Trump’ın Ticaret Savaşlarıyla Oluşacak
Yeni Dünya Dengelerinde:
BİR İHTİMAL DAHA VARDI!..
8 Nİsan 2025’te ABD’nin borçlu olduğu ülkeler açıklanmıştı: ABD’nin resmi dış borç toplamı 5 trilyon 286 milyar dolardı!
Dünya ekonomisi ABD’nin küresel ticaret politikaları nedeniyle büyük bir dönüşüm aşamasındadır. Donald Trump’ın getirdiği yüksek gümrük vergileri ve artan devlet ve özel sektör borcu, ABD’nin borçlandığı ülkelerin sayısını ve toplam borç miktarını artırmış durumdadır.
ABD Başkanı Donald Trump’ın uyguladığı küresel gümrük tarifeleri, dünya ekonomisinde büyük dalgalanmalara yol açmıştır. Hem devlet borçları hem de özel sektör borçları hızla artarken, ABD’nin uluslararası ticaret politikaları global piyasalarda sert düşüşleri hızlandırmıştır. Bu süreçte, dünyanın en büyük ekonomisi olan ABD’nin en fazla borçlu olduğu ülkeler gündeme taşınmıştır. Dünya Ticaret Örgütü’nün yayımladığı verilere göre, ABD’nin büyük miktarda borçlu olduğu ülkeler arasında Türkiye de yer almaktadır.
Türkiye’nin payı resmiyette 60, gerçekte 100 milyar dolardır.
Geçtiğimiz yıllarda, Türkiye’nin ABD’den alacağı tahvillerin miktarı 58,3 milyar dolar olarak saptanmıştır. Ancak Türkiye’deki ekonomik koşullar ve son yıllarda yaşanan büyük rezerv kayıpları bu rakamları şüpheli hale getirmiş durumdadır. Çünkü bazı kaynaklara göre, ABD’nin Türkiye’ye borcu 100 milyar doları aşmıştır. 19 Mart’ta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasının ardından, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) rezervlerinden 42 milyar doların kısa sürede eridiği konuşulup yazılmıştı. ABD, Türkiye Merkez Bankası’ndaki ve başka kaynaklardaki paralarını alıp yerine hiçbir değeri ve geçerliliği olmayan TAHVİL BONOLARI bırakmıştır.
ABD’nin en fazla borçlu olduğu ülkeler şunlardır:
ABD’nin en fazla borçlu olduğu ülkeler, dolar bazında oldukça büyük meblağlara ulaşmıştır. İşte bu ülkelerin başlıcaları:
• Japonya: 1,1 trilyon dolar,
• Çin: 759 milyar dolar,
• İngiltere: 723 milyar dolar,
• Lüksemburg: 424 milyar dolar,
• Cayman Adaları: 419 milyar dolar,
• Fransa: 382 milyar dolar,
• Kanada: 379 milyar dolar,
• Belçika: 375 milyar dolar,
• İrlanda: 336 milyar dolar,
• İsviçre: 289 milyar dolar .[1]
Bu liste; Yahudi sermayenin, ABD’yi dünya genelinde büyük bir borç yükü altına soktuklarının ve ekonomisinin küresel ticaret ilişkileri üzerinden ciddi bir baskı altında kıvrandığının kanıtıdır. ABD’nin bu resmi dış borç toplamı 5 trilyon 286 milyar dolar civarındadır. Bir bu kadar dış borcu da, Yahudi sermayesinin dışarıdan aldığı, ama Amerikan devletini kefil gösterip borçları onun sırtına yıktığı korkunç miktar oluşturmakta, yani aslında ABD’nin toplam dış borcu 10 trilyon doları aşmaktadır. Bu resmen ve fiilen bir iflas durumudur. İşte Trump, yeni ve yüksek vergilerle, başka ülkelerde çok ucuza üretim yapıp bunları Amerika’ya satan çoğu Yahudi firmalarını tekrar ABD’ye çekme çabasındadır.
Tarifelerin yansımaları
ABD’nin uyguladığı ek tarifeler, sadece ekonomik ilişkilerde gerilime yol açmakla kalmamış, aynı zamanda dünya borsalarında da sert düşüşlere sebebiyet vermiş durumdadır. Ekonomistler, Trump yönetiminin ekonomik adımlarının devlet ve özel sektör borçlanmasındaki artışı hızlandırdığını vurgulamıştır. Bu gelişmeler, küresel ticaret savaşlarını giderek daha karmaşık hale taşımış ve birçok ülke ekonomik stratejilerini gözden geçirmeye başlamıştır. (Not: ABD’nin, Körfez ülkeleri; Suudi Arabistan, İran ve Azerbaycan gibi ülkelere olan Petrol borçları da bu rakamların dışındadır.)
13 Yahudi ailesinin tüm Amerika’yı ve Dünyayı sömürme çarkı:
DOLAR’ı kendileri basıp Amerikan Devletine satan, Merkez Bankasını (FED) kendi kontrollerine alan 13 Yahudi ailesinin kurduğu küresel sömürü tezgâhı, diğer ülkelerden önce Amerikan halkını ve devletini asırlardır sömürüp durmaktadır. Daha önce ucuz üretim ve kolay kazanç nedeniyle Japonya ve Güney Kore’de yatırım yapmaya başlayan Siyonist sermaye 1985’ten (40 yıl öncesinden) itibaren Amerika’daki yatırımlarının önemli kısmını Çin’e kaydırmaya başlamıştır. Aynı yıllarda Çin de Yahudi sermaye yatırımlarını sağlamak ve garantiye almak için;
• Yabancı sermaye ortak girişim yasalarını,
• Ticari markalar yasalarını,
• Yabancılarla ekonomik özel sözleşmeler yasalarını,
• Ve nihayet; tamamı yabancı şirketlerin (Yahudilerin) mülkiyetindeki işletmeler yasalarını çıkartmışlardır. Ayrıca Çin ile İsrail çok özel ve özerk ticari ve ekonomik ilişkiler ağı oluşturmuşlardır.
“İşçi ücretleri, sigorta primleri, özel vergi indirimleri, ucuz ham madde girdileri ve gevşek kalite kontrol disiplini” ABD’den en az yirmi kat, hatta bazı kalemlerde kırk kat daha düşük olan Çin’deki fabrikalarında çok ucuza mâl ettikleri mallarını Amerika, Avrupa ve dünya pazarlarına, hem de maliyetinin çok çok üstünde fiyatlarla satan Çin markalı Yahudi şirketleri ABD’yi zorlamaya başlamış, hatta iflasa yaklaştırmışlardı. İşte Donald Trump, koyduğu yeni vergilerle, Çin’e ve başka ülkelere kayan bu sömürü sermayesinin tekrar ABD’de yatırım ve üretim yapmalarını sağlamayı amaçlamıştı.
Bu tarihin en büyük ticaret savaşları sonucu:
• Ya büyük Yahudi şirketler Amerika’ya dönüp yatırım yapacak ve yüz milyarlarca dolarlık kolay ve ucuz kazanç kapılarını kapatmış olacaklardı.
• Veya, çoğu tekellerinde bulunan ekonomik ve sosyal kozlarını ve medya manipülasyonlarını kullanarak, Avrupa ülkelerini ve Çin’i kışkırtarak Trump’ı devre dışı bırakacak, hatta Amerika’nın parçalanmasına yol açacaklardı!
Peki, Trump yenilir ve ABD etkinliğini kaybederse, Dünya Dengeleri nasıl değişmiş olacaktı?
On yıllar öncesinden:
“Amerika’nın bocalaması halinde, dünyanın, Çin gibi önde gelen tek bir gücün tahakkümü altına girmesi olası değildir. Amerikan sisteminin gireceği ani ve büyük bir kriz, küresel siyasi ve ekonomik kaosu beraberinde getirecek zincirleme bir reaksiyona yol açacakken, ülkenin giderek yayılan bir çürümeye sürüklenmesi ve/veya İslam devletleri ile bitmek bilmeyen geniş kapsamlı bir savaşa girmesi halinde de, 2025 yılında bile, etkili bir küresel halefin “taçlandırılması” mümkün görünmemektedir. O zamana kadar hiçbir güç, Sovyetler Birliği’nin 1991’de dağılmasının ardından Amerika’dan beklenen rolü oynamaya hazır olamayacağı kesindir.” diyen Yahudi stratejist Zbigniew Brzezinski Amerika sonrası kargaşayı şöyle yorumlamıştı:
“İtibar ve itimat edilen bir liderin bulunmaması halinde ortaya çıkacak belirsizlik, rakipler arasındaki gerginliği artırırken, kendi çıkarlarına hizmet eder biçimde davranmalarına sebep olabilir. Böylece bazı güçlerin, kendi çıkarları doğrultusunda alternatif istikrar çerçeveleri oluşturacak özel bölgesel düzenlemeleri teşvik etmesiyle, uluslararası iş birliğinin zayıflaması tahmin edilmektedir. Tarihsel yarışçılar bölgesel hâkimiyet için daha açık bir mücadeleye girebilir hatta güç kullanımına başvurabilir. Daha zayıf devletler ise küresel güç dağılımındaki temel jeopolitik değişiklikler sonucunda ortaya çıkan yeni güç saflaşmaları karşısında kendilerini ciddi anlamda tehdit altında bulabilirler. Demokrasinin teşviki, yerini otoriterlik, milliyetçilik ve dinin değişken karışımları temelinde daha fazla ulusal güvenlik arayışına bırakabilir. “Küresel varlıklar” daha dar çerçevede tanımlanan, daha acil ulusal kaygılara yoğunlaşılması sebebiyle ortaya çıkan pasif kayıtsızlık veya sömürüden zarar görebilir. Ve çok geçmeden, şimdiye kadar dokunulmazlığı olan ve veto hakkına sahip sadece beş kalıcı üyesi bulunan 70 yıllık BM Güvenlik Konseyi sistemi, giderek meşruiyetini kaybetmeye başlayabilir!”
Amerika’sız Dünyanın Toparlanması!
Amerika’nın aşağıya doğru sürüklenmesi, belirsiz ve çelişkili bir biçimde ortaya çıksa da, muhtemeldir ki Japonya, Hindistan, Rusya ve bazı AB üyeleri gibi, dünyanın ikinci sıradaki büyük güçlerinin liderleri, Amerika’nın düşüşünün kendi ulusal çıkarlarına potansiyel etkisinin çoktan bilincindedir. Gerçekten de Amerika sonrası doğacak kargaşanın ihtimalleri bile, büyük yabancı güçlerin şansölyelerinin güncel politikalarını dikte etmemekle birlikte, gündem planlamalarını ihtiyatlı biçimde şekillendirmektedir. İddialı bir Çin’in Asya anakarasına hâkim olmasından korku duyan Japonya, Avrupa ile daha yakın ilişkiler kurmayı planlayabilir. Hindistan ve Japonya liderleri, Amerika’nın düşüşe geçmesi ve Çin’in yükselişi ihtimaline karşı tedbir olarak daha yakın siyasi hatta askeri iş birliğini düşünüyor olabilirler. Rusya, içten içe (kötücül bir zevkle) Amerika’nın belirsiz geleceğiyle ilgili hayaller kurarken, jeopolitik etkisini artırmak için ilk hedef olarak eski Sovyetler Birliği’nin bağımsız devletlerine gözünü dikebilir. Henüz uyumlu bir birlik sağlayamayan Avrupa’nın birkaç farklı yöne çekilmesi muhtemeldir. Almanya ve İtalya ticari çıkarları sebebiyle Rusya’ya, Fransa ve güvensiz Orta Avrupa ise siyasi anlamda daha sıkı bir AB lehine yaklaşırken, İngiltere ise AB içinde bir denge oluşturmak için düşüş halindeki ABD ile özel bir ilişkiyi korumaya yönelebilir. Diğer ülkeler kendi bölgesel alanlarını oluşturabilmek için hızla harekete geçebilirler. Türkiye eski Osmanlı İmparatorluğu toprakları üzerinde yeniden etkinlik kurabilir, Brezilya ise Güney Yarımkürede söz sahibi olabilir.
Çin’in Yeni Politikası
Çinli yöneticiler, küresel liderlik için herhangi bir aleni iddia ortaya koymaktan ihtiyatlı bir şekilde çekinmişlerdir ve hâlâ Deng Xiaoping’in ünlü deyişini takip etmektedirler: “Sakince gözlemleyelim; yerimizi sağlamlaştıralım; sakince işleri yoluna koyalım; kapasitemizi gizleyip fırsat kollayalım; liderlik iddiasında değil, tevazu göstermede başarılı olalım.” Bu temkinli ve hatta aldatıcı duruş, savaşta en bilge davranışın geri çekilmek olduğunu ve fakat rakip ölümcül hatalar yaptığında bundan faydalanılması gerektiğini ısrarla öne süren Sun Tzu’nun, atalardan kalma stratejik rehberliği ile de aynı hedeflidir. Amerika’nın iç sıkıntıları ve dış maceraları karşısında Çin’in resmi tutumu açık biçimde bu stratejik rehberliğin izlerini sürmektedir. Pekin’in tarihsel güveni, önceden belirlenmiş ihtiyatlılığı ve uzun vadeli emelleri ile bir arada gitmektedir.
Bunun yanı sıra Çin’in tekil yurtiçi başarılarına rağmen, yakın zamana kadar kendi deneyimini evrenselleştirmeye çalışmamış olmasına da dikkat çekmek gerekir. Artık ne Mao’nun aşırılıkçı komünist döneminde olduğu gibi bütün insanlığın modernizm gelişiminde geçerli olan tek bir tarihsellik bulunduğuna dair tutkulu kavramlar öne sürebiliyor ne de kendi toplumsal düzenlemelerinin daha yüksek bir ahlâk seviyesinde konumlandırdığı doktriner iddialar ortaya koyabiliyordu. Çin’in küresel kartviziti aslında daha ziyade son derece sıradan fakat pratik ve yaygın olarak özenilen bir temayı vurguluyordu: GSMH’de olağanüstü yıllık büyüme oranı. Bu cazip mesaj siyasi reformlar için baskı yapmadan yatırımlarını artırmayı hedeflediğinden, Çin’e özellikle Latin Amerika’da ve az gelişmiş Afrika’da önemli bir rekabet avantajı sağlar. (Örneğin, Çin-Afrika ticareti %1000 artarak 2000 yılında 10 milyar USD iken 2008 yılında 107 milyar USD seviyesine ulaşmıştır.)
Tayvan’ın Tavrı!
Amerika’nın gerileyişi açık bir biçimde Tayvan’ı savunmasız bırakacaktır. Dolayısıyla Taipei’deki karar vericilerin, ne Çin’in doğrudan baskısını ne de ekonomik olarak başarılı bir Çin’in çekiciliğini görmesi lazımdır. Yani en azından çapraz-boğazların yeniden birleşmesi için takvim hızlanacak, fakat bu, anakaranın lehine, eşit olmayan şartlarda gerçekleşmiş olacaktır. Ve bu sırada eğer Amerika’nın gerileyişi Amerika ile Japonya arasındaki stratejik bağı olumsuz etkilerse, özellikle Çin’deki konuyla ilgili ulusal hislerin derinliği dikkate alınırsa Çin, Amerika’nın geçmişte, 1972’de bir siyasi gerçeklik olarak kabul ettiği “Tek Çin”i gerçekleştirmek amacına yönelik güç kullanma tehdidiyle Tayvan üzerindeki baskısını artırmaya başlayacaktır. Bu amaca yönelik, politik bakımdan başarılı bir tehdit, hâlihazırdaki Amerikan taahhütlerinin güvenilirliği dikkate alınacak olursa, Japonya ve Güney Kore’de genel bir krizin patlak vermesine yol açacaktır.
Güney Kore’nin Toparlanması
Amerika Birleşik Devletleri, Güney Kore’yle 1953 yılında bir karşılıklı savunma anlaşması imzalamış ve Kuzey Kore’nin Sovyet ve Çin gizli ittifakıyla birlikte Güney Kore’ye saldırdığı 1950’den bu yana Güney Kore’nin güvenliğinin garantörü olmaktadır. Buna ek olarak, Güney Kore’nin dikkate değer ekonomik kalkınması ve demokratik siyasi sistemi, Amerika’nın Güney Kore’deki taahhüdünün başarısı için bir referans sayılmıştır. Fakat yıllar geçtikçe Kuzey Kore rejimi Güney Kore’ye yönelik, kabine üyelerine suikastlar düzenlemekten, Güney Kore Başkanını öldürmeye teşebbüse kadar bir dizi provokasyona kalkışmıştır. 2010’da Kuzey Koreliler, Cheonan isimli bir Güney Kore savaş gemisini batırmış, mürettebatın çoğunu öldürmüştür; 2010 yılının kasım ayında Kuzey Kore, Güney Kore adalarından birini bombalamış, bazı askerleri ve sivilleri öldürmekten sakınmamıştır. Güney Kore her defasında, kendi fiziki güvenliği için büyük ölçüde Amerika Birleşik Devletleri’ne güvenmeye devam ettiğinin altını çizerek Amerika’yı yardımına çağırmıştır. Kuzey Kore de, kısa menzilli balistik füzeler, uzun menzilli toplar ve nükleer silahları temel alarak Güney Kore’ye karşı asimetrik bir savaş ihtimalini ön plana çıkaracak biçimde askeri stratejisini öne çıkarmıştır. Güney Kore, Kuzey Kore’den gelebilecek sıradan bir saldırıya karşı koyacak donanıma sahip olmakla birlikte kapsamlı bir saldırıya engel olmak ya da karşı koymak için Birleşik Devletler’le olan ittifakına ciddi ölçüde bağımlıdır.
ABD’nin kendisine sırt çevirmesi Güney Kore’yi sancılı kararların eşiğine taşıyacaktır; bu durumda Güney Kore, ya Çin’in bölgesel baskınlığını kabul edip Doğu Asya’da güvenliğin teminatçısı olarak Çin’e bel bağlayacak ya da Japonya ile ortak demokratik değerleri ve Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti ile Çin saldırısından korktuğu için tarihi süreçlerin aksine, Japonya ile daha güçlü ilişki kurma arayışına mecbur bırakılacaktır. Fakat ABD’nin desteği olmaksızın Japonya’nın Çin’e kafa tutması ihtimali hayli sıkıntılıdır. Bu nedenle ABD’nin Doğu Asya’daki güvenlik taahhütlerinin inandırıcılığının azalması halinde, Güney Kore kendi başına askeri ve siyasal bir tehditle karşı karşıya kalacaktır.
ABD Jandarmalığı Sonrası İran ve Afganistan
Savaş yorgunluğunun ya da Amerika’nın gücünün azalmasının erken etkileri sonucunda, ABD’nin hızlı bir şekilde geri çekilmesinin en olası sonuçları, iç bölünme ve çevre ülkeler arasında Afganistan’ı etki altına almak için girişilecek bir iktidar oyunu olacaktır. Kabil’de etkin ve istikrarlı bir hükümetin eksikliğinde, ülke birbirine rakip savaş lordlarının hâkimiyetine girecektir. Hem Pakistan hem de Hindistan daha iddialı ve açık bir şekilde Afganistan üzerindeki nüfuzları için yarışacaklardır. İran da bu muhtemel yarışa dâhil olacaktır. Sonuç olarak, Hindistan ve Pakistan arasında en azından dolaylı bir savaş çıkma ihtimali artacaktır.
İran, muhtemelen Pakistan ve Hindistan arasındaki rekabetten kendi çıkarına göre faydalanmaya çalışacaktır. Hem Hindistan hem de İran, Pakistan’ın Afganistan üzerindeki etkisindeki bir artışın, bölgesel güç dengelerini ciddi bir şekilde etkileyeceğinden korkmaktadır ve bu durum Hindistan için Pakistan’ın saldırgan tavrı ile birleşmektedir. Bütün bunlara ilaveten, komşu Orta Asya devletleri de -Afganistan’daki hatırı sayılır Tacik, Özbek, Kırgız ve Türkmen topluluklarının varlığını da göz önünde bulundurursak- bölgesel iktidar oyununa dâhil olacaktır.
Pakistan’ın Bağlantıları
Pakistan yirmi birinci yüzyıl nükleer silahları ile silahlanırken ve geç yirminci yüzyıl profesyonel ordusu ile bir arada tutulurken, halkının büyük bir bölümü -siyaseten aktif bir orta sınıf ve kalabalık bir şehirli nüfusa rağmen- hâlâ pre-modern ve köylüdür ve büyük ölçüde bölgesel ve kabile kimlikleri ile tanımlanırlar. İngiltere’nin Hindistan’dan çekilmesinden sonra ayrı bir devlet kurmak için duydukları tutkulu itici gücü sağlayan İslam inancını paylaşırlar. Nihayetinde Hindistan’la çıkan çatışmalar, Pakistan’ın ayrı ulusal kimlik duygusunu tanımlamıştır. Keşmir’in zorla bölünmesi de birbirlerine karşı duydukları derin antipatiyi tasdik etmiştir.
Pakistan’ın siyasi istikrarsızlığı onun en zayıf noktasıdır. ABD’nin bölgedeki iktidarında meydana gelebilecek bir azalma, Amerika’nın Pakistan’ın bütünlüğü ve gelişimini destekleme kabiliyetini de azaltacaktır. Pakistan; ordu tarafından yönetilen bir devlete, radikal İslami bir devlete, ordu ve İslami yönetimin birleştiği bir devlete ya da merkezi hükümeti olmayan bir “devlete” dönüşebilir. En kötü senaryolar ise Pakistan’ın bir nevi nükleer savaş lordluğuna evrileceği ya da İran’daki gibi militan-İslamcı ve Batı karşıtı bir yönetime dönüşeceği durumdur. Bu sonuncusu, hem Rusya hem de Çin’i ilgilendiren, daha geniş bir bölgesel istikrarsızlık üreterek Orta Asya’yı da etkileyebilir.
ABD zayıflarsa İsrail ve Büyük Ortadoğu planları da uygulanamayacaktır.
Belirli devletlerin hızla tehdit altına girmeye başlamasıyla birlikte, Amerika’nın gerilemesinin, bütün Ortadoğu’nun siyasi istikrarını daha da sarsacak değişiklikleri hareketlendireceği ihtimali dikkate alınmalıdır. Zaten İsrail kurulduğu günden beri bölgede çıbanbaşıdır. Farklı derecelerde de olsa, bölgedeki bütün devletler, 2011 başındaki olaylarda da görüldüğü üzere, popülist iç baskılara, toplumsal huzursuzluğa ve dini istismarcılığa karşı savunmasızlardır. Eğer Amerika’nın gerilemesi İsrail-Filistin çatışması çözülmeden gerçekleşirse, karşılıklı kabul edilen iki devletli çözümü uygulamaktaki başarısızlık, bölgenin siyasi atmosferini daha da alevlendirmiş olacaktır. Bu durum İsrail’e karşı haklı intikam duygularını da artıracaktır. Ve zaten İsrail iyice şımarmıştır.
Amerikan’ın zayıflığının fark edilmesinin, bir noktada, bölgedeki daha güçlü devletleri, İsrail’e karşı önleyici müdahalede bulunmaya iteceğini hesaba katmalıdır. Bu koşullarda, taktiksel üstünlük için yapılan temkinli mücadeleler bile ileride daha yaygın ve daha kanlı askeri karşılaşmaların ve hatta yeni intifadaların artmasına neden olabilecek, İsrail’e karşı Hamas’ı daha güçlü konuma getirecek ve İslam ülkelerini cesaretlendirecektir. Lübnan ve Filistin gibi zayıf ülkeler, on yıllardır özellikle sivillerin öldürülmesi açısından, yüksek bedeller ödemişlerdir. Daha da kötüsü, bu çatışmalar İran ve İsrail arasında artan gerilimlerle oldukça korkunç seviyelere ulaşabilir ve sonunda Türkiye devreye girebilir.
Olayların son zamanlardaki seyri, Amerika Birleşik Devletleri’nin İran’la doğrudan karşı karşıya gelmesine yol açabilir. Irak’taki ve Afganistan’daki (ve belki de Pakistan’daki) savaşlardan yorgun düşen bir Amerika için konvansiyonel bir savaş, tercih edilecek bir seçenek olmayacağından, ABD büyük ihtimalle İran’da, özellikle nükleer tesislerinde stratejik hasara yol açacak hava üstünlüğüne güvenecektir. Bunun sonucunda meydana gelecek ölümler, Dini köktencilikle İran milliyetçiliğini daha da harmanlarken İran milliyetçiliği Amerikan düşmanlığıyla daha da güçlenecektir. Ortadoğu’daki genel radikal ve aşırı İslamcılık da Batı’nın kışkırtmasıyla alevlendirilecek ve muhtemelen bu durumun dünya ekonomisi için olumsuz sonuçları olasıdır. Bu koşullar altında, Rusya ekonomik olarak enerji fiyatlarındaki artıştan, siyasi olarak da Müslümanların kininin hedefinin Rusya’dan uzaklaşıp, İslami duyguların ABD üzerine yoğunlaşmasından açıkça faydalanma yoluna gidecektir. Türkiye, İslami mağduriyet duygusuyla daha açıktan özdeşlik kurabilir ve Çin, bölgede kendi çıkarlarının peşinden giderken daha rahat hareket imkânı bulabilir.
Bu, jeopolitik bağlamda ve İslam dünyası ile düşmanca bir ilişki içine kilitlenmiş bir Amerika’nın, İsrail’in uzun vadeli güvenliğinin yararına olacağını savunanların aksine, İsrail’in uzun süreli hayatta kalma mücadelesi tehlikeye düşebilir. İsrail’in, kendisine yönelik mevcut tehlikeleri geri püskürtmek ve Filistinlileri bastırmak için gereken askeri kapasitesi ve milli iradesi vardır. Fakat Amerika’nın İsrail’e sunduğu, stratejik bir mutabakattan ziyade gerçek anlamda bir ahlâki yükümlülükten kaynaklanan uzun soluklu ve cömert desteği, zamanla daha az güvenilir hale gelebilir. Dünyanın büyük bölümü muhtemelen bölgedeki karışıklık için Amerika’yı suçlarken, İsrail’e kamuoyu desteğine rağmen, Amerika’nın gücünü kaybetmesi bölgeden çekilme eğilimini artırabilir.
Amerika’nın olası bir düşüşü, Amerikan nükleer şemsiyesinin inandırıcılığına dair bir güven krizini körükleyerek nükleer alanı çok derinden etkileyecektir. Başka birçok ülkenin yanı sıra; Güney Kore, Tayvan, Japonya, Türkiye ve hatta İsrail gibi ülkeler, güvenlik için Amerika Birleşik Devletleri’nin genişletilmiş nükleer caydırıcılığına sırtını dayamaktadır. Şartların zorlamasıyla ABD’nin bazı teminatlarını geri çekmek durumunda kalması sonucunda bazı bölgelerden yavaş yavaş çekilmesi, ya da Amerika’nın düşüşünün mali, siyasi, askeri ve diplomatik sonuçlarından ötürü mevcut ABD teminatına güven kaybetmeleri halinde, yukarıda adı geçen ülkeler, güvenliği başka yerde aramak durumunda kalacaklardır. O “başka yerdeki” güvenlik sadece iki kaynaktan ortaya çıkabilir: Ülkenin kendi nükleer silahları ya da -büyük ihtimalle Rusya, Çin ya da Hindistan gibi- başka bir gücün kapsamlı caydırıcılığı.
Amerika Birleşik Devletleri’nin gerilemesi, nükleer etki alanında köklü değişiklikleri de hızlandıracaktır. Güvensiz Amerikan müttefikleri arasında silahlanmanın yayılması ve/veya gelişmekte olan Asyalı güçler arasında bir silahlanma yarışının ortaya çıkması en muhtemel sonuçlardandır. Yayılmanın bu dalgalanma etkisi nükleer alanın şeffaf yönetimini zayıflatarak devletler arası rekabet, yanlış hesap ve hatta belki sonunda uluslararası nükleer terör olasılığını artıracaktır.
Hindistan’ın Handikapları
En önemli örnek olarak kalabalık nüfuslu Hindistan’da, bölgesel karışıklık ülkenin potansiyel iki tahripkâr iç dinamiğinin ardından gelebilir. Fakirliğin Çin’den daha fazla olduğu ülkede çok zengin ile çok fakir arasındaki gerilim ve Hint toplumunun etnik-dilsel-dini çeşitliliği. Nüfusun %91,5’ini Han’ların oluşturduğu Çin’den farklı olarak, Hindistan’da en büyük etnik grup nüfusun %70’ini teşkil ediyor, bu da geri kalan 500 milyon insanın etnik azınlık olduğu anlamına geliyor. Dini açıdan, toplam nüfusu 1,5 milyar olan Hindistan’da Hindu nüfusu 1 milyar, Müslüman nüfusu 250 milyon, Sih nüfusu 50 milyon kişiden oluşurken, çok çeşitli dinlerden büyük bir nüfus da geride kalıyor. Dahası, kadınların çoğunluğunun okuma-yazma bilmediği Hindistan’da okuma-yazma oranı dehşet verici derecede düşük. Kırsal huzursuzluk artıyor ve on yıldan fazla süredir uygulanan şiddete rağmen kontrol altına alınamıyor.
Üstelik Hindistan siyasi sistemi, “dünyanın en büyük demokrasisi” olarak işlev görebilmek için kendini ispatlamak zorunda. Bu sınav, halk gerçekten siyasi uyanışa geçtiği ve meseleye dâhil olduğu zaman gerçekleşecek. Çok düşük seviyelerdeki okuma-yazma oranı ve siyasi düzenin en tepesinde var olan zenginlikle imtiyaz arasındaki bağlantı düşünüldüğünde, Hindistan’ın mevcut “demokratik” süreci daha çok, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında sendikaların ortaya çıkışından önceki, İngiliz aristokratik “demokrasi”sini andırıyor. Mevcut sistemin operasyonel yaşama kabiliyeti, heterojen halk çoğunluk itibarıyla hem siyasi olarak bilinçlenir ve hem de talepkâr hale gelirse gerçekten test edilebilecektir. Etnik, dini ve dilsel farklılıklar Hindistan’ın ülke bütünlüğünü tehdit edebilir. Hâlihazırda kabile ayaklanmalarıyla uğraşan komşu Pakistan kontrolden çıkarsa, o da daha geniş bölgesel bir şiddetin jeopolitik odağı haline gelebilir.
Bu muhtemel çatışmalı düzende, Asya’nın istikrarı kısmen Amerika’nın Çin etrafında toplanmış çakışan iki bölgesel üçgene nasıl cevap vereceğine bağlı olacak. İlk üçgen Çin, Hindistan ve Pakistan’ı ilgilendiriyor. Diğeri ise Çin, Japonya ve destekleyici rol oynayan Güney Doğu Asya devletleriyle birlikte Kore’yi ilgilendiriyor. İlk durumda, Pakistan çekişmenin en önemli noktası ve istikrarsızlığı hızlandırıcı neden olabilir. İkinci durumda, Kore (hem Güney hem Kuzey) ve/veya muhtemelen Tayvan güvensizliğin odağı haline gelebilir.
İşte bu konuda, kimsenin hesaba katmadığı bir ihtimal daha vardı!..
Trump’ın başlattığı ticaret savaşlarıyla iyice sarsılan; başta Çin, Avrupa Birliği, hatta dolaylı etkilenen Rusya ve benzeri ülkeler (daha doğrusu özellikle buralardaki sömürücü Yahudi sermayesi) bu cendereden kurtulmak ve küresel hâkimiyetini korumak uğruna, Amerika’yı parçalama pahasına da olsa, Trump’tan kurtulma yollarını arayacak, gerekirse bir dünya savaşı çıkarmaktan sakınmayacaklardır… Ancak; “Yahudiler: ‘Allah’ın eli sıkıdır’ diyerek (iftira attılar ve haddi aştılar. Bu yüzden) Onların elleri bağlansın! (Ve bağlandı; cimri, bencil ve rezil insanlar yapıldı.) Ve söylediklerinden dolayı Allah’ın lanetine uğrasınlar! Hayır, bilakis; O’nun (Allah’ın) iki eli de açıktır, (kullarına ve mahlûkatına ikramı sınırsızdır,) nasıl dilerse (ve Keremine yakışır şekilde) infak eder. Andolsun Rabbinden Sana indirilen (Kur’an-ı Kerim), onlardan birçoğunun (sadece) taşkınlıklarını ve inkârlarını ziyadeleştirir. Biz de onların arasına kıyamet gününe kadar sürecek düşmanlık ve kin salıverdik. Her ne zaman savaş çıkarmak amacıyla bir fitne ateşini alevlendirmek isterlerse, Allah-u Teâlâ, onların yaktıkları ateşi (sonunda) söndürecektir (ve Yahudiler şeytani amaçlarına erişemeyecektir). Halbuki onların âdetleri her zaman yeryüzünde fesatçılığa sa’yü gayret etmektir. (Oysa) Allah-u Teâlâ, fesat çıkaranları asla sevmemektedir.” (Maide: 64) ayetinin ifade ve müjdesiyle bu şeytani girişim başarısız olacaktır.
İşte böylesine bir kaos ve kargaşa sürecinde, tarihi derinlikleri ve talihli birikimleri olan bir İslam ülkesinde, stratejik beyne sahip bir lider, hiç beklenmedik sebepler ve yöntemlerle (inşaallah) işbaşına taşınacaktır.
Ayrı din ve düşünceden, farklı kültür ve kökenden bütün ülkelerin ve halk kesimlerinin temel insan haklarına ve evrensel hukuk kurallarına sahip ve saygın yaşayacağı Adil bir Düzen çağrısına; vicdan ehli ülke yöneticileri memnuniyetle, bazı devletlerin başındaki yetkili ve etkili kimseler ise mecburiyetle katılacaklardır. Çünkü o güne kadar hiç kullanılmamış, ama çok ucuza mâl edilip hazırlanmış teknoloji harikası savunma sistemleriyle Kuduz İsrail etkisiz bırakılacak; Amerika, Avrupa, Çin, Rusya ve Hindistan’daki iz’an ve insaf erbabı yöneticiler de, mevcut sömürücü sermaye köleliğinden kurtulma hatırına bu yeni düzene razı olacaklardır…
Evet, her halde ve kesinlikle Yeni Bir Dünya kurulacak, bunun altyapısını ve evrensel programlarını hazırlayan Erbakan Hocamız rahmet ve minnetle anılacak… Yahudiler ve Haçlı kesimler dâhil, herkes bu düzende doğru olmaya ve uygun-uygar davranmaya mecbur kalacak… Böylece, Allah ve Resulü (SAV) tarafından va’ad edilip müjdelenen bir Saadet ve Bereket Medeniyeti mutlaka ve bekleyin pek yakında kurulacaktır!..
İşte bu kutlu temenni ve beklentilere canu gönülden “Amiin!” diyenler, imtihanı kazanacak, ama “Hadi canım sen de!” diyenlerin dünyada da, ukbada da yüzleri kızaracaktır!..

RABBİMİZİN VA’Dİ VAR!
Zulüm var, kıt’alar dolaşan…
Ama şükür ki; bir de
Rabbimizin hesabı var.
Tüm hesapları kuşatan…
Müjdesi var;
Va’di var…
Zalimler devrilecek!
Mazlumlar sevinecek!
Bekleyin!.. Çok yakındır.
Bir İHTİLÂL
Bir İZMİHLÂL
Bir İSTİKLÂL
Bir İSTİKBÂL
Daha var…
YA RABBİ; ADİL DÜZENE DAYALI YENİ BİR DÜNYA’NIN KURULMASINI BİR ÖNCE NASİP EYLE AMİN.
AZİZ ERBAKAN HOCAMIZIN 1980 YILINDA SÖYLEDİKLERİ;
“Bakın size kesinlikle ifade ediyorum ki:
TÜRKİYE’NİN KURTULUŞU;
Milli Çözüm’e inanan bir Cumhurbaşkanı’nın o makama oturması,
Milli Çözüm’e inanan bir Hükümet’in kurulması
ve yeni bir devrin başlamasıyla mümkündür!”
TRT Basın Toplantısı, Yazarlar soruyor – Nisan 1980 BİR AN ÖNCE GERÇEKLEŞSİN İNŞALLAH.
İşte böylesine bir kaos ve kargaşa sürecinde, tarihi derinlikleri ve talihli birikimleri olan bir İslam ülkesinde, stratejik beyne sahip bir lider, hiç beklenmedik sebepler ve yöntemlerle (inşaallah) işbaşına taşınacaktır.
Ayrı din ve düşünceden, farklı kültür ve kökenden bütün ülkelerin ve halk kesimlerinin temel insan haklarına ve evrensel hukuk kurallarına sahip ve saygın yaşayacağı Adil bir Düzen çağrısına; vicdan ehli ülke yöneticileri memnuniyetle, bazı devletlerin başındaki yetkili ve etkili kimseler ise mecburiyetle katılacaklardır. Çünkü o güne kadar hiç kullanılmamış, ama çok ucuza mâl edilip hazırlanmış teknoloji harikası savunma sistemleriyle Kuduz İsrail etkisiz bırakılacak; Amerika, Avrupa, Çin, Rusya ve Hindistan’daki iz’an ve insaf erbabı yöneticiler de, mevcut sömürücü sermaye köleliğinden kurtulma hatırına bu yeni düzene razı olacaklardır…
Evet, her halde ve kesinlikle Yeni Bir Dünya kurulacak, bunun altyapısını ve evrensel programlarını hazırlayan Erbakan Hocamız rahmet ve minnetle anılacak… Yahudiler ve Haçlı kesimler dâhil, herkes bu düzende doğru olmaya ve uygun-uygar davranmaya mecbur kalacak… Böylece, Allah ve Resulü (SAV) tarafından va’ad edilip müjdelenen bir Saadet ve Bereket Medeniyeti mutlaka ve bekleyin pek yakında kurulacaktır!..
İşte bu kutlu temenni ve beklentilere canu gönülden “Amiin!” diyenler, imtihanı kazanacak, ama “Hadi canım sen de!” diyenlerin dünyada da, ukbada da yüzleri kızaracaktır!..
Makalede geçen :
…
İşte bu konuda, kimsenin hesaba katmadığı bir ihtimal daha vardı!..
Trump’ın başlattığı ticaret savaşlarıyla iyice sarsılan; başta Çin, Avrupa Birliği, hatta dolaylı etkilenen Rusya ve benzeri ülkeler (daha doğrusu özellikle buralardaki sömürücü Yahudi sermayesi) bu cendereden kurtulmak ve küresel hâkimiyetini korumak uğruna, Amerika’yı parçalama pahasına da olsa, Trump’tan kurtulma yollarını arayacak, gerekirse bir dünya savaşı çıkarmaktan sakınmayacaklardır…
Ancak; “Yahudiler: ‘Allah’ın eli sıkıdır’ diyerek (iftira attılar ve haddi aştılar. Bu yüzden) Onların elleri bağlansın! (Ve bağlandı; cimri, bencil ve rezil insanlar yapıldı.) Ve söylediklerinden dolayı Allah’ın lanetine uğrasınlar! Hayır, bilakis; O’nun (Allah’ın) iki eli de açıktır, (kullarına ve mahlûkatına ikramı sınırsızdır,) nasıl dilerse (ve Keremine yakışır şekilde) infak eder. Andolsun Rabbinden Sana indirilen (Kur’an-ı Kerim), onlardan birçoğunun (sadece) taşkınlıklarını ve inkârlarını ziyadeleştirir. Biz de onların arasına kıyamet gününe kadar sürecek düşmanlık ve kin salıverdik. Her ne zaman savaş çıkarmak amacıyla bir fitne ateşini alevlendirmek isterlerse, Allah-u Teâlâ, onların yaktıkları ateşi (sonunda) söndürecektir (ve Yahudiler şeytani amaçlarına erişemeyecektir). Halbuki onların âdetleri her zaman yeryüzünde fesatçılığa sa’yü gayret etmektir. (Oysa) Allah-u Teâlâ, fesat çıkaranları asla sevmemektedir.” (Maide: 64) ayetinin ifade ve müjdesiyle bu şeytani girişim başarısız olacaktır.
…
İşte böylesine bir kaos ve kargaşa sürecinde, tarihi derinlikleri ve talihli birikimleri olan bir İslam ülkesinde, stratejik beyne sahip bir lider, hiç beklenmedik sebepler ve yöntemlerle (inşaallah) işbaşına taşınacaktır.
Ayrı din ve düşünceden, farklı kültür ve kökenden bütün ülkelerin ve halk kesimlerinin temel insan haklarına ve evrensel hukuk kurallarına sahip ve saygın yaşayacağı Adil bir Düzen çağrısına; vicdan ehli ülke yöneticileri memnuniyetle, bazı devletlerin başındaki yetkili ve etkili kimseler ise mecburiyetle katılacaklardır. Çünkü o güne kadar hiç kullanılmamış, ama çok ucuza mâl edilip hazırlanmış teknoloji harikası savunma sistemleriyle Kuduz İsrail etkisiz bırakılacak; Amerika, Avrupa, Çin, Rusya ve Hindistan’daki iz’an ve insaf erbabı yöneticiler de, mevcut sömürücü sermaye köleliğinden kurtulma hatırına bu yeni düzene razı olacaklardır…
9 KASIM 2024 TARİHLİ Milli Çözüm Dergisi – ABD’deki ve Ülkemizdeki Son Gelişmeler Konulu Siyaset Bilimci Düşünür Ahmet Akgül’ ün İstanbul Konferansını izlemenizi dinlemenizi tavsiye ediyorum.
İzlemek İçin:
https://www.youtube.com/watch?v=88-pzT0cvKI
Şu Makaleyi de incelemek için: (1 AĞUSTOS 2024 TARİHLİ)
https://www.millicozum.com/mc/2024/agustos-2024/trump-suikasti-ve-siyonizmin-medya-manipulesi/
“Bakın size kesinlikle ifade ediyorum ki: TÜRKİYE’NİN KURTULUŞU; Milli Çözüm’e inanan bir Cumhurbaşkanı’nın o makama oturması, Milli Çözüm’e inanan bir Hükümet’in kurulması ve yeni bir devrin başlamasıyla mümkündür!”
(PROF. DR. NECMETTİN ERBAKAN)
İşte Aziz Erbakan Hocamızın 1980 de ihtilalden 5 ay önce söylediği bu söz ile ve elbette Milli Çözüm’ün gayretlerinden icraatlarından da görmekteyiz ki günümüzde, MİLLİ ÇÖZÜM; MİLLİ GÖRÜŞ’ÜN VE ERBAKAN’IN TEK TEMSİLCİSİDİR VE ERBAKAN’IN VE MİLLİ GÖRÜŞ’ÜN KENDİSİDİR.!!
ARTIK HİZMET DEVRANI VE ZAFER BAYRAMI MİLLİ ÇÖZÜMLEDİR!..
Siyonistlere – İşbirlikçilerine ve Münafık Kesimlere haykırıyor ve diyoruz ki:
Devran Milli Çözüm’ündür!
Beklenen ve müjdelenen zafer ve şeref MİLLİ ÇÖZÜM’e ait olacaktır!..
Allah razı olsun cümlenizden hocam
Bir uluslararası ilişkiler okur yazarı olarak diyebilirim ki; olayların perde arkasını, muhtemel sonuçlarını ve kutlu çözüm yollarını sunan bütünsel bir makale, istifade ettim… Muazzam…
Bu makale, ABD’nin borç yükü ve ticaret politikaları üzerinden küresel sistemin çöküş sinyallerini ortaya koyarken, perde arkasındaki sermaye düzenine dair çok net ve cesur tespitler içermekte. Zaten bu sermaye düzenini tespit etmeden yapılan her analiz eksik kalır. Bu da Milli Çözüm’e ve Üstad Ahmet Akgül’e has bir özellik…Feraset…
Evet, makalede de belirtildiği üzere, Amerika’nın zayıflamasıyla oluşacak kaos ortamında, İslam coğrafyasına tarihi bir fırsat doğacak (Türkiye öncülüğünde) ve özellikle de Erbakan Hoca’nın çizdiği “Adil Düzen” vizyonu artık sadece bir temenni değil, bir zorunluluk halini alacaktır. Ve inşallah Erbakan’ın sadıkları tarih yazacaktır…
Ve bu çok kutuplu yeni düzeninde; D8, D60 ve D160’ların önemi hem çok net anlaşılacak, hem de Adil DÜZEN için uluslararası bir denge sağlanacaktır. Aziz Erbakan Hocamızın buyurduğu gibi 2. Yalta konferansı yapılacak ve bu yeni düzen ilan edilecektir.
Bence bu makale, hem bugünü okumak hem de yarını tasarlamak için kıymetli bir çerçeve sunuyor.
Dahası ümidimizi arttırıyor, zira ümit imanın canıdır…
Teşekkürler Milli Çözüm…
Erbakan Hoca’nın “Sovyetler ve ABD Karton Gibi Parçalanacak!” Uyarısı!
Erbakan Hocamızın Milli Selamet Partisi’nin 26-27-28 Mayıs 1978 günlerinde, Ankara Yukarı Ayrancı’da yaptıkları bir konuşma sırasında, “Şuurlu ve Milli onurlu Generallerimizle her fırsatta birlikteyiz. ‘Bu ülkeyi Senden başkasına teslim etmeyiz’ diyorlar. Onlara diyorum ki; ‘Siz Bana teslim etseniz bile Yahudi elimde üç gün bırakmaz, geri alır. Ülkeyi öyle bir zamanda teslim alacağız ki, Yahudi artık geri alamasın.’ Yakın bir gelecekte, Mücahit Mü’minler olarak; SSCB ve ABD’yi Allah’ın izniyle karton gibi yırtacağız!..” buyurmuşlardı.
Ve artık hem ABD’de hem Filistin’de hem de Türkiye’mizde tarihi bir devrim ve değişim yaşanacaktı ve oldukça yaklaşmıştı! Ayrıca, Muhammed Muhtar Han mahlasıyla yazdığı “SİYASİ SİYASET” kitapçığının kapağına, Siyonizm güdümündeki Sovyetler’in ve ABD’nin karton gibi parçalandığını gösteren bir resim koymuşlardı.
https://www.millicozum.com/mc/2024/mayis-2024/abd-de-sovyetler-misali-karton-gibi-parcalanacaktir-prof-dr-necmettin-erbakan-2/
İşte böylesine bir kaos ve kargaşa sürecinde, tarihi derinlikleri ve talihli birikimleri olan bir İslam ülkesinde, stratejik beyne sahip bir lider, hiç beklenmedik sebepler ve yöntemlerle (inşaallah) işbaşına taşınacaktır.
Ayrı din ve düşünceden, farklı kültür ve kökenden bütün ülkelerin ve halk kesimlerinin temel insan haklarına ve evrensel hukuk kurallarına sahip ve saygın yaşayacağı Adil bir Düzen çağrısına; vicdan ehli ülke yöneticileri memnuniyetle, bazı devletlerin başındaki yetkili ve etkili kimseler ise mecburiyetle katılacaklardır. Çünkü o güne kadar hiç kullanılmamış, ama çok ucuza mâl edilip hazırlanmış teknoloji harikası savunma sistemleriyle Kuduz İsrail etkisiz bırakılacak; Amerika, Avrupa, Çin, Rusya ve Hindistan’daki iz’an ve insaf erbabı yöneticiler de, mevcut sömürücü sermaye köleliğinden kurtulma hatırına bu yeni düzene razı olacaklardır…
Evet, her halde ve kesinlikle Yeni Bir Dünya kurulacak, bunun altyapısını ve evrensel programlarını hazırlayan Erbakan Hocamız rahmet ve minnetle anılacak… Yahudiler ve Haçlı kesimler dâhil, herkes bu düzende doğru olmaya ve uygun-uygar davranmaya mecbur kalacak… Böylece, Allah ve Resulü (SAV) tarafından va’ad edilip müjdelenen bir Saadet ve Bereket Medeniyeti mutlaka ve bekleyin pek yakında kurulacaktır!..
‘’Bu tarihin en büyük ticaret savaşları sonucu:
• Ya büyük Yahudi şirketler Amerika’ya dönüp yatırım yapacak ve yüz milyarlarca dolarlık kolay ve ucuz kazanç kapılarını kapatmış olacaklardı.
• Veya, çoğu tekellerinde bulunan ekonomik ve sosyal kozlarını ve medya manipülasyonlarını kullanarak, Avrupa ülkelerini ve Çin’i kışkırtarak Trump’ı devre dışı bırakacak, hatta Amerika’nın parçalanmasına yol açacaklardı!’’
Siyonist şeytan şebekesinin başta Abd Halkı olmak üzere İnsanlığı sömürerek elde ettiği serveti Abd2ye taşımak zorunda kalırsa Siyonizm kaybetmiş olacaktı. Ancak bu sermaye dönüşü gerçekleşse bile Abd içindi bulunduğu bataktan çıkarmıydı oda ayrı bir konuydu.
Diğer Türlü Trump’ın devrimesi ve Abd’de çıkacak karışıklık neticesinde (Kartondan devin yırtılması) Abd’nin güçsüzlüğünün anlaşılması halinde Siyonist Planlara göre Dünya’da o boşluğu dolduracak ve Siyonist şeytan düzenine yön verecek başka seçenek görülmemekteydi.
Her iki ihtimalde de Siyonizm kaybetmiş olacaktı. Ve zaten Tüm Dünya Bu şebekenin farkına varmaya başlamış, bu sefer tarihi iyiler yazacak ve insanlıkta destek verip alkış tutacaktı. Böylelikle,
‘’tarihi derinlikleri ve talihli birikimleri olan bir İslam ülkesinde, stratejik beyne sahip bir lider, hiç beklenmedik sebepler ve yöntemlerle (inşaallah) işbaşına taşınacaktır.’’
‘’ Evet, her halde ve kesinlikle Yeni Bir Dünya kurulacak, bunun altyapısını ve evrensel programlarını hazırlayan Erbakan Hocamız rahmet ve minnetle anılacak… Yahudiler ve Haçlı kesimler dâhil, herkes bu düzende doğru olmaya ve uygun-uygar davranmaya mecbur kalacak… Böylece, Allah ve Resulü (SAV) tarafından va’ad edilip müjdelenen bir Saadet ve Bereket Medeniyeti mutlaka ve bekleyin pek yakında kurulacaktır!..’’
“Dünyaya hâkim olan Siyonist ve emperyalist güçler en büyük zulmü çay, kahve içerek oturdukları yerden işleyecek kadar, teknolojiyi geliştirmişler. Şimdi kalkıp “ben hakkımı koruyacağım” diyorsun. İyi de nasıl koruyacaksın? Adamın 40 tane uçak gemisi var. Efendim ben de 40 tane yapayım dersen birkaç ömür buna yetmeyecek. Kaldı ki bak, İran’a atom bombasını yaptırıyor mu? Üstelik sen 40 tane yaparken o 80 tane yapacak. Öyleyse nasıl kurtulacaksın, nasıl bunlara laf anlatacaksın? Bana bak! Cenab-ı Allah Rahman ve Rahim’dir. Sen teknoloji nedir biliyor musun? Şimdi o geminin içerisinde, sen öyle bir manyetik alan yaparsın ki, kumandanın sesini o subay duyamaz. Onun atmış olduğu füzeyi oluşturacağın elektromanyetik dalgalarla havada yakalarsın, geri çevirip, onu atan geminin üzerinde parçalarsın! Evet, teknoloji Allah’ın bir rahmetidir ve üstün bir teknoloji olmadan Batılı barbarlarla başa çıkmak imkânsızdır. Geri kalmış ülkelerin, kendini ilerlemiş zanneden ülkelerin önüne geçmesi bakımından teknoloji bir fırsattır. Bunu başardığın zaman senin artık uçak gemisi yapmana gerek yok, çünkü onun uçak gemisi senin sayılır. İstediği kadar füze atsın, nasılsa kendi başında patlayacak!
“Hocam yahu sen nelerden bahsediyorsun?” diyenlere söylüyorum; Bana bak! Sen Benim aynı zamanda bir teknik profesörü olduğumu bilmiyor musun? Onun yüz tane uçan kalesi varmış, ne yazar! Havadaki sürtünmesi o kadar düşük olan madenler var ki, fazla açıklama yapmayı uygun görmüyorum, o madenlerden yapılan özel teknoloji içerikli düzenekleri, sen buradan fırlattığın zaman, onun uçan kalesinin bin misli hızla gidiyor. Havada dağılıyor ve tellerden ibaret olmak üzere onun uçan kalesini yakalıyor ve aşağıya düşürüyor. ABD ve İsrail’in elindeki bir uçan kale 100 milyon dolara mal oluyor. Benim söylediğim bu silahın kendisi ise sadece 500 bin dolara hazırlanıyor. İşte böylece onun 100 milyon dolarlık malını sen 500 bin dolarla düşürebilirsin.
Neyle düşüreceksin? İmanla, imanla, imanla! (Ve hazırladığımız ve size anlattığımız teknoloji harikalarıyla.)
Böylesine bir teknolojik gelişmeyi başardığın zaman ve şu müeyyide kuruluşlarını kurduğun zaman, “Gel bakalım buraya!” dediğin zaman, ister istemez ayağı titreyerek gelecek ırkçı emperyalizm, Siyonizm hizaya gelecek ve diz çökecek!.. Otur şuraya bakalım; bana bak, sen şimdiye kadar bizim kanımızı, canımızı emdin. İnsanlığa kan kusturdun. Ama biz Hz. Ömer’lerin, biz Selahaddin Eyyübi’lerin ahfadıyız. Biz Sultan Fatih’lerin ahfadıyız. Biz sizi imha için gelmedik. Biz rahmet Peygamberinin ümmetiyiz. Biz size de sizin hakkınızı vermek için geldik. Yeryüzünde ecdadımız gibi adil bir düzen kurmak için geldik. Hakkı korumak için geldik. Biz Hakkı üstün tutarız, amma kuvvetin de kıymetini biliriz. Hakkın emrindeki kuvvet en şerefli kuvvettir. İşte biz o kuvvete sahip olacağız ve böylece kuvvetli bir Türkiye kuracağız ve yeni bir dünya kuracağız!”
PROF.DR. NECMETTİN ERBAKAN
Erbakan hocamızın buyurduğu bu günleri ve gelişmeleri şimdi kısmen yaşamaktayız ve inşaallah tarihi derinlikleri ve birikimleri olan bir islam ülkesinde, stratejik beyne sahip ,hiç beklenmedik sebeplerle ve yöntemlerle işbasina taşınacak bir LİDER le şeytanları bile şaşırtan büyük dönüşümlere hazırlanmaktayız!
ELHAMDÜLİLLAH
Küresel denklemi, Türkiye merkezli bir zihniyetin kuracağı bir döneme giriyoruz.!
Türkiye’nin, güç denklemi unsurlarından coğrafya,tarih, nüfus, kültür, savunma’nın yanında, stratejik planlamanın ve siyasi irade kapsamının mihmandarı bir REHBER,Allahın izniyle mutlaka küresel bir etki ve yetki ile donatılacaktır.! Amerika Birleşik Devletlerinin geldiği ya da getirildiği son süreçten de anlaşıyor ki, hem Amerikan stratejisinin temel parametreleri, hem Ortadoğuyla bağlantılı Avrupa ve Çin stratejisinin dayandığı faktörler.. Hem de küresel bölgesel ve kıtasal boyutlarıyla, insanlığı ablukası altına bir zincirin, dağılma evresine gelmiş bulunmaktayız..
Millî Çözüm zihniyetinin çok yakın bir gelecekte, insanlığa deklare edeceği;
Kuşatıcı Politikalarla, Kapsayıcı ve yaygın ekonomik proğramlarla, Stratejik zihni dönüşümlerle, tüm küresel aktörleri ve faktörleri, Adil Düzen çerçevesinde disiplinize edecek bir Siyasi iradenin teşekkülü sağlanacaktır
Böylece;Hukuki, Siyasi, Ekonomik, Ahlaki ve sosyal düzlemde, asırlardır yerleşik hale gelmiş Siyonist bunalımın, bertaraf edilmesi sağlanmış olacaktır.
Allahın izni ve iradesi ile, Türkiye nin her türlü savunma ve siyasi refleksini göz önünde bulundurarak AB kıskacından, Amerikan baskısından, Çin soygunundan, ve Siyonizm tasallutundan kurtulma cesareti ile tüm meşru devletler ile birbirimize tarihi, ekonomik, coğrafi, siyasi bağımlılıklarımızı, müspet çıkarlara dayalı bir anlayış çerçevesinde yeniden inşa edeceğimiz günler yaklaşmaktadır..
HER KİR SABUNLA TEMİZLENMEZ
Hakka tabi ol, kurtul kardeş
İhanete meyledip, olma kalleş
Sonra olur sonun, kor ateş
Öyle cennet yok, kimseye beleş..
Hayat iman ve cihat, şuurla koştur
Her cefanın sonunda, sefa hoştur
Gereksiz söz, teneke misali boştur
Anlamayana, davul zurna çoktur..
Her kir, sabunla temizlenmez
Ahiret düşünen, dünyaya meyletmez
Kimseye garanti yok, akıbet bilinmez
Hain düşünenle, yol gidilmez..
Arkası karanlık partiler, yiyip bitirdiler
Güzelim ülkemi, adım adım sömürdüler
Dinsiz nesil yetiştirip, beyinleri çürüttüler
Vatan millet deyip, tüm değerleri gömdüler..
Milli Çözüme saldıran ahmaklar
Sütü bozuklara kucak açarlar
Karanlığa kuru sıkı sıkanlar
Kendilerini kahraman sanırlar
Söylenecek çok söz var, bu kadar yeter
İnsanı çökertirmiş; dert, tasa ve keder
İmtihandayız, yaşananlar elbet kader
Musallaya baş koyana kadar, devam eder..
Çin; kendisini şu anda süper güç sınıfında değerlendirmiyor. Makalede de yazıldığı üzre şimdilik sakin yol alarak tarihinden gelen güçlü Çin idealini gündeme getirmek istemiyor. Şu an bakıldığında da ticari olarak büyük bir deve dönüşmüş durumda. Çin, ABD’de Biden döneminde Temsilciler Meclisi Başkanı Pelosi’nin Tayvan’ı ziyaretinin savaş sebebi olacağını söylemesine rağmen, ziyaret gerçekleşti fakat hiç bir şey yapamadı. Ama bu durumun Çin’in öfkesini artırdığı da bir gerçek. Ticaret savaşlarının yanında bu tür gelişen durumlar da belki bir üçüncü dünya savaşının sebepleri arasında yer alabilir. Ayrıca Çin bazen şu anki dünya düzenine karşı çıkıyor gibi gözükse de kendisinin menfaatlerine ters gelen unsurları azaltmak için sadece revize edilecek bir yapılanmayı daha çok dillendiriyor. Bu da gösteriyor ki; her ne kadar Çin; Afrika’ya gidip “siz de kazanın biz de kazanalım, biz sömürgeci değiliz” gibi söylemlerde bulunsa da BM gibi kuruluşları ne kadar revize edersen et bu kuruluşlar Siyonizm’in emrinde kuruluşladır ve insanlığı sömürmek için vardır. Bir de Çin’i büyüyen ve geleceğin süper gücü olarak sınıflandıranlar, insanlığa “başka bir alternatifiniz yok, bugüne kadar ABD’ye katlandınız, bundan sonra da Çin’e katlanacaksınız, yani biz “at değiştireceğiz” diyorlar.
Halbuki; Aziz Erbakan Hocamızın kurduğu D8’ler, devamı olan D60’lar ve D160’lar tüm insanlığın barış ve huzur içerisinde yaşayacağı tek alternatif ve çözüm yoludur. Böyle olmasaydı, Siyonistler derde düşerler miydi, 28 Şubat olur muydu?
Ama ABD’nin kendi kabuğuna çekilmesiyle oluşacak boşluğu kendilerince Çin’le veya kendi kafalarındaki alternatiflerle dolduracaklarını zannedenler aldanıyorlar. Makalede de yazıldığı gibi; ” tarihi derinlikleri ve talihli birikimleri olan bir İslam ülkesinde, stratejik beyne sahip bir lider, hiç beklenmedik sebepler ve yöntemlerle (inşaallah) işbaşına taşınacaktır.” Bu liderin Adil Düzen çağrısına bütün mazlumlar ve vicdan ehli uyacak ve tarih bu sefer Haklıların güçlü olduğu döneme geçecektir İnşaallah.
İşte böylesine bir kaos ve kargaşa sürecinde, tarihi derinlikleri ve talihli birikimleri olan bir İslam ülkesinde, stratejik beyne sahip bir lider, hiç beklenmedik sebepler ve yöntemlerle (inşaallah) işbaşına taşınacaktır.
Evet, her halde ve kesinlikle Yeni Bir Dünya kurulacak, bunun altyapısını ve evrensel programlarını hazırlayan Erbakan Hocamız rahmet ve minnetle anılacak… Yahudiler ve Haçlı kesimler dâhil, herkes bu düzende doğru olmaya ve uygun-uygar davranmaya mecbur kalacak… Böylece, Allah ve Resulü (SAV) tarafından va’ad edilip müjdelenen bir Saadet ve Bereket Medeniyeti mutlaka ve bekleyin pek yakında kurulacaktır!..
Erbakan Hocamız’ın, Tek Bir Lider Yetiştirmesi Gerekiyordu! Yetiştirdi de Elhamdülillah!…
Stratejik beyne sahip lider;
Tek başına da olsa, Allah’ın izniyle galip gelecektir!
Tarihi devrim ve değişimin bütün sevap ve ecri ise Adil Düzen’in altyapısını hazırlayan, üstün teknolojik silahları ilgili birimlere bırakan, Hamas’ın kuruluşunda öncülük yapan ve Yeni Bir Dünya’yı kuracak lideri yetiştiren Erbakan Hocamıza ait olacaktır!
Allah nurunu tamamlayacaktır!
Unutmamak lazımdır;
Hz. Ebubekir’de, Ebu Cehil’de aynı Peygamber Peygamber Efendimize (sav) bakıyordu.
Ancak bakmak ile akletmek, görmek, iman etmek, tevekkül etmek çok farklıydı!
İsrâ 81
وَقُلْ جَٓاءَ الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُۜ اِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا
De ki: “(Artık) Hakk geldi, bâtıl zail oldu. Hiç şüphesiz bâtıl sürekli yok olucudur. (Çünkü Hakk gelince bâtıl batacak, Güneş doğunca karanlık kaybolacaktır.)”
https://www.mealikerim.com/17/isra/81
“…Her ne zaman savaş çıkarmak amacıyla bir fitne ateşini alevlendirmek isterlerse, Allah-u Teâlâ, onların yaktıkları ateşi (sonunda) söndürecektir (ve Yahudiler şeytani amaçlarına erişemeyecektir). Halbuki onların âdetleri her zaman yeryüzünde fesatçılığa sa’yü gayret etmektir. (Oysa) Allah-u Teâlâ, fesat çıkaranları asla sevmemektedir.”
(Maide: 64) ayetinin ifade ve müjdesiyle bu şeytani girişim başarısız olacaktır.
Kaotik bir dönemden geçerken dünya, köklü bir geçmişe sahip bir İslam ülkesinde, stratejik beyne sahip bir lider (inşaallah) beklenmedik biçimde göreve gelecek ve yeryüzüne Yeni Bir Dünyayı kuracaktır.
Nasıl olacaktı?
Tek bir kişi çıkıp ve cesurca şunları söylememiş miydi: “FETÖ, ABD’nin maşasıdır. TSK, milletimizin sigortasıdır. Kurtuluş, kahraman Erbakan’ın Adil Düzen projelerindedir. Alevi, Sünni; sağcı, solcu; Kürt, Türk kardeştir. Bizi birbirimize düşüren, Siyonizm’dir. Hamas ise ülkesinin Kuvayı Milliyesi’dir…(bile bildiklerimizin bir kısmı bunlardı)” Bu sözleri/davası nedeniyle her türlü saldırıya uğradı. Ama gün geldi, bu fikirler Türkiye’de hâkim oldu!
Her biri devrim niteliğinde olan bu adımlar birer birer nasıl gerçekleştiyse; Evet, stratejik bir beyne sahip liderin öncülüğünde, (müjdelenen) yeryüzünde Adil Bir Düzen’in kurulması da an meselesidir. Allah’ın izni ve inayetiyle bu süreç, yağdan kıl çeker gibi kolaylıkla ilerleyecek ve şeytan ve uşakları “stratejik beyne sahip lider” karşısında eli kolu bağlı oturmaktan başka hiçbir şey yapamayacaktır.
Dünya bunların elinde oyuncak olmuş. Uyuyun Müslümanlar
Makaleyi okurken Mevlana’nın “Biz pergel gibiyiz. Bir ayağımız din üzerinde sağlamca durur, öteki ayağımız yetmiş iki milleti dolaşır.” sözü aklıma geldi. Üstadımızda bizlerin bir ayağını Milli Çözüm düşünce ve öğretilerinde ayağını sabit tutarak dünyayı gezdirmiştir.