ADİL OLMAYANLARIN, ÇARPITILMIŞ TARİH YORUMLARI!
Atatürk’ü doğru tanımak için, iz’an ve insaf terazisinde tartmak; yaşadığı şartların imkân ve ihtiyaçlarını hesaba katarak bunların nispetinde yorumlamak lazımdır. İman, akıl, ahlâk ve vicdan aynı hakikatin farklı yansımalarıdır. Genellikle zekâ ile akıl aynı sanılsa da gerçekte ayrı ve farklı kavramlardır ve akıl daha üstün bir olgu konumundadır. Zekânın öğrenip ezberleme ve nakletme yeteneği, aklın ise denetleme ve değerlendirme özelliği öne çıkmaktadır. Bu nedenle zekâ belli ölçülerde herkeste vardır; akıl ise inanç ve ideal sahibi olgun kimselerde bulunmaktadır.
Çünkü akıl; doğruyu ve yanlışı anlama, iyiyi kötüden ayırma, haklı ve hayırlı olanla bâtıl ve zararlı olanı fark edip ona göre tavır alma ve taraf olma özelliği taşımaktadır. Zihin; sadece olanı, bir konuda yazılan ve konuşulanları söyler, diğeri çıkarımlarla olabilecekleri de öngören bir yaklaşımdır.
Zekâ; hızlı hesaplar ve hazır çözümler üretmeyi kolaylaştırır. Akıl ise o çözümlerin hangisinin doğru, ahlâki ve hikmetli olduğunu araştırıp karar alır. Yani zekâ; hızlı düşünme, öğrenme, analiz etme ve problemleri çözme kapasitesi sayılır. Akıl ise; zekânın ürettiğini yönlendiren, süzen ve sonuçlarını değerlendiren kılavuz konumundadır. Sadece bilgiyle değil, vicdanla, deneyimle, sorumluluk duygusuyla birlikte çalışır.
İşte Atatürk gibi, şanlı Kurtuluş Savaşı’mızı başlatmış ve Türkiye Cumhuriyetimizi kurgulamış şahsiyetlerin, öyle sadece hissiyat ve heyecanlarla değil, tarihi hakikatler ve tabii etiketlerle yorumlanması lazımdır.
Birçok TV’de canlı yayınlanan 25 Nisan 2025 tarihli Anayasa Mahkemesi Başkanının konuşma sırasında ve Sn. Erdoğan’ın karşısında hatırlattıkları:
“Sayın Cumhurbaşkanım,
Adalet; bir şeyi yerli yerince yapmak, her şeyi en uygun şekilde yerine koymak, herkese hakkı olanı vermektir. (Adalet) İnsan ruhunun manevi direği, toplumsal düzenin temel taşıdır. Adalet; insanlık tarihi boyunca hem İlahi kaynaklarda, hem de beşeri sistemlerde kutsal bir hedef olarak yer almıştır. Toplumun huzuru, iç barışı, refahı ve güvenliği için adalet vazgeçilmez bir unsur konumundadır.
Adaletli toplumlarda huzur ön plana çıkar ve insanların birbirlerine olan güveni artar. Dolayısıyla toplumun düzeni ile bireylerin haklarının korunmasında en önemli etken adalet kavramıdır.
Kutadgu Bilig isimli eserinde Yusuf Has Hacib; “ülkeyi korumak için güçlü bir ordu, güçlü bir ordu için zengin bir halk, zengin bir halk için ise adalet gerektiğini” vurgulamıştır. Buna göre her türlü gelişme, büyüme ve güç sahibi olabilme ancak adalet vasıtasıyla mümkün olacaktır. Zira adalet, hayatın üzerinde yürüdüğü temeldir. Devletin ve toplumun varlığını devam ettirmesinin ve gelişmesinin temel şartıdır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Büyük Önder Atatürk’e göre de “Bağımsızlık, gelecek ve özgürlük; her şey ancak adaletle var olabilir.” Onun adalet anlayışı, hukuk sistemimizin ve toplumumuzun adalet arayışının da esasını oluşturmuştur.
Sayın Cumhurbaşkanım,
Önceki konuşmalarımda değinmiş olmakla birlikte, önemine binaen bazı hususlara bir kez daha dikkat çekmek istiyorum.
Dünyanın her yerinde ve her toplumda, o topluma ilişkin anayasal kimliği, ya da ortak toplumsal kimliği oluşturan ilke ve değerlerin en önemli güvencesi, bağımsız ve tarafsız bir yargının varlığıdır. Bağımsız ve tarafsız bir yargının varlığı da ancak, bu faaliyeti yürütecek olan bağımsız ve tarafsız hâkimlerin varlığıyla (vicdanları dışında her türlü baskı ve kaygıdan uzak olmalarıyla) mümkündür.
Hakkın ayakta tutulması ve adaletin sağlanması bakımından en önemli sorumluluk, yargısal faaliyetlerin baş aktörleri olan hâkim ve savcılara aittir. Dolayısıyla tüm hâkim ve savcılar, iç dünyalarındaki öznel duygu ve düşünceleri de dahil olmak üzere, herhangi bir dışsal etki altında kalmadan, çekinmeden, endişe duymadan, tarafsız bir tutumla pozitif hukuk düzeninin öngördüğü çerçeve içinde özgürce karar verebilmelidirler!..
Aklı ve bilimi daima başat bir konumda tutmalıdırlar. Pozitif hukuka göre (yargıç ve savcıların) çok yakınlarının işlerine bakamadıklarını biliyorum; ancak genel prensibi vurgulamak bakımından ifade etmek istiyorum ki; (Hüküm verenler) ana babaları, kardeşleri, diğer yakın akrabaları veya arkadaşları aleyhine (de olsa), ya da sevmedikleri, (hatta) düşman olarak gördükleri kişiler lehine de olsa her daim adaleti ayakta tutmalıdırlar.
(Hâkimler ve hükümetler) Hiçbir zaman hakkı, kendi keyfi arzularına uydurmaya kalkışmamalıdırlar. Herkesi daima hakka çağırmalı ve hakla hükmetmelidirler.
Hak’tan uzak yaşayanın, haksızlıktan yakayı kurtaramayacağını unutmamalıdırlar. Dolayısıyla bir topluluğa olan kinleri ve hırsları onları adaletsizliğe sevk etmemelidir. Her daim, her yerde adaletin timsali olmalıdırlar. Hiçbir neden (ve hiçbir etken), hâkim ve savcıları hakkı ayakta tutmaktan alıkoymamalı; adaletsiz davranmaya yöneltmemelidir.
Kanaatimizce, adaletle hükmedilmeyen yerlerde kargaşa çıkar, düzen ortadan kalkar ve herkes kendini haklı görmeye başlar. (Yani adalet terazisi şaşar.) Bu yüzden kargaşa çıkmaması için, adalet terazisi daima hak ve haklıyı gözeterek kullanılmalı ve daima adaletle hükmedilmelidir.
Bununla birlikte, haksız olduğu halde haklıymış gibi kavga çıkaranlara, hukuku kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya kalkışanlara, hakkı olanı değil kendinden yana olanı adalet sananlara da hiçbir zaman, hiçbir koşulda prim verilmemelidir. Daima hakka uyulmalı, hak ayakta tutulmalıdır.
“Yapılan iyilik veya kötülüğün hardal tanesi ağırlığında bile olsa, bir kayanın içinde saklı da olsa, yahut göklerin veya yerin herhangi bir noktasında (gizli) bile bulunsa; bir gün mutlaka karşımıza çıkacağı ve bizden bunun hesabının sorulacağı unutulmamalıdır!..”
Bu bağlamda kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’in; “kimseyi en küçük bir haksızlığa uğratmayacak, hardal tanesi ağırlığında iyi ya da kötü, basit bir şey bile olsa yapılanları dosdoğru tartacak olan hassas terazilerin bir gün mutlaka kurulacağını, bugün her şeyi ve herkesi sorguya çekerek adalet dağıtmaya çalışan ve geçici olan bizlere de sıranın geleceğini, bizlerin de bir gün mutlaka sorguya çekileceğimizi söylediğini” ve aynı veya benzer kuralların diğer kutsal kitaplarda da yer aldığını belirtmem gerektiğini düşünüyorum.
“Dolayısıyla bir gün mutlaka mizan kurulacak, bütün defterler dürülüp (ortaya konulacak ve her şeyin) hesabı bizlerden (mutlaka) sorulacaktır. Hal böyle olunca, o günler gelmeden bugünün kıymetini bilelim; uygulamada adalet ve hukuk devleti ilkesine ilişkin kazanımlarımızı titizlikle muhafaza etmeye çalışalım.” sözleri bize göre tarihi ve talihli hatırlatmalardır.
Dilipak’ın “Tarihi Gerçekleri Öğretin, Şov Yapmayın!” Çıkışı ve Tarihin Doğal Akışı
Dilipak; 23 Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı’na dair Z Kuşağı ve Lanzarote çocuklarına seslenmiş, seremonilerle çocukları makam koltuklarına oturtmak yerine, tarihi gerçeklerin öğretilmesi gerektiğini vurgulamıştı. Kars İslam Cumhuriyeti’nin unutulduğunu, Bandırma Vapuru’nun seyir defterinin kayıp olduğunu belirterek resmi tarihin noksanlık ve yanlışlıklarını gündeme taşımıştı. Yazar; Erzurum ve Sivas Kongrelerinin detaylarını paylaşarak, “Tarih bilinci olmadan geleceğin inşa edilemeyeceğini” hatırlatmış, Hacı Bayram’da hatim geleneği ve TBMM’de Kelime-i Tevhid bayrağı gibi sembollerin ihmal edildiğini hatırlatmış, TRT’yi 1. Meclis’in belgeselini yapmaya çağırmıştı.
İşte o yazı:
“Ben yine aynı şeyleri yazacağım. Bugünü mesela dindarlar (23 Nisan’ı) Hacı Bayram’daki o ilk günkü programlarla, birtakım Seymenler de neden, folklorik anlamda bir şenlik olsun diye Zeybek oynayarak kutlamaz ki? Neden çocuklarımıza, 1 Mayıs 1919’dan başlayıp Ekim 1920 sonuna kadar olan günlerin kronolojisini yayınlamayız. Bunun belgeselini yapmayız. (Sahi Ankara’da Zeybek oynayan kaldı mı, profesyonel gruplar hariç. Zeybek halkın oynadığı değil, seyirlik profesyonel bir folklor gösterisi haline geldi. Piyasaya “Angara havası” hâkim, düğünlerde, piknikte..!?)
Mesela neden Hacı Bayram’da hatimler yapılıp, Milletvekilleri topluca TBMM’ye gelmezler?
Mesela bugünkü TBMM’nin kapısına, o gün olduğu gibi o günkü, Gazi Meclis’in kapısında asılı olan Kelime-i Tevhid bayrağı ve Ay Yıldızlı Bayrak niye asılmaz? Ve en genç Milletvekili, o zamanki Meclis’te kürsünün arkasında asılı duran “Ve emruhum şûra beynehüm” “Onlar (samimi Müslümanlar, Devlet, Millet ve Hükümet) işlerinde meşveret ederler (ülkeyi danışma ve dayanışma sonucu alınan ortak kararla yönetirler.” (Şûrâ Suresi: 38) yazılı ayeti elinde tutmaz.
Bugün Batılı ülkelerinin çoğunun bayrağında Haç var. Ve Meclislerinin açılışında kilise meclisi takdis eder. Ve bugün hâlâ birçok ülkede komisyon toplantılarının hemen öncesinde, milli kiliseden bir papaz gelir, İncil’den ayetler okuyarak dua eder. Eğer gerçekten çocuklara değer veriyorsanız, onları seremoniel olarak makam koltuklarına oturtarak şov yapmaktan vazgeçin ve o çocuklara tarihlerine ilişkin gerçekleri öğretin.
TRT neden 1. Meclis’in açılışının belgeselini yapmazdı?
Sahi, niye kimse Kars İslam Cumhuriyetinden söz etmez. Anadolu topraklarında kurulan ilk Cumhuriyetten söz etmiyor. Yahu, Karslılara sorsan o günü hatırlamaz hale geldiler. Malakanları bir kısım Karslı dışında kimse de bilmez. Onların hikâyesini anlatan da yok, basında, edebiyatımızda, sinemada… (18 Ocak 1919 tarihinde Dr. Esat Oktay Bey tarafından Kars’ta 131 temsilcinin katılımını ve ortak kararı ile kurulan Kars Milli İslam Şûrası’nın isminde, “Güney Batı Kafkasya Milli Geçici Hükümeti” şeklinde değişiklik yapılmıştır. Daha önce 29 Ekim 1918’de kurulan Ahıska Geçici Hükümeti, 3 Kasım 1918’de kurulan Iğdır merkezli Aras Türk Hükümeti ve 5 Kasım 1918’de Piroğlu Fahrettin Beylerce kurulan Kars İslam Şûrası Hükümetleri 18 Ocak 1919’da tek çatı altında toplanmış ve Kars ve civarının Ruslar ve Ermenistan tarafından işgaline ve ilhakına bir çare olarak tasarlanmıştır. Bölgede bulunan İngilizler önce bu oluşumun önünü açmışlar, ama daha sonra 19 Nisan 1919’da Kars’ı işgal edip bu Milli Türk Hükümetini dağıtmışlardır. Ancak 1920 sonbaharında Kars, Kâzım Karabekir tarafından geri alınmıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün Kars İslam Hükümetinin kuruluş safhasından, demokratik ve Milli Katılım Şûrasından, İlmi ve İslami esaslarından ilham aldığı ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarken bunlardan yararlandığı anlaşılmaktadır. N.G.)
Bu “Muvavvakte İslam Devleti”nin Politik olarak “Sosyal Demokrat” bir çizgisi vardı. Katılımcı, çoğulcu, şeffaf, insan haklarına saygılı, konfederatif, anayasası olan, Başkanlıkla yönetilen, 18 yaşındaki kadın ve erkeklerin oy kullanarak seçtikleri bir Meclisleri, Bakanları, parası, pulu, ordusu olan bir devletten söz ediyorum. Neden kimse bunlardan söz etmez, belgeseli yapılmaz?
Mustafa Kemal Samsun’a çıkmadan 1 ay önce bu devlet, İngilizler tarafından yıkıldı. Bakanlar Kurulu Üyeleri önce Batum’a, oradan Malta’ya sürüldü…
Mustafa Kemal Samsun’a geldiğinde, bu devleti yıkan İngiliz işgal kuvvetlerinin komutanları da Samsun’daydılar. (Kars İslam Cumhuriyeti’nin önce, Ruslara karşı dirensin diye kuruluşunu kolaylaştıran, sonra yıkıp Kars’ı işgal altına alan malûm ve mel’un İngiliz Komutanlar, Mustafa Kemal’i takip altına almışlardı. Sultan Vahdettin’le özel irtibatlı olarak, bir Anadolu kalkışmasını hazırlamalarından kuşku duyuyorlardı. Bu nedenle Mustafa Kemal ile Vahdettin’in irtibatı gizli tutulmakta ve İngilizler atlatılıp oyalanmaya çalışılmaktaydı. Mustafa Kemal’in kuracağı Türkiye Cumhuriyeti’nde, İngilizlerin bölgedeki bazı çıkarlarına uygun davranacağı yönünde, onları avutmaya, zaman ve imkân kazanmaya ve şanlı Kurtuluş Savaşı’nı daha az zaiyatla başarmaya yönelik taktikler uygulamış ve başarılı olmuşlardı. N.G.)
19 Mayıs’ı bayram yapmak aklınıza geliyor da, sahi Bandırma Vapurunu kim niçin yok etti? Bunu (niye) sormuyorsunuz? Bire zalimler, bari geminin seyir defterini verin. Kim, niçin çaldı o defteri, niye gizliyor? Sıkıntınızı biliyorum ama delilleri karartıyorsunuz tabi. (Çok aradım ama, bu konuda bana ne Deniz Kuvvetleri, ne Denizcilik Müzesi, ne Sayıştay, ne Seyri Sefain Dairesi, ne partiler, ne Denizcilik Odası kimse yardımcı olmadı! NOT: İsmail Kahraman Refah-Yol Kültür Bakanı iken, bu projeyi ona götürdüm. Hemen onay verdi. Ancak ardından 28 Şubat oldu ve Mesut Yılmaz koalisyonundaki yeni gelen DSP’li Kültür Bakanı İstemihan Talay’ın ilk işi, bu sözleşmeyi iptal etmek oldu.)
Koskoca bir Cumhuriyeti yok sayıyorsunuz da, Mustafa Kemal’in, Erzurum ve Sivas’ta bir okulun bir sınıfında topladığı yerel halktan insanlarla toplantılar yaptığı olayı “Sivas ve Erzurum Kongresi” diye anlata anlata bitiremiyorsunuz!.. (En çaresiz ve ümitsiz bir süreçte Atatürk’ün hem de pek az katılımcıyla yaptığı ve Şanlı Kurtuluş Savaşı’mızın temellerini attığı SİVAS ve ERZURUM KONGRELERİNİ basite alan yazarın bu yamuk yaklaşımı fasit bir kafa yapısını yansıtmaktaydı. Çünkü Sivas ve Erzurum Kongreleri hem KARS’ın hem de bütün Anadolu ve Trakya topraklarının kurtuluşuna vesile olacaktı. N.G.)
Erzurum Kongresi 23 Temmuz-7 Ağustos 1919 tarihleri arasında oldu (ve 15 gün sürdü). Davet edilen kişi sayısı: 62 kişi, katılan 56 kişi
Sivas Kongresi; “Sivas Lisesi” binasında, 4-11 Eylül 1919 tarihleri arasında oldu (ve 8 gün sürdü). Davet edilen kişi sayısı: 60 kişi, katılan ise 38 kişiydi.
Bu kişiler “Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri” ile yerel halkın itibar ettiği şehrin ileri gelenleri, eşrafı ve hoca ve münevverlerinden oluşuyordu. Zaten 1. Meclisin kapısındaki fotoğrafta Kelime-i Tevhid sancağı ve ay yıldızlı bayrağın önünde bu “sakallılar, sarıklılar ve kalpaklılar” vardı ve bir tek “Şapkalı” yoktu! (Bu şekilcilik ve kof taklitçilik takıntısı bu İslamcı istismarcıların bir türlü kurtulamadıkları ucuz kahramanlıkları ve uyuz saplantılarıydı. N.G.)
Toplantının gayesi “Doğu Anadolu’nun müdafaası, milli birliğin sağlanması, işgallere karşı ortak tavır belirlenmesi” değil mi idi? Bu toplantıların yapıldığı şehirler, Kars İslam Cumhuriyeti’nin sınırları içindeydi. Bu hükümetle irtibatlı kişiler, hükümetin yıkılmasından sonra gizlenmişlerdi. Bu iki toplantıda da Kars İslam Cumhuriyeti’nden hiç söz edilmemesi ilginç değil mi?
Alınan kararlar şunlardı: Misak-ı Milli sınırları içinde ülke bir bütündür, bölünemezdi… Her türlü işgale ve müdahaleye karşı direnilecekti. Hilafeti ve Osmanlı Hükûmetini kurtarmak gayesi güdülecek, hükümet acze düşerse geçici (muvakkat) bir hükümet teşkil edilecekti… Manda ve himaye asla kabul edilmeyecekti. Müdafaa-i Hukuk ve Kuvay-ı Milliye (Milli Direniş Güçleri) gözetilecek, düzenli ordu kurulana kadar bunlar görevlerini yürütecekti… Azınlıklar konusunda dışarıdan dayatılan şartlar kesinlikle kabul edilmeyecekti. Meclis-i Mebusan derhal toplanacaktı ve icra denetlenecekti…
Erzurum’daki toplantıya katılanlar; Mustafa Kemal (Yaş 38, Asker / Kurmay Albay). Rauf (Orbay) Bey (39, Asker / Denizci / Politikacı), Kâzım Karabekir (37, Asker / 15. Kolordu Komutanı), Raif Hoca Müderris, Cevat Dursunoğlu (38, Avukat), Bekir Sami Kunduh (50, Eski Mutasarrıf), Trabzonlu Hoca Raif Efendi (56, Dini Âlim). Katılanlardan sadece 7 kişinin adı yaygın biliniyordu. Delegelerin çoğu asker, din adamı, öğretmen, Tüccar ve eşraftandı.
Sivas’taki toplantıya katılanlarla profilleri aynıydı; Erzurum Mutabakatına ek olarak bütün Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri birleştirilerek Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurulacaktı, Temsil Heyeti tüm ülkeyi temsil eden Milli bir yapılanmaydı. İrade-i Milliye Gazetesi’nin yayınlanması kararlaştırılmıştı. Toplantıya Mustafa Kemal ve Rauf Orbay Erzurum’dan birlikte gelip katılmışlardı. Aslında Rauf Orbay bu toplantılarda İstanbul Hükümeti’ni temsil ediyordu. Yani bu toplantılar, Mustafa Kemal’in bağımsız iradesi ile yapılan toplantılar değildi, (Sultan Vahdettin’le irtibatlıydı.) Toplantıda adı bilinen diğer katılımcılar ise şunlardı: Bekir Sami Kunduh (50) Eski Mutasarrıf (Aslen Kafkasyalıdır ama İstanbul’da uzun süre görev yapmış bir diplomattır, Erzurum’dan geldi), Halide Edip Adıvar (35) (dolaylı katılım), Yazar; Hakkı Behiç Bey, Gazeteci; Mazhar Müfit (Kansu) (39), Vali Yardımcısı; Servet Bey (Hukukçu, Sivas Kongresi’ne katılanlardan). Adı bilinen toplam katılımcı sayısı 3+4=7 kişi kadardı.
Heyet-i Temsiliye olarak Ankara’ya gelen heyet 15 kişiden oluşuyordu. Bunlar da doğrudan Heyet-i Temsiliye üyeleri değil, Mustafa Kemal’in çevresindeki kurmay kadrosu, koruma birliği ve sekreterlik gibi görevlerde bulunanlarla birlikte toplam sayıdır. Asıl Heyet-i Temsiliye üyeleri 8–9 kişi civarındaydı. Ama Ankara’ya girişte bu sayı 30-40’ı bulacaktı. Ankara’da törenle karşılanan Heyet-i Temsiliye üyeleri arasında öne çıkan isimler şunlardı:
Mustafa Kemal, Rauf Orbay (Toplantılara İstanbul Hükümetini temsilen katılmaktaydı. Bahriye eski nazırı); Mazhar Müfit Kansu (Vak’anüvis/Toplantıların kâtibi); Bekir Sami Kunduh (Eski Vali, diplomat); Hakkı Behiç (Bayiç) (Sivas Kongresi delegesi); Dr. Refik Saydam (Sağlık alanında uzman, ileride Başbakan olacaktır); Ruşen Eşref Ünaydın (Gazeteci); Cevat Abbas Gürer (Mustafa Kemal’in yaveri); Şükrü Kaya (Daha sonra İçişleri Bakanı oldu); Raif Dinç (Heyette sekreter yardımcısı), Salih Bozok (Mustafa Kemal’in koruması). Bu 11 kişi de aslında İstanbullu ve Ankaralı idi. Ve önemli bir kısmı da bu toplantıların tabii delegesi de değildi.
Tarih, övgü ya da sövgü kitabı değildir. Tarihten ders alınır. Tarihini bilmeyen topluluklar sağlıklı bir gelecek inşa edemezler. Önemli olan kökü mazide olan âti olabilmek, iki günün birbirine eş olmadan ilerleyebilmek, adil şahitler ve dürüst haberciler gibi hareket etmek, tarihi, bir toplumun ortak hafızası ve tecrübeler birikimi olarak doğru okuyabilmektir.
Moiz Kohen’in, Lazaro Franco’ların, Şimon Zwi’lerin hayallerinde şekillenen “Kemalizm” ile geçmişi anlamak, geleceği inşa etmek mümkün değil. Toplumun inanç, dil, gelenek, kavram ve kurumlarını, medeniyetinin ahlâki değerlerini yok sayarak bir yere varmak mümkün değildi. Bugün geldiğimiz yer bu durumun en büyük ispatıdır.”[1]
- 23 Nisan 2025 – Akit – A. Dilipak

Aziz Erbakan Hocamız; “kökü çürük ağacın, dalındaki toz-toprakla uğraşılmaz” buyurmuşlardı. Aynen o şekilde çürümüş bir zihniyetin arada saydığı doğruları, Üstadımızın dediği gibi ancak yanlışlarla harmanlamak için kullandıklarını bilmekte fayda vardır. Ülkemizde Sn Anayasa Mahkemesi Başkanımız gibi ümit veren bürokratlar olduğu gibi bir de Dilipak gibi kafa karıştırmayı maharet sayan, ifade ettiğimiz üzere doğrularla yanlışları harmanlamaktan başka bir iş yapmayan Akit tayfası da var. İşleri güçleri bir türlü zihinlerden silemedikleri hakikatler hakkında bulanıklığa hizmet etmek olduğundan; tüm defterleri dürecek günleri bilseler de unutmuş gibi yapmaktan utanmıyorlar!
ADİL OLANLARIN VE ADİL BİR DÜZEN HAZIRLAYANLARIN; ADALET SANCAĞININ ZAFER BURCUNA DİKİLECEĞİ GÜNLERE RAMAK KALDI İNŞAALLAH!..
Milli Çözüm’den öğrendiğimiz: Bütün barbar ve batıl düzenlerin ve özellikle güdümlü ve göstermelikdemokrasilerin temel özelliği: Kendi bozuk tabiatı ve tahribatı gereği, insanları öylesine eler ve öylesine süzgeçlerden geçirir ki, sonunda en kötüleri ve en kalitesizleri en üste çıkarır. Yönetimin, kilit noktalarına ve köşe başlarına hep zalim ve hain tipleri oturtur. En iyiler ise en altta kalır.
Makalede AYM BAŞKANININ sözlerinden olan : ” Adaletli toplumlarda huzur ön plana çıkar ve insanların birbirlerine olan güveni artar. Dolayısıyla toplumun düzeni ile bireylerin haklarının korunmasında en önemli etken adalet kavramıdır. ” ifadeleri son derece mühimdi. ADİL – ADALET DÜZENİ ve ADİL OLANLARIN hakim olduğu sistemlerde ; kendi adil ve asil yapısı nedeniyle insanları öylesine eğitir ve yetiştirir ve öylesine hassas eleklerden geçirir ki sonunda en iyiler en üste çıkar en kötüler ve karaktersizler ise en alta düşer.
Batıl ve bozuk bir sistemin ve uygulayıcılarının ardından haklı ve hayırlı bir sistemin kurulması ve oturması için mutlaka bir değişime ihtiyaç vardır ve bu kaçınılmaz bir durumdur. Halkı uyandırmak yeterli kadroları oluşturmak etkili ve yetkili kesimleri şuurlandırmak gibi kesinlikle gerekli olan bazı altyapı hazırlıklarını tamamlamak gerektiğinden, öncesinde Aziz Erbakan Hocamızın hazırlıklarıyla ve Milli Çözüm Dergisi olarak yaklaşık 22 yıldır, bu minvalde kalemiyle konferanslarıyla söyleşileriyle yazdığı 100 küsür tane kitabıyla binlerce makale ve şiirleriyle fikri değişimi hamdolsun başarmış durumda olduğunu hep birlikte müşahede etmekteyiz. Milletimizin vatansever akademisyenleri bürakratları siyasileri sivil toplum kuruluşlarının bu değerdeki öncüleri arasından MİLLİ BİR MUTABAKAT ile inançla sabırla beklediğimiz mutlu ve kutlu değişime insanlık da hazır haldedir. Hıyanet ehlinin , müslümanların ve tüm mazlumların aleyhine hazırlayacakalrı her tuzak , kendilerinin başına geçecek ve pek yakında Milli Çözüm’ün tabiriyle ADALET SANCAĞI ZAFER BURCUNA dikilecektir. İnşaAllah!..
DUHÂN SURESİ 59. AYET
Öyleyse artık Sen, (zalimlerin ve Siyonist kavimlerin başlarına gelecekleri) gözleyip bekle!.. (Zira) Onlar da (korku ve endişe içinde) beklemektedirler.
(Bak: https://www.mealikerim.com/44/duhan/59 )
Mustafa Kemal ülkeye özgürlük duygusu ile bütünleşmiş bir şahsiyettir. Düşmanlarımıza ağır kayıplar yaşattığı için dış mihrakların yerli uzantılı dönmeler eliyle Türk halkına bu şahsiyetleri kötü göstermek suretiyle kafalarda soru işareti bırakmak için çabalamışlardır. Hatta büyük oranda başarılıda olmuşlardır. Mesala İsmet İnönü Atatürkün ölümünden hemen sonra Ataürkcü düşünce derneklerini kurdurarak bu amaçla kötülemeye ve istismara çalışmışlardır. Ancak bizlerde Milli Çözüm yazıları ve kitapları ışığında Atatürkü gerçek kişiliğini öğrenmiş bulunmaktayız.Bu nedenle Üstat Ahmet Akgül’e müteşekkiriz.
Mustafa Kemal’in bize emanet ettiği bu Devleti, Cumhuriyeti… Akıl ve bilim dayanaklı, Kur’an ve Sünnet kaynaklı gerçek ve örnek bir İslam düşüncesini… Çağdaş medeniyet ufkunu da aşacak milli ve insani kalkınma modelini ve adil bir düzen idealini; doğru anlamak, uygun yorumlamak ve doyurucu bir konsensüsle mirasına sahip çıkmak yerine, O’nu gâh faşist ve despotik saplantıların, gâh Darwinist ve komünist safsataların öncüsü gibi gösterme çabaları, Atatürk’e ve Türkiye’ye yapılacak en büyük kötülük sayılmalıdır. Elbette O da bir insandır; düşünce ve devrimlerinde yanıldığı noktalar vardır. Aşırıya kaçtığı veya noksan bıraktığı durumlar olacaktır. İçinde bulunduğu zor şartlardaki, Siyonist ve emperyalist odakların çok yönlü kuşatmasını kırma çabaları sırasındaki kararlarında bazı hatalar yapması ve yanılması gayet doğaldır. Hatta bunların bir kısmının kendisi de farkına varmış, düzeltmeye çalışmış ve bu konuda samimi itiraflardan sakınmamıştır.
Bu arada; bizi asıl ilgilendiren Atatürk’ün şahsi hayatı ve hataları değil; O’nun çok özel yetenekler ve özverili gayretlerle başarıp emanet bıraktığı Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve kurumları, hedeflediği ve ulaşmamızı vasiyet ettiği yüksek ufuklardır.
https://www.millicozum.com/mc/ozel-yazilar/ataturkun-din-karsiti-oldugunu-savunan-islamcilarin-ulusalcilarin-ve-sagcilarin-kaypak-ayarlari-ve-ortak-amaclari/
Evet, zeki olup da kurnazlık peşinde koşanlardan farklı olarak, Erbakan Hocamız aklını doğru yerde kullanmış; olayları değerlendirme ve denetleme gücüyle hareket etmiştir. O, milli değerleri esas alan bir akıl, adalet ve sorumluluk anlayışıyla; kısacası “Milli Çözüm” bakış açısıyla ilerlemenin ne kadar önemli olduğunu her zaman vurgulamıştır ve günümüzde Ahmet AKGÜL hocamız ve yıldız ekibi devam ettirmektedir.
“Bizim ATATÜRK” kitabının 214. sayfasında da söylendiği gibi:
“Atatürk, mandacıların değil bağımsızlık yanlılarının; din üzerinden çıkar sağlamaya çalışanların değil, gerçek İslam’ın; karanlığın değil aydınlığın, bağnazlığın değil çağdaşlığın simgesidir, güvencesidir.”
Bu sözler, aslında Atatürk ile Erbakan Hocamızın aynı yolda yürüdüğünün, ortak bir hedef için mücadele ettiğinin açık bir göstergesi olup günümüzde bu süreç MİLLİ ÇÖZÜM ile devam etmektedir.
Ne kutlu bir zaferdir ki bu tarafsız ve net yaşanılan olaylara tarifsiz ve tahmin edilemez gerçek yorumların yapıldığı okyanusun adıdır Milli Çözüm.
Savaşta ve yeni kurulan bir devlette hedef net bellidir ve ilan edilmiştir ama o hedefe giderkenki strateji Lider’in beynin saklıdır. Peygamber Efendimiz ilk tebliğine başladığında hedefi açıkça ilan etmişti, Erbakan Hocamızın da daha çocukluğunda iken hedefi belli idi; Yeni Bir Dünya kurmaktı. Efendmizin Mekke’nin fethine giderken ki stratejisini ise en yakını olan Hz. Ebubekir bile bilmiyordu. Aynı Efendimiz gibi Erbakan Hocamızın stratejisi gizli idi veAd,l sadece kendisinden sonra hedefe ulaştıracak Kişiden başka bilende yoktu ve olmaması da gerekiyordu. Mustafa Kemal devleti kurarken kalabalık yığınlarla kurmamış 6-7 kişilik az öz stratejik kadroya ihtiyacı vardı, bunun yanında da tabiki teknik kadrolarda lazım ama asıl olan stratejik kadroları idi.
Adil olmayan adiler ne kadar Hakkı ve doğruları çarpıtmaya çalışsalar da güneş balçıkla sıvanmaz, Hak her zaman gerçek değerini ve yerini bulmuş ve bulacaktır. Fesatçı ve fırsatçıların tüm girişim ve çarpıtmaları Allah’ın halifesi yerinde olan feraset sahibi sadık müminler eliyle “Hayır, aksine; doğrusu Biz Hakkı Bâtılın tepesine fırlatırız, O da onun beynini parçalayarak mahvedip bitirir. (Kur’an’a, Resulüllah’a ve insan haklarına dayalı hayır ve huzur sisteminin ana hatlarını ve Siyonizm’in perde arkasını sadık kullarımızla topluma bildiririz, böylece inkârcı zalimleri deşifre edip deviririz. Ardından) Bir de bakarsın ki, o (bâtıl ve barbar rejimler, zalimler ve işbirlikçiler yıkılıp) yok olup gitmiştir. (Allah’a karşı; “sözünde durmaz, süper güçlerle başa çıkamaz” gibi zanlardan ve) nitelendirdiğiniz yakışıksız sıfatlardan dolayı yazıklar olsun size! [Not: Beyni parçalanan ve fikriyatı boşa çıkarılan bâtıl ve barbar sistemin, geri kalan görkemli gövdesinin çökmesi ve çözülmesi artık kolay ve kaçınılmaz olacaktır.]” Enbiya suresi 18. Ayet.
MİLLİ ÇÖZÜM KÖPRÜDÜR!
ALDANMAZ – ALDATMAZ – ALDANMAZ!
Yirmi yıl önce Milli Çözüm’ün yazmış olduğu “Bizim Atatürk” kitabına;
İslamcı istismarcılarda,
Din düşmanlığını Atatürk kılıfı altında kusan Kemalistlerde itiraz edememişlerdi!
Ardından ise Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, manevi değerlere bağlı ve saygılı bir lider olduğuna dair takriben 15 kitap daha yayınlanmıştı.
Erbakan’dan gıcık alan ve salyasını akıtan solcu Kemalist yazarların da, Erbakan’ı istismar eden ve Atatürk’e hakaret eden İslamcı istismarcılarda;
Artık, ne Atatürk’e Hakaretler edebiliyor,
Ne de, Erbakan Hocamıza salyalarını akıtabiliyorlar.
Çünkü, Milli Çözüm var Elhamdülillah!
Stratejik beyne sahip lider, bu istismarcı kesime her konuda hakkını avucuna veriyor.
Evet bu şarlatanlar zeki insanlar;
Geminin battığını ve Milli Mütabakatın yakın olduğunu görüyorlar. Bazı gerçekleri çarpıtsalar dahi, Erbakan ve Atatürk gerçeklerini artık gizleyemiyorlar.
Ey Milli Çözümden gıcık alan ahmaklar.
Ağababalarınızdan örnek alın!
Cüce aklınız ile Yüce, Kur’an’i akla karşı çıkamayacağınızı anlayın!
Hakkın karşısında yaygaralar koparsanız da, bağırıp çağırsanız da, yalan söyleyip, iftira atıp, dezenformasyon yapsanız da…
Bâtılın BEYNİ paramparça olmak üzeredir.
Dağılıp gitmeden ve perperişan hale düşmeden önce Mert olun ve pişmanlık duyun.
Yoksa stratejik beyne karşı değil; sadıklara karşı dahi kazanamadınız, kazanamayacaksınız unutmayın!
Yoksa gün gelir, mizan kurulur ve defterler dürülür!
Zafer inananlarındır ve zafer yakındır!
Zulme alet olanlar, körükledikleri bu zulüm ateşinde bir gün kendileri de yanarlar. “İşte (elleriyle) kazandıklarından (ve zulme taraf olduklarından) ötürü, zalimlerin bir kısmını diğer bir kısmına musallat ederiz.”[12] hakikati ortaya çıkar. Kendi elimizle seçip kazandırdığımız ve iktidar yaptığımız zalim yöneticilerin zulümleri, seçenleri de kuşatır. Çünkü zam, enflasyon, pahalılık, işsizlik ve geçim darlığı hepimize dokunmaktadır. Olumsuz basın ve televizyon yayınları hepimizin ahlakını bozmakta ve yuvasını yıkmaktadır.
EY İNSANOĞLU; ADİL OL, NET OL, MERT OL!..
Emin kişinin, sözüne edilir itibar
Gelip gitti, nice şah ve padişahlar
Kime kaldı ki, hanlar ve saraylar
Şu fani dünya, senin olsa kaç yazar..
Sömürme insanların, iyi niyetini
Bil, dost bildiklerinin kıymetini
Fani olana değişme, izzet ve şerefini
Adil ol, net ol, mert ol, saklama kimliğini..
Adalet yok ise, yürürmü köhne sistem
Ezilenler gece gündüz, ederler sitem
Gün gelsede, Siyon itleri haritadan silsem
Zafer marşını, gür ses ve eda ile söylesem..
İşte Erbakan’ın Atatürk yaklaşımları ve yorumları:
Saadet Partisi Genel Başkanı iken Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın, Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatının 72. yılı (10 Kasım 2010) dolayısıyla yayınladığı mesaj, tarihi gerçekler ve talihli müjdeler içermekteydi:
Atatürk’ü Milli Mücadele’ye öncülük etmiş büyük bir komutan olarak nitelendiren Erbakan’ın, “Gazi Mustafa Kemal Atatürk, milletimizin bağımsızlık konusundaki vazgeçilmez kararlılığını arkasına alarak, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş birisidir. Öncülük ettiği Milli Mücadele hareketi ile milletimizin esarete asla boyun eğmeyeceğini bütün dünyaya göstermiştir” tespitleri oldukça anlamlı ve önemliydi. Milli Görüş Lideri olarak Aziz Hocamız, yaptığı yazılı açıklamada, “Atatürk’ün ‘Muasır Medeniyet’ hedefine ancak; devleti ve milletiyle bütünleşip kucaklaşmış, ekonomik ve teknolojik gelişmesini tamamlamış, insan hak ve özgürlüklerini sağlamış bir Türkiye ile ulaşılıp aşılabileceğini” kaydetmişti.
“İstiklal mücadelesinde Anadolu topraklarını işgal eden emperyalist ülkelerin bugün aynı planlarını çok daha tehlikeli ve sinsi oyunlarla gerçekleştirmeye çalıştığını” belirten Erbakan Hoca’nın:
“Milletimiz tıpkı Milli Mücadele günlerinde olduğu gibi, bu sinsi planları boşa çıkaracak inanç, azim ve kararlılığa sahip bulunmaktadır. Sahip olduğu tarihi tecrübe ile bu oyunları tekrar boşa çıkaracaktır. Bizler tarih boyunca, dünyaya huzur ve saadet getirmiş bir ecdadın varisleri olmanın onurunu ve sorumluluğunu taşımaktayız. ‘Yiğit düştüğü yerden kalkacak’, Türkiye yeni ve adil bir Medeniyet değişimine öncülük yapacaktır. Bugün dünyaya hâkim olan açlık, sefalet, kan ve gözyaşına son verecek iradeyi, yine milletimiz ortaya koyacaktır. ‘Uydu değil, lider ülke’ vizyonu doğrultusunda; önce Yeniden Büyük Türkiye, ardından Yeni Bir Dünya mutlaka kurulacaktır. Bu vesileyle vefatının 72’nci yılında Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, Milli Mücadele kahramanlarımızı ve bu vatan için canını vermiş bütün şehitlerimizi rahmet ve şükranla anıyorum.” sözleri ise; kutlu ufukların işareti ve mutlu yarınların müjdeleriydi.
Erbakan Hocamızın, Atatürk’le ilgili bu takdir edici ve sahiplenici sözlerini, 2010 senesinde ve vefatına yakın bir süreçte ifade etmesi; hiçbir, resmi, hukuki ve siyasi mecburiyeti olmadan ve bir nevi vasiyet gibi dile getirmesi, oldukça önemliydi, samimiydi ve ders vericiydi. Artık Aziz Milletimizin ve özellikle Milli Görüşçülerin Hocamızın bu tespit ve tavsiyelerine uygun düşünüp değerlendirmesi gerekirdi. Milli Çözüm Ekibi’nin, Atatürk’le ilgili yazılarını ve yorumlarını, özel ortamlarda tasdik ve teşvik eden Hocamız, Milli Gazete’de yayınlanan bu 10 Kasım mesajıyla, artık alenen de bizleri ve Milli Çözüm’ün istikametini desteklemişti.
Erbakan Hoca’nın Anıtkabir’i ziyareti ve anlamı
SP 1. Olağan Büyük Kongresi’nde Genel Başkan seçilen Rahmetli Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hocamız ve yeni oluşan Başkanlık Divanı üyeleri 15 Mayıs 2003’te Anıtkabir’e bir ziyaret yapmışlardı. Erbakan ve beraberindekiler, Mustafa Kemal Atatürk’ün kabrine çelenk koyup saygı duruşunda bulunduktan sonra Misak-ı Milli Kulesi’ne teşrif buyurmuşlardı. Erbakan, burada Anıtkabir Özel Defteri’ni imzalamış ve deftere özetle şunları yazmıştı: “Senin, her şeyin önünde önem verdiğin tam bağımsızlığımızı kazanma ve muasır medeniyetlerin önüne (fevkine) çıkma gayeni gerçekleştirmek üzere aziz milletimiz, 11 Mayıs 2003’te Saadet Parti’mizin muhteşem kongresiyle ikinci şahlanışını yaptı. Türkiye’miz için ortaya koyduğun büyük hedeflerin önem ve değerini bugün milletimiz hâlâ yakından takip etmekte ve hedefine ulaştırmaya çalışmaktadır. Yeniden büyük Türkiye’yi ve yeni bir dünyayı kurmak için bütün gücümüzle çalışarak, Senin, Türkiye’nin her bakımdan en önde bulunması gayeni gerçekleştirmek üzere elimizden gelen her türlü gayreti gösterip çabalayacağız. Muvaffakiyet Allah’tandır.’’
Erbakan Hoca, Akşam gazetesinden Adnan Akgünel’e yaptığı röportajındaki:
“Şöyle bir bakalım ve anlamaya çalışalım. Atatürk kendi yönetim döneminde, hiçbir dış seyahat yapmadı. Niçin?! Çünkü Türkiye, asırlar boyunca lider ülkeydi; şanlı bir medeniyetin varisi ve temsilcisiydi. Lider ülkeyi yöneten bir insan, (zillet ve mahcubiyetle) başkasının ayağına gitmezdi… İngiltere Kralı O’nun ayağına gelmiştir… Batılılar ve Müslüman başkanlar Türkiye’yi ziyaret etmiştir. Atatürk gitmemiştir. (Bu, milli bir haysiyet ve hassasiyet meselesidir.) Ama bugünkü taklitçiler ise; onların ayağına gidip, üçüncü sınıf kâtiplerin karşısında eğilmektedir ve Batılılardan borç dilenmektedir. Sömürge psikolojisiyle, köle gibi hareket edilmektedir. Hâlbuki Atatürk döneminde: Kayseri Uçak Fabrikası, Sümerbank’a ait dokuma fabrikaları gibi yerli ve milli sanayi tesisleri yapılıp faaliyete geçirilmiştir. Bugün her vesile ile Atatürk’ün Gençliğe Hitabesini okuyoruz! (Ama anlayıp gereğini yapmıyoruz.) Atatürk ne diyor: ‘Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir…’ Yani Cumhuriyetimiz ve vatanımız, bağımsızlık ve bekamız; ilelebet muhafaza edeceğimiz en mühim şeydir. Ama bugün AB hayaliyle ve küreselleşme gibi bahanelerle, adım adım bağımsızlığımız dış güçlere devredilmektedir!” tespitleriyle, Mustafa Kemal’den sonra nasıl bir dejenerasyona uğratıldığımızı dile getirmiş ve eski Cumhurbaşkanlarından Fahri Korutürk’ün, bir görüşme sonrası yaptığı, samimi ve hayret içerikli itirafıyla: “Erbakan Bey, bizlere mükemmel bir Atatürkçülük dersi vermiştir.”
Öyle ya;
Eğer Atatürk bağımsızlığımızın öncü komutanı, Milli kalkınmamızın mimarı, İslam inançlı ve Hz. Muhammed (SAV) hayranı, ama din istismarına ve yobazlığa karşı, Lider ülke büyük Türkiye sevdalısı ve Batı Medeniyetine ulaşmayı değil onu aşmayı hedef gösteren ender ve önder bir devlet adamı ise, o halde Atatürkçülükle Milli Görüşçülük niye uyuşmasındı? “Eğer Mustafa Kemal yaşasaydı, elbette Milli Görüşçü olacaktı” buyuran da Erbakan Hocamızdı. Ve Atatürk’ün yıllardır gizlenen vasiyeti açıldığında, herkesin dudakları uçuklayacak ve Milli Çözüm’e hayranlık duyulacaktı.
…
Milli Mücadele’nin ve Milli Görüş’ün Ortak Amacı
Mustafa Kemal’in Milli Mücadele’deki en büyük başarısı, bizzat kumanda ettiği ve binlerce mekanize araç ve son sistem ağır silahla donatılan, İngiliz, Fransız ve Amerikalılarca destek çıkılan Yunan ordusunu yendiği SAKARYA Meydan Muharebesi’dir. Sakarya zaferi, kem talihimizi tersine çeviren tarihi bir dönüm noktası yerindedir. Ve tabi Sakarya zaferi denilince akla Mustafa Kemal gelmektedir, çünkü Atatürk’le Sakarya özdeşleşmiştir. Milli haysiyet ve hassasiyetini yitirmiş ve Haçlı AB himayesine göz dikmiş demokrasi densizlerinin “VATAN, MİLLET, SAKARYA” tekerlemesiyle Milli Mücadele’yi küçümseyip alay konusu edindiği bir süreçte rahmetli Erbakan Hoca’nın çıkıp:
“Herhangi bir kimse: Malazgirt’te inanışın şahlanışını yaşamadan; Kosova’da, Niğbolu’da bir kılıç olup parlamadan; Ulubatlı Hasan olup İstanbul’u fethetmeden; Sultan Fatih olup atını denize sürmeden; Kanuni olup, şanlı ordularıyla Avrupa’nın içine yürümeden; Seyyid Çavuş olup, 250 kiloluk mermiyi ‘Ya Allah!’ diyerek top namlusuna sürmeden; Bir insan, SAKARYA’NIN SİPERLERİNE GİRMEDEN; ve Kıbrıs’ta düşman tahkimatının arasından geçmeden, Milli Görüş’ün ne olduğunu anlayamaz!” sözleri;
a- Hem Sakarya Meydan Muharebesi’nin tarihimizin en önemli zaferlerinden birisi olduğunu belirtmektedir.
b- Bu şanlı mücadelenin, tamamen Milli ve şerefli olduğunu vurgulayıp övmektedir.
c- Ve tabi dolayısıyla, Sakarya zaferinin komutanı Mustafa Kemal Atatürk’ü de sahiplenip Milli Görüş’e dâhil etmektedir. Çünkü Erbakan Kurtuluş Savaşı’nı, milletimizin bin yıllık mayasını oluşturan Milli Görüş’ün yeni bir şahlanışı olarak değerlendirmektedir.
BU MÜHİM MAKALENİN TAMAMI İÇİN; https://www.millicozum.com/mc/2022/mart-2022/erbakanin-askinligi-elazizcilerin-saskinligi/
Kanunlar ve nizamlar ne kadar mükemmel olursa olsun, onu tatbik edecek insanın içerisine hak ve adalet sevgisi girmemişse, netice tersine tecelli edecek, adalet yerine adaletsizlik, sosyal adalet yerine sosyal istismar hâkim olacaktır.
Prof.Dr.Necmettin ERBAKAN
“Ey yürekleri dağlar kadar büyük ve azimleri kayalar kadar sağlam Milli Görüşçüler! Ne olursa olsun, gelecekten asla ümit kesilmeyecektir. Tarihe bakın, inancınıza sarılın. Zulüm ebedî olmaz. Kötülük mutlaka hüsrana uğrayacaktır.”
PROF.DR NECMETTİN ERBAKAN
Erbakan Hocamız: “Milli Görüş‘ü bilmek için, bugünkü olayları bilmek için mutlaka tarihimizi yakinen tanımak mecburiyetindeyiz” buyurmuşlardı.
Tarih bilinci, durmaksızın akan zamanda ve değişen koşullar arasında meydana gelen olaylara değişmeyen sabit ilkeler ışığında bakabilmek ve böylece dün, bugün ve yarın üzerine etkin bir bilince sahip olup mutlu ve umutlu hedeflere doğru yol almaktır.
Şekilcilik ve kof taklitçilik takıntısı bulunan İslamcı istismarcılar adil olmamakta ve akıllarını kullanamamaktadırlar!
İslamcı istismarcılar, hızlı düşünme, öğrenme, analiz etme ve problemleri çözme kapasiteleri sayesinde zeki olabilmektedirler, ancak vicdanlarıyla, deneyimleriyle ve sorumluluk duygularıyla hareket etmediklerinden, doğru ile yanlışı anlamamakta, iyiyi kötüden ayırmamakta, haklı ve hayırlı olanla bâtıl ve zararlı olanı fark edip ona göre tavır alıp taraf olmamaktadırlar.
Erbakan Hocamız: “Milli Görüş; Mustafa Kemal’in öncülüğünde İstiklal Savaşı’nı yapan Görüş’tür” buyurmuşlardı.
Atatürk gibi, şanlı Kurtuluş Savaşı’mızı başlatmış ve Türkiye Cumhuriyetimizi kurgulamış şahsiyetlerin, öyle sadece hissiyat ve heyecanlarla değil, tarihi hakikatler ve tabii etiketlerle yorumlanması lazımdır.
Atatürk’ü doğru tanımak için, iz’an ve insaf terazisinde tartmak; yaşadığı şartların imkân ve ihtiyaçlarını hesaba katarak bunların nispetinde yorumlamak lazımdır.
Ucuz kahramanlıklardan ve uyuz saplantılardan bir türlü kurtulmayan İslamcı istismarcıların tarih bilinçleri bulunmamakta ve Milli Görüş gerçeğini anlamamaktadırlar.
Milli Çözüm, tarihe bakmayı, ne olursa olsun gelecekten asla ümit kesmemeyi, inancımıza sarılmayı ve Milli Görüş’e sarılmayı öğretmektedir.
“Dolayısıyla bir gün mutlaka mizan kurulacak, bütün defterler dürülüp (ortaya konulacak ve her şeyin) hesabı bizlerden (mutlaka) sorulacaktır. Hal böyle olunca, o günler gelmeden bugünün kıymetini bilelim; uygulamada adalet ve hukuk devleti ilkesine ilişkin kazanımlarımızı titizlikle muhafaza etmeye çalışalım.”sözleri bize göre tarihi ve talihli hatırlatmalardır.
Şeytanın yalan, iftira ve dezenformasyonu, ancak Hak gelinceye kadar etkili olabilirdi!
Siyonizm, Mustafa Kemal’i;
Sol kesime materyalist-darvinist…, sağ kesime ise din ve peygamber… düşmanı olarak tanıtmayı başarmıştı.
Böylece her iki kesimin kafasını istediği zaman birbirine vurdurup kırdırma kıvamına gelen ülkemize, tek bir kurşun sıkmadan, atom bombası atmakta daha büyük tahribatlar yapmaya da başlamıştı.
Ancak Siyonizm’in, şeytanî bir planla ülke evlatlarına ilmek ilmek kurduğu bu sinsi tuzak, son yarım asırda çözülmeye başladı.
Aziz Erbakan Hocamızın siyasetine ve stratejik bakışına hâkim olan yaklaşım ile Atatürk hakkındaki (bu makalede de yer verildiği gibi) bilgi, belge ve ilmî veriler ışığında Siyonizm’in bu “büyük oyunu” bozuldu!
Atatürk hakkında hem sol hem sağ kesime yönelik dezenformasyonlar, iftiralar ve yalanlar bir bir deşifre edildi.
Artık Siyonizm’in paralel adamları bile bu gerçekleri itiraf etmek zorunda kaldı.
Yarım asır verilen eşsiz gayretin finalinde; Bu iki kesim arasında yıllardır örülen duvarlar yıkıldı, yerini kardeşliğe ve ülke menfaatine uygun yaklaşımlara bıraktı.
Asrımızda, şeytanın bu “büyük oyununu” ancak Aziz Erbakan Hocamızın yolunun ve davasının gerçek temsilcisi bozabilirdi. Ve inşallah bozdu!..
Bu süreçte emeği geçen herkese ne kadar teşekkür etsek azdır. Özellikle de bu başarının beyni, temsilcisi ve motor gücü olan kutlu harekete sonsuz şükranlarımızı sunuyoruz.
✓ Kesinlikle Allah (CC) size; emanetleri (devlet yönetimi ve milletin idaresiyle ilgili görevleri), mutlaka ehil ve emin kimselere (oylarınızı Hakkın kurallarını ve halkın yararını gözetenlere) vermenizi ve insanlar arasında (karar verirken ve tercih yaparken) hükmettiğiniz zaman ise adalet ve hakkaniyetle hükmetmenizi emretmektedir. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor!.. Doğrusu Allah, (her şeyi tüm ayrıntılarıyla) İşitendir, Görendir.
(Nisa Suresi 58)
✓ Ey iman edenler! Allah için Hakkı (İslam’ın adalet nizamını) sağlayıp uygulayan (mü’minler) ve (hep haklıyı) savunan (hâkimler ve yetkililer olun) ve mutlaka doğruluk ve hakkaniyetle şahitlikte bulunan (daima Hakkı üstün tutan ve Adil Düzeni kurup korumaya çalışan) kimseler olun. (Tanık olduğunuz bir olayı olduğu gibi anlatın, yorum yapmayın, taraf tutmayın, hâkimi yanıltmayın.) Herhangi bir kavme (partiye, meşrebe, tarikata veya kişiye) olan kininiz (kırgınlık ve kızgınlığınız) sakın sizi adaletsizliğe sürüklemesin!.. (Karar verirken his ve heyecanlarınızla değil, aklınız ve vicdanınızla davranın, İslam’ı esas alın ve mutlaka) Adil olun ki takvaya yakın olan (ve yakışan) budur… Her halde Allah’tan korkun. Çünkü O bütün yaptıklarınızdan Haberdardır.
(Maide Suresi 8)
ŞEYTANİLERİN İŞİDİR “ÇARPITMAK”…
Bu din istismarcısı İslamcı takımı ile Atatürk istismarcısı Kemalist takımı, aynı Siyonist odakların hizmetkârı ve birbirilerinin varlık sebebidirler. Yani bunlardan bu milletin hayrına olacak herhangi bir iş sadır olmaz, olmayacaktır.
Bunlar sözde karşıt görüş mensubu gibi görünseler de, Türk milletinin kafasını bulandırmak üzere özel görevlidirler. Böylece, herkesin kafasında farklı bir Atatürk profili ile boş çekişmelerle milletin asıl gündemi işgal edilir.
Aziz Erbakan Hocamız için de aynı durum geçerlidir. O henüz hayatta iken Ona hıyanet edip partisini bölüp gidenler seçim zamanları sahaya indikleri vakit, kendilerinin Erbakan Hoca’nın devamı oldukları yalanıyla milleti kandırıp iktidarda kalabilmişlerdir. AKP ile aynı zihniyette olup da partide kalarak sinsice hıyanete devam eden içimizdeki AKP’liler ve gerçekte Onun davasına inanmadıkları halde yakınında durup makam ve menfaat devşirenlerin hepsi şimdi en koyu Erbakancı geçinmekten ve Onun devamı olduklarını iddia etmekten utanmayanlardır. Dolayısıyla halkın kafası bu konuda da karışıktır. Herkesin kafasında farklı bir Erbakan profili vardır. Bunu en net, Erbakan Hocamızın Makamında nöbet tuttuğumuz dönemde yani sahada bizzat müşahede ettik. AKP, SP ve YRP’den kim ziyaretçi olarak gelmişse, bir diğerini Erbakan haini olarak itham etmekteydi.
Velhasıl; “Hangi Atatürk?” ve “Hangi Erbakan?” sorusunun en doğru ve doyurucu cevabı, “MİLLİ ÇÖZÜM BAKIŞ AÇISI”yla bulunabilir. Bu bizim fanatik bir “iddia”mız değildir.
Üstadımız Muhterem Ahmet AKGÜL Hocamızın yazdıkları “Bizim Atatürk” ve “Erbakan Devrimi” kitapları iddiamızın “ispat”ıdır.
Tarihimize damga vuran şahsiyetleri doğru okumak için de, yazımızın başında belirtildiği gibi: zekâ yeterli olmayıp, akıl sahibi olmak gereklidir.
Evet;
– İman, akıl, ahlâk ve vicdan aynı hakikatin farklı yansımalarıdır.
– Akıl; inanç ve ideal sahibi olgun kimselerde bulunmaktadır.
– Akıl; doğruyu ve yanlışı anlama, iyiyi kötüden ayırma, haklı ve hayırlı olanla bâtıl ve zararlı olanı fark edip ona göre tavır alma ve taraf olma özelliği taşımaktadır.
– Akıl; zekânın ürettiğini yönlendiren, süzen ve sonuçlarını değerlendiren kılavuz konumundadır. Sadece bilgiyle değil, vicdanla, deneyimle, sorumluluk duygusuyla birlikte çalışır.