllük gülistanlıkmış gibi (başta mülteci sorunu, ekonomik kriz, sosyal ahlaki ve ailevi sorunlar) kendisini kahraman ilan etmekte.
Tüm bu yaşananlar neticesinde ülkemizden başlayacak olan Yerli, Milli, İnsani bir düşüncenin Kuvay-ı Milliye = Milli Çözüm ruhuyla iş başına gelmesinden başka çare yoktur.
Bizim inancımıza göre münafık:
• Özü ile sözü başka olan…
• İddialarıyla icraatları uyuşmayan…
• İtikadıyla irtibatları zıtlaşan…
• İslamcı geçinip TAĞUTİ nizamlara yanaşan (Nisa: 60)…
• Eline imkân ve iktidar geçince; içki, kumar, fal ve şans oyunları gibi şeytanın necis icraatlarını meşrulaştıran ve yaygınlaştıran…
• Haçlı sapkınların ve AB’ci şaşkınların haksız ve ahlâksız keyfi için bir yılbaşı rezaletinde ülkeyi on milyarlarca dolar zarara uğratan ve milyonlarca Müslümanı teşvik edip-özendirip günahlara batıran, ama hâlâ Dindar-Kahraman rolü oynayan ve bunların kiralık şakşakçılığını yapan ve faizin %50’ye çıkarılmasına fetva uyduran insanların genel vasfıdır!..
Şimdi Türk yetkililere tavsiyem, İran’a İsrail’le uzlaşmayı tavsiye etmek yerine, gittiğiniz yanlış yoldan dönmenizdir. Türkiye gibi on milyonlarca Müslümanın yaşadığı bir ülkenin, İslam dünyası ve bölgedeki Müslüman milletlerle birlikte olmak ve onlarla aynı safta yer almak yerine, barbar ve çocuk katili Siyonist rejimle dolaylı uzlaşması ve göstermelik ŞAM’a girişinden sonra ilk demeci “İsrail’le asla savaşmayacağız; ABD, İngiltere, Fransa ve Rusya ile uzlaşacağız!..” olan kuklalar üzerinden zafer naraları atması asla yakışmamaktadır! Şimdi sizden umulan, Büyük Lider Necmettin Erbakan’ın İslam Birliği programlarına ve Siyonist-emperyalist odaklara karşı onurlu duruşuna sahip çıkmaktır. Ve hepimize yaraşan, mezhebi taassup ihracı yerine, İslam kardeşliği esaslarına bağlı kalmak ve Adil bir Düzen’i elbirliği içinde kurmaktır!..”
İşbirlikçiler tarafından Çözüm Süreci diye yutturulmaya çalışılan ÇÖZÜLME SÜRECİ; Siyonist Şeytanların Irak’ı parçalayıp ikinci İsrail olan Barzanistan’ı kurdukları gibi, Suriye’yi bölüp fiili olarak PKK’ya Rojova’yı kurdurdukları gibi, şimdi de Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu’sunu bölüp Kürdistan’a katarak Büyük İsrail’e vilayet yapma hesaplarıdır.
Allah’ın Kelâmı Kur’an’ın hükmü açıktır!.. Marazlı münafıkları ve iblis maksatlı tavırlarını hatırlatan hadis-i şerifler ortadadır.
Türkiye’nin 22 yıldır, ekonomik, sosyal, ahlâki ve ailevi olarak nasıl talan ve tahrip edildiği meydandadır!.. Hâlâ bütün bunları göremeyecek kadar kalp gözleri körelmiş olan… Daha da beteri, bunlara keramet uyduran çağdaş Bel’amlar; hala Hakk davaya sızan gizli gâvurlar ile şeytani odaklara uşaklık yapan dindar görünümlü marazlı münafıkları masum ve mazur gösterme gayretindeydiler.
Vatanımız ve milletimiz için asıl tehdit; Siyonist İsrail’e olan gizli bağlılıklarını ve kirli bağlantılarını daha rahat sürdürebilmek için, dışı hoş içi boş çıkışlarla kendi inananlarını ve halklarını avutmaya çalışan işbirlikçi hainlerdir.
Golan Tepeleri’ne girerek Suriye’yi işgale başlayan İsrail’le savaşmak istemediklerini belirtip İsrail’e kiralık ajanlık yapan Colani’nin “Suriye’nin, İsrail’e düzenlenen saldırılarda kullanılmasına da müsaade etmeyeceğiz.” çıkışları Cumhur İttifakçılar hariç, herkesi şaşırtmıştı.
İşte Milli Çözüm’ün sunduğu kurtuluş reçetesi:
Büyük Lider Necmettin Erbakan’ın İslam Birliği programlarına ve Siyonist-emperyalist odaklara karşı onurlu duruşuna sahip çıkmaktır. Ve hepimize yaraşan, mezhebi taassup ihracı yerine, İslam kardeşliği esaslarına bağlı kalmak ve Adil bir Düzen’i elbirliği içinde kurmaktır!..”
“Normalde Esad evet zalimdi haindi, ülkesine halkına özellikle Mümin insanlara yaptığı zulümler kalmamıştı. Elbette böyle bir neticeye seviniyoruz. Oradaki halkın sevinmesinden anlıyoruz. Amma velakin perde arkasında ne var bu iş nereye varacak kime yarayacak? diye düşünmeden de artık edemiyoruz. Gördünüz Golani dedikleri adam Ahmet eş Şara ilk demeci yabancı basına “Şam’a girdikten sonra İsrail’le asla savaşmayacağız, İngiltere Amerika Rusya Fransa ile en iyi ilişkiler kuracağız” Hadi bakalım. Yahu bunu dediği ortamda bütün Golan’ın geri kalan kısmını almıştı İsrail. 15 km kalmış Şam’a dayanmıştı yetmez Suriye’nin Güney tarafında efendim Ürdün sınırındaki Dara kentinin bütün ovalarını, şehrini işgal altına almıştı. Bütün Suriye’nin askeri alanlarını bombalayıp duruyordu. Ama hala diyordu “İsrail’le savaşmayacağız” Hala beyinleri donmuş insanlar “bu oyunları kim tezgahlıyor?” sorusunu sorup cevabını aramıyordu.”
Üstad Ahmet Akgül Hocamızın “Bugün Dünyada ve Yurdumuzda Yaşananlar ve Bu Gidişle Yakında Olacaklar” konulu konuşmalarından bir bölüm.
Kaynak: https://www.youtube.com/watch?v=2M9eTyI6z_s
En tehlikeli yanlış, doğruya en yakın olan yanlıştır. Çünkü doğruymuş gibi zannedilme ihtimalinin yüksek olmasından. Kötü olan -yanlış olan -çirkin olan -zararlı olan -zulüm etmiş olan bunlar bellidir nettir. Din düşmanlığı yapan mı daha çok tehlikeli ve tehdittir yoksa din istismarcılığı yapan mı daha çok tehlikeli ve büyük tehdittir. Elbette din istismarcılığı yoluyla iş eylem yapan daha tehlikeli ve büyük bir tehdittir. Aynı bunun gibi PKK da bir terörist grup olmasından dolayı hep kötülükte ve zulümde eylemler ortaya koyduğu için bu tür gruplara karşı önlemini alırsın her daim. Ama ağızlarında ve arada bir iyilik timsali barış timsali dostluk timsali sözler ve icraatlarla kendini halka pazarlamış olanlar ama arka planda perde gerisinde gerçi artık arka planda değil aşikar bir şekilde insanların gözüne baka baka insanlığın toplumların sağlığı olsun, eğitimleri olsun, hak ve hukukları olsun, gece gündüz ailesinin iaşesi geçimini sağlayanların olsun bu gibi konularda toplumları sömürmeye ezmeye ilaca mahkum etmeye yani Kur’an’ın tabiriyle Bakara Suresi 205 de ifade edildiği üzere:
” (Çünkü bu tipler, Hakk davadan döneklik ederek) Sırtını çevirip gittiği ve işbaşına (iktidara) geçtiği zaman; (ülkesinde ve) yeryüzünde (barış kılıflı) bozgunculuğa girişmeye, ekini ve nesli (bozup) helak etmeye çaba gösterir. (Genleri bozulmuş İsrail tohumları ile bitki ve hayvan türlerini ve bebeklerin-gençlerin geleceğini tahribe yönelir.) Allah ise, (fitne ve fesadı) bozgunculuğu sevmemektedir. [Not: Başka ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de; 8 Kasım 2006’da çıkarılan 5553 sayılı Hibrit Tohum Kanunu’yla, yerli tohumlarımıza yasak getirilmiş ve uzmanlara göre bu uygulamadan sonra hastalık ve ölüm oranlarında tam üç kat artış gözlenmiştir.] ”
(www.mealikerim.com)
Dolayısıyla Türkiye için asıl tehdit SİYONİZME İŞBİRLİKÇİLİK YAPAN İKTİDARLARDIR.